• Sonuç bulunamadı

Azınlık Hakları ve Lozan Andlaşması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Azınlık Hakları ve Lozan Andlaşması"

Copied!
15
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Lozan Antlaşması, egemen-emperyalist galiplere başkaldıran, dünya-nın ilk kurtuluş ve bağımsızlık savaşını veren Türklerin kurduğu yeni devle-tin siyasal ve ekonomik varlığını (Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu) ka-bul eden uluslararası bir belge olup; Türklerin Anadolu’dan sürülüp çıka-rılmasını ve Anadolu’nun parçalanmasını planlayan, dinsel ve etnik ayrı-ma olanak tanıyan çok hukuklu bir sistem yaratan Sevr Antlaşayrı-ması’nın yırtı-lıp atılmasını, yürürlükten kaldırılmasını, kapitülasyonlardan arınmış, eko-nomik yönden bağımsız Türk Devleti’nin kurulmasını sağlamıştır.

“Lo-zan Antlaşması’nı iyi anlayabilmek ve yorumlayabilmek için, Sevr Antlaşma-sı’yla karşılaştırmak gerekir. Özellikle Sevr’in ‘ruhuyla’ Lozan’ın ‘ruhunu’ karşı-laştırmak gerekir. Sevr Antlaşması, yenilen bir imparatorluğun temsilcilerine zor-la dayatızor-lan ve eğer uyulmazsa savaş durumunun başzor-layacağı açıkzor-lanan, zaval-lı bir belgedir. Lozan Antlaşması ise, bir zafer sonrasında masaya oturan gurur-lu temsilcilerin söke söke aldıkları hakları içeren bir belgedir. Kapitülasyonlar-dan doğan hakları ve bunların oluşturduğu düzeni özleyenlerin, Lozan Antlaş-ması’na böylesine düşman olmalarını anlamak gerek.”1

Etnik, dinsel ya da dil azınlıklarının bulunduğu devletlerde, bu azın-lıkların kendi gruplarındaki diğer üyeler ile birlikte, kendi kültürel ya-şamlarına sahip olmak, kendi dinlerini öğretmek ve icra etmek ya da ken-di ken-dillerini kullanmak hakkı uluslararası sözleşmeler ile korunmaya çalı-şılmaktadır.

Lozan Antlaşması, Rum, Ermeni ve Musevilerden oluşan gayrimüslim-leri “azınlık” kabul etmiş, tanıdığı haklara uluslararası garanti vermiş, onla-rın dışında dil ya da din azınlığı bulunmadığını benimsemiştir. Bunun

do-AZINLIK HAKLARI VE

LOZAN ANTLAŞMASI

İlker Hasan DUMAN*

* İstanbul Barosu üyesi.

(2)

ğal sonucu olarak, dil ya da din azınlığı görülmeyen grupların haklarına yal-nız ulusal hukuk garantisi verilmiştir. Yalyal-nız gayrimüslimlere değil, di-ğer gruplara da derece derece haklar tanındığı için, bu antlaşma hem bir azın-lık hakları belgesi, hem de insan hakları belgesi niteliğindedir. Kimi alt kül-türlere (kimliklere) “şimdilik” azınlık statüsü kazandırmak amacıyla ülke için-de ve dışında çok yoğun çalışma ve girişimler bulunmaktadır. Ortak nokta-ları zayıflatmak, toplumsal dokuyu bozmak, farklılıknokta-ları özendirip kurum-laştırmak ve benzeri amaç ve yollar izlemek suretiyle “azınlığa uygun

or-tam” yaratılmaktadır. Ülkemizin azınlık değil, çoğunluk (bir bütün olarak

ulu-sun her yönden geri kalmışlık) sorunu vardır. Ülkedeki farklılıklar ve bunla-rın dil ve kültürel varlıkları kabul edilmiştir. Yerel dillerin özel yaşamda, ba-sın ve sanat alanında kullanılması serbesttir. Ancak yerel dillerden herhan-gi biri, ortak iletişim ve eğitim aracı olarak tanınmamıştır. Ulus ve ülke bü-tünlüğünden oluşan devlet yapısını bozmaya kadar varacak federatif sis-temler, özerklik veya özyönetim biçimleri gibi kolektif hak tezahürleri ül-kemizin koşullarına ve gerçeklerine uymaz. Ne var ki, çoğulcu ve demok-ratik bir toplumda kültürel farklılıklar zenginlik kabul edilir ve bunları ko-rumaktan geri durulmaz. Çünkü her kültürün, saygı görmesi ve korunma-sı gereken bir saygınlık ve değeri vardır. Her halkın, kültürünü geliştir-mek hakkı ve ödevidir. Zengin değişkenliği ve çeşitliliğiyle ve karşılıklı et-kileşimleriyle her kültür tüm insanlığa ait ortak mirasın bir parçasını oluştu-rur. Tüm kütlerlerin zenginleştirilmesi için eğitim, bilim ve kültüre ilişkin et-kinliklerde işbirliğine gerek vardır.2 Kültürel haklardan yararlanmak ve

et-nik kimliğine bağlı kültürünü geliştirmek önemli bir insan hakkıdır. Bel-ki de, sorunun ayrılıkçılık, federatif, bölgesel özerklik veya özyönetim aşa-malarına varmamasının ve ülke bütünlüğünün bozulmamasının yolu, kül-türel haklardan yararlanmayı güvence altına almaktan geçiyor.

1. Lozan Antlaşması’nın Hak Tanıdığı Gruplar a. Gayrimüslim Türk Uyrukları

Bu Gruba Tanınan Haklar: aa. Dolaşım ve göç etme konusun-da tüm Türk uyruklarına uygulanan özgürlük (m. 38/3). bb. Müslüman-ların yararlandığı medeni ve siyasi haklar (m. 39/1). Giderlerini ödeye-rek her türlü kurum (her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal ku-rumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları) kur-mak, yönetmek, denetlemek, buralarda kendi dillerini kullanmak ve ayin-lerini yapmak konusunda eşit haklar (m. 40). cc. Önemli bir oranda

otur-2 Uluslararası Kültürel İşbirliği İlkeleri Bildirgesi, Muzaffer Sencer, Belgelerle İn-san Hakları, Beta Yayınları, İstanbul 1988, s. 285.

(3)

dukları il ve ilçelerde, ana dillerinde öğrenim yapabilmeleri için, çeşit-li bütçelerden (devlet, belediye vd.) hakkaniyete uygun pay alma hak-kı (m. 41/1-2) dd. Aile ve kişi statüsü konusunda gelenek ve görenekleri-ne saygı (m. 42/1), ee. İnançlarına aykırı davranışta bulunmaya ve hafta ta-tilinde resmi işlemleri yerine getirmeye zorlanmama hakkı (m. 43).

b. Tüm Türk Uyrukları:

Bu Gruba Tanınan Haklar: aa. Din, inanç ya da mezhep farkının ay-rımcılığa yol açmaması (m. 39/3), bb. Herhangi bir Türk uyruğunun, ge-rek özel, gege-rekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın ko-nularıyla açık toplantılarında, dilediği dili kullanmasına karşı hiçbir kısıt-lama konulmayacaktır (m. 39/4).

c. Türkçe’den başka Dil Konuşan Türk Uyrukları:

Bu Gruba Tanınan Haklar: Devletin resmi dili bulunmasına rağ-men, Türkçe’den başka bir dil konuşan (ana dili Türkçe olmayan) Türk uy-ruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri ba-kımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır (m. 39/5).

d. Türkiye’de Oturan Herkes:

Bu Gruba Tanınan Haklar: aa. Milliyet, dil, soy ya da din ayrımı olmak-sızın hayat ve özgürlük hakkı (m. 38/1); bb. İnancına, dinine ya da mezhebi-ne karışılmama hakkı (m. 38/2); cc. Din ayrımı gözetilmeksizin yasa önün-de eşitlik hakkı (m. 39/2).3

Lozan Antlaşması’nın “azınlık” kabul ettiği grupların (Rum, Erme-ni, Musevi olan gayrimüslimlerin) tanınan haklardan yararlanmada bir sı-kıntı olmadığı bilinen bir gerçektir. Tüm yurttaşların yararlandığı siya-si ve medeni haklardan onlar da yararlanmaktadır. Taşınmaz malların edi-nilmesinde gerçek kişi olan azınlığa mensup bireylerin herhangi bir güç-lüğü söz konusu değildir. Cemaat vakıflarının veya azınlığa mensup bi-reylerin oluşturduğu tüzel kişilerin taşınmaz mal edinmelerinde yaşadık-ları sıkıntı, ülke bütünlüğünü ve bağımsızlığını koruma düşüncesine

da-3 Baskın, Oran, Bir İnsan Hakları ve Çok Kültürcülük Belgesi Olarak 1923 Lozan Barış Ant-laşması, Kopenhag Kriterleri (Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu), İstan-bul Barosu İnsan Hakları Merkezi, s. 212-213.

(4)

yanmakta ve bu nedenle de haklıdır. Daha doğrusu azınlıkların yaşadı-ğı sorunlar, onlar için “kasti” olarak çıkarılmış değil, ülke gerçeklerin-den ve uygulama yetersizliğingerçeklerin-den kaynaklanmıştır. Azınlık olmayan yurt-taşlar da hak ve özgürlüklerini kullanırken sıkıntı çekmektedirler.4

2. Anayasa Mahkemesi Kararları’nda Azınlık Hakları ve Lozan Antlaşması

“Türk Yurttaşlığı” kavramı, açıklamakta olduğumuz “bütünlük”

kav-ramı ile çok yakından ilgilidir: Anayasa’nın 66. maddesinde “Türk

Dev-leti’ne yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ilkesine yer

verilmiş-tir. Bu ilke, evrensel bağlamda ülkesi ve ulusuyla bir bütün olan Tür-kiye Cumhuriyeti’nde bireysel insan hakları yönünden eşitliği sağla-mak için getirilmiş, ulusu kuran herhangi bir etnik gruba ayrıcalık tanın-masını önleyen birleştirici ve bütünleştirici bir temel oluşturmuştur. Bu-rada Türklük, ırka dayalı bir anlam taşımamaktadır. Her kökenden ge-len yurttaşların yurttaşlığı ve ulusal kimliği anlamına gelmektedir. Bir kim-senin “Ben Türküm!” deyişi, “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım, Türk

Ulu-su’nun bir bireyiyim” anlamını taşır. Irka dayalı bir “Türklük” savı ve etnik

kö-kenleri değiştirme ya da kaldırma anlamı yoktur. Yurttaşlık ve ulusal kimli-ğin getirdiği haklar yanında elbet sorumluluklar da vardır. Yurttaşlık ve ulu-sal kimlik, yurttaşların etnik kökenlerini yadsıma anlamına gelmez. Et-nik kökenlerin gözetilmesi de yurttaşlık niteliğini ve ulusal kimliği zedele-memeli ve etnik kökene dayalı ayrı ulus olma savlarına, dayanak yapılma-malıdır. Türk Ulusu içinde yer alan her kökenden yurttaş, hiçbir ayrım gö-zetilmeksizin istek ve başarılarına göre her görev ve işte çalışmış, Türki-ye’nin her yerinde, köyünde, kentinde yaşama, yerleşme, okuma, evlen-me, gelişme ve yükselme ile ortak dil ve kültürden yararlanma ve katkı-da bulunma olanağına kavuşmuştur. Böylece herkese ülkede her düzey-de tüm düzey-demokratik, siyasal ve yasal haklar tam eşitlikle tanınmıştır. Bu tarih-sel oluşum nedeniyle “ülke ve ulusun bölünmez bütünlüğü” Anayasa’da vaz-geçilmez ve ödün verilmez temel kural olarak yer almıştır. Tarihsel bir ge-lişme süreci içinde gerçekleşen, ayrılması olanaksız bir kaynaşma ve bü-tünleşme, eşitliğe dayanarak ırkçılığı reddeden Türk Ulusu gerçeğine kar-şı, ayrıcalığa, bölücülüğe ve sonuçta yok olmaya yol açacak davranışları in-san hakları kapsamında görmek olanaksızdır.5

Bin yıldan beri birlikte yaşayan çeşitli soy ve kökenden gelen bi-reyler arasında Türkçe en yaygın dildir. Sadece resmi işlerde değil,

ai-4 Aydın Aybay, “Azınlık Raporu”, Cumhuriyet Gazetesi, 18.11.2004. 5 AMK, 16.6.1994, 3/2 SPK.

(5)

lede, günlük yaşamda ve eğitimde kısacası toplumsal ilişkilerin her ala-nında kullanılan ortak bir dil olmuştur. Türkçe’yi bilmeyen ve kullanma-yan çok az kişi vardır. Ayrıca kapalı ve açık özel ortamlarda, ev ve işye-rinde, basın ve sanat alanında yerel dillerin kullanılması da yasak değil-dir. Ulus bütünlüğü içinde yer alan kimi etnik grupların kendi araların-da kullandıkları yerel dillerin resmi dil yerine ortak iletişim ve çağaraların-daş eği-tim aracı olarak tanınması olanaklı değildir. Türkiye’de özellikle yasakla-nan bir dil kalmadığı gibi, özel yaşamda birçok dil kullanılmaktadır. Ana-yasa’nın 42. maddesinin son fıkrasında, Türkçe’den başka hiçbir dilin eği-tim ve öğreeği-tim kurumlarında Türk yurttaşlarına ana dilleri olarak okutu-lup öğretilemeyeceği, uluslar arası antlaşmalar saklı tutularak kurala bağ-lanmıştır. Bu anayasal gerçek öğretim ve eğitim birliği ile ilköğretimin zo-runlu olmasının ve bu yolla ulusal bütünlük ve dayanışmanın taşıdığı öne-me bağlanmalıdır. Anayasa’nın 14. maddesi, hak ve özgürlüklerden hiç bi-rinin dil ayrımı yaratmak amacıyla kullanılamayacağını öngörmektedir.6

Irk ve dil farklılıklarına göre azınlık statüsü tanımak, ülke ve ulus bü-tünlüğü kavramıyla bağdaşmaz. Ülkemizde, etnik toplulukların kimlikleri-ni belirtmeleri yasaklanmamış, ancak onların azınlık ve ayrı ulus olmadıkla-rı, Türk Ulusu dışında düşünülemeyecekleri, devlet bütünlüğü içinde yer al-dıkları kabul edilmiştir. Azınlığın sosyolojik ve hukuksal tanımlarına uy-gun bir nitelik, ... kökenli yurttaşlarda bulunmadığı gibi, onları öbür yurt-taşlardan ayıran herhangi bir kural da yoktur. Türkiye’nin her yerin-de her yurttaş hangi kurala bağlı ise onlar da aynı kurala bağlıdır. Azın-lıkların bağlı olduğu kuralların kaynağını anlaşmalar oluşturmakta, ... kö-kenli yurttaşlarla öbür yurttaşlar arasında hiçbir ayrım yapılmamakta, bi-reysel hak ve özgürlüklerden sınırsız biçimde yararlanmaktadırlar. Esirge-nen, yoksun kılınan, dar tutulan bir hak yoktur. İşçi, işveren, hekim, avu-kat, memur, subay, yargıç, milletvekili, bakan, cumhurbaşkanı gibi her göre-ve gelebilmektedirler. Kimi yerel göre-ve etnik köken özellikleri dışında, dil bir-liği, din birbir-liği, tarihsel birlik vardır. Evlilikler nedeniyle kan bağlılığı oluş-muştur. Aynı yörede birlikte yıllardır yaşamaktadırlar. Sınırsız hakla-rı, sınırlı haklara, ulusun kendisi olmayı azınlık olmaya dönüştürme-nin anlamsızlığı açıktır. Anayasa’daki “ulus bütünlüğü” ilkesinden uzak-laşıp, Türk ve Kürt Ulusları ayrımına gidilemez. Türkiye Cumhuriye-ti DevleCumhuriye-ti’nde, tek bir devlet ve tek bir ulus vardır, birden çok ulus yok-tur. Türk Ulusu içinde değişik kökenli bireyler olsa da hepsi Türk yurtta-şıdır. Tarihsel bir gerçek olan “Türk Ulusu” olgusu yerine, ırkçılığa daya-nan ayrılıklar, azınlıklar kabul edilemez.7

6 AMK, 23.11.1993, 1/2SPK 7 AMK, 14.2.1997, 1/1 SPK.

(6)

Ulus kavramı, dar çerçeveli topluluk ve dinden başka toplum-sal bir bağı olmayan ve başka öge aramayan ümmet kavramından çok fark-lıdır. Ulus; tarihsel ve sosyal gelişmenin yarattığı birlikte yaşama olgu-su olup; ırk gibi antropolojik ve filolojik niteliklere dayanan dar bir kav-ram ya da ortak bir tarih bilinci yaratmamış olan göçebe, yerel dil ve soy grup-larından oluşan sosyolojik bir yapı olan kavim değildir. “Misak-ı Milli” sınır-ları içinde Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde kurulduğu, Avrupa, Asya, Af-rika kıtaları arasında köprü durumunda olan, çeşitli göç ve sığınmalara ku-cak açan vatanda, bin yılı aşan uzun bir tarihsel gelişme sonunda yaşa-yan ve Kafkaslar’a, Balkanlar’a, Afrika ve Orta Doğu’ya uzanan Osman-lı İmparatorluğu’ndan arta kalan çeşitli etnik kökenlerden meydana ge-len insanlar ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, değer yargılarına, dine, huku-ka ve eşit haklara sahip olarak huku-karşılıklı olarak birbirlerinin kültürleri-ni ve eski Anadolu uygarlıklarından kalan değerleri de özümseyerek bir-likte ortak kültür ve kimliğe sahip bir vatan ve ulus oluşturmuşlardır. Bu ne-denle Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu

de-nir” demiş ve ulus bütünlüğünü esas almıştır.8

3. Ülkemizde “azınlık” veya “azınlık hakları” kavramları Lozan Ant-laşması çerçevesinde tartışılmakta ve özgün koşulların önemi öne çıkarıl-maktadır

Belirsizlik, güvensizlik, eşitsizlik, korku ve arzuların karşı konul-maz gücü günümüzün temel sorunlarının birkaçı. Yaderklik, cemaat, hemşe-rilik, tarikat veya benzeri oluşumlara, bireyi içinde bulunduğu korku ve ile-tişimsizliğe karşı koruyan, bir başka deyişle bireyin kendini cemaatin kol-larına bırakması, özerkliğin sonudur. Çok ciddi toplumsal sorunların ha-zırlayıcısıdır. En önemli sorun katılaşma, cemaatlerin kendi aralarında et-kileşime, iletişime kapanmaları. Sayıları hızla artan, birbirlerine dokunma-yan binlerce adacıktan oluşan, kendi içine kapalı gruplar oluşmakta. Siya-sallığı bir amaç olarak kullanmak söz konusu değil. Problem çözümün-de karşılıklı iletişim olmaz. Demokratik siyaset kesintiye uğrar. Kültürle-ri birbiKültürle-rinden ayrı duran, etkileşime girmeyen adacıklar olarak gören, et-nik grupları kapalı, yalıtılmış oluşumlar olarak yeniden yaratır. Küresel-leşmede, etnik yapılar, farklılıklar olarak var. Bölüşüm ve paylaşım dikka-te alınmadan, toplumsal eşitsizlikler yok sayılarak geliştirilen bu yaklaşım-larla, toplumsal eşitsizlikler, dışlanma, ayrımcılık, ırkçılık, sınıfsal farklı-lıkların kültürel farklılıklara indirgenmesi olarak yaşanıyor. Ev sahibi kül-türler ile diğer külkül-türler arasındaki farklılıklar, uçurumlar büyüyor.

(7)

rinleşme, çok kültürlülük ideolojisi ile kültürleri, birbiriyle ilişkisi, iletişi-mi olmayan kompartımanlara, etnik gruplara ait kılma yaşanıyor.

“Öte-ki daha da öte“Öte-ki oluyor.” Azınlıklara ilgi çe“Öte-kici, eksantrik olarak

yaklaş-ma, aslında daha da çok dışlamayı getiriyor. Azınlıklara ilgiye, koruma-ya muhtaç, acizane koruma-yaklaşımlar, hoşgörü, azınlıkları daha da çok azınlık-laştırıyor. Siyasal, sınıfsal eşitsizlikleri göz ardı eden, farklı, otantik, kültü-re hoşgörü ile sınırlı yaklaşımlar, kültürleri olduğu gibi, gelişmeksizin kal-maya, daha da otantik, fanatik çizgide yapılankal-maya, kütleştirmeye götü-rüyor. Farklı, otantik kültürler kütleşmesi gelişiyor. Alaşıma izin verme-yen, kalın çizgili ayrışımlar yaşanıyor.9

Aleviler, Laik Cumhuriyet’in temeline harç olduktan sonra, duvar-lar yapılırken haksızlığa uğradıduvar-lar. Ancak bu tür haksızlıkduvar-ları hiçbir za-man Cumhuriyet karşıtlığı zeminine oturtmadılar, tam tersine, Cumhu-riyet’in daha da güçlü olmasının kendi sorunlarının çözümünden geçti-ğini, sağlam bir sağduyu ile sürekli dile getirdiler. Onlara, “Siz

Alevisi-niz Suriye’de yönetimde sizin inancınıza yakın kişiler var. Suriye Türkiye’ye sa-vaş açarsa, hangi tarafta yer alırsınız. Sizin dini inancınızla yönetilen bir ül-keyle hareket etmek istemez misiniz”; “Siz Türkiye Cumhuriyeti’nden farklısı-nız, eğer bunu kabul ederseniz önünüze farklı olanaklar açılabilir”; “Biz Aleviler-le protestanlar arasında büyük bir benzerlik gördük. Bunları araştırıp, ortak nokta-lar bulmaya ne dersiniz?”; “Siz farklı bir anlayışsınız. Mezarlıknokta-larınız neden Müs-lümanlarla birlikte. Farklı mezarlıklar yapsanız, ülke yönetiminden ayrı mezar yer-leri isteseniz. Bu sizin inançsal, kültürel hakkınız.”; “Eğer isterseniz size kiliseler-de cem yapma olanağı veririz. Kimi kiliselerimizkiliseler-de sizin cem yapabileceğiniz dü-zenlemeler yapabiliriz.” Biçiminde öneriler götürdüler. Amaçları,

Alevile-rin Anadolu’da inançsal azınlık ve devamında etnik azınlık olarak algılan-masını sağlamak! Alevi yurttaşlarımızın, onları temsil eden dernek yöne-ticilerimizin çok büyük bir bölümü, neredeyse tümü bu tür önerileri red-dettiler. Kürt kartının tutmadığını görenler, Türklerle Kürtlerin bütün ka-şımalara karşın, etle tırnak gibi olduğunu görenler, terör olgusunun et-nik savaşa dönüşmemesine üzülenler, başka nasıl bir kart kullanabiliriz ara-yışında. Alevilerin bu oyuna gelmemesi, sağlam durması elbet övüncü-müz. Ancak yukarıda sözünü ettiğimiz kartı arayanlara malzeme verme-mek de başlıca görevimiz.10

Türkiye Cumhuriyeti; Osmanlı İmparatorluğu gibi, “çok uluslu” bir im-paratorluğun, kalıntı ve yıkıntıları üzerinde kurulmuş olan bir

devlet-9 Şükran Soner, 9.5.2002 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde “Azınlıklaştırma” başlıklı ya-zısında, Henrich Böll Vakfı’nın düzenlediği bir toplantıda Prof. Ayhan Kaya’nın sun-duğu bildirinin özetini yapmıştır.

(8)

tir. Osmanlı İmparatorluğu’nun, yüzyıl boyuncu çekildiği topraklarda, bu-gün 34 ayrı devlet yaşamaktadır. Üstelik bu devletlerin kuruluş aşama-larında ve daha sonralarda; buralardan “anayurda” göçenlerin, Anado-lu’nun yerli halklarıyla yan yana gelmelerinden sonra, son derece karma-şık bir yapı ortaya çıkmıştır. Etnik olarak bu karmakarma-şık yapının yanı sıra; din-sel açıdan olmasa bile, mezhepdin-sel açıdan büyük farklılıklar gözlenmekte-dir. Lozan Antlaşması’yla Hıristiyan azınlıklar “azınlık” olarak kabul edil-miş, fakat farklı mezhepten Müslümanlar; hangi etnik kökenden gelirler-se gelsinler ve hangi mezhepten olurlarsa olsunlar, azınlık olarak değer-lendirilmemişlerdir. Zaten bir insan topluluğunun, “Biz azınlığız” deme-siyle azınlık statüsü kazanılmaz. Bir insan topluluğunun azınlık sayılabil-mesi için, ya ikili bir antlaşmayla ya da çok taraflı bir konferans ve antlaş-mayla bu statünün kabulü gerekir. Bugün Türkiye’de; kendi ana dili, ken-di folkloru, kenken-di mutfağı vb. olan yirminin üzerinde etnik grup yaşamakta-dır. Böyle bir yapı; bence Türkiye’nin zaafı değil, zenginliğidir. Aynı biçim-de, diğer ufak tefek nüansları bir yana bıraksak bile, İslamiyet, iki farklı mez-hep çerçevesinde yaşanmaktadır. Fakat özellikle Alevi yurttaşlarımız ara-sında, bölgesel farklılıklar ve tarihsel yapıdan gelen, farklı yaklaşımlar var-dır. Farklı “dedeler”, farklı yorumlar getirebilmektedir. Bu derece köklü ol-masa bile, Sünni vatandaşlarımız arasında da farklı Müslümanlık anlayışla-rı vardır. Merkezi bir hiyerarşinin ve “Klerikal düzenin” olmadığı Sünni Müs-lümanlıkta, temel farklılıklar olmasa da, birbirine uzak kimi yorumlar ve uy-gulamalar vardır. Fakat bunlar, ihmal edilebilir farklılıklardır ve Türki-ye CumhuriTürki-yeti’ni kuran Türk halkı; bu etnik ve mezhepsel farklılıklar için-deki insanlardır ve istisnasız herkes “birinci dereceden ve birinci sınıf Türk

va-tandaşlarıdır”. Zaten Mustafa Kemal’e “Türk kimdir” sorusunu

sordukla-rı zaman verdiği yanıt da, bu görüşü doğrulamaktadır: “Türkiye

Cumhuri-yeti’ni kuran insanlara Türk denir.” Hangi etnik ve mezhepsel kimlikten

ge-lirse gelsin; Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan ve ana-dili ne olursa olsun, resmi dil Türkçe’yi kamusal alanda kullanan her-kes Türk’tür. İşte AB üyesi devletlerine anlatamadığımız bu. Avrupalı-nın “azınlık” olarak gördüğü gruplar, ülkemizde etle tırnak gibi kaynaşmış-lardır. AB üyesi ülkeler, mezhepsel olmasa bile, genellikle etnik olarak tür-deş bir yapı içindeler. Bu etnik yapı dışında kalan “azınlıkları” da var. Fa-kat demokrasinin gelişmesi sürecinde, bu azınlıkların hakları ve varlık-ları yasalarla güvence altına alınmış. Benzer şeyleri, Türkiye için de is-tiyorlar. Fakat azınlık olarak gördükleri farklı etnik grupların, bu devle-tin kurucuları arasında olduğunu unutuyorlar. Türkiye’de, böyle fark-lı bir bölgede yaşayan, herhangi bir etnik grup yoktur. Güneydoğu’da ya-şayan Kürt kökenli vatandaşlarımızı buna örnek gösterilemez. Zira, ora-da yaşayan Kürt kökenli vatanora-daşlarımızora-dan ora-daha fazlası, İstanbul

(9)

metro-polünde yaşamaktadır. Avrupalının “azınlık” olarak gördüğü gruplar, ül-kemizde etle tırnak gibi kaynaşmışlardır. Günümüze değin ulus, “aynı

ırk-tan, aynı dilden, aynı dinden, aynı kültürden vb. gelen ve ortak yaşama iradesi-ne sahip insanların oluşturduğu topluluk” olarak tanımlandı. Bu tanımın

gü-nümüzde herhangi bir “kıymet-i harbiyesi” yoktur. Kimileri, tüm varlık-ları ve seslerinin tüm gücüyle “ulus devlet anlayışı artık çöktü” diyedur-sun, ulus devlet tüm gücüyle yaşamaya devam ediyor. Yeni dünya düze-ni adı verilen kandırmacanın, “siyasal düzen” olarak önerdiği “yedüze-ni

demok-rasi”; “yarı doğrudan” ve “yerel ağırlıklı” olmanın yanı sıra, “alt

kimlik”le-ri öne çıkarma ilkesini de getikimlik”le-riyor. Burada alt kimlik olarak önekimlik”le-rilen;

“din-sel kimlik”, “mezhep kimliği” ve “etnik kimlik” oluyor ki, Türkiye’de ve

Türki-ye gibi, farklı etnik grupların bir arada yaşadığı ülkelerde, böyle bir anla-yış, o devletin çökmesi anlamına gelir. Türkiye’de yüzyıllardır birlikte ya-şayan ve etle tırnak gibi iç içe geçmiş kimi etnik grupların, bu etnik kim-liklerine dayanarak siyaset yapmalarında büyük sakınca vardır. Aynı ırk-tan gelenlerin oluşturduğu ulusa, “ırk ulusu” adı verilmektedir. Aynı kan-dan gelenlerin oluşturdukları ulus, “kan ulusu” olarak adlandırılır, aynı dil-den gelenlerin oluşturdukları uluslar, “dil ulusu”dur. Aynı din veya mez-hepten oluşan insanların oluşturdukları ulusa; “din ya da mezhep

ulu-su”, ya da “ümmet” adı verilir. Aynı kültürden gelen insanlar “kültür ulus-larını” oluştururlar. Tüm bu ulus türleri, tarihin belli dönemleri açısından

el-bette değer taşırlar. Fakat 19. yüzyılda ortaya atılan bir başka ulus türü var-dır ki, buna “devlet ulus” denilebilir. Yani “aynı devletin yurttaşı olan

insanla-rın oluşturdukları”ulus”. Günümüzde belki birkaç istisnasıyla, bütün

devlet-lerin ulusları bu türden devlet ulusudur. Mustafa Kemal, kuruluşuna öna-yak olduğu modern Türk Devleti’ni, işte böyle bir “devlet ulus” çerçeve-sinde oluşturdu. “Hangi dilden, hangi ırktan, hangi dinden, hangi

mezhep-ten vb. gelirse gelsin, Türkiye Cumhuriyeti’ne yurttaşlık bağı ile bağlı olan her-kes Türk’tür ve bu devletin birinci sınıf yurttaşıdır.” O günlerde, böyle bir

an-layışı ortaya koymak ve yaşama geçirebilmek, çok büyük bir başarıdır.11

Kendini bunca zaman “Müslüman” veya “Kürt” olarak tanımla-mış, hayatı o çerçeveden izlemiş olanların artık bireyin bizzat kendisi-nin “ırkından” ya da “dikendisi-ninden” de bağımsız olarak önemli olduğunu kav-ramaları gerekiyor. Kimse ırkından ya da dininden ötürü baskı görmeye-cek, ama kimse de bir ırkın ya da dinin gerekliliklerini devlet eliyle toplu-ma kabul ettiremeyecek. Toplumsal gelişmeye “din” ya da “ırk” noktasın-dan hareketle çözüm arayanlar AB’de tabii ki istediklerini bulamayacak-lar. Çünkü AB bu tür hassasiyetleri “bireyin özgürlüğü” çerçevesinde çöz-mekte. Kendini öncelikle, “birey, vatandaş, insan” olarak tanımlamak

(10)

ne, “siyasal hassasiyetlerine” göre yola devam etmek isteyenler şimdi yakı-nıyor. AB hiçbir düşünceye ya da inanca devlet gücüyle bireyi baskı altı-na alma izni vermez.12

Alevi ve Bektaşilerin Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet devrimleri-ne katkısı günümüze değin sürmüştür. Bundan sonra da sürecektir. Ta-rih boyunca Türkiye’de aydınlanmanın, laikliğin, demokrasinin ve ulu-sallığın temel taşı olan Alevi ve Bektaşiler her zaman Türkiye Cumhuri-yeti’nin asli unsuru olmuşlardır. Alevi ve Bektaşileri azınlık olarak göster-mek gaflettir, dalalettir. AB İlerleme Raporu’nun Alevilerle ilgili bölümü-ne şiddetle karşı çıkıyor ve kınıyoruz.13

Türkiye’deki resmi anlayış azınlık sözcüğünü, Lozan Antlaşma-sı’nın mirası olarak Müslüman olmayan dini azınlıklar olarak kabul edi-yor. Batı’da azınlık sözcüğü, dini, etnik, mezhepsel, cinsel gibi birçok ala-nı kapsayacak şekilde taala-nımlaala-nıyor ve tartışılıyor. Bir ülkedeki egemen gru-bun dışındaki bütün topluluklar Batı’da “azınlık” diye tanımlanıyor ve on-ların hakları teminat altına alınmaya çalışılıyor. Örneğin eşcinseller bir cin-sel azınlık olarak kabul edilirken Romanlar da etnik bir azınlık sayılıyor. Tür-kiye’deki azınlık sözcüğü ile Batı’nın yeni anlamlar yüklediği azınlık söz-cüğü aynı değil. Sorun Alevilerin “azınlık” olup olmaması değil, haksızlı-ğa uğramaları, dışlanmaları, yok sayılmalarıdır. Kürtler için de benzer so-runlardan söz edebiliriz. Dil, kültür, eğitim gibi alanlarda onların da hak-sızlığa uğradığı, dışlandıkları bir gerçek. Türkiye, bu haksızlıkları düzelt-meli. Mesele onların azınlık olup olmamaları değil, yok sayılmaları.14

Ulus devlet tek bir toplumsal sınıfın değil, bütün ulusun devletidir. De-rin devlete dönüşmemesinin biricik güvencesi, sivil toplumun güçlenmesi-dir. İnsanlık tarihinin günümüzdeki koşullarında ve Türkiye gibi bir ülke-de ulus ülke-devletin yok olması, ulusun dağılıp yok olması ülke-demektir. Bu ger-çeklerin bilincinde olmaksızın ulus devletin varlığına karşı çıkılması, bu-nun demokrasi savaşımının sanki bir koşulu sayılması, ulusal devlet ve de-rin devletin tek ve aynı şey olarak görülmesi, korkarım ki sonuçta, demokra-sinin gelişip güçlenmesinden çok, derin devlet yandaşlarına ve başka ulus-ların çıkarulus-larına hizmet etmektir.15

12 Mehmet Atlan, “İslamcılar-Kürtler ve 2. Vites”, Sabah Gazetesi, 4.10.2004.

13 Ali Rıza Selmanpakoğlu, “Türkiye’yi Bölmek İstiyorlar”, Cumhuriyet Gazete-si, 15.10.2004.

14 Oral Çalışlar, “Sorun Azınlık Sözcüğünün Ötesinde”, Cumhuriyet Gazetesi, 15.10.2004. 15 Ataol Behramoğlu, “Ulus Devlet-Derin Devlet”, 1.2.2003 tarihli Cumhuriyet Gazetesi.

(11)

Türkiye’de azınlık sorunu yaratmadan, ırkı, dili, dini inancı ne olur-sa olsun, bütün hak ve yükümlülüklerden eşit olarak yararlanmalarıyla so-runun azınlık-çoğunluk ayrımına gerek kalmadan çözüleceğine inanıyo-rum. Anadolu gibi birçok inancın, saymakla bitmez ve her dönemde göçler-le yenigöçler-lerinin katıldığı birimgöçler-lerin oluşturduğu etnik mozaik içinde, ırk, et-nisite esasına dayalı bir coğrafyada, ırka dayalı bir üst kimlik zaten olanak-sızdır. Örneğin; kendimi Türk olarak görüyorum. Bunun tanımı da

“Türki-ye Cumhuri“Türki-yeti vatandaşı”dır. Bütün inançların eşit özgürlüğü ve değere

sa-hip olduğu, bütün etnisitelerin aynı biçimde kendini ifade olanağı buldu-ğu bir Türkiye’de, devletin resmi dilinin Türkçe oldubuldu-ğu, ama isteyenin iste-diği dilde ifade ve yayın özgürlüğüne sahip bulunduğu bir cumhuriyet ça-tısı altında, sorunlar azınlık kurumuna gerek kalmadan çözülür. Ama fark-lılıkları görmezden gelmek, isteseniz de istemeseniz de azınlık sorunu ge-tirir, gündeme oturtur.16

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu “Azınlık Hakları ve

Kültü-rel Haklar Çalışma Grubu” Ekim 2004’te yayımladığı raporda; sıkıntıların

yal-nız Lozan’ın sınırlı tanımından kaynaklanmadığı, imzalanan uluslarara-sı sözleşmelere Türkiye’nin getirdiği çekincelerin ve 1982 Anayasauluslarara-sı’nın ge-tirdiği kısıtlamaların da sıkıntı verdiği, gayrimüslimlere tanınan hakla-rın tam olarak uygulanmadığı, yalnızca Ermeni, Musevi ve Rumlahakla-rın azın-lık sayıldığı, bunların dışında kalan gayrimüslimlere azınazın-lık hakkı tanınma-dığı, zorunlu vatandaşlıktan gönüllü vatandaşlığa geçmek gerektiği, dev-letin ulusu ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğü kavramının milleti oluştu-ran alt kimliklerin inkarı anlamına geleceği ve demokrasinin özüne ters dü-şeceği, ülkede azınlık bulunduğunun ileri sürülmesinin milli güvenlik ge-rekçesiyle engellenemeyeceği, uluslararası sözleşmelerde “millet

bütünlü-ğü” kavramının sınırlama nedeni olarak kabul edilmediği, Devletin

dili-nin olamayacağı, ancak resmi dilin bulunacağı, devletin ülkesi ve ulusuy-la bölünmez bütünlüğü kavramının kültürel alt kimlikleri kabul etmedi-ği, mevzuatta Türk kelimesinin “Türk ırkını” ifade ettietmedi-ği, Türkiye’nin

“azın-lık” kavramında 1923’e takılıp kaldığı, azınlığın farklı kimliğinin

kabu-lü ile azınlık hakları vermenin aynı şey sanıldığı, demokrasi anlamına ge-len “iç self-determinasyon” ile parçalanma anlamına gege-len “dış

self-determinas-yon” aynı şey sanıldığı sonuçta farklı kimliklerin tanınması ile devlet

topra-ğının parçalanmasının aynı şey sanıldığı, millet konusunda teklik ile birli-ğin aynı şey sanıldığı ve birincinin ikinciyi gitgide tahrip etmekte olduğu-nun fark edilmediği, “Türk” teriminin aynı zamanda etnik bir grup anlamı-na geldiği, Türkiye’nin, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra onun yeri-ne geçerken, onda bulunan alt kimlikleri olduğu gibi miras aldığı, fakat

(12)

paratorluktaki üst kimlik “Osmanlılık” iken, Türkiye Cumhuriyeti’nde

“Türk-lük” olarak ortaya çıktığı, bu durumda alt kimliklerden birinin aynı

zaman-da üst kimlik olarak belirdiği, bu durumun diğer alt kimlikleri yabancı-laştırdığı, üst kimliğin “Türkiyelilik” olsaydı bu durumun ortaya çıkma-yacağı, çünkü toprak esasına dayanan bu üst kimliğin bütün alt kimlik-leri eşit biçimde kucaklayacağı ve işin içine etnik, dinsel özellikkimlik-leri karış-tırmayacağı, Türkiye’de tek kültürlü homojen bir ulus oluşturma yolun-da önemli adımlar atıldığı, ama farklı kimlik ve kültürlerin bir mozaik ola-rak Anadolu topola-raklarında varlığını sürdürdüğü, yurttaşlık kavramı yeni-den gözyeni-den geçirilerek zorunlu vatandaşlıktan “gönüllü” vatandaşlığa geç-mek gerektiği, çok kimlikli, çok kültürlü, demokratik, özgürlükçü ve ço-ğulcu bir toplumsal modelin zorunlu olduğu, bağımsız, yaratıcı yetenek-leri ile kültürel haklarını rahatça kullanabilen, hak ve görevyetenek-lerinin bilin-cinde olan bireylerin sahip bulundukları siyasal ve hukuksal statünün ta-nınması gerektiği, eşit vatandaşlık temelinde, farklı kimlik ve kültüre sa-hip kişilerin kendi kimliklerini koruma ve geliştirme haklarının güven-ce altına alınması, merkezi ve yerel yönetimlerin yurttaşların katılımı-nı ve denetimini esas alacak biçimde şeffaflaştırılması ve demokratikleşti-rilmesi, uluslararası sözleşmelere Türkiye’deki alt kimliklerin inkarı anla-mına gelecek çekince ve yorum beyanlarının getirilmemesi, 1920-1930 mo-delinin topluma çok dar geldiği ve çatışma doğurduğu, milliyet ve vatan-daşlık kavramlarının ayrı ve bağımsız kavramlar olarak ele alınması, ya-salar taranarak bireysel özgürlüklere sahip olma hakkı, ekonomik ve top-lumsal olanaklardan özgürce yararlanma hakkı, devlete katılma hakkı, kül-türel çoğulculuk hakkının hayata geçirilmesi savunulmuştur.

Türk-İş’in Aralık 2001’de hazırladığı “Avrupa Birliği, Türkiye’den Ne

İs-tiyor” başlıklı raporda, Avrupa Birliği’nin bölücü ve ayrılıkçı hareketi

des-teklediği ve Kürtler’e azınlık statüsü tanınmasını savunduğu, ülkede birin-ci sınıf insan olarak benimsenen Kürtler’in bu tuzağa düştükleri anlatılmış-tır; Avrupa Birliği, farklı etnik kökenlerden oluşan Türk Ulusu’nu kökenle-re gökökenle-re bölme ve parçalama çabası içindedir. “İnsan Hakları” ve

“demokra-si” adına yapılan bu girişim, terör örgütlerini teşvik etme ve destekleme

nok-tasına kadar gelmiştir. Aralarında Avrupa Birliği ülkelerinin de bulundu-ğu ülkelerce imzalanan Lozan Antlaşması’nda Türkiye’de yalnızca Erme-ni, Rum ve Musevilerin “azınlık” olduğu açıkça belirtilmekle birlikte, Av-rupa Birliği, Türk Ulusu’nu oluşturan çeşitli etnisiteleri “azınlık” başlığı al-tında değerlendirmekte ve bölücülere destek vermektedir.

Bu ülkede “etnik kimlik” denen ve ne olduğu da kesin tanımlana-mayan kimliklerin tepesinde bütün yurttaşları birleştirici bir “üst

(13)

kimli-ğin adı “Türk vatandaşlığı”dır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaş-ları, bir hukuk terimi olarak, “Türk”türler. “Türk” sözcüğünün hukukta et-nik kökenle hiçbir ilgisi yoktur. Türkiye’nin adı Osmanlılar’dan değil, Türki-ye’nin adı Türklerden geldi. Osmanlılar “Türk” ve “Türkiye” sözcüklerini he-men hiç kullanmazken Batı, yüzyıllar boyu, Osmanlı’ya Türk ve hatta Os-manlı topraklarının hepsine de “Türk İmparatorluğu” deyip durmuştur.17

4. Prof. Dr. Alain Bocker, Fransa’daki durumu şöyle değerlendiri-yor; Azınlıklar gerçekten de vardır; yani ulusal çoğunluktan etnik köken-lerine göre, konuşulan dile göre ya da icra edilen dine göre farklı toplu-luklar bulunmaktadır. Eğer Fransa’da kendilerine bu özelliklerinden do-layı hiçbir hak verilmiyorsa, bunun karşılığında, her dinsel, kültürel, dil-sel ya da diğer bir grubun, yani her azınlığın, kendisini oluşturan bireyle-rin bireysel haklarının korunması yoluyla karakteristik özelliklebireyle-rine say-gı gösterilmektedir. “Yahudilere ulus olarak her şeyi reddetmek gerekir” diyor-du devrimci Clermont-Tonerro, “ve onlara her şeyi vermek gerekir birey ve

yurt-taş olarak”, bu gerçekten o zamanki Yahudilerin içinde bulunduğu

hukuk-suz duruma nazaran bir devrimdi. Kısacası; gruplara hiçbir şey, dil, din, kül-tür topluluğu üzerine kurulmuş hiçbir kolektif hak, ama bu grubu oluştu-ran kişilerin özgürlüğüne tam bir koruma.

İfade ve iletişim özgürlüğü radyoda, basında ya da televizyonda ter-cih edilen dilde ifade hakkını kapsamaktadır; eğitim özgürlüğü de ana-dilini öğrenmeyi ve incelemeyi kapsamına almaktadır, bunun zorun-lu değil, özel okullarla sınırlı kalması ve aynı zamanda Fransız dilinde-ki eğitimin iyi bir yer muhafaza etmesi koşuluyla (nisbi olarak bu dille-rin daha çok konuşulduğu bölgelerdeki bölgesel dillerdeki okullarda-ki statü bu şeokullarda-kildedir) ana dilini öğrenme ve bu dilde eğitim hakkını kap-sar. Kültür özgürlüğü, zaten kültürel merkezlerde ve yerel radyoda destek-lenen, herkese kendi kültürünü ifade hakkını verir; din özgürlüğü eksik-sizdir, politik ve idari özgürlük, yalnızca azınlık gruplarının yararına de-ğil de ilgili bölgede yaşayan herkesin yararına düzenlenmiş, geniş bir ye-rinden yönetimde kendisini göstermektedir.

Kısacası, Fransa böyle yapmakla insan haklarına saygılı kaldığı-nı savunmakta ve Bölgesel Diller Şartı’kaldığı-nın onaylanmasıkaldığı-nın reddi paradok-su ona hak veriyor görünmektedir. Önerilen yükümlülüklerden 39’unu ka-bul eden Fransa tarafından bu şart imzalanmıştı. Anayasal Konsey onaylama-ya karşı çıktı, zira büyük çoğunluğu zaten uygulamada olan, bu Şart’ın

(14)

gulanmasında imza altına alınmış yükümlülüklerin Anayasa’ya uygunlu-ğunu kabul ederek, özellikle onların esas olarak yerleşik olduğu bölgeler-de, Şart’ın giriş bölümünde yer alan bazı maddeler azınlık gruplarına ko-lektif haklar tanınmasını tavsiye etmekteydi.

Bir taraftan özel bir tanım, bireysel haklardan kolektif haklara ve kül-türel haklardan ve politik haklara geçiş ve özerklik tanınmasını, hatta faz-lasını talep eden azınlıkların baskısı. Öte taraftan, özellikle Avrupa çev-resinde, henüz çekingen olan, Ulusal Devlet’in gerilemesi eğilimi. Aşa-ğıdan bölgesel özerklik gelişirken, yukarıdan ulusal üstü kural ve yetki-ler zorlamalar dayatmaktadır. Cumhuriyetçi anlayış için her zaman tatmin-kar olmayan, etnik anlamda azınlıklar olmasından ziyade, mahalli veya böl-gesel demokrasinin gelişmesi söz konusudur. Fransız anlayışının temeli-ni oluşturan birlik ve devletin bölünmezliği ilkeleri, Korsika’ya Katalan-ya’dan daha geniş olarak tanınacak geniş bir özerkliğin daha genel bir ha-reketin ilk adımı olmasından korkmakta ya da bunu umut etmektedir.18

5. Değerlendirme

Lozan Antlaşması, Türkiye ülkesinin tapusunu Türkiye’de yaşa-yan tüm halklara vermiştir. Gayrimüslim Türk uyrukları, tüm Türk uyruk-ları, Türkçe’den başka bir dil konuşan Türk uyrukları ve Türkiye’de otu-ran herkes olmak üzere dört grup üzerinde durulmuş ve bunların her bi-rine farklı (ve yer yer benzer) haklar tanınmıştır. Halkın birlikte yaşa-ma, ak ve kara günü birlikte paylaşyaşa-ma, dayanışyaşa-ma, birlikte üretme, bir-likte zenginleşme ve çağdaşlaşma iradesini güçlü bir biçimde taşıyan ül-kenin asli unsuru olan alt kültürler, kendilerini tali unsur haline getirme-ye ve daha sonra da farklılıkları kurumsallaştırmaya izin vermezler; çö-zümün ve çıkarların Lozan Antlaşması’nda bulunduğunu kabul eder-ler. Antlaşma’nın düzenlediği grupların ve bunlara tanınan hakla-rın ne olduğu, bugün bunlardan hangilerinin kullanılabildiği, hangile-rinin niçin kullanılamadığı iyi anlaşılmalıdır. Anadolu insanı, çok ulus-luluk ve çok hukukulus-luluk esasını benimseyen Sevr hayalcilerinin tuzağı-na düşmez; ama demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün ni-metlerinden yoksun bırakılmayı da kabul etmez. Çünkü Lozan Antlaş-ması çağdaş dünyaya açılmanın bir fırsatı, tüm yurttaşların geleceği ve çı-karıdır, ayak bağı değil. Antlaşma’nın 38, 39, 40, 41, 42, 43 ve diğer mad-delerde yer alan hakları kullanma talebi, çok kültürlülüğün doğal bir so-nucu, demokrasi ve insan haklarının gereğidir. Ülke insanlarının

tümü-18 Alain Bocker, Azınlık Hakları, Üniter Devlet, Fransız Örneği, Kopenhag Kriterleri (ya-yına hazırlayan Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu), s. 253 vd.

(15)

nü çağdaş demokrasinin, hukuk devletinin ve insan haklarının nimetle-rinden eşit ve adil bir biçimde yararlandırarak, azınlıkçı, ayrışmacı ve ay-rılıkçı hareketlerin önüne geçilebilir.

Geçmişten günümüze değin devlet ve toplum önderlerinin “gaflet ve

da-lalet” düzeyindeki tutumları yüzünden Lord Curson’un bugün haklı

çıktığı-nı görüyoruz: Hani O, “ne diyorsaçıktığı-nız veriyoruz, ileride bunları teker teker geri

ala-cağız” demişti ya, işte o günleri yaşıyoruz. Söke söke aldığımız hakları,

bi-rer bibi-rer kaybediyoruz. Toplumun büyük bölümü olup bitenden habersiz-dir. Gelişmeleri izleyenler ise ikiye bölünmüş durumda; Lozan Antlaşma-sı’nın “ömrünü tamamlamış” bir belge olduğunu savunan ve bu belgeyi iyi-ce delik deşik ettikten sonra rafa kaldırmayı isteyen “Sevr bağlıları ve

hayalci-leri” bir yanda; Lozan Antlaşması’nı özüyle, ruhuyla ve sözüyle geçerli,

sağ-lam ve canlı tutunlar öte yanda yerlerini almışlardır. Lord Curson bu ayrış-mayı görse zevkten dört köşe olurdu. Çünkü, ülkemizde yüz binlere ula-şan Lord Curson’lar “zevkten dört köşedirler.” Gaflet ve dalalet içinde olan-ların sayısı ve etkinlikleri ne kadar çoğalırsa çoğalsın, haklı ve akıllı bir te-mele dayanan Lozan Antlaşması (özü ve sözüyle) varlığını sonsuza de-ğin sürdürecektir.

Referanslar

Benzer Belgeler

B u y a z ıd a S S K A n ka ra E ğ itim H astanesi P la stik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniği ’nde 1980-2001 yüları arasında üst ve alt çenede kitle tanısı

Divided nevus that involves the upper and lower lids o f one eye is a rare congenital anomaly producing several functional and aesthetic problems.. Nevüs yakınında b

• pH sı 7.0 veya daha yukarı olan topraklar çok alkali veya bazik olup, saf kükürt ile düzeltilebilir.. • Profesyonel bir toprak analizi ne tür bir toprak düzenleyiciye gerek

- Kesici kenar dişin uzun aksının lingualinde konumlanmıştır (Aynı alt santral keser gibi). - Singulum (belirsiz) biraz

- Labial sırt bulunur ancak üst kanine göre daha az belirgindir.. - Kronun mezial yüzeyi dişin uzun aksı

 - Bukkal kretten mezial krete olan uzaklık, bukkal kretten distal krete olan uzaklıktan daha uzundur..  - Mesial kretten lingual krete olan uzaklık, distal kretten lingual

- Proksimalden bakıldığından bukkal ve lingual kontur kretleri anterior dişlere göre daha okluzal düzeydedir.. - Bukkal cuspın mesial eğimi distal eğimden kısadır (Üst

- Distal marjinal sırt mesial marjinal sırttan daha kısadır ve daha fazla servikal girinti yapar.. - Servikal çizgi bukkalden linguale hemen hemen düz