• Sonuç bulunamadı

Mardin ili Kızıltepe ilçesindeki merkez ilköğretim okullarında okuyan 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin beslenme alışkanlıkları üzerine bir araştırma

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mardin ili Kızıltepe ilçesindeki merkez ilköğretim okullarında okuyan 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin beslenme alışkanlıkları üzerine bir araştırma"

Copied!
116
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ÇOCUK GELİŞİMİ VE EV YÖNETİMİ ANA BİLİM DALI BESLENME EĞİTİMİ BİLİM DALI

MARDİN İLİ KIZILTEPE İLÇESİNDEKİ MERKEZ

İLKÖĞRETİM OKULLARINDA OKUYAN 6. 7. VE 8. SINIF

ÖĞRENCİLERİNİN BESLENME ALIŞKANLIKLARI

ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

YRD. DOÇ. DR. NERMİN IŞIK

HAZIRLAYAN MEHMET AVAN

(2)

ÖZET

Araştırma Mardin ili, Kızıltepe ilçesindeki ilköğretim okullarında okuyan 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarını belirlemek amacıyla yürütülmüştür. Anket çalışması Kızıltepe’deki ilköğretim okullarının II. kademesiyle sınırlandırılmıştır. Araştırmaya, 220’si kız, 282’si erkek olmak üzere 502 öğrenci alınmıştır. Öğrencilerin yaşları 11-16 arasında değişirken, %67,7’sinin Beden Kitle İndeksleri (BKI) normaldir. Öğrencilerin %99,4’ü öğün atlarken, %61,3’ü de öğle yemeğini atlamaktadır. Öğün aralarında besin tüketenlerin oranı %82,1, açıkta satılan yiyecekleri satın alınma oranı ise %45,4’dür. Öğrencilerin %92,6’sının evinde yemek yer sofrasında, %47,2’sinin de tek tabaktan yenmektedir. Kahvaltıda her gün %84,1’i çay, %44,6’sı da yoğurt tüketirken, %91,8’i cornflakes, %54,6’sı da salam ve sosis tüketmemektedir. Kızların ve erkeklerin sırasıyla %74,5-%78,7’si süt grubu, %65-%61,7’si et grubu, %56,8-%61,7’si yağ ve şeker grubu, %53,6-%46,1’i de sebze ve meyve grubu besinleri yetersiz düzeyde tüketmektedir. Bu sebepten öğrencilere doğru beslenme alışkanlıklarının kazandırılması için beslenme eğitiminin verilmesi ve okullarda sosyal kulüpler bünyesinde öğrencilerin beslenme konularında aktif olmaları gibi hususlar önerilmiştir.

(3)

SUMMARY

This study was performed to sort out the nutritional behaviours of 6th, 7th and 8th grade Primary school students of Kızıltepe in Mardin. The study is restricted with the secondary school students only. The study population covers 502 students of which 220 are consisting of girls and 282 boys. While the age groups of the students vary from 11-16, the Body Mass Index (BKI) of 67,7% is normal. While 99,4% of the students misses one meal, they usually do so at noon times but when it comes to breaks the percentage of nutrition takers is 82,1%, and the percentage of purchased foods sold at open fields is 45,4%. At homes the meal is being eaten on the floor of students' 92,6% and 47,2% of them eats with just one plate. While 84,1% of them drinks tea and 46,6% of them eats yoghurt at breakfast every day; 91,8% of them is not able to eat cornflakes, and 54,6% of them is not able to eat salami and sausage. In sequence the boys and the girls eat these nutritions inadequately: 74,5%-78,7% of them dairy groups, 65%-61,7% of them meat groups, 56,8%-61,7% of them fat and sugar groups, 53,6%-46,1% of them vegetable and fruit groups. Owing to these reasons with a view to cause the students win proper nutritional behaviours, such matters are suggested like giving the nutrition education and the students taking part in nutritional matters actively via social club associations at schools.

(4)

TEŞEKKÜR

Eğitimim boyunca her zaman yanımda olan aileme, araştırmanın tüm aşamalarında bana yol gösteren ve görüşlerini esirgemeyen tez danışmanım Yrd. Doç. Dr. Nermin IŞIK’a, istatistiksel çalışmalardaki yardımları için Yrd. Doç. Dr. Nadir ÇELİKÖZ’e, tez sürecinde bana destek olan Arş. Gör. Yahya ÖZDOĞAN’a ve araştırmaya katılan tüm öğrencilere içtenlikle teşekkür ederim.

(5)

İÇİNDEKİLER

ÖZET ...i

SUMMARY... ii

TEŞEKKÜR... iii

İÇİNDEKİLER ...iv

TABLOLAR LİSTESİ ...vii

BÖLÜM I 1. GİRİŞ...1

1.1. Problem ...3

1.2. Araştırmanın Amacı...3

1.3. Araştırmanın Alt Amaçları ...3

1.4. Araştırmanın Önemi...4

1.5. Varsayımlar...4

1.6. Sınırlılıklar...4

2. KONU İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER 2.1. Beslenme, Büyüme ve Gelişme ...5

2.1.1.Yeterli ve Dengeli Beslenmenin Önemi ...6

2.1.2. Beslenmenin Büyüme ve Gelişmedeki Önemi...7

2.2. Beslenme Eğitimi...9

2.2.1. Beslenme Eğitiminin Önemi ...9

2.2.2. İlköğretimde Beslenme Eğitimi ve Uygulamaları...10

2.3. Adölesan Çağında Beslenme Durumu ve Alışkanlıklar...12

2.3.1. Adölesanın Tanımı...12

2.3.2. Adölesan Çağının Özellikleri...15

2.3.2.1. Adölesan Çağında Fiziksel Gelişme ...15

2.3.2.2. Adölesan Çağında Psiko-Sosyal Gelişme...19

2.3.3. Adölesan Çağında Beslenmenin Önemi ve Özellikleri ...21

2.3.4. Adölesan Çağında Enerji ve Besin Öğeleri Gereksinimi...22

2.3.4.1. Enerji Gereksinimi ...23

2.3.4.2. Protein Gereksinimi ...24

2.3.4.3. Mineral Gereksinimleri ...25

2.3.4.4. Vitamin Gereksinimi ...26

2.3.5. Adölesanlarda Yetersiz ve Dengesiz Beslenmeye Bağlı Oluşan Sağlık Sorunları ...27

(6)

2.3.5.1. Somatik Büyüme ve Gelişme Bozuklukları ...27

2.3.5.2. Mental Gelişme ve Mental Fonksiyon Bozuklukları ...28

2.3.5.3. Anoreksiya Nervosa ...29

2.3.5.4. Bulimiya Nervosa ...31

2.3.5.5. Başka Türlü Adlandırılmayan Yeme Bozukluğu...32

2.3.5.6. Beslenme Anemileri ...33

2.3.5.7. Guatr...34

2.3.5.8. Obezite...35

2.3.5.9. Diş Sağlığı ...36

2.4. Konu ile İlgili Araştırmalar ...37

BÖLÜM II. 3. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE ARAÇLARI ...49

3.1. Araştırmanın Modeli ...49

3.2. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi ...49

3.3. Veri Toplama Teknikleri ...50

3.4. Verilerin Değerlendirilmesi...51

BÖLÜM III. 4. BULGULAR VE TARTIŞMA ...53

4.1. Öğrencilerin Kişisel Özellikleri ile İlgili Bulgular ...53

4.2. Öğrencilerin Beslenme Alışkanlıkları ile İlgili Bulgular ...58

4.2.1. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Gün İçerisinde Yedikleri Öğün Sayıları ile İlgili Bulgular ...58

4.2.2. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Öğün Atlama Durumları ile İlgili Bulgular ...58

4.2.3. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Atladıkları Öğünler ile İlgili Bulgular...59

4.2.4. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Öğün Atlama Nedenleri ile İlgili Bulgular ...60

4.2.5. Öğrencilerin Yiyecek Satın Alma Durumlarıyla İlgili Bulgular ...60

4.2.5.1. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Açıkta Satılan Yiyecekleri Satın Alma Durumları ve Nedenleri ile İlgili Bulgular ...61

4.2.5.2. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Kantinden Besinleri Satın Alma Durumları ile İlgili Bulgular...62

4.2.5.3. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Yiyecek ve İçecek Reklamlarından Etkilenme Durumları ile İlgili Bulgular ...63

(7)

4.3.1. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Öğün Aralarında Besin Tüketim Durumları ile

İlgili Bulgular ...64

4.3.2. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Öğün Aralarında Tükettikleri Besinler İle İlgili Bulgular ...64

4.3.3. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Çikolata, Gofret, Kek, Pasta vb. Şekerli Besinleri Tüketim Durumları ile İlgili Bulgular...66

4.3.4. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Yemek Yeme Yeri, Şekli ve Yemek Saatlerinin Düzenli Olma Durumları ile İlgili Bulgular ...67

4.3.5. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Kahvaltıda Besin Tüketim Durumları ile İlgili Bulgular ...68

4.3.6. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Yemek Seçme Durumları ile İlgili Bulgular....71

4.3.7. Cinsiyetlerine Göre Yemek Seçen Öğrencilerin Sevmedikleri ve Sevdikleri Yiyecekler ile İlgili Bulgular...72

4.3.8. Cinsiyetlerine Göre Öğrencilerin Besinleri Tüketim Sıklıkları İle İlgili Bulgular...73

4.3.9. Cinsiyetlerine ve Yaşlarına Göre Öğrencilerin Günlük Besin Tüketim Düzeyleri ile İlgili Bulgular...76

BÖLÜM IV. 5. SONUÇ VE ÖNERİLER...79

KAYNAKLAR ...84

EKLER ...99

Ek I: Anket Formu...99

Ek II: 11- 16 Yaş Grubu Bireylerde Beden Kitle İndeksi Referans Değerleri – NCHS ...105

Ek III: Besin Gruplarına Göre Adölesanlar İçin Önerilen Günlük Porsiyon Sayıları...106

(8)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablolar Sayfa

1. Öğrencilerin Ailelerinde Yaşayan Kişi Sayılarının Cinsiyetlerine Göre Dağılımı ...53

2. Anne ve Babaların Öğrenim-Meslek Durumlarının Öğrencilerin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı ...54

3. Ailelerinin Gelir Durumlarının Öğrencilerin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı ...55

4. Öğrencilerin Yaşlarının Cinsiyetlerine Göre Dağılımı...55

5. Öğrencilerin Cinsiyetlerine Göre Ağırlık Durumları ...56

6. Öğrencilerin Cinsiyetlerine Göre Boy Durumları...56

7. Öğrencilerin BKI Değerlerinin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı...57

8. Öğün Sayılarının Öğrencilerin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı ...58

9. Öğrencilerin Öğün Atlama Durumlarının Cinsiyetlerine Göre Dağılımı ...59

10. Öğrencilerin Atladıkları Öğünlerin Cinsiyetlerine Göre Dağılımları ...59

11. Öğrencilerin Öğün Atlama Nedenlerinin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı...60

12. Açıkta Satılan Yiyecekleri Satın Alma Durumu ve Nedenlerinin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı ...61

13. Kantinden Besinleri Satın Alma Durumunun Cinsiyetlerine Göre Dağılımı ...62

14. Yiyecek, İçecek Reklamlarından Etkilenmelerinin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı ...63

15. Öğün Aralarında Besin Tüketim Durumunun Cinsiyetlerine Göre Dağılımı...64

16. Öğün Aralarında Tüketilen Besinlerin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı...65

17. Çikolata, Gofret, Kek, Pasta vb. Şekerli Besinlerin Tüketim Sıklığının Cinsiyetlerine Göre Dağılımı...66

18. Yemek Yeme Yeri, Şekli ve Yemek Saatlerinin Düzenli Olma Durumlarının Cinsiyetlerine Göre Dağılımı...67

19. Kahvaltıda Besin Tüketim Sıklığının Öğrencilerin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı ...70

20. Öğrencilerin Yemek Seçme Durumlarının Cinsiyetlerine Göre Dağılımı...71

21. Yemek Seçen Öğrencilerin Sevmedikleri ve Sevdikleri Yiyeceklerin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı ...72

22. Besin Tüketim Sıklığının Öğrencilerin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı...74

23. Öğrencilerin Günlük Besin Tüketim Düzeylerinin Cinsiyetlerine ve Yaşlarına Göre Dağılımı ...78

(9)

“Mardin İli Kızıltepe İlçesindeki Merkez İlköğretim Okullarında Okuyan 6. 7. Ve 8. Sınıf Öğrencilerinin Beslenme Alışkanlıkları Üzerine Bir Araştırma”

Mehmet AVAN

ÖZET

Araştırma Mardin ili, Kızıltepe ilçesindeki ilköğretim okullarında okuyan 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarını belirlemek amacıyla yürütülmüştür. Anket çalışması Kızıltepe’deki ilköğretim okullarının II. kademesiyle sınırlandırılmıştır. Araştırmaya, 220’si kız, 282’si erkek olmak üzere 502 öğrenci alınmıştır. Öğrencilerin yaşları 11-16 arasında değişirken, %67,7’sinin Beden Kitle İndeksleri (BKI) normaldir. Öğrencilerin %99,4’ü öğün atlarken, %61,3’ü de öğle yemeğini atlamaktadır. Öğün aralarında besin tüketenlerin oranı %82,1, açıkta satılan yiyecekleri satın alınma oranı ise %45,4’dür. Öğrencilerin %92,6’sının evinde yemek yer sofrasında, %47,2’sinin de tek tabaktan yenmektedir. Kahvaltıda her gün %84,1’i çay, %44,6’sı da yoğurt tüketirken, %91,8’i cornflakes, %54,6’sı da salam ve sosis tüketmemektedir. Kızların ve erkeklerin sırasıyla %74,5-%78,7’si süt grubu, %65-%61,7’si et grubu, %56,8-%61,7’si yağ ve şeker grubu, %53,6-%46,1’i de sebze ve meyve grubu besinleri yetersiz düzeyde tüketmektedir. Bu sebepten öğrencilere doğru beslenme alışkanlıklarının kazandırılması için beslenme eğitiminin verilmesi ve okullarda sosyal kulüpler bünyesinde öğrencilerin beslenme konularında aktif olmaları gibi hususlar önerilmiştir.

(10)

“A Research About The Nourishing Habits Of Students At 6th, 7th And 8th Classes Of Central Primary Schools At Kızıltepe District Of Mardin Province”

Mehmet AVAN

SUMMARY

This study was performed to sort out the nutritional behaviours of 6th, 7th and 8th grade Primary school students of Kızıltepe in Mardin. The study is restricted with the secondary school students only. The study population covers 502 students of which 220 are consisting of girls and 282 boys. While the age groups of the students vary from 11-16, the Body Mass Index (BKI) of 67,7% is normal. While 99,4% of the students misses one meal, they usually do so at noon times but when it comes to breaks the percentage of nutrition takers is 82,1%, and the percentage of purchased foods sold at open fields is 45,4%. At homes the meal is being eaten on the floor of students' 92,6% and 47,2% of them eats with just one plate. While 84,1% of them drinks tea and 46,6% of them eats yoghurt at breakfast every day; 91,8% of them is not able to eat cornflakes, and 54,6% of them is not able to eat salami and sausage. In sequence the boys and the girls eat these nutritions inadequately: 74,5%-78,7% of them dairy groups, 65%-61,7% of them meat groups, 56,8%-61,7% of them fat and sugar groups, 53,6%-46,1% of them vegetable and fruit groups. Owing to these reasons with a view to cause the students win proper nutritional behaviours, such matters are suggested like giving the nutrition education and the students taking part in nutritional matters actively via social club associations at schools.

(11)

BÖLÜM I. 1. GİRİŞ

Mardin ili, Kızıltepe ilçesindeki merkez ilköğretim okullarında okuyan 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarının belirlenmesi araştırmanın problemini oluşturmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü sağlığı; “insanın fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olması” şeklinde tanımlar. İnsanın dolayısıyla toplumun sağlığını etkileyen başlıca etmenler kalıtım ve çevre koşullarıdır. Kalıtım, insanın sağlık düzeyini belirleyen önemli bir etmendir. Sağlığı etkileyen çevresel etmenlerin başında; beslenme, barınma, giyim, fiziksel çevre, eğitim ve kültürel olanakların durumu gelir (Baysal vd., 2002).

Yenilebilen bitki ve hayvan dokuları “besin” olarak tanımlanır. Besinler su, organik ve inorganik öğelerden oluşmuştur. Bu öğelere “besin öğeleri” denir. İnsan bir yandan yemekten haz duyarken, diğer yandan yaşamı için gerekli öğelerini uygun bir şekilde almayı amaçlar. Bu da doğal besinlerin yaşam için gerekli besin öğeleri yönünden içeriklerini, uygulanacak hazırlama, pişirme ve saklama işlemlerinin bunlar üzerindeki etkilerini bilerek seçip, uygulamaları buna göre yapmakla olasıdır (Baysal, 1995).

Değişik yaş ve özel durumlardaki bireylerin besin gereksinmelerinin bilinmemesi, yanlış alışkanlık ve uygulamalar, bazı yaş gruplarının aşırı beslenmesine; küçük çocuk, gebe ve emzikli kadınların ise yetersiz beslenmesine yol açmaktadır. Yine besinlerin saklanması, hazırlanması, pişirilmesi; değişik yörelerde bulunabilen besinlerle besin değeri yüksek, maliyeti düşük diyetlerin hazırlanamaması beslenme sorunlarının oluşmasında etkili olmaktadır. Bu nedenle, beslenme sorunlarının çözümünde etkin bir beslenme eğitimi uygulanmalıdır (Baysal, 1980).

Önceden malnutrisyonlu olan çocukların kahvaltı etmemeleri okul başarısını daha da düşürmektedir. Beslenme durumu kötü olan çocuklara okulda kahvaltı sağlanması okul başarısını arttırmaktadır. Okula giden birçok çocuğun kahvaltı etmediği veya yetersiz kahvaltı ettiği belirlenmiştir (Başsoy, 2000).

“Ergenlik döneminin beş özelliği nelerdir?” sorusuna: “Kişilik gelişimi, otonomi, aileden ayrılma, meslek arayışı ve içsel ahlak standartlarının oluşturulması” cevabı verilmiştir (Mc. Gahren ve Wilson, 2002).

(12)

Kızlarda göğüslerin, erkeklerde ise testislerin büyümeye başlaması ve iki cinste de büyümenin hızlanması ergenlik çağına girişin ilk belirtisi olarak kabul edilir. Ergenlik fiziksel büyüme ve cinsel gelişmenin tamamlanması ve daha uzun süre psiko-sosyal matürasyonun gerçekleşmesi ile sonlanır (Kınık, 1992).

Ergenlik çağında artan kalori ve protein gereksinmesi yeterli bir şekilde karşılanmazsa enfeksiyonlara direnç kırılabilir. 70-80 yıl önce tüberkülozdan ölüm oranının araştırılması neticesinde 10-14 yaş arasında oluşma oranının hızla arttığı görülmüştür. Kız çocuklarında bu oranın daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Bunun sebebi olarak kız çocuklarının boy artışı ve kilo alışlarının daha hızlı olduğu fakat bu sürenin erkeklere göre daha kısa olduğu belirtilmiştir (Sencer, 1983).

Beslenme bozukluğunun çok ciddi olduğu durumlarda, beyin hücreleri etkilenmekte ve kısa bir süre içinde beyin hücreleri zayıflamakta olup, diğer durumlarda ise çocuğun enerji ve hareket kabiliyetini azaltmaktadır. Buna esas olarak da çocuğun etkili öğrenme süresi azalmaktadır (Bulut, 1995).

Ergenlerde görülen beslenme bozukluklarının başında ise yeme davranışı bozuklukları (anoreksiya nervosa, bulimiya nervosa ve başka türlü adlandırılmayan yeme bozuklukları), beslenme anemileri, obezite, guatr ve diş çürükleri gelmektedir.

Yukarıdaki bilgilerin ışığı altında, ergenlerin beslenme sorunlarının çok yönlü ve karmaşık olması, beslenme konusunda uygulama hatalarına sık rastlanması ve ergenlerin beslenme alışkanlıklarının belirlenmesinin gerekliliğinden dolayı bu çalışma; Mardin ili, Kızıltepe ilçesindeki merkez ilköğretim okullarında okuyan 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarının belirlenmesi amacı ile yürütülmüştür.

(13)

1.1. Problem

Mardin ili, Kızıltepe ilçesindeki merkez ilköğretim okullarında okuyan 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarının belirlenmesi.

1.2. Araştırmanın Amacı

Araştırmanın amacı, Mardin ili, Kızıltepe ilçesindeki merkez ilköğretim okullarında okuyan 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarının belirlenmesidir.

1.3. Araştırmanın Alt Amaçları

1. Öğrenciler ne tür kişisel özelliklere sahiptir?

2. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin beslenme alışkanlıkları nasıldır?

2.1. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin gün içerisinde yedikleri öğün sayıları arasında anlamlı fark var mıdır?

2.2. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin öğün atlama durumları arasında anlamlı fark var mıdır?

2.3. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin atladıkları öğünler arasında anlamlı fark var mıdır?

2.4. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin öğün atlama nedenleri arasında anlamlı fark var mıdır?

2.5. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin yiyecek satın alma durumları nasıldır?

2.5.1. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin açıkta satılan yiyeceklerin satın alınma durumu ve nedenleri arasında anlamlı fark var mıdır?

2.5.2. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin kantinden besinleri satın alma durumu nasıldır?

2.5.3. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin yiyecek ve içecek reklamlarından etkilenme durumları nasıldır?

3. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin besin tüketim durumları nasıldır?

3.1. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin öğün aralarında besin tüketim durumları arasında fark var mıdır?

(14)

3.3. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin çikolata, gofret, kek, pasta vb. şekerli besinleri tüketim durumları arasında fark var mıdır?

3.4. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin yemek yeme yeri, şekli ve yemek saatlerinin düzenli olma durumları arasında fark var mıdır?

3.5. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin kahvaltıda besin tüketim durumları nasıldır? 3.6. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin yemek seçme durumları nasıldır?

3.7. Cinsiyetlerine göre yemek seçen öğrencilerin sevmedikleri ve sevdikleri yiyecekler nelerdir?

3.8. Cinsiyetlerine göre öğrencilerin besinleri tüketim sıklıkları nasıldır?

3.9. Cinsiyetlerine ve yaşlarına göre öğrencilerin günlük besin tüketim düzeyleri nasıldır?

1.4. Araştırmanın Önemi

Bu çalışma, ilköğretim 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarının tespiti açısından önemlidir. Araştırma çocukların farkında olmadan ya da farkında olarak uyguladıkları yanlış beslenme alışkanlıklarının tespiti ve bu düzeyin belirlenmesi açısından gereklidir. Çalışma çocukların beslenmelerine gerekli özeni gösterip göstermediklerinin belirlenmesi için önemlidir. Bu araştırma neticesinde elde edilen veriler daha sonra bu konuda çalışma yapacak olan araştırmacıların kullanabilmesi açısından da önemlidir.

1.5. Varsayımlar

1. Anketlerin kurallara uygun olarak yapıldığı varsayılmıştır.

2. Öğrencilerin anket öncesi tarafımdan yapılan açıklamalara uydukları varsayılmıştır. 3. Ankete katılan öğrencilerin verdikleri cevapların doğru ve samimi olduğu varsayılmıştır. 1.6. Sınırlılıklar

Bu araştırma Mardin ili, Kızıltepe ilçesindeki 5 merkez ilköğretim okulunun (Adnan Menderes İ.Ö.O., Mezopotamya İ.Ö.O., Misakı Milli İ.Ö.O., Vatan İ.Ö.O., 23 Nisan İ.Ö.O.) 6. 7. ve 8. sınıflarında okuyan 502 öğrencinin anket formlarına verdikleri cevaplarla, öğrencilerin yaş, boy ve ağırlık ölçümleri ile sınırlandırılmıştır. İlköğretim okullarının I. kademesi araştırma kapsamı dışında bırakılmıştır.

(15)

2. KONU İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER 2.1. Beslenme, Büyüme ve Gelişme

Beslenme, insanın temel ihtiyaçlarından birini oluşturduğu gibi sağlığını da etkileyen en önemli etmenlerin başında gelmektedir. Yeterli ve dengeli beslenme insanların büyümesi, gelişmesi, varlıklarını sürdürebilmesi ve faaliyetlerini en iyi şekilde yapabilmeleri için gerekli besinlerin vücuda alınması ve kullanılması olarak tanımlanır (Şimşek, 1991).

Beslenme; kimya, fizik, mikrobiyoloji, biyokimya, enzimoloji, tarım, tıp gibi bilimlerin bir sentezi olarak gelişmiştir. Beslenme, insan sağlığını ve gelişimini ilgilendirdiğinden, toplumların geçirdiği politik, sosyal, ekonomik, kültürel ve teknolojik olaylardan etkilenmiştir. Tıbbın babası sayılan Hipocrates (M.Ö. 460-377), besinleri sağlık yönünden değerlendirmiş, tanımladığı hastalıklar için diyet önerilerinde bulunmuştur. “Diyet, en etkin ilaçtır” deyimi günümüzde de geçerlidir. Yine tıp biliminde öncü sayılan Latin Celsus (M.Ö.25), besinleri belirli gruplara ayırarak her grubu sağlık üzerindeki etkisi yönünden değerlendirmiştir. İbn-i Sina (980-1037) sağlıklı beslenme konusunda öğütlerde bulunmuştur. Özellikle aşırı yemenin, aşırı tuzun zararları üzerindeki öğütleri günümüzde de geçerlidir. Count Rumford (1795) yoksul insanların beslenmesi ile ilgili yazdığı yazıda ilk kez “beslenme bilimi” deyimini kullanmıştır (Baysal vd., 2002).

Beslenme bilimine ilişkin kayda değer gelişmeler 20. yüzyılın başlarında olmuştur. Vitaminlerle ilgili yayınlara 1800’lü yıllarda rastlanmasına rağmen ilk “vitamin” sözcüğü 1912’de kullanılmıştır. Bu konuda ilk kapsamlı ve bilimsel yayınlar da 1940’lı yıllarda yapılmıştır. Protein, yağ ve karbonhidratların enerji değerleri 1890’lı yıllarda besin kompozisyonunun başlatıcısı olan W.O. Atwater tarafından bulunmuştur. Aynı dönemde Amerika’da besinlerin kimyasal bileşimine ilişkin ilk eser yine Atwater ve Bryant tarafından yayınlanmıştır. Proteinlerin yapısıyla ilgili ayrıntılı bilgiler de 1940’lı yıllarda literatürde yer almıştır. Besinlerin “değişim” olarak gruplandırılması, ABD’de halk sağlığı dalında ilk beslenme danışmanı olan Marjorie M. Heseltine tarafından beslenme uzmanları arasında, beslenme ile ilgili bilgi ve uygulamaları paylaşmak amacıyla 1936 yılında yapılmıştır. Besin Tüketim Önerileri (RDA- Recommendation Dietary Allowance) ise, ilk kez 1941 yılında benimsenmiştir. Klinik beslenme olarak ise 1942’de gelişmeye başlamıştır (Garibağaoğlu, 1997).

(16)

Beslenmenin fizyolojik bir olgu olduğu kadar, sosyolojik ve psikolojik bir olgu olduğu da unutulmamalıdır. Çocuklar açısından da beslenme hem büyüme ve gelişme hem de ileriki dönem sağlıkları için temel oluşturmaktadır. Sağlığın temeli ise yeterli ve dengeli beslenmedir. Ergenlerin büyümesi ve gelişmesi, vücudun verimli çalışması, dış etkenlere ve hastalıklara karşı dirençli olabilmesi için belirli besin öğelerine gereksinimleri olmaktadır (Alaçam, 2002). Ergenlerin ise besin öğelerini yeterli ve dengeli bir şekilde almaları için de doğru besin tercihleri yapmaları gerekir.

2.1.1.Yeterli ve Dengeli Beslenmenin Önemi

Vücudun büyümesi, yenilenmesi ve çalışması için gerekli olan bu besin öğelerinin her birinin yeterli miktarlarda alınması ve vücutta uygun şekilde kullanılması durumu “yeterli ve dengeli beslenme” deyimi ile açıklanır. Bu besin öğeleri vücudun gereksinmesi düzeyinde alınamazsa, yeterli enerji oluşmadığı ve vücut dokuları yapılamadığından “yetersiz beslenme” durumu oluşur. İnsan gereğinden çok yerse, bu besin öğelerini gereğinden çok alır. Çok alınan bu öğeler vücutta yağ olarak biriktiğinden sağlık için zararlıdır. Bu durum “dengesiz beslenme” dir. İnsan yeterince yemesine karşın, uygun seçim yapamadığı ya da yanlış pişirme yöntemi uyguladığı için bu besin öğelerinin bazılarını alamayabilir. Bu durumda o besin öğesinin vücut çalışmasındaki işlevi yerine getirilemediğinden yine sağlık sorunları oluşur. Bu durum da “dengesiz beslenme” dir (Baysal,1995; Alaçam,2002). Uygun besin tercihlerinin yapılmasına karşın kişi yemeklerini pişirirken fazla kaynatıyorsa ya da yemeklerin pişirme sularını gereğinden fazla ekleyerek bu suları tüketmiyorsa besinlerdeki besin öğelerinden yeterince faydalanamıyordur. Bu gibi yanlış uygulamalar da besin öğelerinin hazırlanma ve pişirme esnasında kaybolmalarına neden olur.

Beslenme yetersizliklerine en duyarlı olan grup çocuklardır. Besin öğeleri değişikliklere uğrayarak hücre yapısına dönüştüğüne, büyüme yeni hücrelerin eklenmesiyle sağlandığına göre iyi beslenemeyen çocuklarda büyüme yavaşlar, ileri derecede yetersizlikte ise durur. İyi beslenemeyen, büyüme geriliği olan çocuklar hastalıklara karşı da dirençsiz olurlar, hastalıklara kolay yakalanırlar. Dayanıksız olduklarından hastalıkları kolay atlatamazlar. Türkiye’de, iki yaşına kadar olan çocukların %15-20 kadarında raşitizm belirtileri bulunmuştur. Okul öncesi çocuklarının yarısına yakınında hafif veya ileri derecede kansızlık görülmektedir. Diş bozuklukları çok yaygındır. Hayvansal protein, riboflavin gibi vitaminlerin yetersizlik belirtilerine sık rastlanmaktadır. 1974 yılında yapılan Ulusal Beslenme Araştırması bulgularına göre, ailelerin %39,7’si B2 (riboflavin) vitaminini çok

(17)

yetersiz düzeyde tüketmektedir. Bu oran Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde %50,3 ile en yüksek; Ege ve Marmara bölgelerinde ise %29,8 ile en düşüktür (Işıksoluğu, 2000). Sofrada yemeklerin tek tabaktan yenilmesi, günlük tüketilmesi gerekilen porsiyon miktarlarının düşmesine sonuç olarak da B2 (riboflavin) vitamini gibi besin öğelerinin yetersiz

alınmasına neden olmaktadır. Bu oranların Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesinde yüksek çıkmasının nedenlerinden biride öğünlerde yemeklerin tek tabaktan yenilmesidir.

Türkiye’de temel besin ekmek ve tahıl ürünleridir. Günlük enerjinin ortalama %50’si ekmek ve tahıl ürünlerinden sağlanmaktadır. Yıllar içersindeki besin tüketim eğilimi incelendiğinde ekmek, süt, yoğurt, et, taze sebze ve meyve tüketiminin azaldığı; kuru baklagil, yumurta ve şeker tüketiminin ise arttığı söylenebilir. Genelde toplam yağ tüketim miktarında önemli farklılık olmamasına karşın bitkisel sıvı yağ tüketim miktarının katı yağa oranla arttığı gözlenmektedir. Toplumun bazı kesimlerinde gıda güvencesizliği ve hayvansal ürünlerin az miktarda tüketimine bağlı olarak makro ve mikro besin öğeleri eksikliği görülmektedir. Türkiye’de, enerji ve besin öğeleri yönünden beslenme durumu incelendiğinde enerji kaynaklarını yetersiz düzeyde alan ailelerin oranı düşüktür. Kişi başına toplam protein alımı yeterli düzeydedir. Proteinin çoğu bitkisel kaynaklıdır. Kalsiyum (%13-26), vitamin A (%3-31) ve riboflavini (%34-40) yetersiz alanların oranı oldukça yüksektir. Özellikle süt ve ürünlerinin yetersiz düzeyde tüketilmesi kalsiyum ve riboflavin yetersizliğinin temel nedenidir (Pekcan, 2001).

Bir toplumun yeterli ve dengeli beslenmesini sağlayacak Ulusal Beslenme Plan ve Politikaların oluşturulabilmesi için o topluma ilişkin beslenme ve sağlık verilerinin bulunması gereklidir. Türkiye 1974 Beslenme, Sağlık ve Gıda Tüketimi Araştırması günümüze kadar yapılmış en kapsamlı beslenme, sağlık ve gıda tüketimi araştırmasıdır. 1984 Gıda Tüketimi ve Beslenme Araştırması ise Türkiye geneline gösterge olmak kaydıyla üç ilde sağlık taraması yapılmadan gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de de diğer ülkelerde olduğu gibi her beş yılda bir bu araştırmaların yapılması gerekmektedir (Pekcan, 2001). Bu tip araştırmaların verileri de Türkiye’de beslenme konusunda yapılacak diğer araştırmalara kaynak oluşturması ve doğru veri elde edilmesi açısından önem taşımaktadır.

2.1.2. Beslenmenin Büyüme ve Gelişmedeki Önemi

Çoğu kez birbiriyle karıştırılan “Büyüme” ile “Gelişme” sözcükleri gerçekte birbirlerinden farklı kavramlardır; biri diğerinin yerini alamaz. Yapısal artışı dile getiren

(18)

büyüme; bedende meydana gelen sayısal değişiklikleri içermektedir. Çocuk sadece fiziki olarak büyümekle kalmaz aynı zamanda onun beyni ile iç organlarının yapı ve büyüklüğünde de değişmeler olur. Beynin gelişimi sonucu, çocukta giderek artan bir öğrenme, hatırlama ve muhakeme yeteneği oluşur. Böylelikle fiziki büyümeye paralel olarak çocuk zihinsel olarak da gelişir. Gelişme kavramında, büyümeden farklı olarak yapısal ve nitelik bakımından değişiklikler de anlatılmak istenir. Örneğin iskelette kemikler büyürken aynı zamanda gelişir, tertipleri değişir ve daha sertleşir. Süt çocuğunda kafatası büyür, fakat aynı zaman da bıngıldakların kapanması ile gelişir. Büyüme, tabii çevresel şartlar altında, belli kültürel etmenlerden nispeten bağımsız bir biçimde yavaş yavaş gerçekleşir ve süreklilik gösterir. Bu bakımdan gelişmeden ayrıdır. Bununla birlikte gelişme ve büyüme sık sık aynı anlamda kullanılır (Arı vd., 1999).

İnsanın gelişmesi fizyolojik, biyolojik, psikolojik ve sosyal yönleriyle olgunlaşma işleminin bütününü kapsar. Büyüme ve gelişme, embriyo devrinden fiziksel olgunluğa kadar çocuğu dinamik olarak etkileyen genetik yapı, hormonlar, çevresel koşullar sosyoekonomik durum, kültür ve gelenekler gibi çeşitli faktörlerin etkisinden oluşan karmaşık bir süreçtir. Bu faktörlerin en önemlilerinden biri de “Beslenme”dir (Şimşek, 1991). Büyüme ve gelişme her çocuk için belirlidir, tektir ve her çocuk için “normal” olarak tasvip edilen geniş sınırlar içinde büyük değişiklikler gösterebilir. En belirgin farklar erkek ve dişiyi ayıranlardır (Vaughan ve Mckay, 1978).

Yapılan araştırmalar, yetersiz diyetle beslenen toplumlardaki çocukların büyüme hızının, yeterli beslenenlerden daha yavaş olduğunu ortaya koymaktadır. Japonya’da yapılan bir araştırmada 12 yaş grubu çocukların ortalama boy ölçüsü 1900 yılında 134 cm iken, ülkede besin üretimi ve tüketimindeki artışa paralel olarak 1939 yılında 138 cm olmuştur. Savaş yıllarındaki yetersiz beslenme nedeni ile aynı yaş çocuklarının boy ölçüleri ortalama 136 cm’ ye inmiştir. Japonya’da 1950 yılından sonra okullarda çocuklara iyi kalite ek besin verilmeye başlanmıştır. Diyetteki bu değişime paralel olarak büyüme hızlanmış, 1960 yılında aynı yaştaki çocukların boy ölçüsü 142 cm’ye ulaşmıştır. Yine bu ülkede beslenme biliminin ortaya koyduğu bulgulardan yaralanılarak raşitizm, pellegra, skorbüt, basit guatr gibi hastalıklar hemen hemen yok edilmiştir (Baysal, 2002).

Özellikle çocukların gelişmesi toplumun, beslenme ve sağlığının göstergesi olarak kabul edilir. Erken yaşlarda yetersiz ve dengesiz beslenme sonucunda beynin yapısal ve organik fonksiyonlarında meydana gelen bozukluklar daha ileri yaşlarda davranış bozukluğu,

(19)

fiziksel gelişim gerilikleri, öğrenme yeteneklerinin azalması şeklinde kendini gösterebilmektedir. Genellikle yetersiz ve dengesiz beslenen çocuklar okulda isteksizlik, yorgunluk, dikkatsizlik, kendini derse verememe gibi olumsuz davranışlar gösterebilmektedir (Şimşek, 1991). Enerji veren besinler vücut gibi beyni de destekler. Bunlar glikoz, tiamin, riboflavin, niasin, C vitamini ve demir gibi mikro besin öğelerini içerirler. Bu besin öğeleri de zihinsel performansı arttırır, daha iyi düşünmemize yardımcı olur, daha sakin ve uyanık kalınmasını sağlar, bunun için karbonhidrat, protein dengesini düzenler (Müftüoğlu, 2002).

Çocukların normal büyüyüp büyümediğini değerlendirmek için, o toplumda normal beslenme standartları uygulanmış çocukların büyüme durumları ölçülür. Her yaşta yapılan birçok ölçümün ortalaması, standart sapması alınarak büyüme ve gelişme standartları ortaya konur. Büyümeyi saptamada en çok kullanılan ölçüler, yaşa göre; ağırlık, boy uzunluğu, göğüs, kol ve baş çevresinin genişliği, doğum ağırlığı, boya göre ağırlık durumudur. Bu ölçümlerle yapılan standartlar her hangi bir çocuğun büyüme durumunu saptamada örnek olarak kullanılır. Büyümeye, beslenme yanında diğer sosyoekonomik, kültürel ve genetik etmenlerde etki ettiğinden her toplumun kendine özgü standardı olması gerekir. Bunun yanında, çocuğun davranışlarının, beslenmesi ile ilgili sosyoekonomik ve kültürel etmenlerin, çocuk beslenme alışkanlıklarının, anne, bebek ve çocuk ölüm oranlarının, toplumun genel beslenme durumu ve olanakları ile sağlık düzeyinin araştırılması ve gerekli biyokimyasal ve klinik ölçüm ve gözlemlerin yapılması, çocukların beslenme durumunun saptanmasında gereklidir (Baysal, 2002).

2.2. Beslenme Eğitimi

2.2.1. Beslenme Eğitiminin Önemi

Türkiye’de de yetersiz ve dengesiz beslenme sorunlarının başında toplumların beslenme konusunda gereğince eğitilmemiş ve bilgisiz olmaları gelmektedir (Şimşek, 1991). Sağlığın korunması ve hastalıkların iyileşme hızının arttırılmasında, beslenme konusunda bireyin ve toplumun bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Bu sebepten insan sağlığı üzerinde etkili olan, yönlendiren, eğiten kişilerin yeterli düzeyde beslenme bilgisine sahip olması gerekmektedir (Özçelik ve Sürücüoğlu, 2000). Özellikle öğretmenlerin beslenme bilgileri yeterli olmalı ve öğrencilerin doğru beslenme alışkanlıklarını kazanmaları için bu bilgilerin öğrencilere aktarılması gerekir.

(20)

İlkokul öğretmenlerinin beslenme bilgi düzeylerini saptamak amacıyla 100 ilkokul öğretmenine anket uygulanarak yapılan araştırma neticesinde, öğretmenlerin beslenme konusundaki bilgilerinin yeterli olmadığı belirtilmiştir (Köksal ve Kırlı, 1988).

Tıp doktorlarının beslenme bilgi düzeylerini belirlemek amacıyla 300 doktor üzerinde yapılan araştırmada, doktorların %5,33’ünün “iyi”, %82,34’ünün “orta”, %12,33’ünün “yetersiz” beslenme bilgi düzeyinde oldukları belirlenmiştir (Özçelik ve Sürücüoğlu, 2000).

Beslenme eğitimi toplumu; yeterli ve dengeli besin tüketme alışkanlıklarının geliştirilmesi, yanlış alışkanlık ve olumsuz beslenme uygulamalarının ortadan kaldırılması, besinlerin sağlık bozucu duruma gelmesinin önlenmesi, besin kaynaklarının daha etkin ve ekonomik kullanımı konularında eğiterek beslenme durumunun düzeltilmesini amaçlar (Ahsen, 1994).

Beslenme eğitimi, pek çok kişinin düşündüğünün aksine oldukça zor bir süreçtir. Çünkü kişilerin beslenme alışkanlıklarını değiştirmek kolay değildir. Eğitici kişi anneye çocuğunu nasıl beslemesi gerektiğini söylediğinde anne onu dinler ama bu demek değildir ki anne söylenenleri hemen uygulayacak. Bireyleri daha iyi beslenme alışkanlıkları geliştirmeleri konusunda ikna edebilmek için önce neden bu şekilde beslendiklerini anlamak gerekir. Genellikle maddi durum, yiyeceklerin fiyatı, bulunabilirliği, inanç ve alışkanlıklar bireylerin beslenme alışkanlıklarını etkileyen unsurlardır (Koçoğlu, 1992). Özellikle ailelerin sosyoekonomik durumlarının düşük olması, aile bireylerinin besin tüketim sıklıklarını olumsuz yönde etkilemekte ve besin öğesi ihtiyaçlarının karşılanamamasına neden olmaktadır.

2.2.2. İlköğretimde Beslenme Eğitimi ve Uygulamaları

Çocukların iyi beslenme alışkanlıkları edinmesinde ailenin eğitiminin de rolü vardır. Beslenme eğitimi küçük yaşlarda başlarsa öğrenci günlük yaşamında olumlu davranışlar kazanabilir. 1956’dan beri Dünya Sağlık Örgütü’nün teşviki ile ilkokullarda uygulanan beslenme programları mevcuttur. Ancak Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), Sağlık Bakanlığı Özel İdarelerinin katkıları ile finanse edilen programlar davranış değişikliğine yönelik hazırlanmamış, sadece öğrencilere bazı besinlerin yedirilmesi düzeyinde kalmıştır (Yılmaz, 2002).

(21)

Türkiye gerçek uygulamaya 1957-1958 yıllarındaki denemelerden yararlanarak başlamıştır. Önce UNICEF yardımı ile başlayan programa 1959-1960 yıllarından itibaren CARE örgütü de katılmıştır. 1961-1962 yıllarına kadar UNICEF ve CARE örgütünün işbirliği ile sürdürülen çalışmalar bu öğretim yılından sonra CARE örgütünün yardımı teknik alana kayarak devam etmiştir. CARE’nin yardımlarına, 1961 yılından itibaren ABD gönüllü yardım kuruluşlarından olan Amerikan Katolik Örgütü, 1964’den itibaren de Dünya Gıda Programına katılmış ve gıda yardımı uygulamaları projeler halinde yürütülmeye başlanmıştır. UNICEF yardımı da 1965’de sona ermiştir. 1972 yılında CARE örgütü yaptığı besin yardımını 5 yıllık bir sürede sona erdireceğini ve bu sürede her yıl %20 indirim yaparak beslenme eğitimi programını ülkemize aktaracağını bildirmiştir. Ancak üçüncü beş yıllık kalkınma planında beslenme programlarının Türkiye’de üretilen besinlere dayalı duruma getirilmesinin öngörülmesi nedeni ile CARE örgütü yaptığı gıda yardımını belirlenen süreden 2 yıl önce 1975’de kesmiştir (Başsoy, 2000).

Halen uygulanan ilköğretim programı içerisinde beslenme bilgisi, sağlığı koruyucu temel bilgiler arasında sayılmakta ve ilköğretimin amaçları arasında öğretmenin “iyi beslenme” ile ilgili belli başlı kuralların neler olduğunu bilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Planlama ve uygulamada ise çocukların, besin çeşitleri, gerekli besin maddeleri, besinin sağlık üzerindeki etkileri, besinin yararlı maddelerinin korunması, beslenme ile ilgili görgü kuralları vb. konularda bilgi ve beceri edinmeleri beklenmektedir (Köksal ve Kırlı, 1988).

İlköğretim okullarının 4. 5. 6. 7. ve 8. sınıflarında okutulan İş Eğitimi (ev ekonomisi) ve Fen Bilgisi derslerinin bazı konularında beslenme programına yer verilmektedir. Beslenme Bilgisi dersinin okutulduğu okullarda ise beslenme konularının daha kapsamlı ele alınmasına rağmen dersin seçmeli olması sebebiyle bundan tüm öğrenciler yararlanamamaktadır.

Bütün bunların yanı sıra kırsal alanda yapılan beslenme programı uygulamaları kentlere göre daha az bulunmuş, büyük şehirlerde ilköğretim öğrencilerinin %72’sinin, köylerde ise ancak %48’inin herhangi bir programdan faydalanmakta olduğu saptanmıştır (Başsoy, 2000).

(22)

2.3. Adölesan Çağında Beslenme Durumu ve Alışkanlıklar 2.3.1. Adölesanın Tanımı

Adölesan (ergenlik), Latince Adolescere “matür olmak” dan gelir. Çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir. G.Stranley Hall 1904’deki bilimsel incelemesinde adölesanı; adölesanın modern kavramı olarak Fırtına ve Stresin (Sturm and Drang) bir dönemi olarak tanıtmıştır. Hall bu kavramı 18. ve 19. yy. Alman yazarlarından Goethe ve Schiller’den ödünç almıştır. Bu yüzyıllarda gençleri heyecanlı, hayalci, huysuz, karamsar ve dert dolu olarak tanımlayan adölesan kavramı literatürde ve filozofide çok iyi bilinirdi ama Hall bilimsel olarak tanımlatıp kabul ettirdi. Anna Freud ve arkadaşları tarafından 1950’lerde ve 1960’larda yayınlanmış çalışmalarda, adölesan dönemdeki psikolojik zorluğun normal olduğu fikri desteklenmiştir. 1970’li yıllara kadar araştırmacıların muayenelerinde gençlerin normal olduğu ve psikiyatrik bir bozukluklarının olmadığına karar verene kadar, 20. yy.’da gençlerin doğal olarak problemli olduğu görüşü geçerliydi. Bugün en kapsamlı yapılan çalışmalarda, aşırı bir karışıklık olmadan adölesanda kademeli olarak bir değişimin olduğu gösterilmiştir. Beş adölesanın dördü aileleri ve akranları ile iyi ilişki kurarlar ve onların sosyal, kültürel değerleri ile rahattırlar. Tersine beş adölesandan birinde değişimde zorluklar vardır ve bu nedenle uzman tedavisi ve değerlendirmesi gerekir (Adelman ve Ellen, 2003).

Tarihsel süreç içinde Aristo (M.Ö. 300) bu dönemi 14-21 yaş arasında yer alan bir dönem olarak söz edip, bu dönemi şu şekilde tanımlamıştır; “gençler kişilik olarak arzularına kapılmaya ve bunları eyleme dökmeye hazırdırlar, bedeni arzuları içinde en çok kapıldıkları cinsel arzulardır… çok değişkendirler, arzuları ateşli olduğu kadar geçicidir… sevgi olsun, nefret olsun her şeyde aşırıya kaçarlar…”. 18. yy.’da Rousseau “Emile” adlı eserinde 15-20 yaş arasındaki döneme ergenlik dönemi diyerek ergenliği “yeniden doğuş” diye tanımlayarak, şöyle söz etmiştir: “Bizler iki kere doğarız, bir kez var oluşun içine, bir kez ise yaşamın içine” (Mukaddes, 2000).

A.Freud ergenliği huzurlu bir büyüme sürecinin bozulması veya kesintiye uğraması olarak değerlendirmiş ve ergenlik süreci içinde tutarlı bir dengenin korunmasını “anormal” olarak görmüştür. Erikson “insanın sekiz evresi” kuramı içeriğinde ergenliği beşinci psikososyal gelişim fazı olarak değerlendirip, bu dönemi kişinin toplumsal yerini, mesleksel konumunu ve cinsel kimliğini tanımaya, yerine oturtmaya çalıştığı bir dönem olduğu, bu çabaya “kimlik bunalımı” diyerek, kimlik bunalımı ile “kimlik kargaşasını” birbirinden ayırmak gerektiğini, kimlik bunalımını her ergenin kimlik kazanması için bilinçli ve bilinç

(23)

dışı bir savaşım olduğunu belirtmiştir. Bu savaşın bazı bireylerde daha gürültülü olabileceği, bu bunalımın coşkulu bir ırmağın yatağını bulması gibi olduğu ve bu süre içinde ana babadan bağımsızlaşma toplumsal değerleri, erdemleri yeni baştan tartma ve kendini bulma çabası olduğu, kimlik bunalımı ise bu bunalımın ağırlaşmışı ve uyumun oldukça ağır biçimde bozulması olduğunu belirtmiştir. Böyle bir durumda bocalayan ergen aşırı uçlara sapabilirliği, ağır cinsel kuşkulara, yetersizlik duygularına kapılabildiği, bunaltıya panik durumlara düşebildiği, zaman zaman “ters kimlik” geliştirdiği yani hem kendi, hem ebeveyninin beklentisine ters düşen davranışları deneyebilirliği ve bazı gençlerde “ters kimlik” yerleşebildiği, bazılarında bu bunalımın yıllarca sürebildiği belirtilmiştir (Mukaddes, 2000).

Offer ve arkadaşlarının uluslararası, çok merkezli klinik başvurusu olmayan ergenlerle ilgili çalışmalara dayanarak, bu dönemin bunalımsız ve stressiz olduğu belirtilmiş, bu çalışmalarda ergenlerin ebeveynleri ile çatışmaları daha çok müzik ve kıyafet ile ilgili olduğu, benlik saygıları ebeveynlerinin onayı ile bağlantılı olduğu, genelde iyi benlik gücüne sahip, iyi insan ilişkileri ve etkin baş etme yolları olduğu vurgulanmaktadır. Yine bedenlerindeki değişimden %70’inin memnun olduğu, gelecekleri ile ilgili ümitli oldukları bildirilmiştir. Ergenlerin sadece 1/5’i boşluk hissi tanımlamaktadır. Bu kitlede görülen depresyon ve suçluluk duygusunun hafif ve geçici olduğu bildirilmiştir. Kızlarda depresif belirtilerin daha fazla olduğu bildirilmektedir. Ayrıca kızların 2/3’ünün diyet ve kilo ile aşırı uğraşırken, bu oranın erkeklerde %1 olduğu bildirilmektedir (Mukaddes, 2000).

Türkiye’de Offer’ın anketlerini kullanarak yapılan çalışmalarda ergenlerin önemli bir kısmının (%83) sorunsuz ve mutlu, %17’sinde ise kaygılar ve çalkantıların olduğu belirtilmiştir. Akademik çevrelerde ergenliğin bunalımsız bir dönem olduğu, görüşleri ağırlık kazanmaya başlasa da, toplumda ergenlik dönemi “bunalımlı” bir dönem olarak algılanmakta, dolayısı ile ergenlerde görülen psikopatolojik belirtiler de o yaş için normal gibi algılanarak, tedavi başvurusu engellenmektedir. Yukarıda sözü edilen bir uçta ergenliği çatışmalı, bunalımlı bir dönem olarak tanımlayan görüş, diğer uçta ergenliği mutlu, bunalımsız bir dönem olarak tanımlayan iki zıt kuramsal yaklaşım söz konusudur (Mukaddes, 2000).

Morfolojik ve fizyolojik bakımdan organizmanın çocukluktan erişkinliğe geçiş sürecine puberte (erinlik), adölesan ya da ergenlik adı verilir. Türkiye’de bu çağ gençlik, ergenlik, buluğ, delikanlılık çağı vb. sözcüklerle ifade edilmektedir (Bulduk, 1989). İnsan yaşamında iki hızlı büyüme dönemi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, 0-2 yaş bebeklik dönemi, ikincisi ise adölesan (ergenlik) dönemidir. Bebeklik döneminden sonra 2-10 yaşları

(24)

arasında daha yavaş seyrettiği okul öncesi ve erken çocukluk dönemleri yaşanır. Ergenlik öncesi ve ergenlik dönemlerinin sağlıklı yetişkinlikler kazanılmasında önemi büyüktür. Sağlıklı nesiller ise sağlıklı toplumsal kalkınmanın temel unsurudur (Ahsen, 1994). Sağlıklı nesillerin oluşması içinde ergenler için gerekli çalışmalar yapılmalı ve bu dönemin problemsiz geçirilmesi sağlanmalıdır. Özellikle okullarda yapılan rehberlik çalışmalarına gerekli özen gösterilmeli ve profesyonel yardım alınarak elde edilen veriler neticesinde gerekli çalışmalar yapılmalıdır.

Birlemiş Milletler Örgütü ergenlik çağını, “genç, 15-25 yaşları arasında, öğrenim gören, hayatını kazanmak için çalışmayan ve ayrı bir konutu bulunmayan kişidir” şeklinde tanımlamıştır (Daşbaşı, 2003). Adölesan, erişkin hayata hazırlanma dönemidir. İleride hayatını kendi kendine yönetmesi, sorumlulukları tek başına omuzlaması gereken genç, adölesan döneminde ileride yükleneceği görevlerin, oynayacağı rollerin provasını yapmak zorundadır. Bu gelişim sürecinde kendi başına karar vermeyi, güçlüklerle nasıl mücadele edeceğini öğrenecektir. Başarısızlıklardan ders alarak aynı hataları tekrarlamamak için neler yapması gerektiği üzerinde düşünecektir. Hayatını kendisi yönlendirmeye, kendi başına karar vermeye alışmak zorundadır (Kınık, 2000 a).

İnsan gelişiminin bir evresi olarak “ergenlik dönemi” ele alındığında ilk incelenmesi gereken konu, ergenlik ile erinlik (puberte) evrelerinin aralarındaki farklılığı belirlemektir. Erinlik (Buluğ- Puberte) dönemi, cinsel organların olgunlaştığı sırada oldukça kısa süren fizyolojik değişiklikler evresi olarak görülür (Yavuzer, 1999). Başka bir tanımda da erinlik çağında üreme organlarının olgunlaştığı ve ikincil seks karakterlerinin geliştiği belirtilmiştir (Merdol vd., 1999). Biyo-fizyolojik gelişmelerin büyük bir bölümü, ergenliğin ilk aşamalarını oluşturan, erinlik öncesi ve erinlik çağlarında görülür. Erinlik sözcüğü, erkeklik yeteneği ya da erkeklik yaşı anlamına gelen Latince “pubertas” kökünden gelmektedir. Erinlik döneminde cinsel organlarındaki gelişim, üreme fonksiyonuyla doğrudan ilgili olan temel cinsel özelliklerle, üreme fonksiyonuyla dolaylı olarak ilgili olan (tüylerin gelişimi, göğüs ve kalçanın oluşumu vb.) ikincil cinsel özellikler biçiminde özetlenebilir. Ergenlik döneminin bir bölümünü oluşturan erinlik evresi kızlarda altı ayı biraz aşarken, erkeklerde iki yıl hatta daha da fazla sürebilir. Ergenlik dönemini cinsel olgunluğun görüldüğü erinlik evresi ile özdeş tutmamak gerekir. Her ne kadar erinlik, ergenliğin bir evresini oluşturmakta ise de, erinlik öncesi, erinlik ve erginlik aşamalarını içeren uzun süreli bir dönemdir. Ergenlik, tek başına fiziki olgunluğu değil, olgunluğun tüm yüzlerini içeren bir yaşam dilimidir (Yavuzer, 1999).

(25)

2.3.2. Adölesan Çağının Özellikleri

2.3.2.1. Adölesan Çağında Fiziksel Gelişme

Adölesan çağındaki fiziksel gelişmeyi ele almadan önce ergenlik öncesinde büyüme kavramı üzerinde durulmalıdır. Çocukluk “büyüme” zamanıdır. Büyüme çok faktörlü karmaşık etkileşimler sonucu milyonlarca hücrenin eş zamanlı olmayan çoğalmasının toplamıdır. Büyüme süreci, bireyin genetik yapısının yanı sıra psiko-sosyal etkiler, ev, beslenme gibi dış faktörlerle belirlenir. Sağlıklı bireylerde boy büyümesi fetal bebeklik, çocukluk ve erinlik olmak üzere ardışık ve kısmen örtüşen üç evre gösterir. Yaşamın ilk iki yılında 15 cm/ yıl olan büyüme hızı, çocukluk döneminde yavaşlayarak 4 yaşında ortalama 7cm/ yıl’a ve geç prepubertal dönemde yaklaşık 5 cm/ yıl’a iner. Çocukluk evresindeki boy büyümesi, orta çocukluk büyüme sıçraması, büyüme hızındaki değişken salınımlar ve mevsimsel değişkenlik gibi özellikler taşır. Bu dönemde büyümenin temel belirleyicileri büyüme hormonu ve troid hormonudur (Akçurin, 2003).

Adölesana özgü hazırlık değişmelerine ait en erken işaretler gerek erkek gerek kız çocuklarında aşağı yukarı 7 yaşları civarında başlar; bu dönemde adrenal steroidlerin salgılanması artmıştır. Bundan kısa bir zaman sonra her iki cinste östrojen yapımında tedrici bir artış ve kısa bir süre sonra da androjen fazlalaşması vardır. Ergenlik değişimlerinin başlarında kız çocuklarda (9-11 yaş) östrojen yapımı ileri derecede artmaya başlamakta ve normal erişkin düzeylerine ulaşmaktadır: aynı şekilde, androjen yapımındaki artış 12-14 yaşlar arasındaki erkek çocuklarında başlar. Erişkin erkek ve kadın arasındaki farklar 14-16 yaşlarından sonra oluşmaya başlamaktadır. Her iki cinste de 1-6 yaşlarından itibaren, belirli bir hızla miktarında azalma görülen deri altı yağ dokusu, kız çocuklarında 8 yaşlarında, erkek çocuklarda ise 10 yaşlarında tekrar artmaya başlar. Yeniden yağ dokusundaki bu yeni birikim kız çocuklarının çoğunda ve erkek çocuklarının hemen hemen 2/3’sinden klinik olarak deri altı dokusunu dolgunluğu ile fark edilmektedir. Yağ miktarındaki bu artış kızlarda devam etme eğilimi gösterdiği halde erkek çocukların çoğunda geçici karakterdedir ve çoğunda da adölesan döneminin boy ve kiloda oluşan hızlı büyüme hamleleri sırasında kaybolmaktadır (Vaughan ve Mckay, 1978).

Pubertal büyüme hızlanması kızlarda 10, erkelerde 12,5 yaşlarında olur. Büyüme hızı artar, zirve değerleri kızlar için 9 cm/yıl, erkekler için 10,3 cm/yıl’dır. İskeletin farklı bölümlerinin büyümesi farklı zamanlarda artma gösterir. En erken büyüme hızlanması ayaklarda olur. Bunu bacaklardaki daha sonra da gövdedeki uzama izler. Boydaki uzama

(26)

zirve değere ulaştıktan sonra yüzde büyüme olur. En belirgin değişiklik kafa tasındadır, kafa tasının bazalında %6-7 oranında büyüme olur. Ergenlik öncesi büyüme erkeklerde kızlara göre 2 yıl daha uzundur. Bu dönemde gövdeye göre bacaklarda daha hızlı bir büyüme gözlenir. Ergenlik öncesi erkeklerin aksine kızlarda kalça genişliğinde artma daha belirgindir. Diğer kemik bölgelerindeki büyüme erkeklerde kızlara göre daha fazladır (Hagerman, 1993).

Seksüel gelişme Hipotalamus’un “releasing” hormonlarının etkisi ve hipofizin ön lobundaki gonadotropin hormonunun salgısının artmasıyla başlar. Bunu başlatan mekanizma henüz tam olarak bilinmemektedir. Erinliğin başlangıcında gonadlar ile gonadotrop salgısı arasındaki “feed-back” mekanizmasındaki değişiklikler bakımından farklı bir düzene girildiği tahmin edilmektedir (Onat, 1996).

Erinliğin başlama yaşını etkilediğini bildiğimiz faktörler şunlardır (Onat, 1996): a) Genetik: Bazı ailelerde erinliğin erken, diğerlerinde ise geç başladığı uzun zamandır bilinen bir gerçektir.

b) Sosyoekonomik Seviye: Türkiye’nin alt, orta ile üst sosyoekonomik düzeyleri arasında, erinliğin başlangıcı bakımından ortalama olarak üst seviyenin lehine 1,5 yıllık fark mevcuttur. Ayrıca sosyoekonomik seviye yükseldikçe, cinsel olgunlaşmanın erken başladığı 20. yüzyılda yapılan çalışmalarla gösterilmiştir.

c) Büyüme Temposu: Büyüme hızı yavaş olanların erinliğe geç, süratli olanların erken vardıkları tespit edilmiştir. Cinsel gelişmenin başlama yaşı genetik ve sosyoekonomik seviyeden ziyade büyüme hızıyla bağıntı göstermiştir. Zaten genetik ve sosyoekonomik faktörler aslında büyüme hızını etkileyerek erinlik yaşını değiştirmektedir. Erinlik, boyda %10 ileri oranlarda ortalama 0,6 yıl, ağırlıkta %10 ileri oranlarda 0,3 yıl daha önce başlamaktadır. Belirli boy ve ağırlığa varmakla erinliğin başlaması arasında da bir ilişki olduğu belirtilmiştir.

d) Kemik Olgunluğu: Kemik olgunluğu ileri olanların erinliğe o oranda erken girdikleri ve daha hızlı büyüdükleri saptanmıştır. Örneğin kemik olgunluğu bakımından bir yıl ileri olan kızlarda erinlik 0,5 yıl daha erken başlamaktadır.

Cinsel gelişmenin başlangıcında yaş çok değişken olmakla beraber ortalama boy, ağırlık ve kemik yaşı nispeten ortalama değerler göstermektedir. Bu gibi gerçekler, erinliğin başlaması için belirli bir fizik gelişmenin gerekli olduğu kanısını uyandırmaktadır. Buna

(27)

rağmen bu kuralda da varyasyon geniştir. Erinlik ortalama olarak kızlarda 135 cm’lik boy ve 30 kg’lık ağırlığa erişildiğinde, erkeklerde ise 144 cm civarında başlamaktadır. Bu değerler, erinliğin başlangıç yaşına ve ırka göre değişir (Onat, 1996).

Önergen dönemindeki kızlarda büyüme 10 yaşına doğru hızlanır. Erinliğe yakın bu hızlı büyümede bir yavaşlama kendini gösterir. Bu yaşa kadar, vücut organları arasında en çok baş ve gövde büyür. Bunun sonucu olarak ağırlık fazlalaşır. Yalnız bütün organlar, aynı şekilde gelişmezler. Yüz, özellikle burnun dibiyle çenenin ucu arasında büyür. Kalpte de ani bir büyüme olur. Yumurtalıklar, kaslar, göğüs, karın daha yavaş gelişir. Önergen kızlarda bazen böbrek gelişmesinde bir yavaşlama, kas kuvvetlerinde azalma kendini gösterebilir. Önergen kızlarda ilk adet görmeden önce vücudun bazı yerlerinde, koltuk altlarında tüyler belirir. Bu sıralarda göğüsler de belirli bir şekil almaya başlarlar. Kızların göğüsleri on yaşına kadar erkek çocukların göğüslerinden pek farklı olmazlar, on yaşından sonra kızlar bu bakımdan da erkek çocuklardan ayrılırlar. Son değişiklik kızları fazla ilgilendirir. Kızlar göğüslerinin bir an önce büyümelerini arzu ederler. Önergen kızlar varlıklarında meydana gelen diğer değişikliklere karşı da aynı şekilde hareket ederler. Büyük bir ilgi gösterirler. Kimileri birden bire vücutlarına karşı fazla bir yakınlık hissederler (Adler, 2004). Ergenlerin vücutlarına karşı duydukları fazla etki, özellikle kızlarda bazı durumlarda zayıflama isteğinden dolayı beslenme bozukluklarının oluşmasına neden olabilmektedir.

Önergen kızlarda 14 yaşlarına ulaşmaları ile birlikte ses tellerinde, çocukluk çağına oranla biraz kalınlaşma görülür böylece 10 yaşındaki bir kızın çıkaramayacağı alçak tonlu sesleri çıkarabilirler. Ancak 10 yaşındaki bir kızın sahip olduğu yüksek ses tonlarını çıkarma yetilerini de korurlar. Böylece konuşmaları daha dikkat çekici ve dişice bir özellik kazanmış olur. Geçiş dönemi içindeki önergen kız çocuğu geçirmekte olduğu değişim ve gelişmeyi dikkatle inceler. Kendini yaşıtlarıyla ve yetişkinlerle sürekli olarak karşılaştırır. Onlara benzeyen, benzemeyen, üstün ve zayıf yanlarını değerlendirir. Böylece bedensel benlik kavramına her geçen gün yeni bir çizgi ekler. Bedenin ileride sahip olacağı biçim üstüne düşler kurar, umutlara kapılır, endişe ve üzüntü duyar (Altınköprü, 2001 a).

Ağırlık ve kas kitlesi artışlarında olduğu gibi ergenin boyca uzama atağı da üç dönemde gözlenir. İlk dönemde lineer büyüme hızı giderek artar. İkinci dönem, büyüme hızının doruğa ulaşmasıdır. Sonuncu dönem ise büyüme hızının giderek azalmasıyla büyümenin tamamlanmasıdır. Boyca uzama atağından hemen önce büyüme hızının en düşük düzeye inmesi dikkati çeken bir özelliktir. Kızlarda boyca uzama atağı erkeklerden iki yıl

(28)

önce başlar ve boyca uzama hızı doruğuna da iki yıl önce erişilir. Uzama atağı kızlarda 9,5-14 yaşlar, erkeklerde ise 10,5-16 yaşlar arasında başlamaktadır. Boy uzama atağı ortalama 24-36 ay kadar devam eder. Boyca uzama hızı doruğuna kızlar ortalama 12, erkekler ise 14 yaşlarında erişir. Erkek ergenin cinsel gelişmesinin kızlardan geç başlaması nedeniyle erinlik öncesi uzama döneminin daha uzun olması doruğa daha geç ulaşmaları ve büyüme atağı sürecindeki boy artımının daha fazla oluşu gibi faktörlerin erişkin erkek ve kadınlar arasındaki ortalama 12-13 cm’lik boy farkından etkin olabileceğini düşündürmüştür (Kınık, 2000 b).

Erkeklerde büyüme hızı geç başlar fakat kızları geçer. Boy uzunluğu kızlarda 10’lu yaşların sonuna doğru, erkeklerde ise 20’li yaşların sonuna doğru nadiren uzar erkeklerde ani büyüme hızı ergenliğin orta dönemlerinde gelişir ve daha sonra yavaşlar. Ergenlik sonucunda yetişkinin boyunun %15’e eriştiği tespit edilmiştir (Küçükkömürler, 2003).

Ergenlikteki büyüme atağı sürecinde erişkin hayattaki ağırlığın yaklaşık yarısı kazanılır. Ağırlık artımında da boyda olduğu gibi, ağırlık artım hızında giderek artma, ağırlık artım hızının doruğa ulaşması ve üçüncü faz olarak da ağırlık artım hızında yavaşlama dikkati çeker. Erkeklerde boy ve ağırlık artım hızı doruğa beraberce, kızlarda ise ağırlık artım doruğu boydan yaklaşık 6 ay sonra gerçekleşir. Büyüme atağı sürecinde ağırlık artımında duraklama veya kilo kaybı gelişmekte olan kronik bir hastalığın ilk belirtisi olabilir. Böyle durumlarda sosyoekonomik koşullara bağlı malnutrisyon, şişmanlama korkusu veya anoreksiya nervosa yoksa tüberküloz gibi kronik infeksiyonlar, hipertiroid, diabetus mellitus, kollojen doku hastalıkları, kronik karaciğer veya böbrek hastalığı araştırılmalıdır (Kınık, 1995).

Erkekler vücutlarındaki yağ miktarını genellikle büyüme başlamadan önce artırırlar. Bundan sonra büyüme tamamlanıncaya kadar yağ kaybederler ve zamanla yağ kitlesinde tekrar artış görülür (Kaplan ve Mammel, 1993). Türk kız çocuklarında ergenliğin başlangıcındaki tartı 36,9 ± 6, 9 kg, boy 141,7± 7,6 cm ve beden kitle indeksi 18,0 ± 2,7 kg/m olarak tespit edilmiştir. Türk erkek çocuklarında ergenliğin başlangıcındaki boy 146,1± 7,7 cm olarak belirtilmiştir (Bundak, 2003). Ergenlik döneminde yağsız vücut dokusu erkeklerde arttığından bazı besin elementlerine daha çok gereksinim duyulur. Yağsız vücut dokusu (Lean Body Mass-LBM) artış hızı erkeklerde 6,7 kg/ yıl, kızlarda 4 kg/ yıl olarak belirtilmiştir (Egemen, 1986).

(29)

2.3.2.2. Adölesan Çağında Psiko-Sosyal Gelişme

Bedeninin hızlı büyümesini izleyen ergen değişmek, çocukluğunu aşmak, olgunlaşmak konumundadır. Erikson gibi bazı araştırmacılar cinsel kimliğin kazanılması, akranlarıyla ve kendi ile olan ilişkilerinin değişmesini dönemin aşılması gerekli temel görevler arasında saymaktadır. Bu görüşün doğruluğunun yanı sıra, değişim ve yeniden yapılanma bu kısa özetin sınırlarını aşar. Bu dönemde sorunların birlikte etkinleşmeleri, cinsel kimlik yapılanması ve ondan öte bireysel kimlik arayışları aşılması gerekli temel görevlerin sayılarını artırır. Aynı nedenler değişim ve yeniden yapılanmaya karmaşık işlenmesi ve aşılması zor bir görünüm verirler. Çocukluk döneminin ilkel özdeşleşmeleri, çocuk rolleri, kardeş rolleri, öğrenci rolleri, çocuk üst benliği, ideal benlik, çekirdek kimlik gibi az çok yapılaşan ruhsal birimler ergenlik döneminde yeniden sorgulanırlar. Fizyolojik sürecin etkisi kadar sorgulama ve irdeleme de değişimin öncül koşulu görüntüsündedir. Üst benlik büyük bir oranda bu irdelemenin sorumlusu ve denetleyicisidir. Değişim ve yeniden yapılanma süreçleri çoğul nedenlidir, çok yanlıdır. Çoğul nedenlilik, çözülmesi, işlenmesi, aşılması gerekli ergenlik sorunlarının fizyolojik süreçlerinin taşkınlığı dışında ruhsal birçok nedeni olduğu anlamına gelir (Odağ ve Tamar, 2002).

Kişinin benliğini bulma çabaları, gerçek dünyanın daha bilinçli tanınmaya başlandığı bu dönemde oldukça zorluklarla karşılaşacak id, ego ve süper-ego arasında yoğun çatışmalar olacak, bir yandan ilkel, çocuksu bağlantıların haz ilkesine dönüş için bir istek duyulurken, büyüme ve benliğini özgürleştirme çabaları ile bu geri dönüşe karşı konulmaya çalışılacaktır. Bu direnmenin doğurduğu zorlamalar davranış sapmalarına da yol açabilmektedir (Onat ve Koptagel, 1991).

Ergende görülen ciddi davranış bozuklukları yaramazlık ve şımarıklıktan öte diğer insanların temel haklarını hiçe sayan, toplumun temel kural ve yasalarını tekrar tekrar ve ısrarlı biçimde bozan davranış bozukluğu olarak tanımlanır. Toplumların geneline bakıldığında suç işleme oranlarının 10-15 yaşlarında belirgin olarak arttığı ve 20 yaşından sonrada göreceli olarak azaldığı görülmektedir. Ergenlerde görülen ciddi davranış bozuklukları olarak cinsel suçlar, hırsızlık, okuldan kaçma, saldırgan davranışlar, yangın çıkarma ve evden kaçma sıralanabilir (Ekşi, 2002).

Bu dönemde bireyin ailesinin ve çevresinin psiko-sosyal desteğine ihtiyacı olduğu kadar özgürce, maceracı yaşamaya da gereksinimi vardır. Çağımızda hızlı şehirleşmenin

(30)

getirdiği çekirdek aile tipinin psiko-sosyal dayanışmalar üzerindeki olumsuz etkileri ergenlerin kontrollü gelişimlerini negatif yönde etkilemiştir. Bu şartlarda sosyal ve cinsel yaşama özgürlüğü ergenlerin sağlıksız ortamlarda bağımlılık yapan ilaçlarla ve içkilerle karşı karşıya kalmalarını kolaylaştırmıştır. Bu da birçok problemi beraberinde getirmiştir. Okul başarısızlıklarının bu dönemde alkol ve madde bağımlılığı ile sıkı ilişkisi olduğu saptanmıştır. Sorunlu ergenlerin topluma kazandırmak ve onların sosyal yönlerini geliştirebilmek için aileler başta olmak üzere okul idareleri, sosyal kuruluşlar, sosyal hizmet uzmanları, sistem içinde kontrollü olarak görev almalıdır. Ergenler için çeşitli spor ve sanatsal faaliyetlerin yapılabileceği ve öğrenilebileceği merkezlerin kurulması ergenlerin sahip oldukları yüksek enerjinin olumlu yönde kullanılmasına yardımcı olur. Böylelikle ergenlerin daha sosyal olmaları sağlanarak topluma kazanımları gerçekleşir (Erginel, 1996).

Adölesan dönemi psiko-sosyal açıdan erken, orta ve geç olmak üzere üç gelişimsel döneme ayrılır. Özel hedefler ve işlevler her dönem için karakteristiktir. Adölesanın başlıca endişeleri dört ana konuda basite indirgenebilir. Bağımsızlık, vücut görüntüsü, arkadaş grupları ve kimlik bu konuları oluşturur. Adölesanın her dönemi, ruhsal ve bilişsel gelişimin normal yapısında, bu farklı alanları ele almalıdır (Adelman ve Ellen, 2003).

a) Erken Adölesan: Vücutça hızlı büyüme ile eşleşen bu safhada bireyler uzun, kısa, şişman, zayıf, çekici veya çirkin olma endişesi içindedirler. Kendilerini, daha yetişkin kişilerle devamlı karşılaştırırlar kendileri için ideal bir vücut yaratırlar. Ebeveynlerinin zengin, fakir, kültürlü, kültürsüz olduklarının farkına varıp kendilerini değerlendirmeye başlarlar (Sökülmez, 1995). Bu devrede bedenin hızlı gelişim ve değişiminin kontrol dışı olması ergenlerde kontrol kaybı duygusu ve hatta ruhsal denge bozulması kaygısına yol açabilir. Uyku ve beslenmeleri düzensizdir (Mukaddes, 2000). İsveçli hijyen profesörü Axel Key’ in 1885 yılında önerdiği 7 yaşından 18 yaşına kadar olan çocukların uyku saatleri bugün için de geçerli bulunmaktadır. Erken adölesan döneminin 10-13 yaşlarındaki adölesanları kapsadığını kabul edersek Axel Key’ in bu yaş grubu için önerdiği uyku gereksinimi ortalama 10 saattir. Uyku saatleri olarak 21:00 – 07:00 (yatış ve kalkış) arasındaki zaman dilimini belirtmiştir (Cenani, 1986).

b) Orta Adölesan: Bu çağ, hızlı uzama devresi tamamlandıktan bir süre sonra başlar. Fiziksel büyüme ve vücut kısımları üzerinde fazla durulmayıp gerçekçi bir vücut görünümü oluşmuştur. Hareket rahatlığı ve sorumluluk duygusu artmıştır. Bütün bunların yanında seks halen üzerinde durulan bir konudur (Sökülmez, 1995). Orta adölesan dönemi akran grup

Şekil

Tablo 2: Anne ve Babaların Öğrenim-Meslek Durumlarının Öğrencilerin Cinsiyetlerine  Göre Dağılımı
Tablo  3’te  öğrencilerin  ailelerinin  gelir  durumlarının  cinsiyetlerine  göre  dağılımları  verilmiştir
Tablo  5’te  araştırmaya  katılan  kız  ve  erkek  öğrencilerin  cinsiyetlerine  göre  ağırlık  durumları verilmiştir
Tablo  7’de  öğrencilerin  Beden  Kitle  İndeksi  (BKI)  değerlerinin  cinsiyetlerine  göre  dağılımları ortaya konmuştur
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Sosyal kaygının alt boyutlarından olan sosyal kaçınmadan alınan puanlar açısından cinsiyetler arasında fark bulunmuştur (t=2.07, p<0.05), erkeklerin ortalamaları

araştırmadan elde edilen sonuçlar incelendiğinde aşırı koruyucu annelerin çocuklarının aşırı koruyucu olmayan annelerin çocuklarına göre sosyal kuralları daha az

The purpose of the study is to determine whether a specific portfolio assessment model is effective in helping the students to improve their English

Söz gelişi Kriging yöntemiyle yapılan interpolasyonda, en uygun numune tarama çapının belirlenmesinde kullanılan ölçütler; kriging varyansı, kestirilmeyen

Materyal ve Metot bölümünde Tablo 3.1.1’ de yer alan tüm risk faktörleri dikkate alınarak K- ortalama, cascade K-ortalama, en uzak ilk, EM, density ve K-medoid

Ayr ca ölçülen ve hesaplanan oksijen deri imi de erlerinin grafiksel olarak kar la t rmas yap ld nda da çoklu do rusal olmayan regresyon analizi sonucu bulunan tahmin de erlerinin

Literatürde yapılan bazı çalışmalarda biyodizel- dizel yakıt karışımlarında parlama noktası dizel yakıtının parlama noktasından daha düşük olarak

Bu görüşü, medrese eleştirisiyle birleştirdiğimizde Gazâlî’nin kendini içinde bulduğu temel sorun da ortaya çıkmaktadır: “Medresede öğretim konusu yapılan bilgi,