• Sonuç bulunamadı

Faiz Dışı Fazla Nedir? Türkiye’de Mevcut Faiz Dışı Fazla Ve Reel Faizler İle Kamu Borçları Eritilebilir Mi? (Muhtemel Senaryolara Göre Üç Projeksiyon)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Faiz Dışı Fazla Nedir? Türkiye’de Mevcut Faiz Dışı Fazla Ve Reel Faizler İle Kamu Borçları Eritilebilir Mi? (Muhtemel Senaryolara Göre Üç Projeksiyon)"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

FAİZ DIŞI FAZLA NEDİR? TÜRKİYE’DE MEVCUT FAİZ DIŞI FAZLA VE REEL FAİZLER İLE KAMU BORÇLARI ERİTİLEBİLİR Mİ?

(MUHTEMEL SENARYOLARA GÖRE ÜÇ PROJEKSİYON)

M. Said CEYHAN

ÖZET

Türk ekonomisi iç ve dış faktörlerin etkisi ile son yıllarda son derece ciddi bir mali krizi yaşamaktadır. Bu krizin ekonomik, sosyal, politik ve uluslararası alanlara yansımaları ve ülkemize pek çok maliyeti olmuştur. Türkiye’de maliye politikası aracı olarak faiz dışı fazlanın artırılması çabası bu krizi atlatmak için değil, bilakis borçlanmanın sürdürülebilmesi amacıyla kullanılmaktadır. Borçlanmanın sürdürülmesi için faiz dışı fazlayı artırmak gerektiği bilinen bir gerçektir. Ancak, sadece bu araç ile bu hedefe ulaşmak imkansızdır. Bununla birlikte, reel faizlerin düşürülmesi, ekonomik büyümenin artırılması,ekonominin tümünde etkinliğin sağlanması ve bütçe açıklarının kapatılması da gerekiyor. Ayrıca, bugün faiz dışı fazlanın amacı olarak gösterilen“borçlanmanın sürdürülebilirliği” hedefi son derece

tehlikeli ve belirsiz bir hedeftir. Faiz dışı denge yerine,borçların eritilmesi hedefi ikame edilmelidir. Aksi taktirde,borç sorunu yıllarca artarak devam edecektir.

Anahtar Kelimeler: Bütçe açığı, Reel faiz, Faiz Dışı Fazla

ABSTRACT

Turkish economy has been in a deep crisis, due to external and internal factors, in recent years. Its economic, social, political and international dimension has been an important source of cost in Turkey. The efforts to increase primary surplus, as a medium of fiscal policy in our country, has not been aiming at overcoming the crisis, but to maintain sustainability of long term public dept. It is a well-known fact that maintaining sustainability of borrowing requires increasing of primary surplus. But, it seems that it is not possible to reach the target by using only this medium. In addition, reel interest rates have to be reduced, economic growth has to be increased, the economy as a whole has to be more efficient and budget deficits have to be minimised. Furthermore, maintaining of sustainability of long term public debt which has been introduced as a target of primary balance is extremely dangerous and dubious target. Instead of increasing the target of primary surplus, the target should be replaced by a new target, reducing total debts. Otherwise, Turkey’s debt problem will continue for a long time.

Keywords: Deficit of Budget, Reel Interest, Surplus the provinces Interest

(2)

I.GİRİŞ

1990’den sonra mali serbestleşmeden üç olumlu sonuç beklenmişti. Bunlar; kredi hacminin genişlemesi, nominal ve reel faizlerin düşürülmesi ile uluslararası düzeye yaklaştırılması yoluyla yatırımların, istihdamın ve milli gelirin artırılıp,işsizliğin azaltmasıdır. Ancak,Türkiye’de bunların hiçbiri oluşmamış ve kredi hacmi de genişlememiştir. Aksine, reel faizler yükselmiş ve saadet zinciri finansmanı, borç yükünü 1990’lar boyunca hızla büyütmüştür (Yeldan,2003;1).

1994 krizi nedeniyle kabul edilen stand-by anlaşması ile Türkiye, mali tercihlerinde “faiz dışı fazla”aracını etkili olarak kullanmayı kararlaştırdı. Ancak, bunu tek araç haline getiren on yıllık dönem(1994-2003)kapanmış bulunmaktadır. Hatta,amacı “faiz dışı fazlayı” olabildiğince artırarak,borcun sürdürülmesi olan mali anlayışın,dönemin son yılının ortasında, yasa ile düzenlenmiş olduğunu bile görüyoruz. Peki “faiz dışı fazla”nedir? Bunu kısaca, bütçedeki reel giderler ile gelirler dengesinin fazla vermesi şeklinde tanımlayabiliriz. Hükümet,2003 yılı ekonomik hedefini %6.5“faiz dışı fazla” verilmesinde yoğunlaştırırken,IMF de bunun için ciddi bir denetim yapmaktadır. IMF kıskacındaki her borçlu ülkede,bu politika temel şartların başına konmaktadır.

Ülkemizde kamu maliyesinin neredeyse tek amacı haline gelen “faiz dışı fazla” 1994 sonrasında borcun sürdürülebilirliği üzerine kurulmuştur. Oysa,bunun yerine “borcun eritilmesi” hedefi seçilmeliydi. 1994’dan beri aktif olarak kullanılan faiz dışı fazla/GSMH payının artırılmasına rağmen iyileşme görülmediği gibi bu hedef 2007 yılına kadar da uzatılmıştır. Oysa,2004 yılı sonunda tek haneli enflasyon bekleniyor. Enflasyon ile reel faiz arasındaki ters orantılı ilişkiden dolayı tek haneli enflasyon, çift haneli reel faiz anlamına gelmektedir. Kim ödeyecek bu bedeli? Çözümün sadece“faiz dışı fazla”da aranması Türk kamu maliyesini “acz” noktasına doğru götürme riskini taşımaktadır. Mevcut gelirler ile iç borçların azaltılması mümkün gözükmemektedir. Borçluluğu azaltacak kamu gelir ve giderleri politikası da henüz mevcut değildir. Gelir politikasında ise yük genelde dolaylı vergilerin üzerinde devam ediyor. Piyasanın büyüme +faiz dışı fazla>reel faiz çözümünden hareket edersek, geriye sadece araç olarak aşırı yüksek büyüme hızlarına ulaşılması kalıyor. Hangi kaynaklarla?sorusunun cevabı ise pek görünmüyor(Eken,2003;1). Ayrıca“faiz dışı fazla”sorunlarımızı çözebilecek mi? Bunu cevaplamak için, bütçe açıkları ve reel faizleri irdelememiz gerekiyor.

II.TÜRKİYE’DE KAMU AÇIKLARININ BOYUTLARI

Türkiye’de son 10 yılda uygulanan konsolide bütçe gelir ve giderleri ile bütçe açığı ve borç stoku büyüklükleri Tablo-1’de sunulmuştur.

(3)

(TABLO-1)TÜRKİYEDE KONSOLİDE BÜTÇE BÜYÜKLÜKLERİ VE BORÇ STOKU(1993-2003) (MİLYAR TL)

BÜT. BORÇ GİDER/ GELİR/ AÇIK/ BORÇ/

YILLAR AÇIĞI STOKU GSMH GSMH GSMH GSMH 1993 133 357 20.0 15.3 4.3 17.5 1994 152 799 24.3 17.5 6.7 17.8 1995 316 1.361 23.0 19.2 3.9 20.5 1996 1.238 3.148 21.7 17.7 4.0 17.3 1997 2.240 6.283 27.2 19.5 8.3 21.3 1998 3.697 11.612 29.1 22.2 6.9 21.6 1999 9.151 22.921 35.8 24.2 11.6 29.2 2000 13.264 36.420 37.1 26.9 10.6 29.0 2001 29.036 122.157 45.5 29.3 16.2 69.2 2002 39.085 149.869 42.5 28.1 14.4 55.2 2003 49.068 - 41.4 28.4 12.8 -_ Kaynak:Maliye Bakanlığı,2002 Yılı Ekonomik Rapor,Bütçe Gerekçesi Tabloda görüldüğü gibi;bütçe gelirleri artarken,giderler daha çok artığından, kamu açıkları büyümüştür. GSMH’ deki bütçe gelirlerinin payı 1993 yılında %15.3 iken,2002 yılında %28.1’e çıkmıştır. Milli gelire göre,deflate edilen gelirler %60.1 artarken,yıllık ortalama %3.3’lük büyümeler de eklendiğinde, reel artış %80.6’ ya çıkmaktadır. Buna rağmen,bütçe açıkları 1993’de milli gelirin %4.3’nden,2002 yılında %14.4’e çıkmıştır. Bunun nedeni,bütçe giderlerinin artışı olup,giderlerin milli gelirdeki payı,1993’da %20.0’dan,2002’da %42.5’e çıkmıştır. Dönemdeki deflate edilen giderlerin reel artışı ise %74.9 olmuştur. Yıllık ortalama %3.3 büyüme oranları da eklendiğinde, giderlerin reel artışı %99.6’yı bulmaktadır. Bir işletmede nasıl satış hasılatı cari maliyetleri karşılayamadığında işletmenin denkleştirilmesi ve net borç stoku net aktifleri aştığı taktirde iflası istenirse,bir devletin de kamu borçlanma gereği vergi gelirlerini aşarsa denkleştirilmesi ve borç stoku net aktifi(toplam gelirleri) aşıyorsa iflası akla gelebilir. Devlet için ise iflas kolaylıkla söylenememekte ve konu çok katı sunulmakla birlikte,bu gerçek böylece ifade edilebilir(Akalın,1998;21).

Genel ve katma bütçeli kuruluşlara KİT’leri, fonları, döner sermayeli kuruluşları, vakıfları, parafiskal kuruluşları, görev zararı ve kur farkları ile borç

(4)

anapara ödemelerini de eklediğimizde,kamu sektörünün milli gelirdeki payının çok yüksek olduğu görülür. Bu pay artıkça, devletin makro ekonomik dengesizlikteki rolü de artmaktadır. Kamu bu büyük kaynağı verimsiz kullandığı ve kıt kaynakları israf ettiği için kaynak ve harcama dengesi bozulmuştur. Böylece, devlet makro hedefleri olan büyüme,ekonomik istikrar ve gelir dağılımı adaletini sağlamak bir yana,sağlık,adalet,eğitim gibi temel hizmetleri dahi tam olarak sunamamıştır. Hükümetler,popülist amaçlar ve mali denge için yeterli kaynak bulamadıklarında,borçlanmak hem kolay,hem daha az siyasi risk taşıdığından,iç ve dış borçlarla faaliyetleri sürdürmeyi tercih etmişlerdir(Türk,1996;226).

III. İÇ BORÇ REEL FAİZLERİNDEKİ GELİŞMELER

Borç reel faizlerinin, borç stoku ve bütçe yapısı üzerinde önemli bir etken olduğu bilinmektedir. Tablo-2 de 1996-2002 yıllarında iç borç faiz ödemeleri, net borç artışı ve iç borç reel faiz ödemeleri gösterilmiştir. Reel faiz oranını basit bir denklemle hesaplayabiliriz. Reel faiz, 1+ nominal faiz oranı / 1+ enflasyon oranı denklemi ile bulunmaktadır. Aşağıdaki rakamlar analiz edildiğinde, ortalama yıllık reel faiz oranları,1996 yılından bugüne değişkenlik göstermektedir.

(TABLO-2 ) İÇ BORÇ FAİZ ÖDEMELERİ,NET BORÇLANMA VE REEL FAİZ (MİLYAR TL)

Yıllar 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 Faiz ödemeleri(TL) 1.015 2.040 5.532 9.893 18.606 40.484 43.468 Faiz ödemeleri ($) 12.5 13.4 21.2 23.5 29.8 33.0 28.6 Net borç artışı (TL) 1.606 3.115 5.747 11.308 13.500 85.736 27.712 Net borç art. ( $) 19.7 20.5 22.2 26.9 21.6 69.9 18.2 Reel faiz (%) 17.3 2.6 5.7 25.2 2.1 5.5 25.1 kaynak: www. hazine.gov.tr / stat / 2002.yıllık.borç.html

En yüksek oranlar 1999 ve 2002 yıllarında %25 düzeyinde,en düşük ise 1997’de %2.6 ve 2000’ de %2.1 oranında gerçekleşmiştir. Bu dönemdeki reel faiz ortalaması, yaklaşık %12.5 düzeyinde gerçekleşmiştir.

Türkiye’nin borç reel faizleri kıyaslandığında,dünyanın diğer ülkelerinden çok yüksek olduğu görülmektedir. Örneğin,1999 yılında gelişmiş ülkelerde bu oran ortalama %3.5 iken,ABD’de %3.3, Japonya’da %0.1, Euro Bölgesi’nde %3.0, endüstrileşmiş Asya Ülkelerinde %6.4 oranındadır(Bağcı, 2001;100). Temmuz 2003 ayı gerçekleşen nominal faiz ve enflasyon oranına göre hesaplandığında,reel faizlerin bizde hala %25’lerde seyrettiği görülmektedir. Reel faizlerin bu denli

(5)

yüksek olması makro ekonomik krizin ana nedenidir. Kamu, düşük ve orta gelirlilerden,özellikle kamuya borç verenlere gelir transfer edip gelir dağılımını bozarken,anayasanın “sosyal devlet”ilkesini de ihlal etmektedir. Ayrıca,kamu borçları,sıcak portföy sermaye giriş ve çıkışını doğurarak ülke kaynaklarının dışa transferinde ve yoksullaşmada önemli rol üstlenmektedir.

IV.BORÇ STOKU,REEL FAİZ VE ENFLASYON İLİŞKİSİ

2003 yılının %20 enflasyon hedefi yaklaşık 1-2 puanlık bir sapma ile inanılır görülmeye başlandı. Enflasyon ile işsizlik arasındaki ters orantılı ilişki gereğince, işsizlerin sayısında bir artış olma riski bulunmaktadır. Ancak, bundan daha büyük tehlike,Türkiye’nin en önemli sorunu olan iç borçların reel faizlerinin artışıyla borçların büyümesi ve içinden çıkılamaz bir hal almasıdır. 1994-2003 yılları itibariyle enflasyon oranları ile reel faizler Tablo-3’de sunulmuştur.

(TABLO-3) 1994-2003 DÖNEMİ ENFLASYON VE REEL FAİZ İLİŞKİSİ(%) Yıllar 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003(1) TEFE 49.6 64.9 84.9 91.0 54.3 62.9 32.7 88.6 30.8 20.0 Reel Faiz 16.7 13.2 17.3 2.6 5.7 25.2 2.1 5.5 25.1 25.0 Büyüme -6.1 8.0 7.1 8.3 3.9 -6.1 6.3 -9.4 7.5 -

Borç St / GSMH17.8 20.5 17.3 21.3 21.6 29.2 29.0 69.2 55.2 - Kaynak: Hazine Müsteşarlığı,Hazine İstatistikleri(1980-2003)

(1) Program

Borcun döndürülmesi veya borç dinamiği,borç ana parasının normalde yeniden borçlanarak karşılanması, faizlerin de cari gelirlerden ödenmesi anlamına gelmektedir. Reel faiz, büyüme hızına denk olduğunda, borç stoku artmadan borcun çevrilmesi mümkün olacaktır. Reel faiz,büyüme hızından büyük ise faizlerin finansmanı için de yeniden borçlanmak gerekir. Bu mekanizma kronikleşirse (1997 ve 2000 yılları hariç diğer tüm yıllarda bu durum vardır) “saadet zinciri” anlamında “ponzi” usulü finansman gerçekleşir. Böylece,borç stokunun milli gelire oranı artacaktır. Nitekim,tablodaki iç borç/GSMH oranının 1994 de %17.8’den,2001 de %69.2’ye yükseldiği görülmektedir. Bu tür artışlar borç stokunun büyümesine,bir süre sonra alacaklıların borç anaparalarının ödenemeyeceği düşüncesine kapılmalarına ve borç krizine neden olmaktadır. Faizlerin cari gelirle ödenmesi bütçenin faiz dışı fazla vermesi ile mümkündür. Ancak bunun önemli alternatif maliyetleri vardır. Bunlar; reel faizlerin artması, bütçe gelirlerinin büyük ölçüde faiz için tahsis edilerek,bütçede yatırım, sağlık, eğitim için kaynak kalmaması sorunlarıdır. Borç ve faiz sarmalının kırılmasının önündeki en büyük engel ise yüksek borç stokudur. 2003 yılında milli geliri

(6)

yaklaşık 210 milyar dolar tahmin edilen Türkiye’nin 90.4 milyar dolarlık iç ve dış borç servisi yapacak olması, devletin borcu borçla kapatmak gibi bir zorunluluğunu ispatlamaktadır. Tabii ki borç verenler bu zorunluluğu çok iyi kullanmaktadırlar. Bankaların bunda çok büyük fonksiyonu vardır. Bankacılık sektörünün gelir gider dengesine bakıldığında,2000 yılındaki gelirlerinin %25’i kamu kağıtları faizlerinden oluşurken,bugün %53’üne çıkmıştır. Bunların kredilerinden sağladıkları faiz gelirlerinin oranı ise %21’dir. Dönmeyen kredilerin oranı %33’e ulaşmıştır. Bankacılık kesimi bu nedenle reel faizlerin düşmesine direnç göstermektedir(Sak,19.08.2003;1). Borç stokunun düşürülebilmesi için büyüme hızının artırılması veya reel faizlerin düşürülmesi gerekir. Milli gelirin artması yatırım artışına bağlı olduğu gibi yatırımlar da, yüksek faizler ile ters orantılı olduğundan,özel sektör tarafından yapılamazken, kamu sektörünce de faiz dışı fazla kaygısı ile öncelikle azaltılan bir bütçe kalemdir. Ayrıca, reel faizler de ancak nominal faizler düşürülerek ve/veya enflasyon yükseltildiğinde düşecektir. Yani,devletin borç yükünü azaltmasının bir yöntemi de enflasyonu artırmaktır. Enflasyonun borç stokunu eritebilmesi için ise borçlanma vadesinin uzun olması gerekir. Bazı yazarların iddia ettikleri gibi Türkiye’de enflasyonun artmasıyla reel faizler arasında çok sıkı negatif ilişki bulunmamaktadır. Enflasyon her zaman reel faizleri düşüren unsur değildir(Boratav,2003;2). Zira,son yıllarda ortalama borçlanma vadesi bir yılın altında seyretmektedir. Bugün bu durum hala devam etmektedir. Böylece,oluşan enflasyona uyumlu nominal faizler gerçekleşmekte ve bu enflasyon oranı reel faizlere yansımaktadır. Tablo-3,2002 dışındaki yıllarda enflasyon ile reel faizlerin pek yakın ilişki içinde bulunmadığını göstermektedir.

Ancak reel faizlerin düşürülmesinde ve dolayısıyla borç stokunun eritilmesinde enflasyon olgusunun ihmal edilmesi de doğru değildir. Bunun gerçek ve kalıcı etkisini göstermesi için borç vadelerinin asgari iki yıla çıkarılması gerekir. Yoksa,gölge faiz mekanizması ve nominal faiz ve enflasyon yapışkanlığından enflasyonun reel faizleri düşürme gücü yok olmaktadır. Kısa vadeli ve dövize endeksli borçların ağırlığı artığından,alacaklılar piyasadaki faiz,fiyat ve kur değişiklikleri yönünde faiz talep ederek reel faizlerin düşmesini engellemektedirler. Son dönemlerde hazine borçlarının enflasyona ve kura yapışkanlığında artış meydana gelmiştir( Kılıç,2002;4). Borç stokunun eritilmesi için “faiz dışı fazla”dan daha önem arz eden araçlardan biri olan enflasyon aracından tam olarak yararlanmak için,önce kısa vadeli borçlanma ve değişken faizle borçlanma yöntemi esnetilerek uzun vadeli ve sabit faizli borçlanma politikasına yönelinmesi,bilahare Hazineye“kısa vadeli avans”kullanma imkanı verilerek,borç ve faiz ödemelerinde kullanılarak borç stokunun eritilmesine katkısı sağlanmalıdır. Böylece, senyoraj ve enflasyon vergisi üreterek,borçları eritecektir. Ayrıca enflasyonun zararları da yadsınamaz. Ancak, yıllarca ekonominin, alacaklıların yoğun baskı ve ipoteği altında ağır krizlere girip daralmasındansa,bir dönem kontrollü bir enflasyon üretilmesi ve enflasyon şoku uygulanarak reel faizlerin makul ölçülere çekilmesi, sonra “faiz dışı fazla”nın uygulanarak borçların itfası daha doğru ve tutarlı

(7)

görünmektedir. Bu yöntemin,halen ödenen ve ekonomiye ağır maliyetler yükleyen faizler hakkaniyet ve adalet ölçülerini aştığından,etik dışılığından da söz edilemez.

V.FAİZ DIŞI FAZLA VE BORÇ STOKU İLİŞKİSİ

Son yıllarda borçlanmanın sürdürülebilmesi için,Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşların üzerinde en çok durduğu konulardan biri “faiz dışı fazla”dır. “Faiz dışı fazla” şöyle hesaplanmaktadır. Faiz dışı fazla = bütçe gelirleri – (bütçe

giderleri – faiz giderleridir) dir. Bu hesaplamayı 2002 yılı için uyguladığımızda

71.1 – (98.1 – 42.8) = 15.8 katrilyon TL. bulunmaktadır. Bunu,2002 yılının GSMH’na oranladığımızda %5.4 bulunmaktadır. Aynı yöntemi 2003 yılı bütçesine uyguladığımızda ise 100.8 – (149.0 – 67.8) = 19.6 katrilyon TL. çıkmaktadır. Bunu tahmin edilen GSMH rakamına (354.7 katrilyon) oranladığımızda ise %5.5 bulunmaktadır(2003 bütçe gerekçesi;4). IMF’nin zorlaması sonucunda hükümetin alacağı tasarruf tedbirleri ve ilave gelir kaynakları sonunda bu oranın, yıl sonu itibariyle %6.5’e çıkması öngörülmektedir. 2003 yılı Mayıs ayı itibariyle oluşan bütçe değerlerini baz aldığımızda Faiz Dışı Fazla=37.1-(58.8-31.1)=9.3 trilyon TL çıkmaktadır. Gerçekleşen fazlayı temel aldığımızda,yıl sonunda bu değer, yaklaşık 22.5 katrilyon Tl. bulunmaktadır. Bu değeri 2003 yılı için öngörülen GSMH’ya (354.7 katrilyon TL)oranladığımızda, “faiz dışı fazla”nın GSMH’ya oranı % 6.4’ü bulmaktadır, ki bu oran IMF‘e verilen taahhüt ile uyumludur. Bu rakamın yüksek olması bir bakıma finansman açığının bu tutar kadar az borçlanma yapılarak giderilmesi anlamına gelebilir. Ancak,bu sonuca kesin ulaşılacağını söylemek için reel faiz oranı ile büyüme oranının öngörülen düzeyde gerçekleşmesi gerekir. Nitekim, 2003’deki “faiz dışı fazla”ya rağmen iç borç stoku, yıl başındaki 150 katrilyon Tl. den,Mayıs 2003’de 176 katrilyon TL.na çıkmış, borç stoku artmaya devam etmiş ve “faiz dışı fazla”politikası sadece borçlanma dinamiğini sağlamıştır. 1994-2003 Yıllarındaki gerçekleşen“faiz dışı fazla”ile faiz dışı fazlanın milli gelire oranları Tablo-4’de sunulmuştur.1994-2003 yıllarındaki ortalama faiz dışı fazlanın GSMH içindeki payı yaklaşık %3.3 olarak gerçekleşmiştir. Tabloda görüldüğü gibi faiz dışı fazlanın GSMH içindeki payı, son on yılda değişkenlik göstermiştir. Bu oran 2000 yılından itibaren artarak %1.2 den,2002 yılında %5.4’e yükselmiştir.2003’de %6.5 oranında gerçekleşmesi beklenmektedir. Bu trendin gelecek yıllarda sürmesi, borçlanmanın sürdürülebilirliği açısından çok önemlidir.

(8)

(TABLO-4)KONSOLİDE BÜTÇE FAİZ DIŞI FAZLANIN MİLLİ GELİRE ORANI (1994-2003) (TRİLYON TL.)(%)

Yıllar 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003(1) FDF 46.1 259.5 259.3 37.4 2478.8 1569.2 1569.2 7175.0 12468.1 19800.0 FDF/GSMH 3.7 3.3 1.7 0.1 4.6 2.0 1.2 4.0 5.4 6.5 Kaynak;Hazine Müsteşarlığı,Maliye Bakanlığı istatistikleri

(1)Program

Faiz dışı fazlayı artırmanın yolu, faiz oranları veri iken reel harcamalarını azaltmak ve/veya bütçe gelirlerini artırmaktan geçmektedir. Oysa faiz dışı bütçe giderlerinin (reel giderlerin) GSMH içindeki payı da mali krize rağmen artmaya devam etmektedir. Nitekim 1993 yılında bu oran %18.7 iken 1995’de %14.6’ya düşmüş ise de, daha sonraki yıllarda artarak,1999 yılında %22’ye yükselmiştir. 2003 yılında ise bu oranın %23 civarında gerçekleşmesi beklenmektedir.1996 yılına kadar bütçedeki artışın en önemli nedeni faiz giderleri iken,bu yıldan itibaren Sosyal güvenlik kuruluşları için yapılan transferler de önem kazanmıştır. Sosyal güvenlik için yapılan transferlerin,GSMH’ deki payı 1993 yılında %0.6 iken, 1996’ da %2.2’ye, 1999’da ise %3.5’e yükselmiştir. Alınan önlemler ile 2000 yılında %2.6’ya düşmüş ise de 2003’da %4.2’ye yükselmesi beklenmektedir (2003 Yılı Bütçe Gerekçesi;9-29). Bu durum,borçlanmanın piyasaya yapılacak ödemeye oranının %100’lerin üstüne çıkmasına neden olmaktadır ki,bundan iç borcun döndürülme riski doğmaktadır. Hazineyi burada rahatlatabilecek şey, iç borcun yaklaşık %51’inin kamudan yapılmış olması ve bu borçları yapılandırabilme esnekliğidir. Ancak,borçların sürdürülebilirliği açısından bu esneklik tek başına yeterli değildir. Dolayısıyla,2003 ve sonraki yıllarda,”faiz dışı fazla”nın artırılması için,hazine birliği ilkesine uyulması,faizlerin düşürülmesi,KİT ve sosyal güvenlik kuruluşları açıklarının kapatılması,büyümenin artırılması gibi önlemlere gerek vardır.2003 yılındaki faiz dışı fazla hedefinin yakalanabilmesi için,150 katrilyon TL tutarındaki giderlerin azaltılması ve gelirlerde de büyük artış sağlanması gerekir. Diğer bir deyişle,harcamalarda tasarruf ve gelirlerde artışı sağlayacak önlemlerle 50 katrilyon TL tutarındaki bütçe açığının azaltılması gerekir.

Acaba bütçemiz,böylesine bir imkanı bünyesinde taşımakta mıdır?2003 yılı başlangıç bütçe giderlerinin %44.8’i faiz harcamalarına ayrılmıştır. Buradan yapılacak tasarruf, öncelikle yeniden borçlanma faiz oranlarının aşağıya çekilmesi ve borçlanma vadesinin iyileştirilmesine endekslidir. Hükümetlerin üzerinde durdukları ve başarılı oldukları bütçede iki kalem bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, yatırım harcamalarıdır. Böylece işsizliği azaltan,istihdam ile gelecekte üretim ve milli geliri artıran yatırımların reel miktarında giderek azalma olmaktadır. Nitekim,1985 bütçesinde %20.7 pay alan yatırımların, 1990’dan itibaren gerileyerek, bugün %6’ya gerilemiş bulunmaktadır.

(9)

İç borç harcamalarının, yatırım harcamalarına oranı açısından,bu gelişme daha çarpıcıdır. 1990’lı yıllarda iç borçların yatırım giderlerine oranı %90’larda iken, 1992’den itibaren %100’ün üzerine çıkarak,1999 yılında %638’e, 2000’de ise %1092’ye yükselmiştir. Bugün,devletin sosyal ve ekonomik yönlerinin öne çıkması nedeniyle, devletin ‘ekstrafiskal’ görevleri büyük önem taşımaktadır(Akdoğan, 1999;59).Ancak,1990’lar Türkiye’sinde devlet bütçesinin artık sosyal altyapı ve ekonomik büyüme gibi ekstra fiskal hedeflerinden giderek uzaklaşarak, gelir dağılımının yeniden düzenlenmesinde negatif bir araç haline geldiği görülmektedir. 1990’yılı ve sonrasında kamu, gerek üretim, gerekse yatırım ve istihdamın artırılması hedefini oldukça terk ederken, adeta sosyal gelir dağılımının sermaye lehine yeniden düzenleyen bir aracı rolünü üstlenmiş bulunmaktadır.

Bütçenin diğer bir önemli kalemi olan personel harcamaları da son yıllarda reel anlamda büyük ölçüde azalmıştır. Kamunun istihdam ettiği personelin maaş, ücret ve özlük hakları yasalar ile nominal olarak garantiye alınmıştır. Ücretler reel olarak ancak enflasyonun altında zam verilerek azaltılabilir. Bu yöntem, zaten öteden beri uygulandığından,artık bunun uygulama alanı kalmamış ve bu bölümde de pek tasarruf imkanı bulunmamaktadır. Bütçenin diğer cariler ve hazine yardımları bölümlerinde ise zaten pek tasarruf imkanı kalmamıştır.

Kamunun “faiz dışı fazlayı” oluşturmak (sermayeye gelir transferini yapabilmek) için bir diğer alternatif yöntemi de kamu gelirlerini artırmaktır. Bu noktada çeşitli sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunların başında,kayıt altındaki vergi mükelleflerinin (bir maliye bakanının deyimiyle kümesteki tavukların) vergi yüklerinin çok ağır olmasıdır. Bir yandan ekonomik ve mali kriz,diğer yandan ağır vergi yükü,bunların bir çoğunun işsiz kalmasına ve ödeme gücünün düşmesine neden olmuştur. Dolayısıyla,bunların yeni vergileri yüklenmeleri ve vergi hasılatını artırmaları imkansızdır. Hükümetin bu yönde zorlamaya gitmesi,ciddi sosyal ve ekonomik sorunlar ortaya çıkacaktır. Alınabilecek bir diğer önlem, kayıt dışı ekonomiyi kayıt içine alıp vegileyerek ve vergiyi tabana yayarak vergi hasılatını artırmaktır. Kayıt dışını kayıt altına almak,ülkemizin en temel ekonomik önceliklerinden biridir. Kayıt dışılık sadece özel sektörde değil kamu sektöründe de yoğun olarak gözlenmektedir(rüşvet,yolsuzluk,yasal açıklar oluşturup kamuyu kaynak kaybına uğratmak vb.). Maliye Bakanlığının bir incelemesine göre,ABD ve Japonya`da %8-10,Yunanistan ve İtalya`da %24-30 düzeyinde seyreden kayıt dışı ekonominin,Türkiye`de %61’lerde olduğu belirlenmiştir. Ayrıca,bu oran giderek de artmaktadır(Kaya,2003;3). Bu ekonominin sadece%50’si kayıt altına alındığında, (2003 yılında tahmini 354.5 katrilyonluk GSMH’nin %30.5’i(%61’in yarısı) milli gelir 108.1 katrilyon TL artacaktır. Gelir vergisi tarifesi halen %20-45 arasında uygulanmaktadır,bu gelirden ortalama %30 oranında vergi alındığı varsayıldığında, 2003 yılında bu kaynaktan sadece gelir vergisi olarak,32.5 katrilyon TL gelir sağlanacaktır. Ayrıca,hükümetin özelleştirmeden beklediği 4.8katrilyon TL, Vergi Barışı Yasası ve ek vergi yasalarından beklenen 9 katrilyon TL kaynakla, toplam 46 katrilyon Tl ek gelir sağlanabilecektir. Bu toplam kaynak, 2003 yılı bütçe gelirlerinin yaklaşık %45’in oluşturacaktır. Sağlanacak bu kaynağın

(10)

sadece %50’sinin reel hizmetlerde kullanılması halinde”faiz dışı fazla”%12.9’a yükselebilecek,faizler düşürülecek,borçlar eritilecek ve kalan kaynak ile de ilave yatırımlar yapılarak istihdam hacmi de artırılmış ve işsizlik azaltılmış olacaktır. Kısa vadeli avans uygulamasına imkan verilmesi halinde,sağlanacak bu kaynak ile borç stoku önemli ölçüde azalacaktır. Bu borç dinamiği konusundaki olumsuz havayı dağıtarak,iç ve dış borç reel faizlerinin öncelikle %10’lar düzeyine ve uzun dönemde ise %6’lara kadar düşmesine neden olabilir.Böylece,Türkiye’de borç-faiz kısır döngüsü kırılarak,fonksiyonunu yitirmiş olan bütçe,artık devletin ekonomik,mali ve sosyal amaçlarını gerçekleştiren bir araç haline gelebilecektir. VI.GELECEK ON YILDA SENARYOLARA GÖRE PROJEKSİYONLAR 1995 yılından bugüne kadar bütçe açıkları iç borçlanma ile finanse edilmiştir. Büyüme oranı, ortalama reel faiz ve faiz dışı fazlaya bağlı olarak, mevcut borçların sürdürülebilmesi,diğer bir deyimle borçlanma dinamiği olumlu veya olumsuz yönde etkilenebilmektedir ( Eken, Aysoy, 1999;7)Borç dinamiği için büyümede belirli bir seviyenin tutturulması gerekmektedir. Büyüme azaltılarak borç dinamiği sürdürülemez. Ayrıca, reel faizlerin büyümesi de borç dinamiğini riske sokmaktadır. Bu nedenle de reel faizlerin mümkün olduğunca düşürülmesi gerekir. Sadece,bu iki faktör ile de borçların sürdürülebilirliği sorununu çözmek mümkün değildir. Ayrıca,faiz dışı fazlanın da artırılması gerekir. Şayet, faiz dışı fazla hedeflenen düzeyin altında gerçekleşirse,borç stokunda reel bir azalış beklenirken,bilakis borç stokunu artırıcı etki meydana gelir. Borç stokunun azaltılması ile ilgili bir denklem kurarak, üç senaryo ile bunu analiz edebiliriz.

A.DENKLEMİN OLUŞTURULMASI;Bunun için IMF programının modelinden yararlanabiliriz. IMF programı,Jacques Polak’ın Standart Mundell-Fleming modelidir. Açık ekonomide borç stokunun milli gelire oranı(DB)ile,reel faizler(r)ile ve toplam borç stoku (TBS)ile gösterilmiştir. Herhangi bir (t) döneminde borç stokunun milli gelire oranı bir yığın simültane denklemleri çözerseniz, sonunda faiz aracı işin içine girer. Faiz borç stokunu artırıcı bir unsurdur. “faiz dışı fazla”yı ne kadar artırırsanız, borç o kadar kolay çevrilir. (D) reel büyüme oranı,(Pd) faiz dışı fazladır, ki bunun artışı da borçları azaltır.

Kuracağımız denkleme,normal bir ekonomik modele girmesi gereken birçok değişkeni,modeli basitleştirmek üzere dikkate almıyoruz. Denklemde yer alan, milli gelirin yıllar itibariyle büyüme oranı, kamu borç stoku, reel faizler ve faiz dışı fazla değişkenleri olacaktır. Denklemimizi 2002 yılı sonunda gerçekleşen borç stoku üzerinden on yıllık perspektife uyguladık. Değişkenler şöyledir;

DB = Borç Stoku r= Reel Faiz Pd = Faiz Dışı Fazla D= Büyüme Oranı

Denklemimiz; [ DB( t+1) = TBS ( t ) . ( 1+r ) – Pd .D ( t+1 )] dir.

“IMF’in 2002 raporundaki hedeflerden enflasyon hedefi 2005 de %10’nun altına çekilecek ve 2003 de faiz dışı fazla %6.5 ,2006 da %6.3 çekilecektir: Bu iki veriyi bir denkleme yerleştirirseniz, dökümanda nominal faizler 2002 de %69 dan başlıyor, %46, %32, %27’lere kadar düşüyor. Ancak, denklemdeki reel faizler

(11)

programın ex-ante enflasyonuna göre insana endişe veriyor. Biz ödevlerimizi ne kadar yapsak da Türkiye’de reel faizler buna göre hala çok yüksek olacaktır. Faiz dışı fazlayı zorladığımızda ve hedefin üzerine bile çıkardığımızda, programın temel denklemine giren reel faizleri azaltsa bile,yüksek reel faizler uzun süre devam edeceğe benziyor. Bu bir cebir hesabıdır. Faiz oranlarını düşürmek için daha fazla faiz dışı fazla vermek gerekiyor”(Yeldan.2003;2).

Bu basit denklemde görünmeyen, ancak dolaylı olarak reel faizleri etkileyen enflasyonun yüksek olması faktörü, borç stokunu etkilememiş gibi görülse de bazı hallerde olumlu bir şekilde etkilediği söylenmelidir. Ancak,dolaylı yoldan büyümeye olumsuz etkisi,(uzun vadede) güveni azaltması ve belirsizliği artırıp riski yükseltmesi nedeniyle reel faizleri de olumsuz etkilemektedir. Ayrıca,enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde enflasyonun getirdiği doğrudan ve dolaylı yükler nedeniyle denklem olumsuz etkilenebilmektedir. Ancak,döviz kurlarının yakın geçmişte görüldüğü gibi,düşerek TL’nin değer kazanması,borç stokunda halen dövize endeksli borçlar ve dövizle yapılan iç borçlanmanın yüksek maliyetli olması nedeniyle olumlu katkıda bulunurken,ihracatın rekabet gücünü azaltıp büyümenin düşmesine ve denklemin olumsuz etkilemesine neden olabilir.

Borç stoku kompozisyonunun değişerek değişken faizli borçlanma araçlarının ve kısa vadeli borçların artmış olması da enflasyonla borç eritme imkânını azaltmıştır. Borçlarda bir diğer olumsuz gelişme de,borç yapısında kamunun payının %70’lerden %50’lere inmesidir, ki piyasaya borç oranı arttıkça borçların sürdürülebilme sorunu büyümektedir. Dolayısıyla,toplam borçları azaltacak nitelikte birtakım tedbirlerin alınması gerekmektedir. Reel faizlerin düşürülebilmesi için kamuya borçların tahkime tabi tutulmak suretiyle azaltılmasıyla, toplam borç stoku önemli ölçüde azalacak ve borçların döndürülebilirliği konusundaki kuşkular ortadan kalkıp reel faizler azalacaktır.

B.VARSAYIMLAR;Senaryolardaki veriler Tablo-5’de sunulmuştur. Trendi gözlemek için,2000 ve 2001 yılındaki borç stoku/ GSMH oranları olan sırasıyla %88.3 ve %162.9 baz aldık(Hazine Müsteşarlığı,1980-2002 İstatistikleri, 12). Ayrıca denklemimizde, 2002 yılı sonunu başlangıç kabul ederek,borç stokumuzun GSMH’ deki payını on yıllık perspektifte üç alternatif senaryoya göre inceledik. Kötümser varsayımlara dayanan birinci senaryomuzda,geçen on yılın gerçek verilerinin ortalamasını aldık. 2002 yılında milli gelirimizin 180 Milyar TL ve toplam borç stokumuzun da 230 milyar dolar olduğunu belirledik. Birinci

senaryoda;geçen on yılın ortalama büyüme hızı %3.6, reel faiz %12.5, faiz dışı

fazla %3.3 oranlarını baz aldık.

İkinci senaryoda; daha iyimser, ancak muhtemel verileri kullandık. Bu

senaryoyu; gelecek on yılda Türk ekonomisinin,olağan seyrine girerek %7 oranında büyümeye geçtiği,krizden çıkan ülkeler gibi ortalama reel faizleri %6’ ya düşürdüğü, faiz dışı fazlayı ortalama %6.5 sağladığı verilere dayandırdık.

Üçüncü senaryoda; oldukça iyimser,ancak ideal veriler kullandık. Bu senaryoda, Türkiye’nin 2003’dan itibaren süratle krizden çıkarak, konjonktür dalgasının canlanma dönemine girdiği,her alanda güçlü atılıma geçtiği, büyüme

(12)

hızını yıllık%9’a çıkardığı,reel faizleri %5’e düşürdüğü, faiz dışı fazlasını, ekonomiyi kayıt altına alıp,etkin bütçe ve yönetim reformunu gerçekleştirerek %9 oranında gerçekleştirdiği varsayımına dayandırdık.

C.BULGULAR;Bulgu-1.Tablo-5 ve Şekil-1’de görüldüğü gibi birinci senaryonun onuncu yıl sonuç değerleri hiç de iç açıcı değildir. Buna göre, 2002 yılı milli geliri 180 Milyar Dolardan,2012 yılında,249 milyar dolara yükselirken,borç stoku 230 milyar dolardan, 622 milyar dolara ve borç stoku/GSMH oranı da %128’den, %250’ye çıkmaktadır. Devletin borçluluk oranı,yaklaşık iki katına çıkmaktadır. Bu,borçluluk rasyosunun beş katı civarında yüksek bir oranı göstermekte ve ekonominin iflası anlamına gelmektedir. Türkiye,geçmişte uyguladığı ekonomik ve mali politikaları yürüterek,büyük sorun olan borç-faiz sarmalı sorununu çözemez.

Bulgu-2.Birinci senaryoya göre daha dinamik bir ekonomi politikası ve

daha objektif bir borç yönetiminin uygulanmasına dayanan ikinci senaryonun tablomuzdaki on yıllık uygulaması sonucunda, milli gelir 2002 yılında 180 Milyar Dolardan, 2012 sonunda 331 Milyar Dolara çıkacağı,borç stokunun 189 milyar dolara düşeceği ve borç stokunun milli gelir içindeki payının ise %61’e düşeceği hesaplanmıştır. Türkiye,bu uygulamayla borçlarını değil borç oranını azaltmakla birlikte son yılda bile rasyonun altına düşmemektedir.

(13)

(TABLO-5 )GELECEK ON YIL İÇİNDE ÜÇ MUHTEMEL SENARYOLARA GÖRE BORÇ STOKUNUN GSMH’YA ORANI

Ortalama Reel Faizler Büyüme Oranları Faiz Dışı Fazla Milli gelir Borç Stoku Borç Stoku/GSMH Yıllar (1) (2) (3) (1) (2) (3 (1) (2) (3) (1) (2) (3) (1) (2) (3) (1) (2) (3) 2002 12.5 6 5 3.4 7 9 3.3 6.5 9 180 180 180 230 230 230 1.28 1.28 1.28 2003 12.5 6 5 3.4 7 9 3.3 6.5 9 186 193 196 253 231 223 1.35 1.16 1.14 2004 12.5 6 5 3.4 7 9 3.3 6.5 9 192 206 214 278 232 216 1.45 1.12 1.01 2005 12.5 6 5 3.4 7 9 3.3 6.5 9 198 220 233 306 231 206 1.54 1.05 .88 2006 12.5 6 5 3.4 7 9 3.3 6.5 9 205 236 254 337 230 193 1.65 .97 .76 2007 12.5 6 5 3.4 7 9 3.3 6.5 9 212 252 277 372 227 178 1.75 .90 .64 2008 12.5 6 5 3.4 7 9 3.3 6.5 9 219 270 302 412 223 159 1.88 .83 .53 2009 12.5 6 5 3.4 7 9 3.3 6.5 9 226 289 329 457 218 138 2.02 .75 .41 2010 12.5 6 5 3.4 7 9 3.3 6.5 9 233 309 359 504 210 112 2.16 .68 .31 2011 12.5 6 5 3.4 7 9 3.3 6.5 9 241 331 391 560 202 83 2.32 .61 .21 2012 12.5 6 5 3.4 7 9 3.3 6.5 9 249 354 426 622 189 49 2.50 .53 .12

Şekil-1

0 10 20 30 40 50 60 70 80 90 100 110 120 130 140 150 160 170 180 190 200 210 220 230 240 250 260 270 280 290 300 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012

Birinci Senaryo İkinci Senaryo Üçüncü Senaryo

(14)

Bulgu-3.Türkiye’nin mevcut ekonomik krizini atlatması, ekonomik

gelişme dönemine girilmesi,kaynak israfının minimize edilmesi, kamu yönetiminde yapılacak reformlar ile etkin bir bütçe ve maliye politikası yoluyla,yatırım,istihdam,üretim ve milli gelirin artırılması gibi büyük ölçüde iyimserliğe dayanan, ancak uygulanması imkansız da olmayan bir senaryoya dayanmaktadır. Ancak,bu ciddi bir mali disiplini gerektirir. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde;2012 yılında milli gelir,426 milyar dolara çıkarken,borç stoku 49 milyar dolara,borç stokunun milli gelirdeki payı ise 2008 yılında dünyanın borç rasyosu olan %50 ye eşitlenirken,2002 yılında %12'ye gerileyerek ülkemizin borç-faiz sarmalı çözülmüş olacak, böylece ekonominin gelişimi önündeki en önemli engel elimine edilecektir.

VII. SONUÇ

Türkiye, özellikle 1990 yılından sonra mali dengeyi yitiren bir sürece girmiştir. Kamu yönetiminde bütçe disiplinin bozulması,harcama denetiminin sağlanamaması, savurganlığın önlenememesi ve yolsuzlukların her alanda artması, bütçe açıklarına neden olmuştur. Bu açıklar, kamunun vergi ve diğer gelirlerinde önemli reel artışlar olmasına rağmen azalmamıştır. Siyasi iktidarlar ise bu açıkları kapatmaya yönelik tedbirleri almak yerine ekonomik,mali ve siyasi maliyeti gelecekte daha ağır olarak ödenecek olan popülist politikaları tercih ederek,programlarını iç ve dış borçlanmalar ile finanse etmişlerdir. Dolayısıyla Türkiye bugün içinden zor çıkılacak borç krizi ile karşı karşıya kalmıştır.

Gerek teori ve gerekse uygulama sonuçları,bütçe açıklarının ekonomik istikrar ve buna bağlı olarak ekonomik büyüme ve kalkınma ve istihdamı tehdit ettiğini göstermekte ve politikacılar ile bürokratları uyarmaktadır. Türkiye, bu temel sorununu çözmeden diğer sorunlarını çözemez. Öncelikle borçlanmanın temel nedenlerini ortadan kaldırmak gerekir. Bugün borç stoku artışının birçok nedeni bulunmakla birlikte,bunların en önemlilerinden biri bütçe açıkları ve diğeri de reel faizlerdeki olağanüstü yüksekliktir. Bütçe açıklarının yapısal nedenlerden kaynaklandığı bilinmektedir. Dolayısıyla bu sorun çok ciddi mali,ekonomik,siyasi ve idari kapsamlı reformlar ile çözülebilir. Bunun için alınabilir belli başlı tedbirler;bütçede birlik ilkesinin ciddi ve samimi olarak uygulamaya sokulması,bütçelerin performans kriterlerine göre hazırlanması, uygulanması ve denetlenmesi,bütçe ile ilgili örgüt ve birimlerin süratle revizyona tabi tutularak elemanlarının niteliklerinin iyileştirilmesi, bütçelerin gerek hazırlanması ve gerekse uygulamasının süratle performans denetimine tabi tutulması,denetim ve yargılama organlarına mali,ekonomik ve idari özerkliğin sağlanması,kamu idari yapısının tutumluluk,etkinlik ve verimlilik esaslarına göre yapılandırılması, borç stoku/GSMH oranının on yıl içinde %10’lara kadar indirilmesi ve kaynak israfının önlenmesi gerekmektedir.

Borçluluk düzeyinin ve sorunlarının azaltılması, IMF’nin ve bazı yazarların iddia ettiği gibi,büyüme oranının düşürülmesi ve faiz dışı fazlanın

(15)

artırılması ile değil,bilakis iç talebin, dolayısıyla üretimin artırılması ve ekonomik büyümenin maksimum düzeye çıkarılması ile mümkün olabilir. Kaldı ki büyüme ile faiz dışı fazla arasında ters orantılı bir ilişki vardır. Büyüme artıkça,faiz dışı fazla düşmektedir.Diğer yandan büyümenin düşmesi,reel faizleri artırdığından, borçların azalmasına değil artışına yol açar. Ayrıca, kayıt dışı ekonomi ve kamunun aşırı israfı da önlenerek ve vergi yükü tabana yayılarak, kamu gelirleri ile kamu giderleri dengesi sağlanabilir.

Reel faizlerin düşürülebilmesi için;reel faizlerin yükselmesinde büyük rolü olan borç stoku içinde yaklaşık %50’lere varan kamu borçlarının tasfiye edilmesi veya faiz işletilmeyerek belirli bir dönemde eritilmesi,Merkez Bankasının kısa vadeli avans uygulamasına ölçülü olarak geçilmesi,KİT;sosyal güvenlik kuruluşları ve üst kurulların açıklarının önlenmesi, her türlü kamu kaynağını(fon,döner.sermaye, kamu vakfı, özel ödenek,özel hesap, vb.) hazine birliği ilkesi uygulanarak kayıt dışılığın önlenmesi,faiz dışı fazlanın olabildiğince arttırılması, borç yönetiminde daha etkin ve titiz uygulamalara gidilerek borçların azaltılması gerekir. En önemlisi, ekonomik hedefe ‘sürdürülebilir borçlanma’ yerine, ‘borçların eritilmesi’ hedefine yönelinmesi gerekmektedir.

Senaryo sonuçları ipuçlarını vermektedir. Türkiye’nin önünde kabaca üç alternatif bulunmaktadır. Türkiye;ya geçmişteki gibi akla,mantığa ve bilime aykırı müsrif ve optimallikten uzak politikaları sürdürerek ilk bulgumuzdaki gibi ekonomik ve mali iflası yaşayan ve istikrarsız bir üçüncü dünya ülkesi konumuna düşecek, ya kısmi gelişme göstererek ve kaynaklarını kısmen kontrol ederek vaziyeti idare etmek suretiyle ekonomiyi bıçak sırtında tutacak, enflasyon,işsizlik, yoksulluk gibi sorunlar devam ederken uzun süre borçlanmayı sürdürerek, ancak iflası önleyecek,ya da borçlanma oranını düşürerek, kaynaklarını tam ve etkin kullanarak büyümeyi,teknolojik gelişmeyi,yüksek istihdamı yakalayacak ve çağdaş gelişmiş ülkelerin onurlu bir üyesi olacaktır.

Türkiye bu üç alternatiften birini seçmek durumundadır. Politik, ekonomik, mali,sosyal ve idari alanlarda etkin kararların alınarak,üçüncü senaryoya yakın sonucun sağlanması zorunludur. Türkiye, büyük bir dünya devletidir.Değerli tarihi zenginliği,yeraltı ve yerüstü ekonomik potansiyeli, demografik dinamizmi ve stratejik konumuyla,bütün bu sorunların üstesinden gelebilecek yapıdadır. Yeter ki kamu yönetiminde ve eyleminde akıl ve bilim, rasyonellik ve etkinlikten uzaklaşmadan ekonomik,mali ve idari politikalar üretilip,uygulanabilsin. Türkiye,bunu başaramadığı ve bu hantal yapıyı devam ettirmesi halinde,son derece karanlık bir gelecek bizleri bekliyor demektir.

(16)

K A Y N A K Ç A

Akalın,Güneri,(1998) Maliyenin İflası tartışmaları,Mali Reform Ve Çıkış Yolları Salih Şanver’e Armağan. Marmara Üniv.Uyg.Merk.Yay.No:10 İstanbul. Akdoğan ,Abdurrahman; (1999) “Kamu Maliyesi” Gazi Kitabevi, Ankara.

Bağcı,Hamdi,(2001), “Kamu Borçları Yönetimi ve Türkiye İçin Bir Değerlendirme”, Sermaye Piyasası Kurulu yay. No:135, Ankara.

Boratav,Korkut, “Enflasyon Düşerken”,Cumhuriyet Gazetesi (8.1.2003), www. ataturquie. assof.fr/informationseconomie.030108.htm

Eken,Adnan, Aysoy Cem; ,(1999) “İç Borçlanmanın Yapısı”;1999 Yılı İçin Bazı Eken,Nazif; (2003)“İç Borç İdaresi”www.Bilkent.Edu tr. Senaryolar 8.B. Y. K. P,

Borçlanma Ö. İ. K. Hazırlıkları Raporu, Ankara.

Hazine Müsteşarlığı,Hazine İstatistikleri(1980-2002), T.C.Hazine Müsteşarlığı Yayını,Ankara

Hazine Müsteşarlığı,(Nisan,2003) Ekonomik Göstergeler, Hazine Müsteşarlığı Yayını,Ankara

Kaya, Muammer; (10.6.2003), “Türkiye’de Kayıt Dışı Ekonomi” www.turk.internet.com.tr.

Kılıç,Saim; (2002) “ 2003 Yılı Faiz Dışı Fazlası” www.skilic.spk.gov.tr Maliye Bakanlığı, (2002) 2003 Mali Yılı Bütçe GerekçesiAnkara

Maliye Bakanlığı; (2002) 2002 Yıllık Ekonomik Rapor, Maliye Bakanlığı Yay. Sak,Güven; (2003),“Yüksek Reel Faizde Bankaların Vebali” www.Eko.Haber.com

Türk,İsmail ; (1996) Kamu Maliyesi Turhan Kitabevi, Ankara Yeldan ,Erinç,www.bilkent.edu.tr 20.08.2003

Referanslar

Benzer Belgeler

 Daha önce de gördüğümüz gibi, şahısların nakit tercihi ve bankaların fazla rezerv tutma tercihi, piyasa faiz oranından etkilenebilmektedir..  Merkez bankasının ise,

Bu ders ile öğrencinin finansal bakış açısı kazanması, yatırım projelerinin ve finansal kaynakları değerlendirilmesi ve uygun finansman modelinin

Eğer yatırımcı temerrüte uğramazsa ve enflasyon bulunuyorsa elde edeceği reel faiz oranı (r) yaklaşık olarak şu şekilde formüle

Aşağıdaki Çizelge 7.4 ’de yine ulaşım için en önemli olan emisyonların şehiriçi (devlet yolları) ve şehirdışı (otoyol ve il yolları) yollardaki 2015 ve 2030

7) Sermaye piyasasýnýn payý diðer geliþmekte olan ülkelere oranla bir hayli düþmüþtür Bu olumsuz faktörleri yaratan koþullar deðiþtirilmeli ve sermaye piyasalarýnýn

üzerinden, değişik sürelere göre faize vermek yerine, ortak bir süreye göre de faize verilerek aynı faiz tutarının elde edilmesi istenebilir.. 2)14400 TL yıllık %20 faiz

Meclis’in sözkonusu düzenlemeyi 2003 yılı sonuna kadar kabul etmesi beklenmektedir (buna uygun olarak, 2003 yılı Haziran ayı sonuna ilişkin yapısal kriter, 2003 yılı Aralık

İmalat sanayi firmalarında yüksek ihracatçı firmaların borç dolarizasyonu oranı, düşük ihracatçı firmaların borç dolarizasyonu oranından daha yüksek olması imalat