) Q lü ríe Ipn plfliv.
' Canlar ölesi ctoSıl
Sazlı operetten Çardaş Furstın'e
m bdülhamid’in Kehribarcıba-
iW şısı Benli Ali B ey’in mahdumu
a » V efa İdadisi talebesi Mehmet Ce maattin, Direklerarası’nda bir aşağı bir yukarı volta vurmaktadır. Bu mavi gözlü, sırışm, aylak delikanlı —her de
likanlı gibi— kendini henüz bulama
mış olmanın verdiği bir kararsızlık için dedir. Yine — her delikanlı gibi— kendi ni yakışıklı bulmaktadır, başkalarından ayrıcalı saymaktadır. Yine — her deli kanlı gibi— kencjini akhevvel sandığı için hayatta şana şerefe kolay ulaşacak birmerdiveninözlemi içindedir. Bu mer diven pistonlu bir memuriyet plabilir, zengin bir evlilik olabilir. Bir piyango büyük ikramiyesi olabilir. O yaşta umut alabildiğine engin değil midir? Yıl 1915'- dir. Caddenin bir yanmda Mardiros Mı- nakyan Efendi’nin Osmanlı Dram Kumpanyası Demirhane Müdürü nam melodramı temsil ederken, beride komi- k-i Şehir Kel Haşan Efendi kendi tulûat tiyatrosundaicra-yi lûbiyet etmekte, da ha ötede bir salonda Dikran Çuhacıyan’- m Leblebici Horhor opera komiki prova edilmektedir.
Delikanlımız vitrinlerin aynasında sarı saçlarını ikide bir düzeltip tarayarak — her delikanlı gibi kendini beğenmiş ya— çok etkili saydığı bakışlarını ayar layarak, kravatının düğümünü kontrol ederek birkaç defa volta vurmuş sonra Felek Sineması’nın holünde, o günkü programın yani Hind Rüyası filminin fo toğraflarına bakmış, daha sonra o zama nın modası ucu sipsivri iskarpinlerini bi raz tozlu bulmuş olacak ki Feyziye Kı raathanesi'nin yanındaki bir lostracı dükkânına girip sıra beklemeye başla mıştır. işte orada eline biraz önce kal kan müşterinin tuttuğu Tercüman gaze tesi geçer. Ne oldu ise o zaman olur. Orada okuduğu bir ilân delikanlı mızın alınyazısma yön verecektir. Zira at Nezareti Macaristan’a öğrenci gön dermek için imtihan açmıştır. Meh met Cemalettin, bu ilânı okuyunca he men fırlar,gidip, adaylar arasına yazılır. Ertesi gün yapılan imtihan sonunda da yüzlerce kişi arasında bursu kazanır. Avrupa kapısını böylece açmış olmakta dır. Bu işi engelleyeceğinden korktuğu babasından gizlemiş ama, ablasına aç mıştır. Ertesi gün Sirkeci’den uzakla şan tren bu amaçsız delikanlıyı ömrü nün sonuna kadar kopam ayacağı bir bü yük ihtirasa esir etmek için Budapeşte’ ye doğru yol almaktadır.
•Kalm an Lehar ve ötesi
Budapeşte o tarihte Viyana ile birlikte Avusturya- Macaristan imparatorlu ğu ’nun en civcivli sanat merkezidir.
Delikanlımız buraya gelir gelmez ken dini şıkır şıkır tiyatroların, operetlerin ortasında bulur. Beş on kuruş öğrenci maaşı ile o operetlerin en ucuz yerlerin den her gece birini seyreder olur. Bu sı rada devam ettiği Ticaret Okulundaki îranlı öğrenciler Şah’m tahta çıkması dolayısıyla sefaretlerinde bir müsamere verirler. Bunu gören Cemalettin benzeri bir müsamereyi bizim sefarette Sultan Reşad için düzenler, ö b ü r Türk öğrenci leri toplar onlara prova yaptırır. Birlik te şarkılar okurlar. Cemalettin piyano çalar. O sırada Türkiye’nin Budapeşte
Başkonsolosu olan Ahmed Hikmet
Bey'in kalem tecrübeleri vardır. Bunlar dan biri (Yeğenim) adlı monologudur. Eski kafalı bir dayının Avrupalılığa özenen züppe yeğenini ve onun kendine garip gelen huylarını anlatanbum ono- loğunu Cemalettin kostümlü ve makyaj lı olarak özenli bir gösteri olarak sunar. Ahmet Hikmet B ey’in yüzünden mem nunluk akmaktadır. Yanında oturan Macar Maarif Nazırı Kont Aponi de Ce mali hararetle alkışlayanlar arasında dır. Müsamereden sonra büfede Cema lettin’in yanağım okşar:
— Çok güzel,der. Tebrik ederim. Son ra Başkonsolosla Fransızca olarak bir şeyler konuşur. Bir sefaret kâtibinin, sonradan Cemalettin’e anlattığına göre Nazır:
— Çok istidadı var. Neden artist yapmıyorsunuz, diye sormuş.
Ahmet Hikmet Bey de, — Ailesi izin vermez demiş.
— Yoksa bu sanat memleketinizde küçük mü görülüyor?
işte Cemalettin’ in yazgısındaki ikinci dönem noktası da bu olur. Ahmet Hik met Bey onun ticaret öğreniminden ti yatro konservatuvanna geçiş sorumlu
luğunu üstlenir. Maarif Nazırı Kont
Aponi’nin tavsiye mektubu ile Cemal Budapeşte Konservatuvan’mn hazırlık sınıfına alınır. Altl ay sonra birinci sınıfa geçer.
Artık her gece bir operettedir. Bir girer ki o renkli ve canlı dünyaya, bir daha ömrü boyunca çıkamayacaktır. Sahneden uzak kaldığı son yıllarında bile hep o günlerin tatlı anılan içinde yaşayacak, hep o melodileri mınldana-
caktır. B unlan bu kadar ayrıntılı
nereden mi biliyorum? Kendinden tekrar tekrar dinlediğim için.
Türkiye, savaşa girip öğrenci tahsi satı kesildikten sonra bir süre Viyana’ya geçen Burg Tiyatrosu’ndü, başka tiyat rolarda figüranlık yaparak geçmen Ce mal, açlık dayanılmaz hale gelince kapağı İstanbul’a atar. O sıralarda İstanbul Opereti diye kurulan bir operete kapılanır. O anılan ağzmdan dinleyelim:
— Ferah Tiyatrosu’nda sazla bir operet kurulmuş. Rejisörü Ahmet Fehim Efendi. Oynanan 05nın, Müsahipzade Celâl’in İstanbul Efendisi. Fahri Kopuz, Kaptanzade Ali Rıza Bey aracı olup Peşte Konservatuvan’nda okumuş bir genç var diye beni tavsiye ettiler. Üçün cü sınıf figüran olarak 35 lira aylıkla işe alındım.
Cemal Sahir’in daha doğrusu Mehmet Cemalettin’in kafasındaki tasarılar için
CEMAL 5 A li İR
bu ilk rol, sadece, bir basamaktı. O ö y le geçici heyetlerde körlenecek bir yetenek saymıyordu kendini. Maksadı elebaşı ol maktı:
Yine kendi anlatısına geçelim
— Sazla operet olamazdı. Sesler ayrılmalı idi. Macarların Paçita adlı operetini Bülbül diye adapte ettim. O zaman her opereti ille İsmail Hakkı B ey’in bestelemesi lâzımdı. Ben onu ikna ettim. Yine siz besteleyin ama arada Lehar’ın da bir-iki şarkısı bulun sun, dedim. Bu ilk adım oldu. Sonra babama çıktım:
— Hayatınızda benden bir şey gör mek istiyorsanız, bana para verin, dedim. Ben, ikinci planda kalacak insan değilim. Ablamı gelin ettiniz. Bana da bir şans tanıyınız diye dayattım.
• Hafız adayı
Cemalettin'den operet
kralı Cemal Sahir'e
Küçükken oğlu Cemalettin’i güzel se sinden ötürü hafız yapmak isteyen Benli Ali Bey, onun Budapeşte’ye kaçışından beri, zaten ipin ucunu elinden kaçırdığı için Cemalettin’e istediği’parayı verir. O da gider Ferah’m karşısındaki bir süre Muhsin Ertuğrul’un işlettiği Ertuğrul Sineması’nı kiralar. Onarır, ilk defa talebe temsilleri düzenler. Bu temsiller deki ayrılmaz oyun arkadaşları Nuvart. Hânım ve Çardaş’ın ünlü Kont Bon’ısi jön komik Şeref Şenpınardır. Cuma sa bahları saat l l ’de yirmi beş kuruş giriş ücreti ile Darüşşafakalılar, Vefa liseliler, çevrenin gençleri tıklım tıklım salonu doldururlar. Bu arada Mehmet Cemalet- tin'in adı afişlerde Cemal Sahir olmuş tur. Cemal’in rivayeti doğru ise, bu isim değişikliğini Ertuğrul sineması temsil lerine afiş hazırlanırken bizzat zamanın meşhur şairi Celâl Sahir Bey önermiştir.
•Düşlerime giren ilk
kadın Nuvart Hanım
Bu renkli Ve canlı, ayrıca Avrupa ya şamım da iyi kötü yansıtan operetler dünyası benim de o zamanki dar dünya ma yeni pencereler açıyordu. Yeni öz lemler yaratıyordu. Ben, ilk cinsel uya nışı on - on bir yaşlarımda o operetlerin yıldızı Nuvart Hanıma karşı duydum. Onun Çardaş Fürstin’de Sylva rolünde sahne içindeki sahnede dans edişi-, şam panya içip kadehini kırışı ve dekolte o- muzlarını, cilve ile dalgalandırıp şuh kahkahalar atışı gece düşlerime girerdi. Çardaş Fürstin’ in melodileri onun ha yalinin çağrışımı olduğu için dilimden,
ıslığımdan düşmezdi. Onun sevgilisi
Edvin’iiçin için kıskanırdım. Operetçi olmanın böyle güzel kadınlara rol için dahi olsa yaklaşma sağlaması bana gıp taya değer görünürdü.!
• Çardaş Fürstin
Çardaş Fürstin Cemal Sahir’in en çok sevdiği operet, Edvin rolü ise en severek oynadığı roldü. Cemal Sahir Emmerich
Kalman’ m bu operetini Budapeşte’de
1916 yılında ilk oynanış gecesinde
seyredenlerden biri olmakla övünürdü. 1927’de yalnız bir gece için özellikle ecnebilere Fransız Tiyatrosu’nda ver diği bir Çardaş Fürstin galasını da hiç unutamazdı. Yıllarca sonra beş-on ku ruş alabilsin diye yaptığımız bir jübile temsilinde üçte ikisi boş aym salona bal kondan bakarken bana zayıf ve titrek eliyle sahneyi gösterip, "Bütün, alt kat localar yabancı sefaretlere ayrılmıştı”
demişti. “ Davetiyede Türk gençleri
nin böyle bir eserdeki başarısmı görmek
istemez misiniz, diye yazmıştım. Baba
Kapocelli’nin idaresindeki otuz kişilik orkestra, orkestra çukuruna sığmamış, müzisyenlerden bir kısmı sahnenin he men bitişiğindeki localara yerleştiril mişti. Bakınız Haldun Bey dün gibi gö rüyorum” demişti. “ Şu locada Ingiltere Sefir-i Kebiri SirGeorge Clark, onun tam karşısına gelen şu locada ise Alman Bü yükelçisi Graf W angeheim ailesi ile otu ruyorlardı. Finalde perde tam sekiz defa açılıp kapanmıştı.’ ’Öyle bir cezbe ve coş
ku içinde idi anlattığı şahane manzara
ile o jübilenin sefil görünümü arasındaki farkı görmüyordu.
Operet, Türkiye’ye Cemal’den çok önce, turneci yabancı truplarla gelmiş ti. Daha sonra, Çuhacıyan Efendi,
operetler, opera—komikler besteledi.
Güllü A gop da, ona inat, tiyatrosunda
müzikli oyunlara yer verdi. İsmail
Hakkı Bey, Kaptanzade Ali Rıza Bey, Celâl Esad Bey, Salah Cimcoz Bey de arada sazlı ve tek sesli bir çeşit operet oluşturmaya çalışmışlardır.
Ama, hiçbiri' opereti Cemal Sahir
gibi sevdiremedi. Yerleştiremedi. O
zamanın nefis Peşte ve Viyana operetleri ile Cemal, tiyatro tarihimizin nadir rağbet ve başarılarından birini kazandı.
Cemal Sahir, o dönemde, en çok hayran mektubu alan, en çok parayı kazanan, tiyatrodur ç 'ap faytonu üe
eve dönerken, bütün genç kızların
başlarını döndüren bir stardı. Boru mu? Bir operette sefaret kâtibi olur, bir ope rette kont olur, operetteki kraliçeler, kontesler, çingene djlberleri tarafından sevilir. Her sahnede başka, yeni, şık bir kostüm giyer, Avrupai pozlarla çay içer, sigara içer, kadınları selâmlar, onlarla, korte eder, şarkı söyler, klark çeker. Böyle yakışıklı, Avrupa görmüş, incel miş bir delikanlıya kızların nasıl içi git mesin?
•Kırk yıllık bir ahbablık
Cemal Sahir’le ahbaplığımız çok
eskilere gider. İlkin, onun oynadığı operetlerin küçük bir seyircisi olmuş tum. Cuma saat onbir öğrenci matinele rindeki bu operetlere koşar, sonra da o melodileri bütün hafta mırıldanırdık. Benim gibi çoğu yaşdaşımm da Avrupa
müziği ile ük temasımız, sanırım,
Çardaş Fürstin’in melodileri ile olmuş tu. Cemal Sahir’le aktör-seyirci ilişkisi dışında bir ailevî yakınlığımız da oldu. Bir yalanımızla evlendi. Onun özgür ve sanatçı mizacına biraz aykırı gelen bu evlilik, mutlu ve uzun ömürlü olmamak la birlikte, benim onu biraz daha iyi tanımama vesile oldu.
Zavallı Cemal. Sonraları âdeta göze geldi. Orta yaşlılığında bir kaza geçirdi. Sakatlandı. Sahneden uzak kalmak, onu kahretti, sefalet de bindirdi. Doruktan tâ dibe yuvarlandı. Daha çok, son zamanlarda sık görüştük, ölümüne kadar her ay eski Kulis Pastanesi’nde buluşurduk. Şevket döneminin tanığı olduğum için , benimle buluşmak, ona o devirle buluşmak gibi, iki saat için olsun, büyük huzur ve mutluluk verirdi. En vefalı dostu olduğumu söylerdi. İna- 1 nınm. Çünkü, hep onu konuştururdum. Geçmişini, başarılarının unuttuğu ayrın tılarını, bir-iki küçük saplama ile hatır latarak. Onun yorgun bakışlarında anî mutluluk parıltıları yaratarak.
Bunu sırf bir vefa şampiyonu olmak için yapmazdım. Bu operetler beni de mutlu çocukluğuma götürmüş olurlardı.
Her sanatçı, aşırı duygulu değil midir?Evet,.unutulmak onu kahrediyor du. ö y le ki, iki yılda bir jübilesinin ya pılmasını isteyecek kadar ileri gidiyor du.
•Jübile saplantısı
Onun bu jübile saplantısı, meslekdaş- lan arasında alay konusu bile olmuştu. Kendisini beğenmişlik olarak, hatta arsızlık olarak yorumlanıyordu. Gerçekşu idi ki, parasızdı. Ama, onun
parasızlığı bile, oyhadığı rollerdeki gibi, üslûp içinde, zerafet içinde bir parasız lıktı.
iflâs etmiş bir paşazade gibi, eski âdab-ımuaşeret alışkanlıklarım hiç unut
mamıştı. Konuşurken, yırtık gömleğinin rengi ile asorti renkte ütüsüz mendilini iç cebinden çıkarıp dudaklarım kurulayı şına bakınca, karşınızdakini, rol gereği, fakir kılığına bürünmüş bir operet kontu sanırdınız. Sık sık yapılan jübilelerinin ister istemez ön sözcüsü çokluk ben olurdum. Son jübilesinde, Ertuğrul Sadi ve bir Ermeni topluluğu hariç, katılma vaadeden sanatçı ve toplulukların hepsi, yine son anda kirişi kırmışlardı. Cemal Sahir’cik, iki büklüm haliyle, bana ne dese beğenirsiniz?
— Seyircİ5d doyurmamız gerek. Lüt fen, Şükriye’yi yahut başka birini acele bulalım. Ben Edvin’in partisyonunu evvel Allah söylerim.
Sanatçının hayali, gerçeği nasıl geri de bırakıyor, buna örnek istense Cemal’ - in bu kuruntusundan daha traji- komiği zor bulunur sanırım. Rahmetli, normal konuşurken bile, kısık çıkan hasta sesini unutmuş, Açıkhava Tiyatrosu’nun ilk üç sırasını dolduran ö z e l l i kişilik sadık seyircilerini boş komamak için birden canlanmış, o coşku ile de Saraçhanebaşı günlerinin Edvin’i olduğunu sanmıştı bir an. Bıraksak çıkacak, fos notlarla, bir iki küple söyleyecek, belki de şarkının çıkış anında kesilip ağlamaya başlaya caktı.
Ne' Serge Lifar’ın deliler evindeki bunamış Nijinski’y i kışkırtıp zıplatışı, ne de öyküsünü yazdığım Iznik’deki kanadı kırık leyleğin aczini bir an unutup uçmaya yeltenişi, bunun kadar acıdır.
NOT: Başka hiçbir yerde çıkmamış ilk defa burada yayınlanan Abdülhak Bina sı ve A hm et Hamdi'nin fotoğrafları Prof. Taeschmer'in, Cemal Sahir'in yukardaki gençlik resmi Sayın Taha Torus'un , Mükrimin Halil'in fotoğrafı ise Hürriyet arşivinden alınmıştır. K en dilerine teşekkür ederim.
haftaya: ASAF HALEF ÇELEBİ
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi