• Sonuç bulunamadı

Bir uğurlamadan sonra

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir uğurlamadan sonra"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

K Ö Ş E M D E N

I

B ir U ğu rlam ad an Son a

r

ı

a s s m . m A M

Yazan

^

HASAN ÂLİ YÜCEL

1

i

Albert Gabriel, Fransız dostları­ mız arasında hususî bir kıymet ta­ şır. Çeyrek asırdan fazla bir za- mandanberi onu Türk üniversitele­ rinin mensubları kadar, gezip do­ laştığı camilerin imamları, mey- zinleri, kayyumları; ecdad tür­ belerinin türbedarları; şehir dışına kurulmuş kârvansarayların komşu­ su köylüler de onu tanırlar. K u ­ laktan öğrendiği kırık, fakat sevim li bir türkçe ile onlara hitab eden Gabriel, bu saf yürekli vatandaşla­ rımız için bir yabancı olmaktan çıkmıştır. Onlar, sarının ağarmışı saçları, daima içi gülen mavi göz­ lerde, adının verebileceği ilhamdan haberdar bile olmaksızın, onu bir sıyanet meleği gibi karşılarlar. Çün kü bu uzun boylu, çetrefil türkçeli, babayani adam, bilhassa.bizim mi­ marimize âşıktır ve daima onların etrafında, içinde, hattâ üstündedir. Prof. Gabriel’i Ankara Palas sa­ lonlarında gördüğüm son aylarda son profesörlüğünü tebrik etmiştim. Şimdi o, yalnız Fransanın en bü­ yük bilgi merkezlerinden biri olan Collège de France’ın profesörü ve İstanbul Fransız Arkeoloji Ensti­ tüsünün müdürü değil, Ankara Dil ve Tarih - Coğrafya fakültesinin de fahrî profesörüdür. İlk ilim ça­ lışmalarına Mısırda başlayan Prof. Gabriel, bizim için talihli bir tesa­ düfle Türk eserlerinin çekiciliğin­ den kendini alamamıştır. Önce Tolon Oğullan, sonra Selçuk Oğul­ ları, daha sonra da Karaman ve Osman Oğulları onu büyülemiştir. O kadar ki benim yeni unvanım tebrikime her zamanki lâtifeci ne- zaketile cevab verdikten sonra Konya civarında bir kârvansaray- dan ve onun bugünkü fena duru­ mundan bahsederken kendisini dinleyen bizler; fransızca konuşan bir Türkün ıstırabım, ihmale isya­ nını gördük. Yurdumuzdaki anıtlar için içi sızlayarak para ve imkân aramada beni ve bu işte çok hiz­ meti ve emeği olan Hâmid Zübeyri bile geçiyordu.

1927 den 1933 yılına kadar İs- j tembul Darülfünununda müderris bulunan Gabriel, 1931 de neşrettiği «Anadoluda Türk Anıtları» isimli ilk büyük eserile ilim âlemine yeni ve kıymetli bir abide kazan­ dırmıştı. Bunun arkasından ya­ yınladığı büyük cildle beraber Si­ vas, Divrik, Kayseri, Amasya, T o ­ kat ve Niğde gibi Selçuk merkez­ lerindeki Türk mimarî eserlerini itina ile tetkik edip bütün dünyaya tanıtmıştı. Daha sonra Van, Ahlat, Diyarbakır, Mardin, Urfa gibi doğu ! ve güney doğu şehirlerimizde Sel­

çuk eserlerile uğraştı. «Doğu Tür- ; kiyesin.de Arkeolojik Gezmeler» I isimli büyük eserini verdi. «Boğaz-

içinde Türk şatoları» bunu takib etti. Artık Prof. Gabriel, türlü de­ virlerinde Türk mimasirini tanıyan en salahiyetli bir ilim adamı, bir otorite olmuştu. Onları birer birer I incelemiş, rölevelerini yapmış, öl­ çüp biçmiş, fotoğraf il erini almış, i hasılı Türk mimarisinin memleke­ timizde İlmî bir metodla anatomi­ sini vücude getirmiştir.

Bu kadarile bile biz Türkler için büyük bir kıymet ve ehemmiyet taşıyan bu araştırmalar, mühim bir neticeye varıyordu. O netice de «orijinal bir Türk mimarisi var mıdır, yok mudur?» meselesinin cevabı ortaya çıkıyordu. Eski dün­ yanın bir çok geniş alanlarında a- talarımızın sık sık at oynatmaları, Batı âleminde bizi yalnız

dövüş-mekle uğraşan bir millet . olarak tanıtmıştı. Bu tek taraflı şöhretimi­ zin yerinde olup olmadığı, bizde medeniyet kabiliyetinin varlığı ve­ ya zayıflığı davasına kadar götürü­ lüyordu. Ömrümüzün her dakikası­ nı muharebe meydanlarında geçir­ diğimizi sananlar ve bu esassız sa­ nıya uyanlar, gözlerde gördükleri muhteşem mimarî abidelerini gör­ mezden gelebiliyorlardı. Göklere, taşlaşarak yükselen zarif minare­ lerimizi, şamdan mumuna benzeten ulema ve küçük bir kasabamıza göre yapılmış, fakat, büyük bir şe­ hirde olsa ona da güzellik verdire­ cek bir camiyi hor gözle görüp gösteren estetler az ■ değddi. «Bu eser Bizanstan mülhem, bu eser kiliseden örnek alınarak yapılmış, bu eser İrandan veya Hindden kopya edilmiş» diyenleri dinleyip kabul edenler; otorite sayılmakta devam ediyordu.

Türklerin medeniyetleri ve me­ denî istidadl gri olduğunu yazıp söyleyenler de vardı. Fakat delil­ leri, bütün dünya efkârını tersine döndürecek kadar objektif değildi. Ya büyük insan Loti’ninki gibi güzel, içli, derin, fakat edebî sa­ tırlarda; yahud Disraeli’ninki gibi siyasî hareketlerde, veya Henri de Regnier’nin Vakitlerin Aynasına aksettirdiği müphem hayallerde idi. Böyle arka arkaya sıralanmış koca cildlerle, fazla okumak sevmlyen- lere de hiç değilse resim seyrettire­ rek, canlı ve bugün yaşamakta olan anıtlara dikkatlerini çekerek sana­ tımızın varlığına ve orijinalliğine inandıran, Gabriel olmuştur. Onu bir hakikatin, hususile kendi haki­ katimizin kâşifi olarak daima min­ netle anacağız.

Vakıflar Dergisinin ikinci cil­ dinde «Bursada Murad I. camii ve Osmanlı mimarisinin menşei mese­ lesi» hakkmdaki etüdünü her Türk aydını okumalıdır. Bunlar, o türlü millî meselelerdir ki, hangi meslekte ve işte olursa olsun, insan kendi milletinin değerlerini tanı­ malı ve bu değerler hakkında toplu fikirleri olmalıdır. Bir iki sene önce Londrada bulunduğum sırada ziyaretime gelen talebe gençler, benden «M evlânâ» nın Türk olup olmadığını ve Türk olduğunun ne ile sabit olduğunu sordular. Ben de onlara, 1932 de neşrettiğim Rubaî tercümelerinde aslı bulunan par­ çayı okudum. Hemen yeni harflerle bp faı-iaî metni yazdılar. Farsça metni yazmalarının nesebini sorun­ ca öğrendim ki, orada bulunan Iranlı talebe arkadaşları, Mevlânâ- mn Fars olduğunu iddia etmişler; türlü deliller getirmişler, bizimkiler

yalnız Türktür demişler ve Belh- ten geldiğini söylemekle kalmışlar. «Hindce söylüyorum ama aslım Türktür» dediğini farsçasile öğren­ dikleri zaman onlardaki sevinci ta­ rif edemem. Bu gençlerin içinde hekim, mühendis, edebiyatçı vardı. M illî meseleler bahsolunduğu za­ man «ben mühendisim, veya heki­ mim, Mevlânâdan bana ne?» deni­ lebilir mi? Asırlar boyunca Türk kültürüne tesir etmiş, dünya ça­ pında böyle büyük bir adamı kay­ betmek; vatandan bir parça kay­ betmektir. «Bizim için Shakes- peare, Hindistandan mühimdir» di­ yen İngiliz, meğer ne kadar haklı imiş? Hindistan gitti, İngilizlik du­ ruyor. Onun yerine Shakespeare’i kaybetselerdi İngilizlik ne hale dü­ şerdi.

Tıpkı bunun gibi Türklerin me­ deniyet eserlerini sözde, yazıda, renkte, şekilde ve hacimde tanıma­ ğa mecburuz. Başka türlü, millet ruhu, geriye, ileriye, geçmişe ve geleceğe uzanıp yayılmadan doğa- maz, yaşıyamaz. Sevmek için tanı­ mak, tanımak için bilmek lâzım­ dır. Vatan, bilinerek sevilen, sevi­ lerek ölünen bir kutsal ülküdür. İşte Prof. Gabriel’in bu makalesi, öğretme ve bildirme bakımından okunmağa değer bir ehemmiyette­ dir. Onda babası Osman Gazinin son demlerinde Orhan Beyin zap­ tettiği Bursadaki anıtlardan Mu­ rad I. in camii İncelenmekte, mi­ marî kuruluş ve seziş bakımından kıymeti üstünde durulmaktadır. Bu incelemeler, yazarı Osmanlı mi­ marisinin esasına aid meseleleri gözden geçirmeğe sevkeder. Bu a- nıtlarm ya kiliseden bozma veya kilise taklidi olduğu fikrini ele alır ve şöyle der:

«En büyük hata, Osmanlılan Anadolunun heyeti umumiyesinden ayrı tutmaktır; böylelikle OsmanlI­ larla merkezî ve şarkî Anadolu Türkleri arasında bir Çin şeddi farzedilmiş oluyor. Esaslı hatalar­ dan biri de Garb fatihlerinin hiç kültüre malik olmadıklarını ve Bi­ zans medeniyetinin İdarî ve bediî sahada onlara ne verirse hepsini tetkiksiz ve ter.kidsiz kabul ettik­ lerini zannetmektir. Sözlerimden Bizans sanatının bu sahadaki tesir­ lerini inkâr etmek istediğim anla­ şılmasın. Fakat teessüs etmiş ni­ zamlarda olduğu gibi fethedilen memleketlerin hissesi kat’iyyen faik değildir. Bu hisse hiç bir za­ man abidelerin heyeti mecmuasile tamam kaynaşan mükemmel bir tip vermez. Hakikatte daima bir benimseyiş ve adaptation vardır. İster Murad I. camii, isterse iki

asır sonra inşa edilen selâtin ca mileri nazarı itibara alınsın, Os manii mimarisi, yabancı bir mek tebin abidelerinden mülhem ol makla beraber asırlar zarfında bi riken ananelerini bütün hallerd muhafaza etmiş ve tamamen oriji nal eserler vermiştir.»

Bu son hüküm, bizim için mü himdir. Birbirinden müteessir ol mamış sanat eseri, beşer tarihind yoktur. Aslına giderseniz ilk kub beyi düşünen insan da en büyü! mimar Yaradanın eseri olan dağlar taklid etmiştir. Türk mimarisi, t orta Asyadan başlıyarak, daha ta rih öncesi devirlerden bugüne ka­ dar her çağda eser veren bir me­ deniyet parçasıdır. Düşüncelerin daima aksiyonda gösteren ataları­ mız; tuğlada, taşta, demirde, tah tada, çinide, yani renkte ve şekildi inandığı fikirlere vücud vermiştiı Türbelerimiz bu bakımdan ne ka dar manalıdır. Kıym etli r.rkadaşır mimar Şehabeddin Uzlukun mah rut koptalan orta Asya mimarî ge­ leneğine bağlamak konuşundak ince.cmesini pek alâka çekici bu lurum. Nitekim Prof. Gabriel dı Ankara Tarih fakültesinde fahr profesör olarak verdiği «Türk Me zar Anıtları» na dair olan konfe­ ransında bu cihete dokunmuştur Vardığı netice, kesin, açık ve doğ­ rudur:

«Selçuk türbeleri ekseriya iddir edildiği gibi İran sanatının kopyas veya değiştirilmiş bir şekli değil­ dir; tam manasile orijinal bir Tür! icadıdır. Bu çeşid türbeler, Türkleı tarafından iskân veya zaptedilmiı memleketlerde biricik mezar tip olmuş ve bütün ülkelerde asırla boyunca yaşamıştır.»

Olgun yaşlarına erişmiş olaı muhterem üstadı, bu derece yakın dan tanıdığı ve tanıyarak sevdiğ memleketimizden ayrılırken en iy dileklerimizle uğurlarız. Çıkaraca ğı İlmî dergiyi dört gözle bekle inekteyiz. İsmini olduğu gibi yaza rak Anadolu koymasını, yalnız o nun şahıslarımıza cömerdce kazan dırdığı dostluk duygusile değil, ha kikat sevgisile de kendisinden ric ederiz. Prof. Gabriel’e karşı besle diğimiz şükran hissi, şimdiye kada vücude getirdiği kıymetli eserleı yanında Türk mimarisini ilim ko nusu olarak alacak gene Fransı tilmiz ve muakkiblerile kat kat ar tacaktır.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Merkez Seçim Komisyonu, katılımcıların yaklaşık yüzde 64'ünün yeni bir nükleer enerji santraline karşı olduğunu, yüzde 34'ünün ise buna destek verdi

The maximum crosslinking degree (70%) was observed for matrices treated with MTGase at a ratio of 60 U/g collagen in pH 6 collagen solutions and incubated at 25 1C.. On the other

According to multiple linear regression analysis performed to determine at which level following subdimensions of information literacy (independent variables)

iman etmediği halde görünürde teslim olan kişiyi niteler hale gelmektedir. Fakat bu tanımı yapan İslam âlimlerinin, iman etmekteki niyetinde samimi olduğu

Edebiyatı Cedıdenin Halit Zıya bey ten sonre en kudretli romancı ve hika­ yecisi olan Mehmet Rauf uzun sene­ ler romanları, nesirleri ve hikâyelerde

ölümünün 10’uncu yıldönümünde Kemal Tahlr İçin düzenlenen 15 dakikalık televizyon programını izledim, Kemal Tahir yaşasaydı, sa­ nırım çelişkili

Bu çalışmada, bulanık kümeler üzerindeki ikili işlemler yardımıyla bulanık alt halka (ideal), bulanık seviye alt halkası (ideali) ve bulanık bölüm halkası

It was concluded that the transvaginal ultrasound technique in its current state of development could not be used alone to diagnose early pregnancy in cattle but