• Sonuç bulunamadı

Türk romanının 10 klasiği:X:Bereketli topraklar üzerinde

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk romanının 10 klasiği:X:Bereketli topraklar üzerinde"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Türk rom anının

10 klasiği

X

Orhan Kemal

(

1914

-

1970

)

Bereketli Topraklar

Üzerinde

(2)

Bereketli Topraklar Üzerinde

(Özet)

_______

Orta Anadolu’nun seksen evlik Ç...

köyünün erkekleri o yıl da çalışmak amacıyla çeşitli iş Dölgelerine dağılır­ lar. Çocuklukları bir arada geçen kapı komşu iflahsızın Yusuf, Köse Haşan, Pehlivan Ali, Çukurova’ya gitmek üze­ re omuzlarında beyaz torbaları, koltuk­ larında kınnapla sıkı sıkı bağlanmış yorganları olduğu halde, trenin birkaç dakika ancak durduğu üç saat uzaklık­ taki istasyona varırlar. Trenin ne za­ man geleceğini soran Yusuf’a, “ Ne zaman gelirse o zaman binersiniz" ya­ nıtını veren karnı ağrılı makasçı, bara­ kasına girer. Arkadaşlar, barakanın duvarı dibine çömelirler, konuşmaya başlarlar. Daha önce Sivas Çimento Fabrikası Cer Atölyesinde hamallık ya­ pan Yusuf, ilk kez gurbet yollarına dü­ şen Köse Haşan ile Pehlivan A li’ye, “ ...uşaklar, gurbete düştünüz mü siz siz olun, sılayı içinizden atın. Atama­ dınız mı yandınız.” sözlerini boyuna tekrarlayan ama gurbetten bir türlü kurtulamadığı için sıla özlemiyle ölen —Emmi—sinin başından geçenleri, öğütlerini, uyarı niteliğindeki ilkeleri­ ni sergiler.

Emmi’nin öğütlerini kulak ardı et­ meyecekler, kentlilere güvenmeyecek- lerdir. Çalışıp çabalayıp kazandıkları paralarla köylerine dönerken, birer pompalı gazocağı alacaklar, yılan ıs­ lığına benzeyen sesini köylülerin ku­ laklarına sokarak övüneceklerdir. Bu konuşmaya tasarılar, hayaller karışır, kentle köy arasında gider gelir. Korku­ larla, kuşkularla, umut ve umutsuzluk­ larla savaşırlar, hüzünlenirler. Ali, yaşlı anasıyla sözlüsünü, Yusuf hasta oğlu­ nu, Haşan hasta karısını düşünür, duy­ gulanırlar.

Gece yarısını iki saat geçe gelen trene binerler, üçüncü mevkii bir kompartımana sığışırlar. Ansızın bir gariplik çöker hepsine.

Kompartımanda Veli’yle tanışırlar. Veli deli dolu, övünmeyi seven bir gençtir. Her yıl bu mevsimde (Ağa)nın küçük karısı çağırdığı için Adana'da- ki bir çiftliğe gider. Sırtındaki gömle­ ği de —abla—sı vermiştir. Resim de çektirmişlerdir. Gösterir. Irgatların haklarını çiğneyen, yövmiyelerinden kısıntı yapan yöneticilerden, (Ağa)sı- nın otomobilinden, otomobili ustaca kullandığından ötürü kendisini beğe­ nen ve saygın adamlarının arasına so­ kan (Ağa)sından söz eder; otomobilin her bir yanını, güzel bir kadını anlatı­ yormuş gibi heyecanla anlatır. Ağzın­

dan dökülen sözcükler, kent ile kent­ lileri gözlerinde büyüten, otomobille ilg ili hiçbir şey bilmeyen A li’yle, Ha- san'ın aklını karıştırır, otomobili zihin­ lerinde canlandırmaya uğraşırlar, kan­ cık bir ayıya benzetirler.

Bu söyleşiye kulak misafiri olan Şarkışlalı Yunus, yaptığı bir yanlışlığı yakalar yakalamaz Veli’nin atıp tu ttu ­ ğunu, otomobile ilişkin bilgisinin ek­ sik olduğunu kanıtlar. Kendisi bir traktör sürücüsü ve ustasıdır. Traktö­ rü, traktörün işlevini belirtir.

Veli’yle Yunus'un bilgiç tavırlarına kızan üç arkadaş, Adana’da, fabrika­ sında çalışacakları —hemşerileri— ile övünmeye başlarlar. O eşsiz bir insan­ dır, büyüktür, köylülerine yardım eder, aç açık bırakmaz, hemen işe koyar. As­ lında böyle bir hemşehrileri vardır ama ne yüzünü görmüşler, ne iki satır ko­ nuşmuşlardır, hakkında da hiçbir şey bilmemektedirler. Söyledikleri, gönül­ lerinden geçirdikleri, inanmak istedik­ leridir. Bu konuşmalardan pay çıkaran Yunus'la Veli, fabrikaya birlikte gitme­ lerini önerirler. Yusuf “ Olur” der.

Ertesi sabah trenden indikleri is­ tasyonun görkemi arkadaşların başı­ nı döndürmüştür, istasyon iş aramaya gelenlerle tıklım tıklımdır. Yunus, fab­ rikadan, işten açınca yalan söylediği için utanan Yusuf, gerçeği koyar orta­ ya. Böyle bir hemşehrileri vardır da, adam onları mektup yazıp çağırmamış- tır, kendilerinin bile iş bulacakları kuş­ kuludur. İşittikleriyle hayal kırıklığına uğrayan Yunus, Veli’yi yanına alarak onları terkeder.

Yunus’la Veli’den ayrılınca rahat­ layan üç arkadaş, iki yanında şirin köşklerin sıralandığı asfalt caddede çevrelerine baka baka yürürler. Ali, bir köşkün koyu gölgeli bahçesinde ba­ cak bacak üstüne atarak bir derginin yapraklarını çeviren genç kadını gö­ rünce durur. Hasan’a da gösterir. On­ ların böyle dikkati çekecek bir biçimde durmalarına kızan Yusuf, ikisini de uyarır ve "Emmim derdi ki, siz siz olun şehirliye engin yerinizi vermeyin der­ di. Şehirliye hımbıl göründün mü yan­ dın, derdi. Sen sen ol, delinmedik kabağa gir, derdi” öğütlerini söyler. Hemşehrilerinin fabrikasını sordukları bir memur tersler onları. Çember sa­ kallı birisi fabrikanın adresini tarif eder ama, hemşehrilerine güvenmemelerini de ekler. Şaşırırlar.

Fabrikanın önünde bir işsiz kalaba­ lığı bekleşmektedir. İçeriye girmeleri,

hemşehrileriyle görüşmeleri olanak­ sızdır. Ayrıca Arnavut kapıcı kuş uçurt- mamaktadır. Emmisinin “ Şehirli adamı yeyime alışkın olur” sözlerini anımsa­ yan Yusuf, bakkaldan aldığı iki paket köylü sigarasıyla kapıcıyı kandırmaya yeltenir, ama kapıcı sert bir tepki gös­ terince geriye çekilir. Biraz düşünür ve bu kez kapıcıya yakarır, elini ayağını öper, fabrikaya sokması için. Çok si­ nirlenen kapıcı, Yusuf’u, tekme tokat kovar.

O sırada Yusuf’un, valiye benzet­ tiği biri, pırıl pırıl siyah bir otom obil­ den iner, kapıcı koşar.

Ortalık kararıncaya kadar beklerler,

Yaşamı ve

yapıtları

O R H A N KEM AL ★ Cumhuriyet devri romancılarından, İS Eylül 1914 - 2 Haziran 1970, doğ. Ceyhan, ölm. Sofya ★ A sıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, babası Birinci Büyük Millet Meclisi Kastamonu mebuslarından avukat Abdülkadir Kemali B ey’in, ¡930'da A dan a’da Ahali Partisi’ni kurması, gazeteler çıkarması sonunda başgösteren durumlar yüzünden, Suriye’y e kaçması üzerine, ortaokulun son sınıfında öğrenimini yarıda bırakmak

2

belki bir fırsat çıkar umuduyla. Sonra topağacının altında otururlar, azıklarını yemeye koyulurlar; yanlarından geçip karanlığa dalan o pırıl pırıl otomobilin arkasından karışık duygularla bakarlar. Yorganlarına sarılıp yatarlar; sabaha karşı şakırtılı bir yağmur başlayınca, gündüz paraları harcanmasın diye bi­ rer çay içmekten kaçındıkları kahveye sığınırlar. Birisinin konuşmasından, Yusuf’un vali sandığı kişinin hemşeh­ rileri olduğunu öğrenirler, sevinirler. Gün ışıdıktan sonra Yusuf’un zihnin­ de kurtarıcı bir düşünce belirir: Oto­ mobil yanından geçerken, hemen kendini öne atacak, hemşehrisiyle gö­ rüşmeyi gerçekleştirecektir. Öyle ya­ par ve başarır. Fabrika sahibi, kapıcıya üç arkadaşı, ırgatbaşına götürmesini emreder. Irgatbaşı, hinoğlu hinin biri­ sidir. Yeni işe girenlerden rüşvet alır, haftalıklarından haraç alır, kadın sa­ tar... Onlara günde üç lira yövmiye ve­ recektir ama, onlar da paralarını alınca, kendisini unutmayacak, —usta hak­ kı—nı avucuna sıkıştıracaklardır. Ali, bu rüşvet rezaletine karşı korsa da, ötekilerin zorlamasıyla susar.

Üç arkadaş (Çırçır Dairesinin ayrı bölümlerine verilirler. Yusuf, (Kirli Ko- za)da çalışır. Boğucu pamuk tozları her

zorunda kaldı. Bir y ıl babasıyla birlikte Suriye ve Lübnan ’da bir sürgün hayatı yaşadı, sonra A dan a’ya döndü (1932), pam uk fabrikalarında işçilik, dokumacılık, kâtiplik yaptı. 1950’de İstanbul’a geldikten sonra kalemiyle geçindi. Hem Bulgaristan ve Romanya

Yazarlar Birliği ’nin davetlisi olarak, hem de yarım kalmış bir tedaviyi tamamlamak üzere gittiği Sofya'da beyin kanamasından öldü. Cenazesi yurda getirilerek İstanbul’da Zincirlikuyu

Mezarlığı "na gömüldü ★ önceleri şiirler de yazan (Raşit Kemal imzasıyla, Yedigün, 1939 - 1940; Orhan Raşit imzasıyla Yeni Ses, 1941 - 1943; Yürüyüş, 1941 - 1943; Gün, 1946 dergilerinde) Orhan Kemal, gene o tarihlerde (1940m) hikâyelerini yayımlamaya başladı. Çocuktuk ve gençlik yıllarını konu edinen Baba Evi ve A vare Yıllar romanlarıyla kendini tanıttı; yetiştiği ve yaşama savaşlarını yakından bilip bölüştüğü çevrelerin anlatıcısı oldu. * Sürekli

basılmakta olan, sadece ilk yayın yıllarını belirttiğimiz eserleri, onbiri hikâye, yirmialtısı roman, ikisi oyun, biri anı, biri de inceleme (Senaryo Tekniği (1963) türünde şimdilik 42 tanedir ★ Hikâye kitapları: Ekmek Kavgası (1949), Sarhoşlar (1955), Çamaşırcının Kızı (1952), 72. Koğuş (1954), Grev (1954), Arka Sokak (1956), Kardeş

saniye ciğerlere yüklenmektedir. (Su­ lu Koza)da çırpınan Haşan, bütün gün ıslak dolaşır. Çalışanların çoğu öksür­ mektedir ve dediklerine göre burada­ kilerin bazıları kısa sürede zatürreeye yakalanmaktadır. Ali, sarsıntısı, uğul­ tusu, tozu bol (Kırma Makinesinin hiz­

metindedir. \

Fabrikada yetişkin işçilerle b irlik­ te çocuk yaşta kızlar da çalışmaktadır. Yüzde sekseninin daha memeleri ka­ barmadan gebe kalan bu kızlar, doğu- ra doğura çirkinleşir, kimileri elden ele dolaşır, geneleve düşer, kimileri baba­ larının yaşındakilerle evlenmek zorun­ da kalır ya da pamuk tarlalarında çapa sallarken güneş çarpmasından ölür.

Üç arkadaş, mahalle muhtarının hayvanlarını bağladığı ahırdan bozma bir yerde —orayı yöneten— Topal Kö- se’ye kira ödeyerek kalmaktadırlar. To­ pal Köse, kumar oynar, oynatır, faizle para verir, bekâr çamaşırı yıkar, kira­ cılardan topladığı paralarla onlara en kötü malzemeyi kullanarak yemek pi­ şirir, yemeğin birazını da dışarıya sa­ tar. Hidayetinoğlu Mistik, işsiz güç­ süz, kumarbaz, şunun bunun sırtından geçinen bir asalaktır ve son zamanlar­ da Topal Köse’ye kancayı takmıştır. Para, yemoK istemekte ama istedikle­

payı (1957), Babil Kulesi (1957), Dünyada Harb Vardı (1963), İşsiz (1966), Önce Ekmek (1968), ★ Romanları: Baba Evi (1949), Avare Yıllar (1950), Murtaza (1952), Cemile (1952), Bereketli

Topraklar Üzerinde (1954), Suçlu (1957), Devlet Kuşu (1958),

Vukuat Var (1959), Gâvurun K ın (1959) , Küçücük (1960), Dünya Evi (1960) , El Kızı (1960), Hanımın Çiftliği (1961), Eskici ve Oğulları (1962, sonraki b. Eskici Dükkânı adıyla), Gurbet Kuşları (1962), Sokakların Çocuğu (1963), Mahalk Kavgası (1963), Kanlı Topraklar (1963), Bir Filiz Vardı (1965), Müfettişler M üfettişi (1966),

Yalancı Dünya (1966), Evlerden Biri (1966), Arkadaş Islıkları (1968), Sokaklardan Bir Kız (1968), Üç Kâğıttı (1969), Kötü

Yol (1969) ★ Oyunları: Orhan K em al’in doğrudan doğruya oyun olarak yazdığı tek eseri İspinozlar ilk kez 1964'te oynanmış, 1965’te basılmış, daha sonra Yalova Kaymakamı adıyla da sahneye konmuştu. Hikâye ve

romanlarından uyarlama dört oyunu (72. Koğuş. Bekçi Murtaza, Eskici Dükkânı, Kardeş Payı) da

1967 - 1971 yılları arasında önce Ankara sahnelerinde oynandı.

Behçet Necatigil

Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, 10. Basım

rini elde edememektedir.

Topal Köse, Mıstık’tan çekinmek­ tedir, bir gün evde kimsenin bulunma­ dığı bir sırada içeriye girip boğazını sıkacağını, paralarını çalacağını dü­ şünmektedir.

Haşan, hastalanıp iki gün yataktan kalkmayınca işten atılır. Çalıştığı sü­ rede kazandığı üç-beş kuruş hemen tü­ kenmesin diye Topal Köse’nin çay demleme ve Gripin yutturma önerisi­ ni geri çevirir. Ali ile Yusuf’un gözle­ rini para hırsı bürüdüğünden, bir de işte çok yorulduklarından hasta arka­ daşlarıyla gereği gibi ilgilenmezler, ko­ nuşmazlar, hatta gözlerinin önünde yemek yiyip, yemeğe çağırmazlar. On­ lar için artık Haşan değil, haftalıkların­ dan ırgatbaşına kaptırdıkları, kaptıra­ cakları beş lira önemlidir. Bir gün du­ rumu hemşehrilerine anlatmaya karar verirler ama genç kapıcı içeriye girme­ lerini önler, kendisine söylerlerse he­ men (Ağa)ya ileteceğini, yarın gelip sonucu almalarını bildirir. İnanırlar. Dönerler. Öteden beri işçilerden aldı­ ğı haraçlara ortak etmediğinden ötü­ rü ırgatbaşına içerleyen odacı, ırgat- başını köşeye sıkıştıracağı için sevinç­ lidir. Irgatbaşı kıstırıldığını anlayınca, odacıyı haraca ortak eder ama, A li’yle Yusuf’tan öç almayı kurar.

Aynı gün işçilerin oturdukları ahı­ ra bir taşeron gelir ve büyük bir inşa­ atta çalıştıracağı işçileri yazar. Yusuf ile Ali, şikâyetlerinin sonucunu bekle­ diklerinden gönülsüz davranırlar, ad­ larını yazdırmazlar. Sabah hemşehrile­ rine durumu öğrenmeye giderken ır- gatbaşıyla karşılaşırlar. Irgatbaşı üst­ lerine atılır, Yusuf’u tokatlar, kapıyı gösterir. Neye uğradıklarını anlayama­ yan arkadaşlar, hemşehrilerine sövüp saydıktan sonra taşeronu ararlar. Adam, dün akşam nazlanan arkadaş­ ları gündeliklerinden ellişer kuruş ke­ serek işe başlatır. Yusuf’la Ali, Hasan'ı birlikte götüremeyecekleri için orada bırakırlar ve inşaatın şantiyesine taşı­ nırlar. Yalnız, kimsesiz kalan hasta Ha­ şan, kaderine boyun eğer. Hastalığı her an artmaktadır. Ayağa kalkacak mecali yoktur. Bir kezinde tuvalete Hi­ dayetinoğlu götürüp getirir ve evde To­ pal Köse'nin bulunmamasından yarar­ lanarak ocakta pişen sebze yemeğin­ den bir tabak doldurur, ama o sırada odaya giren Topal Köse, yemeği ten­ cereye döktürür. Hidayetinoğlu öfke­ lenir, Topal Köse’yi işçilerin yemek­ lerini dışarıya satmakla suçlar. Telaş­ lanan Topal Köse, kimseye bir şey de­ memesi koşuluyla yemek yemesine izin verir. Hidayetinoğlu, karnı aç o l­ duğu halde kendisine verilen yemek­ ten vazgeçer, nicedir midesine sıcak bir şey girmeyen hasta adama yedirir.

A li’yle Yusuf, inşaatın ustabaşısı tarafından haraç vermeye zorlanır, ça­ resizdirler, kabul ederler.

Ali, kireç söndürme işinde, Yusuf duvarcılıkta çalışmaktadır. Ali, kireç çukurunun başında Niğdeli şoför, Ömer Zorlu'yla konuşur. Ömer Zorlu, kâtibin, taşeronun, ustabaşının, daha başkalarının arkasında dolandığı on

(3)

tı yaşındaki nikâhsız karısı güzel Fat­ ma'yı kaçırarak buraya getirmiştir. Geçinip gitmektedirler. Oysa gerçek öyle değildir. Ömer Zorlu, kazandıkla­ rını kumara yatırdığından, Fatma'nın en küçük gereksinimlerini bile karşı­ layamamaktadır.

Şantiye şoförünün karısı otuz ya­ şındaki Hayriye, para veren herkese evini açmaktadır.

Fatma, Hayriye’yle öteberi almak üzere çarşıya gitmeyi tasarlamaktadır ama Ömer, istediği on beş lirayı ver­ mez, Fatma üzülür. Hayriye, Ömer or­ talıkta yokken, Fatma’ya üzülmemesi- ni, taşerona —evet— derse paraya garkolacağını anlatır. Fatma, bu ilişki­ nin gizli kalması koşuluyla taşeronla yatmaya söz verir.

Ötekiler gibi Fatma’ya tutkun olan Ali, Fatma’nın kantinden aldıklarını kendi defterine yazdırmakta, Ömer’in iki buçuk, beş liralık isteklerini geri çe- virmemektedir. ilişkileri iyice ilerle­ miştir, her an birliktedirler. Bu duruma kızan ve arkadaşının başına birtakım belaların geleceğinden kaygılanan Yu­ suf, A li’yi uyardığı halde sözünü din- letemeyince, eşyalarını toplayıp Kılıç Usta’nın yanına taşınır. Ali de o gün Ömer Zorlu ile Fatma’nın tek göz oda­ larına yerleşir.

Yusuf, bir gün arkadaşı Hasan’ı yoklamaya gittiğinde evin mühürlen­ diğini görür. Söylenenlere göre, Topal Köse boğularak öldürülmüştür. Ha- san'ın nerede olduğunu ise kimse bil­ memektedir.

Ali, Ömer Zorlu’nun kumar oyna­ maya gittiğini bir gece Fatma’ya, onu istediğini açıklayan davranışlarla so­ kulur. Fatma hem gönüllüdür, hem de duraksamakta, iyice azgınlaşan A li’nin saldırılarına yumuşak bir biçimde kar­ şı koymaktadır, kapı çalınır, gelen Hay­ riye’dir. “ Nişana gideceğiz” sözlerini uyuma numarası yapan A li’ye duyura­ rak, Fatma’yı götürür, daha önce an­ laştıkları gibi taşerano teslim eder. Ali bu nişan işinden kuşkulanmıştır ama bir şey yapamaz, oturur bekler ve geç vakit —örselenmiş olarak— dönen Fatma’yı sorguya çeker. Bir erkeğin koynundan yeni ayrıldığı için hâlâ o sevişme havasının etkisi altında olan Fatma, Ali'nin yakarmalarına dayana­ maz. Yüksek sesle konuşmasından Ömer Zorlu’nun içeriye girmek üzere olduğunu anlarlar, toparlanırlar; Ali, yatağına girerek yorganın altında sak­ lanır.

Kumardan altmış iki buçuk lira ka­ zanan Ömer Zorlu sevinçlidir. Aslında yüklü bir para kaldırmayı düşünmek­ tedir. Amacına ulaşırsa bir tahta ara­ ba alacak, sebze, meyve satacak, Ali’yi de yanlarından uzaklaştırarak başka bir kente göçeceklerdir.

Taşeronla arası açılan Kılıç Usta' nın işi bırakması Yusuf’un ekmeğine yağ sürer.

Ali, Fatma’yı kaçırır.

Hidayetinoğlu görünür ortalıkta. Topal Köse’nin katil zanlısı olarak tu­ tuklanan Hidayetinoğlu, kanıtların ye­ tersizliği nedeniyle salıverilmiştir.

r

hapisten sonra bir süre de gözlerinin önünde kızı Emine’nin adını ünleye ün- leye ölen Köse Hasan’la birlikte mem­ leket hastanesine yatmıştır. Bu hikâ­ yeyi dinleyen Yusuf, hem ağlar, hem kendini suçlar.

Bahar patlamıştır. Ali ile Fatma pa­ muk çiftliğindedirler.

A li’nin nikâhlı karısı olmadığını Hi- dayetinoğlu’ndan öğrenen katip Bilal, Fatma’dan yararlanma yollarını arar, bu işi bir an önce oldurması için de iş­ çilere yemek pişiren Senem Bacı’yı görevlendirir. Fatma, Bilal’den hoşlan- mamaktadır; hoşlanmadığını, rahatsız etmemesini sağlarsa o sağlar düşün­ cesiyle kendisini çapadan alıp çiftlik evinde barındıran (Ağa)nın yeğeni Hu­ kuk Fakültesi öğrencisiyle konuşur. Zaman zaman seviştiği bu güzel kadı­ nın üzüntüsüne, gösterdiği öfkeli tep­ kiyle katılan öğrenci, B ilal’i çağırtır, azarlar. Ama öğrencinin zayıf bir yanını bilen Bilal, bildiğini (Ağa)ya diyeceği­

ni açıklayınca, öğrenci geriler, “ Nasıl­ sa iki gün sonra gidiyorum” sözleriyle, Fatma’yı korumaktan vazgeçer. Kap­ lumbağalara ateş eder, bir kediyi öldü­ rür.

Güçlenen Bilal, Fatma’yı her fırsat­ ta kendisiyle yatmaya zorlamaktadır. Yatarsa burada hanımlar gibi yaşaya­ cak, yatmazsa güneşin altında pamuk çapalamaya gidecektir. Fatma şaşkın­ dır. Ali uzaklardaki bir tarlada çalıştı­ ğından yalnızdır, kimsesizdir, çaresiz­ dir. Bilal ayrıca Fatma’yı, A li’den büs­ bütün kopartmak, Fatma’nın sevgisi­ ni cılızlaştırmak ereğiyle bir hileye başvurmuş, aptal kızı A li’ye musallat etmiştir. Bu hile uygulanmaya konur, aptal kızı A li’yle sevişir. Bu durumu Bi­ lal, Fatma’ya iletir, Fatma inanmazsa da kuşkulanır, öfkeyle sorguya çekti­ ği A li’den aptal kızla olan ilişkilerini yadsıyan bir karşılık alamayınca A li’ yi terkettiğini belirten bir küskünlük- le geri döner._______________________

A li’nin çapada kalması da tehlike­ lidir, kadın bir gün ona koşabilir, bu ne­ denle A li’yi harmana yollamayı tasar­ layan Bilal’le ırgatbaşı tasarılarını ger­ çekleştirirler. Ama Ali harmana gitme­ me konusunda diretmektedir. Çünkü şimdi kendisine küsen ama sevdiğine inandığı Fatma’yı burada bırakırsa, Bi- lal’in, ırgatbaşının, daha başkalarının perişan edeceğine inanır. Fatma’yla konuşur, çağırır, ama Fatma bu raha­ tı bozmak istemediğinden çağrısını reddeder.

Harmanda, harman makinesinde ve kızgın güneşin altında canlarını diş­ lerine takarak çalışan ırgatlar, keyfi ge­ lince paydos düdüğünü öttüren, hak­ larına saygı göstermek bir yana her gün çiğneyen, kendilerine kupkuru, küflü, kurtlu ekmek, taşlı bulgur pila­ vı yediren Irgatbaşı Cemo’ya içerle- mektedirler. Bu kızgınların, öç almayı kuranların arasında makine ustası, pa- _taz konukçuları Zevnel ile Halo

Sam-din de vardır. Her fırsatta (Ağa)yı, katipleri, ırgatbaşını kıyasıya eleştirir­ ler, hınçla sövüp sayarlar. Bir gün öğ­ le yemeğinde Zeynel’in kaşığından taş çıkınca kızılca kıyamet kopar. Kim ile­ ri Zeynel’in yanını tutar, bu dayanılmaz koşulların değiştirilmesini istediklerin­ den, kimileri de bu kötü işi bile y itir­ memek için didindiklerinden Zeynel’in eleştirmesini, bağırıp çağırmasını, “ O buzlu ayran, etli pirinç pilavı yerken...” sözleriyle tırmanmaya çalıştığı nokta­ yı, onaylamazlar.

Zeynel’i arkalayan Kemal Cesur, olan biteni ırgatbaşına yetiştiren, ır­ gatların arasında onlardanmış gibi gö rünerek dolaşan bir casustur.

Irgatbaşı, işçilerin azaldığı bir sı rada —bunları da— kullanarak Zey nel'le Halo’nun işine son verecektir Birden kara kuru bir adamın iki kişiy le geldiğini görür. Bu adamları hem ır gatbaşı daha önceden tembihlediğ için hem de pamuk tarlasındaki bazı

kadınları rahat bırakmadıkları için ka­ tip Bilal yollamıştır. Irgatbaşı bu ahlâk­ sızlıklarından ötürü ikisine de çıkışır ama, fazla üzerinde durmaz. Ali ile Hi­ dayetinoğlu bu pisliğin Bilal tarafın­ dan atıldığını bildiklerinden ırgatbaşı- nın çıkışmasından alınmazlar.

Makine ustasıyla bir konuşmasın­ da ırgatbaşı, Zeynel'le Halo’dan kurtul­ mak istediğini belirtir.

Usta bir karşılık vermez ama ırgat- başına duyduğu öfkenin kabardığını hisseder.

Ali, Haşan ı anımsayıp acı çekse de asıl yüreğini karartan acıların sahibi Fatma’dır. Bir gece çiftliğe gidecek, Fatma’yı kapacak, oradan Adana’ya at­ layacaktır... Ama Ömer Zorlu’nun — burun köklerine akmış şaşı gözleri­ ni düşününce, Adana’ya değil başka kentlere gitmek gerektiğini kurar. Çün­ kü Ömer Zorlu’nun, Fatma’yla kendi­ sini her yanda aradığını sanmaktadır. ____ Bu isler böyle sürerken küçük bir

İKİ GÖRÜ

Nedim Gürsel

Orhan Kemal’in “Bereketli Toprak­ lar Üzerinde” sini, tarımda makinalaş- manın çağdaş Türk edebiyatına etkileri konusunda yaptığım bir araş­ tırma nedeniyle geçen yıl yeniden, bu kez Fransızca çevirisinden okudum, ilk okuyuşumdaki düşüncem daha da pekişti: “ Bereketli Topraklar Üzerinde” Orhan Kemal'in en iyi romanıdır. Türki­ ye'de kapitalizmin gelişmesine koşut olarak tarımda makinalaşmanın Ana­ dolu köylüsünün geleneksel dünyasını nasıl altüst ettiğini, ne denli güç ko­ şullarda çalışıp nasıl sömürüldüğünü anlatmakla kalmaz yalnızca. Çukuro­ va’ya iş aramak için inen üç arkadaşın serüveninden yola çıkarak çağdaş bir tragedya dünyası kurmayı da başarır. Pehlivan Ali, Köse Haşan ve Iflâhsızın Yusuf geçiş dönemini yaşayan bir top­ lumun çelişkilerini kendi kişiliklerin­ de somutlaştıran kahramanlardır. Orhan Kemal onların yaşamlarını, düş­ lerini, özlem ve acılarını insancıl bir ba­ kış (açısıyla betimler. Ne var ki, iç dünyalarına yönelmez pek. Oysa ede­ biyat açısından bir geçiş döneminin en önemli özelliği, bireyin iç dünyasın­ da yol açtığı sarsıntılardır.

Bugüne dek hiçbir Türk yazarı,i Marshall yardımıyla inanılmaz ölçüde hızlanan tarımda makinalaşma süreci­ nin Anadolu köylüsünde yarattığı de­ ğişmeyi yeterince anlatamadı. Orhan Kemal de “ B ereketli Topraklar Üzerinde” de söz konusu değişmeyi gözlemlemekle yetinir, ilgisini kahra­ manlarının psikolojisinden çok çalış­ ma koşulları üzerinde yoğunlaştırır. Onların içselliklerinin, romanın trajik sonuyla doruğuna varan gerilimin tin­ sel nedenleri üzerinde pek durmaz. Böylece, kapitahzmjn £me.k.çileri £ ö :_

müren bir sistemden ibaret olduğu ka­ nısını uyandırır okurda. Bu ezici sistemin ağırlığım roman kahramanla­ rı birer kurban gibi omuzlarında taşır­ lar. Ölümleri sistemin olduğu kadar, değişmezliğine inandıkları alınyazıla- rının da sonucıidur-bir bakıma. Roman bu yönüyle çağdaş bir tragedyayı 'anımsatır. Ama Orhan Kemal alınyazı- sına başkaldıran tragedya kahramanı­ nın egemen güçlerle çatışmasından çok, Anadolu köylüsünün boyun eği­ şini betimlemenin daha gerçekçi bir tutum olacağına inandığından, kolay- Ckçözümlere, kısa yoldan varılan doğ­ rulara başvurmaz. Romanın sonunda, yıllardan beri düşlediği gazocağını sa­ tın alıp köyüne dönebilen Iflâhsızın Yusuf, Çukurova toprağında bıraktığı iki arkadaşının yasını tutmakla yetine- _ç§ktir. “ Bereketli Topraklar Üzerinde”

V

J

yakınmayı başkaldırıya, tevekkülü dün­ yayı değiştirmeye yeğleyen bir Anado­ lu türküsünün ilk dizeleriyle biter: “ Enginli yüksekli kayalarımız Gamman yoğrulmuş binalarımız Doğurmaz olaydı analarımız"

Bu sözlerde yalnızca halkımızın acıları değil, Orharn Kemal’in gerçek­ çi tutumu da gizli, bence.

Tarık Dursun K.

Çağdaş Türk romanı, bizim insanı­ mızın ve toplumumuzun günümüzde­ ki gerçeklerini nasıl yansıtıyor? Bana göre, yazarına göre yansıtıyor. Ne de­ mek “ yazarına göre yansıtmak?” Şu demek: Her yazar, kendi bakış açısı-.

na, kendi yorumuna, kendi düşünce öl­ çeğine uygun olarak insanımızı ele alıyor. İnsanı, toplumdan soyutlayabi­ lir miyiz? Kuşkusuz, hayır. Böylece toplum da işin içine (İster istemez) ka­ tılıyor demektir. Hem insanı ele alıp anlatacaksınız, hem onu toplumla öz­ deşleştireceksiniz, hem de günümü­ zün gerçeklerinden uzak tutacaksınız, öyle mi? Mümkün mü? Olmayacağına, olamayacağına göre, ikinci Istemezlik kendini duyuracak, günümüz gerçek­ leri de bu ikisiyle birlikte koşut düşü­ rülecektir yazarca.

Biraz daha açayım: Çukurova’yı ele alalım sözgelişi. Çukurova gerçeği, ilk kez Yaşar Kemal aracılığında büyük yaygınlığını kazanmıştır. Ondan önce­ sinde Orhan Kemal vardı; ama toprak sorununa, toprak ağalığına ve toprak ırgatlığına yoğun bir biçimde eğilip on­ ları hikâyelerine, romanlarına sokan Yaşar Kemal'dir. Gerçi Çukurova, Türkiye değildir. Olsun! Ne var ki, bü­ yük bk kesittir, ülkenin büyük bir ke­ simidir. Üstelik, ilk makineli tarıma geçiş dönemi burada denenip yaşanır. Ağalık düzeni, büyük çapta orada de­ ğişikliğe uğratılır; tabiî, onların yara­ rına ve onların çıkartanda.

İşin başı için, CHP’nin içinden De­ mokrat Parti’nin doğmasına neden olan ünlü Toprak Kanunu’na kadar uzanılabilir pekâlâ. Siyasal iktidar gü­ cü, bu Demokrat Parti’yle daha bir pe­ kişir. Öte yandan tarihsel ve ekonomik zorunluklar yüzünden sanayileşmeye yönelme, sonraları önüne dikilip engel çıkaran olarak hep bu toprak burjuva­ zisini bulacak; yerini saptamakta güç­ lük çeken bürokrasi, arada, bir türlü dengeyi sağlayamayacaktır. Toplum­ sal dengesizliğimiz de buradan kay- ' naklanacaktrr asıl.

Yaşar Kemal buAu iyi gözlemler.- '

B ilinçle mi, sezgileriyle mi, bilemem orasını; “ İnce Memed"inde düşler, sis­ ler - puslar içinde bakar olguya. Orhan Kemal (ne de olsa) okumuş - yazmış, siyasal bilinci olan bir babanın oğlu­ dur. Olanca “ avare” liğine karşılık, “ Be­ reketli Topraklar Üstünde"de en kalın çizgilerle Çukurova değişkenliğini ve­ rir bize. Uçarı bir dil, rahat bir anlatım, iç dünyasal çözümlemeleri yalnızca konuşmalarla aktarabilmenin ustalığı ve arada ortaya çıkıveren kişisellikler Orhan Kemal’i birdenbire (romancı olarak) öne getirir.

Şiirden gelmesi, Orhan Kemal’i düz yazıda da başı sıkıştığında ya da yeri gelsin gelmesin, şiiri yardıma ça­ ğıracağı anlamına gelmez. Şaşırtıcıdır; Orhan Kemal, en duyarlı, en kendisi­ ni yansıttığı romanlarında bile şiire yüz vermemiştir: Tasvirlerini, tanımlama­ larını abartmaz; “ gözün şimseksi ala­ casının soğuk mavisi"nden ya da “ bir volkan gibi her an patlamaya hazır çe­ lik gibi keskin ve sert sinirler” den sö- zetmez bize. Aynı abartmazük; insanlar arasındaki sevgi, dostluk vte benzeri ilişkilerde de vardır. Orhan Kemal, salt 'Bereketli Topraklar Üzerinde"ki kişi­ lerini değil, öbür roman kişilerini de sever, yazar sevenceliğini esirgemez

onlardan. * /

“ Bereketli Topraklar Üzerinde" ye­ nileşen, eksik çağdaşlaşmaya iç ve dış etkenler yüzünden adeta zorla yönel­ tilen bir bölgenin ve o bölge insanının bu değişkenlik karşısında uğradığı ‘ düş kırıklığı, yenilik ve yine değişken­ liğe karşı yer yer umursamazlığını, yer yer de irkiltiçi tutkusunu aktarır bize. Kırsal kesimin insanı zorlamalara bo­ yun eğecek, büyük kente göçe yöne­ lecek ama bunu yaparken de pek çok şeyi yitirecek, yitirmeyi göze alacak­

tır. t

(4)

sömürü çarkı hızla dönm ektedir. (Ağa)nın izniyle ırgatbaşı ve akrabası Karamaça Veysel’in döndürdükleri bu çark, esrar, çay, kumar karşılığında, ır­ gatların ceplerinden aldıklarını öteki­ lerin ceplerine taşımaktadır. Esrar içmeyen, kumar oynamayan A li’nin dı­ şında, hepsi gırtlağa kadar borca gö­ mülmüştür.

Kemal Cesur’un kendisini ırgatba- şına gammazladığını Usta’dan öğre­ nen Zeynel, esrar sarhoşu Halo Şam- d ln ’i uyarır ve olanı biteni anlatır. Ke­ mal Cesur’u da birlikte yürüdükleri yo­ lun bir eri sayan Halo, fena halde öfkelenir ve Kemal’i öldürmeye kalkı­ şır. Cinayetin bir şey kazandırmayaca­ ğını söyleyerek Halo’yu yatıştıran Zeynel, hem Kemal Cesur için hem de birisine aşık olduğu iki kızını onatıu- na satarak geneleve düşürten ama hiç­ bir şey olmamışçasına duygusuzca, sorumsuzca davranan ırgatbaşı için, ağır cezalacjasarlamaktadır. Halo’nun yanından ayrılır ayrılmaz Kemal Ce­ sur’un uyuduğu harmana çevreyi kolla­ yarak sokulur, uyandırdığı Kemal’i bıçak zoruyla hendeğe götürür, bu İkili oyunun temelinde yatanı sergilemesi­ ni buyurur. Kemal, doğruyu yadsıma­ nın başına iş açacağını, Zeynel’in niyetinin çok ciddî olduğunu kestirin­ ce konuşulanları ırgatbaşına ilettiğini itiraf eder. Gerçekte Kemal Cesur, hep Zeynel’den, haktan yanadır ama her türlü kötülüğü yapacak mizaçtaki ır- gatbaşından korktuğundan ötürü böy­ le davranmaktadır. Yalnız bundan böyle Zeynel'in buyruğundadır. Zey­ nel’in istediği şudur: iki gün sonra öğ­ le üzeri “ Bu yemek yenmez" diye bağırıp karavanaları devirecek, Kemal Cesur da, öteki ırgatların kendisini desteklemelerini sağlayacaktır. Ama şimdi eskisi gibi ırgatbaşının adamı görünecek, yoluna devam edecektir. Kemal Cesur, bunları kabul ederek ölümden kurtulur.

Sabahın dördünde ırgatlar uyandı­ rılır, İşbaşı yaptırılır.

Ali, düşünde Fatma’yladır ama Fat­ ma küstür kendisine. Bunu söylediği Hidayetinoğlu’ndan yardım umarken, Hidayetinoğlu alay eder.

Irgatlar, (dağılım) denilen çarşam­ ba günü öğleden sonra haftalıklarını almak üzere Adana’nın yolunu tutarlar. Kavurucu güneşin altında aç, susuz, yorgun İlerlerler. Ali ile Hldayetinoğ- lu, bu bedenen çökmüş ama umutları dipdiri kalabalığın içindedir, karınları açtır, adımlarını güçlükle atarlar, bir süre sonra da dizlerinin dermanı kesi­ lince bir ağacın altına otururlar, dağ­ lardan, tepelerden akıp çoğalan ırgat kafilesini seyre koyulurlar, ekmek di­ lenirler ama elleri boş dönerler, kim­ sede ekmek yoktur.

Yorulan Zeynel de yanlarına İlişir, ekmeğini onlarla bölüşür. Hldayetin- oğlu’ndan, iki gün sonra devireceği karavana olayına karışmamaları, Zey­ nel’i yalnız bırakmaları konusunu Ke­ mal Cesur’un herkese işlediğini öğre­ nince canı sıkılır ve eski alışkanlığını e

terketmeyen bu casusu o gece öldür­ mediğine pişman olur.

Irgatlar, Adana’ya karanlık basınca varırlar. Ali İle Hidayetinoğlu, mezar­ lığı dolduran kalabalığın arasına karı­ şırlar. Ali, kendisi gibi haftalığını almaya geleceğini umduğu Fatma’yı bu mahşerde bulursa ellerine, ayakla­ rına kapanacak, bir daha yanından ayırmayacaktır.

Ali, bunları aklından geçirirken, Fatma üç adım ötesindeki bir mezarın önünde diz çökmüş, sıcak sıcak zonk­ layan başını, yosunlu bir taşa dayamış­ tır. Hastadır, kara sıtmaya yakalanmış­ tır. Fatma’nın bu halini garip karşıla­ yan ve uzaktan ilgilenen iki adamdan uzun boylusu, yürür, yanına gelir, der­ dini öğrenince ikisini ayırdığı bir ku­ tu sarı Atebrin’i kadına uzatır, “ İç, bir şeyin kalmaz” der. Fatma sevinir ama nasıl yutacaktır, su yoktur, vardır da aşağılarda akmakta olan ırmaktadır. Adam,-—avucunda bir yürek gibi atan sıcak bileği— ni tuttuğu Fatma’yı ır­ mak kenarına indirir, içirdiği bol suy­ la Atebrin’leri yutturur ve hemen karşılığını almak istercesine Fatma’ ya sarılır. Böyle durumlara alışan Fat­ ma, çevreyi kalabalık görüp kendisini memleket hastanesinin oralardaki ka­ ranlıklara sürükleyen adama karşı koy­ maz. Bilal, hevesini aldıktan sonra çapaya yollanan Fatma, kara sıtmaya yakalanıncaya kadar ırgatbaşıyla, Kel- oğlan’la, Hamza’yla, Yusuf’la yatmış, iyice baştan çıkmış, bir cesede dön­ müştür. Artık hiçbir şey duymamakta, ■ne olacağını düşünmemektedir.

Ertesi günü öğleye doğru paraları dağıtacak olan ırgatbaşı görünür.

Zeynel'le Halo, duvar dibinde siga­ ra içmektedirler. Irgatbaşıyla alay ederler, kızlarını genelevde çalıştırma­ sını eleştirirler, vicdansızlıkla suçlar­ lar. Bu sözlerine kızan ırgatbaşı, kumar, esrar, çay borçlarını düştükten sonra geri kalanı vermek isterse de borçlarını sildirirler, “ Sen haraç alıyor­ sun, biz de senden alacağız” tehditiyle haftalıklarının tamamını alırlar. Irgat- başı, elverişli bir zamanda bu tutum ­ larının hesabını sormak üzere boyun eğer.

A li’yle Hidayetinoğlu parayı alınca ne yapacaklarını sıralarlar. (Gerçi Hi- dayetinoğlu’nun eline bir kuruş geç­ meyecektir ama, arkadaşının parası onun parası demektir, nasıl olsa bir gün ödeşirler.) İlkin bir güzel karınla­ rını doyuracaklar, arkadan da genele­ ve gideceklerdir. AH, kumar oynamadı­ ğı, esrar, çay içmediği için kendisine köpüren ırgatbaşından parayı alır al­ maz Hidayetinoğlu'yla birlikte aşevlne girer, Kemal Cesur’un karşısına otu­ rurlar ve pekmezli yoğurdu kaşıklama­ ya başlarlar. Genelevden söz ederler. Buraları çok iyi bilen Kemal Cesur, ge­ ce onları geneleve götürmeye söz ve­ rir, Ç iftç i B irliğ l’nln kahvesinde bekleyecektir.

Aşevinden çıkan Kemal Cesur, Çiftçi B irliği’nin kahvesinde oturan (Ağa)lara Zeynel'i, Halo’yu, Usta'yı ve

(Ağa)ların gözde adamı Irgatbaşı Ce- mo’yu şikâyet eder. (Ağa)lar, Zeynel’­ in, Halo’nun, Usta’nın tutumlarından zarar geleceğini anlarlar ama ırgatba- şının ırgatları kışkırtmasını bir türlü kavrayamazlar. Yalnız Zeynel’le Halo’- ya bugün yol vereceklerdir. Kemal Ce­ sur’un açıklaması midelerini bulandır­ dığından, ırgatbaşını çağırırlar, söyle­ nenleri tekrarlarlar. Irgatbaşı, kendisi­ nin Kemal Cesur tarafından gammaz­ lanması karşısında öyle bir şaşırır, öy­ le bir mahzunlaşır ki (Ağa)lar, Kemal Cesur’un anlattıklarının çoğunun ya- lan olduğunu anlarlar, havayı yumuşa­ tırlar.

Ali ile Hidayetinoğlu, eski işyerin­ den Iflahsızın Yusuf’u sorarlar. Yusuf’­ un duvarcı ustası olup Ceyhan’a g itti­ ğini, çimento çalarken yakalanan ta­ şeronun, şantiye şoförünün, amele ça­ vuşunun kovulduklarını, Öm erZorlu’- nun da, şoförün karısı Hayriye’yi ka­ çırdığını öğrenirler. Ali, özellikle Ömer’in yaptığından hoşlanır. Bundan böyle rahatça gezip tozacak, Fatma’­ yla dilediği yerde yaşayacaktır.

Kemal Cesur’la geneleve giderler. Hidayetinoğlu ırgatbaşının küçük, Ali de büyük kızıyla çıkarlar. İlk kez böy­ le bir yere gelen, bu nedenle utanıp sı­ kılan Ali, şaşkındır. Bu şaşkınlığını, acemiliğini, saflığını beğenen kadın, duygulanmıştır, onda kirlenmemiş, bo­ zulmamış bir İnsanı görmüştür.

Ali, kadınla yatarken evlenme öne­ risinde bulunur. Evlenirlerse köye gö­ türecektir... Fatma’yı, aptal kızını unutmuştur, s ilm iştir belleğinden. Kadın, A li’nin bu açık yürekliliğine, iç­ tenliğine hayranlık duyar. Ali tutuna­ cağı bir dal, dayanacağı bir güçtür. Birdenbire yüreğinde bir şeyler kıpır­ dar, insanlığını, ötelerdeki güzel ya­ şamların varlığını anımsar. Merdiven başında boynundan öperek uğurladı­ ğı ve her zaman gelmesini, bekleyece­ ğini söylediği A li’den para almaz.

Ali, sevinçten uçmaktadır. Kadın, hem para almamış hem de —her za­ man gel, beklerim— demiştir.

Zeynel’le Halo Şamdin'I kentte bı­ rakan ırgat kafilesi, kırmızı boyası yer yer dökülmüş Doç kamyonuna dolu­ şur, harmana gitmek İçin.

İki saat sonra harmanların oraya varırlar ve —güneşte erimişe benze­ yen terli ırgatlar— tarlanın kıyısına in­ d irilirle r. in e n le r bir-ikl demeye kalmadan Karamaça Veysel’in çayha­ nesine koşarlar.

Semaverin yanına uzanan Ali ile Hidayetinoğlu, bu kocaman haftayı na­ sıl geçireceklerini düşünmeye koyu­ lurlar. Daha şimdiden kadınları özle­ mişlerdir, burunlarında tütmektedir- ler. Hidayetinoğlu, geneleve uğrama­ dan önce bir meyhanede rakı içmele­ rinin iyi olacağını, cesaretlerini artıra­ cağını söyler ve ekler: "Sıçana içirmiş­ ler de kediye kafa tutm uş." Ali, bu benzetmeden hoşlanırsa da içkiyi ta­ nımadığından fik ir yürütemez. Kadını anımsar, Hidayetinoğlu’nun dedikleri­ ni anımsar. Evlenir de köye giderler­

(5)

se onun orospu olduğunu kimsenin bilemeyeceğini düşünür ve rahatlar.

Geceyarısından sonra sabaha doğ­ ru ırgatlar, işe kaldırılırlar. Irgatbaşı, ar­ tık Zeynel ileH alo’nun yerine koltuk­ çulukta çalışacak olan Ali'yle Hidaye- tinoğlu’natoz gözlüklerini, boyunları­ na sarmaları için paçavraları uzatır, “ Bu işin zorluğu bir-ikl gündür. Ağa de­ di ki, gözümün yağını yesinler dedi” sözleriyle yüreklendirir.

Yeni usta, ırgatbaşına acemilerin bu işin üstesinden gelemeyeceği uya­ rısında bulunursa da Zeynel’le Halo ol­ madığı için A li’yle Hidayetinoğlu’nu çalıştırmaktan vazgeçmez ırgatbaşı. Öfkelenen Usta, herhangi bir kaza olursa bunun sorumluluğunu kabul et­ meyeceğini belirtir.

A li’yle arkadaşı bir şeyin farkında değildirler, ırgatbaşının öğütlerine ku­ lak kabartırlar: Aşağıdan verilecek de­ metleri patozun bıçakları hızla dönen ağzına iyice sokacaklardır. Dalmaya­ caklar, kafalarında hiçbir düşünceyi ta­ şımayacaklardır, sürekli uyanık dura- Gaklardır.

Usta, yemeklerini beğenmedikleri, kışkırtıcılık yaptıkları gerekçesiyle Zeynel’le Halo’nun işine son verildiği­ ni Kemal Cesur’dan öğrenir.

iş başlamıştır. Demetler hızla koş­ turulur, Hidayetinoğlu A li’ye geçirir, Ali de patozun dört köşe ağzından içe­ riye verir. Hızlı bir tempoyla tekrarla­ nır durur bu durum. —Güneş tam te­ peye yükselip de ortalık hamam hal­ vetine dönünce— Ali’yleHidayetinoğ- lu, baygınlığa benzer tjir bunalımla allak bullak olurlar, güçlükle soluk alır­ lar.

Usta, otom obiliyle gelen (Küçük Ağa)ya, A li’yle arkadaşının çalışmala­ rını kastederek bir sakatlık olursa so­ rumluluk almayacağını söyler. Kızan (Ağa) öfkeyle bağırır. “ Sorumlusu be­ nim.”

Paydos’ta bitkinleşen A li’yle arka­ daşı konuşurlar. Haftalıklarını alınca içecekleri içkileri, genelevdeki kadın­ ları hayallerler. Ali’nin zihninde saç ta­ kaları, bir mendil ve çerezlerin resmi dolaşmaktadır.

Usta, küfürlerine dayanamayarak kaçan yardımcısının da işini üstlen­ miştir. Elindeki yağdanlıkla vidaları yağlamaktadır. Aslında bu tip çalışma­ lardan bıkmış, usanmıştır. Bol paraya kavuşsa bir piyano alacak, Beetho­ ven’in eserlerini çalacaktır boyuna. Tek sevdiği müzisyen Beethoven’dir. Onunla ilgili ne kadar kitap varsa hep­ sini okumuştur. Ama işbaşında sert­ tir, kabadır.

(Küçük Ağa) tozu dumana katarak gelir, arabasından iner, patoza yakla­ şır, bu karıncalar gibi koşuşturarak ya­ pılan çalışmadan sevinç duyar, hızları­ nı artırmak, iş-güçlerini yükseltmek amaçıyla "Ha babam ha, ha kardaşla- rım ha!" gibi coşkulu sözler söyler. “ Ha babam ha, ha kardaşlarım ha, hş babayiğitler ha, ha aslanlar h a il! Bu işi bu hafta bitirin ben de insansam kalmam altında."

Irgatbaşı da çalışmanın hızına ken­

dini kaptırır. “ Devir, devir, ha babam, kardaşlarım ha!”

iş hızlandıkça hızlanmış, beden ka­ lınlığında demetler patozun doymak bilmeyen ağzına devrilmiştir. Irgatlar, öfkeyle, kinle, hınçla çalışmaktadırlar.

Bir ara Ali, gözlerini tozdan açamaz hale gelir. (Mank) denilen koyu bir ser­ semlik içindedir.

Bir an olur ki Pehlivan A li’nin ko­ ca bedeni yığılan demetlerin arasında yitip gider, arkadan bir çığlık yükselir, patozu sarsan müthiş bir çatırtı iş iti­ lir, iş durur. Hidayetinoğlu toz gözlü­ ğünü kaldırıp, A li’ye bakınca iki eliyle yüzünü kapatıp çömelir, sonra fırlar, patozdan atlar, kaçmaya başlar, işi an­ layan usta koşarak gelir, gördükleriy­ le kireç kesilir. Çünkü A li’nin terli bir külç- ye dönmüş gövdesi, patozun ağ­ zını kapatmıştır.

A li’yi patozdan kurtarıp biraz öte­ ye taşırlar, üstüne bir çul örterler.

AH, ölmüştür.

Şakır şakır yıldızlı gecenin birine doğru Zeynel’le Şamdin, tarlanın ak­ başındaki hendeğin içinden çıkarlar. Zeynel arkadaşına kendisini bekleme­ sini söyleyerek ırgatların horultuyla uyuduğu yere yürür yavaşça, patozun yanından emekleyerek geçer, ırgatba- şının cibinliğini boş görünce üzülür. Burnuna tuhaf, güneşte sasımış bir kan kokusu çarpar. Ötelerden karan­ lıkları yalayıp geçen ışıklarıyla araç ya da araçlar gelmekte, her saniye yaklaş­ maktadır. Zeynel, kan kokusunu izle­ yerek yaralıyı bulur ve bunun bir iş kazası olduğunu anlarlar. Araçlardaki- ler de jandarmalardır olsa olsa. Har­ manlara sokulur, kibriti çakıp ekinleri tutuşturur, uzaklaşır.

Alevlerin yükseldiğini, bütün de­ metleri sardığını görenler heyecanla o yana seğirtirler, yangını söndürmeye çalışırlar.

(Küçük Ağa) jandarma onbaşı, jan­ darmalar iner otolardan. Çılgınlaşan (Ağa), usta dahil bütün ırgatların tutuk­ lanmasını ister. Bu müdahaleye içer­ leyen onbaşı (Bana vazifemi mi öğre­ teceksin?) der.

“ Harmanımı yaktılar görmüyor mu­ sun?"

“ Görüyoruz. Biz buraya bacağı ko­ pan işçi için geldik. Hani o? Irgat is­ yan etti diyordun. Nerde isyan?”

“ Ettiler, arabamı parçalayacaklar­ dı, harmanımı yaktılar. Hepsinden da­ vacıyım.”

Bu sırada usta, soğukkanlılıkla ile­ riye çıkar, “ Bacağı kopan adam kan kaybettiğinden öldü. Sebep de bu adamdır" diyerek (Ağa)yı suçlar. (Ağa) da ırgatı kışkırttığından ötürü ustayı suçlar. Tartışma uzar gider.

Harmanı kimin yaktığı bilinmemek­ tedir ama (Ağa) ırgatların üstüne yıkar kundakçılığı.

Jandarma onbaşısı, ölünün başına, doktorla savcı gelene kadar bekleme­ leri için iki er dikerek ırgatlarla öteki­ leri karakola götürür.

— Çukurova'nın mavi göklerinde hafif beyaz bulutların telaşla geçme­

ye başladığı sonbaharın fırtınalı gün­ lerinden birinde iflahs./'ın Yusuf, tahta bavuluyla Adana garına Ceyhan’­ dan gelen trenden iner, istasyon me­ murundan Sivas treninin yedi-sekiz saat sonra geleceğini öğrenir ve me­ murla yarenliği koyultur, çay ısmarlar. Sivas’tan ayrıldığından bu yana başı­ na, arkadaşlarının başlarına tebelleş olan belâları anlatır. Kılıç ustadan kap­ tığı ve geliştirdiği duvarcı ustalığıyla övünür, kendiniyücelttikçe yüceltir. Memurun ince ince alay ettiğini seze- mediğinden övünmesinin dozunu ar­ tırdıkça artırır. Yusuf'un atıp tutmasına bir süre katlanan memur, sonunda da­ yanamaz marş marş çekerek kovar ma- sadan

Sigarasını yakmak için yanına so­ kulana bakınca tanır: Bu Hidayetinoğ­ lu Mıstık’tır. Sigara tutar Mıstık’a ve konuşurlar. Serüvenini, iki yakasının bir arava gelmediğini, oradan oraya sü­ rüklendiğini, derken Pehlivan A li’nin acıklı sonunu anlatır. Yusuf, allak bul­ lak olur, yüreği karışır, usul usul ağ­ lar. ikisini de Adana'ya götürdüğü için büyük bir sorumluluk, büyük bir piş­ manlık duyar.

Mıstık’la birer cigara yakarlar. M ıs­ tık, sigara paketiyle Yusuf’un kibriti­ ni cebine koyar.

Yusuf, elinde bavulla köyünün yo­ lunda yürürken içinden konuşmakta­ dır kaygıyla, korkuyla. Çukurova’ya gitme düşüncesini o ortaya atmışsa da Hasan’la Ali’yi koşullar, öldürmüş­ tür. Evet, onlar yoksa, geri dönülmez yollarda kaldılarsa, suç onda mıydı? Kader, kısmet, taksirat! O öldürme­ mişti, Allah biliyordu, ölmelerini iste­ memiş, aklından geçirmemişti. Köylü toplanacak, büyük büyük açılan göz­ leriyle soracaklardı. Nerede Ali, Haşan nerde? Ölü evine dönecekti evi. Gazo- cağını çıkarmayacak, sırtlığı karısına veremeyecekti.

Köye girer. Kızı görür kendisini ve "Bubam geliyor ana, bubam geliyor" diye bağırarak kerpiç eve doğru koşar. Kirmeni bir yana bırakır kadın, koca­ sını karşılamaya çıkar.

Yusuf’un ilk işi tahta bavulundan gazocağını çıkarmak olur. Övüne övü- ne neye yaradığını, nasıl çalışacağını anlatmaya koyulur.

Bir ara kapı itilir, Köse Hasan'ın upuzur, kupkuru, paçavraların içinde bir korkuluk gibi duran karısı, çıplak ayaklı, sivri çeneli Emine içeriye girer, donup kalan Yusuf, Hasan’ın kızı Emi- ne’nln gözlerinden öper. Emine, “ Bu­ bam niye gelmedi ya?" diye sorunca gazocağı Yusuf’un elinden düşer.

Hasan’ın karısı bir şey demeden kalkar, kızını elinden tutar, hırsla çe­ ker, götürür. Yolda, eski yazmasının al­ tından kurtulmuş bir tutam ak saçıyla yuvar yuvar gelen Pehlivan Ali’nin ana­ sına, rastlarlar. “ Öyle mi kız? Yusuf gelmiş deyiverdiler. Bizimkiler ne de­ meye gelmediler ola?” sorusunu so­ ran kadına, omuz silkip yürürler.

(6)

Romandan alıntı

AHAR patlamıştı.

Şimşek yüklü bulutları, aydınlık yağmuru, kancık kokusu almış eşek anırtılarıyla Çu­ kurova baharı harikadır.

Lastikleri kırmızı çamur içinde kam­ yonlar gelir, kamyonlar gider. Demir ya da tank tekerlekli traktörler, mazot kokulu homurtularıylaparkedöşell caddeleri sarsarak geçerler.

Tesviye etmekte olduğu krank’ı başından öfkeyle kal­ kan eli yüzü kara bir makinist, Ziraat Bankası’nın henüz açıl­ mamış kapısı önünde sabırsızlıkla bekleyen ağasına çıkışır. Ağa bu mevsim, yalnız bu mevsimde eyvallah eder. Bilir ki usta haklıdır. Gerekli yedek parçaların alınması lâzım­ dır. Susar, bankayı bir an önce açmayanlara söver.

Şoför muaviniyse, müthiş güneşin altında seğirtir du­ rur. Çoğu sefer cigarasını bile tamamlamaya vakit bulama­ dan, köye hemen hareket edecek kamyonun radyatörüne su koymak için koşarken, şoför de çaycı Nadlr’in ufacık kahvesinde bir deli çay olsun işemediğine küfrederek di­ reksiyona geçer, az önce çiğneyip geldiği tozlu yollara ye­ niden düşer.

Bu mevsim “ Ç iğit” denilen pamuk tohumunun topra­ ğa atıldığı mevsimdir. Karakazma’ya dört-beş hafta vardır daha. Büyük toprak sahipleri Doğu ¡ilerimize elçiler gönderip tellâllar çağırtırlar ki:

"... Çukurova’da bu yıl iş tevâtürdür. Haftalık yüksek, bildikleri gibi d e ğ il!”

Yağmurda ıslana, güneşte tüte kururlar. Torbalardaki tandır, yufka dürümleri tükenip, çarşı ekmeğine verilecek son kuruşlar da suyunu çektikten sonra, aç çocukların fer­ yadı göğe yükselir. Önemli değildir. Peygamberler Allah adına sabır getirmişlerdir ya, hiç önemli değildir aç çocuk­ ların göklere yükselen feryadı. Ölseler bile ne? Öte dünya vardır, birer kuş gibi uçacaklardır Gennet-i âlâ’da. Gen- net-i âlâ'da yağdan, baldan dağlar, sütten ırmaklar...

Analar, bir deri bir kemik analar, kucaklarında açlıktan ölen yavrularına kana kana gözyaşı bile dökemezler. Pey­ gamberler mi, hacılar hocalar mı, öyle demiş: Allah verdi, Allah aldı. Kul ne ki Allah’ın iradesi karşısında? Ondan daha mı iyi bilecekler? Hikmetinden sual edilir mi? Yarın onlar ellerinde bakraç bakraç Cennet-i âlâ suları, analarını Cen­ net kapılarında bekleyecekler. Analar kucaklarında ölü ölü- veren yavrularına ağlamamak sevinmelidirler. Bu yalan dünyada yaşayıp da günahların çeşitleriyle kirlenecekle­ rine, henüz günah çağına varmadan ölerek Cennet’e uç­ muşlardır kuş gibi. Allah’ın sevgili kullarıdırlar onlar!

Analar, erkek yüzlü analar, avuçları nasırlı analar, göz­ lerinde dökecek yaş kalmamış kupkuru analar, iş ve ekmek haberiyle dönecek erkeklerinden yana dikmişlerdir gözle­ rini. O yana, kocalarının her sabah, daha şafak sökmeden gidip, omuz omuza doldurduğu “ Irgat pazarı” na!

Erkekler de kadınları gibi bir deri bir kemiktirler. Değ­ diği yeri köz gibi yakan güneşin altında aç, terli ama sabır­ la bekleşirler. Irgatbaşılar ırgat pazarının m utlak hâkimleridirler. Rızkların sahibi! Şöyle birgörünüveren bir ırgatbaşının çevresi hemencik umutla alınıverir. Ağzından çıkacak her söz kerametmişçesine dinlenir.

I EK pek birkaç hafta sonra “ Urumdan

i Şamdan” çekilip çekilip gelen ırgat kafl- j lelerinin akını başlar. Binlerce kadın, er­ kek, çoluk, çocuk, genç, yaşlı, parampar­ ça üstbaşlarıyla pis pis kokarak, Ötege- S çedeki mezarlığa yığılırlar. Kıçı çıplak ço- I cuklar mezar taşlarına inip biner, tevekkül içindeki kadınlar, Taşköprü’nün bu gecesindeki ırgat pa­ zarından iş ve ekmeğin sevinciyle gelecek erkeklerini bek­ leşirler.

Kul acımaz bunlara, Allah acımaz. Allah’ın unuttuğu in­ sanlardır bunlar! Peygamberler kitaplar dolusu sabır, te­ vekkül, kanaat getirm işlerdir bunlara. H içbir işe yaramayan, hiçbir işe yaramayacak olan sabır, tevekkül, ka­ naat!

Taşköprü’nün bu geçesinde, yüzyıllar görmüş ırgatpa- zarının ırgat kaynaşan kalabalığınacigaralarının neşeli du­ manlarını salarak kahve, çay, nar, koruk şurubu, limonata, buzlu ayran içen “ Ağa” lar memnundurlar. Irgat boldur, Çu­ kurova tarlalarındaki işe yetecek insan gücünün çok üs­ tündedir. Haftalık düşecek, pamuk ucuza elde edilecektir.

— Irgata hele ırgata! — Heye kardaş...

— Itoğlu itleri şımartmıyak giden yıllar gibi ha! — Töbe demen mi?

— İt kapıda zebun gerek hemşerim...

EĞDİĞİ yeri köz gibi yakan güneş tam te­ pededir. Irgat adı altındaki birtakım insan­ lar değil, paçavra yığınları beklemekten usanır. Birden deli bir sağanak... Ortalık sel sele gider. Ardından güneş. Tırnağı­ na kadar sırılsıklam paçavra yığınlarından dumanlar tütmeye başlar.

Peygamberler kitaplar dolusu sabır getirmiştir Allah adı­ na!

I

NbANLAR aç ama, umutsuz değillerdir! Kadınlar bilirler ki erkekleri er geç gele­ cektir. Göz bebeklerinde “ Ekmek” in müj­ desi, gelecektir erkekleri.

Günler geçer, sonra haftalar. Yaşlılarla aç çocuklar ölür. Yağmurla güneşin acı­ ması yoktur. Çukurlarına gömülü gözleriy­

le kadınlar, çocuklarının feryadı ve ölüm acısına kanıksa­ mış kadınlar çok az konuşarak beklerler.

Erkekleri gelecektir, er-geç gelecektir erkekleri! Haftalıkların daha çok düşürülemeyeceği günler gelir çatar.

Karakazma vakti.

Tilkiden çok daha kurnaz elçiler, ırgatbaşılar aç insan­ ların arasına dağılırlar:

— Irgadın da hani pek bir gereği yoktu ya, neyse... — Ağamız acıdı halınıza acıdı!

— Ağamız gibi var mı? Herifte vicdan, tonla. Baktı ha­ lınıza, yüreği parçalandı: Yesinler, içsinler sevabıma, kaz­ malarıyla da tarlada şöyle bir dolaşsınlar dedi...

Çoğunlukla yaya düşülür yollara. Yukarda güneş, aşa­ ğıda çamur, toz. Yalın ayaklarla kilometreler tepelenir.

“ Buna da şükür’’dür gene de. Kitap öyle söylemiştir, şükredecek, kendinden yukardakine değil, aşağıdakine ba­ kacaksın, bakacaksın, gene bakacaksın sonra gene. Her baktıkça da şükredeceksin!

Kuru, taş gibi birer kara somun karşılığı tarlada sabah­ tan akşama kadar çapa çapalamaya hazırdırlar.

Çukurova’da bahar harikadır!

Gök masmavi, kırmızı topraklar yemyeşildir! Çukurova’nın bereketli toprağına dört kilo çiğit at, sek­ sen kilo kütlü, yani tohumlu pamuk versin!

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

‘’Bereketli Topraklar Üzerinde’’ adlı romanında, çalışmak için Çukurova’ya gelen üç köylü arkadaşın şahsında, onların şehirle, birbiriyle ve diğer

Düğün arefesinde yapılan kına geceleri, gelinin güveyin evine indiği anda yapılan işlemler, zifaf gecesi ve sonrası yer yer manzum ifadelerle, güzel bir

Mimariyi plâstik san'at ve inşaat bakımından ziyade içtimaî bir gö- rüşle mütalâa eden bu mimar denilebilir ki, mi- mariye yepyeni imkânlar ve ufuklar açmıştır. Fransada

varsa, Allah kahhar ismiyle kahretsin!” (HÇ, s.107) diyerek çiftliği terk eden Yasin Ağa; çiftliğin emektarlarından ikiyüzlü Seyyâre Bacı; içindeki çocuk sevgisini

Çocuk ve ergenin geliflim aflamalar›, bu aflamalar›n desteklenmesi ve mevcut sorunlar›n giderilmesinde lisans ve lisans üstü düzeyde teorik ve pratik uygulamalarla yetiflen

Çünkü şarkı Cat Stevens'ın, Kur'an ise Yusuf İslam'ın simgesiydi onun ve dinleyenlerinin gözünde.. Şarkı, beste ve gitar hanelerinin karşısında kocaman bir

KURUMSAL (BAP V.B.), ARAŞTIRMACI, KEDİ VE KÖPEKLERDE PLEURAL EFÜZYONUN TANISAL DEĞERLENDRİLMESİNDE RADYOGRAFİK, ULTRASONOGRAFİK VE TORAKOSKOPİK YAKLAŞIM, Yürütülen

tabiat görüntülerine yer vermek’ gibi veya ‘ilgi çekici bir olay örgüsü’ gibi bazı roman nitelikleri göstermekte olduğu dile getirilmekteyse de hiçbir zaman bütün