• Sonuç bulunamadı

Sustuk Nazım diye diye...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sustuk Nazım diye diye..."

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SAYFA

CUMHURİYET

12

DİZİ YAZI

Dünya Vatandaşı N âzım H ikm et

150cak 1902’de Selanik’te doğdu, 3 Haziran 1963’te M oskova’da öldü

O

. 'V ... .. • ‘ ‘söz olsam çağırsam haklıya doğru ya sözele

tuz bir yıl önce yitirdi- —r---- »--- fe-y--- — j— --- “ — .— y -n

soz olsam söylesem sevdamı yumuşacık 1\.H. 1962

■ ğimiz, her sene doğu- I munda ve ölümünde sevgi ve saygıyla andığımız . ünlü ozanımız Nazım Hik­ met, ana tarafından, Batılı, baba ta­ rafından Doğulu’dur. Bu iki ailenin belirgin ortak özellikleri vardır: Sa­ natçı, özgürlükçü ve dürüsttürler. Nâzım’ın anası Celile Hanını ressam; hem de ilk kadın ressamlarımızdan. Çanakkale’de emperyalizme karşı yi­ ğitçe savaşarak şehit olan dayısı Meh­

met Ali aynı zamanda şair ve res­

samdı. Dedesi Enver Paşa dil bilgini. Türkçemizin gelişip serpilmesi, ya­ bancı sözcüklerden arındırılması uğ­ raşanında önemli görevler

yüklen-Şimdidönelim Nâzım Hikmete...

T opraktan

A

y

o

¿ t i p * * '

M

M ( R

m m

ve ateşten doğan ozan

miştir. Polonya ve Alman asıllı olan (ana tarafından) dedeleri kendi ülke­ lerinde baskıcı düzenlere karşı çıktık­ ları için yurtlarından edilmiş, buna karşın askeri ve kültürel alanda birer değer oldukları saptanan bu kişiler Osmanlı devletinde en yüce makam­ lara kadar getirilmişlerdir.

Nâzım, baba yönünden de ünlü­ dür.

Babası Hikmet Bey, İttihatçı Enver ve Ta­

lat Paşa’lar yöneti­

minde ‘Matbuat

Umum Müdürlüğü'

(Basın Yayın Genel Müdürlüğü) görevine getirilmiş, sanat, sine­ ma dergileri çıkarmış; yönetmiş, Dışişleri’nde önemli görev­ ler yapmış dürüst, babacan, insancıl; sözün tam anlamıyla çelebi bir kişidir. Dedesi Nâzım Paşa ise çeşitli illerde valiliklerde bulunmuş seçkin bir dev­ let adamı ve ünlü bir şairdir. Eserleri vardır. Mithat Paşa ve Namık Ke­ mal'in dostudur. Mevlevidir.

Ana ve baba tarafından Nâzım, Doğu’yla Batı’nın bir sentezi gibidir. Daha küçük yaşta bu iki kültürden esinlenmeye ve beslenmeye başlamış­ tır. Evde Batı müziği, Doğu müziği; Fransızca. Almanca, Farsça, Arapça, Osmanlıca... Resim, minyatür. Kara­ göz, tiyatro iç içe.

Nâzım'ın ozanlık ve yazarlık yılla­ rında bu birikimin sentezini izleyebi­ leceğiz. •

Ana ve baba soyundan Nâzım’a cömertçe sunulan bu kültür mirasının dışında maddi hiçbir şey bırakılma­ mıştır. Deyiş yerinde ise bir topluiğne bile. Ailesinin ve yakınlarının ¿öylesi­ ne büyük görevler üstlenmesine kar­ şın ¿öylesine dürüst kalabilmeleri şaşırtıyor insanı! Ellerine fırsat geçin­ ce deveyi havuduyla yutan bazı din adanılan dahil, vurguncu ve soygun- culann, Memalik-i Osmaniye'de (Os­ manlI mülklerinde), cumhuriyet Tür- kiyesi'nde cirit attıkları düşünülün­ ce... Hele hele Allah’ın cebinden pey­ gamberin çalındığı günümüzde.

“yazılarım otuz kırk dilde basılır Türki- vem’de Türkçemle va­

şak” N.H. 1962

B

iz topraktan, ateşten,

sudan, demirden doğduk!

Güneşi emziriyor

çocuklarımıza karımız,

toprak kokuyor bakır

sakallarımız!

Neş’emiz sıcak

kan kadar sıcak

>

A ,

na ve baba tarafından

Nâzım, D oğu’yla Batı'nın bir

sentezi gibidir. Daha küçük

yaşta bu iki kültürden

esinlenmeye ve beslenmeye

başlamıştır. Evde Batı

müziği, Doğu müziği;

Fransızca, Almanca, Farsça,

Arapça, Osmanlıca... Resim,

minyatür, Karagöz, tiyatro iç

içe.

Af.

Yaşamının en verimli 17 yılını mapushanelerin kalın duvarları arasında geçiren Nâzım'ın suçu neydi? Adam öldürmemek mi, rüşvet yememek mi, ırza geçmemek mi, vatan satmamak mı?..

ustafa Kemal

‘Kuvay-ı Milliye' bayrağını

açmış, tüm yurtseverleri

Anadolu’ya, Ankara'ya

çağırıyor.

Ve hemen bu çağrıya uyan

Nâzım, gizli yollardan

Ankara’ya ulaşıyor.

Ciğerlerinden hasta olduğu

için cepheye gönderilmiyor

Nazım. Yol ve yöntem

arkadaşı Va’la Nurettin'le

Bolu’da bir okula öğretmen

olarak atanıyor.

Türkiye’de Türkçesin- de yalnız şiirler ve yapıtları yasaklan­ mayla kalmayacak Nâzım'ın, yaşamına da yasak konu­ lacaktı. Hem de 35 yıl. Ondan sonra kim öle, kim kala?..

Yaşamının en güzel, en verimli 17 yılını mapushanelerin kalın duvarları içine gömdüler.

Niçin? Suçu neydi Nâzım’ın? Adam öldürmemek mi, rüşvet ye­ memek mi, ırza geçmemek mi, vatan satmamak mı?..

Fincana katırları neden ürkmüştü böylesinc?

Rivayete (söylence) göre suçunun en büyüğü askeri, üstlerine karşı kış­ kırtmaktı.

Asıl neden ise Nâzım’ın nasıl bir şa­ ir olduğunun irdelenmesinde yatıyor­ du.

Aklıyla, yüreğiyle, yeteneğiyle kim­ lere karşı, kimlerden yanaydı Nâzım? Niçin Bolu Beyi'nden yana değildi de, Köroğlu’ndan yanaydı?

Neden Pir Sultan dan yanaydı. Hı­

zır Paşa'ya karşıydı?

Sermayeye karşı çıkıp emekten ya­ na tavır koymanın anlamı neydi?

Yapıtlarıyla kimlerin kovanına ço­ mak sokuyordu?

Kısaca, bir kaşık suda boğmak iste­ dikleri Nâzım Hikmet'in suçu nasıl bir ozan olduğunun betimlenmesinde yatıyordu:

Nâzım Hikmet.

Kurtuluş savaşlarının, bağımsızlık­ ların, sosyalizmin, insan haklarının ödünsüz ozanı... Ve Türk dilinin mi­ ntan; Mimar Sinan'ı...

“İyi ya, ne var bunda, bunun neresi suç?” denebilir.

Türkiye’de, Mustafa Kemal’in ön­ cülüğünde emperyalizme karşı dün­ yanın ilk bağımsızlık savaşlanndan biri verilmedi mi? Osmanlı devletinin ceberut düzeni yıkılıp, insan haklan- na dayalı Türkiye Cumhuriyeti ku­ rulmadı mı? Ardından bir dizi devrim başlatılmadı mı? Uyduruk Osmanlıca atılıp dilimizi yabancı dillerden arın­ dırma çalışmaları başlatılmadı mı?

Başlatıldı, ama henüz sonuçlanma­ dı.

İşgalcilerin işbirlikçisi saray yıkıl­ masına yıkıldı. Ya kurumlan, ku- rumlanna sinen karşı devrimci dü­ şünce devlet içinde gizli devlettir. Nazım ve yandaşları ise bunların yu­ valandıkları inlere kalemleriyle savaş açmışlardır. Kapıdan kovulan işgal­ cilerin yeni bir sömürgecilik yönte­ miyle bacadan girmemeleri için hal­ kın, özellikle emekçilerin örgütlenme­ si ve bilinçlenmesi gerektiğine

inan-BİRANI

‘ZIRLAMAK’

Nâzım’ın kızkardeşi Samiye, bu anıyı şöyle anlatıyor:

“Sanıyorum 1917 yılıydı.

Ağabeyim, elinde bir dergi, sevinçle odaya girdi. Dergi­ yi babama uzattı:

- Hem şiirimi basmışlar hem de övgü yazmışlar; oku babacığım, dedi.

Babam şiiri okudu. Gülümsüyordu. Hoşlanmış olma­ lıydı. Ne söyleyecek diye, biz de babama bakmaktaydık.

- Bak Nâzım, dedi babam. Sana Nasrettin Hoca’dan bir fıkra anlatayım: Hocas birinden borç para almış. Za­ manı gelince ödeyecek. Ödeyememiş. Alacaklı kadıya başvurmuş. Hoca’nın evine haciz memurları gelmiş. Ev­ de ne var ne yok başlamışlar yazmaya. Kap-kacak, yor- gan-döşek, ne varsa. Başka bir şeyin var mı yazacak?’ demişler Hoca’ya. Hoca da: T am am , demiş, ben faki­ rin neyi varsa ortada. Hepsini de yazdınız.'

Tam o sırada ahırdan merkep anırmaz mı?

Hacizciler: ‘Hoca, demişler, hani bu anıranı yazdır­ madınız ya?‘

Hoca ahıra doğru başını uzatarak:

- Zırla eşek, demiş, senin adın da devlet defterine geç­ ti...

Babamın anlattığı bu fıkra, ağabeyimin yaşamında sür­ dü. Hatta ölümünden sonra da.”

(Nâzım, 1970, Sf: 152-153. A.Aydemir). ■!

makta bu nedenle var güçleriyle çalı­ şmaktadırlar.

Kapitalist ülkelerin sömürgeci iktidarları 1933’lerde azgınlaşa­ rak süren ekonomik krizin mide bulantısı­ ndan kurtulabilmek için yeni bir paylaşım planlaması yapmak­ tadırlar. Bu işin başını Almanya'da Hitler, İtalya'da Musso-

lini çekmektedir sermayenin vahşi,

acımasız gücü faşizm ve Nazizim adı­ na. Önlerine çıkanları gözlerinin yaşı­ na bakmadan ezip geçeceklerdir. Kuşkusuz her ülkede bunların açık, gizli yandaşlan vardır.

“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, akar suyun,

meyve çağındaki ağacın, serpilip gelişen hayatın diişmam. ”

Peki. Nâzım’ı bilimsel sosyalist ol­ maya zorlayan olgular nelerdir? Bu aşamaya nasıl gelmiştir? Bu bilince nasıl ulaşmıştır?..

Yıl 1920.

İstanbul işgal altında.

Nâzım, Bahriye Okulu son sınıfın­ da; stajyer güverte subayı. Sağlığı bo­ zuk. Ciğerleri su toplamış, hasta. Doktor gözetiminde yorgan-döşek yatıyor.

İşgal altındaki İstanbul kan ağlı­ yor!

Kederle gelen akşamlar, şehrin bağrına saplanan bir bıçak acısıyla çı­

kıyor sabahlara.

Şehrin sokaklarında İngilizce. İtal­ yanca, Rumca, Fransızca bilmem nece konuşmalar. Defolup gideceğe benzemiyorlar.

Kızlar, kadınlar, çocuklar, kapalı kapılar ardında suspus. Söylentiler yayılıyor peş peşe: “Sıra sıra darağaç-

İarı kurulacakmış İstanbul sokakları­ na. İşgalcilere karşı koyanlar bir flama gibi asılıp direğin ucuna, sallandıra­ caklarmış. Zırhlılar topa tutacaklar­ mış İstanbul’u. Yakacaklarmış İstan­ bul’u.”

Bir zamanların Kaf Dağı ndaki dev gibi heybetli görünen ‘Saray’ şimdi

içine kapanmış bir sümüklü Böcek. Haksızlık, işkence, hayasızlık, da­ lavere, yüzsüzİük; işgalci güçlerin ve işbirlikçilerinin yüzlerinde ölülerin ır­ zına geçen iğrenç ve dişlek bir ağız gibi sırıtıyor.

Kurtuluş Anadolu’da, umul Ana­ dolu'da...

Mustafa Kemal ‘Kıı\ay-ı Milliye’ bayrağını açmış, tüm yurtseverleri Anadolu'ya. Ankara'ya çağırıyor.

Ve hemen bu çağrıya uyan Nâzım, gizli yollardan Ankara'ya ulaşıyor.

Ciğerlerinden hasta olduğu için cepheye gönderilmiyor Nâzım. Yol ve yöntem arkadaşı Va’la Nurettin'le Bolu’da bir okula öğretmen olarak atanıyor.

Nâzım, böylecc Anadolu insanın kendi kaderine terk edilişini yakından görecek, onlarla iç içe olacak, acılan- nı, açlıklarını paylaşacak: bilerek

bil-“Bana hak ey avanak, elinden o zımbırtıyı hır ak. Benim

şiirlerime ilham veren perimin omuzlarımla açılan kanat; asma köprülerimin dem ir putrellerindedir. Beethoven’in sonatları.. (...) Ey heni açık ağız dinleyen adam! Belki arkamdan hana bu kalbini haykırana ‘kaçık’ diyen, adam! sen de eğer ötekiler gibi kazsan,

bir mana koyamazsın sözlerime bak bari gözlerime; bunlar:

Deli gözbebekleri gözbebekleri!

Bakır ¿ir tepsi üstüne demir bir tokmakla vuruyor gibidir Nâzım:

(...)

ey üç atlı yaylısının içinden sağır

burunsuz kör köylülere Pierre Loti ahi çekip geçen ağzı gemli

eli kalemli

efendiler! Tatlı maval dinlemekten usandık. Artık hepinizin kafasına şu daaaaaank desin: Köylünün toprağa hasreti var

toprağın hasreti makineler!

Nâzım'ın dizeleri kızıllığını güneş teav e ateşten almış bilyalar gibi vın layarak sağa-sola dağılıyor:

gayr

Biz topraktan, ateşten, sudan, de­ mirden doğduk!

Güneşi emziriyor çocuklarımızı karımız,

toprak kokuyor bakır sakallarımız■ N eş’emiz sıcak

kan kadar sıcak .... Akın var Güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın!

Nâzım, yirmi üç yaşındadır.

Birdenbire ünlen- miştir. Basının odak noktasıdır. Yandaş­ larından çok karşıtlan vardır. Bu erken gelen ünü erken öten horoz örneği

susturacak-meyerek, din adına: padişah halife adına işgalcileri savunan işbirlikçiler­ le çatışacak, zulmün, sömürünün yer­ lisinden de yabancısından da nefret edecektir. Ziya adında bir yurtsever hakimin yardımıyla yobazların ve çı­ kar gruplarının ölümcül tuzağına düşmekten kurtulacak, iyi yürekli yoksul insanların çilelerini yüreğinin derinliklerine gömerek Bolu'dan ay­ rılacak; Sovyetler Birliğı'nc gidecek. Kutv Üniversitesi öğrencisi olacak, Sovyet devrimini gözlemleyecek, ya­ şayacak; Marks'ın kuramını özümle­ yecek, Lenin'in uygulamalarından esinlenerek Türkiye’ye dönecektir.

'Yıl 1924.

Nâzım, gelenekçi Türk şiiri üstünde bir bomba gibi patlaya­ caktır. Yeni bir ses. yeni bir biçim; yepye­ ni kavramlar, yalın bir ¿İh­

lardır. Nâzım’ın sık sık kullandığı iş çi-köylü-emekçi-sosyalizm-sömürü- faşist gibi sözcüklerden tedirgindirler Nâzım’ı susturmak için nasıl bir yo izleyeceklerini de bilemiyorlar. Tarr bu sırada provokatör olarak kul­ landıkları ve TK P içine soktuklar bazı kişilerin uydurmalarına dayana­ rak Nâzım’ı ve arkadaşlarını gizli ör­ güt kurmak ve üyesi olmaktan mah­ kemeye veriyorlar.

Gıyaben yargılanan Nâzım’a 15 yı ceza.. Nâzım, kendisine yakıştırılar bu cezanın haksızlığına, ağırlığım inandığından teslim olmaz. Birkat gün orda burda gizlendikten sonra Bir kolayını bulup yurtdışına çıkar Eksik kalan öğrenimini Sovyetler’dı tamamlar. Türkiye'de mahkumlara af çıktığını öğrenir. Yurda döner Hopa ve Ankara cezaevinde kısa biı süre kaldıktan sonra salıverilir.

Bu arada Nâzım peş peşe yapıtlaı vermeye başlar. Yalnız şiirle yetin­ mez, tiyatroya yönelir. Yepyeni biı içerikle yazdığı piyesler Muhsin Er- tuğrul’ca sahnelenir. Tiyatronun ola­ ğanüstü bir ilgiyle tıkaBasa dolduğu­ nu, alkışların dışarılara taştığını gö­ ren ve duyan çıkar çevreleri tiyatroya sansür koyarlar.

“Ya öyle mi, alın size..” der gibi ik:

yılda dört kitap yayımlar Nâzım Gökgürültüsüylc, şimşekler çakarak gelen ‘835 Satır’. ‘Jokond ile Si-ya-u’

‘Varan 3’.‘Bir Artı Bir, Eşittir Bir’lc

ortalığı tozu dumana katar.

Benim anladığım dil

bakır, demir, tahta, kemik re kiriş­ lerle çalınan

O duvar o duvarınız,

vız gelir bize vız!.. Bizim kuvvetimizdeki hız,

ne bir din adamının dumanlı vaadin­ den,

ne de bir hülyanın gönlü yakışı- ndandır.

O yalnız tarihin

o durdurulmaz akışı-ndandır.

Sükun yok, hareket var bugün yarma çıkar, yarın bugünü yıkar

ve bu durmadan akar akar...

akar...

(2)

SAYFA

CUMHURİYET

10

DİZİ YAZI

Destanlara duvar vız geliyor

m*% m

... ...—...

,,,,

™ ' W N : l / m ı k ı r • ı l / r o k ı ı r ı n m /»»/•

ağımsızlık, de-

W ~^k mokrasi ve

halk düşman- M ^ ları anlarlar ki,

m M Nâzım 'in

ya-■ ^ ratıcılığı, diren­ ci, inancı karşı fikirlerle yıkı- lamayacak kadar sağlamdır. Bu adamı, makam, para, şan ve şöhret vaadiyle sustur­ manın da yolu yoktur. Tek çıkar yöntem onu içeri tıktır­ mak. Kimbilir belki mapusa- nede ıslah-ı nefs eder. Ne de olsa paşalar soyundan gelme. Zora dayanamaz, yılar.

Düşündüklerini uygular­ lar. Yıl 1932. Aylardan aralık. Nâzım tutukevinde. Savcı iddianamesinde Nâzım’ın idamını istemekte. “Samuşum, 20/2/1933 Bu ayın 27’sinde mahkeme­ miz başlıyor. Mustantik bey (sorgu yargıcı) kararnamesin­ de benim idam meselesini ileri sürüyor. Fakat kararnameyi çürütmek mahkemede güç ol­ mayacak sanırını. Çünkü hiç alakadar olmadığım, bana ait olmayan cürümlerle ittiham oluyorum. Bu hususta Piraye’- ye mufassal (geniş) malumat verdim. Ondan sorabilirsin. Şevket Süreyya ile Süreyya Paşa’yı, Kari Marks’ın eser­ leriyle benim üslubumu birbiri­ ne karıştırmış.

Nâzım “Samuşum! Kardeşim. ...Müddeiumuminin (savcı)

iddianamesinde 146-147'nci

maddelerden tecziyem isten­ miştir ki, bu da idamdır. Daha müstantik (sorgu yargıcı) ka­ rarnamesi, mahkeme ve kararı var, ondan sonra da temyiz... Şimdiye kadarki komünistlik mahkemelerinde istenen mad­ de 146-147 delaletiyle 171 idi ki, bu da 4 seneden 12 buçuk seneye kadardı. Ve değil benim gibi hiçbir kanuni delilsiz, sırf iftira yüzünden düşenler hatta gayet açık maddi delillerle yakalananlar bile İstanbul'da, İzmir’de, Adana'da en fazla dört sene cezaya çarpıldılar...

Nâzım’’

Sonuçta Nâzım bu da­ vadan 5 yıl ceza yer. Hem de kanıtsız, tanıksız. Tem­ yiz, şu bu der­ ken genel af çıkar. Nâzım da bu arada bir buçuk yıl yatmış olur.

Nâzım dışarı çıktıktan sonra görür ki faşizm ülkemizde yaygınlaşmakta­ dır. Sovyet devriminin tekerlekleri al­ tında ezilme korkusuyla şuraya, bu­ raya, Türkiye’ye sığınan ‘Kulaklar’ ve üniversite ağası proflar kıyıma uğra­ dıklarını ileri sürerek faşizmin övgü­ sünü yapmaktalar. Örgütlenmişler. Dış güçlerle işbirliği içindeler.

Nâzım, düşünür: ‘Ne yapmalı?’ Zaman kaybı, para-pul, hatta ener­ ji kaybından bile önemli. Kollan sı­

var. işe başlar...

Kısa sürede ‘Taranta-Babu’ya Mektuplar’ı salar ortalığa. Eserin

amacı faşist Mussolini'nin maskesini çekip almaktır yüzünden. Yalana, dolana, sömürü ve zorbalığa daya­ nan faşizmin iğrenç görüntüsünü ser­ gilemektir. Zencilere karşı gösterilen ırkçılığı protestodur.

(...)

Roma'nm büyük

Roma 'mn geniş caddelerinde bugün; dayamış sırtım beton-arme baııkala- ra,

çifte başlı bir balta gibi duran yalnız bir kara yalnız bir kanlı gölge var: Her adımda bir esir başı vuran, her adımda bin mezar

açıp geçen Sezai!..Roma.' Kovadis

Roma? diye sorma!

Bizim oraların güneşi gibi aydın ve ortada bu! Sus Taı anta-Babu!

Sevgiyle saygıyla, gülerek haykırarak sus!.. Dinle bak: Zincirlerini kırıyor

Roma’nm varoşlarında Sparta-

küs!...

D

üzmece

senaryolarla 1932

Aralık ayında Nâzım

cezaevine konur. Zor

zanaat dediği bu

hapislik 1.5 yıl sürer.

Cezaevinden çıkan

Nâzım önce

“Taranta Babu’ya

Mektuplar”ı salar

ortalığa.

unu “Simavne

Kadısıoğlu Şeyh

Bedreddin Destanı”

izler. Düşmanları

bile şaşkına çevirecek

bir başyapıttır bu.

Nâzım için

Bedreddin ve olayı

‘ulusal bir onur’dur.

^ O c a k l 9 3 8 ’de

Nâzım ’m başına çok

daha büyük bir bela

örülür. Bu kez

hapislik 13 yıl

sürecektir. Ancak

Nâzım yılmaz.

“Memleketimden

İnsan Manzaraları”

bu yıllarda yazılır.

. ^ / â z ı m ’ın yaratıcılığı, direnci ve

inancının karşı fikirlerle

yıkılamayacak kadar sağlam

olduğunu gören bağımsızlık,

demokrasi ve halk düşmanları için tek

çıkar yol onu içeri tıktırmaktır. Onun

mapusanede zora dayanamayıp

yılacağını sanırlar.

p i

Nazım'ı susturabilmek için içeri atanlar,’onun gür sesini engelleyemezler. Nâzım’ın bu yıllarda yazdığı ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’nı Gülsün Karamustafa bövle çizgiye dökecektir. yapayalnız

karanlıklara bırakılmış bir çocuk gibi

bağıra bağıra kendi sesiyle uyanarak,

korkuyla tutuşup

korkuyla yanarak, durup dinlenmeden konuşuyor. Mussolini çok konuşuyor Taranta- Babu

çok korktuğu için

çok konuşuyor!

mek,

yarin yanağından gayri her şeyde her yerde

hep beraber! mek için

on binler verdi sekiz binini... Yenildiler.

Yenenler, yenilenlerin

diyebil-Nâzım uzun hapislikten, ölüm orucu ve başlatılan kampanya sonucu kurtu­ lur. Ancak 13 yıl süren bir çilenin armağanı hasta ciğerler ve hasta yürekle.

Henüz “Taranta-Babu’ya Mektup­

lar” ın basında yankısı bitmemişken, ‘Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı’m bir topaç gibi fırlatıverir

BabIali’nin orta yerine. Düşmanları bile şaşkına çevirecek bir başyapıttır bu. Nâzım için Bedreddin ve olayı

‘ulusal bir onur’dur.

Mussolini çok konuşuyor Taranta- Babu !

tek başına

“Hep bir ağızdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek ağı, demiri oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek toprağı, ballı incirleri hep beraber

yiyehil-dikişsiz ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını. Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi

hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak

Edirne saraylannda damıziannuş atların

eşildi nallarıyla...”

Kan içici yobaz sürülerince Sivas'­ ta, otuz altı canyoldaşıyla birlikte acı­ masız yakılıp öldürülen, ömrünün en güzel yıllarını “En güzel işim” dediği Nâzım araştırmalarına ayırmış, dos­ tum, sevgili ağabeyim, ünlü eleştir­

men Asım Bezirci;

‘Nâzım Hikmet’ isimli

yapıtında ‘Bedreddin Destanı’yla ilgili görüş­

lerini özgün ve yetkin bir biçemle şöyle sıra­ lar:

“Tatlı bir ezgi, duru bir su gibi akan bu dize­ ler, insanla doğa ve çevresi arasındaki

uyumsuzluğu kaldıran, sömürüye,

baskıya, savaşa son veren, herkese barış, adalet, mülkiyet sağlayan bir toplum düzenine kavuşmak için çarpı­ şan halkın özlemini dile getiriyor. Yal­ nızca yukarıdaki dizeler bile Nâzım Hikmet’in ideoloji ile sanatı, düşünce ile duyarlılığı, imge ile gerçekliği, içe­ rik ile biçimi, etkili bir ses düzenlemesi içinde nasıl ustalıkla kaynaştırdığını ortaya koyuy or. Ayrıca geçmişe dünün gözüyle değil, bu günün, hatta elden geldiğince yarının gözüyle baktığını da gösteriyor. (Buna hem eşzamanı, hem de artzamanı kucaklayan evrimsel ve bütünsel bir bakış da denebilir.) Çünkü sözü edilen toplum, geçmişten gelen ve şimdiden geleceğe uzanan bir özlem­ dir.”

(...)

Yağmur çiseliyor, korkarak yavaş sesle

bir ihanet konuşması gibi. Yağmur çiseliyor, Serez’in esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkanının karşısında Bedreddin’im bir ağaca asılı.

Yağmur çiseliyor Serez çarşısı dilsiz, Ser ez çarşısı kör.

Havada konuşmamanın, görmeme­ nin kahrolası hiiznii.

Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.

Yağmur çiseliyor.

(Not: O uğursuz gün Sivas Çarşısı da kapatmış mıdır elleriyle yüzünü?..)

bul.

17 Ocak 1938. Bir kış gecesi,

İstan-Nâzım, bir akrabasının evin­ dedir. Evi polisler basacak, alıp götürecekler Nâzım’ı.

Gidiş, o gidiş. Hapislikzorza- naat.

Bu kez felaket makamları Nâzım’ın başına öyle bir çorap örecekler ki içinden şeytan bile çıkamasın.

Devleti araya sokacaklar. Hem de devletin en etkili gücü silahlı kuvvetleri. Meraşal Fevzi

Çakmak’ı da Nazım’a karşı ta­

raf kılacaklar.

Ve Nâzım’a ‘Harpokulu Da-vası’ndan 15 yıl..

Dahası var.. Beterin beteri.. Al sana ‘Bahriye Davası’ndan da 20 yıl. Etti mi 35 yıl.. Yat ya- tabildiğince...

‘Şeyh Bedreddin Destanı’ Nâzım’ın 1936’da yayımladığı son eseri olacaktır. 30 yılı aşkın bir süre Nâzım’ın yayımlanmış tüm eserlerine yasak ko­ nacaktır. Ona sahip çıkmaya kalkanın peşine polis takıla­ caktır. Nâzım’la ilgili her şey, ancak ağızdan kulağa fısıltı ha­ linde geçebilecektir.

Nâzım hapis­ hanede elini ko­ lunu bağlayıp oturmaya­ caktır. Bir tek satırının bile basılmayacağım bildiği halde durmadan, yo­

rulmadan vire yazacaktır. En büyük eseri kabul edilen ‘Mem­

leketimden İnsan Manzaraları­

nı da hapishanede hazırlaya­ caktır. İçeride kurduğu doku­ ma tezgahlarıyla, İkinci Dünya Savaşı kıtlığında birer ikişer ölen; açlıktan ölen ademba- balara iş alanı açacak, üretim yaptıracak, harçlık sağlayacak, siyasi davalardan çeşitli mapu- sanelerde yatan yoldaşlanna; eşi Piraye Hanım’a kannea ka­ rarınca parasal yardımda bu­ lunacaktır. Mahkumların ba­ bası olacaktır Nâzım. Tapını- rcasına sevilecektir.

Trajik mapusane yaşamına 13 yıl dayanabilecektir Nazım. Akciğer, karaciğer hastalı­ klarıyla, siyatik ağrılarıyla uğ­ raşırken kalbi de devreye gire­ cek.. Yazdığı dilekçelere yanıt bile vermeyen üst makamlar, doktor raporlarını da savsakla- yacaklardır. Oysa hasta yüreği alarm vermeye başlamıştır. Ölüm orucuna yatmaktan baş­ ka çıkar yol yok gibidir. Ken­ dine reva görülen ve belki dün­ yada bile bir eşi olmayan bu haksızlığı ancak böyle protesto edebilecektir. Ölürse de böyle ölecektir. Ve böylece 8 Nisan 1950’de açlık grevine yatar Nâzım.

Bu grev kısa sürede dün­ yanın pçk çok ülkesinde yankılana­ caktır. Ünleri sınırlarını aşmış sanat ve bilim adam lanna üst düzey devlet adamları da katılacak, “Nâzım’ı Kur­

taralım” kampanyası başlatılacaktır.

Türkiye cumhurbaşkanına, başbaka­ na, Meclis başkanına, mektup, telg­ raf, mesajlar yollanacaktır. Bu kam­ panyayı içerde, linç edilme pahasına (Çiçekpalas olayı) toplumcu gençlik destekleyecektir.

Bu arada Nâzım, hapishaneden hastaneye kaldırılacaktır. Hapisha­ neden gizli yollarla da dışarıya kaçırı­ lan şiirleri elden ele, dilden dile dola­ şacaktır. Veda Hoşçakahn dostlarım benim hoşçakahn! Sizi canımda canımın içinde,

kavgamı kafamda götürüyorum. Hoşçakahn

dostlarım benim hoşçakahn Resimlerdeki kuşlar gibi

dizilip iistiine kumsalın, mendil sallamayın bana;

iste­ mez!

Ben dostların gözünde kendimi boylu boyunca görüyo­ rum...

A dostlar

a kavga dostu iş kardeşi

a yoldaşlar a! Tek hecesiz elveda!

Geceler sürecek kapının sürgüsünü, pencerelerde yıllar örecek örgüsünü ve ben bir kavga şarkısı gibi haykıracağım

mapusane türküsünü. Yine görüşürüz

dostlarım benim yine görüşürüz... Beraber güneşe gider,

beraber dövüşürüz... A dostlar a kavga dostu iş kardeşi a yoldaşlar a! E L V E D A ! SÜ R ECEK

(3)

SAYFA

10

T

CUMHURİYET

DİZİ YAZI

- jr " azım'ın ölüm

oru-J cunda direnmesi, çok

/ ^ / sayıda ülkenin seçkin / % / sanat, bilim ve siyaset / W insanlarının, içeride-’ ki sanatçı ve aydın ki­ şilerle işbirliği yapıp hükümete dayat­ ması ona özgürlüğü getirecektir. Mahkum arkadaşlarının sevinç göz- yaşlanyla hapishaneden uğurlana­ caktır. Edimli 13 yıl süren bir çilenin armağanı hasta ciğerler ve hasla yü­ rekle...

Nazım, hapishaneden çıktıktan sonra gerçekten özgür mü olacaktı? Hayır. Anayasada yazılı kişi özgür­ lüklerinin hiçbirine sahip olamaya­ caktı. İş bulma, seyahat, sanat yap­ mak. kişi dokunulmazlığı... Hiçbiri­ ne...

Siyasi polis Nazım'ın evinin, belki iş yerine yürekliliğini gösterir umuduy­ la uğrak yeri yaptığı ipek Film Stüd- yosu’nun yöresine karakol kuracaktı. Bütün araç ve gereçlerle onu adım adım izleyecekti. Yalnız onu değil, onunla selamlaşanı bile...

Sadece izlemekle yetinseler belki Nazım buna da katlanacak, sevgili yurdundan ayrılmayı bir an olsun dü­ şünmeyecekti. öykü yazarlarımızın en büyüğü Sabahattin Ali’ye yapılan ona da yapılacaktı. Bir punduna geti­ rilip öldürülecekti. Bu acı gerçek kanıtlarıyla gizli yoldan Nazım'a ile­ tilmişti. Artık Nazım için tek kurtuluş yolu kalmıştı: Kazasız, belasız yur­ dundan uzaklaşabilmek... Ama nasıl olacaktı bu iş. Polis tetikteydi. “Kaçı­

yordu, dur dedik, durmadı; vurduk...”

Ucuz, kolay ve geçerli polisiye yön­ temdi bu. Adı sanı bilinmeyen pek çok kişiye ve en son da Sabahattin Ali'ye uygulanan...

Nazım enine boyuna düşünür bun­ ları. “Boşa koyar dolmaz, doluya ko­

yar almaz.” Başkaca um arda yoktur.

Otobiyografisinde dediği gibi:

“...95/ 'de bir denizde genç bir arka­ daşla yürüdüm

üstüne ölümün...”

Bu ölüm yürüyüşünde şansı yaver gider ve Moskova'ya kapağı atar Nazım. Karısını, üç aylık oğlunu İstanbul’da bırakarak!..

Bundan sonra 12 yıl daha yaşaya­ caktır Nazım.

Türkiye'de adım adım faşizmin so­ luğu izliyordu Nazım'ı. Yurtdışında ise durup dinlenmeden, kocaman bir diş ağrısı gibi çatlak yüreğine çörekle­ nen yurt özleminin ve ölümün solu­ ğu...'

“...Memleketinden, şehrinden, evin­ den uzakta ihtiyarlamak korkunç şey. İnsan, memleketinde, şehrinde, köyün­ de, evinde ihtiyarlaşacak. Yoksa ihti­ yarlık dayanılır gibi değil.

İnsanın memleketinde aldığı her so­ luk, hatta bunu demir parmaklıklar arasında da alsa, muhacirlikte, hatta izzet ve ikbal içinde, hatta dostlukla tıklım tıklım dolu bir hava içinde aldığı bin soluğa bedel. Nice denizler gör­ düm, nice deniz kıyılarında dolaştım, ama bizim Kadıköy’ün lodos kokusunu hiçbir yerde koklayamadım. Aynı de­ nizin bütün kıyıları birbirinden güzel olabilir, ama o aynı denizde bir kıyı var ki yüreğimin kıyısı gibi bir şey.”

“...Karadeniz, denizlerin en güzeli. Şimdi penceremin az ötesinde rıhtımı döven sular, dönüp dolaşıp boğazı geçi­ yor, oradan da bir bölüm Kalamış ko­ yuna, Kadıköy önlerine. Mühürdara, Moda kıvılanna geliyor. Kadıköy va­ puruyla İstanbul’a geçerken sulara iyi bakın, vüreğim orada.”

Yeşil gözlüm,

kucağında 3 aylık bıraktım Meme- dimi,

gülmeyi az buz beceriyordu, şimdi konuşuyordur.

“Baba ” demesini öğrettin mi?

► “ ...Karadeniz, denizlerin en güzeli. Şimdi

penceremin az ötesinde rıhtımı döven sular, dönüp

dolaşıp boğazı geçiyor, oradan da bir bölüm Kalamış

koyuna, Kadıköy önlerine, Mühürdara, Moda

kıyılarına geliyor. Kadıköy vapuruyla İstanbul’a

geçerken

sulara iyi

bakın, yüreğim

orada.”

a

y

o i<;

m

i

r

O yürek

B oğaz’d a h âlâ atıyor

Cezaevi müdürü ve savcı Tahsin Akıncı, Naci Sadullah, Nazını Hikmet, Esat Adil Müste- caplıoğlu. Abidin Dino ve diş hekimi Tevfık Hekimgil... (Fotoğraf: Tahsin Akıncı’nın kızı

Şehnaz A kıncf nın koleksiyonundan) Küçük fotoğrafta Nazım’ın son eşi Vera Tulyakova.

Ekmeği dostlara çok

kendime az böler ellerim. Tıralıomlu bütün gözleri öperin.

Anadolu köylerinde.

Ama İstanbul'dan uzak

her şeyi arıyorum, Üsküdar cezaevinin görüşme yerini bile...

Şu gurbetlik zor zanaat zor...

söğütler yağmurlu Tuna 'ya rastladım akıyor çamurlu çamurlu. Hey Hikmet'in oğlu. H ikm et­ in oğlu

Tuna'nm suyu olaydın Karaorman 'dan geleydin Karadeniz 'e dök iileydin mavileşeydin mavileşeydin mavile­ şeydin

geçeydin Boğaziçi 'nden başında İstanbul havası çarpardın Kadıköy iskelesine çarpardın çırpmaydın

vapura binerken M em elle anası.

Şeydi Fakıllı köyünden kadınlar su çeker gayya kuyusundan

Uyan Anadolu’m uyan ölüm uyku­ sundan.

Yürek değil be, çarıkmış bu manda gö­ nünden

teper ha babanı teper, paralanmaz, teptaşlı yollan.

Bir vapur geçer karna önünden uy Karadeniz'in gümüş telleri, bir vapur geçer Boğaz 'a doğru. Nazım usulcacık okşar vapuru, yanar elleri...

Neleri alıp götürmedi benden ayrılık,

kilometrelerle umut, tonlarla ke­ der,

taradığım saçlar, sıktığım eller. Bir düşümle ayrılmadık. Mapusane ışığıydı hürriyetimin ekmeğimin katığıydı sürgünde her biten akşamıydı, her başlayan günde

ulu kurtuluş düşü nıemleketinün.

(....)

Sekizbin metre yukarda, Anadolu'­ nun üstündeyim.

Sekizbin metre derinde, bulutların altında, toprağımda karakış.

Köylerin çoktan kesiktir yolu. Her biri karlı çöllerde bir başınadır. Bulgur aşı yağsız.

Tezek dumanında gözgözü görmez. Bebeler ölür bitlenmeye bile vakit bulmadan

ve ben uçarım sekizbin metre yukar­ da bulutların üstünde.

İşte böyle Tulyakova...

Gökte bulut yok

(....)

İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,

Gitmez gözümden hayali Haliç’e inen yolun,

İki gözlü bir bıçaktır yüreğime sap­ lanmış

evlat hasretiyle hasreti İstanbul’un.

(....)

Kapıyı çalıyorum.

Bu evde ben de senet vereceğim şey­ tana,

ben de kanımla imzaladım senedi. Ne altın istiyorum ondan,

ne bilim, ne de gençlik, hasretlik cana yetti,

pes! Beni İstanbul'uma götürsün bir sa­ atlik...

VATAN HAİNİ

''Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz", dedi Hikmet. ''Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla.

bir Ankara gazetesinde, fotoğraf t yanında Amiral Vilyanson 'un.

66 santimetrekarede gülüyor, ağzı kalaklarında. Amerikan amirali.

Amerika bütçemize 120 milyon Hra hibe etti, 120milyon lira. "Ajnerikan emperyalizmin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.

Nazmı Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. "

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.

Vatan çiftliklerinizse,

kasalarınızınve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

vatan, şose boylamda gebermekse açlık tim.

vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa, yazın.

fabrikalarınızda aI kanımızı içmekse vatan ,

vatan, tırnaklarıysa ağalarınızın, *

vatan, mızraklı ilmihalse, vatan,polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,

vatan, Amerika üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması

topuysa,

vatan. kurtulmanıuksa kokmuş karanlığınızdan ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor lıâlâ.

İstanbul'un duvarda asılı resmine se­ lam!

Nazım,duvarda asılı İstanbul tablo­ sunu bir büyük özlemle selamlayadur- sun.BakanlarkurulutoplanıpNazım’ı vatandaşlıktan çıkaracaktır. Türkçe- de buna “karpuz keserek karın soğu­

maz” derler.

“...Hey gidi yalancı dünya. Şu ya­ lancı dünya sözü başka dillerde var mı, yok mu bilmiyorum. Her anlamıyla dünyayı bu kadar, ama her bakımdan tanımlayan deyim bilmiyorum. Hey gidi yalancı dünya hey. Çünkü biliyor­ sun, Türkiye Cumhuriyeti vatan­

daşlığından, hey gidi dünya,

çıkarılmışım. Beni Türklükten,

halkımın evladı olmaktan, milletime ölümsüz bağlı bulunmaktan kimse, hiçbir kuvvet çıkaramaz, ayıramaz...”

Yoksul halkın kanma doğradıktan ekmeklerle karaborsa savaş zengini olan, bir eli yağda, bir eli balda ha­ ramzade Amerikan uşaklan Nazım’a

“vatan haini” damgasını da vurmak

istediler. Ama Nazım’ın bunlara yanıtı, yağlı, utanmaz suratlarında bir tokat gibi patladı:

VATAN HAİNİ

Nazım, Türk vatandaşlığından çı­ karılmıştır. Eserleri Türkiyesi’nde, Türkçesi'nde yasaklanmıştır. Faşiz­ min gücü bu kadanna yetmiştir. Ama onun dünyadaki saygınlığına gölge düşürememiştir. “İt ürür kervan yü­

rür” diyerek yoluna devam etmiştir

Nazım.

“...Yazdığım şiirleri 54 dile çevirip bastılar... Memleketimin, halkımın kültürünü; itibarını elimden geldiği ka­ dar yayıyorum..”

“...Ekvator'da, Dünya Şiiri diye ko­ caman bir kitap çıkarmışlar. İçinde on iki şair var. Valeri, Claudel. Eliot, Ne- ruda... Filan. Beni de almışlar. Şaştım. Mesela Aragon, yahut Eluard yok. Neden beni almışlar?”

“...20. yüzyılın en büyük dram yazıcısına, rejisörüne, aktörüne, yani asrımızın Şekspiri Şarlo’ya; dünya barış harekatı, dünya barış mükafatını verdi. Ben bu dünya barış mükafat­ larını dağıtan jürinin başkanıyım. Bu mükafatı meşhur bestekar Şoştako- viç’e de verdik. İkisinin de diploma­ larını imzaladık. Ömrümde imzam böylesine şerefli ve tarihi vesikaya ilk defa konduğu için, kağıtları imzalar­ ken bayağı elim titrediydi.

Fransız parlamentosu Fahri Baş­ kanı Edvart Heriyo'ya da barış müka­ fatı verildi. Onun diplomasını da ben imzaladım.”

Hapisten çıktıktan sonra 12 yıl ya- şayabilmiştir Nazım. Tıbbın, en ünlü yürek uzmanlarının özenli bakımına rağmen...

“Yani hiçbir hasta, hastalığını teda­ vi ettirmek imkanlarını benimki kadar bulamamıştır, hatta İngiltere Kraliçesi bile” diyen Nazım'a, 3 Haziran 1963'-

te yine onun deyimiyle oyun etmiştir yüreği. Ama bu son oyundur. Ondan önce aralıklı zamanlarda 4 kez dur­ muştu yüreği. Uzmanların gayretiyle yeniden çalışmıştı.

Sözü Vera’ya bırakalım. Ya­ şamının sonunu o noktalasın:

“...Koridora fırladım ve askılığın yanında yerde gördüm seni. Sırtınla kapıya yaslanmış, elinle yere da­ yanmış, bir bacağını Türk usuliyle altı­ na almış, ötekini hafifçe ileriye uzatmış oturuyordun. Beyaz ve alışılmadık bi­ çimde sakin yüzünün anlatımından daha ilk saniyede anladım ölmüş oldu­ ğunu.

...Seni doğuran ülkenin önünde saygıyla eğilerek büyük insanlık gele­ ceğe doğru taşıyıp götürecek seni, inanıyorum...

Hoşçaka! Nazını Hikmet..”

B İ T T İ

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Kassing ve Avtgis [11], içsel kontrol odağına sahip çalışanların orta derece ya da dışsal kontrol odağına sahip çalışanlardan daha fazla açık muhalefet

İnsanlığın başlangıcından bugüne değişime uğrayan doğada görülen farklılıklar, değişen toplumsal değerler ve doğa insan ilişkisi ve sanat- sal

&#34;C'est avec la plus grande sympathie et une profonde admiration que le peuple hongrois et moi suivons les efforts remarquables par lesquels la nation soeur Turque fait preuve

Nine apansızın ölüp varı yo ğu ka­ panım elinde kalınca baskısız kalan Sadi, K avuklu H am dinin orta oyun­ larında, Şevkinin tiyatrosunda aktör lüğe

A number of independent practice tasks can be suggested for the client following the first consultation, for example, collection of stuttering severity scores during everyday talking

BEN DE FOTOĞRAFINI ÇEKİYORUM — Sami Güner’e göre Yunus Emre’den Tlırgut Uyar’a şairler, insanın ve doğanın şiirini yazıyor, kendisi de fotoğrafını

Ve ayrıca askeri mahkemedeki yargılamaları öğretmenler adı­ na izleme olanağını bulduğum için, şehit Kubilay’ın yakın arkadaşı olduğum, olaydan beş-altı saat önce

SEVSAY: Türkiye’de, merhum Cemal Reşit Rey ile 9-10 yıl süren çalışmala­ rımdan sonra uzun bir süre Viyana Mü­ zik Akademisi’nde Kompozisyon ve Or­ kestra