• Sonuç bulunamadı

Hindistan’a Yapılan Bir Araştırma Gezisi ve Balabanlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hindistan’a Yapılan Bir Araştırma Gezisi ve Balabanlar"

Copied!
32
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

A

(2)
(3)

V

VEE B

BA

ALLA

AB

BA

AN

NLLA

AR

R

R

Reeffiikk TTUURRAANN** FFaattmmaa AAhhsseenn TTUURRAANN**** Ö

ÖZZEETT

Balabanlar, Türkiye’ye Selçuklu ve Osmanl› dönemlerinde yerleflmifl Türk afliretlerinden biridir. Afliretin ad›n›n XIII. yüzy›lda Hindistan’da hüküm sürmüfl, meflhur bir Türk hükümdar›n›n ad›ndan gel-di¤i san›lmaktad›r. Bu makalede Hindistan’daki gözlemlere yer verildikten sonra Balabanlar›n tarihte-ki muhtemel bafllang›ç aya¤› olan Sultan G›yaseddin Balaban ele al›nm›flt›r.

Sultan G›yaseddin Balaban ve o¤ullar› 1261-1290 y›llar› aras›nda Delhi’de hüküm sürdüler. Özel-likle G›yaseddin Balaban devlet idaresinde çok baflar›l› olarak Müslüman Hint halk›n›n belle¤inde si-linmez izler b›rakt›. Araflt›rmada Balabanlar›n yan› s›ra Gazneliler, Kutbîler ve fiemsîler adl› Türk ikti-darlar› hakk›nda da bilgiler verildi.

A ABBSSTTRRAACCTT

Balabans are one of the nomadic tribes which settled down in Turkey in the time of Selcuks and Ottomans. It is supposed that this tribe gets its name from a very popular Turkish Sultan who rules in India in XIII’th century. In this writing, after expressing the observations in India, G›yaseddin Balaban who is supposed to be the first ruler of this tribe is mentioned here.

Sultan G›yaseddin Balaban and his sons rule Delhi between the years 1261 and 1290. Especially, being a very successful ruler in state governing, G›yaseddin Balaban is very valuable person in the eye of Muslim Indian people. In addition to Balabans, in this research, some information about Gazneliler, Kutbiler and fiemsiler which are also ancient states are mentioned.

A

Annaahhttaarr KKeelliimmeelleerr:: Hindistan, Hindistan’da Türk Devletleri, ‹l-Tutmufl, G›yaseddin Balaban, ‹lbari / Ulu¤borlu.

K

Keeyywwoorrddss:: India, Turkish States in India, Il-Tutmufl, G›yaseddin Balaban, ‹lbari / Ulu¤borlu.

G Giirriiflfl

2005 y›l›n›n Ocak ay›nda, Hindistan’a Türk kültür tarihi ile ilgili bir araflt›r-ma inceleme gezisi gerçeklefltirdik. Araflt›raraflt›r-man›n konusu, Balaban Sultan ve Ba-labanlar idi. Araflt›rman›n amac›, Osmanl›-Türk co¤rafyas› içinde çeflitli merkez-lerde; örne¤in Aksaray, Ayd›n, Adana, Biga, Bilecik, Edirne, Gelibolu, Gümilci-ne, Halep, Hamid, Hüdavendigar, Karasi, Kocaeli, Karahisari fiarki, Konya, Kas-tamonu, Kütahya, Kilis, Malatya, Marafl, Mentefle, Ni¤bolu, Saruhan, Silistire, Si-vas, T›rhala’da yaflayan Balaban ad›n› tafl›yan Türk cemaatiyle Hindistan Türk Tarihi içinde hüküm sürmüfl Balaban Sultan aras›nda bir irtibat›n olup

(4)

olmad›¤›-n› araflt›rmak ve Balaban Sultan ile ilgili Hindistan’da yap›lm›fl araflt›rmalara ulaflmakt›.

Cemil Meriç, Ülkeler kitaplara benzer. Onlarda arad›¤›m›z› buluruz (Meriç, 1964: 7) demektedir. Cemil Meriç, Hindistan için düflüncelerine flöyle devam eder: “Yeni bir din götürmüflüz Hind’e; yeni bir dil sunmufluz. Babür biziz, Ekber biziz. Bat› bizden ö¤renmifl Hind masallar›n›. Hümâyunnâme, Avrupa’n›n bütün dillerine çevrilmifl. Ama biz tan›mam›fl›z Hind’i, Kelile ve Dimne’nin Heft Pey-ker’in, Tutînâme’nin vatan›n› tan›mam›fl›z (Meriç, 1964: 7).” Evet, Cemil Meriç’in söyledi¤i gibi tan›mam›fl›z Hind’i. XI. yüzy›ldan XIX. yüzy›la kadar Türk hâkimiye-tinin Hind’in bütün sath›na yay›lan sinen, büyüleyici, esrarl›, kültürel birlikteli¤ini tan›mam›fl›z.

Peygamberler tarihinde ve Taberi’de anlat›ld›¤›na göre Adem’le Havva Cennet-ten kovulduklar›nda yeryüzüne inerler. Adem, Hindistan’da Serendip ad›nda bir da¤a; Havva Cidde’ye ‹blis Übülle’ye, y›lan da Isfahan’a iner. Adem Aleyhisselam yüz sene o da¤ bafl›nda günah› için a¤lar. Gözyafl› o da¤ üzerine dökülür. Göz yafl-lar›ndan helile ve belîle gibi pek çok ot biter. Adem Aleyhisselam’›n tövbesinin ka-bul oldu¤u gün Allah-u Te’ala, Cennetten reyhan, mersin, turunç ve nar gönderir. Adem (a.s.) o mersini Hindistan’daki da¤a diker. Musa’n›n asas›n›n o a¤ac›n buda-¤›ndan oldu¤u söylenir. Ayr›ca cennet yemifllerinden 30 çeflit yemiflin de o da¤a dikildi¤i ve buradan bütün dünyaya yay›ld›¤› söylenir (Taberi I: 80-81).

Zihnimizde tarihin, sanat›n iç içe girmifl oldu¤u, dillerin, dinlerin, sanat›n eg-zotik ülkesi olarak canland›rd›¤›m›z Hindistan’› uçaktan indi¤imizde de gerçek si-luetiyle gördük.

A

A.. TTaarriihhii vvee BBuuggüünnüü KKuuccaakkllaayyaann DDeellhhii

Tabiat›n bütün lütuflar›n›, güzelli¤ini, bollu¤unu yaflayan bu ülke, bizi sadece tabiat›n›n cömertli¤i ile flafl›rtmad›. Bir renk çeflitlili¤i ile karfl›m›za ç›kan Hindis-tan, tahayyül s›n›rlar›n› zorlayan kalabal›kl›¤›, ses ve renk cümbüflü ile kucaklad›-¤› ziyaretçilerini flaflk›nl›k, merak ve tam sentez edemedi¤i duygularla bafl bafla b›-rakmaktad›r.

‹nan›lmas› mümkün olmayan bir insan kalabal›¤›, iki tekerlekli çek çek araba-lar, üç tekerlekli taksiler, bafllar›ndaki de¤iflik türbanlar› ile Hinduaraba-lar, bedenlerine sard›klar› de¤iflik renkteki sarileri içinde Hindli kad›nlar, seyyar sat›c›lar, seyyar berberler, seyyar ütücüler, seyyar terziler ve çok say›da dilenci, yol kenar›nda

(5)

din-lenen veya caddede yürüyen inekler, el ele tutuflup ailece gezen maymunlar, en-vaî çeflit kufl, resmî törenler için boyanm›fl renk renk fil ve develer bu farkl› ülke-de göze çarpanlar›n bir k›sm›d›r.

Eski Delhi’den Bir Görünüfl

(6)

Tören ‹çin Haz›rlanm›fl Bir Fil

Bir Hint Dü¤ününden Görünüm

IV. Murat’›n torunu Selma Sultan’›n hayat›n› anlatan k›z› Kenize Murat, Selma Sultan’›n Hindistan’la ilk karfl›laflmas›n› flöyle anlatmaktad›r: “Hamallar›n, bavul y›¤›nlar› aras›nda kaybolan k›pk›rm›z› türbanlar›, Hintli çilekefllerin, safran sar›s› k›l›klar›, yeni gelinlerin sar›, s›rma k›rm›z› sarileri, birinci s›n›f yolcular›n kar beya-z› uzun gömleklerinden oluflan beyaz lekeler etraf›nda dönüp duran kurflunî

(7)

renk-te dilenciler, fazla güzellikrenk-ten, fazla çirkinlikrenk-ten patlayacak gibiydi. Art›k ne bu fla-hane sefaleti, ne de bu ayn› saf ve ac›mas›z kalabal›¤› seçebiliyordu (Murat, 1994: 201).”

Bilindi¤i gibi Hindistan, Çin’den sonra dünyan›n en kalabal›k ülkesidir. Son olarak yap›lan 2000 y›l› say›m›nda nüfusu 1 milyar 80 milyondur. Yüz ölçümü ise Türkiye’nin yaklafl›k dört kat› (2 milyon 940 bin m2) geniflli¤indedir.

Çocuklar›n sosyal garanti olarak görülmesi, özellikle de erkek çocu¤a verilen önem, nüfus art›fl›n› h›zland›ran sebeplerdendir. Hindistan 1970’lerde her yere as›-lan afifllerle k›s›rlaflt›rmay› kabul et, transistörlü radyo kazan slogan› ile artan nü-fus konusundaki hassasiyetini vurgulam›flt›r (Bozkaya, 2004: 136).

Hindistan’da Çocuklar

Hindistan’da 14 ayr› ana dil konuflulmaktad›r. Çeflitli lehçe ve a¤›zlarla birlik-te toplam olarak 200’den fazla dilin varl›¤›ndan söz edilir. Bu dillerden en yayg›n olan› Hind dilidir. ‹ngilizce ise hükümetin resmî dilidir. Devletin dil politikas› ise Hind dilini millî dil hâline getirmektir. Hind dili daha çok kuzey eyaletlerinde yay-g›nd›r. E¤itim görmüfl her Hindli genelde üç dil birden ö¤renmektedir. Birincisi res-mî dil olan ‹ngilizce, ikincisi kendi yerel lehçesini içeren dil, üçüncüsü de kendi eyaletinde konuflulan dildir (Bozkaya, 2004: 166).

(8)

Hindistan’da uzun as›rlar süren Türk hâkimiyeti Hintçe’ye olan tesiriyle de kar-fl›m›za ç›kmaktad›r. Günlük hayatta karfl›laflt›¤›m›z Türkçede bulunan baz› kelime-ler flunlard›r:

Ayr›ca kültürel benzerlikler de dikkate çekmektedir. Bunlardan biri de ülkemiz-deki yayg›n uygulamalardan olan hasta, çocuksuz veya herhangi bir iste¤i olan in-sanlar›n evliya mezarlar›n› ziyaret ederek dilekte bulunmalar›d›r. Hindistan’da da çocuksuz kad›nlar y›lda bir kere çocuk dile¤iyle Baba Firdevs’in (Amanullah Han taraf›ndan yap›lm›fl) mezar›n› ziyaret ederler (Jhabvala Prawer, 1990: 27).

Nazarla ilgili inan›fllar ve al›nan tedbirler de Anadolu’daki inan›fllar ve pratik-leriyle aynîlik göstermektedir. Ziyaret yerlerindeki ritueller özellikle atefl kültü çev-resinde oluflan uygulamalar yine paralellik arz etmektedir.

Kültürel benzerliklerin tespiti malzeme çoklu¤u sebebiyle uzun ve muhteval› bir saha çal›flmas› gerektirmektedir.

Hindistan’daki yemekler de kültürel çeflitlilik ve renklilikle paralellik gösterir. Genelde ac›l› soslar›n hakim oldu¤u yemekler içinde Tand›r ve Biryanî ad›n› ver-dikleri isimleri ve lezzetleri tan›d›k olan yemekler de mevcuttur. Etleri tand›rda pi-flirme gelene¤i Hindistan’a Türkler taraf›ndan getirilmifltir. Tand›rda bal›k, piliç ve

gül gül sabah subah flalvar flalvar hamal hamali her har vakit vakt sabun sabun hükümet hukumat zincir zanciir kad›n aurat so¤an piyaz kafi kafi zor müflkil deniz derya tand›r tand›r yüz suret çehre çehra peynir paniir badem badam malum malum kitap kitaab kalem kalam dükkân dukaan tamam tamam e¤er flayet ben men flikâyet flikayaat fayda fayda mezar mezar baba baba ka¤an ka¤an

(9)

çeflitli sebzeler yap›lmaktad›r. Biryanî ise bir çeflit pirinç pilav›d›r; tavuk veya muh-telif etlerle ikram edilmektedir. Biryanî pilav›n üzerine yer f›st›¤›, kuru üzüm ve f›s-t›k gibi kuruyemifller de konmaktad›r. Bu pilav Özbek pilav› ile benzerlik göster-mektedir. Di¤er dikkat çeken yemekler ise flunlard›r:

Tahali Adl› Bir Ö¤ünlük Yemek

Thali, Hindistan’›n her yerinde mevcut olan komple bir ö¤ünlük yeme¤in, ge-nifl tepsi biçiminde bir tabakta tad›ml›k miktarlarda koyularak sunulmas›d›r. Tep-sinin birinci gözünde dhal bulunur. Dhal bir tür sulu mercimek yeme¤idir. Sonra-ki küçük gözlerde iSonra-ki üç kafl›kta bitirebilece¤iniz birkaç çeflit sebze bulunur. Bu ye-meklerin yan›nda mutlaka birkaç çeflit sos mevcuttur. Bu sebzeler katori denilen küçük metal taslarda da gelebilir. Bunlar›n yan ›s›ra bir miktar turflu ve raita deni-len hafllanm›fl ya da çi¤ sebzelerle yo¤urdun kar›flt›r›lmas›ndan meydana gedeni-len bir aperatif de gelir (Bozkaya, 2004: 164).

Samosa, Hindistan’da çok bilinen bir yiyecektir. Hamurun içine bol ac›l› pata-tes a¤›rl›kl› sebzenin koyularak ya¤da k›zart›lmas› fleklinde haz›rlan›r.

TTaattll››llaarr

Hindistan mutfa¤›n›n en ilginç k›s›mlar›ndan biri de tatl›lard›r. Sütlü tatl›lar, sü-tün içine hiçbir fley katmadan sadece uzun süre kaynat›larak sulu k›sm›n›n uçma-s›ndan sonra yap›lmaktad›r. Tatl›lar genelde kaymak ile muhallebi k›vam› aras›d›r.

(10)

Rasagulla süt özünün top hâline getirilerek gülsuyu flerbeti ile tatland›r›lmas›n-dan oluflur.

Malai cham-cham ve rasamalaî de yine bir tür kaymak tatl›s›d›r. Gulab jamun ise lokma tatl›s›n›n gülsuyu ile yap›lan›d›r. Bu tatl›lar›n baz›lar›nda ise tatl›n›n üze-rinde ince gümüfl ka¤›t fleklinde bir katman görürsünüz; bunu tatl›dan soymak, ç›-karmak, mümkün de¤ildir (Bozkaya, 2004: 165).

Bütün bu tespitleri yapt›¤›m›z Delhi flehri, Kuzey Hindistan sahas›n›n ortas›nda yer alan sahilden uzak, tarihten günümüze büyüyerek uzanm›fl bir yerleflim birimi-dir. Tarih içinde pek çok devlete baflkentlik yapm›fl, günümüz Hindistan devleti-nin de hükümet merkezi olmay› sürdüren devasa bir flehirdir. fiehrin nüfusunu sor-du¤umuzda hiçbir Hindistanl› kesin bir rakam veremedi. Vermek de zor herhalde. Zira mütemadiyen çok kalabal›k göçmen alan bu flehir, hormonla büyüyen dev bitkiler gibi, her türlü büyüme anormalli¤ini yaflayan meskun bir mahaldir. fiehir-de bir tarafta üzeri p›rt›yla örtülmüfl küçük kulübeler ve bir baflka tarafta her türlü ihtiyaca cevap verecek flekilde yap›lm›fl modern evler dikkati çekiyor. Dikkati çe-ken di¤er iki önemli unsurdan biri kelimelerle anlat›lamayacak kadar kalabal›k ve gürültülü trafik ve bazen yol kenar›nda, bazen yol ortas›nda bulunan dilenciler. Trafik caddelerden adeta bir nehir gibi akmaktad›r. Bu kalabal›¤›n aksesuarlar› gö-rünümündeki her araban›n plakas›n›n üzerindeki Horn Please (Lütfen korna çal›n) yaz›s› bu kulaklar› sa¤›r eden gürültünün sebebini aç›kl›yor. Ancak yaz›n›n mant›-¤›n› sordu¤umuz kifliler, bize makul bir cevap veremiyor.

Bütün bu renk, kalabal›k ve ses cümbüflü d›fl›nda Delhi ola¤anüstü görkemli yap›lar› ile de ak›llarda kalacak bir flehir. fiehirde özellikle Türk-‹slâm mimarisinin fevkalade örneklerini görebiliyorsunuz. Türk hükümdar› fiemseddin ‹ltutmufl’un

(11)

mezar›n› da içinde bulunduran Kutub Minar pek çok flaheseri içinde bulunduran bir külliyedir. Kutbü’d-din Aybeg’in bafllat›p ‹ltutmufl’un tamamlatt›¤› Kutub Minar Hindistan’da Türklerin zafer abidesidir. Esere ismini veren minare yüksekli¤i 73 metre, taban çap› 15 metre, tepe çap› ise 2,5 metredir. Minare befl katl›d›r ve her kat› belirlemek için balkonlar yap›lm›flt›r. Bu azametli eserin üzerindeki âyetler, hat sanat›n›n da emsalsiz örnekleri olarak Hindistan’daki Türk-‹slâm varl›¤›na fla-hitlik etmektedir.

Sultan ‹ltutmufl’un Türbesi

(12)

Kompleks içinde Hindistan’da yap›lan ilk cami olan Kuvvetü’l-‹slâm cami Alai minaresi ve Sultan Raziyye’nin yapt›rd›¤› türbeler de bulunmaktad›r.

Di¤er önemli bir tarihî eser ve ziyaret mekân›, araflt›rmam›z›n da merkezinde bulunan Balaban Sultan’›n mezar›d›r.

Halk taraf›ndan nerede oldu¤u bilinmeyen Balaban Sultan’›n mezar›, Kutup Minar’›n giriflinde bulunan bir krokide iflaretli, ancak mesafelerin birbirine çok uzak oldu¤u bu flehirde elçili¤in yan›m›za verdi¤i Multi ad›ndaki rehberimiz ile uzun süren bir geziden sonra ve çok say›da insana sorarak mezar›n yerini tespit edebildik. Tamamen harâbe hâline gelen mezar, Cemali ve Kemali ad›nda iki ev-liyan›n ad›n› verdi¤i çok büyük bir park›n içinde. Zaman›nda çok büyük önem ta-fl›yan ve önemli bir görevi haiz olan Balaban Sultan’›n da içinde gömülü oldu¤u yap›, bütün Türk ve Hint yetkililerin restorasyon için ilgisini ve çal›flmalar›n› bek-liyor. Balaban Sultan’›n Daru’l-Emn ad›n› vererek infla ettirdi¤i bu yap› kimsesizle-rin, dertlilekimsesizle-rin, borçlular›n s›¤›nd›¤› bir mekând›r. Türk devlet gelene¤inde, sosyal mekanizmay› iflleten büyük idrakin, tefekkürün bir tezahürüdür. Borçlu olan kifli bu mekâna girdi¤inde borcu ödenir, buraya korku ve derdi ile giren ferahl›k bulur, derdi çözümlenirdi. Hatta cinayet iflleyip bu mekâna baflvuran bir adam›n davac›-lar›n›n hoflnut edilip, ölenin diyetinin ödenip adam›n kurtar›ld›¤› rivayet edilir. Bu uzlaflma, dertlilerin derdinin giderildi¤i, insanlar›n feraha, huzura kavufltu¤u

(13)

kân âdeta Balaban Sultan’›n flahsiyetinin, yüce kiflili¤inin, adaletinin, erdeminin, iç huzurunun, yumuflak huyunun akislerini yans›tmaktad›r. Sultan Balaban vefat edince bu Daru’l-Emn’e gömülür. ‹bn-i Batuta, seyahatnâmesinde Balaban Sul-tan’›n mezar›n› ziyaret etti¤ini söylemektedir (Batuta, 2000: 624).

Balaban Sultan’›n mezar›n›n bulundu¤u bu park›n içinde Cemali ve Kemali ad›nda iki evliyan›n da türbesi ve Cemali-Kemali Camii bulunmaktad›r. Önemli misafirlere ev sahipli¤i yapan bu park, bugün kimsesizlerin, evsizlerin ve dilenci-lerin bar›nd›¤› bir mekând›r.

fiehrin eski Delhi denilen k›sm›n›n en haflmetli yerinde olan Babur dönemin-den kalma Jama Mescid (Cuma mescidi), Hindu ve Sih tap›naklar› kadar görkem-li, adeta flehirdeki bütün eserlere meydan okumaktad›r. Her gün say›lamayacak ka-dar Müslüman’›n ziyaret yeri, merdivenleriyle, iç mekân›yla, avlusundaki havuzu ve ön cemaat mahalliyle Hindistan’›n en büyük camii ve fiah Cihan’›n mimarl›k alan›ndaki en büyük eseridir. 1656 y›l›nda infla edilmifltir. Avlusunda cuma günle-ri yirmi befl bin kiflinin namaz k›ld›¤› söylenmektedir.

Jama Mescid’in tam karfl›s›nda infla edilmifl adeta Jama Mescid’in heybetiyle yar›fl›rcas›na duran Red Fort da 1648 y›l›nda fiah Cihan taraf›ndan yap›lm›flt›r. Ka-lenin arkas›nda Yamuna Nehri bulunmaktad›r. Red Fort’u gezmeniz tam bir günü-nüzü alabilir. Lahor Kap›s›, Divan-› Aam, Divan-› Has, Kraliyet Hamam›, Moti Mescid, Rang Mahal de görülmesi gerekli mekânlard›r.

Bütün bu gezdi¤imiz mekânlar›n ortak özelliklerinden biri çevrelerini seyyar sat›c›lar›n çevreledi¤i ve içeriye girmek için bu sat›c›lar›n aras›ndan özel bir gay-ret sarf etmeniz gerekti¤idir.

Dünyan›n hayranl›¤›n› kazanm›fl olan Taç Mahal, bizim de gönlümüzde yatan, adeta Hindistan ad›yla özdeflleflmifl bir ziyaret yeri idi. Kanaatimizce dünyada

(14)

bir türbe, hiçbir an›t bu eflsiz ve saf sevginin tezahürü olan Taç Mahal kadar muh-teflem ve büyüleyici de¤ildir. Bu duygu ve düflüncelerle A¤ra flehrine do¤ru yola ç›kt›k. Bu muhteflem mimarl›k eserinin, bu an›t mezar›n iki bafl kahraman›ndan bi-ri sevginin coflkusunu dile getirmekte, hasretini dindirmenin, ›st›rab›n› ifade etme-de mimarînin dilini kullanan fiah Cihan, di¤eri ise bu sevgiyi, hasreti ateflleyen köz, fiah Cihan’›n efli Ercümend Banu’dur.

XV. yüzy›l›n en meflhur flairlerinden Vidyapati canan›n aflk› için flöyle söylüyor:

Cânân›n aflk› ölüm kadar zalim Hazlar umman›nda yüzmeyi kurdum Zehirliymifl suyu, içtim bo¤uldum. fiâd olurum diye bir ocak kurdum Atefl yak›p kül eyledi oca¤› Birden uçurumda buldum kendimi

Doruklarken hayalimin ota¤› (Meriç, 1964: 122)

fiah Cihan, gerçek zulmü, canan›n ölümünü yaflaman›n ›st›rab›n› yüre¤inde hissetmifl ve 14. çocu¤unu do¤ururken ölen, halk› taraf›ndan Mümtaz Mahal olarak adland›r›lan efli Ercüment Banu ile olan aflk›n›, ba¤l›l›¤›n› sembolize edecek bir türbe yapt›rmaya karar vermiflti. Büyük bir ekibin çal›flt›¤› bu mima-rî eserde Mimar Sinan’›n ö¤rencilerinden Mehmed ‹sa Efendi ve ekibi de bulun-mufltur. Taç Mahal’in yap›m›nda ince mavi damarlar› olan beyaz mermer kul-lan›lm›flt›r. Türbenin duvarlar›nda akik, sedef, firuze, zümrüt ve inci gömülü-dür. Mermer oymac›l›¤›n›n en güzel örnekleri buradad›r. Kubbesinin yerden yüksekli¤i 82 metredir. Duvarlarda da hattat Serdar Efendi taraf›ndan yaz›lm›fl hat sanat›n›n muhteflem örnekleri mevcuttur. Beyaz mermerden dört minaresi vard›r. fiah Cihan ve Mümtaz Mahal’in mezarlar› alt kattad›r. Ancak ziyaretçi-lerin gezdi¤i katta adlar›na iki mozole yap›lm›flt›r. Taç Mahal’in önünde uzun-lamas›na iki havuz bulunan bir yol vard›r. Taç Mahal’in bu suda yans›mas› da

(15)

çok güzeldir. Taç Mahal’in sa¤›nda ve solunda k›rm›z› tafltan yap›lm›fl olan ca-miler yer al›r.

Agra flehrinde Taç Mahal kadar olmasa da önemli ziyaret mekânlar›ndan biri de, Cihan fiah’›n saray olarak kulland›¤› Agra Kalesi’dir. Cihan fiah ömrünün son demlerini bu kaleden Taç Mahal’i seyrederek geçirmifltir. Delhi’de Red Fort’ta bu-lunan bölümler burada da mevcuttur. Moti Mescid Divan-› Amn, Divan-› Has, Ci-hangir’in saray› kaledeki önemli bölümlerdir.

Bütün bu eserlerden anlafl›ld›¤› üzere hepsi birer sanat abidesi heybetindedir. Türkler Hindistan’da sanat ve mimarîye de damgalar›n› vurmufllard›r.

Babür hânedan›n›n ‹ngiliz ordusu taraf›ndan ülkeden kovuldu¤u yüz elli y›ldan bu yana, Hindistan Müslümanlar› Türkiye’deki Türk varl›¤›n› kalben ba¤lanacak bir merkez olarak benimsemifller; kendi öz vatan›nda ezilmifl olan bu insanlar Os-manl› ‹mparatorlu¤u’nun ve Türkiye Cumhuriyeti’nin varl›¤›ndan teselli bulmufl-lard›r. 1921’de Müslüman-Türkler tehlikeye düfltü¤ü vakit, Hintli Müslümanlar, daha önce görülmemifl bir fliddetle iflgalci ‹ngilizlere karfl› ayaklanm›fllar ve Mus-tafa Kemal’in hareketini yürekten desteklemifllerdir. Gandi ve Hindular taraf›ndan da desteklenen bu hareket ba¤›ms›zl›k için yap›lan büyük gösterilerin ilk ad›m›n› teflkil etmifltir (Murat, 1994: 214).

Ziyaret etti¤imiz Cemiyet-i ‹slâmiye Camii’nde bu ba¤l›l›¤›n devam›n›n en gü-zel örne¤ini gördük. Camiin tamam› üç hilalli seccadelerle donat›lm›flt›.

(16)

Bilmemiz gereken daha da önemli bir gerçek vard›r ki, bu da Kurtulufl savafl›n-da Hindli Müslümanlar›n maddî deste¤inin Türkiye’ye ulaflarak ‹fl Bankas›’n›n ku-rulmas›nda kullan›lmas›d›r.

B

B.. PPrroojjeeyyllee ‹‹llggiillii ‹‹llkk FFaaaalliiyyeettlleerr

Projemizle ilgili faaliyetlerimizi ise Delhi’de Nehru Üniversitesi Kütüphanesi, Delhi Üniversitesi Güney Kampüs Kütüphanesi ve Aligarh flehrinde Aligarh Mus-lim Üniversitesi Mevlana Azad Kütüphanesinde gerçeklefltirdik. Delhi Üniversite Kütüphanesinde, kütüphane müdiresi Meena Alayyar Han›mefendi ve Mevlana Azad Kütüphanesi müdürü Shakeel Ahmad Khan Beyefendi bize kütüphanelerinin bütün imkânlar›n› sunarak çal›flmam›z› h›zland›rd›lar.

Çal›flmam›z esnas›nda zaman zaman araç sa¤lanmas›ndaki yard›mlar› ve çal›fl-mam›za olan ilgilerinden dolay› Büyükelçimiz Hasan Gö¤üfl Beyefendi, 1. ve 2. katiplerimiz Selen Evcit Han›mefendi ve Özgün Arman Beyefendinin, Balaban Han’›n mezar›n›n tespitindeki yard›mlar›yla yerli halktan elçilik görevlisi Ramifl ve Multi Beylerin deste¤i bizim için önemliydi.

Büyükelçimiz Hasan Gö¤üfl Beyefendi bizi Nehru Üniversitesinden emekli ö¤retim üyesi Prof. Dr. Muhammet Sad›k’la tan›flt›rarak hem ilmî yard›m alma-m›za, hem de Prof. Sad›k’la dostlu¤umuza vesile oldu. Araflt›rma yapt›¤›m›z

(17)

rece deste¤ini her daim yan›m›zda, arkam›zda hissetti¤imiz Prof. Sad›k, Türk ta-rihi ile ilgili çal›flmalar›n› büyük bir aflk ve ifltiyakla sürdüren bir Türk dostu. Mü-teaddid defalar bizi evine davet eden Muhammad Sad›k ve efli Nüzhet Han›m do¤unun muhteflem terbiyesi, içtenli¤i ve samimiyetiyle bizi misafir etti. Çal›fl-malar›m›zla ilgili bizi yeni bilgilere ulaflt›rd› ve tavsiyelerde bulundu. Çal›flma-m›z› daha rahat yürütebilmemiz için otelimiz Aflhoka Palace’dan Nehru Üniver-sitesi Jenyu kampüsünde International Centre’a tafl›nabilmemiz için gerekli irti-batlar› kurarak doktora ö¤rencilerinin kald›¤› misafirhaneye tafl›nmam›z› sa¤la-d›. Buradaki çal›flmalar›m›zda da Dr. Asuna Mohatrbatra’n›n yak›n ilgisi ve yar-d›mlar›yla çal›flmam›z› sürdürdük. Bütün bu çal›flmalar›m›z esnas›nda dostlu¤u, rehberli¤i ve Hintçe irtibat kurmadaki yard›mlar›yla yüksek lisans ö¤rencisi Da-vut Birgül her an yan›m›zda idi.

Bir Rig Veda ilahisinde dostluklar için flöyle söylenir:

Dostlar havuza benzer, Kiminin suyu çok, kiminin az. Kiminde ruhunuz y›kan›r boydan boya, Kiminde elleriniz ›slan›r.

Kimi paçavra dokur kelimelerle Kimi flal.

Kiminin dudaklar›nda zehirdir söz,

Kiminin dudaklar›nda bal (Meriç, 1964: 156).

Ruhu y›kayan, flal dokuyan, dudaklar›ndan bal dökülen Hindistan’daki dostla-r›m›za bir kez daha teflekkür ediyor, gönül dolusu sevgi ve selamlar›m›z› gönderi-yoruz.

Muson ikliminin ve yeryüzü nimetlerinin insana çok fley verdi¤i, tarih, tabiat, kültür ve insan varl›¤› ile çap› çok büyük olan bu ülkeden hofl duygu ve düflünce-lerle döndük. Gelirken yüre¤imizde hem görevini yapm›fl insanlar›n ferahl›¤›, hem de geride bir daha görmeyi ümit etti¤imiz muazzam bir dünya ülkesini arkada b›-rakman›n mehip duygusu vard›.

C

C.. HHiinnddiissttaann’’ddaa TTüürrkk VVaarrll››¤¤›› vvee BBaallaabbaann SSuullttaann 11.. HHiinnddiissttaann’’ddaa ‹‹llkk TTüürrkklleerr

Tarih içinde Türklerin Hindistan’la tan›flmalar›, bu ülkeye gidip devlet kurma-lar›yla olmufltur. Bir bak›ma Türk-Hind yak›nlaflmas› ve bütünleflmesinin alt›nda yatan gerçek Hindistan’daki tarihî, siyasî boflluklard›r. Türkler Hindistan’a

(18)

gelme-den önce, Hindistan bölge bölge Raca gelme-denilen yöneticilerin elinde bulunmaktad›r. Racalar, yönetimde bir boflluk doldurmakla beraber, Hindistan’› bir araya getirip, insanlar aras›ndaki ac›mas›z kast sistemini dengeleyip Hindistan’› hukuk merkezli büyük bir devlet hâline getirebilmekten daima uzak kalm›fllard›r. Bir bak›ma sahip olduklar› kültürel misyon, buna kifayet etmemifltir.

Hindistan’›n siyaseten Türklerle tan›flmas› ilk olarak Kuflan Türkleriyle ol-mufltur. Büyük Hun Devleti hükümdar› Giyük (Kiok)’un (M.Ö. 174-160), Türkis-tan’dan ç›kard›¤› Kuflanlar (Yüeçiler), Hindistan’a gelip yerlefltiler. Bir süre son-ra da teflkilatlanason-rak Hindistan’da kendi devletlerini kurdular. Kuflan Türkleri-nin dönemi M.S. I. ve IV. yüzy›llar aras› Bat› Türkistan kadar Hindistan mede-niyeti için de bir alt›n ça¤ olmufltur. Buda Dini de Kuflanlar›n koruyuculu¤u al-t›nda ortaya ç›k›p geliflerek Cihan fiümul bir din hâline gelmifltir (Ögel, 1979: 39; Çöhçe, 1997: 983). Tamamen bir Türk ad› olan Manas kelimesi de Buda Panteonuna bir ilah ad› olarak herhalde bu devirde girmifl ve ayn› dönemde Brahmaputra nehrinin kollar›ndan birine ad olarak verilmifl olmal›d›r (Çöhçe, 1997: 983).

M.Ö. I. yüzy›l›n ortalar›nda Bat› Hun hükümdar› Çiçi’nin Çinlilere yenilmesi sonucu Türklerin bir k›sm› bugünkü Türkistan ve Maveraünnehr’e s›k›flt›lar. Zira bir tarafta Hazar Denizi, bir tarafta da Sasani Devleti bulunuyordu. Hunlardan önemli bir k›sm› ise Hazar’›n kuzeyinden Avrupa’ya akacak, ileriki y›llarda mefl-hur Avrupa Hun Devleti’ni kuracaklard›r. Türkistan ve Maveraünnehr’de bulunan Hunlar da M.S. IV. yüzy›l›n ikinci yar›s›ndan itibaren Hindistan’a girecekler ve orada Ak-Hunlar veya Eftalitler Devletini kuracaklard›r (M.S. 367). Kuflanlar Dev-leti’ni y›k›p, yerine kurulan Ak-Hunlar Devleti, hükümdarlar› Toraman dönemin-de (484-515) bütün Hindistan’a egemen olmufllard›r (Çöhçe, 1997: 983; A¤›lda¤, 1998: 80).

VI. yüzy›l›n sonlar›na kadar Kuzey Hindistan’›n en kudretli devleti olan Ak Hunlar›n flahs›nda Hindistan, Hunlar› tan›m›fl, Hind kaynaklar› Ak Hunlar› Han ve Hunalar olarak zikretmifltir. Kaynaklarda Hunlar eflsiz kahramanl›¤a sahip ve dün-yaya hakim olan kimseler olarak nitelendirilmifllerdir. Göktürk-Sasanî ‹ttifak›, VI. yüzy›l›n ikinci yar›s›nda Ak Hunlar› çok zay›flatm›fl, VII. yüzy›l›n sonunda mahal-lî Hind racalar›n› da, ortadan kald›rm›fllard›r. Ak-Hunlardan arda kalanlar Afganis-tan ile HindisAfganis-tan aras›ndaki Ohind m›nt›kas›nda 870 y›l›na kadar Türk fiahîler ad› alt›nda varl›klar›n› sürdürmüfllerdir (Çöhçe, 1997: 984).

(19)

22.. GGaazznneelliilleerr vvee SSoonnrraakkii TTüürrkk ‹‹kkttiiddaarrllaarr››

Hindistan’da ülke tarihinin seyrini de¤ifltiren, Bat›l›lar›n deyifliyle yeni bir Türk asr›n› yaflatanlar Gazneliler oldular. Afganistan’da kurduklar› devletin baflkenti olan Gazne’den dolay› Gazneliler ad›n› ald›lar. ‹slâmi misyonla Afganistan’a ve Hindistan’a yönelen bu yeni devletin hükümdarlar› Memluk kaynakl› komutanlar-dand›. Memlukluk, Ortaça¤ Türk-‹slâm devletlerinde askerî bir sistemdi. Küçük yaflta devflirilen askerli¤e uygun çocuklar, uzun y›llar, Memluk veya Gulam ocak-lar›nda e¤itilip, istidatlar›na göre asker ve komutan yap›l›yorlard›. E¤itim sürelerin-den çok daha uzun süreli olarak mecburî askerlik hizmeti vermek zorundayd›lar. Ba¤l› bulunduklar› devletin müsaadesi d›fl›nda askerlikten ayr›l›p gitmeleri söz ko-nusu de¤ildi. Bu da Ortaça¤ Türk-‹slâm dünyas›nda güçlü, istikrarl› ve disiplinli bir askerî sistem ortaya ç›karm›flt›. Bu durum Türklerin siyasî hayatlar›nda çok önem-li bir sonuç ortaya ç›karm›flt›. Türkler Müslüman oluncaya kadar sadece hanedana dayal› ve hanedan merkezli devletler kurmufllard›. Müslüman Türklerde de hane-dana dayal› güçlü devletler elbette kurulmaya devam etmiflti. Selçuklular, Osman-l›lar bunun en belirgin örnekleridir. Ancak hanedanlar›n d›fl›nda baflar›lar›, bilgile-ri ve prestijlebilgile-riyle ön plana ç›kan baz› Memluk kaynakl› Türk komutanlar önderli-¤inde Türk devletleri de kuruldu. Gazneliler, Hindistan’da müteâkiben kurulmufl Müslüman-Türk devletleri, M›s›r’da kurulan Memluk Devleti, Memluk kumandan-lar›n kurdu¤u Türk devletleridir. Arada baz› hükümdarlarda hükümdarl›k aile için-de kalsa da, bu için-devletler kendi Memluk karakterlerini muhafaza etmifllerdi.

Afganistan’daki Gazne’ye gelip siyasî-askerî faaliyet yürüten Alp Tekin (963-966), Bilge Tekin (974-974), Böri Tekin (975-977) ve Sebük Tekin (977-977) gibi kumandanlar Samano¤ullar› Devleti’nin Memluk sisteminden yetiflmifl Türk ku-mandanlard› (Merçil, 1991: 35). Sebük Tekin’den itibaren Gazneliler devletinde hükümdarl›k hanedana dönüflmüfltü. Bunda Sebük Tekin ve daha sonra tahta ç›-kan o¤lu Mahmud’un yönetimde çok baflar› sa¤lamas›n›n önemi büyüktür. Özel-likle Gazneli Sultan Mahmud nam›yla flöhret bulan Gazneli hükümdar› askerlikte, genel siyasette, hukukta, bilim ve edebiyatta ciddî faaliyetler göstermifltir. Hindis-tan’a yapt›¤› 17 seferle tarihe geçmifltir. Bugün Hindistan Müslümanl›¤› ve Pakis-tan Devleti’nin kuruluflu denilince ilk akla gelen Türk hükümdar› Gazneli SulPakis-tan Mahmud’dur. Bu baflar›l› Sultan›n ölümünden sonra (1030) tahta ç›kan o¤lu Me-sut Horasan’da Selçuklulara karfl› mücadelede gerilerken Hindistan üzerindeki egemenli¤i tersine geniflletti. Özellikle Gazneli Sultan ‹brahim zaman›nda (1059-1099) Türkler kuzey Hindistan’da istikrarl› bir egemenlik dönemi yaflam›fllard›r.

(20)

Gaznelilerin kuzey Hindistan egemenli¤i, Gurlular›n bu hanedan› ortadan kald›r-malar›na kadar devam etti (1187). Gaznelilerin baflkenti son dönemde Hindis-tan’daki Lahor flehri olmufltu (Merçil, 1991: 37-38).

Afgan kaynakl› bir hanedan san›lan Gurlular da devlet teflkilat›, askerî, siyasî gelenekleri yönüyle Türk karakterli bir hanedan idiler. Gurlular gâzâ ve fetih gele-ne¤inin bayraktarl›¤›n› devam ettirdiler. Gur ordusunun önemli bir k›sm› Türk Memluk askerlerden olufluyordu. Muizzeddin unvanl› meflhur Muhammed, Gurlu-lar›n flüphe yok ki en büyük sultan› idi. Kuzey Hindistan’da kazand›¤› I. ve II. Ta-rain Meydan Muharebeleri (1191-1192) Gur ordusundaki Türk-Memluk kuman-danlara Hindistan sahas›nda yeni yurtlar kazand›rm›flt›r. Türkler, Bat›’da ‹ndus va-disinden Do¤u’da Ganj ovalar›na kadar uzanm›fllard›. Sultan Muizzeddin ad›na Kuzey Hindistan’› idare etmek için Türk-Memluk kumandan› Kutbeddin Aybeg gö-revlendirilmiflti.

Kutbeddin Aybeg, Türkistan’dan Gur saray›na, oradan da Hindistan’a gelmiflti. Baflar›lar›yla dikkat çekmifl, k›sa zamanda yükselmiflti. Muhammed Gurî nezdinde çok önemli bir kifli haline gelmiflti. I. ve II. Tarain savafllar›nda kahramanl›klar› dil-lere destan olmufltu. Sultan, Afganistan’da iken onun Hind naipli¤ini yapt›. Türk örf ve geleneklerini hiçbir zaman terk etmedi. Muhammed Gûrî, 1206’da Dam-yak’ta ölünce Kuzey Hindistan’da ba¤›ms›z olarak iktidar oldu. Devletinin merke-zini Delhi (Dehli) flehrini yapt›. Köhne Delhi k›sa zamanda camiler, hanlar, ha-mamlar, medreseler ve çeflitli mimarî yap›larla mamur hâle getirildi. Böylece Hin-distan’da Delhi Türk Sultanl›klar› devri ad›yla yeni bir devir bafllad›. Kutbeddin’in devletine, Muizziler veya Kutbîler devleti denilmifltir.

Kutbeddin, Güney ve Güneybat›’daki Raca ve Maharacalara boyun e¤dirdi ve onlar› vergiye ba¤lad›. Maiyetindeki Türk kumandanlar› taltif ederek, kendisine ba¤lamas›n› bildi. Onlar› Gaza faaliyetlerinde destekledi. Türkistan’dan gelen âlimlere ve din adamlar›na kucak açt›. Onlara maddî ve manevî destek oldu. Mefl-hur âlim Fahreddin Mübarekflah, Aybeg’den destek bulan flahsiyetlerden birisiydi. Tarih-i Fahreddin Mübarekflah adl› eserini kaleme alm›fl ve Lahor’da bizzat sulta-na takdim etmiflti (Konukçu, 1997: 1178-1179).

Kutbîler Devleti’nin mirasç›s› fiemsîler olmufltu. Kurucusu Kutbeddin Aybek’in damad› ve mutemet adam› ‹l-Tutmufl’tur. fiemseddin unvan› ile tan›nm›flt›r. Türkis-tan’daki K›pçak Türklerinden Ulu¤ Borlu afliretine mensuptur. Bugün Türkiye’de Kütahya Afyon Karahisar’da yaflayan Borlu cemaatlerinin (Türkay, 2001: 214) muhtemelen bu afliretten geldi¤ini kabul etmek mümkündür. Yine Isparta’ya ba¤l›

(21)

Uluborlu ve Keçiborlu (Büyük Borlu-Küçük Borlu), Ni¤de’ye ba¤l› Bor kazalar›n›n K›pçak as›ll› Borlular afliretiyle ilgili oldu¤unu söylemek yanl›fl bir kanaat olmaya-cakt›r. Bu hanedana bazen ‹l-Barî > ‹l-Barl›lar da denilmifltir. Yine ‹l-Barl› ad›n›n Borlu ad›yla ba¤lant›l› oldu¤u kuvvetle muhtemeldir.

fiemseddin ‹l-Tutmufl, iç ve d›fl siyasette oldukça baflar›l›d›r. Devlet yönetimin-de K›rklar Meclisi (Çihilgânî) yönetimin-denilen aktif bir birim vard›r. Bu birimin tarihî Türk Devlet teflkilâtlanmas›yla yak›ndan ba¤lant›l› bir kurum oldu¤u aç›kt›r. Türklerde devlet teflkilat›nda k›rk rakam›na dayal› bir teflkilat uygulamas› vard›r. Selçuklular da 40 kiflilik askerî birlik bir tak›m idi. Yine sultana ba¤l› hassa askerlerinin say›s› dört bin idi. Hindistan’da kurulan Türk devletlerinde k›rklar meclisinin olmas› Türk devlet yap›s›n›n Hindistan’a tafl›nmas›ndan baflka bir uygulama de¤ildir.

XIII. yüzy›l bafl›ndan itibaren Orta Asya’da Cengiz Han hükümdarl›¤›nda kuru-lan Mo¤ol Devleti, Asya’da büyük bir askerî istilâ hareketi bafllatm›flt›. Bu hareket-ten bütün Asya k›tas› etkilendi¤i gibi, Avrupa da büyük ölçüde nasibini alm›flt›. Horasan, ‹ran ve Maveraünnehr’de hâkimiyet kuran Harezmflahlar Devleti de Mo-¤ol istila hareketine en a¤›r flekilde maruz kalan devletlerden birisi olmufltu. Bu dö-nemde Türkistan ve Horasan’dan ç›k›p varl›klar›n› devam ettirmeye çal›flan Türk kitlelerinin Anadolu ile beraber bir di¤er s›¤›nak bölgesi de Hindistan olmufltu. Hindistan’a s›¤›nanlardan birisi son Harezmflah hükümdar› Celaleddin Harezmflah idi. 1221’de Mo¤ollara yenilmifl, yan›ndaki az bir kuvvetle ‹ndüs nehrini geçerek Hindistan’a ulaflm›flt›. ‹l-Tutmufl, Celaleddin’e so¤uk davranarak O’nun Hindis-tan’da ayr› bir devlet kurmas›na müsaade etmemifltir. O da bir süre sonra tekrar ‹ran’a dönmüfltür (1224). ‹l-Tutmufl, alm›fl oldu¤u askerî tedbirlerle Mo¤ollar›n Hindistan’a girmesinde cayd›r›c› olmufl, Hindistan’›n istilâs›n› önlemifltir. Efl za-manl› olarak Anadolu’da Selçuklu Alaaddin Keykubad’›n izledi¤i askerî siyaset de ayn›yd›. O da ald›¤› tedbirlerle zaman›nda Mo¤ol istilas›n› önlemiflti. Ancak on-dan sonra gelen halefleri bunu yapamad›lar. Mo¤ollar, Anadolu’ya da girdiler (O. Turan, 1971: 431). Hindistan’da ise fiemseddin ‹l-Tutmufl’un arkas›ndan iktidara gelenler benzer siyaseti izlediler ve Hindistan’a Mo¤ol istilas› önlendi. Rükneddin Fîrûzflah, Celaleddin Râziye Begüm, Muizzeddin Behram, Alaaddin Mesud ve Nâ-s›reddin Mahmudflah ‹l-Tutmufl’un halefleriydi ve sultanl›¤› 1266’ya kadar yönet-tiler (Konukçu, 1997: 1179-1180).

33.. HHiinnddiissttaann TTüürrkk TTaarriihhiinnddee BBaallaabbaannllaarr

Hindistan Türk tarihine damga vuran uzun süreli hükümdarlardan birisi de hiç flüphesiz G›yaseddin Balaban idi. fiemseddin ‹l-Tutmufl gibi o da Türkistan’daki K›pçaklar›n Ulu¤ Borlu kabilesindendi (Srivastava, 1950: 158).

(22)

Yine ‹l-Tutmufl’a benzer bir flekilde hayat› fevkaladeliklerle bafllam›flt›. Türkis-tan’da Karah›taylarla komflu olan Ulu¤ Borlular, muhtemelen 1218 tarihinde Mo-¤ollar taraf›ndan yurtlar›n›n istilâ edilmesi üzerine büyük bir buhran yaflad›lar. Ba-laban, on bin çad›rl›k bir ilin hâkiminin o¤luydu. ‹stila s›ras›nda Mo¤ollara esir düflmüfltü. Esir düflen kardefli ve akrabas›yla birlikte Gücerat limanlar›ndan birinde Cemaleddin Basrî’ye sat›ld›. Önce Ba¤dad’a götürüldü. Bir süre Cemaleddin’in ya-n›nda e¤itim görüp çal›flt›. Balaban, 1232’de Delhi’ye götürülerek fiemseddin ‹l-Tutmufl’un saray›na Memluk olarak sat›ld› (Çöhçe, 2002: 707; Lewis, 1977: 158). Delhi’de saray Memluku olarak siyasî ve askerî e¤itimi devam etti. Yetene¤iyle k›-sa zamanda kendisini gösterdi. Delhi Türk Devletlerinin yönetiminde büyük a¤›r-l›¤› olan K›rklar/Çihilgân meclisine girdi. Yönetimde söz sahibi oldu. Arkas›ndan devletin üst kademelerinde yükseliflini devam ettirdi. Önce ‹l-Tutmufl’un k›z› Râzi-ye Begüm zaman›nda (1236-1239) Emir-i fiikar (Lewis, 1977: 158), Behram fiah döneminde (1239-1241) mirâhur oldu. Alaaddin Mesut zaman›nda (1241-1246) da emir-i hacipli¤e kadar yükseldi. Ordu komutanl›¤› yapt›. Maiyetine verilen or-duyla, Kuzey Bat› Hindistan’da Sind’i iflgal eden Mo¤ollar› bozguna u¤ratt› (Köp-rülü, 1992: 3). Bu askerî baflar›, flüphesiz hem Hindistan Türk Sultanl›¤›, hem de Türk ‹slâm dünyas› aç›s›ndan çok büyük anlam tafl›yordu. Zira XIII. yüzy›l›n bafl›n-da Orta Asya’bafl›n-da ortaya ç›kan Cengiz Han’›n Mo¤ol Devleti Güney’de Çin’i, Ba-t›’da Türkistan’› istila etmifl, Asya’n›n büyük k›sm›na egemen olmufl, askerî gücü-nü Avrupa’n›n Do¤u parças›na tafl›m›flt›. Egemen oldu¤u sahalarda Mo¤ol askerî gücüne direnen ne bir devlet ne de bir askerî birlik kalmam›flt›. Bunun istisnas› Hindistan’da ve M›s›r’da kurulmufl olan Memluk devletleri oldu. Bat›’da Mo¤ol or-dusu Suriye’nin ortas›nda M›s›r Memluklar›nca bozguna u¤rat›l›p, daha öteye git-meleri engellenmiflti. Ayn› flekilde Hindistan’da Himalayalar›n hemen güneyinde Hindistan Türk Memluklar› Mo¤ol ordusunu durdurmaya muvaffak olmufllard›. Bu ordunun komutan› da Hâcip Balaban idi. XIII. yüzy›l›n dünyas›n›n muazzam bir siyaset devi haline gelen Mo¤ol Devleti’ni sadece Hindistan ve M›s›r’daki Türk Memluk devletleri rakip olup dengelemeye çal›flm›fllard›. Zaman›n siyasî ve aske-rî flartlar› içinde gerçekleflen bu büyük baflar›da rol sahibi flahsiyetlerden birisi de gelece¤in büyük sultan› Hâcip Balaban idi.

1246’da ölen hükümdar›n yerine Delhi Türk Sultan› olan Nasreddin Mahmud b. ‹l-Tutmufl, Balaban’› Nâibli¤e getirdi. Kannauç yörelerindeki kargafla ve anarfli-nin önlenmesi ve yat›flt›r›lmas›nda Balaban, önemli görev ifâ etti. Sultan Nasred-din Mahmud bu baflar›l› devlet adam›n›n k›z›yla evlendi. Ona Ulu¤ Han (Han-› âzam) unvan› vererek rütbesini biraz daha yükseltti (Çöhçe, 2002: 707). Art›k

(23)

hü-kümdardan sonra Delhi saray›n›n en kudretli adam› Balaban idi. Kazand›¤› büyük nüfuz dolay›s›yla k›skan›lan Balaban’a, bafl›n› Hind mühtedisi ‹mâdeddin Rey-han’›n çekti¤i birtak›m saray görevlilerince aleyhine tav›r al›nd› ve y›prat›ld›. Ni-hayet 1252’de görevden uzaklaflt›r›l›p ikta sahalar›ndan birine çekildi (1253). An-cak, onun ayr›l›fl› devlet içinde büyük bir otorite bofllu¤u do¤urdu. K›sa zamanda aranan adam oldu. 1254’de rakibi Reyhan’›n azledilmesiyle Delhi’ye eski görevi-ne döndürüldü (1254). Balaban, yirmi y›ll›k kudretli idaresi sayesinde Nasreddin Mahmud devrinde iç tehlikeleri önledi¤i gibi, Mo¤ol istilâlar›na karfl› da baflar›yla mücadele etti. Halefi olmayan Sultan Nasreddin Mahmud’un 1266’da ölümü üze-rine Delhi taht› yolu Balaban’a aç›ld› (Köprülü, 1992: 3).

Tarihçi Barani, Sultan Nasreddin Mahmud’un son günlerinde sultanl›k maka-m›n›n prestijinin kalmad›¤›n› insanlar›n sultandan korkmad›klar›n› ve sayg›s›n› yi-tirdi¤ini belirtmifltir (Barani, 1967: 47). Barani’ye göre devlet gücünden korkma her iyi yönetimin temelidir ve devletin büyük ve genifl olmas› buna ba¤l›d›r. An-cak bu dönemde insanlar bundan yoksundu ve devlet parçalanma durumuna gel-miflti. Balaban, devletin bu durumuna son verip sultanl›k makam›n›n gücünü ve prestijini artt›rd› (Barani, 1967: 50). Balaban sultanlar›n ilahi haklar› oldu¤u teori-sine inan›yordu. Bu konudaki görüfllerini o¤lu Bugra Han’a flu sözlerle aktarm›flt›r. “Sultan›n kalbi Allah’›n iste¤ine göre flekillenmifltir ve hiçbir insan ile eflde¤er olamaz (Lewis, 1977: 160).”

Türk devlet gelene¤inde de Ka¤an, Han Tanr› taraf›ndan seçilmifl, kut verilmifl kiflidir. Balaban Sultan da sultanlar›n seçilmiflli¤ini, ayr›cal›¤›n› vurgulamaktad›r.

EEffssaannee SSuullttaann BBaallaabbaann

Belgeli tarihin ›fl›¤›nda hükümdar olmadan önceki hayat›n› inceledi¤imiz Bala-ban, son derece baflar›l› bir hayat çizgisinin sahibi olup, üstlendi¤i devlet görevle-rini istenilenin ötesinde bir baflar›yla ifâ ederek insanlar›n nazar›nda fevkalâde bir mevkie yükselmiflti. fiüphesiz yüksek bir görev olan Delhi Türk Sultanl›¤› taht›n› dolduracak Balaban’dan baflka bir flahsiyetin varl›¤› düflünülemezdi. ‹bn Batuta, onun hayat›yla ilgili olarak flu menk›beye yer vermektedir:

“Anlat›lanlara göre Balabanla (daha henüz Türkistan’da iken) karfl›laflan Buha-ra dervifllerinden birisi, çarfl›da sat›lan narlardan birini iflaret ederek ‘ey Türkek (Türkçük) bana flu narlardan sat›n al!’ der. Balaban ‘Derhal’ diyerek cebindeki son kurufllar› vererek dervifl için nar al›r. Narlar› eline alan dervifl, Balaban’a ‘Sana

(24)

Hind mülkünü arma¤an ettik!’ der. Balaban da ‘Ald›m kabul ettim, gönlüm hofl ol-du!’ der. Bu emel gönlünde yer bulur, tâ derûnuna kök salar (‹bni Batuta, 2000: 624-626).

Sultan fiemseddin ‹l-Tutmufl, kendine Memluk sat›n almak üzere bir tüccar› Se-merkant, Buhara ve Tirmiz’e gönderir. Tüccar yüz kadar Memluk sat›n ald›¤›nda, bunlar›n aras›nda Balaban da bulunmaktad›r. Sultan di¤erlerini be¤enir, k›sa ve t›knaz olan Balaban’› iflaret ederek ‘Bunu almam’ der. Balaban derhal söze kar›fl›r: ‘Ey cihan sultan›! Bu Memluklar› kim için sat›n ald›n?’ Hükümdar gülümseyerek: ‘Onlar› kendim için sat›n ald›m’ der. Balaban karfl›l›k verir: ‘Beni de Allah için sa-t›n al.’ der. Hükümdar da bunu kabul ederek, onu Memluklar›n›n aras›na katar. Ancak Balaban hor görülmekte, sakalar›n içinde ancak yer bulabilmektedir. Bu arada ilm-i nücûma (y›ld›zlar bilimi) sahip olanlar, Sultan fiemseddin’e flöyle der-ler: ‘Memluklar›ndan biri hükümdarl›¤› o¤lunun elinden alacak.’ Müneccimler, bunu defalarca tekrarlarlar. Fakat Sultan, iyilikseverli¤i, dindarl›¤› ve adaleti sebe-biyle onlar›n sözlerine kulak asmaz. Nihayet bu mesele fiehzadelerin anas› büyük hatuna aç›ld›¤›nda Hatun, Sultan› etkiler, o da müneccimleri ça¤›rarak sorar: ‘Ev-lâd›m›n mülkünü ele geçirecek Memluku, görseniz tan›r m›s›n›z?’ Müneccimler, hep bir a¤›zdan, ‘Evet! Bizde onu tan›yacak belge ve alamet vard›r!’ derler. Bunun üzerine Sultan, Memluklar›n huzura ç›kar›lmas›n› emreder. Memluklar da sultan›n önünden s›n›f s›n›f dizilerek geçirilir. Müneccimler de seyreder ve Sultana ‘Henüz onu göremedik.’ derler. Günefl tepeye ç›km›fl, ö¤len gelip çatm›flt›r. Sakal›k yapan Memluklar birbirlerine dönerek, ‘Ac›kt›k, dirhemlerimizi flurac›¤a koyal›m da, içi-mizden birini bize yiyecek bir fleyler almas› için çarfl›ya gönderelim.’ derler. Para-lar› toplay›p, Balaban’› pazara gönderirler. Zira araPara-lar›nda en gösteriflsizleri odur. Balaban, ilk gitti¤i çarfl›da ihtiyac› karfl›layamaz, baflka bir çarfl›ya u¤rar. Dönüflü bir hayli gecikmifltir. Bu arada Sultan›n huzuruna ç›kma s›ras› sakalardad›r. Bala-ban, henüz çarfl›dan dönmedi¤i için arkadafllar›, onun tulumuyla su kab›n› bir ço-cu¤un omzuna koyarak geçifli tamamlam›fllard›r. Geçifl böyle sona erdi¤inde mü-neccimler, arad›klar› simay› bulamam›fllard›r. Ne gariptir ki, Balaban huzura ç›k›fl merasimi son buldu¤unda gelir. Çünkü Hak tealâ kendi ferman›n› uygulamak mu-rad›ndad›r. (‹bn Batuta, 2000: 624-626).”

Sakal›k (su tafl›y›c›l›k) görevini sürdüren Balaban önce sakalar sorumlusu oldu. Arkas›ndan devletin en yüce mertebesinde görev ald› (Lewis, 1977: 8).

‹bn Batuta’n›n Balaban’›n siyasî hayat›n›n bafllang›c›yla ilgili verdi¤i bu bilgi, peygamberlerden Hz. Musa’n›n hayat›yla büyük paralellik arz etmektedir.

(25)

Rivaye-te göre M›s›r firavununa da ‹srailo¤ullar› içinden Hz. Musa’n›n gelece¤i ve bu ge-liflin firavun için felaket olaca¤›, haber verilmiflti. O da kendince tedbir al›p, Hz. Musa’n›n muhtemelen do¤aca¤› zamanda dünyaya gelen ‹srailo¤ullar›na ait bütün erkek çocuklar› öldürtmüfltü. Ancak Hz. Musa’n›n anas›, o¤lunu bir a¤aç kap için-de suya b›rakm›fl, su da Hz. Musa’y› firavuna götürmüfltü. Firavun, oldu¤undan bü-yük görünen bu çocu¤u kar›s› Asiye’nin de arzusu do¤rultusunda öldürmemifl, ev-lâtl›k olarak al›p büyütmüfltü. Malûm oldu¤u üzere, ileride Hz. Musa’n›n peygam-berli¤i firavunla aras›nda bir çat›flmay› do¤uracakt›. M›s›r firavununun s›k›flt›rmas› sonucu ‹srailo¤ullar› M›s›r’› terk ettiler. Ordusuyla Hz. Musa ve ‹srailo¤ullar›n› ta-kip eden firavun, K›z›l Deniz’in dalgalar› aras›nda bo¤uldu (Taberi, I, 300-380).

‹bn Batuta’n›n halktan derledi¤i efsanelerde Balaban Sultan, Hz. Musa peygam-berle özdefllefltiriliyor, hayat› k›smen peygambere benzetiliyordu. Balaban Sul-tan’›n idaresinin maharetli oluflu, tebaaya sahip ç›k›fl›, adaletli oluflu, bilimi ve di-ni ve baz› manevi de¤erleri ön planda tutmas›n›n, efsanedi-nin ortaya ç›k›fl›nda etki-li oldu¤una flüphe yoktur.

Halefi olmayan Sultan Nâsreddin Mahmud’un fiubat 1266’da ölümü üzerine hanlar, melikler ve emirlerin oybirli¤i ile tahta geçen Balaban, G›yaseddin (dinin yard›mc›s›, savunucusu) unvan›n› da alm›flt›. Gerçekten de Balaban Delhi Türk Devleti’nde yapm›fl oldu¤u üst görevler ve baflar›lar›yla sultanl›¤› en çok hak eden kifli olarak görünüyordu. Sultanl›¤› devlet kademelerinde ve halkta büyük bir memnuniyetle karfl›lanm›flt› (Çöhçe, 2002: 707).

Sultan Balaban öncelikle devlete karfl› baz› isyan hareketlerini bast›rmakla ifle bafllad›. Arkas›ndan devlet teflkilat sistemini ve toprak sistemini yeniden düzene koydu. Daha sonra Kuzey Bat› Hindistan’a yönelik Mo¤ol taarruzlar›n› önlemek için o¤lu Muhammed’i görevlendirdi. fiehzade Muhammed, Pencap ve Multan’da ordusuyla birlikte baz› tedbirler ald›. Yan›nda k›rklar meclisinden Timhan ve fiir-han gibi önemli kumandanlar bulunuyordu. Bu arada Mo¤ollar›n taarruzunu f›rsat bilen Bengal’deki Lakhnauti valisi Tu¤rul isyan etti (1276). Üzerine gönderilen or-dulara karfl› arka arkaya baflar›lar kazand›. Ancak Sultan Balaban, en sonunda Tu¤-rul’u yakalay›p ortadan kald›rmay› baflard› ve devletin do¤u k›sm›na da hakim ol-du. 1285’te Mo¤ollar›n Herat yöneticisi Timur Han’›n Kuzey Bat› Hindistan’a sal-d›rd›¤› gözlenmektedir. Fakat haz›rl›kl› olan fiehzade Muhammed, Mo¤ollar› yen-di ve onlar›n Hinyen-distan içlerine girmesine müsaade etmeyen-di. Ancak galibiyetin ar-kas›ndan, bir su bafl›nda abdest al›p ibadet ederken bir Mo¤ol birli¤i taraf›ndan fle-hit edildi (Çöhçe, 2002: 708).

(26)

Çok sevdi¤i o¤lunun flehit olmas› Sultan Balaban’› derinden sarst›. Günlerce ya-s›n› tuttu. Do¤uda görevli di¤er o¤lu Bu¤ra’y› yan›na ça¤›rm›flt›. Ancak Bu¤ra, ba-bas›n›n iste¤i d›fl›nda idare etti¤i ülkesi Lakhnauti’ye döndü. Yaln›zl›k Balaban’› daha da sarst›. Ölümünden sonra Han-› fiehid Muhammed diye an›lan Muham-med’in o¤lu Keyhüsrev’i veliaht tayin etti. Birkaç gün sonra da öldü (1287) (Çöh-çe, 2002: 708).

Sultan G›yaseddin Balaban, ak›ll› ve basiretli bir idareciydi. Birçok nadir özel-li¤e sahipti. Devlet yönetiminde engin tecrübesi vard›. Bütün devlet kademelerin-de bulunmufl, emirlik, meliklik ve hanl›k yapm›fl, sonunda hükümdarl›¤a yüksel-miflti. Sanskrit yazmalar›nda Balaban Sultan için Nâyaka ve Hammîra unvanlar› kullan›lm›flt›r. Nayaka, çok önemli bir askerî onurland›rmad›r. Hammîra ise hamî-ra veya hamvîhamî-ra olahamî-rak da geçer. Emir kelimesinin bozulmufl fleklidir. Emirü’l-mü-minin unvan› Hz. Ömer zaman›ndan beri halifeler için kullan›lm›flt›r (Prasad, 1990: 5). Balaban’›n devleti için de Saurajya ad› verilmektedir. Su, iyi; rajya, yö-netim anlam›na gelmektedir (Prasad, 1990: 5). Balaban Sultan, son derece dindar-d›. Evinde olsun, seferde olsun ibadetini ihmal etmez ve kutsal yerlerde uyumadan sabahlard›. Toplu yap›lan ibadetlere büyük flevkle ifltirak eder, abdestsiz dolafl-mazd›. Cuma namaz›ndan sonra din ileri gelenlerinin mezarlar›n› ziyaret ederdi. fieyh Burhaneddin Balkî, Mevlânâ S›raceddin Sancârî, Kad› fierafeddin Halvacî ve Mevlânâ Necmeddin D›meskî gibi tasavvuf erbab› ve ayd›nlar›n mezarlar› u¤rak yeri idi. Din adamlar›n›n ve ileri gelenlerinin cenaze törenlerine mutlaka kat›l›r ve ölenlerin çocuklar›na, yak›nlar›na hilatlar giydirir, geçimleri için maafl ba¤lard› (Aziz Ahmed, 241-242).

Sultan G›yaseddin Balaban, saray›n› ve taht odas›n› çok muhteflem bir flekilde donatm›flt›. Zira gösterifle ve ihtiflama çok önem verirdi. D›fl görünüflün muhteflem-li¤inin, görenleri etkileyip devlete olan itaati artt›raca¤›n› düflünürdü. Halk içinde ve yaln›zken yedi¤ine, içti¤ine, oturup, kalk›fl›na ve ata binifline çok dikkat eder-di. Onu saray içinde kötü giyinmifl ve da¤›n›k olarak asla gören olmad› (Aziz Ah-med, 242).

Sultan Balaban, adaletin uygulanmas›nda da ayn› sertlik ve tavizsizlikte idi. Onun öfkesi, nezaketi, k›zg›nl›¤›, yumuflakl›¤›, heyecan› ve sevgisi baflka hüküm-darlara benzemezdi. ‹taatsiz kiflilere asla tahammül etmeyip onlara en a¤›r cezala-r› verirdi. Adalet konusunda akrabalacezala-r›na, mahrem dostlacezala-r›na ve güvenilir kiflilere hiçbir farkl›l›k tan›maz, gerekeni yapard›. Halka yönelik icraatlar›nda haks›zl›k ya-pan devlet adamlar›n› cezaland›rmak, hatta idam ettirmekten çekinmezdi (Aziz

(27)

Ahmed, 243). Badâoni, Muntakhabu’t-Tawarikh adl› eserinde Balaban için; “Ar›n-ma törenlerini hiç kaç›r“Ar›n-mazd› ve dua, ibadet eden birini gördü¤ünde etkilenir ve çok a¤lard›, buna karfl› ihanet ve ayaklanmaya karfl› sert bir tav›r tak›n›rd›.” demek-tedir (Badâani, 1973: 183). Badâani, Balaban’› anlatan flu fliiri de vermekdemek-tedir:

fianl› bir imparatordu, bundan dolay› Dünyay› bilgelikle ve eflitlik içerisinde yönetti. ‹nzivaya çekildi¤inde bir örtü örtünürdü. Dua ve ibadet etmeye bafllard›.

Gözleri yere bakar ve kalbi flerbet (ilaç) gibi kaynard›. Kalbi güzel sözler söylerken, dili sessizdi.

Ta ki kalbi gizli bilgileri görebilecek göze sahip oldu¤unda En karmafl›k olaylar ona görünürdü (Badâani, 1973: 185)

Hatta iflkence yapan haks›z idam cezas› veren yöneticileri cezaland›r›r ve yap-t›klar›na karfl›l›k kan paras› vermelerini sa¤lard› (Badâani, 1973: 183).

Sultan G›yaseddin Balaban’a göre bir hükümdar›n baflar›s› flu dört esas› uygu-lamas›na ba¤l›yd›:

●Dini koruyup, fleriat› (hukuku) uygulamak, ●Ahlâks›zl›¤›, suçu, günah› ve sefahati ezmek,

●Devlet kademesine Allah korkulu liyakatl› kifliler atamak, ●Adaleti sa¤lamak (Aziz Ahmed, 251).

Ona göre, hükümdar›n bafll›ca görevi ülkesinde sulh ve düzeni sa¤lamakt›r. Yi-ne hükümdar cesur, müteflebbis, adil ve cömert olmal›d›r. Hükümdarl›¤› korumak için prestiji korumak flartt›r. Hükümdarl›¤›n ayr› flerefi, ihtiflam›, yüceli¤i vard›r. Bunlar arkadafll›k veya lâubâlilik yüzünden yok edilirse idare edenle, edilen ara-s›nda hiçbir fark kalmaz. Tabî olanlar, itaatsiz ve isyankâr olur, bütün ülkede ah-lâks›zl›k ve suç yayg›nlafl›r ve fermanlar›n uygulanmas› zorlafl›rd› (Aziz Ahmed, 249).

Hükümdarl›¤›n sahip olmas› gerekli üç temel dayana¤›; ordu, hazine ve tecrü-beli asil yöneticilerdir. Baflar›n›n yolu ise adalet, cömertlik ve ihtiflamd›r. Devlet bir ordunun kurulup, muhafaza edilmesiyle mümkündür. Ordu teflkilâtlanmas›nda Orta Asya Türk ordu sistemindeki onluk sistem hâkim görünüyordu. Ona göre bir hükümdar›n›n emrinde on-han, her han›n emrinde on-melik, her meli¤in emrinde on-emir, her emirin alt›nda on-sipahsalar, her sipahsalar›n alt›nda on-serkul, her serkulun alt›nda da on-yaya veya atl› bulunuyordu (Aziz Ahmed, 250).

(28)

Balaban’›n iktidarda kalabilmek ve devletin güvenli¤ini sa¤layabilmek için güçlü bir istihbarat sistemi kurdu¤u anlafl›lmaktad›r. En uzak noktalara ve en ücra köflelere gizli haberciler yerlefltirdi. Bunlardan düzenli olarak haber ak›fl› sa¤lad›. Gizli haber alma görevlilerinin karakter ve ba¤l›l›klar›yla ilgili büyük ihtimam gös-terdi. Onlara iyi maafllar verdi (Srivastava, 1950: 2).

Fethedilen araziyi ileri gelen devlet adamlar›na, asker verme karfl›l›¤›nda tevdi etme gelene¤ini devam ettirdi. Ancak bu konuda bir araflt›rma yapt›rarak, daha ön-ce toprak verilenlerden baz›lar›n›n, askerlik görevi ifâ edemeyeön-cek kadar yafllan-d›klar›n› tespit ederek topraklar›n› elinden al›p, nitelikli kiflilere verdi. Böylece top-rak, ordu ve ekonomik sistemin düzelmesi için gayret gösterdi (Srivastava, 1950: 3).

A. L. Srivastava, M. Aziz Ahmed baflta olmak üzere baz› Hindli araflt›rmac›lar, Sultan G›yaseddin Balaban’›n yönetimini, çok sert ve despotik bulmaktad›r. Ayr›-ca devlet yönetiminde tecrübeli Türk beylerinin atamas›n› ve K›rklar Meclisi yöne-timini, aristokratik yönetim olarak de¤erlendirmifllerdir. Bu tamamen yanl›fl bir yarg›d›r. Balaban’›n yönetim tarz›, otorite ve ciddiyete dayal› klasik Türk devleti yönetiminden baflka bir fley de¤ildir. Yönetimdeki aristokrasi ise büsbütün alt› bofl bir tespittir. Zira yönetimdeki Türk beyleri, aslen Memlukluktan gelme güçlü bir ai-leye dayanmadan sistem içinde yetiflmifl kabiliyetleriyle ön plana ç›km›fl devlet adamlar›yd›. Burada Avrupa kaynakl› Aristokrasi kavram›n› karfl›layacak hiçbir uy-gulama yoktur. Elbette s›cak kufla¤›n genifl bir ülkesi olan Hindistan’›n genifl kültü-ründe devlet olma kültürü daima zay›f kalm›flt›r. Yönetimde otorite, ciddiyet, di-siplin ve liyakatli devlet adam› unsurlar›n› Hindistan’dan karfl›lamak Delhi Türk Sultanlar› için çok zordu. Bunu da zarurî olarak Türk unsurundan karfl›lam›fllard›. Özellikle Sultan Balaban’›n halk› adaletli yönetme, müreffeh k›lma, koruyup gö-zetme amaçl› yönetimi için bu iddialar hiç denilemezdi. Sadece halk› için Daru’l Emn (Güvenli Ev) denilen kurumun varl›¤› bile bu iddialar›n ne kadar sakat oldu-¤unu göstermektedir. Daha önce de belirtti¤imiz gibi bu kurumlara s›¤›nan ferah-l›k bulur, borçlu olarak s›¤›nan›n borcu ödenir, bir suçlu bile s›¤›nsa daval›lar hofl-nut edilerek kurtar›l›rd›. Balaban Sultan’›n Daru’l Emnlerinden bahseden ‹bn Batu-ta, ayr›ca sultan›n adaletli, yumuflak huylu, sab›rl› ve erdemli bir kifli oldu¤undan da söz etmektedir (‹bn Batuta, 2000: 624).

Burada mesele yönetilen kültürün temsilcilerinin egemen kültüre karfl› duyduk-lar› psiko-sosyal duyguyla alâkal›d›r kanaatindeyiz.

(29)

SSuullttaann GG››yyaasseeddddiinn BBaallaabbaann SSoonnrraass›› HHiinnddiissttaann

Balaban’dan sonra torunu Keykubat, Muizzeddin unvan›yla tahta geçti. Keyku-bat, Do¤u’da Bengal valisi Balaban’›n o¤lu Bu¤ra Han’›n o¤luydu. ‹yi e¤itilmifl ol-mas›na ra¤men yönetimde baflar›l› olamad›. Dedesinin devlet otoritesini gevfletti. Sefahat ve e¤lenceye yöneldi. Devlet yönetimindeki kadrolaflmada hatalar yapt›. Özellikle Nâibü’l-mülk Melik Nizameddin ad›nda bir yönetici k›sa zamanda Sul-tan’› etkisi alt›na ald›. Pek çok liyakatli devlet adam›, Melik Nizameddin yüzünden görevlerinden oldu. Yönetim h›zla zay›flad›. Nihayet Bengalli yönetici Bu¤ra Han, Delhi’ye yönelik askerî harekât düzenledi. Ancak baba ile o¤lu aras›ndaki savafl son anda önlendi. Bu¤ra Han, sultan olan o¤luna nasihatte bulundu. Bunun üze-rine Keykubad, baz› tedbirler ald›. Nizameddin’i zehirleterek bertaraf etti. Baz› ye-ni atamalar yapt›. Fakat devlet merkezindeki zaafiyeti gideremedi. Zira bir taraftan da sefahat ve e¤lenceye devam ediyordu. Nihayet Sultan saray›nda hasta ve der-mans›z bir vaziyette yatarken adamlar› o¤lu Keyumers’i fiemseddin unvan›yla tah-ta geçirdiler (1290). Fakat yeni Sultah-tan da yönetime tah-tam anlam›yla hâkim olamad›. Güçlenen Kalaç umeras›ndan Firuz Han önce o¤ul Keyumers, sonra baba Keyku-bad’› öldürterek Balaban soyu ve iktidar›na son verdi. Bundan böyle Delhi’de yö-netim Kalaçlara geçti (Çöhçe, 2002: 708-709).

Balabanlardan sonra Delhi Türk Devletinde iktidar flu Türk hanedanlar›nda kal-d›: Kalaçlar (1290-1320) ve Tu¤luklular (1330-1413).

Tu¤luklardan sonra Müslüman menfleili Seyyidîler (1414-1451), Lodiler (1451-1489), Surî/Afganl›lar (1540-1555) Delhi’de iktidar oldular.

1526’da ise Hindistan’da yeni bir devir bafllad›. Babur’un liderli¤inde Delhi ik-tidar›na yeniden Türkler geçti (Konukçu, 1997: 1180-1181). 1858’e kadar Kuzey Hindistan’da iktidarda kalan bu hanedan›n atas› Babur-fiah Mo¤ullardan bahse-derken; “fiu u¤ursuz Mo¤ol ya¤mac›d›r. Ya¤ma yapacak birilerini bulamazsa dö-ner kendi milletini ya¤malar.” diyecek kadar kendini Mo¤ol’dan ay›rmas›na, Türk-çeyi konuflup, Türk kültürünü temsil etmesine ra¤men; Bat›l› yazarlar, Babür’ü ve Babürlüleri Mo¤ol yapm›flt›r. Babürlülerin Türklü¤ü meselesi ayr› bir araflt›rma ko-numuz olacakt›r.

D

D.. HHiinnddiissttaann’’ddaakkii BBaallaabbaannllaarrllaa ‹‹llggiillii ÇÇaall››flflmmaallaarr HHaakkkk››nnddaa BBiirr BBiibblliiyyooggrraaffyyaa D Dee--nneemmeessii

A.L. Srivastaya, Delhi Sultane, Agra Collage, Agra 1950. Agha Mahdi Musain, The Tughlug Dynasty, New Delhi 1976.

(30)

Al-Badâani, Muntakhabu’t-Towârîkh, trans: George S.A. Ranking, M.D. (Cantab) first edition 1898, Reprint 1973 Delhi.

Anantalal Thakur, Corpus of Arabic and Persion Inscriptions of Bihar, Kashi Prasad Jayaswal Rese-arch Intitute, Patna.

Bakhshish Singh Nijjar, Panjab Under the Later Mughals (1707-1759), Jullundur City 1972. Bakhshish Singh Nijjar, Panjab Under the Sultans (1000-1526 AD), Jullundur City 1968. Brawn Percy, Indian Architecture Islamic Period, DB, Bombay 1975.

Carr Stephen, The Archeology and Monumental Remains of Delhi, New Delhi 1876. Charles Lewis, Karuki Lewis, Delhi’s Historic Villages, A Photographic Evocation, Delhi 1972. Cuzcânî, Tabâkat-› Nasr›, I-II Transleted by Habibî, Kabil, Lahore by Minhaj Abu Umar Usman, Calcutto 1873-81.

Day, U.N., The Goverment of the Sultane, New Delhi 1932.

Edward Thomas, The Chronicles of the Pathan Kings of Dehli, Delhi 1967.

Fakhr-› Mudabbir, Adabu’l-Harb Wash Shujaat, dedicated to Sultans Shams ud-Din Iltutm›sh R›za Library, Rempur, Riev II.

Ghulam Hussain Salim, Riyazu’s-Salatin (A History of Bengal), Transiated by Abdu’s-Salam, Delhi, first Published 1903, reprint 1975.

H.C. Ray M.A., L.D. Barnett M.A., The Dynastic History of Northern India, Vol. I, fist Publiched in 1931-36 by the University of Calcuta, Second edition, Delhi 1973. H.C. Ray M.A., L.D. Barnett M.A., The Dynastic History of Northern India, Vol. II, fist Publiched in 1931-36 by the University of Calcuta, Second edition, Delhi 1973. Henry Sharp, Delhi It’s Story and Buildings, Oxford 1928.

Isami, Futuhu’s-Salatin, Madras 1940.

Jamini Mohan Banerjee, History of Firuz Shah Tughlug, Delhi 1965. John Mcleod, The History of India, London 2004.

K.M. Panikkar,A Survey of Indian History, First Published, 1947 reprinted, Bombay 1971. Khalig Ahmad Nizami, On History and Historians of Medieval India, New Delhi 1983.

Khalig Ahmad Nizami, Politics and Society During the Early Medieval Period, Aligarh Muslim Uni-versity, 1981.

Khalig Ahmad Nizami, Religion and Politics in India During the Thirteenth Century, New Delhi 2002.

Khalig Ahmad Nizami, Some Aspects of Religion and Politics in India During the Thirteeth Cen-tury, Delhi first Published 1961 reprint 1974.

Khalig Ahmad Nizami, State and Culture in Medival ‹ndia, New Delhi 1985. K›shori Saran Lal, Early Muslims in India, New Delhi 1984.

(31)

K›shori Saran Lal, Twilight of the Sultane, Delhi 1980.

Kunwar Muhammed Ashraf, Life The People of Hindûstan (1200-1550 AD), Kranchi 1920. Lewis Charles, Lewis Kanaki, Dayal Ravi, Delhi’s Historic Villages, A Photographic Evocation Del-hi, 1977.

Majumdar, R.C., An Advenced History of India, ‹ndia 1978.

Majumdar, R.C., The Delhi Sultanate, History and Culture of the Indian People G.C., Bombay 1960.

Maulvi Zafar Hasan,Monuments of Delhi Lasting Splendour of the Great Mughals and Others, New Delhi, first Published 1920, first reprint 1997.

Michael Edwandes, A History of India from the Earliest Times to the Present Day, London 1961. Minhaj Abu Umar Usman b. Siraj Juzjani, Tabaqat-› Nas›r›, Calcuta 1863-64, English translation by H.B. Roverty Calcuto 1873-81.

Mohammed Habib, Khaliq Ahmed Nizam, Comprehensive History of India, Volume 5, The Delhi Sultane, Delhi 1970.

Mohammed Habib, Khaliq Ahmed Nizam, The Delhi Sultane C.5. A Comprehansive History, New Delhi 1970.

Mohammed Habib, Politics and Society During the Early Medival Period, New Delhi 1974. Muhammed Abdulghan›, The Pre-Mughal Persion in Hundustan›, Allahabad 1941.

Munshi K.A., The History and Culture of the Indian People, The Delhi Sultane, Bombay 1967. Munshi K.A., The Struggle for Empire, Bombay.

Neceemudain, The Persion Literature in India (Before Delhi Sultane), Delhi. Nelson Wright,The Coinage and Metrology of the Sultans of Dehli, Delhi 1974. Nigam S.B.P., Nobility Under the Sultans of Delhi, AD 1206-1396, Delhi 1968. Peter Jakson, The Delhi Sultane, Cambridge 2003.

Pushpa Prasad, Sanskrit Inscriptions of Delhi Sultana 1191-1526, Centre of Advanced Study in His-tory, Oxford University Press, New Delhi 1990.

R.C. Majumdar M.A., HC Raychaudhuri M.A., Kal›kk›nkar Datta M.A., An Advanced History of In-dia, first Edition 1946, Delhi reprinted 1970.

Raychaudhuri, T., Habib T., The Combridge Economic History of India, CI (1200-1750), Combrid-ge 1982.

Rekka Jashi, The Reign of Sultan Balban Delhi, Ravi Rubl. 1982. Ruth, Jhabuala Prawer,Heat and Dust, Oxford University Press, 1990. S.M. Jaffar B.A.,Some Cultural Aspects of Muslim Rule in India, Delhi 1972.

Saiyid Athar, Abbas R›zvi, Muslim Revivalist Movements in Northern India in the Sixteenth and se-ventcenth Centuries, Agra University, Agra 1965.

S›r Jadu – Nath Sarkar, The History of Bengal Muslim Period 1200-1757, New Delhi 1973. Syed Mainul Haq›, A Short History of the Sultane of Delhi.

(32)

Yahya Bin Ahmed Bin Abdullah S›rh›nd› The Tarikh-› Mubârakshâh›, by K.K. Basu M.A. Barada, Oriental Institute, 1932.

Ziauddin Baran›,Tarikh-i Firûz Shâhi, Çev: A.R. Fuller and A Khallaque Cacuta 1967 (The Reign of Alâuddin Khilji ad›yla çevrilmifl).

Ziyauddin Barani, Tarikh-i Firuz Shahi, A History of the Sultans of Delhi from Balban to Sultan Fi-ruz Shah’s Sixth Year, Calcuta, 1860-1862.

K

KAAYYNNAAKKLLAARR

A. L. Srivastava, 1950, Sultana Delhi, Agra College, Agra.

Al-Badâani, Muntakhabu’t-Towârîkh, 1973, Trans: George S.A. Ronking, M. D. (Cantab) first edition 1898, Reprint, Delhi.

Aziz Ahmed, Siyasî Tarihî ve Müesseleriyle Delhi Türk ‹mparatorlu¤u. Bahaeddin Ögel, 1979, Türk Kültürünün Geliflme Ça¤lar›, Ankara. Bozkaya Zafer, 2004,Hindistan’a Gezi Rehberi, Ankara.

Cevdet Türkay, 2001, Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nda Oynak, Afliret ve Cemaatler, ‹stanbul. Erdo¤an Merçil, 1991, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara.

‹bn Battûta Tanci, ‹bn Battûta Seyahatnamesi, 2000, Çev: Sait Aykut, Yap› Kredi Yay›nlar›, ‹stanbul. Jhabuala Prawer Ruth, 1990,Heat and Dust, Oxfort University Press.

Lewis Charles, Lewis Karoki, 1977, Dayal Rovi, Delhi’s Historic Villges, A photographic Evocation Del-hi.

Meriç Cemil, 1964, Hind Edebiyat›, ‹stanbul.

Murat, Kenize, 1994, Saraydan Sürgüne, Çev: Esin Çelikkan, Sâmân Helvac›o¤lu, ‹stanbul. Orhan F. Köprülü, 1993, Balaban Han, Türkiye Diyanet Vakf› Ansiklopedisi, Cilt 5, Say› 3, ‹stanbul. Osman Turan, 1971, Selçuklular Zaman›nda Türkiye, ‹stanbul 1971.

Pushpa Prasad,Sanskrit Inscriptions of Delhi Sultanate, Delhi 1990.

Salim Cöhçe, 1997, Gazneli Mahmud Dönemine Kadar Hindistan’da Türk Varl›¤›, Erdem Dergisi, Ay-d›n Say›l› Özel Say›s› III, (Atatürk Kültür Merkezi Dergisi), Cilt 9, Say› 27, Ankara.

Salim Cöhçe, 2002,Hindistan’da Kurulan Türk Devletleri, Türkler 8. Cild, Ankara, s. 689-743. Sebahattin A¤alda¤, 1998, Genel-Türk Tarihi, Konya.

Tarih-i Taberî I, 1975, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, Konya. D

D‹‹PPNNOOTTLLAARR

* Prof. Dr., Gazi Üniversitesi Gazi E¤itim Fakültesi ** Yard. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

Referanslar

Benzer Belgeler

Afrika k›tas› ise baflta petrol olmak üzere do¤algaz, bak›r, alt›n, platin ve manganez gibi zengin kaynaklar› nedeniyle d›fl güçler taraf›ndan büyük önem arz etmekte

[r]

14 § /Upphör att gälla U:2011-07-01/ En utbildningsanordnare som bedriver utbildning eller annan verksamhet enligt skollagen (1985:1100), utbildning enligt högskolelagen

Yedikuleden Topkapı - Saraçhanebaşına kadar im- tidat eden plân Çapadan Cerrahpaşaya ve Hasekiye ka- dar olan geniş bir sahayı Tıp Fakültesi >e ayırdığı gibi

Poincaré Kestirimi’nin çözümü sonras›nda ortaya ç›kan toz duman içinde, Perelman ile görüflen tek gaze- teciler olan The New Yorker’›n bilim yazarlar›

Ancak uzun zamana ve güçlü donan›m profille- rine ihtiyaç duyan bu ifllemin gerektirdi¤i yüksek maliyet, büyük ses arflivlerinde aranan verinin bu- lunmas› için gereken

Ancak Hindistan’ın insan hakları ihlalleri nedeniyle eleştiri aldığı bu dönemde, BM İnsan Hakları Ko- misyonu tarafından 1994 yılında Cenova’da yapılan toplantılarda Hint

Güçlü ve yönlü bir lazer ›fl›n deme- ti oluflturmak için, uyar›l› ›fl›ma sa¤la- yan kristal, yüksek yans›t›c› aynalar- dan oluflan kovuk içerisine