SAYFA
CUMHURİYET
12
DİZİ YAZI
Dünya Vatandaşı N âzım H ikm et
150cak 1902’de Selanik’te doğdu, 3 Haziran 1963’te M oskova’da öldü
O
. 'V ... .. • ‘ ‘söz olsam çağırsam haklıya doğru ya sözele
tuz bir yıl önce yitirdi- —r---- »--- fe-y--- — j— --- “ — .— y -n
soz olsam söylesem sevdamı yumuşacık 1\.H. 1962
■ ğimiz, her sene doğu- I munda ve ölümünde sevgi ve saygıyla andığımız . ünlü ozanımız Nazım Hik met, ana tarafından, Batılı, baba ta rafından Doğulu’dur. Bu iki ailenin belirgin ortak özellikleri vardır: Sa natçı, özgürlükçü ve dürüsttürler. Nâzım’ın anası Celile Hanını ressam; hem de ilk kadın ressamlarımızdan. Çanakkale’de emperyalizme karşı yi ğitçe savaşarak şehit olan dayısı Meh
met Ali aynı zamanda şair ve res
samdı. Dedesi Enver Paşa dil bilgini. Türkçemizin gelişip serpilmesi, ya bancı sözcüklerden arındırılması uğ raşanında önemli görevler
yüklen-Şimdidönelim Nâzım Hikmete...
T opraktan
A
y
o
¿ t i p * * '
M
M ( R
m m
ve ateşten doğan ozan
miştir. Polonya ve Alman asıllı olan (ana tarafından) dedeleri kendi ülke lerinde baskıcı düzenlere karşı çıktık ları için yurtlarından edilmiş, buna karşın askeri ve kültürel alanda birer değer oldukları saptanan bu kişiler Osmanlı devletinde en yüce makam lara kadar getirilmişlerdir.
Nâzım, baba yönünden de ünlü dür.
Babası Hikmet Bey, İttihatçı Enver ve Ta
lat Paşa’lar yöneti
minde ‘Matbuat
Umum Müdürlüğü'
(Basın Yayın Genel Müdürlüğü) görevine getirilmiş, sanat, sine ma dergileri çıkarmış; yönetmiş, Dışişleri’nde önemli görev ler yapmış dürüst, babacan, insancıl; sözün tam anlamıyla çelebi bir kişidir. Dedesi Nâzım Paşa ise çeşitli illerde valiliklerde bulunmuş seçkin bir dev let adamı ve ünlü bir şairdir. Eserleri vardır. Mithat Paşa ve Namık Ke mal'in dostudur. Mevlevidir.
Ana ve baba tarafından Nâzım, Doğu’yla Batı’nın bir sentezi gibidir. Daha küçük yaşta bu iki kültürden esinlenmeye ve beslenmeye başlamış tır. Evde Batı müziği, Doğu müziği; Fransızca. Almanca, Farsça, Arapça, Osmanlıca... Resim, minyatür. Kara göz, tiyatro iç içe.
Nâzım'ın ozanlık ve yazarlık yılla rında bu birikimin sentezini izleyebi leceğiz. •
Ana ve baba soyundan Nâzım’a cömertçe sunulan bu kültür mirasının dışında maddi hiçbir şey bırakılma mıştır. Deyiş yerinde ise bir topluiğne bile. Ailesinin ve yakınlarının ¿öylesi ne büyük görevler üstlenmesine kar şın ¿öylesine dürüst kalabilmeleri şaşırtıyor insanı! Ellerine fırsat geçin ce deveyi havuduyla yutan bazı din adanılan dahil, vurguncu ve soygun- culann, Memalik-i Osmaniye'de (Os manlI mülklerinde), cumhuriyet Tür- kiyesi'nde cirit attıkları düşünülün ce... Hele hele Allah’ın cebinden pey gamberin çalındığı günümüzde.
“yazılarım otuz kırk dilde basılır Türki- vem’de Türkçemle va
şak” N.H. 1962
B
iz topraktan, ateşten,
sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor
çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır
sakallarımız!
Neş’emiz sıcak
kan kadar sıcak
>
A ,
na ve baba tarafından
Nâzım, D oğu’yla Batı'nın bir
sentezi gibidir. Daha küçük
yaşta bu iki kültürden
esinlenmeye ve beslenmeye
başlamıştır. Evde Batı
müziği, Doğu müziği;
Fransızca, Almanca, Farsça,
Arapça, Osmanlıca... Resim,
minyatür, Karagöz, tiyatro iç
içe.
Af.
Yaşamının en verimli 17 yılını mapushanelerin kalın duvarları arasında geçiren Nâzım'ın suçu neydi? Adam öldürmemek mi, rüşvet yememek mi, ırza geçmemek mi, vatan satmamak mı?..
ustafa Kemal
‘Kuvay-ı Milliye' bayrağını
açmış, tüm yurtseverleri
Anadolu’ya, Ankara'ya
çağırıyor.
Ve hemen bu çağrıya uyan
Nâzım, gizli yollardan
Ankara’ya ulaşıyor.
Ciğerlerinden hasta olduğu
için cepheye gönderilmiyor
Nazım. Yol ve yöntem
arkadaşı Va’la Nurettin'le
Bolu’da bir okula öğretmen
olarak atanıyor.
Türkiye’de Türkçesin- de yalnız şiirler ve yapıtları yasaklan mayla kalmayacak Nâzım'ın, yaşamına da yasak konu lacaktı. Hem de 35 yıl. Ondan sonra kim öle, kim kala?..
Yaşamının en güzel, en verimli 17 yılını mapushanelerin kalın duvarları içine gömdüler.
Niçin? Suçu neydi Nâzım’ın? Adam öldürmemek mi, rüşvet ye memek mi, ırza geçmemek mi, vatan satmamak mı?..
Fincana katırları neden ürkmüştü böylesinc?
Rivayete (söylence) göre suçunun en büyüğü askeri, üstlerine karşı kış kırtmaktı.
Asıl neden ise Nâzım’ın nasıl bir şa ir olduğunun irdelenmesinde yatıyor du.
Aklıyla, yüreğiyle, yeteneğiyle kim lere karşı, kimlerden yanaydı Nâzım? Niçin Bolu Beyi'nden yana değildi de, Köroğlu’ndan yanaydı?
Neden Pir Sultan dan yanaydı. Hı
zır Paşa'ya karşıydı?
Sermayeye karşı çıkıp emekten ya na tavır koymanın anlamı neydi?
Yapıtlarıyla kimlerin kovanına ço mak sokuyordu?
Kısaca, bir kaşık suda boğmak iste dikleri Nâzım Hikmet'in suçu nasıl bir ozan olduğunun betimlenmesinde yatıyordu:
Nâzım Hikmet.
Kurtuluş savaşlarının, bağımsızlık ların, sosyalizmin, insan haklarının ödünsüz ozanı... Ve Türk dilinin mi ntan; Mimar Sinan'ı...
“İyi ya, ne var bunda, bunun neresi suç?” denebilir.
Türkiye’de, Mustafa Kemal’in ön cülüğünde emperyalizme karşı dün yanın ilk bağımsızlık savaşlanndan biri verilmedi mi? Osmanlı devletinin ceberut düzeni yıkılıp, insan haklan- na dayalı Türkiye Cumhuriyeti ku rulmadı mı? Ardından bir dizi devrim başlatılmadı mı? Uyduruk Osmanlıca atılıp dilimizi yabancı dillerden arın dırma çalışmaları başlatılmadı mı?
Başlatıldı, ama henüz sonuçlanma dı.
İşgalcilerin işbirlikçisi saray yıkıl masına yıkıldı. Ya kurumlan, ku- rumlanna sinen karşı devrimci dü şünce devlet içinde gizli devlettir. Nazım ve yandaşları ise bunların yu valandıkları inlere kalemleriyle savaş açmışlardır. Kapıdan kovulan işgal cilerin yeni bir sömürgecilik yönte miyle bacadan girmemeleri için hal kın, özellikle emekçilerin örgütlenme si ve bilinçlenmesi gerektiğine
inan-BİRANI
‘ZIRLAMAK’
Nâzım’ın kızkardeşi Samiye, bu anıyı şöyle anlatıyor:
“Sanıyorum 1917 yılıydı.
Ağabeyim, elinde bir dergi, sevinçle odaya girdi. Dergi yi babama uzattı:
- Hem şiirimi basmışlar hem de övgü yazmışlar; oku babacığım, dedi.
Babam şiiri okudu. Gülümsüyordu. Hoşlanmış olma lıydı. Ne söyleyecek diye, biz de babama bakmaktaydık.
- Bak Nâzım, dedi babam. Sana Nasrettin Hoca’dan bir fıkra anlatayım: Hocas birinden borç para almış. Za manı gelince ödeyecek. Ödeyememiş. Alacaklı kadıya başvurmuş. Hoca’nın evine haciz memurları gelmiş. Ev de ne var ne yok başlamışlar yazmaya. Kap-kacak, yor- gan-döşek, ne varsa. Başka bir şeyin var mı yazacak?’ demişler Hoca’ya. Hoca da: T am am , demiş, ben faki rin neyi varsa ortada. Hepsini de yazdınız.'
Tam o sırada ahırdan merkep anırmaz mı?
Hacizciler: ‘Hoca, demişler, hani bu anıranı yazdır madınız ya?‘
Hoca ahıra doğru başını uzatarak:
- Zırla eşek, demiş, senin adın da devlet defterine geç ti...
Babamın anlattığı bu fıkra, ağabeyimin yaşamında sür dü. Hatta ölümünden sonra da.”
(Nâzım, 1970, Sf: 152-153. A.Aydemir). ■!
makta bu nedenle var güçleriyle çalı şmaktadırlar.
Kapitalist ülkelerin sömürgeci iktidarları 1933’lerde azgınlaşa rak süren ekonomik krizin mide bulantısı ndan kurtulabilmek için yeni bir paylaşım planlaması yapmak tadırlar. Bu işin başını Almanya'da Hitler, İtalya'da Musso-
lini çekmektedir sermayenin vahşi,
acımasız gücü faşizm ve Nazizim adı na. Önlerine çıkanları gözlerinin yaşı na bakmadan ezip geçeceklerdir. Kuşkusuz her ülkede bunların açık, gizli yandaşlan vardır.
“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, akar suyun,
meyve çağındaki ağacın, serpilip gelişen hayatın diişmam. ”
Peki. Nâzım’ı bilimsel sosyalist ol maya zorlayan olgular nelerdir? Bu aşamaya nasıl gelmiştir? Bu bilince nasıl ulaşmıştır?..
Yıl 1920.
İstanbul işgal altında.
Nâzım, Bahriye Okulu son sınıfın da; stajyer güverte subayı. Sağlığı bo zuk. Ciğerleri su toplamış, hasta. Doktor gözetiminde yorgan-döşek yatıyor.
İşgal altındaki İstanbul kan ağlı yor!
Kederle gelen akşamlar, şehrin bağrına saplanan bir bıçak acısıyla çı
kıyor sabahlara.
Şehrin sokaklarında İngilizce. İtal yanca, Rumca, Fransızca bilmem nece konuşmalar. Defolup gideceğe benzemiyorlar.
Kızlar, kadınlar, çocuklar, kapalı kapılar ardında suspus. Söylentiler yayılıyor peş peşe: “Sıra sıra darağaç-
İarı kurulacakmış İstanbul sokakları na. İşgalcilere karşı koyanlar bir flama gibi asılıp direğin ucuna, sallandıra caklarmış. Zırhlılar topa tutacaklar mış İstanbul’u. Yakacaklarmış İstan bul’u.”
Bir zamanların Kaf Dağı ndaki dev gibi heybetli görünen ‘Saray’ şimdi
içine kapanmış bir sümüklü Böcek. Haksızlık, işkence, hayasızlık, da lavere, yüzsüzİük; işgalci güçlerin ve işbirlikçilerinin yüzlerinde ölülerin ır zına geçen iğrenç ve dişlek bir ağız gibi sırıtıyor.
Kurtuluş Anadolu’da, umul Ana dolu'da...
Mustafa Kemal ‘Kıı\ay-ı Milliye’ bayrağını açmış, tüm yurtseverleri Anadolu'ya. Ankara'ya çağırıyor.
Ve hemen bu çağrıya uyan Nâzım, gizli yollardan Ankara'ya ulaşıyor.
Ciğerlerinden hasta olduğu için cepheye gönderilmiyor Nâzım. Yol ve yöntem arkadaşı Va’la Nurettin'le Bolu’da bir okula öğretmen olarak atanıyor.
Nâzım, böylecc Anadolu insanın kendi kaderine terk edilişini yakından görecek, onlarla iç içe olacak, acılan- nı, açlıklarını paylaşacak: bilerek
bil-“Bana hak ey avanak, elinden o zımbırtıyı hır ak. Benim
şiirlerime ilham veren perimin omuzlarımla açılan kanat; asma köprülerimin dem ir putrellerindedir. Beethoven’in sonatları.. (...) Ey heni açık ağız dinleyen adam! Belki arkamdan hana bu kalbini haykırana ‘kaçık’ diyen, adam! sen de eğer ötekiler gibi kazsan,
bir mana koyamazsın sözlerime bak bari gözlerime; bunlar:
Deli gözbebekleri gözbebekleri!
Bakır ¿ir tepsi üstüne demir bir tokmakla vuruyor gibidir Nâzım:
(...)
ey üç atlı yaylısının içinden sağır
burunsuz kör köylülere Pierre Loti ahi çekip geçen ağzı gemli
eli kalemli
efendiler! Tatlı maval dinlemekten usandık. Artık hepinizin kafasına şu daaaaaank desin: Köylünün toprağa hasreti var
toprağın hasreti makineler!
Nâzım'ın dizeleri kızıllığını güneş teav e ateşten almış bilyalar gibi vın layarak sağa-sola dağılıyor:
gayr
Biz topraktan, ateşten, sudan, de mirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımızı karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız■ N eş’emiz sıcak
kan kadar sıcak .... Akın var Güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın!
Nâzım, yirmi üç yaşındadır.
Birdenbire ünlen- miştir. Basının odak noktasıdır. Yandaş larından çok karşıtlan vardır. Bu erken gelen ünü erken öten horoz örneği
susturacak-meyerek, din adına: padişah halife adına işgalcileri savunan işbirlikçiler le çatışacak, zulmün, sömürünün yer lisinden de yabancısından da nefret edecektir. Ziya adında bir yurtsever hakimin yardımıyla yobazların ve çı kar gruplarının ölümcül tuzağına düşmekten kurtulacak, iyi yürekli yoksul insanların çilelerini yüreğinin derinliklerine gömerek Bolu'dan ay rılacak; Sovyetler Birliğı'nc gidecek. Kutv Üniversitesi öğrencisi olacak, Sovyet devrimini gözlemleyecek, ya şayacak; Marks'ın kuramını özümle yecek, Lenin'in uygulamalarından esinlenerek Türkiye’ye dönecektir.
'Yıl 1924.
Nâzım, gelenekçi Türk şiiri üstünde bir bomba gibi patlaya caktır. Yeni bir ses. yeni bir biçim; yepye ni kavramlar, yalın bir ¿İh
lardır. Nâzım’ın sık sık kullandığı iş çi-köylü-emekçi-sosyalizm-sömürü- faşist gibi sözcüklerden tedirgindirler Nâzım’ı susturmak için nasıl bir yo izleyeceklerini de bilemiyorlar. Tarr bu sırada provokatör olarak kul landıkları ve TK P içine soktuklar bazı kişilerin uydurmalarına dayana rak Nâzım’ı ve arkadaşlarını gizli ör güt kurmak ve üyesi olmaktan mah kemeye veriyorlar.
Gıyaben yargılanan Nâzım’a 15 yı ceza.. Nâzım, kendisine yakıştırılar bu cezanın haksızlığına, ağırlığım inandığından teslim olmaz. Birkat gün orda burda gizlendikten sonra Bir kolayını bulup yurtdışına çıkar Eksik kalan öğrenimini Sovyetler’dı tamamlar. Türkiye'de mahkumlara af çıktığını öğrenir. Yurda döner Hopa ve Ankara cezaevinde kısa biı süre kaldıktan sonra salıverilir.
Bu arada Nâzım peş peşe yapıtlaı vermeye başlar. Yalnız şiirle yetin mez, tiyatroya yönelir. Yepyeni biı içerikle yazdığı piyesler Muhsin Er- tuğrul’ca sahnelenir. Tiyatronun ola ğanüstü bir ilgiyle tıkaBasa dolduğu nu, alkışların dışarılara taştığını gö ren ve duyan çıkar çevreleri tiyatroya sansür koyarlar.
“Ya öyle mi, alın size..” der gibi ik:
yılda dört kitap yayımlar Nâzım Gökgürültüsüylc, şimşekler çakarak gelen ‘835 Satır’. ‘Jokond ile Si-ya-u’
‘Varan 3’.‘Bir Artı Bir, Eşittir Bir’lc
ortalığı tozu dumana katar.
Benim anladığım dil
bakır, demir, tahta, kemik re kiriş lerle çalınan
O duvar o duvarınız,
vız gelir bize vız!.. Bizim kuvvetimizdeki hız,
ne bir din adamının dumanlı vaadin den,
ne de bir hülyanın gönlü yakışı- ndandır.
O yalnız tarihin
o durdurulmaz akışı-ndandır.
Sükun yok, hareket var bugün yarma çıkar, yarın bugünü yıkar
ve bu durmadan akar akar...
akar...
SAYFA
CUMHURİYET
10
DİZİ YAZI
Destanlara duvar vız geliyor
m*% m
... ...—...
,,,,
™ ' W N : l / m ı k ı r • ı l / r o k ı ı r ı n m /»»/•
ağımsızlık, de-
W ~^k mokrasi ve
halk düşman- M ^ ları anlarlar ki,
m M Nâzım 'in
ya-■ ^ ratıcılığı, diren ci, inancı karşı fikirlerle yıkı- lamayacak kadar sağlamdır. Bu adamı, makam, para, şan ve şöhret vaadiyle sustur manın da yolu yoktur. Tek çıkar yöntem onu içeri tıktır mak. Kimbilir belki mapusa- nede ıslah-ı nefs eder. Ne de olsa paşalar soyundan gelme. Zora dayanamaz, yılar.
Düşündüklerini uygular lar. Yıl 1932. Aylardan aralık. Nâzım tutukevinde. Savcı iddianamesinde Nâzım’ın idamını istemekte. “Samuşum, 20/2/1933 Bu ayın 27’sinde mahkeme miz başlıyor. Mustantik bey (sorgu yargıcı) kararnamesin de benim idam meselesini ileri sürüyor. Fakat kararnameyi çürütmek mahkemede güç ol mayacak sanırını. Çünkü hiç alakadar olmadığım, bana ait olmayan cürümlerle ittiham oluyorum. Bu hususta Piraye’- ye mufassal (geniş) malumat verdim. Ondan sorabilirsin. Şevket Süreyya ile Süreyya Paşa’yı, Kari Marks’ın eser leriyle benim üslubumu birbiri ne karıştırmış.
Nâzım “Samuşum! Kardeşim. ...Müddeiumuminin (savcı)
iddianamesinde 146-147'nci
maddelerden tecziyem isten miştir ki, bu da idamdır. Daha müstantik (sorgu yargıcı) ka rarnamesi, mahkeme ve kararı var, ondan sonra da temyiz... Şimdiye kadarki komünistlik mahkemelerinde istenen mad de 146-147 delaletiyle 171 idi ki, bu da 4 seneden 12 buçuk seneye kadardı. Ve değil benim gibi hiçbir kanuni delilsiz, sırf iftira yüzünden düşenler hatta gayet açık maddi delillerle yakalananlar bile İstanbul'da, İzmir’de, Adana'da en fazla dört sene cezaya çarpıldılar...
Nâzım’’
Sonuçta Nâzım bu da vadan 5 yıl ceza yer. Hem de kanıtsız, tanıksız. Tem yiz, şu bu der ken genel af çıkar. Nâzım da bu arada bir buçuk yıl yatmış olur.
Nâzım dışarı çıktıktan sonra görür ki faşizm ülkemizde yaygınlaşmakta dır. Sovyet devriminin tekerlekleri al tında ezilme korkusuyla şuraya, bu raya, Türkiye’ye sığınan ‘Kulaklar’ ve üniversite ağası proflar kıyıma uğra dıklarını ileri sürerek faşizmin övgü sünü yapmaktalar. Örgütlenmişler. Dış güçlerle işbirliği içindeler.
Nâzım, düşünür: ‘Ne yapmalı?’ Zaman kaybı, para-pul, hatta ener ji kaybından bile önemli. Kollan sı
var. işe başlar...
Kısa sürede ‘Taranta-Babu’ya Mektuplar’ı salar ortalığa. Eserin
amacı faşist Mussolini'nin maskesini çekip almaktır yüzünden. Yalana, dolana, sömürü ve zorbalığa daya nan faşizmin iğrenç görüntüsünü ser gilemektir. Zencilere karşı gösterilen ırkçılığı protestodur.
(...)
Roma'nm büyük
Roma 'mn geniş caddelerinde bugün; dayamış sırtım beton-arme baııkala- ra,
çifte başlı bir balta gibi duran yalnız bir kara yalnız bir kanlı gölge var: Her adımda bir esir başı vuran, her adımda bin mezar
açıp geçen Sezai!..Roma.' Kovadis
Roma? diye sorma!
Bizim oraların güneşi gibi aydın ve ortada bu! Sus Taı anta-Babu!
Sevgiyle saygıyla, gülerek haykırarak sus!.. Dinle bak: Zincirlerini kırıyor
Roma’nm varoşlarında Sparta-
küs!...
D
üzmece
senaryolarla 1932
Aralık ayında Nâzım
cezaevine konur. Zor
zanaat dediği bu
hapislik 1.5 yıl sürer.
Cezaevinden çıkan
Nâzım önce
“Taranta Babu’ya
Mektuplar”ı salar
ortalığa.
unu “Simavne
Kadısıoğlu Şeyh
Bedreddin Destanı”
izler. Düşmanları
bile şaşkına çevirecek
bir başyapıttır bu.
Nâzım için
Bedreddin ve olayı
‘ulusal bir onur’dur.
^ O c a k l 9 3 8 ’de
Nâzım ’m başına çok
daha büyük bir bela
örülür. Bu kez
hapislik 13 yıl
sürecektir. Ancak
Nâzım yılmaz.
“Memleketimden
İnsan Manzaraları”
bu yıllarda yazılır.
. ^ / â z ı m ’ın yaratıcılığı, direnci ve
inancının karşı fikirlerle
yıkılamayacak kadar sağlam
olduğunu gören bağımsızlık,
demokrasi ve halk düşmanları için tek
çıkar yol onu içeri tıktırmaktır. Onun
mapusanede zora dayanamayıp
yılacağını sanırlar.
p i
Nazım'ı susturabilmek için içeri atanlar,’onun gür sesini engelleyemezler. Nâzım’ın bu yıllarda yazdığı ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’nı Gülsün Karamustafa bövle çizgiye dökecektir. yapayalnız
karanlıklara bırakılmış bir çocuk gibi
bağıra bağıra kendi sesiyle uyanarak,
korkuyla tutuşup
korkuyla yanarak, durup dinlenmeden konuşuyor. Mussolini çok konuşuyor Taranta- Babu
çok korktuğu için
çok konuşuyor!
mek,
yarin yanağından gayri her şeyde her yerde
hep beraber! mek için
on binler verdi sekiz binini... Yenildiler.
Yenenler, yenilenlerin
diyebil-Nâzım uzun hapislikten, ölüm orucu ve başlatılan kampanya sonucu kurtu lur. Ancak 13 yıl süren bir çilenin armağanı hasta ciğerler ve hasta yürekle.
Henüz “Taranta-Babu’ya Mektup
lar” ın basında yankısı bitmemişken, ‘Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı’m bir topaç gibi fırlatıverir
BabIali’nin orta yerine. Düşmanları bile şaşkına çevirecek bir başyapıttır bu. Nâzım için Bedreddin ve olayı
‘ulusal bir onur’dur.
Mussolini çok konuşuyor Taranta- Babu !
tek başına
“Hep bir ağızdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek ağı, demiri oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek toprağı, ballı incirleri hep beraber
yiyehil-dikişsiz ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını. Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne saraylannda damıziannuş atların
eşildi nallarıyla...”
Kan içici yobaz sürülerince Sivas' ta, otuz altı canyoldaşıyla birlikte acı masız yakılıp öldürülen, ömrünün en güzel yıllarını “En güzel işim” dediği Nâzım araştırmalarına ayırmış, dos tum, sevgili ağabeyim, ünlü eleştir
men Asım Bezirci;
‘Nâzım Hikmet’ isimli
yapıtında ‘Bedreddin Destanı’yla ilgili görüş
lerini özgün ve yetkin bir biçemle şöyle sıra lar:
“Tatlı bir ezgi, duru bir su gibi akan bu dize ler, insanla doğa ve çevresi arasındaki
uyumsuzluğu kaldıran, sömürüye,
baskıya, savaşa son veren, herkese barış, adalet, mülkiyet sağlayan bir toplum düzenine kavuşmak için çarpı şan halkın özlemini dile getiriyor. Yal nızca yukarıdaki dizeler bile Nâzım Hikmet’in ideoloji ile sanatı, düşünce ile duyarlılığı, imge ile gerçekliği, içe rik ile biçimi, etkili bir ses düzenlemesi içinde nasıl ustalıkla kaynaştırdığını ortaya koyuy or. Ayrıca geçmişe dünün gözüyle değil, bu günün, hatta elden geldiğince yarının gözüyle baktığını da gösteriyor. (Buna hem eşzamanı, hem de artzamanı kucaklayan evrimsel ve bütünsel bir bakış da denebilir.) Çünkü sözü edilen toplum, geçmişten gelen ve şimdiden geleceğe uzanan bir özlem dir.”
(...)
Yağmur çiseliyor, korkarak yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi. Yağmur çiseliyor, Serez’in esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkanının karşısında Bedreddin’im bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor Serez çarşısı dilsiz, Ser ez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmeme nin kahrolası hiiznii.
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor.
(Not: O uğursuz gün Sivas Çarşısı da kapatmış mıdır elleriyle yüzünü?..)
bul.
17 Ocak 1938. Bir kış gecesi,
İstan-Nâzım, bir akrabasının evin dedir. Evi polisler basacak, alıp götürecekler Nâzım’ı.
Gidiş, o gidiş. Hapislikzorza- naat.
Bu kez felaket makamları Nâzım’ın başına öyle bir çorap örecekler ki içinden şeytan bile çıkamasın.
Devleti araya sokacaklar. Hem de devletin en etkili gücü silahlı kuvvetleri. Meraşal Fevzi
Çakmak’ı da Nazım’a karşı ta
raf kılacaklar.
Ve Nâzım’a ‘Harpokulu Da-vası’ndan 15 yıl..
Dahası var.. Beterin beteri.. Al sana ‘Bahriye Davası’ndan da 20 yıl. Etti mi 35 yıl.. Yat ya- tabildiğince...
‘Şeyh Bedreddin Destanı’ Nâzım’ın 1936’da yayımladığı son eseri olacaktır. 30 yılı aşkın bir süre Nâzım’ın yayımlanmış tüm eserlerine yasak ko nacaktır. Ona sahip çıkmaya kalkanın peşine polis takıla caktır. Nâzım’la ilgili her şey, ancak ağızdan kulağa fısıltı ha linde geçebilecektir.
Nâzım hapis hanede elini ko lunu bağlayıp oturmaya caktır. Bir tek satırının bile basılmayacağım bildiği halde durmadan, yo
rulmadan vire yazacaktır. En büyük eseri kabul edilen ‘Mem
leketimden İnsan Manzaraları
nı da hapishanede hazırlaya caktır. İçeride kurduğu doku ma tezgahlarıyla, İkinci Dünya Savaşı kıtlığında birer ikişer ölen; açlıktan ölen ademba- balara iş alanı açacak, üretim yaptıracak, harçlık sağlayacak, siyasi davalardan çeşitli mapu- sanelerde yatan yoldaşlanna; eşi Piraye Hanım’a kannea ka rarınca parasal yardımda bu lunacaktır. Mahkumların ba bası olacaktır Nâzım. Tapını- rcasına sevilecektir.
Trajik mapusane yaşamına 13 yıl dayanabilecektir Nazım. Akciğer, karaciğer hastalı klarıyla, siyatik ağrılarıyla uğ raşırken kalbi de devreye gire cek.. Yazdığı dilekçelere yanıt bile vermeyen üst makamlar, doktor raporlarını da savsakla- yacaklardır. Oysa hasta yüreği alarm vermeye başlamıştır. Ölüm orucuna yatmaktan baş ka çıkar yol yok gibidir. Ken dine reva görülen ve belki dün yada bile bir eşi olmayan bu haksızlığı ancak böyle protesto edebilecektir. Ölürse de böyle ölecektir. Ve böylece 8 Nisan 1950’de açlık grevine yatar Nâzım.
Bu grev kısa sürede dün yanın pçk çok ülkesinde yankılana caktır. Ünleri sınırlarını aşmış sanat ve bilim adam lanna üst düzey devlet adamları da katılacak, “Nâzım’ı Kur
taralım” kampanyası başlatılacaktır.
Türkiye cumhurbaşkanına, başbaka na, Meclis başkanına, mektup, telg raf, mesajlar yollanacaktır. Bu kam panyayı içerde, linç edilme pahasına (Çiçekpalas olayı) toplumcu gençlik destekleyecektir.
Bu arada Nâzım, hapishaneden hastaneye kaldırılacaktır. Hapisha neden gizli yollarla da dışarıya kaçırı lan şiirleri elden ele, dilden dile dola şacaktır. Veda Hoşçakahn dostlarım benim hoşçakahn! Sizi canımda canımın içinde,
kavgamı kafamda götürüyorum. Hoşçakahn
dostlarım benim hoşçakahn Resimlerdeki kuşlar gibi
dizilip iistiine kumsalın, mendil sallamayın bana;
iste mez!
Ben dostların gözünde kendimi boylu boyunca görüyo rum...
A dostlar
a kavga dostu iş kardeşi
a yoldaşlar a! Tek hecesiz elveda!
Geceler sürecek kapının sürgüsünü, pencerelerde yıllar örecek örgüsünü ve ben bir kavga şarkısı gibi haykıracağım
mapusane türküsünü. Yine görüşürüz
dostlarım benim yine görüşürüz... Beraber güneşe gider,
beraber dövüşürüz... A dostlar a kavga dostu iş kardeşi a yoldaşlar a! E L V E D A ! SÜ R ECEK
SAYFA
10
T
CUMHURİYET
DİZİ YAZI
- jr " azım'ın ölüm
oru-J cunda direnmesi, çok
/ ^ / sayıda ülkenin seçkin / % / sanat, bilim ve siyaset / W insanlarının, içeride-’ ki sanatçı ve aydın ki şilerle işbirliği yapıp hükümete dayat ması ona özgürlüğü getirecektir. Mahkum arkadaşlarının sevinç göz- yaşlanyla hapishaneden uğurlana caktır. Edimli 13 yıl süren bir çilenin armağanı hasta ciğerler ve hasla yü rekle...
Nazım, hapishaneden çıktıktan sonra gerçekten özgür mü olacaktı? Hayır. Anayasada yazılı kişi özgür lüklerinin hiçbirine sahip olamaya caktı. İş bulma, seyahat, sanat yap mak. kişi dokunulmazlığı... Hiçbiri ne...
Siyasi polis Nazım'ın evinin, belki iş yerine yürekliliğini gösterir umuduy la uğrak yeri yaptığı ipek Film Stüd- yosu’nun yöresine karakol kuracaktı. Bütün araç ve gereçlerle onu adım adım izleyecekti. Yalnız onu değil, onunla selamlaşanı bile...
Sadece izlemekle yetinseler belki Nazım buna da katlanacak, sevgili yurdundan ayrılmayı bir an olsun dü şünmeyecekti. öykü yazarlarımızın en büyüğü Sabahattin Ali’ye yapılan ona da yapılacaktı. Bir punduna geti rilip öldürülecekti. Bu acı gerçek kanıtlarıyla gizli yoldan Nazım'a ile tilmişti. Artık Nazım için tek kurtuluş yolu kalmıştı: Kazasız, belasız yur dundan uzaklaşabilmek... Ama nasıl olacaktı bu iş. Polis tetikteydi. “Kaçı
yordu, dur dedik, durmadı; vurduk...”
Ucuz, kolay ve geçerli polisiye yön temdi bu. Adı sanı bilinmeyen pek çok kişiye ve en son da Sabahattin Ali'ye uygulanan...
Nazım enine boyuna düşünür bun ları. “Boşa koyar dolmaz, doluya ko
yar almaz.” Başkaca um arda yoktur.
Otobiyografisinde dediği gibi:
“...95/ 'de bir denizde genç bir arka daşla yürüdüm
üstüne ölümün...”
Bu ölüm yürüyüşünde şansı yaver gider ve Moskova'ya kapağı atar Nazım. Karısını, üç aylık oğlunu İstanbul’da bırakarak!..
Bundan sonra 12 yıl daha yaşaya caktır Nazım.
Türkiye'de adım adım faşizmin so luğu izliyordu Nazım'ı. Yurtdışında ise durup dinlenmeden, kocaman bir diş ağrısı gibi çatlak yüreğine çörekle nen yurt özleminin ve ölümün solu ğu...'
“...Memleketinden, şehrinden, evin den uzakta ihtiyarlamak korkunç şey. İnsan, memleketinde, şehrinde, köyün de, evinde ihtiyarlaşacak. Yoksa ihti yarlık dayanılır gibi değil.
İnsanın memleketinde aldığı her so luk, hatta bunu demir parmaklıklar arasında da alsa, muhacirlikte, hatta izzet ve ikbal içinde, hatta dostlukla tıklım tıklım dolu bir hava içinde aldığı bin soluğa bedel. Nice denizler gör düm, nice deniz kıyılarında dolaştım, ama bizim Kadıköy’ün lodos kokusunu hiçbir yerde koklayamadım. Aynı de nizin bütün kıyıları birbirinden güzel olabilir, ama o aynı denizde bir kıyı var ki yüreğimin kıyısı gibi bir şey.”
“...Karadeniz, denizlerin en güzeli. Şimdi penceremin az ötesinde rıhtımı döven sular, dönüp dolaşıp boğazı geçi yor, oradan da bir bölüm Kalamış ko yuna, Kadıköy önlerine. Mühürdara, Moda kıvılanna geliyor. Kadıköy va puruyla İstanbul’a geçerken sulara iyi bakın, vüreğim orada.”
Yeşil gözlüm,
kucağında 3 aylık bıraktım Meme- dimi,
gülmeyi az buz beceriyordu, şimdi konuşuyordur.
“Baba ” demesini öğrettin mi?
► “ ...Karadeniz, denizlerin en güzeli. Şimdi
penceremin az ötesinde rıhtımı döven sular, dönüp
dolaşıp boğazı geçiyor, oradan da bir bölüm Kalamış
koyuna, Kadıköy önlerine, Mühürdara, Moda
kıyılarına geliyor. Kadıköy vapuruyla İstanbul’a
geçerken
sulara iyi
bakın, yüreğim
orada.”
a
y
o i<;
m
i
r
O yürek
B oğaz’d a h âlâ atıyor
Cezaevi müdürü ve savcı Tahsin Akıncı, Naci Sadullah, Nazını Hikmet, Esat Adil Müste- caplıoğlu. Abidin Dino ve diş hekimi Tevfık Hekimgil... (Fotoğraf: Tahsin Akıncı’nın kızı
Şehnaz A kıncf nın koleksiyonundan) Küçük fotoğrafta Nazım’ın son eşi Vera Tulyakova.
Ekmeği dostlara çok
kendime az böler ellerim. Tıralıomlu bütün gözleri öperin.
Anadolu köylerinde.
Ama İstanbul'dan uzak
her şeyi arıyorum, Üsküdar cezaevinin görüşme yerini bile...
Şu gurbetlik zor zanaat zor...
söğütler yağmurlu Tuna 'ya rastladım akıyor çamurlu çamurlu. Hey Hikmet'in oğlu. H ikm et in oğlu
Tuna'nm suyu olaydın Karaorman 'dan geleydin Karadeniz 'e dök iileydin mavileşeydin mavileşeydin mavile şeydin
geçeydin Boğaziçi 'nden başında İstanbul havası çarpardın Kadıköy iskelesine çarpardın çırpmaydın
vapura binerken M em elle anası.
Şeydi Fakıllı köyünden kadınlar su çeker gayya kuyusundan
Uyan Anadolu’m uyan ölüm uyku sundan.
Yürek değil be, çarıkmış bu manda gö nünden
teper ha babanı teper, paralanmaz, teptaşlı yollan.
Bir vapur geçer karna önünden uy Karadeniz'in gümüş telleri, bir vapur geçer Boğaz 'a doğru. Nazım usulcacık okşar vapuru, yanar elleri...
Neleri alıp götürmedi benden ayrılık,
kilometrelerle umut, tonlarla ke der,
taradığım saçlar, sıktığım eller. Bir düşümle ayrılmadık. Mapusane ışığıydı hürriyetimin ekmeğimin katığıydı sürgünde her biten akşamıydı, her başlayan günde
ulu kurtuluş düşü nıemleketinün.
(....)
Sekizbin metre yukarda, Anadolu' nun üstündeyim.
Sekizbin metre derinde, bulutların altında, toprağımda karakış.
Köylerin çoktan kesiktir yolu. Her biri karlı çöllerde bir başınadır. Bulgur aşı yağsız.
Tezek dumanında gözgözü görmez. Bebeler ölür bitlenmeye bile vakit bulmadan
ve ben uçarım sekizbin metre yukar da bulutların üstünde.
İşte böyle Tulyakova...
Gökte bulut yok
(....)
İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,
Gitmez gözümden hayali Haliç’e inen yolun,
İki gözlü bir bıçaktır yüreğime sap lanmış
evlat hasretiyle hasreti İstanbul’un.
(....)
Kapıyı çalıyorum.
Bu evde ben de senet vereceğim şey tana,
ben de kanımla imzaladım senedi. Ne altın istiyorum ondan,
ne bilim, ne de gençlik, hasretlik cana yetti,
pes! Beni İstanbul'uma götürsün bir sa atlik...
VATAN HAİNİ
''Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz", dedi Hikmet. ''Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla.
bir Ankara gazetesinde, fotoğraf t yanında Amiral Vilyanson 'un.
66 santimetrekarede gülüyor, ağzı kalaklarında. Amerikan amirali.
Amerika bütçemize 120 milyon Hra hibe etti, 120milyon lira. "Ajnerikan emperyalizmin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nazmı Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. "
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızınve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylamda gebermekse açlık tim.
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa, yazın.
fabrikalarınızda aI kanımızı içmekse vatan ,
vatan, tırnaklarıysa ağalarınızın, *
vatan, mızraklı ilmihalse, vatan,polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerika üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması
topuysa,
vatan. kurtulmanıuksa kokmuş karanlığınızdan ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor lıâlâ.
İstanbul'un duvarda asılı resmine se lam!
Nazım,duvarda asılı İstanbul tablo sunu bir büyük özlemle selamlayadur- sun.BakanlarkurulutoplanıpNazım’ı vatandaşlıktan çıkaracaktır. Türkçe- de buna “karpuz keserek karın soğu
maz” derler.
“...Hey gidi yalancı dünya. Şu ya lancı dünya sözü başka dillerde var mı, yok mu bilmiyorum. Her anlamıyla dünyayı bu kadar, ama her bakımdan tanımlayan deyim bilmiyorum. Hey gidi yalancı dünya hey. Çünkü biliyor sun, Türkiye Cumhuriyeti vatan
daşlığından, hey gidi dünya,
çıkarılmışım. Beni Türklükten,
halkımın evladı olmaktan, milletime ölümsüz bağlı bulunmaktan kimse, hiçbir kuvvet çıkaramaz, ayıramaz...”
Yoksul halkın kanma doğradıktan ekmeklerle karaborsa savaş zengini olan, bir eli yağda, bir eli balda ha ramzade Amerikan uşaklan Nazım’a
“vatan haini” damgasını da vurmak
istediler. Ama Nazım’ın bunlara yanıtı, yağlı, utanmaz suratlarında bir tokat gibi patladı:
VATAN HAİNİ
Nazım, Türk vatandaşlığından çı karılmıştır. Eserleri Türkiyesi’nde, Türkçesi'nde yasaklanmıştır. Faşiz min gücü bu kadanna yetmiştir. Ama onun dünyadaki saygınlığına gölge düşürememiştir. “İt ürür kervan yü
rür” diyerek yoluna devam etmiştir
Nazım.
“...Yazdığım şiirleri 54 dile çevirip bastılar... Memleketimin, halkımın kültürünü; itibarını elimden geldiği ka dar yayıyorum..”
“...Ekvator'da, Dünya Şiiri diye ko caman bir kitap çıkarmışlar. İçinde on iki şair var. Valeri, Claudel. Eliot, Ne- ruda... Filan. Beni de almışlar. Şaştım. Mesela Aragon, yahut Eluard yok. Neden beni almışlar?”
“...20. yüzyılın en büyük dram yazıcısına, rejisörüne, aktörüne, yani asrımızın Şekspiri Şarlo’ya; dünya barış harekatı, dünya barış mükafatını verdi. Ben bu dünya barış mükafat larını dağıtan jürinin başkanıyım. Bu mükafatı meşhur bestekar Şoştako- viç’e de verdik. İkisinin de diploma larını imzaladık. Ömrümde imzam böylesine şerefli ve tarihi vesikaya ilk defa konduğu için, kağıtları imzalar ken bayağı elim titrediydi.
Fransız parlamentosu Fahri Baş kanı Edvart Heriyo'ya da barış müka fatı verildi. Onun diplomasını da ben imzaladım.”
Hapisten çıktıktan sonra 12 yıl ya- şayabilmiştir Nazım. Tıbbın, en ünlü yürek uzmanlarının özenli bakımına rağmen...
“Yani hiçbir hasta, hastalığını teda vi ettirmek imkanlarını benimki kadar bulamamıştır, hatta İngiltere Kraliçesi bile” diyen Nazım'a, 3 Haziran 1963'-
te yine onun deyimiyle oyun etmiştir yüreği. Ama bu son oyundur. Ondan önce aralıklı zamanlarda 4 kez dur muştu yüreği. Uzmanların gayretiyle yeniden çalışmıştı.
Sözü Vera’ya bırakalım. Ya şamının sonunu o noktalasın:
“...Koridora fırladım ve askılığın yanında yerde gördüm seni. Sırtınla kapıya yaslanmış, elinle yere da yanmış, bir bacağını Türk usuliyle altı na almış, ötekini hafifçe ileriye uzatmış oturuyordun. Beyaz ve alışılmadık bi çimde sakin yüzünün anlatımından daha ilk saniyede anladım ölmüş oldu ğunu.
...Seni doğuran ülkenin önünde saygıyla eğilerek büyük insanlık gele ceğe doğru taşıyıp götürecek seni, inanıyorum...
Hoşçaka! Nazını Hikmet..”
B İ T T İ
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi