• Sonuç bulunamadı

Ebeveyn mükemmeliyetçiliğinin çocuktaki kaygı düzeyine etkisi: çocuktaki mantık dışı inançların aracı rolü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ebeveyn mükemmeliyetçiliğinin çocuktaki kaygı düzeyine etkisi: çocuktaki mantık dışı inançların aracı rolü"

Copied!
104
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

ii

THE EFFECT OF PARENTAL PERFECTIONISM ON CHILDREN’S

ANXIETY LEVELS: MEDIATOR ROLE OF IRRATIONAL BELIEFS

OF CHILDREN

Abstract

The aim of this study is to investigate the mediator role of irrational beliefs of children on the relationship between parental perfectionism levels and children’s anxiety levels by focusing on the potential relationships between parental perfectionism, anxiety and irrational belief levels of children. The sample of the study consists of 5th, 6th, 7th, 8th grade students, aged between 10-13, living in Balıkesir and Istanbul. To determinate children’s anxiety and irrational belief levels, State-Trait Anxiety Inventory for Children (STAIC) and The Irrational Beliefs Scale for Adolescents (IBSA) were used respectively; and Multidimensional Perfectionism Scale was used to measure parents’ perfectionism levels. Additionaly, Sociodemographical Information Form was used to evaluate the possible effect of sociodemographical characteristics.

According to the findings obtained from the linear hierarchical regression analyses that were conducted to test the main hypotheses accordingly, maternal perfectionism towards others was a signficant predictor (p < .05) for children’s state-trait anxiety and irrational belief levels; additionally, irrational belief levels of children has a significant predictive effect (p < .05) on anxiety levels of children. Moreover, results also demonstrated that irrational belief levels of children have a significant mediator effect on the relationship between maternal perfectionism level towards others and the state-trait anxiety levels of children.

Keywords: Secondary School Age, Irrational Beliefs, State Anxiety, Trait Anxiety,

(3)

iii

EBEVEYN MÜKEMMELİYETÇİLİĞİNİN ÇOCUKTAKİ KAYGI

DÜZEYİNE ETKİSİ: ÇOCUKTAKİ MANTIK DIŞI İNANÇLARIN

ARACI ROLÜ

Özet

Bu çalışmanın amacı; ebeveynlerin mükemmeliyetçilik düzeyi, çocuktaki kaygı ve mantık dışı inanç düzeyi değişkenleri arasındaki olası ilişkilere odaklanarak ebeveynlerin mükemmeliyetçilik düzeyi ve çocukların kaygı düzeyi arasındaki ilişkide çocuklardaki mantık dışı inanç düzeyinin aracı rolünü incelemektir. Çalışmanın örneklemini Balıkesir ve İstanbul’da yaşayan 10-13 yaş arasında bulunan 5., 6., 7., 8. sınıf öğrencileri ile bu öğrencilerin anne ve babaları oluşturmaktadır. Çocukların kaygı ve mantık dışı inanç düzeylerini belirlemek amacıyla sırasıyla Çocuklar İçin Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri (ÇDSKE) ve Ergenler İçin Mantık Dışı İnançlar Ölçeği (EMİÖ); ebeveynlerin mükemmeliyetçilik düzeylerini ölçmek için ise Çok Boyutlu Mükemmeliyetçilik Ölçeği (ÇBMÖ) kullanılmıştır. Ayrıca sosyodemografik özelliklerin değerlendirilebilmesi için Sosyodemografik Bilgi Formu kullanılmıştır.

Bu doğrultuda temel hipotezlerin test edilmesi amacıyla yapılan doğrusal hiyerarşik regresyon analizlerinden edilen bulgulara göre annelerin başkalarına yönelik mükemmeliyetçilik düzeyinin, çocukların durumluk-sürekli kaygı ve mantık dışı inanç düzeyi üzerinde; çocukların mantık dışı inanç düzeyinin çocukların kaygı düzeyi üzerinde anlamlı bir yordayıcı etkiye sahip olduğu (p<.05) görülmüştür. Annelerin başkalarına yönelik mükemmeliyetçilik düzeyinin çocuğun durumluk-sürekli kaygı düzeyi üzerindeki etkisinde çocukların mantık dışı inanç düzeyinin anlamlı bir aracı etkiye sahip olduğu görülmektedir.

Anahtar kelimeler: Ortaokul Çağı, Mantık Dışı İnançlar, Durumluk Kaygı, Sürekli

(4)

iv

Teşekkür

Yüksek lisans eğitimi sürecimi en iyi şekilde değerlendirmemi sağlayan birçok insan bulunuyor. Benim için çok değerli olan bu kişilere teşekkürlerimi sunarak başlamak istiyorum.

İlk olarak danışmanım Dr. Öğr. Üyesi Z. Deniz AKTAN’a teşekkür ederim. Yüksek lisans eğitimim boyunca kendisinin deneyimlerinden yararlanma şansımın olması benim için çok değerliydi. Ayrıca araştırma sürecimin en başından itibaren ilgiyle bana rehberlik ettiği için çok teşekkür ediyorum.

Bu süreçte manevi olarak desteklerini hep hissettiğim; endişeli ve kaygılı hissettiğim zamanlarda hep yanımda olan sınıf arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.

Bu süreçte desteklerini hep hissettiğim, her aradığımda iyi hissetmemi sağlayan sevgili dostlarım Gizem ÇIKRIKCI, Aylin ADISANOĞLU, Aykut KARAKUŞ’a ve bu dönemde beni her daim motive eden, iyi hissetmemi sağlayan Alperen ORAK’a çok teşekkür ediyorum.

Son olarak her zaman sevgilerini hissettiren ve bu süreçte en büyük destekçim olan canım aileme çok teşekkür ediyorum.

(5)

v

İçindekiler

ONAY SAYFASI………..…i

ABSTRACT……….ii

ÖZET………..iii

TEŞEKKÜR……….……...iv

İÇİNDEKİLER……….………...v

TABLOLAR LİSTESİ……….….……..x

ŞEKİLLER LİSTESİ………...xi

KISALTMALAR LİSTESİ………..xii

BÖLÜM 1……….……1

1. GİRİŞ……….1

BÖLÜM 2………...…..4

2. LİTERATÜR………...4

2.1. Kaygı……….4

2.1.1. Kaygının Tanımı………4

2.1.2. Kaygı Kavramına Kuramsal Bakış……….5

2.1.2.1. Psikanalitik Yaklaşım………5

(6)

vi

2.1.2.3. Bilişsel Yaklaşım……….………..7

2.1.3. İki Faktörlü Kaygı Kuramı……….7

2.1.3.1. Durumluk Kaygı………..………..8

2.1.3.2. Sürekli Kaygı……….………8

2.1.4. Kaygının Yaygınlık, Yaş ve Cinsiyet Açısından

Ele Alınması………...….8

2.1.5. Kaygıya Yol Açan Nedenler………10

2.1.6. Kaygının Belirtileri………..11

2.2. Mükemmeliyetçilik……….……….12

2.2.1. Mükemmeliyetçiliğin Tanımı………..12

2.2.2. Mükemmeliyetçiliğin Boyutları………..……….13

2.2.2.1. Tek Boyutlu Bakış Açısı ile Mükemmeliyetçilik….…13

2.2.2.2. Çok Boyutlu Bakış Açısı ile Mükemmeliyetçilik….…13

2.2.3. Mükemmeliyetçilik Kavramına Kuramsal Bakış……….…15

2.2.3.1. Psikanalitik Yaklaşım………..15

2.2.3.2. Bilişsel Yaklaşım……….16

2.2.3.3. Sosyal Öğrenme Kuramı………..16

2.2.4. Mükemmeliyetçiliğin Oluşumu………...16

2.2.5. Mükemmeliyetçi Kişilerin Özellikleri……….18

2.3. Akılcı Duygusal Davranış Terapisi (ADDT) Kuramı………...…19

2.3.1. ADDT’de ABC Kişilik Kuramı………...20

(7)

vii

2.3.2.1. Mantıklı İnançlar………..21

2.3.2.2. Mantık Dışı İnançlar………22

2.3.2.3. Çocuk ve Ergenlerde Mantık Dışı İnançlar…………..23

2.4. Mantık Dışı İnançlar ile Mükemmeliyetçilik İlişkisini İnceleyen

Çalışmalar………...……24

2.5. Mantık Dışı İnançlar ile Kaygı İlişkisini İnceleyen Çalışmalar..25

2.6. Kaygı ile Mükemmeliyetçilik İlişkisini İnceleyen Çalışmalar…26

BÖLÜM 3………...28

3. AMAÇ VE HİPOTEZLER……….28

3.1. Amaç………28

3.2. Hipotezler……….28

BÖLÜM 4………...30

4. YÖNTEM………30

4.1. Katılımcılar………..30

4.1.1. Katılımcı Verilerinin Toplanması………...…30

4.1.2. Katılımcıların Demografik Özellikleri………31

4.2. Veri Toplama Araçları……….…34

4.2.1. Ebeveynler İçin Bilgilendirilmiş Gönüllü Onam Formu.…34

4.2.2. Çocuk İçin Bilgilendirilmiş Gönüllü Onam Formu………34

4.2.3. Sosyodemografik Bilgi Formu………34

4.2.4. Çocuklar İçin Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri……….34

(8)

viii

4.2.6. Çok Boyutlu Mükemmeliyetçilik Ölçeği…………..……..35

4.3. İşlem………...…..36

4.4. Veri Analizi……….37

BÖLÜM 5……….……..39

5. BULGULAR………...…39

5.1. Çok Boyutlu Mükemmeliyetçilik Ölçeği, Çocuklar İçin

Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri ve Ergenler İçin Mantık Dışı

İnançlar Ölçeğinin ve Alt Boyutlarının Betimleyici İstatistikleri……...39

5.2. Temel Hipotezin Sınanması: Ebeveynlerin Mükemmeliyetçilik

Düzeyi ile Çocuktaki Kaygı Düzeyi Arasındaki İlişkide Çocuğun Mantık

Dışı İnanç Düzeyinin Aracı Etkisinin İncelenmesi……….……40

5.2.1. Medyatör Etki Analizi………..…40

5.2.1.1. Annelerin Başkalarına Yönelik Mükemmeliyetçilik

Düzeyi ve Çocukların Durumluk Kaygı Düzeyi Arasındaki İlişkide

Çocukların Mantık Dışı İnanç Düzeyinin Medyatör (Aracı) Etkisi……43

5.2.1.2. Annelerin Başkalarına Yönelik Mükemmeliyetçilik

Düzeyi ve Çocukların Sürekli Kaygı Düzeyi Arasındaki İlişkide

Çocukların Mantık Dışı İnanç Düzeyinin Medyatör (Aracı) Etkisi…....44

5.3. Yan Hipotezin Sınanması: Katılımcıların Mantık Dışı İnanç ve

Kaygı Düzeylerinin Sosyodemografik Özelliklerle İlişkisi………...….46

5.3.1. Ergenler İçin Mantık Dışı İnançlar Ölçeği ve

Sosyodemografik Özellikler Arasındaki İlişkiler………46

5.3.2. Durumluk Kaygı Ölçeği ve Sosyodemografik Özellikler

Arasındaki İlişkiler………..……48

(9)

ix

5.3.3. Sürekli Kaygı Ölçeği ve Sosyodemografik Özellikler

Arasındaki İlişkiler……….……….50

TARTIŞMA……….…..53

KAYNAKÇA………...……..69

EKLER………...………80

(10)

x

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 4.1 Katılımcıların Demografik Bilgileri………...……….33 Tablo 5.1 Ölçeklerin Betimleyici İstatistikleri……….………39 Tablo 5.2 Ebeveynlerin Mükemmeliyetçilik Düzeyleri ile Çocuklardaki Kaygı ve Mantık Dışı İnanç Düzeyi Arasındaki Korelasyonlar………..……41 Tablo 5.3 Annelerin Başkalarına Yönelik Mükemmeliyetçilik Düzeyi ve Çocukların Durumluk Kaygı Düzeyi Arasındaki İlişkide Çocukların Mantık Dışı İnanç Düzeyinin Medyatör (Aracı) Etkisi………..…….43 Tablo 5.4 Annelerin Başkalarına Yönelik Mükemmeliyetçilik Düzeyi ve Çocukların Sürekli Kaygı Düzeyi Arasındaki İlişkide Çocukların Mantık Dışı İnanç Düzeyinin Medyatör (Aracı) Etkisi……….………..45 Tablo 5.5 Katılımcıların Mantık Dışı İnanç Düzeyleri ve Sosyodemografik Özellikleri Arasındaki İlişkiler………..47 Tablo 5.6 Katılımcıların Durumluk Kaygı Düzeyleri ve Sosyodemografik Özellikleri Arasındaki İlişkiler……….…….48 Tablo 5.7 Katılımcıların Sürekli Kaygı Düzeyleri ve Sosyodemografik Özellikleri Arasındaki İlişkiler………..………50

(11)

xi

ŞEKİLLER LİSTESİ

Tablo 2.1 ABC Modeli………20 Tablo 5.1 Ebeveynlerin Mükemmeliyetçilik Düzeyi ve Çocukların Kaygı Düzeyi Arasındaki İlişkide Çocukların Mantık Dışı İnanç Düzeyinin Medyatör Etkisi……...40 Tablo 5.2 Annelerin Başkalarına Yönelik Mükemmeliyetçilik Düzeyi ve Çocukların Durumluk Kaygı Düzeyi Arasındaki İlişkide Çocukların Mantık Dışı İnanç Düzeyinin Medyatör Etkisi………...……42 Tablo 5.3 Annelerin Başkalarına Yönelik Mükemmeliyetçilik Düzeyi ve Çocukların Sürekli Kaygı Düzeyi Arasındaki İlişkide Çocukların Mantık Dışı İnanç Düzeyinin Medyatör Etkisi……….…..42

(12)

xii

KISALTMALAR LİSTESİ

ADDT: Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi

NCS: National Comorbidity Survey

ÇDSKE: Çocuklar İçin Durumluk Sürekli Kaygı Envanteri EMİÖ: Ergenler İçin Mantık Dışı İnançlar Ölçeği

ÇBMÖ: Çok Boyutlu Mükemmeliyetçilik Ölçeği KYM: Kendine Yönelik Mükemmeliyetçilik

BYM: Başkalarına Yönelik Mükemmeliyetçilik

BBM: Başkalarınca Belirlenen Mükemmeliyetçilik

DK: Durumluk Kaygı

(13)

1

BİRİNCİ BÖLÜM

GİRİŞ

Psikoloji tarihine bakıldığında, kaygıyla ilgili çalışmaların önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. Yapılan çalışmalara göre kaygının; bireylerin hoşlanmadığı bir duygu, his olarak algılandığı bilinmektedir (Kurtuldu, 2009).

Kaygının temeli, çocukluk yıllarına dayanmaktadır. Çocukların yaşadığı kaygıya neden olan durumlar, ileriki senelerde verdikleri ruhsal tepkilerin temellerini oluşturmaktadır (Çifter, 1985). Bu yüzden çocukluk döneminde kaygının araştırılması oldukça önemlidir.

Kaygı, çocuğun gelişiminin normal bir parçasıdır. Fakat kaygının şiddetli ve yaygın olduğu durumlarda çocuklarda istenmeyen psikolojik problemler ortaya çıkabilir. Bir durumla ilgili yoğun olarak duyulan endişe, belirgin düzeyde stres yaşantısı, akademik ve sosyal işlevsellik düzeyinde birtakım bozulmaların yaşanması kaygı bozukluğu olarak tanımlanmaktadır (Oltmanns ve Emery, 2012; Kendall, 1992). Kaygı bozukluğu tanısı, çocukluk döneminde %12’den fazla çocuğa konmaktadır. Bilaç ve arkadaşlarının Türkiye’de yaptıkları çalışmada 6-14 yaş arasında bulunan çocuklarda kaygı bozukluklarının yaygınlığına bakıldığında %13.9 olduğu görülmektedir (Angold ve Costello, 1995; Bilaç ve ark., 2014).

Literatüre bakıldığında çocukta kaygıya sebep olan birçok faktör üzerinde durulmuştur. Çocukluk döneminde kaygı genellikle aile, öğretmenler, arkadaşlar ve yakın çevreyle olan ilişkiler sonucunda oluşmaktadır. Ailedeki yanlış tutumlar, çocukta kaygının oluşmasındaki en önemli nedenlerden biridir (Gençtan’dan akt. Kırmızıgül, 2018). Bu yüzden ebeveynlerdeki mükemmeliyetçiliğin, çocuklarına yaklaşımlarını etkileyeceği ve bunun sonucunda da çocuklardaki kaygı seviyesinin artacağı düşünülebilir (Güngör, 2009).

(14)

2

Frost, Lahart ve Rosenblate’ye (1991) göre hataları kabul etmeyip kusursuzluk beklentisinde olan anne babaların bu tutumları çocukları üzerinde yüksek düzeyde kaygı belirtilerine neden olmaktadır. Çocuk, yaşadığı kaygı yüzünden yanlış yapmaktan kaçınmak için yeni deneyimlerden kendisini uzak tutmaktadır. Ebeveynin bu tutumu yüzünden, çocuk kendini yetersiz olarak görebilmektedir. Mükemmeliyetçiliğin fazla olduğu ortamda büyüyen çocuk hatasız olmak isteyecek ve başarılı olsa da bu başarı o çocuğu tatmin etmeyecektir (akt. Özçiçek, 2014).

Literatüre bakıldığında kaygıyla ilişkili bulunan bir diğer değişken ise mantık dışı inançlardır (Çivitci, 2006a; Malouf, Schutte ve McClelland, 1992; Boyacıoğlu ve Küçük, 2011; Wong, 2008).

Ellis tarafından geliştirilen Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi (ADDT) modeline göre; insanlar doğdukları günden başlayarak dünyaya dair birtakım düşünceler geliştirmektedir. Bu düşünceler akılcı ve akılcı olmayan inançlar etrafında gelişmektedir. Akılcı olan inançlar hayatta kalabilmek, acılardan uzak durup mutlu olabilmek gibi temel amaçlara ulaşmaya yardımcı olan düşüncelerdir. Akılcı olmayan inançlar ise bu amaçlara ulaşmayı zorlaştıran düşüncelerdir (Corey, 2008; Ellis 1984). ADDT’ye göre psikolojik problemlerin altında yatan temel faktör, kişinin sahip olduğu mantık dışı inançlardır (Ellis, 1993). Bu mantık dışı inançların oluşmasında da ailenin önemini vurgulamaktadır (Ellis, 1989).

Literatüre bakıldığında ebeveynlerin mükemmeliyetçi yaklaşımlarının çocuklardaki kaygı düzeyi üzerindeki etkisini (Hudson ve Rapee, 2001; Güngör, 2009); mükemmeliyetçiliğin mantık dışı inançlar üzerindeki etkisini (Dilmaç ve ark., 2009) ve çocuklardaki mantık dışı inançların kaygı düzeyleri üzerindeki etkisini (Çivitci, 2006b; Göller, 2010) inceleyen çalışmalar bulunurken tüm değişkenleri bir arada ele alan ve değişkenler arasındaki ilişkilerden aracılık hipotezleri geliştiren sınırlı sayıda çalışmaya rastlanmaktadır. Tüm bunlar değerlendirildiğinde bu çalışmanın amacı; ebeveyn mükemmeliyetçiliği ile çocuklardaki kaygı düzeyi arasındaki ilişkide, mantıkdışı inançların aracı etkisinin araştırılması olarak belirlenmiştir.

Literatürde kaygı, mantık dışı inanç ve mükemmeliyetçilik düzeyi arasındaki ilişkilere odaklanan çalışmaların yanında, mantık dışı inanç ve kaygı düzeyinin

(15)

3

sosyodemografik değişkenlerden ne kadar etkilendiğini araştıran çalışmalar da bulunmaktadır (Aral ve Başar, 1998; Doughus ve Rice, 1979; Peker, 1999, Eren-Gümüş, 1997; Durm ve Stowers, 1998; Hoglund ve Collison, 1989; Al-Salameh, 2011). Yapılan bu çalışmalarda kaygı ve mantık dışı inançların; katılımcıların yaşları, cinsiyetleri, algılanan sosyoekonomik düzeyleri gibi sosyodemografik özellikleriyle ilişkileri incelenmiştir. Dolayısıyla bu araştırmanın yan amacı da katılımcıların kaygı ve mantık dışı inanç düzeylerinin sosyodemografik özelliklerle ilişkisinin incelenmesi ve literatürdeki verilerle karşılaştırılması olarak belirlenmiştir.

Tüm bu amaçlar doğrultusunda araştırmanın literatür bölümünde kaygı, mükemmeliyetçilik, mantık dışı inanç kavramlarıyla ilgili tanımlamalar ile bilgilere yer verilecek ve bu değişkenlerle yapılan literatür çalışmaları aktarılacaktır.

(16)

4

İKİNCİ BÖLÜM

LİTERATÜR

2.1. Kaygı

2.1.1. Kaygının Tanımı

Kaygı, S. Freud tarafından 19. yüzyılda incelenmeye başlanan bir kavramdır (Öner ve LeCompte, 1985). Literatüre bakıldığında çoğunlukla kaygı kavramı ile korku kavramının eş anlamlı olarak kullanıldığı görülmektedir. S. Freud, kaygı ile korku kavramını birbirinden ayırmıştır. Korkuyu, dışarıdan gelen ve gerçek olan bir tehlikeye karşı gösterilen bir tepki olarak tanımlarken; kaygıyı, kişiyi içeriden tehdit eden bir tehlikeye karşı gösterilen tepki olarak tanımlamıştır (Morgan, 2000).

Literatüre bakıldığında araştırmacıların 1960’lı yıllara kadar kaygı kavramının tanımıyla ilgili bir fikir birliğine ulaşamadıkları görülmektedir. Bazıları kaygıyı bir kişilik özelliği olarak kabul ederken, bazıları da geçici bir durum olarak tanımlamaktaydılar (Sekmenli, 2000).

Yapılan çalışmalarda kaygının, bireylerin hoşlanmadığı bir duygu olarak tanımlandığı görülmektedir. Araştırmacılar, kaygı durumunun bireylerin çoğunluğunda az ya da çok şekilde yaşandığını vurgulamaktadır (Kurtuldu, 2009).

Türk Dil Kurumu (2014) sözlüğünde kaygı, genellikle kötü bir şey olacakmış düşüncesiyle ortaya çıkan ve sebebi bilinmeyen gerginlik duygusu olarak tanımlanmaktadır.

Literatüre bakıldığında araştırmacıların kaygı hakkında daha birçok tanım yaptığı görülmektedir. Bu tanımlar aşağıda belirtilmiştir.

(17)

5

Kaygı, sebebi belli olmayan veya bilinç dışı olan ve korkuya benzeyen bir duygudur (Yüksel, 1995). Kaygı, insanın işlevselliğini kısıtlayan ve bir destek arayacak düzeyde gerilim içinde olma halidir (Malmo, 1975; akt. Karagüven, 1999). Kaygı; otonom sinir sisteminde meydana gelen kalp atışının hızlanması, terleme, kaslarda gerginlik gibi belirtileri içeren hoş olmayan duygusal durum olarak tanımlanmaktadır (Linn, 1975; akt. Karagüven, 1999).

2.1.2. Kaygı Kavramına Kuramsal Bakış

Kaygı kavramı, tarih boyunca birçok araştırmacı tarafından incelenmiştir ve birçok yaklaşım, kaygıyla ilgili açıklamalarda bulunmuştur.

2.1.2.1. Psikanalitik Yaklaşım

Kaygıyı incelemeye başlayan, kaygının sebeplerini araştıran ilk isim S. Freud olmuştur. Freud (1936); öncelikle kaygının, dürtülerin sebep olduğu gücün bastırılması sonucunda ortaya çıktığını belirtmiştir. Daha sonra ise bu görüşünü değiştirmiştir. Benliğin tehlikeli bir durum algılaması halinde kaygının ortaya çıktığını ve bu kaygı durumunun ortadan kalkması için ise bastırma mekanizmalarının devreye girdiğini belirtmiştir (akt. Palti, 2012).

Freud’a göre, kaygının uyum sağlayıcı ve hayatta kalmayı sağlayan bir işlevi vardır. Kaygı, çevreden gelen tehlikelere karşı kişiyi uyarır. Fakat işlevsel olan kaygı mantık dışı bir hale dönüşürse uyum sağlayıcı işlevini yitirir ve problemli davranışların çıkmasına neden olur (Freud,1997).

Freud’a göre kaygının ilk başladığı an, anne karnından ayrılma anıdır. Freud buna “doğum sarsıntısı” demektedir. Otto Rank, anne karnında rahat geçen süreç sonucunda birden bebeğin de çabasını gerektiren doğum sürecinin ve doğumdan sonraki anne karnına benzemeyen koşulların, çocukta bir dehşet yarattığını öne sürmektedir. Yaşamın ilerleyen zamanlarında da sağlıklı insanlarda bile var olan kaygının kaynağı olduğunu söylemiştir. Rank, insanın hayatı boyunca yaşadığı kaygıları, doğum anında yaşadığı kaygının tekrarı olarak görmüştür (Freud, 1997; Gençtan, 1993).

Freud kaygıyı; gerçeklik kaygısı, nevrotik kaygı ve suçluluk kaygısı olmak üzere üçe ayırmıştır. Bu üç kaygı türünü ise id, ego ve süperego ile açıklamıştır. Gerçeklik kaygısı egoyla ilgilidir ve dış dünyada bulunan gerçek tehlikelere duyulan

(18)

6

korkudur. Nevrotik kaygı, nedeni bilinmeyen ve egonun bilinçdışı alanlarında oluşan kaygıdır. İçgüdülerin arzuladığı doyuma ulaşması durumunda, bunun cezalandırılmasından endişelenilmesidir. Suçluluk kaygısı ise süperego ile ilgilidir, bireyin kendi vicdanından korkma halidir (Freud, 1997; Geçtan, 1993).

2.1.2.2. Davranışçı Yaklaşım

İnsan, boş bir zihinle dünyaya gelir; daha sonra zihin, çevre sayesinde biçimlenmeye başlar ve kişi her şeyi doğumdan sonra öğrenir (Ainslie, 1975). Davranışçı yaklaşıma göre, kaygı öğrenmeler sonucunda ortaya çıkar. Koşullu uyaran ile koşulsuz bir uyaranın sık bir şekilde eşlenmesi sonucunda koşullu bir tepki ortaya çıkar. Koşullu tepki ise kaygıdır (Sungur, 1997).

Davranışçı kuramlar; kaygının güçlü bir güdüleyici olmasından dolayı, kaygıyı ortadan kaldırmak için yapılan her davranışın aslında kaygıyı daha da pekiştirdiğini ve artırdığını söylemektedir (Weanar, 2003).

Mowrer (1953), İki Faktör Teorisi’nde hayatın tamamında var olan iki çeşit öğrenmeden bahseder: Klasik koşullanma ve edimsel koşullanma. İki Faktör Teorisi’ne göre korku, klasik koşullanma ile öğrenilir ve kaçma davranışları (edimsel koşullanma) ile de süreğenleşir (akt. Tantan Ulu, 2019).

Kaygı ve korkuyla ilgili çalışmalar yapan en önemli araştırmacılardan biri de Watson’dır. Watson da kaygıyı koşullanmış duygusal tepki olarak tanımlamaktadır. Watson ve Rayner (1920) önemli bir çalışma yapmışlardır. İlk başta farelerle karşı karşıya getirilen küçük Albert, farelere karşı hiçbir korku duymamaktaydı. Fakat daha sonra Watson, Albert’i tüylü nesnelerden ve hayvanlardan korkması için koşullandırmıştır. Albert fareye her dokunmak istediğinde çelik bir bara vurulup Albert’in korku tepkisi çıkarmasını sağlayan çok yüksek bir ses çıkarılıyordu. Bu olay bir süre tekrarlandıktan sonra görülmüştür ki Albert artık yüksek ses olmaksızın fareyi görür görmez korku tepkisi çıkarıyordu. Yüksek ses olmadan da fare, Albert’in korku duyması için doğal bir uyarıcı haline gelmişti. Yapılan bu araştırmanın sonucu, davranışçı yaklaşımın kaygının öğrenmeler sonucu ortaya çıktığı görüşüne uymaktadır. Araştırmada, çocukta başta kaygı ortaya çıkmazken araştırmanın ilerleyen zamanlarında öğrenmeler sonucunda kaygı ortaya çıkmaktadır.

(19)

7

2.1.2.3. Bilişsel Yaklaşım

Bilişsel yaklaşıma göre, kaygının sebebi yaşanan olaylar değil; kişilerin bu olaylarla alakalı beklentileri ve olaylara yaptıkları yorumlardır. Bireydeki abartılı algılamalar otomatik olarak kaygının ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Beck ve ark., 2011; Savaşır, Soygüt ve Kabakçı, 2003).

Bireylerdeki düşünce sisteminin temelinde bilgi işleme süreçlerini şekillendiren, doğuştan gelip yaşanan olaylar sonucunda ömür boyu değişen şemalar bulunmaktadır. Şemalar, yaşanan olayları anlamayı ve uygun tepkiler verebilmeyi sağlayan temel zihinsel yapılardır (Young, Klosko ve Weishaar, 2003).

Beck ve Freeman’a göre, kaygının da geçmişten gelen ve çevreye karşı tetikte olmayı sağlayan bilişsel bir şeması bulunmaktadır. Kaygı seviyesi diğerlerine göre daha az olan insanlar yaşanan olayları yorumlarken olayın kendileri için tehlikeli olduğunu düşündüren otomatik düşüncelere sahip değillerdir. Fakat kaygı seviyesi diğerlerine göre daha yüksek olan insanlar yaşadıkları olayları değerlendirirken kişiselleştirme, felaketleştirme, aşırı genelleme gibi bilişsel çarpıtmalara başvururlar (Sharf, 2004).

Bilişsel yaklaşıma göre birey bir uyarıcıyla karşılaştığında tehlikeli olabileceğine dair düşünceleri varsa kaygı ortaya çıkmaktadır. Bu kaygının patolojik olarak ortaya çıktığı durumlarda ise tehlike yanlı ya da abartılı bir şekilde işlenmektedir. Bu düşünceler zihnini sürekli meşgul eder ve kişi dikkatini başka hiçbir yere yönlendiremez. Kaygı bozukluklarına bakıldığında da bireylerde özellikle aşırı genelleme, felaketleştirme, etiketleme, keyfi çıkarım ve ya hep ya hiç gibi bilişsel çarpıtmalar olduğu görülmektedir (Beck ve Clark, 1997; Clark ve Beck, 2011).

2.1.3. İki Faktörlü Kaygı Kuramı

Durumluk-sürekli kaygı kavramları, ilk defa Cattel ve Scheier’in faktör analizi çalışmalarıyla ortaya atılmıştır. Bu çalışmalar da Speilberger ve arkadaşlarının ortaya attığı İki Faktörlü Kaygı Kuramı’nın temelini oluşturmaktadır (Alisinanoğlu ve Ulutaş, 2003). Spielberger’in (1966) ortaya attığı İki Faktörlü Kaygı Kuramı’na göre kaygı, durumluk ve sürekli kaygı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Spielberger ve onu takip eden araştırmacıların yaptığı çalışmalar sonucunda sürekli ve durumluk kaygı arasında sürekli bir etkileşim olduğu bulunmuştur (Köknel, 1989). Durumluk-Sürekli

(20)

8

kaygının ölçülebilmesi için ise “Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri” kullanılmaktadır (Öner ve Le Compte 1985).

2.1.3.1. Durumluk Kaygı

Durumluk kaygı, kişinin o anda içinde bulunduğu duruma ve koşullara bağlı olarak hissettiği öznel korku halidir. Duruma bağlı yaşanan öznel korku sonucunda otonom sinir sisteminde birtakım uyarılmalar meydana gelmektedir. Bu uyarılmalar sonucunda ise terleme, kızarma, titreme gibi fizyolojik değişimler ortaya çıkmaktadır. Yaşanan stresli koşullarda durumluk kaygı düzeyi artmakta, stresli koşulların ortadan kalkması halinde ise durumluk kaygı düzeyi azalmaktadır. Durumluk kaygının şiddetine ve süresine bakıldığında ise tehdit yaratan durumun şiddetiyle ve kişinin bu durum hakkındaki yaptığı yorumun kalıcılığıyla ilişkili olduğu görülmektedir (Spielberger, 1966, 1972; akt. Özdemir, 2013).

2.1.3.2. Sürekli Kaygı

Sürekli kaygı; yaşanılan olayları, içinde bulunulan durumları kişinin genel olarak stresli olarak algılama ve yorumlama eğilimidir. Sürekli kaygı seviyesi yüksek olan bireyler, düşük olan bireylerle kıyaslandığında; bu bireylerin yaşanılan olayı ya da içinde bulunulan durumu daha tehlikeli olarak görme eğiliminde oldukları görülmektedir ve bu bireyler daha kolay incinip daha kolay karamsarlığa düşmektedir. Ayrıca sürekli kaygı seviyesi yüksek olan bireyler, durumluk kaygıyı da daha sık ve yoğun olarak yaşamaktadırlar (Spielberger, 1966; Özdemir, 2013).

2.1.4. Kaygının Yaygınlık, Yaş ve Cinsiyet Açısından Ele Alınması

Kaygının belirtilerinin şiddet ve sıklığının yaş ve cinsiyetten etkilendiği düşünüldüğünden dolayı bu konuyla ilgili birçok araştırma bulunmaktadır.

Kaygı; belirli zamanlarda herkes tarafından yaşanan bir duygu olsa da, bu durumun sürekli ve nedensiz bir şekilde yaşanması ve algılanması kaygı bozukluğuna neden olabilmektedir (Gezgin, Çam ve Karademir, 2010). Kaygıya neden olan faktörler yaşa göre farklılaşmaktadır. Örneğin 3-5 yaş aralığındaki çocuklar yuvaya geçişte kaygı yaşarken; 6-12 yaş aralığındaki çocuklar akademik ve sosyal beceriler konusunda kaygı yaşayabilirler (Yörükoğlu, 2002).

(21)

9

Yaşamın çocukluk, ergenlik, yetişkinlik dönemlerinin herhangi bir döneminde ortaya çıkan kaygı bozukluğunda yaş ilerledikçe kaygı duyarlılığı da artmaktadır (Beck ve Clark, 1988).

Kaygı bozukluğu, en yaygın psikiyatrik hastalıklar arasındadır. Yaygın kaygı bozukluğunun yıllık yaygınlığına bakıldığında %1.7 - %3.1 iken, yaşam boyunca görülme sıklığı %59’dur (Lepine, 2002).

Amerika’da National Comorbidity Survey (NCS) ile yapılan en kapsamlı araştırmalardan birinde, kaygı bozukluğunun yaşam boyu yaygınlığına bakılmıştır: Yaygınlığı en düşük olan yaş grubu 15-24 yaş arası iken (%2), yaygınlığı en yüksek olan grup 45-55 yaş arası (%6.9) olarak bulunmuştur. Ayrıca NCS’ye göre yaygın anksiyete bozukluğunun yaşam boyu yaygınlığı kadınlarda %6.6 iken erkeklerde %3.6’dır. Dolayısıyla kadınlarda yaygın anksiyete bozukluğu görülme ihtimali erkeklere göre iki kat fazladır (Wittchen, 2002).

Türkiye’de bakıldığında yaygın anksiyete bozuklukları toplum içinde en sık görülen psikiyatrik bozukluklardandır (Ertan, 2008). Türkiye’de, yaygın anksiyete bozukluğunun yaygınlığının incelendiği çalışmalarla yurtdışındaki çalışmalarda benzer sonuçların ortaya çıktığı görülmektedir. Özcan ve arkadaşlarının (2006) yaptığı araştırmada yaygın anksiyete bozukluğunun son 1 yıldaki yaygınlığı %0.7 olarak bulunurken; kadınlardaki yaygınlığı (%12.8) erkeklerdeki yaygınlığına göre (%6) yaklaşık olarak iki kat daha fazla bulunmuştur.

Çocuklarla yapılan araştırmalar sonucunda da çocukluk çağında olan çocukların %12’sinden fazlasına kaygı bozukluğu tanısının konulduğu görülmektedir (Oltmanns ve Emery, 2012; Angold ve Costell, 1995).

Bilaç ve arkadaşlarının (2014) Türkiye’deki 6-14 yaşlarındaki 600 çocukla yaptığı araştırmada kaygı bozukluğunun yaygınlığı %13.9 bulunmuştur.

Demiriz ve Ulutaş’ın (2003) 600 katılımcıyla yaptıkları araştırmada, 9-12 yaş arasındaki çocuklarda kızların durumluk-sürekli kaygı puan ortalamaları erkeklere göre daha yüksek bulunmuştur.

(22)

10

2.1.5. Kaygıya Yol Açan Nedenler

Kaygının ortaya çıkmasını sağlayan birçok neden vardır ve bu nedenler kişiden kişiye değişmektedir. Bazı insanlarda kaygı, uzun süre yaşadığı stresli olaylar sonucunda ortaya çıkarken bazı insanlar hayatları üzerinde kontrol hislerinin olmadığını hissederek geleceğe dair bir kaygı geliştirebilirler (Cüceloğlu, 2003).

Kaygının nedenlerine bakıldığında ilk akla gelen faktörlerden birisi genetik yatkınlıktır. Aile içinde kaygıyla ilgili bir hikâye varsa kişi için kaygı problemiyle ilgili bir risk vardır (Cüceloğlu, 2003). Yapılan bir aile çalışması sonucunda, yaygın anksiyete bozukluğu tanısı bulunan ebeveynlerin çocuklarında yaygın anksiyete bozukluğu tanısının bulunması arasında 2.1 ile 2.6 arasında değişen anlamlı bir oran bulunmuştur (Newman ve Bland, 2006).

Ayrıca çocuklarda genetik olarak bazı biyolojik duyarlılıklar olabilmektedir. Bu sebeple bazı çocuklar aşırı ışık, ses gibi dışsal uyaranlara aşırı duyarlılık gösterebilir. Bu duyarlılıklara sahip olan çocukların, kaygı bozukluğuna sahip olma ihtimalleri diğer çocuklara göre daha fazladır (Foxman, 2004).

Genetik yatkınlığın yanı sıra kaygı düzeyinin üzerinde çevresel faktörlerin önemi çok büyüktür (İnanç, 1997). Doğumdan başlayarak bütün gelişim dönemlerinde her birey kaygıyı sıklıkla deneyimlemektedir (Köknel, 1998).

Kaygı duygusunun temeli çocukluk dönemine dayanmaktadır. Ebeveynler, diğer yetişkinler ve arkadaşlarıyla sürekli bir ilişki halinde olan çocuk, bu sayede kaygıyı öğrenmeye başlar (Geçtan, 1988).

İhmal edici ve reddedici ebeveynlerin varlığı, küçük düşürücü hareketlere maruz kalınması, ebeveynlerin kaygılı tutumları, ebeveynlerin çocuktan beklentilerinin çok fazla olması kaygının nedenlerinden bazılarıdır (Sargın, 1990; Gençtan, 1988; Foxman, 2004).

Frost, Lahart ve Rosenblate’ye (1991) göre hataları kabul etmeyen ve her zaman kusursuzluk beklentisi içinde olan anne babaların bu tutumları çocukları üzerinde yüksek düzeyde bir kaygıya sebep olmaktadır. Bu kaygı yüzünden çocuk yanlış yapmaktan kaçınmak için yeni deneyimlerden kendisini geri çeker. Ebeveynin bu tutumu, çocuğun kendisini başarısız ve yetersiz görmesine neden olabilir. Mükemmeliyetçiliğin baskın olduğu bir ortamda yetişen çocuk hatasız olma isteğinde

(23)

11

olacak ve ne kadar başarılı olursa olsun bu başarı o çocuğu tatmin etmeyecektir (akt. Özçiçek, 2014).

Çocuğun içinde bulunduğu çevre, yaşadığı tecrübeler ve biyolojik olarak var olan özellikleri bir araya gelip “çocuğun kaygı kişiliği profili”ni oluşturmaktadır. Bu profilde; başarmak için yüksek standartların belirlenmesi, gevşemede yaşanan zorluk, diğer kişileri mutlu etme çabası, eleştiriye karşı aşırı duyarlılık ve endişelenmeye eğilim gibi bazı özellikler bulunmaktadır (Foxman, 2004).

2.1.6. Kaygının Belirtileri

Kaygı, kişide bazı değişiklerin meydana gelmesine neden olmaktadır. Kaygının neden olduğu belirtiler bilişsel, duygusal, davranışsal ve fizyolojik belirtiler olmak üzere dört temel başlıkta incelenmektedir (Gorman, 1996):

1. Bilişsel Belirtiler:

Kişinin gerçeklik algısında bozulma meydana gelebilir, kişi dikkatini toplamada güçlük yaşayabilir ve kontrolünü yitireceğine dair endişe duyabilir (Gorman, 1996).

Kişi aşırı tetikte olabilir, tekrarlayan korkulu düşüncelere sahip olabilir ve unutkanlık yaşayabilir (Cüceloğlu, 2003).

2. Duygusal Belirtileri:

Kişi endişe, çaresizlik veya gerginlik duyguları yaşayabilir (Gorman, 1996).

3. Davranışsal Belirtiler:

Kişi kaçınma ya da donakalma davranışı sergileyebilir (Gorman, 1996).

4. Fizyolojik Belirtiler:

Kaygı; kan basıncında değişiklik, nefes darlığı, terleme, titreme, kaslarda gerginlik, baş dönmesi veya mide bulantısı gibi fizyolojik değişimlere neden olabilmektedir (Gorman, 1996). Bunlara ek olarak seste değişimler ve ağız kuruluğu da kaygının fizyolojik belirtileri arasında yer almaktadır (Baltaş ve Baltaş, 1990).

Çalışmanın bu adımında kaygı kavramı ele alınmıştır ve kaygının nedenleriyle belirtileri üzerinde durulmuştur. Literatürde, kaygı belirtilerinin ortaya çıkmasını sağlayan önemli faktörlerden birinin ebeveyn tutumları olduğu görülmektedir.

(24)

12

Ebeveynlerin mükemmeliyetçi beklentileri, kaygının nedenleri arasında bulunmaktadır. Çalışmanın bir sonraki adımında mükemmeliyetçilik kavramıyla ilgili kuramsal bilgilere yer verilecektir.

2.2. Mükemmeliyetçilik

2.2.1. Mükemmeliyetçiliğin Tanımı

Mükemmeliyetçilik kavramıyla ilgili yapılan bilimsel çalışmalar 20. yüzyılın sonlarına doğru başlasa da bu çalışmaların temeli psikanalitik kurama dayanmaktadır. Freud (1959), mükemmeliyetçiliği bireyin bir başarı elde etmesi için yoğun istek halinde olması olarak açıklamıştır ve mükemmeliyetçiliği abartılı süper egonun özelliği olarak ele almaktadır (akt. Mısırlı-Taşdemir, 2003).

Önce gözlem ve deneyimler yoluyla açıklanan mükemmeliyetçilik kavramıyla ilgili bilimsel çalışmalar Burns (1980) ile başlamış ve Hewitt ve Flett’in (1991) yaptığı çalışmalar sayesinde de artmıştır (akt. Yorulmaz, 2002).

Literatürde mükemmeliyetçilik kavramıyla ilgili birçok tanım bulunmaktadır. Tanımı yapan ilk araştırmacılardan olan Horney (1975), mükemmeliyetçiliği “olması gerekenler diktatörlüğü” olarak açıklamaktadır (akt. Asan, 2011).

Strip ve Hirsch (2000), mükemmeliyetçiliği standartların yüksek olmaması ve bir şeyin yeterince mükemmel olmaması durumunda mutlu olamama hali olarak tanımlamaktadır.

Bir başka tanımlamaya göre ise mükemmeliyetçilik, bireyin gerçekçi olmayan hedefler ve yüksek standartlar belirleyip onlara ulaşma isteğidir (Martin ve Greenwood, 2000).

Mükemmeliyetçiliği olumsuz yönleriyle ele alan araştırmacıların yanı sıra olumlu yönleriyle de ele alan araştırmacılar bulunmaktadır. Silverman (1995), kendilerine yüksek hedefler koyan kişilerin potansiyellerinin de yüksek olduğunu belirtmiştir. Parker ve Mills de (1996) mükemmeliyetçiliğin, öğrenme süreçlerinde ve başarıya ulaşabilmede önemli bir faktör olduğunu söylemektedir.

(25)

13

2.2.2. Mükemmeliyetçiliğin Boyutları

2.2.2.1. Tek Boyutlu Bakış Açısı ile Mükemmeliyetçilik

Mükemmeliyetçilik kavramının incelenmeye başlandığı ilk zamanlarda, kavramın tek boyutlu olarak ele alındığı görülmektedir. Mükemmeliyetçiliği tanımlarken tek boyutlu bakış açısı kullanan araştırmacılar daha çok mükemmeliyetçiliğin olumsuz yönlerine odaklanarak uyumsuz bir kişilik özelliği olduğunu belirtmektedirler (Mızrak, 2006). Mükemmeliyetçiliği bu yönüyle ele alan araştırmacılar kişinin kendisini nasıl algıladığına, tanımladığına ve kendine yönelik bilişlerinin nasıl olduğuna odaklanmaktadırlar (Burns, 1980). Ayrıca mükemmeliyetçi kişileri, ulaşılması zor hedefler belirleyen kişiler olarak tanımlamaktadırlar (Mızrak, 2006).

Mükemmeliyetçiliği tanımlarken tek boyutlu bakış açısına sahip olan Burns (1999), mükemmeliyetçi insanların kendilerine katı kurallar koyup gerçekçi olmayan beklentilere sahip olduğunu belirtmektedir.

Yakın zamanlarda yapılan çalışmalar, mükemmeliyetçiliğin tek boyutlu olarak ele alınmasının yetersiz olduğunu göstermiştir. Tek boyutlu bir bakış açısına sahip araştırmacıların en büyük problemlerinin, mükemmeliyetçiliğin olumsuz yönlerine odaklanarak mükemmeliyetçi kişileri usta ve başarılı insanlardan ayırt edememeleri olduğu düşünülmektedir (Cırcır, 2006).

2.2.2.2. Çok Boyutlu Bakış Açısı ile Mükemmeliyetçilik

Yakın zamanlarda yapılan çalışmalarda, mükemmeliyetçiliğin kişisel yönlerinin yanı sıra kişilerarası yönlerinin de olduğunun düşünülmesinden ve uyumsuz özelliklerinin yanı sıra uyumlu özelliklerinin de olduğu görüşünden dolayı mükemmeliyetçilik, çok boyutlu bir yapı olarak incelenmeye başlanmıştır (Frost ve arkadaşları, 1990; Hewitt ve Flett, 1991).

Rice ve arkadaşları (1998), mükemmeliyetçiliği uyumlu ve uyumsuz olarak iki boyutta açıklamaktadırlar. Uyumlu mükemmeliyetçiliğe sahip bireyler kendilerine ulaşabilecekleri düzeyde standartlar koyarlar ve ulaşabilmek için çaba harcarlar. Bir hata yapsalar bile hatalarından ders çıkarabilirler. Uyumsuz mükemmeliyetçiliğe sahip bireyler ise kendilerine ulaşamayacakları kadar zor hedefler koyarlar ve bu yüzden

(26)

14

başarısızlığa uğrarlar. Bunun sonucunda da psikolojik olarak etkilenirler ve kendilerini endişeli, gergin hissedip erteleme davranışı gerçekleştirirler.

Hamachek de (1978) mükemmeliyetçiliği normal ve nevrotik mükemmeliyetçiler olmak üzere iki boyutta incelemektedir. Normal mükemmeliyetçi olan bireyler ulaşabilecekleri hedefler koymaktadırlar ve hedefe ulaştıklarında benlik değerleri artmaktadır. Nevrotik mükemmeliyetçi bireyler ise kendilerine zor hedefler koymakta, bu yüzden çok çaba göstermektedirler. Fakat ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler performanslarından memnun olmazlar, bu da düşük benlik değerine sebep olmaktadır (akt. Saya, 2006)

Rice ve Dellwo’nun (2002) yaptığı bir araştırmada, normal mükemmeliyetçiliğe sahip bireyler başarısız yaşasalar bile kendilerini değerli hissedip kendilerine olan saygıları devam etse bile, nevrotik mükemmeliyetçiliğe sahip bireylerin başarısız yaşadıkları durumlarda kendilerine olan saygılarını kaybettikleri sonucuna ulaşılmıştır.

Siegle ve Schuler (2000), mükemmeliyetçiliği içsel ve dışsal olarak ikiye ayırmaktadır. İçsel mükemmeliyetçilik kavramı, kişinin kendisi için belirlediği ulaşılması zor standartları ifade ederken; dışsal mükemmeliyetçilik kavramı, kişinin diğer insanlardan beklentilerini ifade etmektedir.

Frost ve arkadaşları (1990), mükemmeliyetçiliği 6 boyutla açıklamaktadırlar. Ailesel beklentiler ve ailesel eleştiriler boyutları mükemmeliyetçiliğin kişilerarası yönüyle ilgiliyken; hatalara aşırı ilgi, kişisel standartlar, davranışlardan şüphe ve düzen boyutları kişinin kendi mükemmeliyetçiliğiyle ilgilidir.

Hatalara Aşırı İlgi: Belirlenen hedefe ulaşmaya çalışırken başarısızlık korkusu

yüzünden aşırı kaygı oluşmaktadır. Aşırı hata yapma endişesi ve kaygı ise patolojik mükemmeliyetçiliğe neden olmaktadır.

Kişisel Standartlar: Bazı bireyler kendileri için çok yüksek standartlar belirler.

Bu bireylerin hatalara tahammülleri ve bir şeyi yeterince iyi yapabileceklerine dair inançları yoktur.

Ailesel Beklentiler: Mükemmeliyetçi bireyler, ailelerinin onlar hakkında

yüksek standartlara sahip olduğunu düşünürler. Bu standartlara ulaşamama durumunda ise onların sevgisini kaybedeceklerine dair inançları vardır.

(27)

15

Ailesel Eleştiriler: Kişinin performansı sonucunda ebeveyn beklentileri

gerçekleştirilmediği takdirde, kişinin ebeveynlerini eleştirel bulması ve ebeveynlerince yetersiz görüldüğünü düşünmesidir.

Davranışlardan Şüphe: Mükemmeliyetçi kişilerin bir performansı eksiksiz

yapmak için davranışlarından sürekli bir şüphe duyma halidir. Kişiler kendilerini sık sık eleştirmektedirler.

Düzen: Kişinin düzenli ve tertipli olmaya önem verme eğilimidir.

Hewitt ve Flett’in de (1991) mükemmeliyetçilikle ilgili yaptığı tanımlar, mükemmeliyetçilik kavramı için büyük önem taşımaktadır. Hewitt ve Flett, mükemmeliyetçiliği üç boyutta ele almaktadır: Kendine yönelik mükemmeliyetçilik, başkalarına yönelik mükemmeliyetçilik ve başkalarınca belirlenen mükemmeliyetçilik.

Kendine Yönelik Mükemmeliyetçilik: Kişinin kendisi için gerçeklikten uzak ve

ulaşılması zor olan standartlar belirlemesidir. Hedefe ulaşmak için çabalayan kişi hedefine ulaşamama durumunda kendini eleştirmektedir.

Başkalarına Yönelik Mükemmeliyetçilik: Kişinin belirlediği gerçeklikten uzak ve

ulaşılması zor olan standartlara başkalarının da uymasını beklemesidir. Belirlenen standartlara ulaşamayan kişileri negatif bir şekilde değerlendirme eğilimindelerdir. Ayrıca bu şekilde düşünen kişiler, başkalarına güvenmedikleri için ve başkalarının görevleri iyi bir şekilde yerine getiremeyeceklerini düşündükleri için başkalarına görev vermeyi çok tercih etmezler.

Başkalarınca Belirlenen Mükemmeliyetçilik: Bu kişiler ulaşılması zor olan

standartların başkalarınca kendilerine dayatıldığını düşünmektedirler. Bu standartlara ulaşamadıkları durumda diğer kişilerden onay alamayacaklarına inanırlar, kaygı yaşarlar ve sosyal çevreye veya standartları belirleyenlere öfke duyarlar.

2.2.3. Mükemmeliyetçilik Kavramına Kuramsal Bakış 2.2.3.1. Psikanalitik Yaklaşım

Mükemmeliyetçilikle ilgili yapılan çalışmaların temelini Psikanalitik Kuram oluşturmaktadır. Freud (1959), mükemmeliyetçiliği abartılı süper egoyla ilişkilendirmektedir. Mükemmeliyetçi olma arzusunun başlangıcı olarak çocukluk

(28)

16

dönemini göstermektedir (Gençtan, 1988). Mükemmeliyetçilik, psikoseksüel gelişim aşamalarından anal dönemde gerçekleşen uygunsuz bir ilerleme sonucunda oluşan nevrozun göstergesidir (LaSota, 2005).

Freud’a göre mükemmeliyetçi eğilimler çocukluk döneminde başlamaktadır. Ebeveynlerinin kural ve yasaklarını içselleştiren çocuklarda abartılı bir süper ego oluşmaktadır. Süper ego, mükemmel bir imaj yaratma uğraşı içindedir (Horney, 2006; Gençtan, 1993).

2.2.3.2. Bilişsel Yaklaşım

Mükemmeliyetçilik kavramını bilişsel yaklaşımla ele alan Beck, mükemmeliyetçiliğin temelinde bilişsel hataların olduğunu söylemektedir. Bilişsel hataların nedeni, kişinin çocukluğundan başlayan yanlış öğrenmelerdir. Kişi bu nedenle yaşananları; olumlu, olumsuz veya çarpıtılarak algılar ve zaman içinde sistemli bir yapıya dönüşen bu algılamalar kişinin yaşamını, duygu ve davranışlarını etkiler (Karahan ve Sardoğan, 2004; Satılmış, 2010).

2.2.3.3. Sosyal Öğrenme Kuramı

Bandura’ya (1971) göre öğrenme; başkalarının yaptıklarını gözlemleyerek, duyarak, model alarak gerçekleşir. Pekiştirme, davranışın öğrenilmesinde önemli rol oynamaktadır. Mükemmel olana ulaşıldığında kişiye pekiştireç veriliyorsa kişi pekiştireç kazanabilmek için mükemmel olana ulaşmanın gerekli olduğunu düşünmektedir. Mükemmel olana ulaşamadığında ise cezalandırılacağını düşünmektedir.

Sosyal Öğrenme Modeli, Bandura’nın Sosyal Öğrenme Kuramı’na çok benzemektedir. Flett ve Hewitt (2002), çocukların mükemmeliyetçi olan ebeveynlerini taklit etmesi sonucunda mükemmeliyetçi olduklarını söylemektedir. Bu çocuklar mükemmeliyetçi olmayı ebeveynlerinden öğrenmektedir.

2.2.4. Mükemmeliyetçiliğin Oluşumu

Mükemmeliyetçiliğin oluşumuyla ilgili ortak görüş; erken çocukluk döneminde ortaya çıktığı, ebeveyn tutum ve davranışlarının mükemmeliyetçiliği etkilediğidir (Flett, Russo, ve Hewitt, 1994).

(29)

17

Barrow ve Moore (1983); mükemmeliyetçi kişilerin çocukluk dönemlerinde davranışlarının, anne babaları tarafından bir koşula bağlı olarak onaylandığı ya da hiç onaylanmadığını söylemektedirler. Dolayısıyla mükemmeliyetçiliğin oluşumunda ebeveynlerin yüksek beklentileri ve aşırı eleştirel olmaları rol oynamaktadır.

Baumrind’e (1966) göre; her koşulda kendisine itaat edilmesini bekleyen ebeveynlerin çocukları cezalandırılmamak, hakaret gibi kötü bir davranışa maruz kalmamak için mükemmeliyetçi özellikler geliştirmektedir.

Hamachek (1978), “normal” ve “nevrotik” mükemmeliyetçiliğin farklı şekillerde ortaya çıktığını söylemektedir. Nevrotik mükemmeliyetçilik çocukluk döneminde hiçbir performansın yeterli görülmemesi, davranışın koşullu olarak kabul görmesi veya hiç kabul görmemesi durumunda ortaya çıkar. Normal mükemmeliyetçiliğe sahip bireylerin ebeveynlerinin yüksek beklentileri olsa da ebeveynler çocuklarına eleştirel olarak yaklaşmazlar; çocuklarına model olurlar ve mükemmeliyetçi tutumlar çocuklar tarafından taklit edilir (Rice ve Dellwo, 2002).

Bandura’nın (1971) “Sosyal Öğrenme Modeli”ne göre tüm davranışlar gibi mükemmeliyetçilik de model alınarak öğrenilmektedir. Çocuklar, mükemmeliyetçi ebeveynlerini model alırlar ve bu sayede mükemmeliyetçi bir birey haline gelirler. Bu model araştırmalarla da desteklenmektedir. Frost ve arkadaşlarının (1991) üniversiteli gençlerle yaptığı bir çalışmada, üniversitede okuyan kızlar ve annelerinin mükemmeliyetçilik puanları arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur.

Rice ve Mirzadeh’in (2000) yaptıkları bir araştırmada, mükemmeliyetçilik tipleriyle aileye bağlanma arasında ilişki olduğu bulunmuştur. Olumlu mükemmeliyetçi bireylerin olumsuz mükemmeliyetçi bireylere göre ebeveynlerine daha kaygısız bağlandıkları sonucuna ulaşılmıştır.

Benk’e (2006) göre, mükemmel performans sergileyen çocuklar ebeveynleri tarafından daha çok kabul görüyorsa ebeveynlerinin beklentilerini karşılayamadıklarında ve mükemmel bir performans sergilemedikleri durumlarda ebeveynlerden aşırı eleştiri alıyorlarsa bu çocuklar, zamanla mükemmeliyetçi özellikler geliştirmektedirler.

Mükemmeliyetçiliğin gelişimiyle ilgili yapılan araştırmalara bakıldığında ebeveyn tutum ve davranışlarının yanı sıra çocuğun mizacı ve öğretmen, kültür gibi

(30)

18

çevresel faktörlerin de mükemmeliyetçiliğin gelişiminde önemli olduğu görülmektedir (Flett ve ark., 2002).

2.2.5. Mükemmeliyetçi Kişilerin Özellikleri

Mükemmeliyetçi bireyler, çevresindeki kişilerin yanlışlarına tahammül edemediklerinden dolayı çevresindekilerin de kendileri gibi mükemmel olmasını istemektedirler. Çevrelerine karşı sürekli eleştirel olmalarından dolayı sosyal ilişkilerde problem yaşayabilmektedirler (Adderhold-Alliot, 1987). Fazla eleştirel olan mükemmeliyetçiler, mükemmelden az bir sonuçtan bile tatmin olmazlar (Habke ve Flynn, 2002).

Martin ve Greenwood’a (2000) göre, mükemmeliyetçi çocuklar okul ödevlerinde istedikleri başarıya ulaşmak isterler. Hedefledikleri başarıya ulaşamadıklarında ise sıkıntıya girerler.

Mükemmeliyetçi insanlarda yoğun bir aşağılık duygusu vardır ve sürekli hatalardan kaçarlar. Bu sayede başkalarından kabul görebilmeyi hedeflerler (Blatt, 1995; akt. Benk, 2006).

Antony ve Swinson (2000), Ellis’in yaklaşımından etkilenip mükemmeliyetçi bireylerde bulunan düşünce kalıplarını açıklamışlardır:

Ya Hep Ya Hiç Düşüncesi: Mükemmeliyetçi kişiler, doğru ile yanlış arasındaki

birçok dereceyi göz ardı ederek olayları doğru ve yanlış olarak görme eğilimine sahiptirler.

Süzgeçten Geçirme: Mükemmeliyetçi kişiler, olumlu detayları dikkate almayıp

olumsuz detayları abartırlar.

Zihin Okuma: Mükemmeliyetçi kişiler, diğer insanların kendileri hakkında

olumsuz düşüncelere sahip olduklarını düşünmektedirler.

Kişisel Duyarlık: Mükemmeliyetçi kişiler, diğerlerinin düşüncelerine aşırı

önem verirler.

Aşırı Katı Standartlar ve Esnek Olamama: Mükemmeliyetçi kişiler,

(31)

19

Başkalarına Güvenme Güçlüğü: Mükemmeliyetçi kişiler, bir işte başkalarıyla

görev dağılımı yapma konusunda zorluk yaşarlar.

Uygunsuz Sosyal Karşılaştırma: Mükemmeliyetçi kişileri, sürekli kendilerini

başkalarıyla kıyaslarlar bu yüzden daha fazla olumsuz duygu hissederler.

Çalışmanın bu adımında mükemmeliyetçilikle ilgili kuramsal bilgilere yer verilmiştir. Görüldüğü gibi, mükemmeliyetçi kişilerin bilişlerinde bazı çarpıtmalar bulunmaktadır. Çalışmanın bir sonraki adımında; kaygı ve mükemmeliyetçilik ile ilişkisi bulunan ve bu araştırmanın değişkenlerinden olan mantık dışı inançlar kavramının içinde yer aldığı Akılcı Duygusal Davranış Terapisi (ADDT) Kuramı anlatılacaktır.

2.3. Akılcı Duygusal Davranış Terapisi (ADDT) Kuramı

Bilişsel davranışçı yaklaşımlardan olan Akılcı Duygusal Davranış Terapisi (ADDT), 1955 yılında Albert Ellis tarafından geliştirilmiştir ve 1993’te “Akılcı Duygusal Davranış Terapisi” adını almıştır (Çivitçi, 2014). ADDT’ye göre duygu, düşünce ve davranışlar sürekli bir etkileşim halindedir. Duygu, düşünce ve davranışların arasında sebep-sonuç ilişkisi bulunmaktadır (Corey, 2009). Bu kurama göre birey, dünyayı mantıklı ve mantık dışı inançları ile algılamaktadır (Çivitçi, 2014).

ADDT’nin temel ilkeleri şu şekildedir (Köroğlu ve Türkçapar, 2009):

1. İnsanların duygularını düşünceleri oluşturur. Bu yüzden kişinin mutlu, mutsuz, iyi veya kötü olmasını sağlayan faktör olay değil olaya yönelik düşünceleridir.

2. Kişinin yaşadığı duygusal problemlerin nedeni mantık dışı düşünceleridir.

3. Kişinin yaşadığı duygusal problemlerin temelinde düşünceleri vardır. 4. Kişi, sosyal öğrenme aracılığıyla mantık dışı inançları öğrenme

eğilimine sahiptir.

5. Kuram, kişinin mantık dışı inançları ile yaptığı davranışların nasıl kazanıldığına değil; bireyin yaşadığı günde düşüncenin duygusal problemleri nasıl etkilediğine odaklanır.

(32)

20

Daha çok bilişsel kısma odaklanan ADDT kuramında düşünce; duygu ve davranışların oluşmasında önemli bir faktördür. Gerçekçi beklentilere ve algılara sahip kişiler ruhsal açıdan daha sağlıklıyken yanlış algılara ve mantık dışı beklentilere sahip olan insanlar ruhsal açıdan problemler yaşayabilirler (Ellis, 2003; Nordlund, 2013).

ADDT’ye göre insanlar, hem akılcı hem de akılcı olmayan düşünsel bir potansiyelle dünyaya gelmektedir. İnsan doğasının yatkınlığı sebebiyle de kişilerde birçok mantık dışı inanç bulunmaktadır (Corey, 2009).

ADDT’nin iki amacı vardır. İlk amacı danışanların mantık dışı inançlarını anlamak, ikinci amacı ise danışanın mantık dışı inançlarının yerine akılcı inançları koymasını sağlamaktır (Burger, 2006). ADDT’de terapist, danışanına ev ödevleri vererek akılcı düşünme stratejilerini geliştirmeye çalışır (Corey, 2008).

2.3.1. ADDT’de ABC Kişilik Kuramı

Kişinin yaşadığı psikolojik rahatsızlıkların temelinde mantık dışı inançların olduğunu ileri süren ADDT, bu yaklaşımı ABC Kişilik Kuramı ile açıklamaktadır. ABC Kişilik Kuramı’na göre kişinin bir olay ya da davranışa dair duygularının sebebi yaşanan olaylar değil, kişinin yaşanan olaya dair düşünceleridir (Fall, Holden ve Marquis, 2004).

Şekil 1. ABC Modeli (Corey, 2009)

Olay A (Activating Event) İnanç B (Belief) Duygusal ve Davranışsal Sonuç Olay C (Consequeences) Müdahale D (Disputing Intervention) Etki E (Effect) Yeni Duygu F (Feelings)

(33)

21

Şekil 1’e göre “A” noktasında kişiyi rahatsız eden bir olay yaşanmaktadır. “B” kişinin yaşadığı olayla ilgili kişinin sahip olduğu mantıklı veya mantık dışı inançları ifade etmektedir. Olay sonucundaki inançlardan dolayı “C” noktasında duygusal ve davranışsal sonuçlar oluşmaktadır. Birey yaşanan olaya dair mantık dışı bir inanca sahipse kaygı, depresyon, öfke gibi kendine zarar veren duygular yaşayacaktır (Ellis,1973).

ADDT, A-B-C basamaklarına ek olarak terapötik süreçleri de içeren D-E-F basamaklarını ekleyerek kuramı genişletmiştir. “D” noktasında kişiye mantık dışı inançlarıyla tartışması öğretilir. Kişi kendisine mantık dışı inançlarıyla ilgili sorular sorarak bunların akılcı olmayan inançlar olduğunu fark edebilecektir. “E” noktasında kişi, mantık dışı inançları ile tartışır ve bunun sonucunda bilişsel ve davranışsal olarak bir etki oluşur. Bu sayede kişi, mantık dışı inançlarının etkisinde daha az kalarak mantıklı inançlar oluşturur, kendine zarar veren duyguları daha az yaşar. Sağlıksız inançların yerine gelen sağlıklı inançlar sayesinde ise kişiye zarar veren duyguların yerine “F” noktasında yeni sağlıklı duygular meydana gelir (Ellis, 1973; Corey, 2008).

2.3.2. Mantıklı ve Mantık Dışı İnançlar

ADDT’ye göre duygu ve davranışların üzerinde etkisi olan düşünceler, mantıklı ve mantık dışı inançlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

2.3.2.1. Mantıklı İnançlar

Mantıklı inançlar; esnek, yaşam uyumunu kolaylaştıran, felaketleştirici olmayan, tahammül düzeyini yükselten ve motivasyonu arttıran inançlardır (Dryden ve Branch, 2008). Mantıklı inançlar, kişinin mutlu ve sağlıklı olmasını sağlamaktadır (Doğan, 1995). Kişinin yaşanan bir olaya verdiği cevabın olumlu duygulara yol açması isteniyorsa cevapların dogmatik olmaması ve genellenen bir ön yargıya dayandırılmaması gerekmektedir (Ellis ve Dryden, 1997).

ADDT’de mantıklı inançların dört tane özelliği bulunmaktadır (Dryden, 2011):

1. Kişinin olması için uğraştığı istekleri vardır. Kişi bu istekleri için çabalar

fakat olmazsa olmaz inancı yoktur.

2. Kişi, istediği şeyleri yerine getiremediği durumda üzülebilir fakat bu durumu

(34)

22

3. Kişi, ulaşmak istediği şeye ulaşamadığında bu duruma tahammül gösterebilir,

tolere edebilir.

4. Kişinin, kendini ve başkalarını farklı davranıp hata yapabilen kişiler olarak

görmesiyle ilgili inançlarıdır. Bu inançlar, kişinin yaşadığı sorunla ilgili aşırılık içermez.

2.3.2.2. Mantık Dışı İnançlar

ADDT’ye göre; insanların problemlerinin, duygusal rahatsızlıklarının nedeni sahip oldukları mantık dışı inançlardan kaynaklanmaktadır. Bu mantık dışı inançlar katıdır ve zorunluluk içermektedir (Ellis, 1995; Ellis, David ve Lynn, 2010). Çocuklukta ebeveynler ve çevredeki diğer kişilerden öğrenilen ve daha sonra

geliştirilen gerçeklikten uzak mantık dışı inançlar, bireyde olumsuz duygulara neden olur ve bireyin amaçlarına ulaşmasına engel olur (Corey, 2008; Türkçapar, 2014).

Mantık dışı inançlara sahip bireyler, gerçekleri sık sık abartır ve aşırı genelleştirirler. Mantık dışı inançlar gerçek olaylara dayanmazlar, mutlak ve dogmatiktirler (Ortaçkale, 2008).

Bütün bireyler mantık dışı inançlara sahip olmaya biyolojik olarak eğilimlilerdir. Fakat aile ve kültür mantık dışı inançları etkilemektedir, bu yüzden bazı kişilerin mantık dışı inançlarla değerlendirmeler yapmaya daha çok biyolojik eğilimleri bulunmaktadır (Jones, 2000; Altıntaş, 2006).

Ellis (1963), duygusal problemlere neden olan 11 mantık dışı inançtan söz etmektedir:

1. Kişiler, çevresindeki tüm önemli kişiler tarafından sevilmek ve onaylanmak isterler.

2. Kişiler bütün yönleriyle yetenekli ve başarılılarsa kendilerini değerli hissederler.

3. Bazı insanların kötü, haysiyetsiz ve ahlaksız olduklarını düşündükleri için cezalandırılmaları gerektiklerini düşünürler.

4. Kişi, istediği gibi ilerlemeyen bir durumla karşı karşıya kalırsa bu hal onun için korkunçtur.

(35)

23

5. Kişilerin mutsuzlukları dış etkenlere dayanır ve kişilerin yaşadığı mutsuzluğu telafi etme veya denetleme yetenekleri bulunmamaktadır.

6. Kişiler, korku verici ve kötü olayların olma ihtimalini düşünmelidir ve gerçekleşme ihtimalini düşünmelidir.

7. Kişiler, karşılaştıkları zorlu durumlarla yüzleşmek yerine kaçmayı tercih ederler.

8. Kişiler, kendilerinden daha güçlü kişilere bağlı olmalılardır.

9. Kişinin geçmişinde yaşadıkları, şu anki tutumları üzerinde önemli bir belirleyicidir.

10. Kişiler, çevresindeki diğer insanların da yaşadıkları zorluk ve sorunlar karşısında üzülmelidir.

11. Yaşanan sorunların belirli ve başarılı bir çözümü olmalıdır. Çözümün bulunamaması durumunda felaket yaşanır.

Yukarıda bulunan on bir mantık dışı inanç, daha sonra Ellis (1979) tarafından üç başlıkta ele alınmıştır. Bu üç mantık dışı inanç kişinin kendine, başkalarına ve yaşadığı dünyaya dair taleplerini içermektedir:

1. Kişi her zaman yetenekli ve başarılı olmalıdır. Yetenekli ve başarılı olmaması durumu korkunç bir durumdur. Kişi yeterli olmadığında başkalarının takdirini kazanamaz.

2. Kişinin çevresindeki diğer tüm insanlar nazik ve dürüst davranmalıdır. Eğer çirkin davranırlarsa bu tahammül edilemez bir durumdur ve bu davranışları onları kötü ve değersiz yapar.

3. Kişinin içinde bulunduğu koşullar düzenli ve olumlu olmalıdır. Bu sayede kişinin istekleri acilen ve kolayca yerine gelmektedir. Fakat kişinin içinde bulunduğu koşulların bu şekilde olmadığı durum korkunçtur ve hayat pek de yaşamaya değer değildir.

2.3.2.3. Çocuk ve Ergenlerde Mantık Dışı İnançlar

Bütün insanların mantık dışı inançlarla değerlendirmeler yapmasına biyolojik eğilimleri olsa da bazı insanların daha çok mantık dışı inançlarla değerlendirme yapma eğilimleri bulunmaktadır (Jones, 2000). Akılcı olmayan inançların öğrenilmesi erken çocukluk döneminde başlamaktadır, ebeveynler ve yakın çevredeki insanlar yoluyla öğrenilmektedir (Öksüz ve ark., 2011).

(36)

24

Yapılan araştırmalara göre ebeveyn tutumları, mantık dışı inançların oluşmasında önemli etkenlerden bir tanesidir (Graves 1997). Katı kuralların olduğu ve ebeveynlerin baskın otoritelerinin bulunduğu ailede yetişen çocukların, genelde yaptığı yanlışlar ön plandadır ve davranışları onaylanmamaktadır. Bu durum çocuğun kendisini değersiz hissetmesine ve zorlandığı durumlarda kendisini geri çekmesine neden olabilmektedir (Bernard, Ellis ve Terjesen, 2006).

Ergenlik döneminde; arkadaşlarımın beni sevmemesi berbat bir şeydir, asla hata yapmamalıyım, anne ve babam yüzünden mutlu değilim, eleştirilmeye tahammül edemem gibi mantık dışı inançlar görülebilmektedir (Waters, 1982 akt; Bernard, Ellis ve Terjesen, 2006). Marcotte’ye (1996) göre çocukluk ve ergenlik dönemindeki mantık dışı inançlar, ergenlik döneminde bilişsel gelişimin daha ileride olması nedeniyle farklılaşmaktadır. Bilişsel gelişim daha üst düzeyde olduğundan ergenlik döneminde mantık dışı inançların yoğunluğunda azalma olması beklenmektedir. Ergenliğe geçişte mantık dışı inançların yoğunluğunun azalmaması durumunda ruhsal problemlerle karşılaşılabilmektedir.

2.4. Mantık Dışı İnançlar ile Mükemmeliyetçilik İlişkisini İnceleyen Çalışmalar

Dilmaç ve arkadaşlarının (2009) 253 kız, 279 erkek olmak üzere toplam 532 ortaokul öğrencisiyle yaptığı bir çalışmanın sonucunda, mantık dışı inançlar ile mükemmeliyetçiliğin alt boyutlarından olan hatalara karşı ilgi, davranışlardan şüphe, ailesel beklentiler ve ebeveynsel eleştiri arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur.

Flett ve arkadaşlarının (1991) yaptığı bir araştırmada mükemmeliyetçiliğin alt boyutları ile mantık dışı inançlar arasındaki ilişki incelenmiştir. Araştırmaya 40 erkek 62 kadın olmak üzere 102 lisans öğrencisi katılmıştır. Araştırmada mantık dışı inançların yüksek kişisel beklentiler, başkaları tarafından onaylanma ihtiyacı, suçluluğa eğilim, aşırı kaygıyla ilgilenme mükemmel çözüm için gereklilik hissetme alt boyutları arttıkça mükemmeliyetçiliğin de arttığı sonucuna ulaşılmıştır.

Çarkıt’ın (2016) 458 üniversite öğrencisiyle yaptığı bir çalışmada felaketleştirme ve kişiselleştirme, mükemmeliyetçiliğin alt boyutlarından olan hatalara karşı aşırı ilginin; kişiselleştirme, mükemmeliyetçiliğin alt boyutlarından olan kişisel

(37)

25

standartların; genelleme, mükemmeliyetçiliğin alt boyutlarından olan aile beklentilerinin; genelleme ve kişiselleştirme ise mükemmeliyetçiliğin alt boyutlarından olan ailesel eleştirinin önemli bir yordayıcısıdır.

Davis ve Wosinski’nin (2012) 204 çocukla yaptığı bir araştırmanın sonucuna göre, bilişsel hatalar uyumsuz mükemmeliyetçiliğin yordayıcısı olarak bulunmuştur. Felaketleştirme ve kişiselleştirme, mükemmeliyetçiliğin hatalara karşı duyarlılık alt boyutuyla pozitif yönde anlamlı bir ilişki içinde bulunmuştur.

Bergman, Nyland ve Burns’ün (2007) 149 erkek, 195 kadın olmak üzere toplam 344 üniversite öğrencisiyle yaptıkları araştırmada, negatif mükemmeliyetçilik ile olumsuz otomatik düşünceler arasında pozitif yönde bir ilişki bulunmuştur. Araştırma sonucuna göre; olumsuz mükemmeliyetçiliğe sahip bireylerin başarısızlık olasılığını düşünme, gerçekçi olmayan yüksek hedefler belirleme olasılıkları daha yüksektir.

2.5. Mantık Dışı İnançlar ile Kaygı İlişkisini İnceleyen Çalışmalar

Suadiye ve Aydın’ın (2009) yaptığı çalışmanın amacı, ergenlerde anksiyete ile olumsuz bilişsel hatalar arasındaki ilişkiyi incelemektir. Araştırmanın çalışma grubu anksiyete bozukluğu olan 18 kız, 12 erkek olmak üzere toplam 30 ergenden oluşmaktadır. Birinci kontrol grubu (G2), dikkat eksikliği ve hiperaktivite veya davranım bozukluğu olan 11 kız, 19 erkek olmak üzere 30 ergenden oluşmaktadır. İkinci kontrol grubunu ise hiçbir psikiyatrik tanı almamış 21 kız, 14 erkekten oluşan toplam 35 ergen oluşturmaktadır. Araştırmanın sonucuna göre; felaketleştirme, aşırı genelleme ve seçici soyutlamanın anksiyete tanısı alan grupta diğer iki kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha çok kullanıldığı bulunmuştur.

Bögels ve Zigterman’ın (2000) yaptıkları araştırmada; çocuklara üç tane ayrılmayla ilgili, üç tane sosyal durumlarla ilgili, üç tane de genel anksiyete durumlarıyla ilgili toplam dokuz öykü anlatılmıştır ve çocukların öykülere ilişkin açık uçlu ve kapalı uçlu sorularla yanıtları alınmıştır. Araştırmanın sonucunda, anksiyetesi olan çocukların kontrol grubundaki çocuklara göre daha işlevsiz bilişlere sahip oldukları görülmektedir.

(38)

26

Barret ve arkadaşları (1996), anksiyete tanısı almış olan çocuklarla hiçbir tanısı olmayan 7-14 yaş arasındaki 152 çocukla bir araştırma gerçekleştirmişlerdir. Tehdit edici olmayan, yarısı fiziksel tehditlere yarısı da sosyal tehditlere atıfta bulunan 12 belirsiz durum verilmiştir. Daha sonrasında bu durumlarla ilgili sorular sorulmuştur. Araştırmanın sonuçlarına göre anksiyete tanısı alan çocukların, hiçbir tanı almayan çocuklara göre hikâyelerle ilgili daha çok tehdit edici yorumlarda bulundukları görülmektedir.

Epkins’in (1996) 8 ve 12 yaş arasındaki çocuklarla yaptığı araştırmanın sonucuna göre; bilişsel çarpıtmalar, sosyal olarak kaygılı çocuklarda daha fazla görülmektedir.

Güler ve Çakır’ın (2016) lise son sınıf öğrencileriyle yaptığı çalışmanın bulgularına göre, sınav kaygısının en güçlü yordayıcısı mantık dışı inançlardır. Ayrıca yapılan başka araştırmalarda da benzer sonuçların ortaya çıktığı görülmektedir. Bu araştırmaların sonuçlarına göre, mantık dışı inançlar sınav kaygısına neden olabilmektedir (Boyacıoğlu ve Küçük, 2011; Wong, 2008).

2.6. Kaygı ile Mükemmeliyetçilik İlişkisini İnceleyen Çalışmalar

Güngör (2009) yaptığı çalışmada, ebeveyn ve öğretmen mükemmeliyetçiliğinin 5-6 yaş çocuklarının algılanan kaygı düzeylerini öngörmedeki rolünü incelemiştir. Araştırmaya 379 çocuğun ebeveyn ve öğretmenleri katılmıştır. Anne ve babaların sosyal düzene yönelik mükemmeliyetçiliklerinin, ebeveynlerin algıladığı çocuk kaygısını anlamlı olarak yordadığı görülmektedir. Fakat anne ve babaların kendilerine ve başkalarına yönelik mükemmeliyetçiliklerinin çocuğun kaygısı üzerinde yordayıcı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca öğretmen mükemmeliyetçiliğinin öğretmenin algıladığı kaygı düzeyi üzerinde yordayıcı olmadığı bulunmuştur.

Weinburger Biran ve Reese’in (2007) 289 kadın, 131 erkek olmak üzere toplam 420 üniversite öğrencisiyle yaptığı çalışmada nörotik mükemmeliyetçilik ve sosyal kaygı arasında anlamlı düzeyde korelasyon olduğu bulunmuştur.

Walsh ve Agwunobi’nin (2002) üniversite öğrencileriyle yaptığı araştırmada, kişiler arası mükemmeliyetçilik ile genel kaygı arasında sınırda bir ilişki bulunurken

Şekil

Şekil 1. ABC Modeli (Corey, 2009)
Tablo 2. Ölçeklerin Betimleyici İstatistikleri
Şekil  2.  Ebeveynlerin  Mükemmeliyetçilik  Düzeyi  ve  Çocukların  Kaygı  Düzeyi
Tablo  3.  Ebeveynlerin  Mükemmeliyetçilik  Düzeyleri  ve  Çocuklardaki  Kaygı  ve  Mantık Dışı İnanç Düzeyleri Arasındaki Korelasyonlar
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Obeziteye yönelik tutum ve inanç geliştirmede kilolu ve obez bireylerin neleri tehdit olarak algıladığı, neleri engel olarak gördükleri, neleri fayda olarak

İnsanların dini tümüyle kabul etmeme veya kısmen kabul etme durumları göz önüne alındığında, yukarıda da izah edilmeye çalışıldığı gibi, din dışı yönelimlerin tek

Ampirik araştırmalar, turizm sektörü içinde elde edilen gelirlerde cinsiyete dayalı anlamlı farklılıkların varlığını doğrulamaktadır: Burgess (2000),

Çift yönlü katı-faz ekstraksiyonu ve sıvı kromatografi-ardışık kütle spektrometresi ile kan örneklerinde sentetik kannabinoidlerin tayini An LC-MS/MS method for determination

Çevre e itiminin bütün yönleriyle kapsamlı ekilde ilk kez ele alındı ı Tiflis Konferansı’nda ise çevre e itimiyle unlar amaçlanmaktadır: “Çevrenin ve çevre

Günümüzde sosyal yaşamın ve iş dünyasının bir parçası olan, dünyadaki teknolojik gelişimin son noktası olan İnternet, günlük hayatı; eğlence, iletişim, iş, gibi pek

Şöyle ki, Halvetîliğin Uşşâkiyye kolundan Ömer Karîbî, Âlim Sinan Efendi, Kuloğlu Mustafa Efendi’nin, Câhidiyye kolundan Ahmed Câhidi Efendi’nin

subsection Napipedinae (Agaricales, Inocybaceae) is described as a new record for the Turkish mycota.. Basidiomata were collected from Haçkalı Baba Plateau,