• Sonuç bulunamadı

Bir şiir ve bir şiir eleştirisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir şiir ve bir şiir eleştirisi"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2 5\

Bir şiir

Adam Sanat’ın Mayıs 2001 sayısında Ce- vat Çapan’ın bir şiiri var, günlerdir okuyo­ rum. Cevat Çapan, şiirinde bir “ses” yaka­ ladı, o sesteki saklı hüzün, o, hafif sesle, san­ ki birinin kulağına söyler gibi söyleyiş... “Bir duman yükseliyor fırının bacasından” der­ ken Ahmet Muhip Dıranas’a, “yeldirmesi külrengi” derken Behçet Necatigil’e yolla­ dığı selâm... Bu şiiri okurlarımın da okuma­ sını istedim.

SABAH OLDU SABAH OLDU Bir duman yükseliyor fırının bacasından kim bilir neler mırıldanıyor Arapkirli Me­ det

karşısına geçmiş pırnal ateşinin ?

Dışarda sakız abacına tünemiş kırlangıçlar, kahvenin önünde ilk trene yetişecek yolcuları bekliyor kaptıkaçtılar. Kendi çayını kendi nemler Medet- küçiik kızı tulum peyniri getirmiş evden, yeldirmesi külrengi-

Gün doğuyor kanlar içinde Saman Dallarının ardından. Açıkta ağ topluyor balıkçılar. “işte bizi bu deniz getirdi," diye anlatırdı annem balkonda yün örerken. Kahvenin kuytusunda

“Dünya bir gölgeliktir”i söylüyor Konya Brelisinden Hüsam.

Bir şiir eleştirisi

Necatigil ailesinden iki kitap birden: Beh­ çet Necatigil’in M ektuplar’ı, evlat Ayşe Sa- rısayın’ın babasını anlattığı “Çok Şev Yarım H âlâ”. (İki kitap da YKY arasında çıktı, 2001.)

Ayşe Sarısayın, Ö nsöz’de, şöyle diyor: “...Günün birinde yazmaya başlayınca, yıl­ larca neyi beklemiş olduğumu anladım. Ba­ bamdan bende kalanlara kendi yaşamımla, yaşanmışlıkla gerçeklik kazandırmayı bekle­ miştim galiba. O nu daha iyi anlayabilmek için, yaşamın farklı evrelerinden geçmeyi, sağlam dostlukları, sevgileri, hüzünleri, acı­ ları yaşamayı beklemiştim. Evliliği, bir evin sorumluluğunu üstlenmeyi, çalışmayı, ba­ şarmayı, başaramamayı, bunalmayı, bir ço­ cuğumun olmasını, onu büyütmeyi...-baba­ mın evde çok sık söylediği gibi: “Yirmisin­ de mi erken, otuzunda belki! ’ ya da ‘Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları’.- Yaşadıkça, her şey daha iyi oturdu yerli yerine, anılar canlandı sanki; şiirler ise yaşamın ta kendi­ si oluverdi. (...) Hayatı, onun şiirleriyle pa­ ralel yaşadım ve bir gün, onu yazmayı dene­ yebileceğimi hissettim.”

Behçet Necatigil hep titiz, sabırlı, çalış­ kandı. M ektuplar’da bu titizlik bir defa da­ ha kendini gösterdi: Tahir Alangu’ya 11 mektup, Oktay Akbal’a 10 mektup, Salâh Birsel’e 22 mektup, Kâmuran Şipal’e 10 mektup, Yüksel Pazarkaya’ya 29 mektup... Ve tek mektup yazdığı kişiler... Behçet Ne­ catigil, belli ki, bu m ektupların hepsinin kopyasını çıkarmış... (Bir de kendi savruk­ luğuma bakıyorum... Yıllar önce Arif Damar mektuplarımızı yayımlamıştı Varlık’ta, o dergiler bile yok ortada...)

Behçet Necatigil’in 11-12 Nisan 1977’de Edip Cansever’e yazdığı mektubu yayımla­ mak istiyorum; Necatigil’in nasıl titiz bir şa­

ir olduğunu, nasıl usta bir şair olduğunu göste­ ren bir belge. •

“Sevgili Edip Canse- ver,” diye başlıyor mek­ tup: “Cuma gecesi (8 Nisan 77) benim için Sevda ile Sevgi gecesiy­ di âdeta. Sevincimin ser­ pintileri sürüyor. - Sana o gece kitabın son şiirin­ de o anda beni yadırga­ tan bir iki nokta üzerinde görüşlerimi belirt­ mek istediğimi söylemiştim. Sözümde du­ ruyor, şimdi yazıyorum. Hoş karşıla, bağış­ la!”..

“Önce ansızın üçüncü mısraı yadırgamış- tım: “Biz isteyelim istemeyelim sürüp gider böylece.” - itirazım “Biz isteyelim istemeye­ lim” sözlerinedir. Bence düzyazı için bile ağır bir bileşim bu. Şiirinin kaldıramayaca­ ğı kadar ahenksiz, hantal bir söyleyiş, “iste­ yelim” dört hece, “istemeyelim” beş hece. Ritmik değil, kıvrak değil, uzun, yorucu, do­ nuk. Ben olsam mısraı şöyle düzenlerdim, “iste, isteme sürüp gider böylece.”

“ikinci bölümde 2. mısrada ben “kalmış” sözcüğünü atardım, çünkü 1. mısradaki “unutm ak” saptamasında “kalmamışlık” za­ ten var. Aynı uzatma, son bölümdeki “yan­ kısı gibi” sözcükleri için de geçerli. Bir ke­ re, bu iki sözcükte iki “ı”, iki de “i” var ki bunlar birbirine yakın çıkaklı, bir kalın,biri ince iki sesli. Yani peş peşe söylenince, olun­ ca tutukluk yapan dört “yakın-sesli”. Ben ol­ sam bu mısraı da şöyle kurardım: “Ve çınlar her biri bir silâh yankısıyla.”

“Bu son bölümde (yani son iki mısrada) üç kez “bir” geçiyor. Bu da şiirin aleyhine değil mi sence? Son mısraın başındaki “bir” atıl- saydı mısraın bir kaybı olmaz, aksine mısra daha esnekleşir, daha yaylanır,

hem böylece (senin pek hoşlan­ madığın) halk şiiri geleneğine de (4+4+3) yaslanmış olurdu. Son olarak, şiirin ilk mısraına dönü­ yorum: O mısrada da “bir” keli­ mesi fazla bence, çünkü şiirin bir görevi de, mecburiyet olmadık­ ça, aynı kelimeleri kullanmaktan kaçınmasıdır. Kitaptaki haliyle bakınca, şiirde eksiz, ekli, bile­ şik, sekiz yerde “bir”le karşılaşı­ yoruz.”

“Edip, sakın bu değinmeleri­ mi bir ukalâlık, bir “haddi teca­ vüz” olarak alma! Bilirsin, her şair “ben olsam”a, “bana kalır- sa”ya sığınarak kendi bildiğini okumaya, kabul ettirmeye kal­ kar. Benim bu satırlarım, bir dostluğa güvenerek, kendi gö­ rüşüm ü dile getirmek sadece. Zaten bir şiir, bütünüyle biz ol­ sak, başkasının değil, bizim şiiri­ miz olurdu. H er şeyi kendimize benzetmek istesek farklılaşma­ lar, ayrılıklar olmazdı. Ben son şiir üzerinde duracağımı söyle­ miştim, durdum, durmaksa bu.” “Bütünüyle kitabını (Sevda ile Sevgi, Koza Yayınları, 1977) kutlanm. Mektubuma içerledin- se hemen yırt, at! işin mi yok, işi­ mize bakalım!”

“Sevgiler, selâmlar.”

Behçet Necatigil ve Edip Cansever Edip Cansever’in böyle bir mektup kar­ şısında nasıl bir tepki duyacağını tahmin et­ mek zor olmasa gerek. Behçet Necatigil, ne kadar iyi niyetle yazarsa yazsın, yazdığı o sa­ tırlar E dip’i çileden çıkarmıştır. Çünkü E dip’in en küçük bir eleştiriye bile taham­ mülü yoktu. Nitekim aradan epeyce bir za­ man geçtikten sonra bir akşam üstü Be­ bek’teki Bebek Bar’da içiyorduk: Ben, Edip, Rauf Mutluay, Behçet Necatigil, Mehmet H. Doğan... Galiba Turgay Gönenç de var­ dı. E dip’in oturduğu masada Edip ne yapıp yapıp sözü şiire getirirdi. Tabu, ardından kendi şiirine! Bir ara sözü Behçet’in şiirine getirdi: “Ben senin yazdığın şürler gibi şiir­ lerin 4-5 tanesini beş dakikada yazarım!” dedi. (Ben, “Ayıptır be!” dediğimi hatırlıyo­ rum.) Bunu, şakayla karışık söylüyordu. Ta­ bii, buz gibi bir sessizlik oldu. Edip bu den­ sizliklerden pek hoşlanırdı. Nitekim Behçet Necatigil olayından birkaç yıl önce, Kulis’te ben, Nuri Akay, Edip Cansever, Selâhattin Hilav ve bir iki arkadaş içerken Edip sözü gene Nâ.zım Hikm et’e getirdi. (Nâzım’ın şi­ irleri YON dergisinde yayımlanmaya başla­ mıştı. Birtakım şairler, Nâzım’m yeniden or­ taya çıkmasından pek hoşnut değildiler. Ben de Y Ö N ’de “Nâzım Hikm et tedirginliği” başlıklı bir yazı yazmıştım.) Bir ara, tutam a­ dı kendini, “Bence Nâzım vasat bir şair” de­ di. Ben de cevap verdim: “Nâzım vasat şa­ irse sen de cüce şairsin! ” Edip çekti gitti, iki yıl konuşmadık. Sonra benim böbrek ame­ liyatım Jolayısıyla hastaneye geldi, barıştık. Behçet H oca’dan söz açmışken sürdüre­ yim.

Bir akşam üstü, Cağaloğlu Yokuşu’nun başında, Rauf Mutluay’la ayaküstü sohbet ediyorduk. Birden Behçet Hoca çıkageldi. O günlerde Behçet’in Kareler adlı şiir kita­ bı çıkmıştı. Ben, “Hoca, kare, üçgen derken bu gidişle şiiri yok edeceksin...” diye takıl­ dım, fena halde kızdı, homurdanarak gitti.

Ve Behçet Hoca’dan hiç umulmayacak bir davranışta bulundu: Edebiyatımızda İsim­ ler Sözlüğü’nde benim hakkımda bilgi ve­ rilirken “...ilk eseriyle toplumcu sanatın te­ orisini kurmaya savaşan, bilimsel yöntemle çalışan bir eleştirmeci olarak tanındı. Dost dergisinin bir soruşturmasında 1959 yılının en beğenilen eleştirmecisi seçilmişti...” Beh­ çet Hoca “Dost dergisinin bir soruşturma­ sında 1959 yılının en beğenilen eleştirmeci­ si seçilmişti.” cümlesini sözlüğünden çıkar­ dı... Öfkelenince fena öfkeleniyormuş sev­ gili Behçet Hoca... ■

S A Y F A 3

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Adnan Adıvar, Halide Edip Adıvar, Hüse­ yin Cahit Yalçın, Refik Halit Karay, Rıza Tevfik Bölükbaşı gibi isimlere Sedat Si­ mavi gazete ve dergilerinin

kütleçekimi tarafından daha kolay “yakalanabilmek” için hızını saatte 1950 kilometreye indirdi ve enerjisini Güneş’ten sağlayan. Juno güneş

Gene bence ideal kadının tarifini yapabilmek için biraz zevk sahibi, biraz estetikten an­ lar, biraz sanat duygusuna sa­ hip olmak gerekir.. Zevki selim sahibi

i “Şimdi, edebiyatımızın son durumu yürekler acısı. Hatta bu konuda bugünlerde yazılar yazmayı düşünüyorum. Önce şu meseleyi koymak lazım: Edebiyat bir

Bu teknikte sıvı azot içerisine kısmen batırılmış ve aliminyum folyoy- la kaplanmış olan metal cismin üzerine yumurta (oositleri) veya embriyoları içeren

Katılımcıların genel sağlık durumları ile ilgili olarak diş hekimini bilgilendirmelerinin başvuru merkezlerine göre dağılımı (ADSM, ağız ve diş sağlığı merkezive

Öbür Anadolu İllerinde olduğu gibi Konya'da da gece hayatı yok denilecek kadar sönüktü, eğlence yeri olarak bir belediye sineması vardı.. Yabancı bekârların

Bazal hücreli adenom, tükrük bezlerinde sıklıkla parotis bezinde nadir rastlanan epitelyal bir tümör olup, monomorfik adenomların bir alt tipidir.. Bazal hücreli adenom