• Sonuç bulunamadı

Sanatçının yaşsız bir adam olarak portresi:ressam İzgan Baz:kurumuş çınar yaprağının renkleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sanatçının yaşsız bir adam olarak portresi:ressam İzgan Baz:kurumuş çınar yaprağının renkleri"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sanatçının yaşsız bir adam olarak portresi: Ressam Izgan Baz

% <\

d

• 95

Kum m uş çmar yaprağının renkleri

Sevdiği renklerden konuşurken, “Sierra var” diyor, belki kirli san diye ifade edecek beğenmiyor, renklere saygılı... Sevdiği renki belirtmek, ifade etmek için, elini uzatıp hemen çay masasının yanında yerdeki çimenlerde kıvrılmış duran kurumuş çınar yaprağını alıyor, uzatıp “Bu açık, biraz daha koyusu” diye yaprağın üzerindeki bir rengi işaret edivor. TARİK SİPAHİ____________________ Kuzguncuk. 12 Eylül 1995. 18.30. Otobüs durağının arkasındaki kahvede ressam İzgan Baz’ı bekliyorum. Bu saat için telefonda sözleşmiştik. 2 eylülde İs­ tanbul’a geldi, 15’indede Londra’ya dö­ necek. Tam vaktinde geliyor. Orta boy­ lu, topluca, beyaz sakallı; kısa kollu göm­ leği pantolonunun üzerinde, sonra ikram ettiğinde öğreneceğim gibi, gömlek ce­ binde filtreli Bafra taşıyor. Beyaz, aydın­ lık bir yüzü var. Bakışları gülümsedi gü­ lümseyecek gibi. Boş bir masaya oturu­ yor ve.. tabii ki resimden konuşmaya baş­ lıyoruz.

Özellikle Rönesans öncesi resmi sev­ diğini söylüyor: “Rönesans öncesinden

bu yana ya derebeyleri ya da nüfuzlu kim­ seler sanatçıya kol kanat germişler. Son­ ra Fransa’da empresyonistler bu kez de, burjuvaziye geçen sermayenin kanadı al­ tında yer aldılar. Onların korumasına gir­ diler. Efendi hizmet ilişkisi sürdü gitti. Şimdilerde de derebeyi yerini galeri sahi­ bi alıyor.” Ekliyor: “Galeri sistemi yanlış.”

Neden resim yapıyor acaba? “Amcacım” diyor Baz, “Sezgilerimle, resimlerimle in­

sanların doğa bilincini şekil/renk/pers- pektif/kompozisyonla arttırmak; herke­ se ulaşmak.” Sanatçı daha çok non-figü-

ratif resimler yapıyor. Önceki yaz Tak­ sim de açılan sergisindeki yeşilin tonla­ rını ve renklerin içinde gizlenmiş kımıl­ dayan formları hatırlıyorum. Hep non-fi- güratif mi çalışmış? Hayır. Bir ara kendi portresini de yapmış; mutfaktan görünen arka bahçenin görüntüsünü de. İngilte­ re’de mahalli idarelerin açtığı resim ens­ titülerine üç dört yıl devam edip dersler almış. Perspektif, renk, kompozisyon için.

Yıllar önce Paris’te Selim Turan’ın atölyesinde Turan ve Sur Laj adlı şimdi dünya çapında ünlü olan ressamla olan konuşmalarını anlatıyor. Bir sanat dalı her türlü diğer sanat faaliyetlerine de do­ kunmak, sanat faaliyeti çok yönlü olma­ lı. Resmin tiyatro, heykel, dekorasyon, mimarlık ile birlikte yaşanması, yapıl­ ması inancım yaşamışlar bir süre. “Ama

o inanç öyle kaldı” diyor. Aradan geçen

yıllar, uygulanamayan doğruları bilin­ meyen yönlere sürüklemez mi? Sürükler. Meydandaki köpeği izliyoruz. Bir kedi geliyor yanımıza, kendini okşatıyor. Iz- gan sadece on gündür Kuzguncuk’ta ka­ lıyor, ama hemen ahbap olmuşlar.

Bir ara resimlerinde kum kullanmış.

Plastik renksiz zamkla karıştırıp yüzeye sürüyor. Artı renkler. Bir tane kalmış elinde ve de “Kimseye dokundurtmuyo-

rum” diyor, bunları söylerken de gülüm­

süyor ve birden 11 yaşında oluyor tebes­ süm ederken. Renksiz bir utangaçlık do­ laşıyor alnında. Yıllar önce Haşan Yücel

(Can Yücel’in oğlu) Londra’dan geçerken

Baz’larda kalmış. Portresini yapmış. “ Üç

dört saat sabretti, karşımda oturdu” di­

yor. Aradan üç dört yıl geçmiş. Haşan tekrar bir uğradığında, ‘o portre’yi iste­ miş. Her yeri arayıp taramışlar; portre yok. Resim bulunamamış. Ya evde rafla­ rın bir yerinde iyicene gizlenmiş ya da

“Belki üzerine başka resim yapınışımdır; niye kaybolsun, ama ortada yok” diyor.

İskele meydanının köpeği, ağaca dayalı bırakılmış, tahta sopanın ucundaki pas­ pasın iplerini çekiştiriyor. Çiğnemekle oynamak arası çok meşgul çok da keyif­ li. İzliyoruz. “Resim” diyor, “İnsanların,

halkın malı olarak yapılmalı. Organizas­ yonlar olmalı, belediye ve okullar resim­ le ilgilenmeli. Dersler kurslar olmalı. Ora­ larda sergilenmeli. Onların gayretleri ile resimler, alınabilir fiyatlarla halka ulaş­ malı.” Ama galerici ne kadar yüksek fi­

yata satabilirse satıyor. “ Bu insanı alçal­

tını bir şey” diyor. Yorgun bir tanık sesiy­

le de ilave ediyor: “Sanatçı temelde al­

çakgönüllü olmalı. Ama şimdi ressamlar da, galericiler de yenilik peşindeler. Bu­ nun doğrudan resimle ilgisi yok. Halkın paylaşacağı birdurıım yaratılmalı resim­ den anlayanlar. Ama yapılmıyor işte.” Bü­

yük koyu kırmızı bir tankerin uğultusu geçiyor cümlelerinin içinden. İlk sergisi­ ni 1959’da açmış. İki tane Türkiye’de 5 tane İngiltere’de. Resimleri ‘karma ser- gi’lerle Avustralya, Paris ve Almanya’ya ulaşmış. Otuz beş senede 7 sergi. “ Bazı resimleri elliyorum, hatta benim hanım sevdiği resimler değiştiğinde, bazı resim­ lerin üzerine başka çalışmalar yaptığım­ da, bana kızıyor, “ Sen hep böyle yapar­ sın” diye söyleniyor.” Gülüyor bunları söylerken ve yine 11 yaşından geçiyor. Sevdiği renklerden konuşurken, “Sierra

var” diyor, belki kirli sarı diye ifade ede­

cek beğenmiyor, renklere saygılı... Sev­ diği rengi belirtmek, ifade etmek için, elini uzatıp hemen çay masasının yanın­ da yerdeki çimenlerde kıvrılmış duran kurumuş çınar yaprağını alıyor, uzatıp

“ Bu açık, biraz daha koyusu” diye yap­

rağın üzerindeki bir rengi işaret ediyor. Çığırtkan ve çiğ renkler

kullanmıyor-muş. Bazen resim yapmaya ara veriyor. Bu ‘bazen’ üç dört ay sürüyor; bu kez uzun bir teneffüs vermiş, son bir yıldır re­ sim yapmıyor ara mı vermiş bırakmış mı belli değil. Resim bırakılabilir mi? ‘Ha­

yır’ ya da ‘kim bilebilir’? ‘Yaşamın neler

göstereceği’ni hiçbir zaman belli olmaya­ cağı gibi. Nereden geldiği belli olmayan bir serinlik dolaşıyor çınarlı meydanda. Ayrılıyoruz, saat 19.25. Kahveden Bey­ lerbeyi yönüne doğru yürüyorum, hemen ileride solda küçük bir park/aralık var, oraya sapıyorum, tki çocuk. Dört yum­ ruk büyüklüğünde bir taşa sımsıkı diken­ li teller sarmış, bir de uzun bir iple bağ­ lamışlar. Havada çevirip çevirip atabil­ dikleri kadar ileriye, denize atıyorlar... Sonra da kıyıda sola altı adım sağa yedi adnn denize paralel ağır ağır dolaşırlar­ ken, bir yandan da yavaşça ipi sarıyorlar. En sonunda dikenli tel yumağını dışarı­ ya çekiyorlar denizden. Ne yaptıklarını sordum.

Denizin içindeki misinaları, kurşunla­ rı, fırdöndüleri, kopmuş iğneleri dipteki değişik eşyaları topladıklarını söylediler. Kendi icatlarıymış. Her şeyin tertemiz göründüğü koyu mavi ışık, karanlığa dö­ nüşürken gece doğmak üzereydi.

Referanslar

Benzer Belgeler

Hattâ daha feriye vararak diyeceğim ki nice za­ mandır biz Boğaziçinden eski tarihin izsiz, esersiz, hayatsız kalmış bir şehri ve bir bölgesiy­ miş gibi

Cami, türbe, yalı, saray gibi mimari eserlerde binanın genellikle iç duvarlarını, kubbe ve tavanlarını, ahşap, sıva, taş, deri ve bez gibi elemanlar üzerine tutkallı

4 Oncocytes are caused by the metaplasia of the ductal epithelium of the seromucinous gland in response to chronic irritation and cigarette is the most common Rare Pathology of

Bu bağlamda sağlık bakım uygulamalarında bilgisayar kullanımının artması amacıyla eğitim-öğretim sürecinden itibaren başlamak üzere hemşire öğrencilerin

Eğer içinde bulunduğumuz iç ve dış meseleleri, Atatürkün bu telâk­ kileri ve «O» nun hayat ve dünya görüşü ile tetkik edecek olursak, bugünkü

Çelikten ve ark (7), tüberküloz plörezili olgularda yaptıkları çalışmada, plevral sıvıda yüksek oranda lenfosit hakimiyeti saptamışlar (% 94.1 oranında lenfositoz),

%1 Er +3 iyonu katkılı %75 mol TeO2 + %25 mol CdCl2 bileşenli cam numunesinin oda sıcaklığındaki Urbach Yasasına göre Eşik enerjisinin hesaplanması.. %70 mol TeO2 + %30 mol

Geleneksel ve organik yöntemlerle yetiştiriciliği yapılan çay bitkisinin, farklı sürgün dönemlerinde hasat edilen yaş çay ve işleme ürünlerinin (siyah çay ve çay