S f c N t r — e ara» u ı u ı : ıo F İ A T I 10 K U R U Ş T U R O n n i i n n i ' ,oa S A H İB İ: SEDAT SİMAVÎ İ D A R E H A N E : t s t a n b u l d a A n k a r a c a d d e s in d e İ k d a m y u r d u ik in c i k a t. T e le fo n : 23031 T elif: İs t. Y E D İG Ü N ABONE:
T iirliiyenin her tarafı için se neliği 500, altı aylığı 250, üç
aylığı 130 kuruştur. E cnebi m em leketler için sen e liği 800, 6 a y lığ ı 400 kuruştur.
HER HAFTA SALI GÜNLERİ ÇIKAR HER ŞEYDEN BAHSEDER H A F T A L IK RESİMLİ MECMUADIR ^
MAARİF VEKİLİMİZ HAŞAM ALİ YÜCEL
Büyük Şefim iz İsm et İnönü Türk kültürüne ve Türk gen çliğin e gösterdiği derin alâk a ve itim adı, M aarif V ekâletini H aşan Âli Yü- ooTe tevdi etm ekle de ispat etti, in k ılâp neslinin içinden y etişm iş olan genç M aarif V ekilim iz, bu neslin kültür sahasındaki iht.yaçları- n. en yakından bilm ekte ve onları en isabetli bir görüşle tetk ik etm ektedir. İç sayfalarım ızda m uharririm izin H aşan Âli Y ucel’le yaptı
masala
M aarif V ekilim iz, evinin m ütevazı salonumla, kendisine sorduğum uz suallere, mühim bir m eseleyi halletm iye çalışan ciddî bir tavırla ve derin düşünceler ih tiva eden cüm lelerle
cevap veriyordu..
ü m a a âna ©aam
\J A , I3 D PAZAR
f tALK gocuğu, muaîiim, mü tefekkir, muharrir, sanat kâr, mebus ve nihayet Ma arif Vekili Haşan Âli Yü- Tin, yeni taşındığı apartımanı arıyo- ! tz. Foto muhabirimiz Osman, yoldan ge- ■n bir polisi çevirdi:
— Maarif Vekilinin evi neresidir? Polis, cebinden bir defter çıkardı,
(Ha-E*diuj*uıBŞev/ıet
san) isminde aradı: Bulamadı. (Âli) ye baktı; yok. Soyadını sordu, sayfaları çe virdi, (Maarif) de aradı ve nihayet:—- Herhalde bu taraflarda oturmu yor, veya yeni taşındı, dedi ve işin için
den sıyrıldı.
İki katlı bir evin önünde duran 15 nu maralı hususî bir otomobilin şoförü, fo toğrafçımıza sesleniyordu:
— Nerelerdesin, yahu.
— Maarif Vekilinin evini biliyor mu sun?
— İşte burası, ben onun şoförüyüm. Kısmetinde olanın kaşığında çıkar.
derler. Biz de evin bahçesinden içeri dal dık. Kareli bir basma entari giymiş, on bir yaşlarında bir kız çocuğu bizi karşı ladı:
— Kimi istediniz? — Maarif Vekilini. — Kim diyeyim ?
Tavırlarında, konuşmasında okadar insanlık var ki; bu çocuğun iyi bir aile
muhitinde yetişmiş olduğu derhal anlaşı lıyor. Tam muallim Haşan Âli Yücel’e lâyık bir çocuk.
— Yedigün muharriri gelmiş dersiniz. Birkaç saniye sonra, o, ideal yavru, tekrar yanımıza geldi.
— Buyurunuz..
Merdivenleri çıkarken kulağımıza par ça parça sesler geliyor.
— Telif hakkı.
— Fotoğraf neşir vasıtalarından bi ridir.
— Kopyalara karşı tedbir alınmalıdır. Geniş bir odadan içeri giriyoruz. Yer de üç parça halı. Dik duvara, biribiri üs tüne dayanmış on bir, on iki tablo. En üstündeki güzel bir Anadolu peyizajıdır. Kapıya yakın, diğer bir duvar dibine bir kaç yüz kitap biribiri üstüne istif edil miş.
Evin dahilî manzarası, yangından çı kılmış zannını vermektedir. Belli ki, ye
ni eve henüz yerleşilememiş.
Sayın Maarif Vekili bir koltukta otu ruyor. Karşısında îstanbulun meşhur fo toğrafçılarından biri. Fotoğraf yankesi ciliği hakkında dert yanmakta. Maarif Vekâleti yayın direktörü Faik Reşit muhavereyi alâka ile dinliyor. Biz de, bir kenara iliştik.
* * *
Üstadın büyük bir tevazula uzattığı si garayı alıyor ve ilk sualimi soruyorum: — Dil, tarih ve edebiyat hakkındaki mütalealarınız ?
Genç Maarif Vekilimiz âşinâ bir dosta rasgelmiş gibi gülümsüyor. Halinde «sen de mi beylik suali sormaktasın» diyen bir mâna var. Ben, tekrar atılıyorum:
— Vakıa, siz bu fikirlerinizi Vekil o- luncıya kadar muhtelif vesilelerle söyle miş iseniz de, bugünkü şeraitiniz başka dır. Umumî kültürümüzün en mesul mev kiinde bulunuyorsunuz.
«E debiyat m eselesi tıp k ı bugünkü A nkara h a v a sın a benziyor: A lçakta bulutlar var, fa k a t bir türlü yağıp bizi sık ın tıd a n kurtaram ıyor.^
Sayfa 16 YEDIGUN No. 326
Maarif Vekilimiz, sigarasından koca man bir nefes aldı, gözlerini, sıcaktan â- deta buğulanmış gibi duran cama dikti, ve:
— Bizde dil şuuru, çok kereler bulanık olmak üzere, millî vicdanın üstüne do ğar gibi olmuş, fakat tam ışığını ancak son altı, yedi sene içinde teksif edebil miştir, dedi. îlk bakışta, yüzde yüz inkı lâpçı ve bunun için ifratçı ve mübalâğa cı göründüğü halde, esas itibarile doğru görüş, bizim devrimizde elde edilebilmiş tir. Dava şudur: Başka kültürlere tâbi olmak istemiyen bir milletin, başka dil lere tâbi olmıyan bir dili bulunmalıdır.
Bir an sustu, parlak gözlerinde gölge ler göründü, sanki bu gözlerde bir tarih sayfasının yaprakları çevriliyordu:
— Ziya Gökalp merhumun, dedi, he men hemen bu esası anlatır zannmı ve ren, dilin millîleşmesindeki düsturu, «başka dillerden kelime alınabilir, kaide alınamaz» şeklinde idi. Fakat bizzat Ziya bey, öyle kelimeler almıştı k i: Bunların içinde, başka dillerin katmerli kaideleri vardı. Pes - zinde, peder - şahî, ve daha başkaları davasını tekzip eden misaller dir. Hele ıstılâh meselesinde Ziya bey, bir İslâm enternasyonalizmi kabul ediyor du ki; bu, tamamile yanlış ve verimsiz bir hayaldi.
Dil değişmelerinde başka milletlerin dil tarihlerine baktığımız zaman, terim meselesinin ön safta geldiğini görüyoruz. Dil, belkemiğini terimlerin kendi kökün den gelmesile buluyor ve ilk medenî te maslarda o devrin, ilim ve hayatça üs tün milletlerinden, bidayette aynen ikti baslarda bulunuyor; sonra, kendi bün yesine göre onları benimsiyor.
Arap dili, Yunancadan böyle bir alım satım yapmıştır. Emevîler devrinde ilk tercümelerde ( riyaziyat) kelimesini de ğil, (matamatika), (mantık) kelimesini değil (logika) yi bulursunuz. Nitekim bizde de, Üçüncü Selim zamanında Niza- mıcedit kurulurken (alay, tabur) değil, (escadron, bataillan, aide de camp, etat- major) tâbirlerine raslarız. Bu, bir nevi kekeleme devridir ki, biz, onu çoktan geçirdik.
Enternasyonal bir benlik almamış ke limelerin, terim olarak karşılığını Türk- çede buluyoruz, çocuklarımıza veriyoruz. Ve onlar, birçoklarımızın zannı hilâfına, bunları gayet güzel öğreniyorlar.
Vekil olduktan sonra sık sık dolaştı ğım ilk ve ortamekteplerde çocuklara hissettirmeksizin yaptığım anketler, ba na bu intibaı verdi. İlkokulun, son veya bir evvelki sınıfındaki bir Türk çocuğu için müselles, murabba, muhammes, zü- erbaatüladla, hiç bir tedai imkânı ver mediği için hazmedilmemiş demir bilye ler gibi onun dimağında kalıyor. Halbuki:
(birle, dörtle, beşle, çokla) yapılmış te rimleri, esasen bunları bildiği için ko layca kavrıyor ve anlıyor.
Terimler, bu şekilde, en küçük kade mesinden en yüksek derecesine kadar, bugün dünya ilim ve medeniyetinin
mü-*
messili olan milletlerin fikir seviyesini göz önünden uzaklaştırmamak şartile tertiplendiği zaman, her türlü düşünceyi söyler, ileri ve medenî bir Türk dili te kevvüne başlamış bulunacaktır. Dilimizi kısır bellemek, bu görüşün altında, fi kirce geri olduğumuzu 'kabul etmektir kanaatindeyim. Dünşüncelerini ifade ede mediği için kalemini kıranlar, bence, sağ lam kalem seçmesini bilmiyenlerdir. Her şeyi yazabiliriz, yeter ki, yazılacak şeyi miz olsun.
Cilt cilt kitaplarm müellifi bulunan Haşan Âli Yücel, koltuğa yaslandı, birkaç saniye sustu, hafifçe güldü:
— Edebiyat meselesine gelince; dedi. Bu, tıpkı bugünkü Ankara havasına ben ziyor: Alçakta bulutlar var, fakat bir türlü yağıp bizi sıkıntıdan kurtarmıyor. Bugün yağmadı, yarın da yağmıyacak demek değildir. Ben, edebiyatımıza, faz la bühtan ettiğimiz düşüncesindeyim. Son yıllarda oldukça zengin bir edebiyat doğmaktadır. En tuhaf ve aykırı mizaç taki şairlerimizden, hâlâ, eski kıta şekli nin çerçevesinden çıkamıyanlara kadar duyan, söyliyen, kızan, bağıran şairleri miz var. On yaşından yetmişine kadar, sanatın hasbî büyüklüğünü ve çocuklu ğunu bir fidan tazeliği ile muhafaza e- denlerin var olduğu bir memlekette, şiir, nasıl yok olur? Hâlâ, okuma, yazma bil- meyip de karihadan şiir söyliyen insan ları, en tenha köşelerinde yetiştirmiş bir memlekette, (şiire) yok, diyebilir miyiz? Kadını, erkeği, coşunca vezinli, kafiyeli
konuşan bir millet olduğumuzu unutmı- yalım.
Beş, altı aylık bir kurstan geçtikten sonra, bu, dediğim millî istidat ile kusur suz ve pek güzel şiirler yazan eğitmenle re rasladım. Ben, buna hayret etmedim; çünkü, milletimin, her vadide olduğu gi bi, bunda da zengin bir istidat hâzine sine sahip olduğuna inanırım.
Masanın üzerinde duran bir kitabı e- line aldı. Dikkatle baktı. Sonra:
— Nesir, dedi. İtiraf edelim ki, bu, ye ni yeni kıvamını bulmaktadır. Dallı bu daklı ve etraflı bir düşünceyi sarih su rette kâğıt üzerinde tabiye edebilmek kolay bir iş değildir. Geçen gün Akşam gazetesinde Halide Edib’in on altıncı a- sır Fransız klâsiklerini tercüme edelim teklifini ihtiva eden bir makalesini oku duğum zaman, kendimi, bu fikirlerimi lüt fedip yazması için muharrirden ricada bulunmuş zannettim. Rasyonel, hesaplı bir nesir mimarisine çok ihtiyacımız var. Taine'in, Balzac’ın bir kütüphane tutan e- serlerinin bolluğundan bahsederken, «Ka rakterler» sahibinin bunları görse (nasıl olmuş da bukadar sözü bulabilmiş) diye şaşacağını söylüyor. Çünkü, hayrete dü şecek olan klâsik ruh, ölçülü, hesaplı, fazla itinalı ve onun için çok zamanda az, lâkin kusursuz eser vermeği ister. Biz, böyle bir devre geçirmiye muhtacız.
Zaten roman da, bu itinasızlıktan dolayı arzu ettiğimiz kemale gelemiyor. Ya, iç araştırmalarda aceleciyiz, şırf şe kilde duruyoruz; yahut teknik ve plastik tarafta acele edip tam arşitektural bir eser veremiyoruz.
Yakubun (Sürgün) ünde derinliğe da lan okuyucu gözü, belki kenarlarında ve sathındaki az itinayi affediyor. Yahut, (Yezidin kızı) ndaki plastik güzellik,
romanın ruh tahlili bakımından sığlığını ölçmiye vakit bırakmıyor. Esasen bunun için değil midir ki, (Mavi ve siyah) lan ınız (Le rouge et le noir) olmadılar.
Bugün, siz bana, konuşmasını çok sev diğim bir mevzuu verdiniz. Fakat...
Haşan Âli gülerek Faik Reşid'in yü züne baktı;
— Fakat, burada oturan arkadaşım, ge tirdiği işleri, ne zaman göstereceğim di ye, gözümün içine bakıyor.
Baktım, üstat nezaketle beni sükûta davet etmektedir. Atik davrandım ilk su alimde unuttuğu bir noktayı hatırlattım: — Hocam, dedim, (Haşan Âli Yücel, hakikaten Vefadan hocamdır) sualimde ki tarih bahsini unuttunuz, hatırlatma ma müsaade eder misiniz?
Dalgın dalgın yüzüme baktı, koltuktan kalktı, pencereden sokağı süzdü ve gel di tekrar yerine oturdu.
— Birçok âlimlerin iddialarına rağ men, dedi, sırf ferdî değil, fakat kütle bakımından sübjektif olmaktan kurtul muş tarih tanımıyorum. Hangi müverrih ve hangi tarih kitabı tam objektiftir, göstersinler. Michelet, büyük Fransız dö nümünü tarihe geçirmek için ona lâkayıt bir ruhla mı çalıştı? Treitschke, Alman şuurunun ışığile içini aydınlatmamış ol saydı, o, müthiş çalışmıya tahammül e- debilir miydi? Derhal söyliyeyim ki, ta rih, tam objektif olamıyor derken, onu, asla bir indiyat mecmuası zannetmiyo rum. Aramak için, aranılana gönülden bağlanmalıyız demek istiyorum. Atatürk tarih inkılâbı, bunun kıymetli bir remzi ni taşımaktadır. Şüphe yok ki, başlan gıçtayız. Fakat, millî tarihimizin meb- deini Malazgirt muharebesine kadar indirmek dalâletinde bulunurlar ise, son dan çok daha uzaktadırlar. Biz, tarihi bir medeniyet akışının seyri halinde gö rüyoruz. Şu halde, Türk tarihi, kendisile hemzaman medeniyetler tekevvününün bir temadisini ifade eder. Nekadar ge rilere gidebilirsek bu görüşü okadar iyi yapmış oluruz. Tarihten önceki zaman lar sözü bir fantezi değil, bir hakikattir. Bir İngiliz müellifinin dediği gibi, beşer hayatı, bir dehlize benzetilecek olursa dün elinde çıra bulunan insanın gördü ğü saha ile bugün, büyük bir projektörle önünü aydınlatanın görme sahası ara sındaki fark, söylemek istediğimiz şeyi çok iyi anlatır.
Faik Reşit dışarı çıkmıştı. Değerli Ma arif Vekilimiz dalgınca idi; ben, yeni su alimi yapıştırdım:
— Üniversite telâkkiniz?
— Biliyorsunuz, îstanbulda ve Anka- rada iki Üniversitemiz var. Ankarada Edebiyat ve Hukuk Fakülteleri teessüs devresindedir. Tıp Fakültesine başlanı yor. Bunlar, bir araya geldiği zaman
memleketin baş şehrinde, diğer kısımla rı da tamamlanarak büyük bir ilim mer kezi kurulacaktır. Bu, Cumhuriyet hükü meti için esaslı kültür davalarından bi ridir ve behemehal yapılacaktır. İstanbul Üniversitesi altı yıldanberi bir oluş ve imtihan devresi geçirmektedir. Kendisi ne yapılmış olan itina ve ihtimama cevap vermek yolunda, bu müessesemizin yap tığı ve arttırmıya kendini mecbur his settiği gayret, gözden kaçmıyacak ka dar mühimdir.
Üniversitemizin birkaç fonksiyonu vardır: Memleketin muhtelif sahalarda muhtaç olduğu münevver, çalışım ve ya pıcı unsurlarını yetiştirmek.
Memleketi, ilim gözü ile, bütün reali telerinde etüt etmek ve tanıtmak. Niha yet enternasyonal ilim müesseselerile mü nasebete girecek kıvama gelip bilgi alış verişi yapmak ve Türk âlemine, cihan İlmî sahasında yer aldırtmak.
Böylece, Türk ilmi, yalnız Türk milletiv. için değil, bütün insanlık için faydalı, millî olduğu kadar (humaine) bir hale gelecektir.
— Neşriyat kongresinden ne netice al dınız ?
— Siz de gördünüz, kongre, memleket te büyük bir alâka uyandırdı. Bunun se bebi, âzasının Ankara ve îstanbula inhi sar etmeyip, memleketin her tarafından gelmiş olmasıdır. Böyle olduğu gibi, he nüz yirmi, yirmi beş yaşında bulunanlar dan yetmişini geçmiş olanlara kadar, bu işin mevzuu ile alâkalı her kıymetin kong rede yer alması da mühimdir. Onun için her türlü düşünceler ve istekler serbest çe ortaya atılmış ve tanzim edilen rapor lar, bu, türlü görüşleri aksettirmiştir. Maarif Vekili olarak kongreden kıymetli direktifler almış bulunuyorum. Bunların, ne suretle gerçekleştirileceği işi, ayrıca, bir devlet meselesi olarak yeni tetkikle re muhtaçtır. Bunları, birer birer taşıl laştırma yolundayız. Matbuatımız men suplarının, her hususta olduğu gibi, beni, bu defa da, teşvik ve takviye ettiklerini memnuniyetle ve şükranla ifade ederim.
— Halkımızın okuması için yeni ka rarlar alındı mı?
— Türk milletini yüzde yüz, okur ya zar yapmak her inkılâpçı gibi, benim de emelimdir. Klâsik metotlar dışında, nü fusumuzun yurdumuza dağılış tarzını, iş ve hayat şeklini göz önünde tutarak ye ni plânlar yapmak direktifini, bir vazife olarak, büyük Şefimden almış bulunu yorum. ihtiyaçlarımızı, vasıtalarımızı ve her türlü imkânları hesaplamak suretile pratik hal tarzlarına erebileceğimizi kuv vetle ümit etmekteyim.
Faik Reşit, hâlâ gelmemişti.
— Müzeler ve kütüphaneler için bir
— Arkası 25 nci sayfada —
YENİ DANZİG PULLARI
D anzig m eselesi siy a set dünyasında şiddetli fırtınalara sebep olurken pulculuk âlem inde de çarpışm alar oluyor. Bu, L eh istan la Dan- zig serbest hüküm eti arasında yen i pul çı karm ak m ücadelesidir.
Şüphesiz, bir m em leket için en büyük pro paganda vasıtalarından biri posta pulları dır. B ugün, bütün m em leketler, kendilerini başka m em leketlere, h attâ kendi m illetle rine tanıtm ak için, pullardan istifad e edi yorlar. D anzig de, L ehistandan ayrı olarak, A lm anca pullar neşretm ektedir. M alûmdur ki, D anzig, L ehistana dahil olm akla bera ber, bir serbest şehir halindedir ve dahilî idaresinde büyük bir m uhtariyeti vardır. B ugün, vaziyete, şehirde ek seriyeti teşk il e- den Alm anlar, daha doğrusu nasyonal sos yalistler hâkim dir. Onun için, çıkardıkları pullarda da A lm an fikrini yaym ıya çalışı yorlar.
Son defa D anzig hüküm eti yeni bir pul serisi çıkarm ıştır. P ulların üzerinde üç bü yük A lm an âlim inin resim leri vardır ki, bunlar A lm an nebatat âlim i Gregor Mendel, verem üzerindeki tetk ik lerile m eşhur doktor R obert Koch ve X şualarının k â şifi meşhur R ön tgen ’dir.
YENİ İSPANYA PULLARI
General Frankonun resm i ilk defa olarak pullara basılm ıştır. B iri 40, diğeri 70 «centi- no» olm ak üzere iki kıym etten ibaret bulu nan bu pullar, dahilî harp sırasında basılan lara nazaran daha iyi tabedilm iş, daha sa- natkârane yapılm ıştır.
B irkaç ay evvel toplanan beynelm ilel din konferansı m ünasebetile Cezayir postaları da yeni bir pul çıkarm ıştır.
BİN LİRA BİR PUL
P aristek i son bir m üzayede esnasında Reu nion adası pullarından biri bizim paramızla biner liraya yakın bir fia tla satılm ıştır. H albuki bu pulların k atalog fiatları her biri için 2 bin lira kadardı. F a k a t üzerlerinde bazı ufak kusurlar bulunduğu için o fiata ka dar çıkm am ıştır.
En Güzel Yazlıklar
MODEL
Mecmuasının Haziran sa »
yısmda çıktı
«Yedigün» neşriyatından olart bu
yegâne moda mecmuasını bütün ba-
yilerinizden isteyiniz. Sayısı her
No. 326 YEDİGÜN Sayfa 25
HAŞAN ÂLİ YÜCEL’LE BİR PAZAR
— 17 nci sayfadan — tasavvurunuz var mı?
— Müzelerimiz, bu mevzuda, dünyanın en zengin müesseselerindendir. Uzun za manlar, bir ihtisas telâkki edilmiyen mü zecilik, Cumhuriyet devrinde kanunla tesbit edilmiş ehemmiyetli bir ilim mü- essesesi olmuştur. Son günlere kadar, bir anbar eşyası gibi tıklım tıklım doldurul muş ve müdekkiklerin gözlerinden uzak ve mahpus kalmış kıymetli eşyamız, ye ni açılan salonlarda dış âlemin havasını almak saadetine ermiş bulunuyor. Müze lerimiz, umumiyetle, feyizli bir inkişaf halindedir. İlmi ve Üniversite tedrisatı mızı, müzelerle alâkalı kısmında faaliye te geçirmek için tedbirler almaktayız. Bu cihete, şahsen büyük bir ehemmiyet at fetmekteyim. Kütüphanelere gelince: Bu hususta mühim bir teşebbüsümüz var. Bütün Türkiyedeki resmî kütüphaneler de nekadar kitap varsa, hepsinin listeleri yapılacak ve bunlar birleştirilip bir me celle halinde, her ilim şubesindeki insa nın, müellif ve kitap ismile arzu ettiği eseri, arayıp bulması temin olunacaktır. Elde yarım ve noksan ve elli yıl evvel yapılmış fihristler varsa da, bunlardan arzu edilen istifade temin edilememekte dir. Aldığımız tertibat, zannediyorum, bir yılda yeni ve mükemmelini meydana koymak imkânını verecektir. Bundan başka tasnif heyetimizin senelerdenberi çalışarak vücude getirdiği fişleri bir ara ya toplanarak, önce, İstanbul kütüpha nelerinin mukayeseli yazma kataloğları basılabilecektir. Bunun tarihe ait olan ları, aldığımız tedbirlere göre, altı ay ka dar sonra bitmiş olacaktır. İtinamız o mertebededir ki; bu yazma kataloğları, Bibliothèque nationale ve British Muze- um’un kataloğları kadar mükemmel ola caktır.
Maarif Vekilimiz büyük bir sır tevdi ediyormuş gibi, hafif bir sesle devam etti : — İlk fırsatta da Ankarada büyük ve umumî bir kütüphane yapılması, Maarif programının esaslı maddelerinden birini teşkil etmektedir.
İşte size, genç Maarif Vekilimizin hiç yorulmadan, elindeki bir mektuptan par çalar okuyormuş gibi bir hamlede söyle diği sözler. Onlarda, yapıcı bir inkılâp çocuğunun, istikbale nekadar emniyetle baktığını ve istikbal için nekadar imanlı olduğunu görmek kabildir. Ne yaptığını, ne yapacağını bilmek kadar, insana gu rur ve emniyet verici ne vardır aünyada.. Maarif Vekilimizin kırışık bile bulun mayan yüzüne bir daha dikkatle bakıyo rum. O, cebinden çıkardığı bir deftere, gür ve yukarı kalkık kaşlarının altındaki azimle parlıyan gözlerini dikmiş, ihti mal, biraz sonra yapacağı işi tasarlıyor.
«Sí. 'ía& áuu*
4*i
í&Á
a£ £t¿t/c£efo¿e/i
Toptan ve perakende satış yeri: İstanbul Sultanhamam Hamdi bey geçidi No. 48 - 56 Tel: 21295
ATEŞ NASIL DOĞDU?
— 5 nci sayfadan —
tirmek yine başkadır. Acaba ilk insanlar ateşi nasıl yaptılar?
Vahşîlerin orman yangınlarından veya yıldırımla, yahut güneşle tutuşan ağaç lar alarak onları mağaralarında hiç sön dürmeden uzun zaman besleyip muha faza etmiye uğraştıkları da söylenir. Hâ lâ misalleri görülen ateş mabetleri de bu âdetin izlerini taşır.
İlk ateşin iki kuru odunu biribirine u- zun uzun sürtmekle elde edildiği tahmin ediliyor. Fakat odunları uluorta sürtmek le kolayca ateş çıkartmak mümkün değil dir. Bu sıkı ve kuvvetli temastan ilk ön ce sigara külüne benzer bir toz hâsıl o- lacak ve bu tozlar sürünmenin tekerrürü ile yanacak ve üzerlerine hafifçe üflen mek suretile de alev hâsıl olacak.
Bu güçlükten dolayıdır ki, odunları sürt mek suretile elde edilen ateşi bulabilmek için dahi insanların birçok asırlar geçir miş oldukları söylenebilir. Hele taşlardan ateş çıkarılması, bilhassa çeliğin sert
ta-IIIIIIHIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIimillllllllllllllllllllllllllllllllimilllllllllllliniUIIIIIIIIIII
Hademesiz, uşaksız, teşrifatçısız kori dordan geçiyor, bahçeye iniyorum. Ne yolumu kesen, ne ahret suali soran var. îki katlı evin bir dairesini işgal etmiş bulunan Maarif Vekilimizin yanından ay rılırken halk hâkimiyetinin zaferi karşı sında, milletime, büyüklerime ve kendi me bir daha inanıyorum.
Ertuğrul Şevket
şa ve çakmak taşına vurulması suretile ateş yakılması usulünün daha sonraki asırlara ait olacağı tabiîdir.
Gecenin karanlığına ve soğukların tesi rine çare olduğu, vahşî hayvanları kor- kutmıya yaradığı ve av hayvanlarını kı zartmak için kullanıldığı cihetle mühim bir kudret olan ateşi eskiler dünyanın esasını teşkil eden dört unsurdan biri sa yarlardı ki, haksız değildir.
Hava, toprak ve sudan sonra en mü him unsur ateşti. (Anasırı erbaa) inanı şının hükümden düşmesi, ateşin ehemmi yetini azaltmış olmamakla beraber, şu ci het de sabittir ki, «ateşin en mühim çe şidi insanların içinde yanandır ve bu tür lüsüne ihtiras adını veriyoruz», ve doğru su dünyadaki ateş de asıl bundan doğ du. İ. A. G. BUGÜNKÜ BULMACANIN H A L L E DİLMİŞ ŞEKLİ O © 6 0 0 0 0 ® ® « $ « © M \İY G A Â 1T A L A E L A T A