• Sonuç bulunamadı

101 NUMARALI KASTAMONU ŞER‘İYYE SİCİLİNİN TRANSKRİPSİYON VE DEĞERLENDİRİLMESİ (H.1254-1255 / M.1838 -1839)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "101 NUMARALI KASTAMONU ŞER‘İYYE SİCİLİNİN TRANSKRİPSİYON VE DEĞERLENDİRİLMESİ (H.1254-1255 / M.1838 -1839)"

Copied!
327
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

KASTAMONU ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

101 NUMARALI KASTAMONU ŞER‘İYYE

SİCİLİNİN TRANSKRİPSİYON VE

DEĞERLENDİRİLMESİ

(H.1254-1255 / M.1838 -1839)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

RAMAZAN MAYUK

DANIŞMAN

DR. ÖĞR. ÜYESİ SİBEL KUNDAKÇI

(2)

TARİH ANABİLİM DALI

YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

101 NUMARALI KASTAMONU ŞER‘İYYE SİCİLİNİN

TRANSKRİPSİYON VE DEĞERLENDİRİLMESİ

(H.1254-1255 / M.1838 -1839)

RAMAZAN MAYUK

DANIŞMAN Dr. Öğr. Üyesi Sibel KUNDAKÇI JÜRİ ÜYESİ Doç. Dr. Ercan ÇELEBİ

JÜRİ ÜYESİ Dr. Öğr. Üyesi Saim YÖRÜK

(3)

Şer‘iyye Sicilinin Transkripsiyon ve Değerlendirilmesi (H.1254-1255 / M.1838-1839)” adlı tez çalışması aşağıdaki jüri üyeleri önünde savunulmuş ve oy birliği / oy çokluğu ile Kastamonu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.

DANIŞMAN Dr. Öğr. Üyesi Sibel KUNDAKÇI ………. Kastamonu Üniversitesi

JÜRİ ÜYESİ Doç. Dr Ercan ÇELEBİ ……… Kastamonu Üniversitesi

JÜRİ ÜYESİ Dr. Öğr.Üyesi Saim YÖRÜK ……… Çankırı Karatekin Üniversitesi

17 / 06 / 2019

(4)

Tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada bana ait olmayan her türlü ifade ve bilginin kaynağına eksiksiz atıf yapıldığını bildirir ve taahhüt ederim.

İmza

(5)

ÖZET Yüksek Lisans Tezi

101 NUMARALI KASTAMONU ŞER‘İYYE SİCİLİNİN TRANSKRİPSİYON VE DEĞERLENDİRİLMESİ (H.1254-1255 / M.1838-1839)

Ramazan MAYUK Kastamonu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Tarih Anabilim Dalı

Danışman: Dr.Öğr. Üyesi Sibel KUNDAKÇI

Osmanlı Devleti tarihinin kaynakları arasında birinci derecede öneme sahip kaynakların başında şer‘iyye sicilleri gelmektedir. Bu çalışmada H.1254-1255 (M.1838-1839) yılları arasını kapsayan 101 Numaralı Kastamonu Şer‘iyye Sicili incelenmiştir. Bu dönemde Kastamonu, Sancak Beyliği durumundadır. Şer‘iyye sicilleri, kadıların görevleri gereği mahkemelerde verdikleri kararları, merkezden gelen belgeleri ve sorumlu oldukları yerlerdeki önemli olayları kaydettikleri defterlerdir. Bu kayıtların kaza merkezlerinde kaydedilmiş olması, onları yerel tarih çalışmaları açısından önemli bir kaynak haline getirmektedir. Çalışılan sicil ve belirtilen dönem aralığında Kastamonu Sancağında görevli önemli isimler, Mültezimler, Mutasarrıflar, Kadı ve Ayanlar, Müderrisler; Kastamonu nahiye ve köyleri, kazalar, mahalleleri, o dönemde hizmet veren vakıflar, toplanılan vergiler gibi Kastamonu kent tarihine ışık tutacak önemli bilgilere ulaşılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Şer‘iyye Sicili, Kaza, Kadı, Kastamonu, Mahkeme 2019, 315 sayfa

(6)

ABSTRACT

Master's Thesis

THE TRANSCRİPTİON AND EVALUATİON OF KASTAMONU SHARİAH REGİSTER NUMBER 101 (H.1254-1255 / M.1838-1839)

Ramazan MAYUK

KASTAMONU UNIVERSITY THE INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES DEPARTMENT OF HISTORY

Supervisor: Ph. D. Sibel KUNDAKÇI

Among the sources of the history of the Ottoman Empire; the primary sources of the the importance are the shariah registers. İn this study, the number 101 of the Kastamonu Shariah Register, which covers the years between H.1254-1255 (M.1838-1839), has been examined. During this time Kastamonu is in the state of Sanjak. Shariah registers are the books in which records the decisions they made in the courts due to their duties, the documents from the center and the important events in their areas of responsibility. The fact that these records were recorded at township centers makes them an important source for local history studies. During the period of study and the specified period, important names in the Sanjak of Kastamonu, taxmans, sufis, kadı and landed proprietor in ottoman empire, mudarrises, Kastamonu’s districts and villages, districts and neighborhoods, foundations serving in that period, collected taxes will shed light on the history of caste, which marked the period, was determined.

Key Wors: Shariah Register, Township, Muslim Judge, Kastamonu, Court 2019, 315 pages

(7)

ÖNSÖZ

Geçmiş, bugün ve gelecek arasında güçlü köprüler kurulması siyaset, ekonomi, askeri ve toplumsal alanda yaşanan tecrübelerin gelecek kuşaklara aktarılması devletlerin ve milletlerin tarihinde çok büyük önem taşımaktadır. Bu tecrübeleri gelecek kuşaklara aktarabikmek de ancak geçmişe ait birinci el kaynaklara sahip olmak ve onları gereği gibi değerlendirmekle mümkündür. Osmanlı Devleti de, yaşananları belgelemek için resmi kayıtları özenle tutmuş ve bunların muhafazasına büyük önem vermiştir. İşte Osmanlı Devleti’nin XV. yüzyılın ortalarından başlayıp XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar tuttuğu, arşiv malzemeleri arasında önemli bir kaynak teşkil eden şer‘iye sicilleri üzerinde yapılacak olan çalışmalarla, Osmanlı Devleti ile ilgili ilk elden bilgilere ulaşılıp, dönemin siyasi, askeri, iktisadi, idari ve içtimai tarihine ışık tutabilecek güvenilir bilgiler elde edilecektir.

Şer‘iyye sicilleri, Osmanlı Devleti’nin taşra teşkilatının en önemli görevlilerinden biri olan kadıların devlet merkezi ile yaptıkları resmi yazışmaları, halkın şikâyet ve dilekçelerini, mahalli idarelere ait hukuki düzenlemeler olarak kabul edilen fermân ve hükümleri, en önemlisi de ait olduğu mahallin sosyo-ekonomik ve kültürel hayatını yansıtan mahkeme kararlarını içerdiği için Osmanlı tarihinin kaynakları arasında birinci derecede önem arz ettiğini söylemek mümkündür. Zira siciller hemen her konuda tarihe temel kaynak olacak birçok konuyu içerisinde barındırmaktadır. Önemli tarihi olaylardan tutun da, vakfiyeler, terekeler, cami, medrese, kilise gibi önemli yapıtların varlığı, çeşitli konularda yapılan akidler, tarihi şahsiyetler, mahalle adları, önemli tarihi müesseseler, Şeyhülislam, Kazasker ve Sadrazam gibi büyük devlet adamlarının hayat hikâyeleri, kimin nereye tayin edildiği, hangi tarihte, hangi vasıfla, nasıl bir devlet hizmeti ifâ ettiğine kadar çok geniş bir yelpazede tarihi, pek çok konuyu aydınlatmamızda bizlere yardımcı olan önemli kaynaklardır. Ayrıca siciller, Osmanlı ülkesinde azınlıkların sosyal, iktisadi, ticari, dini vs. hayatları hakkında da fevkalade geniş bilgiler ihtiva etmektedir.

Şer‘iyye sicillerinin her konuda tarihe kaynak olacağından şüphe bulunmamakla beraber, özellikle şehir tarihçiliği açısından ve yurdun muhtelif bölgelerindeki mahalli hayata ait ilmi araştırmalarda siciller birincil kaynak

(8)

olmaktadır. Kayıtlar, olayı müteakiben hemen tutulduğu için herhangi bir tahrifatın yapılması veya yanıltıcı bilgilerin bulunması ihtimalini de ortadan kaldırmaktadır. Bu yönüyle son derece güvenilirdir.

Üzerinde çalıştığımız sicile bağlı olarak diğer kaynak ve telif eserlerden de istifade ederek oluşturulan bu tez, Kastamonu tarihi hakkında yararlanılacak kaynak eser niteliği taşımaktadır. Kastamonu’ya ve o zamanlarda Kastamonu Sancağına bağlı çevre illere ait ekonomik, askeri, sosyal, dini hayat, kültür, örf ve adet, gelenek ve görenekleri ortaya koymaktadır.

Tezin hazırlanmasında emeği geçen, çalışmamda her türlü teşvik ve desteklerini esirgemeyen saygıdeğer hocam Dr. Öğr. Üyesi Sibel KUNDAKÇI‘ya sonsuz teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca hem lisans dönemimde hem yüksek lisans dönemimde yardımlarını esirgemeyen Prof. Dr. Cevdet YAKUPOĞLU’na, Prof. Dr. Mehmet Serhat YILMAZ’a, Doç. Dr. Ercan ÇELEBİ’ye sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Son olarak bu uzun ve meşakkatli süreçte manevi desteklerini benden hiç eksik etmeyen sevgili eşim Satı MAYUK’a teşekkürü bir borç bilirim.

RAMAZAN MAYUK

(9)

İÇİNDEKİLER ÖZET ... i ABSTRACT ... ii ÖNSÖZ ... iii İÇİNDEKİLER ... v KISALTMALAR ... viii 1. GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM ... 2 2. ŞER‘İYYE MAHKEMELERİ ... 2

2.1. Başlangıçtan Tanzimat Dönemine Kadar Şer‘iyye Mahkemeleri ... 2

2.2. Tanzimat'tan Sonraki Dönemde Şer‘iyye Mahkemeleri ... 3

2.3. Şer‘iyye Mahkemesi Görevlileri ... 4

2.3.1. Kadı ... 4 2.3.2. Nâib ... 8 2.3.3. Muhzır... 9 2.3.4. Çavuş ... 10 2.3.5. Subaşı ... 10 2.3.6. Mübâşir ... 11 2.3.7. Müşâvir ... 11 2.3.8. Kâtip ve Hademe ... 12 2.3.9. Kassâm ... 12 2.3.10. Şühûdü’l-hâl ... 13 3. ŞER‘İYYE SİCİLLERİ ... 14

3.1. Şer‘iyye Sicillerindeki Belge Çeşitleri ... 18

3.1.1. Kadı Tarafından Kaleme Alınan Belgeler ... 19

3.1.1.1. Hüccetler (Senedât-ı Şer‘iye) ... 19

3.1.1.2. İ’lâmlar ... 20

3.1.1.3. Ma'rûzlar ... 22

3.1.1.4. Mürâseleler ... 23

3.1.1.5. Tereke Defterleri ... 23

3.1.2. Başka Makamlardan Yazılan ve Sicile Kaydedilen Belgeler ... 24

(10)

3.1.2.2. Sadr-ı a’zam, Beylerbeyi ve Kazaskerden Gelen Buyrultular ... 25

3.1.2.3.Tezkereler ... 25

3.1.2.4. Temessükler ve Diğer Kayıtlar ... 25

3.2. Şer‘iyye Sicillerinin Önemi ... 26

3.2.1. Türk Tarihi ve Kültürü Açısından Önemi ... 26

3.2.2. Hukuk Tarihi Açısından Önemi ... 27

3.2.3. İktisat Tarihi Açısından Önemi ... 28

3.2.4.Sosyal Yapı ve İdari Teşkilat Açısından Önemi ... 29

3.2.5. Askeri Tarih Açısından Önemi ... 30

İKİNCİ BÖLÜM ... 32

4. 101 NOLU KASTAMONU ŞER‘İYYE SİCİLİNİN TRANSKRIPSİYON VE DEĞERLENDİRMESİ ... 32

4.1. 101 Nolu Tarihli Kastamonu Şer‘iyye Sicilinin Tanıtımı ... 32

4.1.1. Metnin Transkripsiyonunda Takip Edilen Metod ... 32

4.1.2. Tez İçindeki Belgelerin Konulara Göre Tasnifi ... 33

4.1.3. Tez İçindeki Belgelerin Türlerine Göre Tasnifi ... 33

4.2. Belge Özetleri Ve Transkripsiyonu ... 34

4.2.1. Belge Özetleri ... 34

4.2.2. Metin Transkripsiyonu... 55

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 290

5. KASTAMONU SANCAĞINDA İDARİ, İKTİSADİ VE SOSYAL HAYAT 290 5.1. İdari Yapı ... 290

5.1.1. Sicilde Adı Geçen Görevliler ... 290

5.1.2. Sicilde Adı Geçen Kastamonu’ya Bağlı Yerleşim Yerleri ... 295

5.1.2.1. Sicilde Adı Geçen Kazalar ... 295

5.1.2.2. Sicilde Adı Geçen Mahalleler ... 296

5.1.2.3. Sicilde Adı Geçen Karyeler (Köyler) ... 297

5.1.2.4. Sicilde Adı Geçen Nahiyeler ... 298

5.1.2.5. Sicilde Adı Geçen Divanlar ... 298

5.2. Sosyal Yapı ve Hukuki Yapı ... 299

5.2.1. Dini ve Etnik Yapı ... 299

5.2.2. Unvan ve Lakablar ... 299

(11)

5.2.4. Belgede Yer Alan Vakıflar ... 301

5.3. Ekonomik Yapı ... 302

5.3.1. Kullanılan Günlük Ev Eşyaları ... 302

5.3.2. Çarşı ve Pazar Yerleri İle Meslek Grubları ... 302

5.3.3. Ziynet Eşyaları ... 303

5.3.4. Tarım ve Hayvancılık ... 303

5.3.5. Terekelerden Alınan Vergi Ve Harçlar ... 304

SONUÇ ... 305

KAYNAKÇA ... 308

EKLER ... 312

(12)

KISALTMALAR

A.g.e: Adı Geçen Eser A.g.m: Adı Geçen Makale A.g.l: Adı Geçen Lügat A.g.t: Adı Geçen Tez

A.K.D.T.Y.K: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Bkz.: Bakınız

C.: Cilt Çev.: Çeviren

D.T.C.F.D.: Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi Ed: Editör

H.: Hicri

IRCICA: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Ararştırma Merkezi İ.A.: İslam Ansiklopedisi

İ.Ü.E.F.T.D.: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi K.Ş.S.: Kastamonu Şer‘iyye Sicili

M.: Miladi Mad.: Madde

M.Ö.: Milattan Önce M.S.: Milattan Sonra

OSAV: Osmanlı Araştırmaları Vakfı

OTAM: Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi s.: Sayfa

S.: Sayı

S.B.E.: Sosyal Bilimler Enstitüsü

T.A.L.D.: Tarih Araştırmaları Literatür Dergisi T.D.A.V.: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı TDV Yay.: Türkiye Diyanet Vakfı Yayını T.T.K.: Türk Tarih Kurumu

(13)

1. GİRİŞ

Üç kıtaya yayılmış olan ve bünyesinde farklı ırk ve dinlerden birçok unsuru barındıran Osmanlı Devleti’ni asırlarca ayakta tutan faktörlerin başında, bu devletin sahip olduğu hukuki yapı ve bunu uygulayış tarzı gelir. Bu devleti kuranlar, daha önce kurulmuş Türk ve İslam devletlerinden gelenek, kültür, örf, adet, sosyal hayat tarzının yanı sıra, o zamana kadar yürürlükte olan ve büyük oranda birlik arz eden bir hukuki yapıyı da almışlardır.1 Bu durum, Osmanlı Devleti’nin söz konusu devletlerin

adli teşkilatını hiç değiştirmeden kullandığı anlamına gelmemelidir. Osmanlıların yaptığı bir taraftan bu hukuki düzeni kısmen dönemin ihtiyaçları ışığında yeniden yorumlamak, diğer taraftan da bunu etkin bir tarzda hayata geçirmektir.2 Osmanlı

hukukunun esas temelini İslam hukuku oluşturmuştur. Bu durum Osmanlı Devleti’nin çağdaşı veya daha önce kurulmuş olan diğer İslam devletleri için de geçerlidir. Ayrıca buna, İslam hukukunun ayrıntılı olarak düzenlemediği veya düzenlenmesini devlet başkanlarına havale ettiği alanlarda Osmanlı padişahları tarafından dönemin ihtiyaçları ve anlayışı ışığında hukuk kurallarının konduğu olgusu da eklendiğinde, altı asırlık Osmanlı uygulamasının nasıl kendine özgü bir hukuki yapı ortaya koyduğu kolayca anlaşılmaktadır.3

Osmanlı hukuku iki unsurdan oluşmuştur. Birincisi İslam hukukuna "şer‘", "ahkâm-ı şer‘iyye", Osmanlı hükümdarları tarafından konulan hukuk kurallarına da "örf", "kanun", "kavan-i örfiyye" gibi isimler verilmiştir. Ferman, berat, hüküm, kanunname, siyasetname, adaletname tarzındaki Osmanlı hukuk belgelerinde Osmanlı hukukunun bu ikili yapısı "şer‘" ve kanun" şeklinde sürekli birlikte anılmıştır.4 Klasik fıkıh kitapları içinde yer alan ve geçmiş dönemlerde devletin

müdahalesinden uzak kalarak, bağımsız olarak oluşmuş şer‘i hukuk, doğrudan doğruya kaynağı kur’an, sünnet, icmal ve kıyasa dayanan şer‘i hükümlere, şer‘i şer’if ya da şer‘i hukuk denilmektedir. Osmanlı kanunnamelerinde de şer‘i hukuk adı verilir. Osmanlı kanunnamelerinde şer‘i hukukun geçerliliği için hiçbir kişi veya

1 Murat Şen,“Osmanlı Hukukunun Yapısı”, Osmanlı Ansiklopedisi, C. VI, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,

2000, s.327.; Yusuf Halaçoğlu, XIV- XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, TTK, Ankara 1988, s. 104.

2 M. Akif Aydın, “Osmanlı Hukukunun Genel Yapısı ve İsleyişi”, Türkler, C. X, Yeni Türkiye Yay., Ankara

2002, s.24.

3 Aydın,a.g.m., s.24. 4 Aydın,a.g.m., s.24.

(14)

kurulun tasdikine gerek olmayan ve fıkıh kitaplarında tedvin edilmiş bulunan hukuki hükümleri ifade eder.5

Örfi hukuka ise ilk kez Osmanlı Devleti’nde Fatih Sultan Mehmed (1451-1481), zamanında Tursun Bey'in yazdığı kayıtlarda rastlanmıştır. Önceki İslâm devletlerinde de varlığına rastlanan örfî hukuk; örfî padişahî, örfi-i münif-i sultanî seklinde farklı isimler almıştır. Bu hukuka ait bilgiler diğer İslam devletlerinde de görülmüştür. Moğollarda Cengiz Han Yasaları, Timur’un Tüzükat’ı, Akkoyunlula’rın Uzun Hasan Kanunları ve Dulkadiroğulları'nın Alaûddevle Kanunları örfi hukuka örnek gösterilebilir. Bu duruma islâm öncesinde meydana gelen töre ve yasak geleneğinin bir etkisi olduğu söylenebilir. Osmanlı Devleti’nde örfî hukukun hazırlanmasında en önemli rolü üstlenen kurum Divan-ı Hümâyun ile burada çalışan nisancılardır.6

BİRİNCİ BÖLÜM

2. ŞER‘İYYE MAHKEMELERİ

2.1. Başlangıçtan Tanzimat Dönemine Kadar Şer‘iyye Mahkemeleri

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Tanzimat dönemine kadar hukuki ihtilafların çözüm yeri şer‘iyye mahkemeleri olmuştur. Bu mahkemeler dil, din ve ırk farkı gözetmeksizin herkesin müracaat ettikleri yerler olarak kadı veya naib idaresindeydiler.7 Bu mahkemeler Meclis-i Şer‘i, Mehâkimi Şer‘ıye, Meclis-i Enver, gibi isimler almıştır. Bu mahkemeler daha sonra yetki alanları daraltılarak Cumhuriyet dönemine kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir.8 Şer‘iyye

Mahkemeleri’nin sabit bir yeri yoktu. Bununla birlikte kadıların yargı işlerini yürütecekleri ve ilgililerin kendisini her an bulabilecekleri belirli bir yerleri vardı. Bu kadının evi, camisi, mescid ve medrese olabilirdi.9 Hatta modern hukuk uygulaması

içerisinde varlığına rastlanmayan bir durum olarak karşılaşılan bir usul de; yolda

5 Murat Şen, a.g.m., s.328.

6 Kazım Karabay, “63 No’lu Tokat Ser‘iyye Sicili”, Sütçü İmam Üni., Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş, 2007, s.16.

7 Aydın,a.g.m., s.7.

8 Aydın,a.g.m., s.7.; Karabay, a.g.t., s.16.

9 Ahmet Akgündüz, “İslam Hukukunun Osmanlı Devletinde Tatbiki: Şer‘iyye Mahkemeleri ve Şer‘iyye Sicilleri”,

(15)

giderken kadıya rastlanılmasıyla konunun arz edilmesi ve bazen ayaküstü davanın görülüp, karar verilmesine ilişkin bilgilerdir. Bu durum Osmanlı adli sisteminin pratikliğine dikkat çekmesi bakımından önemlidir.10 Osmanlı Devleti'nde kadılar,

bulundukları toplumun hukuk ve ceza ile ilgili davalarına bakarlar, meseleleri Hanefî fıkhının esaslarına göre hükme bağlarlardı. Ülkede Şafiî, Maliki, Hanbelî vatandaşların yanı sıra Yahudi ve Hıristiyan olmasına rağmen halkın çoğunluğu Hanefî mezhebinden olduğu için bu mezhebe göre hüküm verirlerdi. Bazı hallerde, Hanefî mezhebinin tartışmalı olan görüşlerinden en muteber olanını araştırıp, uygularlardı.11

2.2.Tanzimat'tan Sonraki Dönemde Şer‘iyye Mahkemeleri

Tanzimat’tan önceki dönemde, yargı gücünü hemen hemen tek başına kullanan şer‘iyye mahkemelerinin yani kadıların yetkileri, II. Mahmut’tan itibaren azaltılmaya başlanmıştır. 1837 yılında İstanbul kadısının makamı Bab-ı Meşihat’taki boş odalara taşınarak ilk defa resmi bir mahkeme binasında görevini yapmaya başlamıştır. 1838 tarihinde bütün kadıların yetkilerini kötüye kullanmalarını önlemek için “Tarîk-i İlmiyeye Dair Ceza Kanûnâme-i Hümâyûnu” çıkartılmıştır. Asırlardır sadrazama bağlı olan kazaskerler, Tanzimat’ın başında şeyhülislamlığa bağlanmış; şeyhülislâm da Meclis-i Vükelâya dâhil edilmiştir. 1837 yılında kazaskerlikler birer mahkeme haline getirilmiş ve bütün kadılar da şeyhülislâma bağlanmıştır.12

1867 tarihli Divân-ı Ahkâm-ı Adliye Nizâmnâmesi ile aile, miras, vakıf, şahsa karşı işlenen suçlar ve cezaları gibi şahsi hukuk davaları dışındaki hususlar, Şeri‘ye Mahkemeleri’nin yetki alanından çıkarılmış ve aynı tarihli Şûray-ı Devlet Nizamnâmesi ile de Şeri‘ye Mahkemeleri’nin idarî yargı yetkileri tamamen ellerinden alınmıştır. Nizâmiye Mahkemeleri, 1870 tarihli bir nizamname ile kurulunca, Osmanlı adliyesinde çift başlı dönem başlamış ve iki adlî mahkeme ayrı ayrı sahalarda yargı görevini yürütmeye başlamıştır. 1871 tarihli Nizâmnâme ile Nizâmiye Mahkemeleri yurt çapında teşkilatlandırılınca, şer‘iye denilen konular

10 Ekrem Buğra Ekinci, “Tanzimat Devri Osmanlı Mahkemeleri”, Türkler, C.XIII, Yeni Türkiye Yay., Ankara,

2002, s.772.

11 Tufan Gündüz,“Şer‘iyye Sicilleri ve Tarihi Kıymeti”, Türk Yurdu, Ankara 1992, C. XII., s.50.

12 Akgündüz, a.g.m., s.95.; Gülnihal Bozkurt, Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi, TTK Yay., Ankara,

(16)

dışındaki bütün yargı yetkileri bunlara devredildi ve hatta taşralarda kısmen vazifesiz kalmış olan kadılara Nizamiye Mahkemeleri’nin reisliği verilmeye başlanmıştır. 1873 yılında Şer‘iyye Mahkemeleri’nin bir üst mahkemesi durumundaki bir şer‘i mahkeme olan Meclis-i Tetkikat-ı Şer‘iye kurulmuştur. Bu meclis, fetvahaneden kendisine havale edilecek olan dava ve meseleleri bir temyiz mahkemesi olarak inceleyecekti. Şer‘i mahkeme kararlarının şer‘i hükümlere aykırılığı söz konusu ise, durumu gerekçeleriyle beraber Şeyhülislama arz edecekti. 13 1913 tarihli Kanunu

Muvakkat ile hukuk alanında yeni düzenlemelere gidilmiştir. Buna göre mülâzemet usûlü, sınırlı ve süreli olan kadılık düzeni kaldırılmıştır. Kadılık için en az yirmi beş yas olarak belirlenmiştir. 1885’de “Mekteb-i Nüvvab”, 1908’de “Mekteb-i Kuzat” ve 1909’da “Medreset’ül Kuzat” adını alan hukuk fakültesinden mezûn olmayanların hâkim olamayacağı şart kosulmuştur. 1916 tarihinde yapılan bir düzenleme ile kazaskerlik ve Evkâf Mahkemeleri ile bütün Şer‘iyye Mahkemeleri, Adliye Nezareti’ne bağlanmıştır. Yapılan düzenleme ile Temyîz Mahkemesi’nde “Şer‘iyye” adıyla yeni bir daire teşkil edilmiştir. 1919 tarihli kararnâme ile tekrar Şeyhülislâmlığa bağlanan Şer‘iyye Mahkemeleri, 1917’de “Usûl-i Muhakeme-i Şer‘iyye Kararnâmesi” daha düzenli hale getirilmiştir. TBMM’nin açılmasından sonra dört sene daha aynı kararnâme uygulanmış, 8 Nisan 1924 tarihli “Mehâkim-i Şer‘iyyenin İlgasına ve Mehakimin Teşkilâtına Ait Ahkâmı Muadil Kanun” ile bu mahkemelere son verilmistir.14

2.3.Şer‘iyye Mahkemesi Görevlileri 2.3.1. Kadı

Osmanlı Devleti'nde çok geniş kapsamlı yetkileri bulunan ve Şer‘iyye Mahkemeleri’nde yargı görevini ifa eden şahıslara kadı denmiştir. Arapçada kesmek ve ayırmak gibi sözlük manaları bulunan kazâ, terim olarak hüküm ve hâkimlik manalarını ifade etmiştir. Osmanlı hukukçuları, kadıyı, insanlar arasında meydana gelen dava ve anlaşmazlıkları şer‘i hükümlere göre karara bağlamak için devletin en yüksek icra makamı (sultanlar veya yetkili kıldığı şahıslar) tarafından tayin edilen şahıs diye tarif etmişlerdir. Kadılara hâkim veya hakim'üş-şer de denilmiştir.

13Akgündüz, a.g.m., s.95.; M. Âkif Aydın, “Osmanlıda Hukuk”,Osmanlı Devleti Tarihi, C.II, Feza Gzt. A.Ş.

Yay., İstanbul, 1999, s.391.

(17)

Osmanlı Devleti idarî taksimat olarak önce eyâletlere, eyâletler livâlara, livâlar kazalara, kazalar nahiyelere ve nahiyeler de köylere ayrılmaktadır. Nahiye ve köyler dışında kalan diğer idarî merkezler aynı zamanda birer yargı merkezi durumundadır ve her yargı merkezinde birer kadı bulundurulmuştur. Osmanlı adlî teşkilâtının temel taşı olan kadılar, bulundukları yerin hem hâkimi, hem belediye başkanı, hem emniyet âmiri, bazen hem mülkî âmiri ve hem de halkın her konuda müracaat edebileceği sosyal güvenlik makamıydı.15

Eski Türk İslam devletlerinde görülen kadılık, Osmanlı Devleti’nde ilk defa Osman Gazi döneminde rastlanmıştır. İlk kadı Dursun Fakih olup Karacahisar’a tayin edilmiştir. Osmanlı Devleti’nde kadıları yetiştiren kurum medreselerdi. Medreseleri bitirenler icazet alış sırasına göre Matlâb Defterine kaydedilmektedir. Bu kişilere Mülâzım adı verilmiştir. Mülâzımlar yargı mesleğini seçerlerse idari birimden başlamak şartıyla kadı olarak tayin edilirlerdi. Bu kişiler, kadıaskerlik ve şeyhülislamlık makamına kadar yükselebilirlerdi.16

Kadılar, padişah beratı ile tayin edilirdi. İlmiye mensuplarının tayin, azil ve nakil işlemlerini Anadolu ve Rumeli kazaskerlikleri dairesi yapardı. Yani kadı'nın mesleğe intisabında bu dairelerden birine dâhil olması gerekiyordu. Bu dairelerde ruzname denen deftere kayıt edilir ve meslekî terfi ve özlük işleri bu büroda yürütülürdü. Şayet bir kadının tayini bu deftere kaydedilmemişse elindeki berat hükümsüzdü ve iptali gerekirdi.17

Kadılık görevini üstlenmenin "bıçaksız boğazlanma", yani ateşten gömlek giyrnek olduğuna işaret eden hadislerin yanı sıra bir hadiste bu görevin manevi sorumluluğunu belirtmek üzere şöyle denilmiştir: "Kadılar üç kısımdır. Bir kısmı cennette, iki kısmı ateştedir. Cennette olanlar hakkı bilip onunla hükmedenlerdir. Hakkı bildiği halde hükmünde zulmeden kimse ise ateştedir. İnsanlar arasında bilgisizce hükmeden kimse de ateştedir. Bu sebeple ilk dönemlerde ilim ve irfanıyla

15 Akgündüz, a.g.m., s.94-95.; İsmail H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, TTK, Ankara,

1988, s.33.

16 Halaçoğlu, a.g.e., s.110.; Karabay, a.g.t., s.19-20.

(18)

tanınmış bazı kişiler, kendilerine teklif edilen kadılık görevini manevi sorumluluğunun büyük olması sebebiyle kabul etmemişlerdir.

Fakihler, kadılık nitelik ve şartlarından başlıcalarını sıralarken, hukuki işlemde bulunmak için, kadı tayin edilecek kimselerin derin hukuk bilgisine, vücut bütünlüğüne, sosyal ilişkilerin gereklerini, halkın ihtiyaçlarını, örf ve adetlerini kavramaya elverişli, kültüre, dış etkilere karsı koyacak derecede ahlak, karakter ve seciyeye sahip olmaları, dini emir ve yasaklara aykırı davranışlarda bulunmamaları gerektiğini ifade etmişlerdir. Mecelle’de kadının özellikleri sıralanırken, onun hâkim, fehim, müstakim, emin, mekin, metin olması, fıkıh meselelerine ve yargılama usulüne vâkıf ve davaları onlara uygulayarak sonuçlandırmaya muktedir bulunması şartı aranmış, böylece kadılığın bilgi, sanat ve yüksek bir karakter işi olduğu belirtilmiştir. Gayri Müslimlerin, Müslümanlara kadı tayininin caiz görülmeyişi, hem kadının Şer‘i hükümleri uygulayacak olması hem de kadılığın üst düzey kamu görevi oluşuyla açıklanmıştır.18

Büyük kadılıkların tayini sadrazama diğer kadıların tayini ise kazaskerlere aittir. Kadılar, dereceleri itibariyle iki büyük gruba ayrılırlar: Birinci grup, mevleviyet denilen büyük kadılıklardır. Büyük eyaletlere ve bazı önemli sancaklara mevleviyet denilen kadılar tayin edilirdi. Bunlar da aldıkları maaşlar yönünden iki kısma ayrılıyordu: Birisi üç yüz akçe yevmiyeli mevleviyetler ki, bunlara devriye mevalisi de denirdi. Diğeri yevmiyesi daha yüksek olan mevleviyetlerdi ve son sınır beş yüz akçe yevmiyeli mevleviyet makamı idi. Bunlar devletçe çok önem verilen mühim eyaletlerin kadılarıydı. Mevleviyetlerin kadılık müddeti bir seneydi. Mevleviyetlerin kendi aralarındaki derecelerini kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: A- Rumeli Kazaskerliği

B- Anadolu Kazaskerliği

Bundan sonrakileri ise söyle sıralayabiliriz: a- İstanbul Kadılığı

b- Haremeyn Mevleviyeti c- Bilad-ı Habse Mevleviyeti d- Mahrec Mevleviyeti e- Devriye Mevleviyeti f- Paye-i Mücerrede Sahibleri

(19)

Osmanlı Devleti’nde dereceleri yönüyle ikinci grup kaza kadılarıdır. Bunların en yüksek derecesine Eşrâf-i Kuzât denirdi. Kaza kadılarının tâyinleri kazaskerlere aitti. Kaza kadılıkları Rumeli, Anadolu ve Mısır'daki kazaların kadılıkları olmak üzere üç sınıftı; Rumeli'de kadılık edenler Rumeli kazaskeri defterinde kayıtlı olduklarından bunlar Anadolu kadılığına geçemezlerdi. Anadolu kadılığı yapanlarda Rumeli kadılığına geçemezlerdi. Kaza kadılarının müddetleri yirmi ay olup bu müddeti doldurduktan sonra mâzul olarak yerine sırada olan başkası tâyin olunurdu. Müddetini dolduran mâzul kadı İstanbul'a gelerek her çarşamba günü kazasker dairesine mülâzemet edip sıra beklerlerdi.19

Kadı şer‘i hükümleri icra; Hanefi mezhebinin tartışmalı olan görüşlerinden en muteber olanı araştırıp uygulama, şer‘iyye sicillerinin yazımı, velisi olmayan küçükleri evlendirme, yetim ve gariplerin mallarını koruma en önemli hukuki görevidir. Osmanlı kadısının mülki, idari, beledi, askeri alanlardaki görevleri şöyle sıralanabilir: Sefer-i hümâyûn sırasında geçilecek yol, köprü, çeşmelerin tamiri ve erzak temininin başlıca sorumlusu kadıdır. Avârız vergilerinin toplanması, sefer zamanında gerekli okçu, kürekçi, beygir temini, bunların nakli için iskelelerde at gemilerinin hazırlanması kadıların görevlerindendir. Kadı ordunun tahıl, saman ihtiyacını karşılar ve konak yerlerine sevk ederdi. Ülkede zaman zaman çeşitli şehirlerde kahvehane ve meyhaneleri kapatmak ve yasağı gözetmek asayiş amiri olarak kadının görevidir. Dizdarın kalenin tamiri ve düzenine dikkat edip etmediğini, kale muhafızının görevini yerine getirip getirmediğini kadı denetler. Kadının askeri kategorideki bir başka görevi arasında devşirme işleri ve devşirme eminlerinin kontrolü de vardır. Bir yerin aranması ve baskın düzenlenmesi veya bazı şahısların tevkifi ancak kadı emriyle mümkündür. Diğer asayişle görevli zabitler kadı emri ve izni olmadıkça bunu yapamaz. Nitekim adli teşkilatın başı olan kadı burada sade bir hâkim olmaktan öte aynı zamanda soruşturma ile görevlidir. Gerçekten kadı bugünkü savcı ve sorgu hâkiminin görevini de yüklenmiştir. Vakıf mütevellilerini denetlediği gibi tekkelerin kontrolünü yapmak, ehliyetsiz derviş ve şeyhlerin ahaliyi ifsat etmemeleri için dikkatli olmak zorundadır. Aynı şekilde vakıf medreselerinin nizarnını gözetir, usulsüz müderrisler ve idare hakkında merkeze arzda bulunur ve bilhassa talebenin durumunu denetler. Belediyenin iktisadi kontrolü, çarşı, pazar denetimi, mahallenin imam vasıtasıyla kontrolü, her yıl ürün ve hizmetlere muhtesib,

(20)

lonca kethüdası ve yiğitbaşılarıyla narh konması gibi görevler onun bir şehirde işleri en yoğun bir idareci olmasının sebebidir.20

Kadı, bir hukuk adamı ve yargıçtı. Mahkemesine, verdiği kararların tutulduğu noter kayıtlarına müdahale edilemezdi. Burada istiklal-i mahkeme prensibine uyulmuştur. Fakat kadı aynı zamanda bir beledî amir, bir asayiş görevlisi, bir malî yetkilidir. Bu alanda merkezî hükümetin denetimi, yol göstermesi ve amirliği söz konusudur. Vakıf ve medrese teftişinde bağımsızdır. Kadıların suiistimali, kanunsuzca verdikleri hükümler ahalinin şikâyetine sebep olur veya devlet yönetiminin dikkatini çekerse, teftiş yoluna gidilirdi. Bu gibi hallerde merkezî hükümet beylerbeyi veya sancakbeyi rütbesinde birini gönderir ki buna “müfettiş paşa” denirdi. Yahut da dergâh-ı âli çavuşlarından biri “mübâşir müfettiş” olarak gönderilirdi.21

2.3.2.Nâib

Nâibin sözlük anlamı, vekil demektir. Kadıların yerlerine davalara bakmak üzere görevlendirilen bu şahıslar, kadıların verdikleri yetkiler çerçevesinde görevlerini yaparlardı. Belirli bir is için tayin edilenler keşif göreviyle veya bir başka görevle belirli bir süre için tayin edilirlerdi. Diğerleri ise kadının olmadığı zamanlarda onun vazifesine vekâleten bakarlardı. Zaman içinde bu uygulama kadılık mesleğinde bozulmalara sebep olmuştur. Bu durum ehil olmayan kimselerin kadılık yapmalarına, hem de naiblerin gelirlerinden asıl kadıya pay vermek durumunda olmaları onların gelirlerini artırmak için farklı yollara yönelmelerine yol açmıştır.22

Bizzat kadılara da naib denildiği de olmuştur. Şer‘iyye sicillerine göre Osmanlı kadıları, nâibleri daha çok sorgu hâkimi olarak görevlendirmişlerdir. Sorgu hâkimleri son kararı vermeye yetkisi yoktur. Buna göre nâibleri, yargıya yetkili nâibler ve yargıya yetkisi olmayan nâibler olarak yargı yönünden ikiye ayırabiliriz.23 Nâibler

vazifelerinin mahiyetlerine göre kaza nâibleri, kadı nâibleri, mevali nâibleri, bâb nâibleri, ayak nâibleri ve arpalık nâibleri olmak üzere baslıca altı kısımdır.24 Nâibler

gördükleri davalardan kadılar gibi harç alır, kazaskerlere de hisse verirlerdi.25

20 İlber Ortaylı, “Kadı”, İ.A., TDV Yayınları, C. XXIV, İstanbul, 2001, s.72-73.; Uzunçarşılı, a.g.e., s.83.;

Atar,a.g.m., s.66.

21 Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı…, s.25-48. 22 Karabay, a.g.t., s.20.

23 Abdülaziz Bayındır, İslam Muhakeme Hukuku, İslami İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul, 1986, s.89. 24 Uzunçarşılı, a.g.e., s.117.; Akgündüz a.g.m., s.72.

(21)

Mahkeme harçları nâiblerin temel geçim kaynağı idi. Baktıkları davalardan ve yaptıkları işlerden sicil, hüccet, mürâsele, nikâh, talâk, ıtâk vb. adı altında ücret alırlardı. Bütün bu resimlerde nâibe ait kısmın kadıya nisbetle beşte veya altıda bir civarında olduğu kanunnâmelerde verilen bilgilerden anlaşılmaktadır.26

2.3.3.Muhzır

Muhzır Arapça ihzar edici, huzura getiren demektir.27 Muhzırın terim anlamı

ise davacı ile davalıyı mahkemeye celbeden, gerektiğinde bugünkü emniyet görevlileri ve savcının bazı görevlerini ifa eden memur demektir. Muhzırlar yerli halktan seçilmiştir. Ayrıca muhzırlar yargılama sırasında mahkemenin emniyetinden de sorumludurlar. Muhzırların ücretleri maaş şeklinde değildi. Muhzırlar taraflardan ve ilgililerden belli bir ücret alırlardı. Bu ücret hukukçulara göre davacı, bazılarına göre ise dava meclisine gelmeyen davalıya aitti. Osmanlı şeyhülislamları ikinci görüşü benimsemişler ve şer‘iyye mahkemelerinde uygulamada bu yolda olmuşlardır. Muhzırların ücretleri gidecekleri mesafeye göre değişebilirdi. Muhzırların belli bir maaşı olmadığı için, kadı ve müderris tayinlerinde müjdelik adıyla bahşiş de alırdı.

Muhzırların sayısı mahkemenin ihtiyacına göre tespit edilirdi. Muhzırların birisi vefat ederse oğluna verilir, yoksa bir ehli tayin olunurdu. Muhzır sayısı çok olan şer‘i mahkemelerde onların başı makamında muhzır başı da bulunurdu. Muhzır başılar berât-ı şerîf ile tayin olunurlar ve genellikle altı bölük halkından seçilirdi. Muhzır başılar bu görevini ya bizzat yaparlar ya da iltizam usulüyle temessük verdikleri vekilleri vasıtasıyla yaptırırlardı. Hizmet süreleri bir yıldı ve muhzır başı tayinlerinde, eski muhzır başının hakkına tecavüz edilmemesi için yeni muhzır başının hangi tarihten itibaren görevi yapabileceği açıklanırdı.28 Kısaca muhzırbaşı

ve muhzırların belli başlı görevleri; mahkemenin istediği kişileri getirip götürmek, mahkemenin kapısında bekleyerek, duruşmaların seyrini bozacak olayların çıkmasını önlemekti. Bu görevi yapanlara “bâb muhzırları”deniyordu. Yed-i emin sıfatıyla mahkemece el konulmuş eşya ve paraları korumak, şühudü'1-hâl üyeliği yapmak idi.

26 Mehmet İpşirli, “Nâib”, İ.A., TDV Yayınları, C. XXXII, İstanbul, 2001, s.313. 27 Pakalın, a.g.l., s.572.

28Ahmet Akgündüz, Şer’iyye Sicilleri Mahiyeti Toplu Kataloğu ve Seçme Hükümler, T.D.A.V., İstanbul,

(22)

Bunların yanında gözaltına alınmış kişilerin konakları önünde bekleyerek çıkmalarını veya başkaların konağa girmesini yasaklıyorlardı.29

2.3.4.Çavuş

Şer‘i mahkemelerden çıkan i’lamların icrası, borçlunun mallarını satarak ödenmesi, borçlunun inadı üzerine icap ederse mahkeme kararı ile hapisle tazyik edilmesi, hukuken kesinleşen nakdî ve bedenî cezaların infazı, kısaca günümüzdeki icra memurlarının tamamen, emniyet görevlileri ve savcının ise kısmen görevlerini yapan çavuşlar, Osmanlı adliye teşkilatındaki yeri önemlidir. Hükümet merkezinde hizmet eden ve Divân-ı Hümâyûn’a bağlı olan çavuşlar atlıdır ve Serhengânı-ı Divân-ı Hümâyûn diye bilinirlerdi. Divân çavuşlarının gedikleri oğullarına verilirdi. Ayrıca Ramazan Bayramında çavuş başının inhasını üzerine Dergâh-ı Âli çavuşlarının oğullarından ikisine iptidadan sekizer akçeyle çavuşluk verilirdi. Divân-ı Hümâyûn çavuşlarDivân-ınDivân-ın başDivân-ında çavuş başDivân-ı bulunurdu. Hazinenin ve defterdarlDivân-ığDivân-ın mühürlenmesi ve mührünün açılmasını yapan çavuş başı, vezirler ve diğer devlet ricâlinin tutuklanması ve hapsedilmesinde bizzat bulunurdu. Çavuş başının maiyetinde kendisinden sonra amir olarak çavuşlar kâtibi de çavuşlar emini vardır. Çavuşlar kâtibi, hukuken kesinleşen nakdî ve bedenî cezaların infazına bakar ve emin ile beraber özellikle de ilmiye sınıfının itibarlı şahıslarını (müderris ve kadı gibi) bunları tevkif edebilirlerdi. Divâna ait işleri yürüten çavuş başılık 1836 tarihinde Divân-ı Deâvi Nezâretine çevrilmiştir. Günümüzdeki karşılığı Adalet Bakanlığıdır.30

2.3.5. Subaşı

Hükümet merkezindeki çavuşun görevlerini, sancak ve kaza, nahiye ve köylerde subaşı denilen memurlar yürütürlerdi. Sancaklarda sancakbeyinin özel ücretli adamı ve polis amiri, kaza ve daha küçük merkezler de ise, idare amiri olan subaşıların şer‘iyye mahkemelerinde de icra ve infaz memuru olarak görev yaptıklarını görülmüştür. Şer‘iyye mahkemesinin kararlarını tatbik etmek, hapsine karar verilen şahısları hapsetmek, hapishaneye nezaret etmek, cezalarını infaz etmek ve cezaî tazminatları tahsil etmek subaşıların görevleri arasındadır. Güvenlik

29 Rıfat Özdemir, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara, Kültür Bakanlığı Yay.,Ankara, 1986, s.202. 30 Akgündüz, a.g.e., s.73-74.

(23)

görevlilerin fonksiyonlarını ifa yanında günümüzde zabıta ve belediyeye ait olan birçok görevler de subaşıya aitti. Belirtilmesi gereken diğer önemli bir husus da, subaşıların kadıların emri altında çalışmalarıdır. Serbest dirliklerde subaşıyı dirlik sahibi tayin ederdi. Serbest olmayan dirliklerde ise sancak beyi tayin ederdi. Görevleri karşılığında subaşılık maktûun alırlardı. Çoğu kez altı bölük halkından bir asesbaşıya verilen bu görev, zamanla sû-i isti’mâl edilince, 1720'den itibaren subaşı tayin ve azilleri çavuşbaşı ağasının i’lam ve arzına bağlanmıştır.31

2.3.6.Mübâşir

Sözlükte bir işe başlayan ve başlayıcı manalarını ifade eden mübâşir kelimesinin, Osmanlı adliye teşkilatında ifade ettiği iki manası mevcuttur. Birincisi, mahkemelerde celp ve tebliğ işlerinde kullanılan memur demektir. Bu manada muhzır ile eş anlamlıdır ve bunlar bazen çavuşların vazifelerini de yapardı. İkincisi ise, Tanzimat’tan önce devletçe gördürülmesi veya soruşturulması lazım gelen bir işin yapılmasına ve soruşturulmasına görevlendirilen memurdur. Bunlara yaptıkları hizmet karşılığında devletçe bir maaş veya yol masrafı ödenmediğinden her türlü zarurî masrafları gittikleri yerlerin halkından mübâşiriye adı altında tahsil olunurdu Tanzimat’tan sonra devlet memurlarına harcırah ödenmesi usulü kabul edilince bu usul terk edildi. Şer‘iyye sicillerinde bu çeşit mübâşirlerin bazen sorgu hâkimi gibi görev yaptıklarını da görmekteyiz.32 Ayrıca Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında

şehir muhafızı konumunda olan subaşının görev alanı sonradan genişlemiştir. Mahalli konularda, kanun ve nizâmların uygulanmasında söz sahibi ve ehl-i örf taifesindendir.33

2.3.7. Müşâvir

Lügatteki manası kendisine danışılan, istişare edilen demektir.34 Kadı, ihtiyacı

olan hallerde müftülerden ve İslam Hukukunu iyi bilen şahıslardan fetva isteyebilirdi. Müşâvirler, kadılık yapabilecek vasfa sahip şahıslar arasından seçildiği için bazı kadılıkların müşavirleri tek başına karar verme yetkisine sahipti. Müşâvir, kadının bulunduğu zamanlarda kendisine havale edeceği davalara, kadının

31 Akgündüz, a.g.e., s.74. 32 Akgündüz, a.g.e., s.74.

33 Mücteba İlgürel, “Subaşı”, İ.A., C. 37, İstanbul, TDV Yay., 2009, s.447.

(24)

bulunmadığı zamanlarda ise bütün davalara ve diğer şer‘i işlerde kadıya vekâlet ederdi.35

2.3.8. Kâtip ve Hademe

Şer‘iyye mahkemelerinde önemli bir görev olan kâtipliğe, güvenilir, sağlam, davaları tutanağa geçirmede ve ilamları tanzim usulünde (sakk-ı şer‘ide) mahir olan şahısların getirilmesi gerekir. Kâtibin en önemli vazifesi, tarafların iddia ve savunmalarını ve şahitlerin beyanlarını doğru olarak zabta geçirmektir. Mahkeme kâtiplerinin tayininde kadının arzı şarttır. Geçici olarak berât-ı şerîf almadan da görevi ifa edenler, daha sonra bu göreve berat ile getirilirlerdi. Ayrıca hediye almak gibi adi suçlara girmemeleri için her zaman kadının nezaretinde görev yapmışlardır. Yemin teklifi, şahitlerin dinlenmesi ve keşif yapılması gibi hususlarda kadı, mahkeme kâtiplerinden birini naib tayin edebilir. Ayrıca kadı ve müşâvir olmadığı zaman mahkeme başkâtibi kadıya vekâlet ederdi.36 Mahkeme içinde kendilerine

ayrılmış bir odada oturan kâtipler, duruşmaların saati saatine tutulması, tutanakların sicillere usulune uygun olarak yazılması, yazıların imla kurallarına uydurulması, nâibin verdiği hücceti, i’lâm ve mürasele gibi yazılar ile merkezden gelen ferman, berat, mektup, buyruldu vb. yazıların yine usulüne uygun olarak sicillere geçirilmesi ile nâibin göstereceği diğer işleri yaparlardı.37

Hademeler ise, mahkeme işlerinde ilgili evrakın getirilmesi, duruşma güvenliğinin sağlanması vb. ayak işleriyle meşgul olurlardı. Hademeler sadece devletten değil, defter tanzimi vb. cihetlerden de ücret alırlardı.38

2.3.9.Kassâm

Sözlük manası varisler ve mirasçılar arasında mirası taksim eden ve küçüklerin hakkını koruyan şeriat memuru manasına gelmektedir.39 Vefat etmiş olan

bir kimsenin mallarını varisleri arasında taksim eden şer‘î memura kassâm denirdi. Osmanlı devletinin şer‘iyye teşkilâtında miras taksimi, biri kazasker kassâmları ve diğeri de bir mahallin kadılığında yani şer‘î mahkemelerde bulunan kassâmları olmak üzere iki sınıf kassâm vardır. Kazaskerlere mensup askeri sınıfın terekesini varisleri arasında taksim eden kazasker kassâmları ya her kazada veya birkaç kazada

35 Akgündüz, a.g.e., s.74. 36 Akgündüz, a.g.e., s.75. 37 Özdemir, a.g.e., s.191-192. 38 Akgündüz, a.g.e., s.75. 39 Develioğlu, a.g.l., s.593.

(25)

ayrı ayrı bulunurlar. Rumeli'dekiler Rumeli kazaskerleri ve Anadolu'dakiler Anadolu kazaskerleri tarafından tâyin edilirlerdi.40

Kassâmların belli bir maaşları yoktu. Taksim ettikleri terekenin belli bir payını “resm-i kısmet” adı altında taksim ederler. Ancak tahsil edilen bu resimler, söz konusu mahallenin kadılığında bulunan sandıkta muhafaza edilir ve askeri kassâm müfettişlerine yahut askeri kassâmlara teslim edilirdi. Süvari kassâmları, kassâmların muamelelerini kontrol etmek ve bakaya kalan rüsumu tahsil etmek maksadıyla yine kazasker tarafından tayin edilirdi. Eyalet, sancak ve kazalarda kadıların yanında bulunan kassâmlar ise, askeri sınıftan olmayan vatandaşların miraslarını taksim işi ile görevliydiler. Her kadılıkta müstakil bir kassâm defteri vardır. Vefat eden şahsın terekesi, kassâmın huzurunda tespit edilir, kalem kalem bu deftere kaydedilir; sonra değerleri bilirkişi tarafından belirlenerek altlarına yazılır ve tereke şer‘i usule göre taksim edilirdi. Kassâmların alacağı resm-i kısmetin miktarı mesela XVII. Yüzyılda mûrisin payı çıkarıldıktan sonra geriye kalan terekenin % 0,015’i idi. Tanzimat’tan sonra kassâmlık kaldırılmış, sadece İstanbul kassâmlığı kalmıştır.41

2.3.10. Şühûdü’l-hâl

Kadıların bir diğer yardımcısı mahkemelerde yargılamaya bir anlamda müşâhit sıfatıyla katılan şühûdü’l-hâldir. Diğer islam devletlerinde de varlığına şahit olduğumuz ve içlerinde zaman zaman ileri gelen hukukçuların da yer aldığı bu tür şahitler, mahkemeye intikal eden hukuki ihtilafın şahitleri değil, mahkemede yapılan yargılamanın müşâhitleridir. Şühûdü’l-udûl, udûlü’l müslimîn de denilen ve o kaza bölgesinin ileri gelenleri arasında seçilen sayıları beş altı veya daha fazla olan bu şahitler muhakemenin işleyişine veya karara herhangi bir şekilde müdahale etmez, sadece kadıların adil karar vermesinde varlıklarıyla dolaylı olarak etkili olurlar. Şer‘iyye sicil defterlerindeki kararların altında bu şahitlerin isimleri de bulunmaktadır. Bu görevi bazen eski kadılar ile kazaskerler de yapmıştır.42

40 Uzunçarşılı, a.g.e., s.121. 41 Akgündüz, a.g.e., s.75.

42 Mehmet Akif Aydın, “Osmanlıda Hukuk” (Ed: Ekmeleddin İhsanoğlu) Osmanlı Devleti ve Medeniyeti

(26)

3. ŞER‘İYYE SİCİLLERİ

Şer‘iyye sicilleri, kadı defteri, kadı sicili, kadı sicilleri, zabt-ı vekâyi veya şer‘iyye sicil defterleri gibi çeşitli sözlerle adlandırılmıştır. Zaman zaman bunlardan Osmanlı mahkeme kayıtları veya Osmanlı mahkeme sicilleri diye de söz edilmektedir.43

Şer‘iyye sicilleriyle ilgili olarak üç şeyin bilinmesi şarttır. Bunlardan birincisi mahdar kavramıdır. Terim olarak iki manası mevcuttur. Birincisi; hukukî bir dava ile ilgili kayıtlar; tarafların iddialarını ve delillerini içeren, ancak hâkimin kararına esas teşkil etmeyen yazılı beyanlardır. Fıkıh kitaplarında mahdar kelimesinin bu manada kullanıldığını görüyoruz. İkincisi: Herhangi bir mesele hakkında düzenlenen yazılı belgenin içeriğinin doğruluğunu i'lam için, belgenin altında, mecliste hazır bulunan ve meseleye vakıf olan başta subaşı, çavuş ve muhzır gibi şahısların yazılı olarak takrir ettikleri şahadet beyanlarına ve imzalarına da mahdar denmiştir. Bazen bu yazılı şahitlik beyanlarını içeren belgeye de mahdar adı verilmiş ve hüccet ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Şer‘iyye Sicilleri’nde bu ikinci manada mahdarlar çokça bulunduğu gibi, söz konusu tabirin sicillerde sık sık kullanıldığı da görülmektedir. Bu manadaki mahdarlar, bir çeşit emniyet veya adli soruşturma zabıtları mahiyetindedir.44

İkinci temel kavramımız Sicil tabiridir. Sözlükte okumak, kaydetmek ve karar vermek demek olan bu kelimenin terim olarak ise: "İnsanlarla ilgili bütün hukukî olayları, kadıların verdikleri karar suretlerini, hüccetleri ve yargıyı ilgilendiren çeşitli yazılı kayıtları içeren defterlere Şer‘iyye Sicilleri (sicillât-ı şer‘iyye), kadı defterleri, mahkeme defterleri, Zabt-ı Vakâyi sicilleri veya Sicillât defteri denmektedir. Şer‘i mahkemeler tarafından verilen her çeşit i’lâm, hüccet ve şer‘i evrak, istisnasız asıllarına uygun olarak bu defterlere kaydedilmektedir. Hâkim mahkemede mutlaka bir sicillât defteri bulunduracak ve vereceği i’lâm ve hüccetleri, tahriften korunacak şekilde düzenli olarak söz konusu deftere kaydedecektir.45

Bu defterler belli bir usule göre uzun boylu, dar ve enli olurlardı. Mesela, 40 cm. boyunda olan bir sicillât defterinin 16-17 cm eni olurdu. Ancak bütün sicil defterlerinin aynı ölçülerde değildir. Mahkemelere, bazen de hâkimlere göre

43 F. Gedikli,“Osmanlı Hukuk Tarihi Olarak Şer‘iyye Sicilleri”, T.A.L.D., S.5, 2005, s.187.; Bayındır, a.g.e., s.1 44 Akgündüz, a.g.e.,, s. 17.

(27)

defterlerin ebatları da değişmiştir. Yazıları genellikle ta'lik kırması denilen yazı şeklidir, kâğıt çok sağlam, parlak ve mürekkepleri de bugün bile parlaklığını koruyacak kadar sabittir. Çoğunlukla defterlerin üzerlerinde kadıların isimleri yazılıdır. Şer‘iyye sicillerinin tetkikinden, bir kadının göreve başlar başlamaz ilk işi, adını, sanını ve vazifeye başladığı tarihi bu defterin ilk sayfasına yazmak olduğu ve vazifesi sona erince de bu defteri bizzat kendisi veya emini vasıtasıyla halefi olan kadıya devir ve teslim ettiği anlaşılmaktadır. Kendiliğinden teslim etmezse, bir sonraki kadı, söz konusu sicil defterlerini selefinden isterdi. Bu defterlerin, devlet malı, kadının kendi parası veya ilgililerden alınan harçlarla temin edilmesi, devir ve teslim mecburiyetini ortadan kaldırmamıştır.46

Şer‘i sicillerdeki her çeşit yazılı kayıtlar belli bir usule göre düzenlenmekte ve sicile kaydedilmektedir ki bu usule sakk-ı şer‘i usûlü denir. Terim olarak, Şer‘i Mahkemelerin sicile kaydettiği veya yazılı olarak tarafların eline verdiği her çeşit belgenin düzenlenmesinde ve yazılmasında takip edilen yazım usûlüne “Sakk-ı Şer‘i” denmektedir. Kadıların işlerini kolaylaştırmak için bazı değerli âlim kadılar değişik şer‘i muamelelerin nasıl yazılması gerektiğine dair aynı mevzuun muhtelif şekillerine ait numunelik sakklar kaleme alınmıştır.47

Şer‘iyye sicillerinin Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve büyüme dönemlerinden Kanuni’nin ilk yıllarına kadar genellikle Arapça tutulmuş, sadece devletin verdiği emir ve onların cevapları Türkçe yazılmıştır. Ülke sınırları genişledikçe hâkim unsurun diliyle yazılması uygun olduğu için Türkçe yazılmaya başlanmıştır. Anadolu’nun dışında da bir zamanlar Osmanlı toprağı olan Avrupa ülkelerinde de kadıların tuttuğu şer‘iyye sicilleri vardır ve çoğunluğu da ülkenin merkezi şehrinde toplanmıştır.48

Eski tarihli sicil defterlerinde vakıf tescili (vakfiye) haricindeki bütün kayıtların genellikle bir sayfanın yarısını geçmediği, hatta çoğu zaman bir sayfaya beş, altı, bazen yedi, sekiz hukuki muamelenin kaydedildiği görülmektedir. Eski defterler, kadının cübbesinin cebine girecek ölçüde küçük, dar ve uzuncadır. İlk dönemlere ait Şer‘iyye Sicil Defterleri genelde pek az farklarla aynı özellikleri haizdirler. Ancak Tanzimat’tan sonraki Şer‘iyye Mahkemelerine ait sicil

46 Akgündüz, “İslam Hukukunun Tatbiki”, s.99. 47 Akgündüz, a.g.m., s.99.

48 Tufan Gündüz, “1201-1202 Tarihli 65 Numaralı Kayseri Şer‘iyye Sicili”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans

(28)

defterlerinde, şahitleri tezkiye eden şahısların isim ve adresleri de yazıldığı ve verilen kararların gerekçeleri daha geniş tutulduğu için i’lam ve hüccetler daha çok yer kaplamış ve dolayısıyla bu dönemdeki Şer‘iyye sicil defterleri de eskilerinden daha büyük ve hacimli olmuştur. Bütün sicil defterlerinin başında genellikle dili Arapça olan dibace yani bir giriş kısmı vardır. Burada şerî hükümlere ve bunları vaz'eden Allah ve Peygamberine saygı arz edilmekte, daha sonra sicili tutan hâkimin ismi ve vazife unvanı kaydedilmektedir. Çoğu kere sicili tutan kadının tayin berat veya buyrultusu da defterin başına yazılmaktadır. Her kadı değişikliğinde bu dibacenin de değiştiğini, ancak dibacelerde de muayyen bir üslubun kullanıldığını görmekteyiz.49

Osmanlı Devleti’nde şer‘iyye sicillerinin en erken tarihli örneklerine Bursa’da rastlanmaktadır. 1455 tarihli bu defterler, XIX. yüzyılın ikinci yarısında yeni mahkemelerin kurulması sebebiyle içerdiği konular açısından bir daralmaya uğramışsa da XX. yüzyıl başlarına kadar düzenli biçimde tutulmuştur.50 Siciller

üzerine ilk çalışmaların 1930’larda dönemin Halkevi dergilerinde yapılmıştır. İ. Hakkı Uzunçarşılı’nın 1935’te “Şer‘i Mahkeme Sicilleri” ve T. Mümtaz Yaman’ın 1938’de yine “Şer‘i Mahkeme Sicilleri” başlıklı Ankara Halkevi dergisi Ülkü’de yayımlanan ve sicillere dikkat çeken yazıları bu alanda yapılan ilk çalışmalardır.51

Halit Ongan’ın Ankara’nın I Numaralı Defteri’ni neşretmesi ise bu alanda yapılan ilk çalışmadır.52 Şer‘iyye sicillerinden yerel tarih çalışmalarında ilk faydalananlar ise

Mustafa Çağatay Uluçay ve İbrahim Gökçen’dir.53 Tarih kurgusu içerisinde sicilleri

bir kaynak olarak ele alanlardan ilki herhalde Halil İnalcık’tır. O, 1943’te “Osmanlı Tarihi Hakkında Mühim Bir Kaynak” ve 1953-54’te “15. Asır Türkiye İktisadi İctimâi Tarihi Kaynakları” adlı makaleleri ile hem sicillerin kullanılma alanlarına vurgu yaparak Bosna ve Bursa sicillerinden örnekler neşretmiş hem de bunları çeşitli başlıklar altında gruplandırıp mevcut bilgiler ile birlikte değerlendirmeyi amaçlamıştır. Halil İnalcık’ın 1960’ta yayımladığı “Bursa I: XV. Asır Sanayi ve Ticaret Tarihine Dair Vesikalar” makalesi iktisat tarihi kurgusu yaparken sicillerin ve devlet arşivlerinin birlikte kullanılması açısından iyi bir örnektir.54

49 Akgündüz, a.g.m.,s.100.; Bayındır, a.g.e., s.22.

50 Yunus Uğur, “Şer‘iyye Sicilleri”,İ.A., T.D.V. Yay., C.39, 2010, s.9.

51 Yunus Uğur, “Mahkeme Kayıtları (Ser‘iyye Sicilleri): Literatür Değerlendirmesi Ve Bibliyografya”, T.A.L.D.,

C.I, S.I, İstanbul, 2003, s.305.

52 Gündüz, a.g.t., s.5.

53 Uğur, “Şer‘iyye Sicilleri”, s.10.

(29)

Şer‘iyye sicilleri üzerine katalog çalışmaları yapılmıştır. İstanbul Müftülüğü şer‘iyye sicilleri arşivinde bulunan 9870 defterin kataloğu yapılmış ve daha sonra toplu katalog çalışması içerisinde yayınlanmıştır.55 Şer‘iyye sicilleri üzerinde toplu

katalog çalışmalarının ilki Osman Ersoy’undur.56 Daha sonra Mücteba İlgürel57ve

Yusuf Halaçoğlu,58 Ahmet Akgündüz ve Yusuf Oğuzoğlu katalog çalışmaları

yapmışlardır.

Şer‘iyye sicilleri, Osmanlı İmparatorluğu'ndan bize kalan muazzam ve paha biçilmez değerdeki arşivin çok önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Ne yazık ki, bu kayıtların bir kısmı ısınmak amacıyla sobalarda yakılmış, bir kısmı çöpe atılmış ve bir kısmı da tabiat şartlarının tahrip ediciliğine maruz bırakılmıştır. Bu tahribattan kurtulanların belli bir kısmı da ıslanma, nemlenme ve kurt yenmesine uğrama sebebiyle hasar görmüştür. Ayrıca koruma maksadıyla sonradan ciltlenirken de bir kısmının yazılarına dikkatsizlik yüzünden zarar verilmiştir. Neticede bazı defter serileri ya tamamen yahut kısmen yok olmuştur. Bir kısmı da çöplüklerden toplanarak veya başka sebeplerle özel şahısların eline geçmiştir. Nihayet Maârif Vekâleti 3 Kasım 1941 tarihinde farklı yerlerde bulunan sicillerin müze ve kütüphanelere devredilmesini sağlamıştır. Karar gereği şer‘iyye sicilleri ait oldukları illerin kütüphanelerinde veya müzelerinde ve Topkapı Sarayı Müzesi'nde muhafaza edilirken, bu ilk karardan yarım asır sonra 1991 yılında siciller Kültür Bakanlığı'nın kararı ile İstanbul Şer‘iyye Sicili Arşivi'ndekiler (İŞSA) hariç olmak üzere Ankara'da Milli Kütüphane’de toplanmıştır. İstanbul ve çevresi mahkemelerine ait siciller halen İstanbul Müftülüğü Şer‘iyye Sicilleri Arşivi'nde korunmaktadır. Bu arada İnönü Üniversitesi'nde Osmanlı Araştırmaları Merkezi (OSAM), Kayseri Erciyes Üniversitesinde de Kayseri Tarih Araştırmaları Merkezi (KAYTAM) kurulmuş olup, bu merkezler, kendi yörelerine ait şer‘iyye sicil defterlerinin fotokopilerini alıp araştırmacılara açık hale getirmişlerdir. Yine Konya ve Trabzon şer’iyye sicillerinin fotokopileri de ayrı ayrı Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi ve Konya Müzesi'nde ve Trabzon Halk Kütüphanesi'nde araştırmacıların hizmetine sunulmuştur.59 Bu defterler, 2005 yılında alınan yeni bir karardan sonra Başbakanlık

Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı bünyesinde

55 Bayındır, a.g.e., s.31.

56 Osman Ersoy, “Şer‘iyye Sicillerinin Toplu Katoloğuna Doğru”, D.T.C.F.D., C.XXI, S. III-IV, Ankara,1963. 57 Mücteba İlgürel, “Şer‘iyye Sicillerinin Toplu Katoloğuna Doğru”, İ.Ü.E.F.T.D., S. 28-29, İstanbul, 1975. 58 Yusuf Halaçoğlu, “Şer‘iyye Sicillerinin Toplu Katoloğuna Doğru”, İ.Ü.E.F.T.D., S. 30, İstanbul, 1976. 59 Fethi Gedikli, “Osmanlı Hukuk Tarihi Olarak Şer‘iyye Sicilleri”, s.187-188.

(30)

muhafaza altına alınmıştır. Ayrıca 1894 yılında Sultan II. Abdülhamid’in emriyle “Şer‘iyye Sicilleri Arşivi” kurulmuşsa da bu arşivde sadece İstanbul ve çevresindeki mahkemelere ait siciller toplanabilmiştir.60

Şer‘iyye sicilleri, devlet ve hükümet makamlarından, beylerbeylerine, sancakbeylerine ve kadılara, müftülere, mütesellimlere, dizdarlara, defterdarlara, mütevellilere, voyvodalara, müderrislere, eminlere ve vilayet ayanına, memleket idaresi, siyaseti, emniyet ve asayişi, maliyesi, askerliği, vakıf ve hayratı gibi işlerle ilgili tayin, nakil, azil ve sürgün gibi cezalara çarptırılanlarla hapis ve idamların; malların müsadereleriyle, isyan ve şekavet hareketlerinin bastırılmasına, mevcut kanunlara göre alınacak vergi ve irat kaynaklarıyla devlete ait emlakların kiraya verilmeleri hususundaki malî işlere, arazi tahrirleri ve tımar tevcihleriyle ilgili toprak idaresi, toprakların işletilmesi ve bunların tescil ve ref’ine, asker alma, erzak ve yiyecek tedarikine ve mühimmat maddelerinin imal ve şevklerine, seferberlik hazırlıklarına harp kararlarına, çeşitli şikâyetlere, fırtına, dolu ve baskınlara ve yangın, gibi tabii afetlere, açlık ve kıtlık sonucu muhaceretlere, hastalık ve salgınlarda tedbirlere ve daha birçok hususlara mütedair alınacak ferman, berat, divan tezkeresi ve resmî mektuplar nevi’nden hükümet merkezinden gönderilmiş emir ve yazı suretlerinin olduğu görülmektedir.61

Bu kaynaklar faydalanabilir bir hale getirildikleri takdirde mahallî araştırma ve etütlerde artmalar olacaktır. Bugüne kadar hemen hemen yok denilecek kadar az ve ihtiyaca yeterli olmaktan çok uzak olan broşür, birkaç yayından ibaret araştırma ve etütler yerine, bu kaynakların yardımıyla yerine getirilecek ciddi eserler sayesinde şehir ve kasabalarımızın, köylerimizin daha iyi tanınması ve tanıtılması mümkün olacaktır.62

3.1.Şer‘iyye Sicillerindeki Belge Çeşitleri

Şer‘iye sicillerindeki belgeler iki ana kısma ayrılır. Birincisi; kadılar tarafından yazılan kayıtlar olup bunlar hüccetler, vakfiyeler, i’lâmlar, ma’ruzlar ve müraselelerdir. Bunlar sicillerdeki belgelerin yaklaşık % 90’ını oluşturmaktadır.

60 Yasin Taş, “Urfa Şer‘iyye Sicilleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Tarih Okulu Dergisi, Yıl 7, S.XVIII,

Haziran 2014, s.455.

61 Feyyaz Gürkan, “Şer‘iye Mahkemeleri Sicilleri Üzerinde Bir Araştırma”, IX. Türk Tarih Kongresi,

Kongreye Sunulan Bildiriler, C.II, Ankara 1988, s.765-766.

(31)

İkincisi ise; kadılara hitaben gönderilen ve bundan dolayı sicile kaydedilen ferman, berâtlar, buyrultular ve diğer hükümlerdir.63

İlk grubun içerisinde; her çeşit dava zabıtlarıyla mukavele, senet, satış, vakfiye, vekâlet, kefalet, ıtk, borçlanma, tereke, taksim vs. narhlar ve esnaf denetimleri, ikinci grup içerisinde ise; başta hükümdar olmak üzere büyük ve küçük makamlardan beylerbeyine, sancak beylerine, kadılara, müftülere, mütesellimlere, dizdarlara, defterdarlara, müderrislere, mütevellilere, voyvodalara, eminlere hitaben yazılan ferman, berat, divan tezkiresi, mektup, rü’us, tezkere vs.resmi mahiyetteki emir ve yazı kopyalarıdır.64

3.1.1.Kadı Tarafından Kaleme Alınan Belgeler 3.1.1.1. Hüccetler (Senedât-ı Şer‘iye)

Arapça olan hüccetin sözlükte delil, bürhan, kavil anlamındadır.65 Osmanlı

hukuk terminolojisinde ise hüccetin iki manası mevcuttur. Birincisi; şahitlik, ikrar, yemin veya yeminden nükûl gibi bir davayı ispat eden hukukî delillere denir. Bu mananın konumuzla ilgisi doğrudan yoktur. İkincisi; şer‘iyye sicillerindeki manasıdır. Kadının hükmünü (kararını) içermeyen, taraflardan birinin ikrarını ve diğerinin bu ikrarı onaylamasını içeren ve üst tarafında bunu düzenleyen kadının mühür ve imzasını taşıyan yazılı belgeye hüccet denir Tanzimat'tan sonraki Osmanlı mevzuatında hüccet tabiri yerine senet mefhumu da kullanılmıştır. Şer‘i hüccetlere senedât-ı şer‘iyye denmiştir. Halkın dilinde, hükmü ihtiva etsin etmesin üst tarafında hâkimin imza ve mührünü taşıyan her belgeye hüccet dene gelmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'ndeki kayıtlar, bu son manaya göredir.66

Hüccetlerin i’lâmlardan farkı, hâkimin hüccetlerde herhangi, bir kararın bulunmaması ve sadece şer‘i mahkemenin günümüzdeki noterler gibi, hukukî durumu olduğu gibi kaydetmeleridir. Taraflara verilen hüccetlerin üst tarafında

63Akgündüz, “İslam Hukukunun Tatbiki”, s.102.; Orhan Avcı, “Şer‘iyye Sicilleri Toplu Kataloğunda Tarih

Tespiti, Erdem, AKDTYK, Mayıs, 1999,S.34, s.48.

64 Ö.Faruk Teber, “Osmanlı Devleti Adli Yapısından Bir Kesit: Şer‘iyye Sicilleri”, Erdem, AKDTYK, C. XII,

S.35, Mayıs 2000, ,s.537.; Münir Atalar, “Şer‘iyye Mahkemelerine Dair Kısa Bir Tarihçe”, A.Ü. İslam İlimleri Enstitüsü Dergisi, S.IV. Ankara, 1980, s.311-312.

65 Pakalın,a.g.l., C.I, s. 865.; Mübahat Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili, Kubbealtı Neşriyat., İstanbul,

1994, s.350.

(32)

hücceti veren kadının imzası ve mührü mutlaka bulunur. Hâlbuki sicil defterlerindeki hüccetlerin başında bulunmaz. Bunlarda kadıların imza ve mühürleri; sadece sicilin baş tarafında veya kadının başladığı tarih baş kısmında kaydedilir. Göreve başlama tarihi de yazılır. Bazen sicile kaydedilen hüccet suretlerinin başında da kadının imzasının yer aldığını görüyoruz. Tarafların adı ve adresleri her çeşit şüpheyi ortadan kaldıracak şekilde açıklanır. Hüccetin konusunu oluşturan mal veya hak, bütün ayrıntısıyla tanıtılır. Hukukî muamelenin şekli, şartları ve varsa teslim ve tesellüm işlemleri beyan edilir. Her muamelede olduğu gibi hüccetlerin sonunda da tarih yıl, ay, gün ve bazen de günün belli bir dilimi halinde mutlaka zikredilir. Hukukî muameleye şahit olanların isimleri ve unvanları kaydedilir, Hüccetlerin başında genellikle şu ifadeler yer alır: Ya hüccetin düzenlendiği Mahkemenin bulunduğu şehir ismi zikredilerek başlanır. Mahkemenin bulunduğu şehir "mahrûse'', "mahmîye'' veya "medîne'' kelimelerinden biriyle tavsif edilir.67 Hüccetler konularına

göre; nafaka, velayet, vasî ta’yîni, nikâh akdi, talâk, mehir, satım akdi, ferâg, izin ve yetki belgesi, bağıslama, rehin, borç senedi, istihkak, ikrâr, havale, şahadet, kefalet, şirket, kısas, diyet, sulh ve iflas gibi konuları kapsamaktadır.68

Hüccetler içinde nev'i şahsına münhasır bir hüccet çeşidi de vakfiyelerdir. Vakfiyeler hem üslupları ve hem de muhtevaları itibarıyla diğer hüccetlerden ayrılırlar. Hüccetlere ait genel özellikler dışında, başında mutlaka bir dibace başlangıç bölümü vardır. Hüccet çeşitleri arasında üzerinde durulması lazım olan bir de hüccet-i zahriye vardır. Zahriye, resmi belgelerin arkasına yazılan veya konan ve yine resmi olan beyanlar, emirler ve haşiyeler manasındadır. Hüccet-i zahriye ise, arkasında sebep ve müstenedi yazılı olan hüccetlere denilir.69

3.1.1.2. İ’lâmlar

Kelime manası bildirme, anlatma, ifhâm demektir. Ancak Osmanlı diplomasisinde kadıların şer‘i mahkemeye intikal eden dava kararını tasdikini temin maksadıyla şeyhü’l-islâmlığa veya herhangi bir konuda bilgi vermek üzere üst makamlara yazdıkları resmi yazılar için de i’lâm tabiri kullanmıştır. Bir konuda bilgi

67 Akgündüz, a.g.m., s.104.

68 Karabay, a.g.t., s.23.; Bayındır, a.g.e., s.12. 69 Akgündüz, a.g.m., s.105.

(33)

vermek üzere üst makama yazılan i’lâmlar, arz mahiyetindedir. Terim olarak ise, şer‘i bir hükmü ve altında kararı veren kadının imza ve mührünü taşıyan yazılı belgeye i’lâm denmektedir. Her i’lâm belgesi, davacının iddiasını, dayandığı delilleri, davalının cevabını ve def'i söz konusu ise def'inin sebeplerini, son kısımda verilen kararın gerekçelerini ve nasıl karar verildiğine dair kayıtları ihtiva etmektedir. İ’lâm belgelerini diğer şer‘iyye sicil kayıtlarından ayıran en önemli özellik, hâkimin verdiği kararı ihtiva etmesidir. Hâkimin kararını ihtiva eden her belge i’lâmdır; hüccet, ma'ruz veya bir başka belge çeşidi değildir.71

Kadı verdiği kararı önce taraflara şifahi olarak bildirir. Daha sonra verilen kararın gerekçelerini de ihtiva eden bir i’lâm tanzim eder; hem davacıya hem de icap ederse davalıya birer suretini takdim eder. Bir suretini de sicile kaydeder. Zabıt kâtibi i’lâm müsveddesini kaleme aldıktan sonra müsvedde ilgili mercilerce tashih edildikten sonra hâkime takdim edilmiştir. Hâkimin tetkiki ve "yazıla'' kaydını düşmesinden sonra i’lâm kaleme alınmıştır. Zabıt kâtibi ve ilgili memurlar i’lâmı tetkik ederek arkasını paraf etmişlerdir. Hâkim son mütalaayı da yaptıktan sonra i’lâm sicile kaydedilmiştir. Bir i’lâmda bulunması gereken hususlar şunlardır;

a- Hakimin İmza ve Mührü: İ’lâmda hakimin imza ve mührü alt tarafta bulunur.

İmza hâkimin kendi eliyle yazmış olduğu ismi ve künyesinden ibarettir. Mühür de imza gibi ismini, babasının ismini ve bazen de bir dua cümlesini ihtiva eder.

b- Davacının Adı ve Adresi: İ’lâmda sırası ile davacının adresi kendisinin ve

babasının adı yazılır. Eğer davacı başka bir beldeden ise memleketi belirtilir ve davanın görüldüğü yere ne için geldiği halen nerede oturduğu kaydedilir

c- Davalının Adı: Adı, varsa lakabı ve babasının adı yazılır, adresine yer verilmez. d- Davanın Konusu: İ’lâmın bu kısmında eksik ve fazla olmaksızın davacının

iddiasına yer alır.

e- Davacının Cevabı: Davalı cevabında şahsı ile ilgili iddiayı kabul veya red eder,

yahut iddiayı hükümsüz bırakacak şekilde karsı dava açar.

f- Beyyine Talebi: Delil manasına gelip davalının iddiayı kabul etmemesi halinde,

hakim davacıdan iddiasını ispat etmesini ister.

70 Kütükoğlu, a.g.e., s.345.

Şekil

Tabla  1  aded  9

Referanslar

Benzer Belgeler

Ġsa Çelebi ibn EĢ-Ģeyh Ali, Sefer Bey bin Abdullah Er-râcil, Ġbrahim Çelebi ibn Mustafa, El-hâc Emrullah bin El-hâc Mahmud, Es-Seyyid Hüseyin Efendi Es-Seyyid Ali,

baharda sefere çıkacak donanma için her on hâneden bir nefer kürekçi ve bunların yol masraflarının toplanması için daha önce gönderilen emrin bazı kazalar

dizisi, kuvvetli Cesàro yakınsaklık, kuvvetli p-Cesàro yakınsaklık, lacunary istatistiksel yakınsaklık, fark dizi uzayları, genelleştirilmiş fark dizi

Yapılacak işlerin “bugün”, “yarın”, “yakında” ve “bir gün” kategorilerinden birine, uygulamanın üst kısmındaki yazı alanından eklenerek kayıt

Dârü’l-cihâd ve’l-mücâhidîn Medîne-i Vidin mahallâtından Çavuş mahallesinde sâkin iken bundan akdem vefât eden Ahmed Ağa bin Alî ibn Abdullah’ın verâseti

Medine-i Ayntab’da Mestancı mahallesi ahâlisinden iken bundan akdem fevt olan Muhsin-zâde Ahmed Ağa el-Hâc Ahmed Ağanın verâseti zevce-i menkuhe-i metrukesi

Many studies are done to explain placement of data prevention within the literature. However, definition of the data outpouring and restriction could be a method of content

Therefore, the implementation of successful auditing techniques is crucial to increasing the trust and confidence of data owners in cloud storage area.This paper proposes a