E' Il
30
-Q>
ğ ■ % ' -
z-
s z «r?Keyifli Salâh Bey Tarihi’ni
keşfetmek isteyenler
durmayın
ULUS FATİH
S
alâh Birsel’i tanırdım. Daha 3 yıl ön cesine kadar bu tümcede ‘d’ harfi kul lanılmazdı. Şöyle bir dize anımsıyo rum: ‘Aşk bizi birleştirdi, kim ayırabilir ki? Ölüm bizi ayırdı, kim birleştirebilir k i?’. Salâh Bey uzun yıllar Bostancı’daki Çağla yan Cafe’de Salı toplantılarının baş konu ğuydu, orası kapatılınca Hatay Resta- urant’ın alt katında toplantılar sürdü. Top lantılar bütüncül olarak edebi sayılmasa da, oraya söyleşi, özlem giderme ve insanların günlük konulardaki düşünce alışverişini sağlaması açısından severek giderdim. Ama başlangıçta Salâh Birsel gibi değerliköşe-gerçekten özümleyebilmiş her değerli san için abartılacak bir yam yoktu, bu bir aleladelikten ziyade, yaşama karşı oluştur maya çalıştığı kendi özel kimliğinin, üstü ne başına yakışmışhğından ve bu kimliği yaşama sunuş becerisindeki doğallığından
ıra ' va
gibi üstünkörü davranışlardan sakımmlı,
UŞ Dİ _
ileri geliyordu. Şimdi orada yapaylıktan uzak, gereksiz kızgınlık ya da küskünlük donanımlı bir portreyle pek çok zaman ge çirip, belirgin olmasının özellikle istenme diği bir deneyim zenginliğinin bizlere yan sıtılarak, yaşama karşı öyle pek sıkça görül meyen bir ‘denge’ kazandığımızı düşünü yorum...
Olgunlaşmak
Bu dengeyi onun yapıdannda daha iyi görürüz, örneğin denemelerinde, ilk kitabı de son kitabı arasındaki dil ve biçem farkı yok denecek kadar azdır, şiirlerinde ise bu çünkü gizil bir ironinin harmanlandığı kı sa uyaklı dizeler herhangi bir çarpmca yol açmadan, doyurucu bir şiirsellikle anlağı mıza vanrlar. Korkunç olan yirmili yaşlar da yazılmış şiirlerde, son yıllarında yine şi ire ağırlık vererek yazdıklarının arasında hiçbir fark olmayışıdır, öyle ki bizim bile meyeceğimiz bir gençlik şiirini dün yazmış çasına okusaydı, kesin olarak buna inana bilirdik, bir şiir anlayışım ilke edinmiş ve belleğinin karanlık adasında, onu saklaya rak yular ve yıllar sonra gene aynı edebi güç ve aynı enerjik bakışla okuyucuya sunabil- miştir.
Oysa yazın sanatının en güç yanlarından biri; bir dil (sözcükler), bir biçem (omur-yışınır
tekille
ga, vücut) ve bir yaşam (felsefe, ruh) atıla- dinileı
lış düj
sidir. Olgunlaşmak diye niteleyebileceğimiz bu durumu ayrımsayamadan yazın sanatı nın fiyordlarma dalış yapanlar ne yazık ki yışının ilke edinilerek,onun bir bileşkeyle
eşmesi ve dış dünyaya
yansıtdabilme-bir daha su yüzüne çıkamıyorlar. İşte Salâh İ ğ i ... ;uyu j
aym l
de yansıdığını algılayamadan ‘denemeyi’ Birsel şiirde bu olguyu genç yaşında başar mış, denemede de aynı tümelliğin, bilincin-denememiştir...
Sonuçta insanoğlu yazarken, (aslında) okumayı sürdürür. Bu bir paradoks gibi ya- ı asla öğrenilemeyeceğine işaret etmez,
aksine bundan anlaşılır ve yalın b ir : zının
tam
nuç çıkarılmalıdır, yazmak okumanın türe vidir gibi, ama fark şu olmalıdır, okurken okuduklarımız aritmetik biçimde artma gösterirler, yazarken bu görüngü, geomet rik biçimde karlanmalıdır ki yazın sanatının boyutlarını gerçekten kavrayabilelim. Vi- zörden bir başka olarak yazının pencerele rinden biri de budur sanıyorum.
Gözlerimizi kapadığımızda karanlık du varların içindeymiş bir duyguya kapılırız, açtığımızda ise bütün yeryüzü gözümüzde canlanır... Bu gözler bir zamanlar Salâh Bir sel’i görüyor, anlıyor ve konuşabiliyordu ama şimdi bu satırları yazarken gözlerim açık ve ne ilginçtir ki dört duvar arasında- yım ve am k onu ancak gözlerimi kapadı ğımda görebiliyorum! iy i bir yazar, iyi bir insan olarak, san bir halenin içinden bir kurs gibi beliren başı, bir ışık gibi yavaşça yaklaşıyor ve sonra birden kayarak ait oldu ğu yere, Hades’e doğru dönüp gidiyor... Tanrı bile olmuş şeylerin önüne
geçemez-Salâh Birsel’in “geçemez-Salâh Bey Tarihi”nin ilk kitabı
Kahveler kitabı
miş. A m k benim için o yok... Peki, onun için ben var mıyım?.. Biliyorum ki ben de
yar kal, şey değiliz..
miz için var saylayabilirdik, peki bu tuhaf değişkeyi kim sunup, kim hazırlıyor bize... Düşler tannsı Morpheus mu, çünkü, belki de düşsel bir okyanusun irindeyizdir. Ölü ler tannsı Hades mi... Belki de yaşadığım savlayan birer ölümlüleriz. Zamanın için de, kim bilir belki de kirpiklerimizi aralaya cak kadar bir an bahşedilmiştir bize... Bel ki yaşanmış bir geçmişle, ölümlü bir gele cek arasında koşturup duran bir an’ız biz. Düşündükçe bedenimden kurtuluyor ve var oluşum bir soyutlamaya dönüşüyor. Ve -özlemler içinde- san solgun bir dünyaya doğru yok olup gidiyorum.
Son olarak diyorum ki: Şimdi bir siluet gözlerimin önünden uzaklaşırsa -yok mu- oluyor... Peki, ona dokunabilseydim var mı olacaktı?.. Yine de ölümle ilgili iki anekdot aktarmak isterim: Pers Kralı Darius mız- raklan kalkanları ve tunç sorguçlarıyla, ova da, sabah güneşinin gümrah ışığında des tansı biçimde parıldayan ordularına bakıp ağlamaya başlamış, en yakın komutanların dan biri gözyaşlarının nedenini sorunca: Şu görkemli ordudan yüz yıl sonra geriye bir şey kalmayacak, onun için ağlıyorum, de miş. İkincisi Melih Cevdet Anday’la ilgili: Anday bir kış günü arkadaşlarıyla kahvele rin önünden geçerken, buğulu camın öte sinde, elini kolunu sallayarak oyun oyna- an, mihaniki harekederie bağırıp çağıran
iibuhğii. bu tuhaf pandomim ordusuna
bakarak arkadaşına demiş ki: ‘Aslında bun lar yaşamıyor!..’
Ölümün
puslu manzarasından çıkalım ve diyelim ki, işte o değerli yazın eri Salâh Bir- sel’in, Kahveler Kitabı(Salâh Bey Tarihi: 1),
e- in ölçülü, gizil esprilerle dolu, İstanbul’da bir zamanlar hayallerin kurulduğu, yazarlann çizerlerin gelip geçtiği, meşhur kahvehane lerinin anlatıldığı dizinin ilk kitabı... Adı üs tünde: Kahveler Kitabı. Salâh Birsel’i oku mayan, denemelerini, günlüklerini izleme yen, şürlerinin tadı, kısa akışında gezinme yen bir kul kalmış mıdır bilemiyorum ama işte bilenlerin bilmeyenlere, görenlerin gör meyenlere anlatacağı bir kitap bu. Beğen diğim bir bölümü aktarmakla yetinerek, Sa lâh Birsel’in dünyasında gezinmeye başla manızı diliyor ve iyi bir yazarla tanışmaya çağrılıyorum...
Kâtip Salih Bendi
“ Vezneciler’de Letafet Apartmanı yapıl dıktan sonra altında da
Darüttalim Kıraat
hanesi
açılır. Büyükten büyük bir yerdir bu rası. Şirvanımsı balkonlan vardır. Kapıdan girince sağda solda peykeler görünür. M a sası, iskemlesi de pek çoktur. Burada da ra mazanlarda karagöz oynatılır. Kâtip Salih Efendi perdesiniFevziye Kıraathanesi
nde kurmamışsa burada kurmuştur. Karagöz oynatdacağı geceler kıraathanenin kapışma Karagöz üe Hacivat’ın resimleri asüır.1916 yılında Fahri Kopuş
Darüttalim-i
Musiki Heyeti nsn
basma geçince kıraatha ne uzun yıllar bu topluluğun saz sesleriyle çınlamıştır. Buraya her türlü insan gelir. Üni versite profesörlerinden (müderris), öğren- cüerden, aktörlerden, musikicüerden - Muhlis Sabahattin burayı evi bilir- üne ka vuşmamış ozanlardan, gazetecüerden, res- sandardan tutun da pehlivan ve vali esldle- rine, zengin mirasyedilere, top atmış ya da para babası tüccarlara, devlet ileri gelenle rine, satranç ve dama ustalarına değin her kes burayı tanımıştır. (...)Gençliğinden beri Ahmet Hamdi Tanpı- nar’da özel bir tutkunluğu vardır buraya.
Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Estitüsü
adlı romanın kişüerini de çoğunlukla bu kahve den çıkarılmıştır (...) Buradaki konuşmala rın başlıca özelliği bir şeyin yeniden, yeni den anlatılmasındır. Bu, kimseyi yormaz.Kahvedekileri tedir gin eden şey yeni dü şünceler, yeni sorun lar, ciddi konulardır. Bu gibi ciddi konuş malara kucak açan lara da dünya düzel ticisi anlamma gelen “Nizamıâlemci” de nir ve bunlar hiç de makbul sayılmaz. Buraya geldiğinin ilk haftasında Tanpı- nar’m önünde bir tartışma açılmış ve Tan- pmar’m bir nizamıâlemci olduğu oy birli ğiyle karar altına alınmıştır.
Darüttalim Kıraathanesinde,
de her kah vede olduğu gibi felsefeden siyasaya değin her türlü konuya soğan doğranır. Ama bu rada yine sözü Tanpmar’a bırakmak yerin de olacaktır: ‘Tarih, Bergson felsefesi, Aris to mantığı, Yunan şüri, ruh çözüm, ispiri- tizma, şuradan dedikodu, çıplak öykü, kor kunç yâ da meraldi serüven, günlük siyasal olay, birbiriyle sarmaş dolaş biri öbürünü yanda bırakarak, beraberinde her rasgeleli ğini taşıyan bir bahar seli gibi kabararak bu konuşmalarda beyhude ve şaşırtıcı bir bi çimde akar giderdi. Elbet hiçbirinden de tam açılmazdı. Büyük İskender ya da Anı- bal, Kant’ınim peratiflen,
bu sayıklamaya benzer konuşmada sadece günlük yaşamı uyuşturmak için icat edilmiş şeylerdi. Zaten en doğru olay bde söyleniş tarzı için anlatı lırdı. Birbirlerini o kadar çok dinlemişler di ki, hepsi anlatüanı aşağı yukarı öncedenbilirdi. ’
Söz yine Tanpınar’da:
‘Burada konuşma yalnız konuşmacının kendisi için, konuşanların yetenekleri için di ve daha çok sevilmiş bir eserin ya da oyu nun yinelenmesine benzerdi Ve de sohbet, bir orta oyunu gibi, önceden belirlenmiş koşullarla sürüp giderdi. Hep aynı sözcük-
rde
lerie lafa karışılır, aym yerlerde gülünür, se rüven oradakilerden birkaçı arasmda geç mişse, ilgililer hep aym yerlerde bütünleyi ci açıklamalar yaparlardı. Anlatan yeni ye ni ayrıntılara girerse söz kesilir: -Bunu yeni uydurdun- denirdi. Ama bu yeni biçim ve parça gelecek programda aym dikkatle ara nırdı.’
Adnan Giz, bir yazısında, “Esafili Şark”ın Direklerarası’ndaki
Halk Kıraathanesi
nde de toplandığım yazar.“Esafili Şark” üyeleriyle ilgili bir de “Fon Jallas” olayı vardır ki onu da buraya aktar mazsak yazarlığımızın karaciğerini daralt mış oluruz.
Cumhuriyet’in ilk yıllarmdayız. Herkes lerde para nanay mı nanaydır. Yurtdışın- dan para sağlamanın vollan kimi açıkgöz lerin kafalarını kurcalamaktadır.. Aaa, ga zetelerde bir haber: Amerika’daki Rockfel- ler kuruluşu Türkiye’de eğitim kuram ları na yardım ediyor.
Membaı irfan Okulu’nun otuz kadar öğ rencisi vardır. Top attı, atacaktır. Okul mü dürü Amerikan yardımından başka hiçbir şeyin belini doğrultamayacağı inancında dır. Tıp Fakültesi’nden Dr. Atamanzade Şe- rafettin bir burs elde edip yurtdışında uz manlığım bütünlemek isteğındedir. Hüsnü Yaman ise yardımın kendi okulu için hiç de fena olmayacağı düşüncesini besler.
Bütün bunlar Amerikan yardımı laflan ortalarda dolaşmaya başladıktan sonra sap tanan olgulardır. Yardım konusu kahvede de günlerce sağdan, soldan çekiştirilmiştir. Derken ortaya bir Fon Jallas adı çıkar. Fon Jallas Cenaptan yardım işini görüşmek üze
re Türkiye’ye geliyordur.’
Öykünün bundan sonrasını Adnan Giz anlatsın ki biz de boşu boşuna araya girmiş olmayalım. Çünkü bu öyküyü “Esafili Şark” kişilerinden tutan odur:
‘O tarihte bıyıklı olan Emin Ali bir gün bir arkadaşıyla berberine gider. Berber yan lışlıkla bıyığını bir ucunu kesince, Emin
-Hepsini kes- buyruğunu verir. Berber bir an duraksarsa da buyruğu yerine getirir. Çün kü Türkiye’de bıyıksızlık modası daha baş lamamıştır. Ardından akima gelen bir mu ziplikle kaşlarım da kestirir. Ortaya yepye ni bir yüz çıkmıştır. Burası öykünün püf noktasıdır ve gözlerine bir kara gözlük ta lan bile Emin Ali'yi ı
o zaman Emin Ali sevinçle haykırır: -Ben Fon Jallas oldum-. Evet, Emin Ali günler den beri sözü edilen ve dostlarım düşüne giren Rockfeller’in temsilcisi Fon Jallas ola cak ve ilk Amerikan yardımı hayaline bel bağlayanları yerden yere vuracaktır. Ber berden çıkıp, galiba Atamanzade’nin mu ayenehanesine giderler. Bir yandan da H üs nü Yam anla Membaı irfan Lisesi Müdü- rü’ne haberler uçurulur. Onlar da koşarak muayenehaneye gelirler. Bu oyunda Emin Ali ite işbirliği yapan Martı Kaptan’ın ter cümanlığı ile görüşme ve pazarlık başlar. Fonjallas Cenapları, Membaı irfan Müdü- rü’ne kaç öğrencisi olduğunu _sorar. M ü dür, otuz öğrenci dese olmayacak, yüzü aş kın bir sayı söyler. Jaıllas ne kadar yardım istediğini sorar.
Bir yüz bin dolar lafı döner ki o günler için baş döndüren bir sayıdır. Fon Jallas yardım bekleyen üç dosta da bol keseden sözler verir. Ertesi gün, Emin Ali aynı kılık la Kahveye gidip de işi meydana vuranca yer yerinden oynar. Oyuna gelenler, başta o üç kişi ve onların ardı sıra Adananlar,
ola-S
son derece onur kırıcı sayarlar. O kadar Nazmi Acar'ın kardeşi Baytar Fahri Bey bir yıldan çok bir süre Emin Ali ilekonuş-Bip damla gözyaşı
Ne
Darüttalim Kıraathanesi
ni ne deLe
tafet Apartmanım
da bulamazsınız, Vezne ciler’dekiKuyucu Murat Paşa Külliyesı
nin yanında bulamazsınız artık. Bu güzel kita bın yazarını da artık bulamayacağınız gi bi...Ne garip, bu kitabı ben yazmadım ama elim değiyor, bu kitabı o yazdı ama eli değ miyor. Ölmek; görkemli evren karşısında, toprağa düşen bir damla gözyaşı mıdır...
Tanrı; Hakem’in sağ elindeki yüzüğü sol ele geçirmesinden, N üd e suların çekilme sinden, kılıçların el değiştirmesinden, güne şin batışıyla savaşa ara verilmesinden, fer man yazılırken mürekkebin devrilmesin den sıkça söz eder. Ve karım kırmızısını kut sal, cüzamın beyazım nur sayar!.. Bu ba kımdan yazarımızın değerini, sîzlerin anla yışınıza bırakıyorum!... Şu yaşamda, suya damlayan bir su gibi, Salâh Birsel de geldi ve geçti.
“Uzaktaki her şey huzur vericiydi, her şey bir buğu perdesini ardmdaydı. Altın sarısı bir kıvılcım, suyla hava arasındaki çizgide parıldadı, suyun üzerinde yüzdü, yaklaştı, genişledi, değişti; nesne, semayla yeryüzü arasmda, gökkuşağının kemeri altında ası lı kaldı. Huzur veren ama koyu renkli bu lutlar ardında dağıldı. Nesne uçuyormuş gibi havada duruyordu, in ci gibi, yapağım- sı, parıltılar saçan hava giysi gibi etrafında yayılıyordu; karanfille hafif renklendirilmiş ışık, yüz, kol, bacak gibi görünenlere renk verdi, büyük bir yıldız bir meleğin akımda sessiz bir ışıltıyla parladı, kalkan bir kol ve bir el, bir ışık çizgisi gibi parıldayarak, yu karıdaki fiyonga işaret etti ve yüreğimde bir ses fısıldadı: ‘Umut Gayret’e gülümser! ’ (E. Bronte)”.
Bu bahse, Salâh Birsel’den bir anekdot: (inanabilir misiniz bilmem ama sanat için ‘M oda’ derdi) ve onun anlandı bir şiiriyle son verelim:
Uyumazsa kuzular ağıllarda / Tahtında
uyur kral / Uyku krallara avuntu
Soyunsa da postundan kuzu / Kral yüzer
kürklerde / Kürk krallara giysi
Bir tepeden ötekine / İnlese d e vurularak
kuzular / Susmak krallara özgü
Ey kuzu kuzulayan ava / Bu n e kadar çok
Nemrut / Ne kadar az Yunus Emre
Tout au monde existe pour aboutir a un livre... “Dünyada her şey sonunda bir kitap olmak üzere vardır...” ■
Kahveler Kitabı/
Salâh Birsel/Sel Yayın-
alık/ Deneme/ 278 s.
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 5 1 S A Y F A 1 5
Taha Toros Arşivi