• Sonuç bulunamadı

Osmanlı ve Türk tarihi uzmanı Hintli Prof. Feroz Ahmet'le Türkiye'nin dış politikasını konuştuk:Avrupa güçlü Türkiye'den korkuyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Osmanlı ve Türk tarihi uzmanı Hintli Prof. Feroz Ahmet'le Türkiye'nin dış politikasını konuştuk:Avrupa güçlü Türkiye'den korkuyor"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SAYFA

12

S

CUMHURİYET 1 AĞUSTOS 1999 PAZAR

PAZAR KONUĞU

Osmanlı

ve Türk tarihi uzmanı Hintli Prof.

Feroz Ahm Türkiye

dış politikasını konuştuk

‘Avrupa güçlü Türkiye’den korkuyor’

İsrail'le

yapılan

anlaşma

- Türkiye 'nin biitiin yakın komşularıyla

onlarca yıldır kötü ilişkiler içinde olması sizce dikkat çekici değil mi?

- Bu, çok talihsiz bir durum. Türkiye’de siyasetin su başındakilerin bunun nedenini kendi kendilerine sormaları gerekir.

Kendilerine sormaları gereken ikinci bir soru da bu durumda Türkiye’nin bir sorumluluğu olup olmadığıdır. Bir atasözü vardır, “İki elin sesi var” diye... Türkiye’nin 1950'lerdeki Ortadoğu politikası hâlâ hatırlardadır.

Olaylar 1960’tan sonra değişmeye yüz tuttu. Olaylar bugün de değişmeye devam ediyor. Herhalde Türkiye’nin İsrail’le yaptığı bu anlaşma, Arap ülkeleri için büyük bir soru işaretidir, diye

düşünüyorum. Öte yandan Arap ülkeleri, yakın geçmişe kadar İsrail’le savaş hali içindeydiler. Suriye ise hâlâ topraklarının bir kısmının İsrail işgali altında olmasından tedirgin. Türkiye de bu duyguyu çok iyi biliyor. Çünkü kendisi, Birinci Dünya Savaşı’ııdan sonra aynı tehditleri hissetmişti. Bütün bu konuştuklarımızın ışığında, Türkiye’nin komşularına daha anlayışlı bir tutum izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Dediğim gibi, Türkiye kendi kendine, bütün bu ülkelerle ilişkilerim neden kötü, diye sormalıdır. Evet, birkaç yıldır Bulgaristan dost bir ülke haline geldi. Ama bir dönem Bulgaristan da hasım ülke durumundaydı.

- Evet, Soğuk Savaş döneminde... Bu

noktada size şu soruyu sormak istiyorum: Sizce Türkiye Soğuk Savaş ’in bitişine hazırlıklı mıydı?

- Hiç kimse hazırlıklı değildi.

ABD

açısından

Türkiye

- Belki ABD ve Almanya bir ölçüde

hazırdı...

- Almanya için pek aynı şeyi söyleyemeyeceğim. İki Almanya’nın birleşmesi, Almanya’yı ekonomik açıdan hiç olmazsa 10-15 yıl geriye itti.

Almanya’daki bunalımın bir nedeni birleşmedir. Tabii ABD, Soğuk Savaş’m bitimine büyük bir hızla uyum sağladı. Sovyetler Birliği’nin dağılışıyla birlikte ortaya çıkan Yeni Dünya Düzeni de kolay bir süreç olmadı. Şimdi, ABD’nin her şeyi kontrol edebileceği yeni bir dünya

düzeninin nasıl yaratılabileceği tartışmaları sürüyor. NATO konusu da aynı bağlamda ele alınıyor. Son olarak da ortaya atılan fikir. ABD’li silah üreticilerinin Avrupalı silalı üreticileriyle bir ittifak oluşturmak istemeleri. Mary Kaldor adlı bir yazar,

“Disintegrating West” (Çözülme

Sürecindeki Batı) isimli çok iyi bir kitap yazmıştı. Mary Kaldor, 1960’larda Türkiye’ye ekonomik danışmanlık yapan

Nicholas Kaldor'un kızıdır. Mary Kaldor

kitabında, dünya barışını Sovyetler

Birliği'nin değil, Avrupa ve ABD’nin tehdit ettiğini yazmıştı. Kitapta şöyle bir bölüm de vardı: “Avrupa, ABD’den bağımsız olarak

silahlanırsa yeniden Avrupa ile ABD arasında bir savaş tehlikesi ortaya çıkar.”

Nedense bu kitap artık piyasada bulunmuyor. Neyse ki ABD’de siyaseti oluşturan çevreler bu fikri benimsemişler ki hegemonyalarını Avrupalı silah üreticilerine kabul ettirmeye çalışıyorlar. NATO’yla birlikte bu da yeni bir oluşum.

Son olarak öğrendiğim bir gerçek, Avrupalı uçak üreticilerinin Boeing’den çok daha fazla kâr ettikleri. Bu da Yeni Dünya Düzeni açısından önemli bir sorun. Washington açısından Londra önemli bir aktör. Çünkü aralarında “Özel İlişki .Anlaşması” var. Bu arada Washington açısından Ankara da çok önemli bir müttefik. Özellikle de Avrupa’nın hızlı gelişmesine karşı önemli bir müttefik.

- Sizce ABD Türkiye’nin AB içinde

olmasını ister mi?

- Bayılır bile... Böylece ikinci Özel İlişki

doğmuş olur. Türkiye AB’ye üye olursa Avrupa’daki denge değişecektir. Türkiye çok büyük bir ülkedir. İmkânlarını doğru yönde kullanırsa akıl almaz önemde bir ülke haline gelebilir. Avrupa’nın Türkiye’yi istememesindeki bir neden, büyüklüğü ve gelecekte vaat ettiği imkânlardır.

LEYLA TAVŞAN OĞLU Dünyada son yıllarda dikkat çekici gelişmeler var. Öncelikle Soğuk Savaş ’ın bitiminin üzerinden geçen yıllar içinde, savunma

amacıyla ve belli sınırlar içinde kurulmuş olan NATO artık alan dışılığa açılıyor. Yoksa bu anlayışın hazırlıkları daha 1970 lerin sonu ve 1980 lerin

başında ABD de kurulan Acil Müdahale Gücü (daha sonra Çevik Güç) ile mi başlamıştı? Ama NATO ’nun alan dışı harekâtının ilk örnekleri Irak ve

Kosova da yaşandı. İkinci olarak, yeni ortaya çıkan dünya düzeninde Doğu Akdeniz ’in artan stratejik önemi ve bu bağlamda Kıbrıs ın artan ağırlığı ön

plana çıkıyor. Kıbrıs, Türkiye için romantik duyguların tatmini arenası mı, yoksa gerçekten Türkiye için çok mu yaşamsal öneme sahip? Yunanistan la

yakınlaşma Türkiye’ye ne yararlar

getirir? Yine bu bağlamda Türkiye kendi

PORTRE /

Prof.

1938, Yeni Delhi doğumlu. Orta ve yükseköğrenimini

Hindistan da tamamladı. İlk lisansüstü çalışmasını Hindistan

tarihi üzerine yaptı. Londra Üniversitesinde ünlü İngiliz tarih

profesörü Bernard Leıvis’in öğrencisi oldu. 1966'ya kadar

Londra'da çalıştı. Daha sonra Türkiye'de iki yıl kalarak Türk

tarihi konusunda bir çalışma yaptı. 1967'den buyana A B D ’nin

Massaclıusetts Üniversitesi'nde ders veriyor. “İttihat ve Terakki”,

“İttihatçılıktan Kemalizme”, “Jön Türkler”, “Modern

Türkiye’nin Yapılanması”, “DemokrasiSürecinde Türkiye” adlı

yapıtları var. Son bir yıldır da Birinci Dünya Savaşı’nın 1914-18

dönemiyle ilgili bir kitap üzerinde çalışıyor.

iç bünyesinde ne gibi düzenlemelere

gitmelidir ve dış tehditlere karşı

kendisine nasıl çekidüzen vermelidir?

Hiç kuşkusuz dünyada bütün bu hızlı

değişimler olurken iç politikada izlenen

yollar ülkemizin dıştaki yolunu da

çizecektir. Elde var olan politik

malzemeyle Türkiye dış dünyada ne

ölçüde ağırlığım hissettirebilir ya da var

olmanın dayanılmaz hajifliğini

sürdürebilir? Bütün bu noktaları,

Osmanlı ve Türk tarihi uzmanı olan

Hintli Prof. Feroz Ahmet’le ayrıntısıyla

konuştuk.

- NA TO eskiden bir savunma paktıyken Soğuk Savaş ’ın bi­ timiyle birlikte alan dışı operasyon konseptini benimseyen bir ittifak haline geldi. Bu arada Doğu Akdeniz’in stratejik öne­ mi de iyice artıyor. Bütün bu yeni parametrelerin ışığında Tür­ kiye’nin bölgedeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Herkesin de dediği gibi Sovyetler Birliği’nin dağılışıyla bir­ likte NATO’nun fonksiyonu bitmeliydi. Biliyorsunuz, NATO, eski Sovyetler Birliği ve onun blokuna karşı kurulmuş bir sa­ vunma örgütüydü. Ama Washington için NATO’nun varlığını sürdürmek çok, ama çok önemliydi. Bunu da Bosna’da, sonra da Sırbistan’da meydana gelen olaylar nedeniyle başarabildi­ ler.

Bununla, NATO’nun Batı’nm müdahaleye uygun gördüğü her türlü çatışma bölgesine müdahale mi etmesi gerektiği, so­ rusu ortaya çıktı. Bunun yanıtı da, insan haklan ihlalleri olan her yerde evet, olarak çıktı.

Çok açık biçimde Doğu Akdeniz bölgesi bu olayların en önemli noktalarından bir tanesi. Bugün Doğu Akdeniz’de en önemli ülkeler Türkiye, İsrail ve hiç kuşkusuz Mısır’dır. Tür­ kiye ile İsrail arasındaki, isterseniz ittifak deyin, isterseniz ya­ kınlaşma, yeni bir anlayış değil. Washington ve yakınındaki ül­ keler bundan ilk kez 50’li yılların ortalarında söz etmeye baş­ lamışlardı. 1958’de Irak’taki darbe döneminde hatta bir çeşit an­ laşma bile olmuş, ama bu hiçbir zaman hayata geçirilememiş­ ti. 27 Mayıs 1960’tan sonra da çok açık biçimde bu fikir rafa kaldırıldı. Ama Tel-Aviv açısından bu fikir hiçbir zaman unu­ tulmamıştı. Onlar için bu çok önemliydi.

Ama zamanla Türkiye bu stratejinin sütunlarından birisi ol­ du ve bence daha yıllarca da öyle olmaya devam edecek.

Anlaşmalar sınırlayıcıdır

- İyi de Türkiye böylesine antlaşmalar ve ittifaklara girerek

daha ne kadar bağımsız kalabilecek?

- Böylesine küreselleşen bir dünyada Türkiye gibi bir ülke­

nin tam anlamıyla bağımsız ka­ labileceğini düşünebilir misi­ niz? Bu tür antlaşmalar sizi bağlar, elinizi kolunuzu bağlar. İsrail’le varılan bu anlaşmanın ayrıntılarını bilmiyoruz. Sade­ ce açık tarafları hakkında bilgi­ miz var. Yani, hava sahasının kullanımı ve savunma antlaş­ maları gibi... Ama bundan faz­ lası konusunda bilgimiz yok. Biliyorsunuz, her türlü anlaş­ ma sınırlayıcıdır.

İsrail tarafına bakarsanız on­ lar bu anlaşmanın kendileri için sınırlan olduğunu söylüyorlar. Örneğin Türk-Yunan sürtüş­ mesine hiçbir şekilde taraf ol­ mak istemediklerini de açıkça belli ediyorlar.

Hatta Kürt sorununda da tu­ tundan bu. Gizlice haberalma bilgileri vermekte Türkiye’ye yardım ediyor olabilirler. Ama açıkça da bu sorunla hiç ilgili olmak istemediklerini belirti­ yorlar. Türkiye de İsrail’le yap­ tığı bu antlaşmanın hiç kimse­ yi hedef almadığını öne sürü­

yor. Ama tabii insanın aklına hep, hedefi olmayan bir ittifakın anlamı ne olabilir, sorusunu getiriyor. Açıkça telaffuz edilme­ se bile bir hedef olmalıdır.

Türkiye’nin imzaladığı her anlaşma onun bağımsız davran­ masını sınırlar.

- Doğu

Akdeniz

’in stratejik öneminden söz ettik. Türkiye için

Kıbrıs bu bölgede ne derece önemli, sizce?

- Bence Kıbns Türkiye için her zaman önemli olmuştur. Bu

önem 1878’de İngilizlerin Kıbrıs’ı mandalan altına almalarıy­ la başlamıştır.

Diyelim ki İstanbul’u, Yunan adalarından ablukaya aldınız. O zaman, Anadolu’ya tek geçiş yolu Kıbrıs’tan olacaktır. Kıb­ rıs bir düşman ülkenin elinde olursa Türkiye’nin durumu son derece zorlaşır.

Sanıyorum Türkiye’de stratejistler de bunun iyice bilincin­ de. Kıbns konusu sadece bir milliyetçilik sorunu değil. Bura­ da iki şık var.

- Nedir bunlar?

- Ada, Türkiye’ye karşı düşmanca hareketlerde bir daha hiç­ bir şekilde kullanılamayacağı biçimde tamamıyla askersizleş- tirilir ya da Türkiye adanın tümünü kontrolü altına alır. Bir üçüncü seçenek olduğunu sanmıyorum.

- Adanın tamamıyla askersizleştirilmesinden söz ediyorsak

o zaman Türk Barış Kuvvetleri'nin de adadan çekilmeleri ge­ rekmeyecek mi?

- 1959 ve 1960 antlaşmalarında adanın tamamıyla askersiz­

leştirilmesi temel amaçtı. Kıbrıs tamamıyla bağımsız bir olu­ şum halinde kalacaktı.

J

Buradan Türkiye’ye hiçbir şekilde tehdit edici askeri bir ha­ rekât yapılamayacaktı. Ama tabii durum değişti. 1964 olayla­ rıyla birlikte bambaşka bir yola girdi. 1974’te Banş Harekâtı oldu ve bugüne geldik.

Türkiye, bence gelecek için Kıbns’ta kontrolü elinde bulun­ duracağı bir oluşum için ısrarlı olacaktır. Bakın, 1974’ün üze­ rinden 25 yıl geçti. Adada bugün sadece iki toplum değil,

ar-tık iki ayrı devlet var. Denktaş'ın, arar-tık görüşmelerin sadece i- ki devlet arasında yapılabileceği ısrarı ve Türkiye’nin bu görü­ şü desteklemesi bence mantıklı. Bugün için herkes beklemede. KKTC’yi bugün Türkiye’den başka hiçbir devlet tanımıyor. Bu da önemli bir sorun yaratıyor.

Bu sorun Kuzey Kıbrıs için de Türkiye için de önemli boyut­ lar kazandı. Olaylara ivme kazandırmak için bir nebze de olsa uluslararası tanınmaya sahip olmanız gerekir. Ama bu gerçek­ leşmiyor. Zamanla bu da olacaktır. Yine de aradan 25 yıl geç­ miş olmasına karşın olaylar ne Kuzey Kıbrıs, ne de Türkiye’nin lehine gelişiyor. Kuzey Kıbns ve Türkiye lehine gelişmeler ola­ bilmesi için daha ne kadar zaman geçmesi gerektiğini de bil­ miyoruz.

Öte yandan Güney Kıbrıs’ın AB’ye tam üyeliği konusu işle­ ri büsbütün karıştırıyor.

- Sizce A B ’nin Güney Kıbrıs’ı üyeliğe almaktaki ısrarı ne

kadar gerçekçi?

- Biliyorsunuz, onlar sadece tek bir Kıbrıs tanıyorlar. Bu ay­

nı zamanda ekonomik bir konu. Güney Kıbns’ın yaşam stan­ dardı Kuzey Kıbrıs’ınkinden kat kat üstün. Güney Kıbrıs A B ’yle bütünleşirse bu durum pekişecek. Tabii ki bir tarafta da Yunanistan olacak. Böyle bir durumda Kıbrıs’ta son derece bü­ yük bir dengesizlik ortaya çıkacak. O nedenle Ankara, “Bu ger­

çekleşirse biz de Kuzey Kıbrıs’ı Türk ekonomisine entegre et­ mek için en hızlı önlemleri alırız” diyor. Zaten Kuzey Kıbrıs za­

manlar önce Türk ekonomisiyle entegre olmuş durumda. Za­ ten başka ne seçeneği olabilirdi ki?

Bakın, Kuzey’deki her şeyin Türkiye üzerinden geçmesi ge­ rekiyor. Turizmi, posta hizmetleri, pek çok şeyi Türkiye’ye bağ­ lı. Güney’in AB’ye tanı üyeliği durumunda bu entegrasyon da­ ha da güçlenecek, ama ne ölçüye kadar? Onu bilemem.

Öte yandan Türkiye, bir şekilde, AB’yle daha iyi ilişkiler ku­ rabilir. O durumda da nötralize edilmiş bir Kıbrıs oluşabilir. Dostça ilişkiler içine girebilecek Türkiye ve Yunanistan da

Kıb-n s ’a ağabeylik edebilirler. Keşke bu seçeKıb-nek hayata geçirile- bilse çok iyi olurdu. Türkiye ve Yunanistan’ın hasmane ilişki­ ler içinde bulunmayı sürdürmelerinin bence nedeni yok.

Yıllar önce Yunanlı Prof. Lefthos Stavrianos’la bir konuşmam olmuştu. Benim Türk olduğumu sanmış olmalı ki “ABD’de,

Türkiye ve Yunanistan’ı birbirine yakınlaştırmak amacıyla bir Türk-Yunan grubu kuralım” demişti. Bu, 70’li yılların sonun­

da oluyordu. Ona mektup yazıp Türk olmadığımı, sözü dinle­ nebilir bir Türk bilim adamına konuyu açmasının daha doğru olacağını belirttim. Gelecek, Türkiye’yle Yunanistan arasında iyi ilişkiler kurulmasında yatıyor. Aynı durum Hindistan’la Pa­ kistan için söz konusudur. Ne yazık ki bu tür gerginlikler, taraf ülkelerin hiçbirinin işine yaramıyor. Sadece üçüncü güçlerin çı­ karlarına hizmet ediyor.

Kıbrıs sorunu 60’larda başlamıştı

- 4 Nisan 1964’te alınmış bir BM Güvenlik Konseyi kararı

var. Bu karara göre dünya sadece Makarios hükümetini Kıb­ rıs hükümeti olarak tanıyor. Bugünkü Rum Yönetimi de ken­ dini Makarios hükümetinin mirasçısı olarak dünyaya tanıtı­ yor. O zamandan beri bu kararın düzeltilmemesinin nedeni­ nin ne olabileceğini düşünüyorsunuz?

-B u hukuksal bir sorun, ama müthiş siyasal etkileri var. Ba­ na kalırsa dünyada hâlâ Yunan ve Rum yanlısı bir hissiyat var. Öte yandan Türkiye’nin tutumu da dünyada pek iyi bilinmiyor, pek iyi duyurulamadı.

Herkes Kıbrıs sorununun 1974’te başladığını sanıyor. Ama biz biliyoruz ki sorun 60’lı yılların başında zaten vardı ve

1964’te infilak etti.

Yeni yeni Amerikan CNN Televizyonu’nun 1964’ten söz et­ tiği dikkatimi çekiyor. Ama uzun yıllar Kıbrıs sorunu 1974 ha­ rekâtıyla başlamış gibi bir izlenim uyandınlmıştı, dünyada.

Pek çok şey gibi bu da Türkiye’nin imaj yaratma sorunun­ dan kaynaklanıyor. Kabul edelim ki Türkiye’nin Batı'daki ima­ jı hiç de parlak değil. Bunu değiştirmenin zor olduğunu biliyo­ rum. Ama daha fazla yüklenerek bu imajı değiştirmek için ça­ ba harcanmalıdır.

Bu iş hiç yılmadan, ısrarla yapılmalıdır.

Sanıyorum, Dışişleri Bakanlığı’nda bu işi yapacak bir ajans, bir daire olmalıdır. Türkiye imajını değiştiremediği sürece de dünya, Türkiye’nin pek çok konudaki tezlerinin farkında bile olmayacaktır.

-

Biliyorsunuz,

Türk Dışişleri Bakam İsmail Cem ile Yunan

Dışişleri Bakam Yorgo Papandreu, başta terörizmle mücadele olmak üzere çevre korunması, turizmde işbirliği gibi konula­ rın ele alınacağı müzakerelere teknik heyetlerin başlaması için karar aldılar. Sizce bu müzakerelerden ne gibi sonuçlar çıkar?

- Bu, iki ülkenin tutumuna bağlı. •

Bazen bu tür görüşmelerden hiçbir sonuç da çıkmayabilir. A- ma burada önemli bir nokta var. Türkiye terörle mücadelede so­ runlarının üstesinden gelmek zorundadır. Türkiye ayrıca Kürt sorununu da çözmek zorundadır. Böyle bir sorun olmasaydı ne İran, ne Suriye, ne de Yunanistan bu sorunu Türkiye aleyhin­ de kullanabilirdi.

Burada sorulması gereken soru, neden böyle bir sorunun var olduğudur. Dost güçler bile, hatta müttefikler bile birbirlerine karşı casusluk etkinlikleri içindeler. Dolayısıyla, böyle bir so­ runun varlığında komşu bir ülkenin bunu istismar etmeye ça­ lışması olağan dışı bir olay değildir. Bununla mücadele etme­ nin tek yolu, sorunu istismar edilemeyecek biçimde ortadan kal­ dırma yolunda çaba harcamaktır.

İkili görüşmelerle sorunu çözmeye çalışmak bana kalırsa çok da sonuç getirmez. Siz, kendiniz, kendi bünyenizdeki sorunu bitireceksiniz ki Yunanistan ya da başka herhangi bir ülke bu­ nu istismar edemesin.

O nedenle iki tarafın da sorunlarını çözmek istemekte ne de­ rece ciddi olduklarını bilmiyorum.

Birkaç yıl önce de iki tarafın işadamları yakınlaşma çabala­ rı içindeydiler. Bütün bunlar çok iyi girişimler. Ama Türkiye kendi iç sorunlarını çözmedikçe dış güçler belli ölçülerde bun­ ları istismar etmeyi sürdüreceklerdir.

İki taraf arasında tarihçilerin bu yolda görüşmeleri olabilir. Biliyor­ sunuz, bütün ulus devletlerin ken­ di resmi tarihleri vardır. Artık bu resmi tarihlerden vazgeçip tarihe özgürlük verme zamanı gelmiştir; tarih devlet kontrolünden çıkmalı­ dır ki belli ölçüde tarafsızlık oluşa­ bilsin.

Ülkelerin, bütün komşu ülkeler­ le ilişkileri keşke iyi olabilse. Tür­ kiye’nin Arap devletleriyle, örne­ ğin Irak’la, Suriye’yle ilişkileri da­ ha iyileşebilse. Irak, BM ’nin am­ bargosu altında. Ama Irak, Türki­ ye için önemli bir komşudur.

DSP’ye ne olur bilemem?

-1 8 Nisan seçimleri sonrasında DSP-MHP-ANAP koalisyonunun Türkiye’de hükümet oluşturması­ nı nasıl karşıladınız?

- Bu koalisyonun nasıl devam et­ tiğini izlemek çok ilginç olacak. Çünkü koalisyonlar, birinci ya da öbür ortak için çok tehlikeli serü­ venlerdir. Burada hangi ortağın da­ ha egemen olacağını bize zaman gösterecek. Tabii bu çekişme MHP ve DSP arasında geçecek.

Size geçmişten bir örnek vermek istiyorum. CHP’nin DYP’yle ittifakı CHP’yi mahvetti. Bugün ise MHP ve DSP’ye ne olacağını söylemek için daha vakit çok erken.

- Merkez sağ partilerin böylesine çözülmelerini nasıl değer­

lendiriyorsunuz?

- Bu çözülme 18 Nisan seçimlerinden çok önce başlamıştı,

zaten. Aslında bu partiler merkez sağ da değil. Bunlarda çok fazla dinci, aşın milliyetçi unsur var. Burada DYP ve ANAP’tan söz ediyorum. O nedenle bir merkez sağ oluşum olduğunu hiç­ bir zaman söyleyemem. Belki MHP’nin bu kadar oy kazanma­ sı, 1980’lerden beri devam eden sürecin bir sonucuydu.

Bundan sonra Türkiye’de yeni bir gerçek merkez sağ oluşu­ mun ortaya çıkıp çıkamayacağını izlemek ilginç olacak. Ger­ çek derken, liberal, laik, demokratik bir merkez sağdan söz edi­ yorum.

Bunun gerçekleşmesi gerek. Gerçekleşmesinin koşulu da bü­ tün eski liderlerin gitmesine bağlı. Bence Çiller’in günleri sa­ yılıyken Mesut Yılmaz, koalisyon ortağı olmayı başarabildiği için yeniden hayata dönmüş olabilir.

Ama bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. Bütün üçün­ cü dünya ülkelerinde artık partilerine yararlı olmayan liderler hâlâ kalmakta direnirler. Bu, kalkınmış denen ülkelerde olmu­ yor. Başarısız lider hemen istifa edip gidiyor. Ama az gelişmiş siyasi kültürler bunu başaramıyorlar. Zamanla her şey değişi­ yor. Ama her şeyden önce Türkiye’de parti içi demokrasiye ih­ tiyacınız var.

- Gırtlaklarına kadar yolsuzluklara bulaşmış siyasilerin hâ­

lâ koltuklarında kalabilmeleri konusunda ne düşünüyorsu­ nuz?

-Çünkü parti onları kontrol edeceği yerde onlar partiyi kont­ rol ediyorlar. Birtakım şeyleri paylaşıyorlar, partiye böylece egemen olabiliyorlar. Bence bunlardan kurtulabilmek için Siyasi Partiler Yasası’mn değiştirilmesi lazım. Siyasi parti lider­ leri hiç kuşkusuz böyle bir değişikliği istemiyorlar. Ama zaman­ la bu da gerçekleşecektir.

~ r

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a T o ro s Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

yükleneceğini taahhüt etmiş, Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı’nda “Ulusal azınlıkların etnik, kültürel, dil ve dini kimliklerinin korunacağını, ulusal azınlıklara

Gemi’de alacağımız kahvaltımızın ardından Arzu eden misafirlerimiz rehberlerinin ekstra olarak düzenleyeceği La Coruna Şehir Turu’na katılabilirler.Tur sonrası

 17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde alınan karar doğrultusunda 3 Ekim 2005 tarihinde. Lüksemburg’da yapılan Hükümetler

Bu çalışmada, Avrupa Birliği tüketici politikasının esasları, yasal dayanakları, tek pazarın oluşmasında tüketici politikasının önemi, birliğin tüketici politikası

YapılmıĢ olan Kampanya Sonu Saha Değerlendirme ÇalıĢması ile proje baĢlangıcında yapılmıĢ olan Bilgi Ġhtiyaç Analizi saha çalıĢmasında toplanmıĢ olan

olumsuzluklar söz konusu olmuştur. Gerek AB’de, gerekse Türkiye’de Türkiye’nin 

Ayçiçeği, yağlı tohumlu bitkiler içinde ekim alanı ve üretim miktarı bakımından birinci sırada yer almakta olup, içerdiği yüksek orandaki (%22-50) yağ

Makalenin amacı, son yıllarda Türkiye’nin üyeliği ile ilgili Avrupa Birliği ülkelerindeki akademik ve siyasi çevrelerce yapılan tartışmaların tarafsız olarak