• Sonuç bulunamadı

Meclis tutanaklarından:Aybar:Birçok ülkede siyasi idam artık tarihe karışmıştır

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Meclis tutanaklarından:Aybar:Birçok ülkede siyasi idam artık tarihe karışmıştır"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Mehmet Ali Aybar anlatıyor

BitmeyenKoşu

Yakın geçmişten anılar, gözlemler, kişiler...

“Dedem, Hareket Ordusu Komutanı Hüseyin

Hüsnü Paşa id i...”

“Nazım H ikm et ile kardeş torunlarıyız...”

T İ P nasıl kuruldu, kurucular kimlerdi,

partide ideolojik uyuşmazlık nasıl başladı?

T İ P Marksist bir parti miydi?

“S o l olmayan so l” ne demek?

Mehmet Ali Aybar, Uğur Mumcu’ya anlattı

Pazar günü Cumhuriyef te

(2)

CUMHURİYET/6

9 MART 1986

A ybar’ı başkan yapacaklardı. B ebek’te minibüsten indiler, ellerinde adres yoktu

TİP kurucuları Aybar’m

evini karakola sordular

Mehmet Ali Aybar Anlatıyor

Bitmeyen

Koşu

U ğu r M um cu sord u , A yb ar anlattı

yana uzanan bir kesiti simgeliyor. Aybar hareketli yaşantısını Uğur Mumcu 'ya anlatırken aynı zamanda yarım yüzyılı aşan bir kavganın panoramasını çiziyor.

Sunuş

Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm

mücadelesi deyince ilk akla gelen isimlerden

biri olan Mehmet Ali Aybar’la Uğur

Mumcu’nun yaptığı söyleşide bütün bir

yaşamı kaplayan özgürlük kavgasının yanı

sıra, Türkiye siyasi yaşamının ilginç

görüntülerini de bulacaksınız,

— 1 —

U. MUMCU — Sayın Aybar Türkiye İşçi Partisi 1961 yılında 12 sendikacı tarafından kurulmuştur. Sonradan siz bu partinin genel başkanlığına getiril­ diniz? Bu öyküyü anlatabilir misiniz bize?

AYBAR — Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşu, ta­ rihimizde benzeri olmayan bir olaydır. O güne kadar partiler hep “ Bey takımmca” kurulmuştur. Halk ço­ cukları ilk kez parti kuruyorlardı. Gerçi 1919’da İs­ tanbul’da, Mesai Fırkası (Emek Partisi) adında, kurucuları işçiler ve memurlar olan bir parti kurul­ muşsa da, bu aslında sosyalist partilere karşı beyle­ rin kurdurduğu bir partiydi. Evet Türkiye İşçi Partisi tabandan kurulan ilk partidir. Bu son derece önemli bir olay: Köylü kökenli 11 işçi sendikacı ile bir şo­ för, parti kuruyor ve basın toplantısı yaparak “TİP’in

B e b e k ’teki evimin kapısı

çalındığında yatmaya

hazırlanıyordum. Eşim Siret,

“Camdan baktım, tanımadığım

kimseler, yanlarında polis ve bekçi de

var, kapıyı açmadım” dedi. Kapıyı

açtım. T lP ’li kurucu arkadaşlar.

“Hayrola?” dedim. “Genel başkan

olmanı istiyoruz” dediler...

ezilen işçi sınıfının partisi olduğunu’’ (Vatan,

14.2.1961) açıklıyorlardı. “ Sınıf” sözcüğünün boz­ gunculuk sayıldığı, yasak olduğu Türkiye’de, 12 emekçi çıkıyor ve biz işçi sınıfının partisini kurduk diyordu. Bu yürekliliği gösteriyordu. Bu, tabanda bir şeylerin değişmekte olduğunun işaretiydi kuşkusuz. Bey takımının politikadaki tekelinde bir gedik açıl­ mıştı. Nitekim birkaç yıl sonra, TİP kurucularından bir bölümü DİSK’i, Devrimci işçi Sendikaları Kon­ federasyonu’nu kuracaklardır.

U. MUMCU — Afedersiniz efendim, “ Bey takımı” nedir? Yani, hükümetin izni ile hareket eden­ ler ya da toplumun ayrıcalıklı bir kesimi mi? Ya da “ bürokrat” kesimi midir? Kimdir bunlar?

AYBAR — Efendim, “ Bey takımı” deyince dev­

leti elinde tutanları anlıyoruz. Osmanlıdan bu yana devleti yönetmiş olan devlet çarkını elinde tutan “ege­

men sınıfı” kastediyoruz. Osmanlı düzeninde başlı­

ca üretim aracı olan toprak, Beytiilmale yani hâzineye aitti. Beylik sözcüğü hâlâ kullanılıyor. Devlete ait de­ mek, bilindiği gibi. Ayrıca loncalar ve çarşı da dev­ letin sıkı denetimi altındaydı. Osmanlı’da egemen sınıf, bey takımı idi; başkası yoktu. Osmanlı, toplu­ mu iki sımfa ayırmıştır: Havas-Avam. “Havas” , ken­ disini halktan ayrı ve üstün gören seçkinler sınıfı,

“ Avam” , aşağı görülen halk. Beylerin gözünde ayak

takımı, yani emekçiler... 19. yüzyılda ekonomik dü­ zen değişti, ama bey takımı devleti, yani siyasal gücü elinde tutuyordu. Bu Cumhuriyet döneminde de de­ ğişmedi. Hatta devletçilik politikası ile bey takımı ge­ ne ekonomiye el attı. Görülüyor ki, bürokrasiden farklı bir şey bey takımı. Ama devleti yönetenler an­ lamında, bey takımına bürokrasi de denilebilir. Ta­ rihimiz açısından aradaki farkı vurgulamak için bey takımı diyorum.

Sendikacıların parti kurm a hazırlığını

duyunca dernekten vazgeçtik_________

U. MUMCU — Evet. TİP nasıl kurulmuştu? AYBAR — Şimdi izninizle T lP ’e dönelim: Bilin­

diği gibi 27 Mayıs’tan sonra bir dizi “ tasfiye” hare­ ketine girişildi: Orduda, üniversitelerde, politikada, hatta kendi içlerinde “ tasfiyeler” oldu. Yassıada da­ vası da sonuçlanıp hükümler infaz edilince, siyaset yasağı kaldırıldı ve çeşitli gruplar partileşme çalışma­ larına başladılar. Sağda, Demokrat Parti’nin mira­ sına sahip çıkmak isteyenler arasında sürtüşmeler oluyordu. Solda, hareket sendikal alandaydı. Yurdun dört bir yanından gelen on binlerce işçinin katıldığı Saraçhane mitingi, grevin, toplu sözleşmenin, işçi haklarımn artık savsaklanamayacağını, görkemli bi­ çimde ortaya koydu.

28-29 nisan olayları sola dönük kimi avukat arka­ daşlarla aramızda bir yakınlaşma olmasına yol açmış­ tı. Benim Veli Alemdar H anı’ndaki yazıhanemde toplanıyorduk. Temel hak ve özgürlüklerin nasıl gü­ vence altına alınabileceğini tartışıyorduk. Halkın, haklarına sahip çıkmasından başka çare yoktu. Bu amaçla bir demek kurmayı tasarlıyorduk. Bu demekle temel haklan halka tanıtabileceğimiz! ve giderek onun, haklanna sahip çıkmasına yardımcı olabilece­ ğimizi düşünüyorduk. Kahvelerde konuşmalar ola­ caktı. Çalışmalar uzuyordu. Ayrıca bir sosyalist parti

2 7 M ay ıs’tan sonra yeni anayasa

hazırlanırken Cemal Gürsel Paşa’ya

mektup gönderdim, ‘sol kanatsız

demokrasi olmaz, düşün ve

örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan

faşist yasalarla demokrasi olm az’

dedim. “Devlet başkanına

komünistlik propagandası ya p m a k”

suçundan hakkımda dava açıldı.

için de konuşmalar yapıyorduk. Bir iki sendikanın avukatı olan Sedat Erbil arkadaşımız, toplantılara sendikacılan da getiriyordu. Günün birinde, Sedat ar­ kadaşımız Kemal TUrkler, İbrahim Güzelce, Kemal

Nebioğlu ve arkadaşlan “ işçi Partisi kuruyorlar” diye

geldi. “ Ciddi mi?” , “ Ciddi” dedi. “ Hangi sendika­ lar?” “ Maden-lş, Basm-Iş başı çekiyor” dedi. Biz de parti çalışmalarını durdurmaya karar verdik. Dernek çalışmalarına döndük. “ Temel Hakları Yaşatma Demeği” 1962’de kuruldu.

Yeni partilerin kurulması için tanınan süre 13 şu­ batta bitiyordu. Türkiye işçi Partisi’nin kuruluş iş­ lemleri tamamlandıktan sonra, kurucular bir basın toplantısı yapmışlardı. T İP ’in “ezilen işçi sınıfının

haklarını korumak için kurulduğunu, şimdiye kadar işçilerin, çeşitli partilerin kadroları içinde eriyip git­ tiğini, ama artık işçi sınıfını temsil eden bir parti bulunduğunu” açıklamışlardı. (Vatan, 14.2.1961)

Bir iki gün sonra kurucularla tanıştık. Toplantı Se­ dat Erbil’in Nuruosmaniye’deki yazıhanesinde idi. Bizden parti programını hazırlamamızı istiyorlardı.

Toplantıdan olumlu izlenimlerle ayrıldım. O günden sonra kurucular yazıhaneme uğramaya başladılar. Ekimde yapılacak genel seçimlere katılmak istiyor­ lardı. Oysa, sadece birkaç il merkezinde örgütlenmiş­ lerdi. Seçimlere girmelerinin doğru olmayacağını, iyi sonuç alınmamasının, T İP ’in gelişmesini engelleye- ğini anlatmaya çalıştım. Vazgeçtiler. Günler geçiyor, ama örgütlenmede bir gelişme olmuyordu. Araya ad­ liye tatili girdi. Eskisi gibi buluşamıyorduk. Neler olup bittiğini Erbil’den öğreniyordum. O da pek umutlu görünmüyordu.

Günün birinde gazetelerde, “ Çalışanlar Partisi” adında yeni bir parti kurulacağı haberi çıktı. Arka­ sında Halk Partisi’nin olduğu söyleniyordu. Çalışma­ ları, Türk-lş’in Genel Başkanı Seyfi Demirsoy’la Halk Partisi’ne yakın kimi adayların yürüttüğü duyuluyor­ du. Aralık içinde A nkara’da toplanan Çalışma Mec- lisi’nde, Demirsoy hazırlıkların tamanüandığını ve Çalışanlar Partisi’nin birkaç gün içinde kurulacağını

açıkladı. Bu açıklamanın yapıldığı toplantıda, T IP ’- in kurucuları da bulunuyordu. T lP ’in gelişemediği, ölü doğduğu, yeni partinin bir an önce kurulması ge­ rektiği konuşuluyordu. Çalışma Meclisi’nden çıkan delegeler, Fukara Tahir’in sendikasında (Yapı-îş) top­ lanıyorlar, geç saatlere kadar tartışıyorlardı.

Kocaeli TİP II Başkam İbrahim Çetkin, A dana’- dan Mehmet Emin Yıldırım, Gaziantep’ten Ahmet

1 9 4 6 ’da asker olduğum sırada

haftada 2 gün izinle üniversitede ders

veriyordum. Sıddık Sami Bey

dekandı. Bir gün beni çağırdı ve

şunları söyledi: “Haşan A li Yücel

Bey telefon etti, ‘A yb a r’ın derslerine

son verilsin’ dedi. ”

Top, Reşit Güçkıran, İzmir’den Rahmi Eşsizhan,

T lP ’i yaşatmaya kararlı idiler. Bu inatçı direniş, ku­ rucuları yüreklendirmişti. A nkara’dan İstanbul’a umutlu döndüler. Ve döner dönmez toplanmışlar. Sa­ atlerce tartışrhışlar, “ partiyi nasıl canlandırabiliriz” diye, ilk iş “Boş olan başkanlığa birini seçelim, ama

bizlerden biri olmasın” demişler. “ Filanca olur mu,

falanca olur m u?” diye kimi adlar üzerinde durmuş­ lar. Sonunda başkanlığı bana önermeye oybirliği ile karar vermişler. Ve de bu işi hemen bitirelim diye, bir minibüse atlayıp Bebek’in yolunu tutmuşlar.

Adresimi bilen olmadığı için, karakoldan sormuş­ lar ve bir polisle mahalle bekçisinin eştiğinde bizim evin kapısını çalmışlar.

Kapı çalındığında yatmaya hazırlanıyordum. Eşim Siret, “ Camdan baktım, tanıdığım kimseler değil;

yanlarında polis ve bekçi de var! Kapıyı açmadım”

dedi. Kapıyı açtım. Kurucu arkadaşlar. ‘Hayrola, ne oldu?” dedim. “ Genel başkan olmanı istiyoruz” de­ diler. Şaşırdım kaldım. “ Ben nasıl genel başkanlık yaparım? Bu işleri hiç bilmem! Hem komünist ola­ rak biliniyorum; ayrıca iki de açılmış dava var... Par­ tiye zarar veririm” dedim. Direndiler. “ Bir iki gün izin verin düşüneyim, arkadaşlarla konuşayım” de­ dim. Genel başkanlığa getirilmemin öyküsü işte bu...

D evlet başkanına kom ünistlik

p ropagandası__________

U. MUMCU — Neydi bu davalar?

AYBAR — 27 Mayıs’tan sonra yeni anayasa ha­

zırlanırken Cemal Gürsel Paşa’ya bir mektup gönder­ miştim. “ Sol kanatsız demokrasi olmaz. Düşün özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan fa­ şist yasalarla demokrasi olmaz. Anayasa hazırlanır­ ken solculann da görüşü alınmalıdır” demiştim Kimlerdir bunlar diye sorutuyorsa bunların adları “ polis dosyalarından öğrenilebilir” diye yazmıştım.

“Devlet başkanına komünistlik propagandası yapmak suçundan” dava açıldı! Ayrıca A nkara’da yaptığım bir basın toplantısından dolayı da gene komünistlik

propagandasmdan dava açıldı. Oysa, demokrasinin iki kanadı vardır: Sağ, sol.Sol kanatsız, yani emekçi­ lerin partisi olmayınca, demokrasi olmaz demiştim. Bu davada önce hüküm giydim, beş yıla; sıkıyöne­ tim mahkemesinde. Askeri Yargıtay bozdu. Sıkıyö­ netim kalkınca sivil mahkemede bir celsede aklandım, öteki dava yetki bakımından uzadı. Sonunda ağır ce­ zaya gitti. O davada da aklandım. Düşünüyorum da şimdi olsa aklanır mıydım? 141 ’in anayasaya alındı­ ğı bir dönemde...

U. MUMCU — Şimdi bir geriye dönüş yapalım. Siz İstanbul Hukuk Fakültesinde devletler hukuku do­ çentiydiniz. Hangi tarihte doçent oldunuz ve üniver­ siteden niçin ve nasıl ayrıldınız?

AYBAR — 1942’de doçent oldum. Daha önce ana­

yasa hukuku asistanıydım.

U. MUMCU — Kürsü profesörü kimdi? AYBAR — Ati Fuat Başgil.

U. MUMCU — Peki, o zaman siz sol eğilimli bir

insandınız. Ali Fuat Başgil de sağ eğilimli. Herhangi bir sorun çıkmıyor muydu aranızda?

“Ali Fuat B aşgil Marksizm-

Lcninizm okuturdu”__________________

AYBAR —Evet Başgil sağ eğilimliydi. Medresede

eğitim görmüştü. Ama sonra Fransa’da hukuk dok­ torası yapmış, sosyoloji, felsefe okumuştu. Bilgili, karşıt görüşlere tahammüllü bir hocaydı. Durkheim okutandandı. Tarih, sosyoloji, derslerinde büyük yer tutardı. Savaştan sonra Avrupa’da demokrasiye karşı çıkan sistemleri, bu arada Sovyet rejimini ayrıntılı bi­ çimde anlatırdı derslerinde. Marksizm-Leninizm oku­ tulurdu. Pratik kurları bana bırakmıştı: öğrencilerle “ ameli” çalışmalar yapardık.. Demokrasi, faşizm, Marksizm-Leninizm üzerine... Öteki kürsülerin ço­ ğunda, asistanların görevi hocayla derse girmekten ibaretti. Alman hocalara çevirmenlik yaparlardı... Asistanlık yıllarımda çok çalıştım.Hayır, Başgil’le ara­ mızda tatsız hiçbir olay çıkmadı.

O yıllarda hocalara karşı çok saygılıydık. Örneğin

Ebülulâ hocamızın, dekan Sıddık Sami Onar dahil,

hemen herkes etini öperdi. Alışık olmadığım için ben öpmezdim. Ve çok üzülürdüm, Ebülulâ Bey bunu saygısızlık sayıyor diye.

Ragıp Sanca ile Paris’e gönderildik; çalışmaları­ mız Paris’in işgaliyle yanda kaldı. Güneye kaçan halkla biz de bisikletle Bordo’ya indik. Maceralı bir yolculuk. Türkiye’ye dönmemiz sorun oldu. Fransa’­ daki Türk öğrencilerle vize almak için uzun zaman bekledik.

P r o f . A li Fuat Başgil sağ

eğilimliydi, medrese eğitimi

görmüştü, ama bilgili, karşıt görüşlere

tahammüllü bir hocaydı. Derslerinde

Sovyet rejimini ayrıntılı biçimde

anlatırdı. 1942’de onun kürsüsünde

devletler hukuku doçenti oldum.

U. MUMCU — Doktora konunuz ne idi? AYBAR — Hukuksal zorunluluk ve pozitif düşün­

ce.

U. MUMCU — Doçentlik teziniz? AYBAR — Devletler Hukukunda Kişi. U. MUMCU — Kürsü profesörü kimdi? AYBAR. — Cemil Bilsel. Ancak, bir süre sonra

Cemil Bilsel milletvekili oldu. A nkara’ya gitti. Devletler hukuku derslerini ben okutmaya başla­ dım. Prof. Crozat da sözleşmeler bölümünü okutu­ yordu.

Yıl 1945. Halkımız savaşta sıkıntılar çekmişti, yok­ sulluk, yokluk, işsizlik. Bunların sonucu, kamuoyun­ da tek parti rejimine karşı bir tepki uyanmaya başlamıştı. İşte, o günlerde Ahmet Emin Yalman, Va- tan ’da yazı yazmamı önerdi, ben de Vatan’da yazı

yazmaya başladım. Bu yazıların konusu, tek parti re­ jiminin sistematik biçimde eleştirisiydi. Esas buydu. Zaten, bu yazıların genel başlığı da “ Gerçek Hürri­

yet Rejimi Yolundan” idi.

H aşan Ali Y ücel’den bir telefon geldi

Bu yazılar (bir diziydi) “ Kâğıt Üstünde Demokra­ si” , “ Kâğıt Üzerinde Demokrasinin Felsefesi” , “ Kâ­ ğıt Üzerinde Demokrasinin Halkla ilişkisi” gibi başlık taşıyan yazılardı. Sayısını bilmiyorum, özellikle ik­ tidar çevrelerinde büyük tepkiler gördü. 1946’da bu yazılar yüzünden üniversitedeki göreyime son verdi­ ler. Zaten o sırada askerdim. H aftada 2 gün izinle ders veriyordum. Sıddık Sami Bey dekandı, beni ça­ ğırdı: “ Haşan Âli Yücel Bey telefon etti, Aybar’m

derslerine son verilsin diye” dedi. Ayrılmam böyle ol­

du. Ben zaten askerliğe alındığım için, memuriyetle hukuki ilişkim kesilmişti. Terhisten sonra dönmek is­ tedim üniversiteye, alınmadım. Oysa profesörler ku­ rulu tekrar alınmam için 2 kez karar almıştı. Buna rağmen alınmadım.

Zincirli Hürriyet İzm ir’de 3 sayı çıktı

U. MUMCU — Peki, “ Zincirli Hürriyet” ne za­ man çıktı?

AYBAR — Zincirli Hürriyetti 1947’de İzmir’de çı­

kardım. Ama, daha önce, İstanbul’da “ HÜR” ü ya­ yımladım. 6 sayı çıkabildi. Sıkıyönetim kapattı. Sonra

“ Zincirli Hürriyet’ti çıkardım. Matbaası olan İzmir­

li bir vatandaş bana mektup yazdı, “ Gelin ben sizin

gazetenizi basarım” dedi. İzmir’e gittik, Zincirli H ür­

riyetti orada çıkardık. 3 sayı çıktı. Çünkü, Halk Par­ tisi’nin uyguladığı bir yöntem vardı: Tan’dan itibaren

Ö

an olayını biliyorsunuz) o yöntemi uyguluyordu. niversite gençleri (H P’nin dürtüsü ve yönlendirme- siyle)galeyana geliyorlardı. Ne hikmetse sola karşı. Matbaaya yürüyorlar,camı-çerçeveyi kırıyorlardı. Me­ sela Tan olayı 1945 aralığında böyle oldu. Tan yerle bir edildi. İşte ben Zincirli Hürriyetti çıkarmaya baş­ ladığımda, o sırada Truman Doktrini ilan edilmişti. Ben de Amerika aleyhine yazılar yazmaya başlamış­ tım. “ Yurdunu seven herkes Amerika’ma karşısına

dikilmelidir. Çünkü, ulusal bağımsızlık tehlikeye düşmüştür” diye yazdım. Bu yazılar 3 sayı devam etti.

Derken bir gün, olanlar oldu.

İzmir’deki ticaret mektebi gençleri gene galeyana geldi, ne hikmetse. Zincirli Hürriyet’in basıldığı m at­ baaya geldiler, 3. sayıyı olduğu gibi alıp, Cumhuri­ yet Meydanı’nda polisin gözü önünde yaktılar. Ondan sonra da matbaa aradık. İzmir’de hiçbir m atbaa ya­ naşmadı, döndük. İstanbul’a geldik. İstanbul’da sı­ kıyönetim kalkınca 1 sayı çıkarabildim. Gene öğrenciler, “ Basarsanız şöyle olur, böyle olur” de­ mişler. Bunun üzerine İstanbul’da hiçbir matbaa

bas-Aybar’ın Yaşamoyküsü

5 Ekim 1908 ’de İstanbul’da doğdu.

Babası Tahsin Bey, Annesi Aliye Hanım. Siret Uncu ile evlendi. (1947)

Güllü Aybar - Behlil’in babası. Galatasaray Lisesi’nde ve Ist. Hukuk Fakültesi’nde okudu. İst. Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Hukuku Asistanı (1936).

Hukuk Doktoru (1939).

Devletler Hukuku Doçenti (1942).

Vatan gazetesinde demokrasi üzerine yazılar (1945).

Doçentlik görevine son verildi. (1946) Haftalık HÜR gazetesini yayımladı. (1947) Sıkıyönetim Komutanlığı ’nca yayını yasaklandı.

İzm ir’de ZİNCİRLİ HÜRRİYET'i çıkardı. (1947)

Truman Doktrinine karşı çıktı. (1947) Aleyhteki öğrenci gösterileri, matbaacıları ürküttüğü için ZİNCİRLİ H Ü RRİYET’i yayımlamak olanağı kalmadı. Sıkıyönetim kaldırılınca ZİNCİRLİ H ÜRRİYET İstanbul'da yayımlandı. (1948)

Ancak aynı oyun gene sahnelendiği için ikinci sayı çıkmadı. Cumhurbaşkanına yazı ile hakaretten 1 ve 3 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. (1949)

Cezaevinden genel afla çıktı. (1950) İstanbul’da avukatlığa başladı. (1952) Türkiye İşçi Partisi Gene! Başkam oldu. (1962)

İstanbul’dan milletvekili seçildi. (1965 ve 1969)

Vietnam’da Am erika’nın işlediği savaş suçlarını yargılamak üzere kurulan

RÜSSELL M AHKEM ESİ’ne yargıç olarak çağrılan Aybar, Vietnam ’a giden bir heyetin başkam olarak olayları yerinde ve anında gözledikten sonra mahkemeye jenosit suçuna ilişkin bir rapor sundu ve Am erika’nın suçluluğu hak kında ki nihai karara imza attı. 1966-1977

TİP Genel Başkanlığı ’ndan, daha sonra partiden istifa etti (1970-1971)

TİP‘ten ayrılan arkadaşları ile sonradan Sosyalist Devrim Partisi adını atan Sosyalist Parti'yi kurdu (1975)

Bu partinin genel başkanlığına getirildi. (1975-1979)

(Sosyalist Devrim Partisi de 12 Eylül I980’de kapatılmıştır.) Çeşitli gazete ve dergilerde 40 yıldır yazıları yayımlanan

A y bar’m “Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm”, “ 12 Marttan Sonra Meclis Konuşmaları” ve “Marksizmde örgüt Sorunu” adlı kitapları yayımlanmıştır. Aybar, Türkiye İşçi Partisi’nin tarihini yazıyor. Ve DİSK davasında savunma görevini üstlenmiş avukatlar arasında yer alıyor.

madı benim yazılarımı. Böylece noktaladık bu hikâ­ yeyi.

U. MUMCU — Yazdığınız yazılardan dolayı hü­ küm giydiniz mi?

AYBAR — Evet giydim. Zincirli H ürriyet’te Sa­

bahattin Ali’nin de yazısı vardı. Ona dava açıldı. O zaman yurt dışındaydı. Gazetenin sahibi olarak ben yargılandım ve 1 yıl ağır hapis cezasına mahkûm ol­ dum. İstanbul’da m atbaalar benim gazeteyi basmak istemeyince “Vali Lütfü Kırdar’a Açık Mektup” baş­ lıklı bir broşür bastırdım; A nkara’da. O broşürdeki bir cümleden dolayı, “ Cumhurbaşkanına hakaret

davası” açıldı. O cümle şöyleydi. “ CHP Genel Baş­ kanı tnönü, memlekette tüm irtica, gerici cereyanla­ ra destek olmaktadır veya müsamaha etmektedir.”

Ankara Ağır Cezası’nda yargılandım, önce beraat et­ tim, sonra temyiz bozdu bu kararı, ikinci yargılan­ m amda da 3 yıl ağır hapse hüküm giydim.

U. MUMCU — Toplam ne kadar hapis yattınız? AYBAR — Çok bir şey yatmadım, ama belki 8-9

ay filan yattım. A f yasasından tahliye oldum 1950’de.

S Ü R E C E K

Aybar’ın “Zincirli Hürriyet”! İzmir’de ancak 3 sayı yayımlanabildi

şehrinde bakı kaıan

ü jim » „ b , bu t o to n » ~ ettirm iştir.

ıvo Demokrat

Partiye!..

M e h m e t A h A Y B A R

Niçin çıkıyoruz?

IN C lR l! bC R B İY B I. hurrı> «ıl*nn e n r a

Z

S “ u bu cluek *U cık»« VKT U k u b u lıl. » k . v.’iıotımm . ,..lu r f u » u ürL-a .. e—*.. ’• “* için K urur bilmiş bulunm an. —

---k a ç ım . N r D ubaili. « h c e h r u u - ilmililik » V t S S t o û * « » kİ. . R e k ısm uu okuyacaksınız şehrindeki istirahatını

yan-l- ıü r » şehrine, iki

Umid-^ ÎH c ir ti

t ! Q r r iy e t

D ü n k iU ^ f İ

-c i r l i H ü m l S y j i ü L ^ e U l e r i n Z a b ı t a

h

tam i

A Y i l A S

Valisi

yırtılmasına m

__ Boftaraf» 1 * i j S f f n ı ve daha om

'ZİNCİRLİ HÜRRİYET'E BASKILAR — Aybar 1947’de İstanbul’da “Hür” gazetesini yayımlar, ancak bu gazete 6 sayı sonra Sıkıyönetim tarafından kapatılır. Aybar daha sonra İzmir'de “Zincirli Hürriyet”i çı­ karır, ancak 3 sayı sonra Halk Partisi'nin tek parti döneminde üniversite gençlerini galeyana getirerek muha­ lefet yayınlarını (1945 Tan olayı da böyle olmuştu) önleme yöntemi. Zincirli Hürriyet'e karşı da uygulanır. İzmir'de ve İstanbul'da matbaalar korktuğu için “Zincirli Hürriyet’i basmaz. Aybar bunun üzerine İstanbul Valisi Lütfü Kırdar'a Açık Mektup adlı bir broşür bastıiu/UK, gazetesine ve matbaalara yapılan baskının son bulmasını ister. Bu broşürde yer alan ' 'CHP Genel Başkanı İnönü, memlekette tüm gerici cereyanlara destek olmakta veya müsamaha etmektedir” cümlesi nedeniyle Cumhurbaşkanı’na hakaretten dava açılır. İlk yar­ gılamada beraat eder. Temyizden dönen karardan sonra ikinci yargılamada 3 yıl ağır hapse mahkûm edilir. Yukarıda Zincirli Hürriyet'in 1. sayısı, 20 nisan 1947 tarihli Demokrat İzmir'in üniversitelilerin nümayişi haberini veren sayısı ve Aybar 'm Lütfü Kırdar’a hitaben yazdığı “.Açık M ektup” broşürünün kapağı.

BEY TAKIMININ POLİTİ

KA TEKELİNDE AÇILA6

GEDİK

Aybar TlP ’in kuru

luşu için şöyle diyor: “1961’dı

12 emekçi çıkıyor ve ‘biz işçi sı

nıfının partisini kurduk’diyor

du.

B u

yürekliliği gösteriyordu

Bu, tabanda bir şeylerin değiş

mekte olduğunun işaretiydi.

Bey takımının politika tekelin

de bir gedik açılmıştı.” 1962 yı­

lında TİP Genel Başkanı otar

Aybar, 1965’te Istanbul’dar

milletvekili seçilerek parlamen­

toya girdi. Aybar ’m başkanlı

ğında T lP ’in parlamentodc

verdiği mücadelenin bağımsız

lık, demokrasi ve sosyalizm

kavramlarının yaygınlaşmasın­

da önemli katkısı oldu. Fotoğ­

rafta Aybar bir TİP m i­

tinginde.

(3)

CUMHURİYET/ 6

11 M A R T 1986

Aybar, TBMM'de APTüerin TİP milletvekillerine tabanca kabzaları ile saldırmalarını anlatıyor

‘Mecliste T lP ’lilere saldın,

Demirel ve Sükan’ın tertibiydi’

Mehmet Ali Aybar Anlatıyor

Bitmeyen

Koşu

Uğur Mumcu sordu, Aybar yanıtladı

— 3 —

U.MUMCU — Sayın Aybar, son zamanlarda siz, sosyal demokratlan “sol olmayan sol” olarak tanım­ lıyorsunuz. Böyle bir tanım getirdiniz. Acaba bunu “sosyalist olmayan sol” diye tammlasak daha iyi ol­ maz mı? Ne diyorsunuz?

AYBAR — Pek büyük fark yok. Yani, sol, sosya­

list demektir bence, yani kapitalist düzeni değiştirmeyi amaçlayan bir hareket. Sol, kapitalist rejime tepki ola­ rak çıkmış; hareket olarak, düşün olarak, solla sos­ yalizm eş anlamlı sözcüklerdir. Bundan dolayı diyo­ rum ki, kapitalist rejime son vereceğini açıklamayan, kesinlikle belirtmeyen hareketler sol değildir. Kapita­ lizmin sivriliklerini törpülemeyi amaçlayan hareket­ leri sol saymıyorum

“ 35 m ilyon m 2 vatan

toprağı ABD işgalinde d eyin ce..”_____

U.MUMCU — Sayın Aybar, bir de sizin şu meş­

hur 35 milyon metre kare vatan toprağı ABD işgali altındadır, diye sözleriniz var parlamentoda. Anım­ sar mısınız?

AYBAR — Hatırlamaz olur muyum? Nasıl unu­ tabilirim!.. Ne yuhlar!.. Ne Moskovaya’lar!.. Sustu­ run şunu’lari.. Mecliste TÎP’in ilk konuşmasıydı: De­ mirel hükümetinin programım eleştiriyorduk. İzleye­ cekleri dış politikanın, Atatürk’ün dış politikası ol­ duğunu söylüyorlardı. Atatürk’ün dış politikası tam bağımsızlıktır: Siyasada, ekonomide, mâliyede, asker­ likte, kültürde tam bağımsızlık... Emperyalizme ve kapitalizme karşı olmaktır. İzin verirseniz tutanak­ lardan o bölümü okuyalım:

SO L , sosyalist demektir bence, yani

kapitalist düzeni değiştirmeyi

amaçlayan bir hareket. Sol, kapitalist

rejime tepki olarak çıkmış, hareket

olarak, düşün olarak. Kapitalist

rejime son vereceğini açıklamayan,

kesinlikle belirlemeyen hareketler,

bence sol değildir.

“ Atatürkçülüğün, Atatürk dış politikasının en kı­ sa fakat en doğru tanımı, tarifi, Türkiye’de herhan­ gi bir yabancı nüfuza, yabancı sultasına meydan ver­ meyecek bir politika izlemektir. Kurtuluş Savaşımı­ zın tarihsel nedenleri ve bütün Atatürk devrimlerinin temel hedefleri hep budur. Yani Türkiyemizin yabancı nüfuzundan ve bu nüfuz ister politik, ister ekonomik, ister kültürel nitelikte olsun, masun bulunmasıdır. Olaylara bu açıdan bakılınca, hükümet programının bu bölümünü de sözlerle öz arasında çelişir görmek­ teyiz. Herkesin bildiği gibi, Türkiyemiz A tatürk’ün ölümünden sonra gittikçe hızlanarak Batı dünyasının nüfuzu altına girmiş ve uydusu haline gelmiştir.

AP’den şiddetli

gürültüler____________________________

Gerekçesi ne olursa olsun, böyle bir politikanın Atatürkçülükle hiçbir ilişkisi bulunmadığı, tersine Atatürkçülüğe karşı bir hareket olduğu şüphesizdir. Bugün Türkiye’de 35 milyon metre karelik vatan top­ rağı ABD’nin egemenliği altındadır. (AP’den şiddetli

gürültüler, “Utanmaz herif” sesleri... Sözünü geri al­ sın sesleri, ayağa kalkıp bağrışmalar.)

Başkan — Muhterem arkadaşlar lütfen yerinize

oturun. (“ Sözünü geri alsın” sesleri) Lütfen yerinize oturun efendim... Muhterem arkadaşlar, kürsüde ko­ nuşan hatibin sözü ancak başkan tarafından kesilir,

(Soldan gürültüler)... Başkanın da vazifesini yapabil­

mesi için ondan evvel vazifeyapmaya kalkanların sus­ ması lazımdır. (CHP ve TIP sıralarından alkışlar). Sayın hatip, Türk Devletinin herhangi bir parçası­ nın işgal altında olduğuna dair söylediğiniz sözü lüt­ fen tavzih ediniz. (Soldan, geri alsın, sözleri).

Türkiye İşçi Partisi Grubu adına Mehmet Ali Ay­ bar (devamla) “ Birleşik Amerika ile Türkiye Cum­ huriyeti Hükümetleri arasında imzalanmış ikili anlaş­ malar gereğince Türkiyemizde 35 milyon metre ka­ relik vatan toprağı Amerikan üssü halinde bulunmak­ tadır. Bu bir gerçektir” .

Abdurrahman Güler (Çorum) — NATO üssü ola­

rak verilmiştir. Türkiye’nin Rusya’ya karşı müdafa­ ası için (Soldan gürültüler).

Mecliste, 35 milyon m 2 vatan toprağı

A B D işgali altındadır, dediğimiz

zaman, bu sözler Mecliste çok

gürültü kopardı. N e yuhlar, ne

Moskova*yalar, ne susturun şunu’lar...

Radyoda canlı yayın yapıldığı için

tüm Türkiye dinlemişti. Sonradan

gittiğimiz yerlerde hep bunu

soruyorlardı.

Başkan — Müsaade buyurun, tavzihe ve daha ev­

vel söylediği sözü düzeltmeğe hatip devam ediyor. Evet efendim. Lütfen devam edin sayın hatip. Daha 4 evvel söylediğiniz ‘İşgal altındadır’ sözünü Türk Dev­ letinin de, karşılıklı olarak imza attığı ve devletin mü­ saadesi ile yapılmış bir hareket olduğu yolundaki be­ yanınızı lütfen açık olarak ortaya koyunuz.

TİP Grubu adına Mehmet Ali Aybar (devamla) — Türkiye Cumhuriyeti ile ABD arasında imzalanan ikili antlaşmalar, Amerika Birleşik Devletleri’ne Türkiye’­ de 35 milyon metre karelik toprağı üs olarak kullan­ ma yetkisi vermiştir (Adalet Partisi sıralarından, “ Ni­

çin? Sebebini de izah etsene” sesleri).

Başkan — Evet efendim mevzu hakkmdaki konuş­

manıza devam edin. Tavzih edilmiştir, lütfen devam edin sayın hatip.

Türk subayı, Türk

bakanı ABD üslerine girem ez________

TİP Grubu adına Mehmet Ali Aybar (devamla) —İkili anlaşmalarla Amerikan Devletinin üsleri ha­ line getirilmiş bu vatan topraklarına, Amerikalıların izni olmadıkça, devlet kademelerinde hangi yeri iş­ gal ederse etsin, hiçbir vatandaşımız ayak basamaz. Yurdumuzdaki Amerikan üslerine Türk zabıtası gi­ remez, Türk subayı, Türk komutanı, Türk hâkimi gi­ remez, milletin vekilleri giremez, Türk bakanlan gi­ remez (gürültüler). Bu üslerden havalanacak uçaklar, füzeler bizim haberimiz olmadan, Büyük Millet Mec- lisi’nin onayı alınmadan, yurdumuzu her an vahim tehlikelerle karşı karşıya bırakabilir (...) Hal böyle iken hükümet programında bu durumun sona erdi­ rileceğine dair tek bir kelimeye rastlamadık. Tersine Amerika ile olan münasebetlerin daha da kuvvetlen­ dirileceği söylenmektedir. Bu şartlar altında bugün­ kü bağımlı durumumuzun ortadan ne yoldan kaldı­ rılacağına dair somut teminat verilmedikçe ve hele Amerika ile olan münasebetlerimizin daha da kuv­ vetlendirilip geliştirileceği ifade edilirken, hükümetin

AP’liler Mecliste ve dışarda TİP’e karşı sık sık zorbalık uygulamıştı

ÇETİN ALTAN — Sükan’a karşı “Nazım Hikmet en büyük şairdi" deyince A P ’liler, TİP’lilerin üstüne sal­ dırdılar. Çetin A lton daha sonra TİP mitinginde olay için “Aslanlar gibi dövüştük’’ diyecekti

s

YUNUS KOÇAK — Saldırı sırasında başından ta­ banca kabzasıyla yaralanan TİP milletvekili, saldı­ rının hemen ertesinde bir TİP mitinginde sargılı başıyla konuşmuş “Bizi yıldıramayacaklar" demişti.

DEMİREL ÇIKINCA SALDIRI BAŞLADI— Aybar, Meclisteki saldırıyı şöyle anlatıyor: 1968 bütçe görüşmelerinde İçişleri Bakanı Faruk Sükan, benim ve Boran’ın bir konuşmasını ele aldı, havayı iyice elektriklendirdi, o sırada Demirel Meclis salonundan dışarı çıktı. Sükan bu sırada Nazım Hikmet ile ilgili olarak Çetin Altan’a söz attı. Çetin Alton, “En büyük şair idi Nazım Hikmet" deyince yüzlerce A P ’li 7 TİP’linin üzerine saldırdı. TIP milletvekili Yunus Koçak tabanca kabzasıyla başından yaralan­ dı. İçişleri Bakanı’nın Başbakandan habersiz böyle bir işe girişemeyeceği açıktır. Nitekim Demirel, da­ ha sonra “Olaylara vatan hainliği mahkemeden tescilli Nazım Hikmet’in övülmesi” yo l açtı şeklindeki konuşmasıyla tertibin içinde olduğunu ortaya koydu.

OTOMOBİLDEN ÇIKAN TAŞLAR — Akhisar’da TİP’e yapılan saldırıdan sonra bir basın toplantısı düzenleyen Aybar, otomobilden çıkan taşları gösteriyor. Olaydan sonra Başbakan Ürgüplü “Bundan sonra olmayacak ” demişti, ama TİP’e yönelik zorbalık hareketleri sürdü gitti. Aybar hn yanında Rıza Kuas.

Atatürk dış politikasını izleyeceğine dair sözlerini şüp­ he ile karşılarız (TİP sıralarından alkışlar). (Millet

Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt 1, sa. 176-177).

Başbakan Demirel eleştirilere yanıt olarak yaptığı uzun konuşmanın hemen yarısını T İP ’e ayırmıştı. ABD üsleri ile ilgili bölümde, bunların NATO ittifa­ kı çerçevesinde ortak tesisler olduğunu ileri sürüyor

ve “ Söz konusu tesisler Türkiye’nin mülkiyetinde bulunmaktadır” diyordu.

U.MUMCU — Çok da gürültü yapmıştı, bu konuşma.

AYBAR — Evet çok gürültü koparmıştı. Radyo­

da canlı yayın yapıldığı için tüm Türkiye dinlemişti: Köylerde, kahvelerde, evlerde.. Dinleyenler şaşkına dönmüşlerdi herhalde. 35 milyon metre karelik va­ tan toprağımn Amerikan işgali altında bulunması şok etkisi yapmıştı. Yurtaşlarımız ilk kez duyuyorardı bu­ nu. Gerçekten büyük gürültü oldu. Gittiğimiz yerlerde hep bunu soruyorlardı. T İP ’in daha sonra başlattığı

“ Üslere, NATO'ya hayır!” kampanyaları için, böy-

lece ortam hazırlanmış oldu.

U.MUMCU — Mecliste ilk konuşmanız bu ABD işgali hakkında idi. Bu da çok^seyt bir konuşma idi. Bundan sonra da parlamento içindeki mücadeleniz bu sertlikte devam etti ini?

B izden biri kürsüye

çıkınca AP alarm a geçerdi.__________

AYBAR — Hiç ödün vermedik. Kuşkusuz ses to­

nu konuya ve ortama göre değişir. Bütçe konuşma­ ları, sözlü sorular, yasalar üzerinde konuşmalar, ge­ nellikle sert geçerdi. T İP ’in yasa teklifleri komisyon­ larda uyutulurdu. İkili anlaşmalar için verdiğimiz söz­ lü soru önergesine başbakan aylarca yanıt vermedi. Bir avuç T ÎP ’li milletvekili Meclisin huzurunu kaçır­

mıştı. Bizden biri kürsüye çıkınca tüm gruplar, ama özellikle AP alarma geçerdi. T İP gerçekçi ve yürekli muhalefet yapmıştır. Sanıyorum emekçi halk yığın­ larının giderek genişleyen güvenini ve sevgisini kazan­ mamızda, T İP ’in Mecliste verdiği mücadelenin etki­ si büyük olmuştur.

U.MUMCU — Peki hiç zorlukla karşılaşmadınız mı Meclis çalışmalarınızda?

AYBAR — İlk günden beri kendimizi yalnız his­

settik. Bunun manevi baskısı göz ardı edilemez. Düş­ man gözü ile bakılıyordu bize. Hele ilk günlerde.

Ye-Mecliste düşm an gözü ile bakılıyordu

bize. Hele ilk günlerde. Yemek

salonuna bile toplu olarak giderdik.

Her an tetikte idik. Sonraları daha

,rahat çalışmaya başladık. Yıllar sonra

A P Grup Başkan Vekili Oğuz Ay gün,

‘Size çok saldırdık, yakışıksız sözler

söyledik. N e deseniz haklısınız, ama

yine de bir parlamento idik” dedi.

mek salonuna bile toplu halde giderdik. Her an te­ tikte idik. Sonraları daha rahat çalışmaya başladık. Yıllar sonra AP grubu başkan vekili sayın Oğuz Ay- gün’le karşılaştık bir açıkoturumda. “ Sizlere çok sal­ dırdık, yakışıksız şeyler söyledik. Ne deseniz haklısı­ nız, ama gene de Biz bir parlamento idik” dedi. Ger­ çekten de bir parlamento idik; sağlı sollu, serbest se­ çimle oluşmuş bir parlamento idik.

U.MUMCU — Bir de ağır bir saldırı olmuştu TİP’e Mecliste. Hangi yıldaydı? Nasıl olmuştu?

AYBAR —Bu tam bir tertipti. 1968 bütçe görüş­

melerinde. Yunus Koçak arkadaşımızı hastanelik et­ mişlerdi. İçişleri Bakanı Faruk Sükan, eleştirileri ya­ nıtlamak için kürsüye geldi, ama eleştirileri bir yana bıraktı, benim bir konuşmamı, arkasından Bebice Bo- ran’ın bir konuşmasını ele aldı. Ben T İP ’in tarih açı­ sından Türkiye solunun mirasçısı olduğunu söylemi­ şim. Oysa bu partiler mahkeme kararı ile kapatılmış komünist partileri imiş... Dolayısıyla TİP de komü­ nistmiş.

Slikan’ın saldırıyı

h azırlayan konuşm ası______ __________

Kaldı ki, Boran, konuşmasında Türkiye İşçi Par- tisi’nin demokratik-merkeziyetçiliği benimsediğini söylemişmiş. T İP ’in komünistliğini bir de bu kanıt- lıyorm uş. Ç ünkü K om ünist E n tern asy o n al’e demokratik-merkeziyetçiliği kabul eden partiler alı­ nırmış. Üstelik biz ulusal bağımsızlığı savunuyormu- şuz. Ülusal bağımsızlığı savunmak ise, 1960’ta Mos­ kova’da toplanan 81 komünist partisinin ortak ka­ rarıymış. Kaldı ki, TİP Roma’da toplanan Komünist Partiler Konferansı’na temsilci göndermişmiş. Anti- emperyalizm, emperyalizme karşı cephe kurmak, en­

ternasyonalin bir no ’lu direktifi imiş. Roma toplan­ tısında Akdeniz’de böyle bir cephe birliği oluşturul­ ması için yürütülen çalışmalara, Yunus Koçak da ka­ tılmışmış... Böylece T İP ’in komünistliği kanıtlanı- yormuş.

İçişleri Bakanının bu açıklamaları havayı iyice elek- triklemişti. Artık saldırıya yeşil ışık yakmanın zama­ nı gelmişti. Konuşmayı izleyen Başbakan Demirel de tam bu sırada, ben görmemiş olayım dercesine, sa­ londan çıkmıştı. Saat gecenin birini geçiyordu. Sü­ kan, konuşmasını sürdürüyordu. Şimdi sıra Türki­

ye’yi ortak savunma ittifakından, NATO’dan kopar­ mak için verilen buyruklara gelmişti. T İP ’in yürüt­ tüğü “ NATO’ya hayır?” kampanyası M oskova’nın bu buyruğu doğrultusundaydı.

Arkadaşımız Çetin Al tun, oturduğu yerden: “Böyle

konuşamazsın” diye bağırınca, Faruk Sükan da ona: “ Çetin Altan siz, Türk mahkemelerinin mahkûm et­ tiği Nazım Hikmet’i milli şair, vatan şairi olarak gös­ terdiniz mi? diye sormuştur. Altan’ın yanıtı, “ En bü­ yük şair idi Nazım Hikmet” olunca, yeşil ışık yan­ mış ve yüzlerce AP’li yedi arkadaşımıza çullanmış-

lardı. Yunus Koçak’ın başına tabanca kabzası ile vur- ruyorlardı. Bu sırada Başkan Nurettin Koç, kürsüde kampana çalıyordu. İşin bittiğini görünce, celseyi tatil ediyorum, demiş ve salondan çıkmıştı.

Saldırıyı Faruk Sükan düzenlemişti. Olayların akışı bunu kanıtlıyor. Kuşkusuz Demirel’in onayını alarak. İçişleri bakam tek başına böyle bir karar alamaz.. Ni­ tekim ertesi sabah geceki olayın Mecliste görüşülme­ si sırasında Demirel, Sükan’a arka çıkmış ve hainliği mahkeme kararı ile tescil edilmiş Nazım Hikmet’e va­ tan şairi denmesinin olaya neden olduğunu

savunmuş-Saldırtnın ertesi günü olayın Mecliste

görüşülmesi sırasında Demirel,

Sükan ’a arka çıkmış ve hainliği

mahkeme kararı ile tescil edilmiş

Nazım H ik m et’e vatan şairi

denmesinin olaya neden olduğunu

savunmuştu. Suçlamalarına C H P ’yi

de katan Demirel, Meclisin havasının

elektriklendirilmesinde iki partinin

fayda umduğunu üzüntüyle

müşahade ettim diyecekti.

tu. Başbakana göre, TİP yıllardır Millet Meclisi kür­ süsünü kışkırtıcı ve gerçek olmayan iddialarla işgal etmektedir. Meclisin huzur içinde çalışmasını engel­ lemektedir. Bu suçlamalara C H P ’yi de katan Başba­ kan Demirel, Meclisin havasının elektriklendirilme­ sinde iki partinin fayda umduğunu üzüntüyle müşa­ hade ettim, diyecektir. Evet olay böyle olmuştu. Ve günümüzün sola açık demokrasi havarisi sayın De­ mirel, 1960-70’ii yıllarda sosyalist bir partiyi kaba kuvvetle saf dışı etmenin yollarını aramaktaydı.

U.MUMCU — TİP’lilere Meclis dışında da devam­ lı saldırılar oluyordu. Gültepe’de, Akhisar’da. Peki kim vardı bu saldırıların arkasında?

AYBAR — Saldırıların arkasında “ Komünizmle Mücadele Derneği” vardı, “ A P’nin militanları” var­

dı. örneğin Akhisar’daki saldırı. Halkı üzerimize yü­ rütmek isteyen kışkırtıcılar A P ’li gençlerle Komü­ nizmle Mücadele Derneği’nin gençleriydi. Saatlerce belediye binasında mahsur kaldık. Kışkırtılmış büyük bir halk kitlesi çevreyi sarmıştı. Polis gelip gidiyor,

“ Efendim siz karakola gelin” diyorlardı. Biz “ Ka­

rakola gelmeyiz, bize vasıta getirin. Biz İzmir’e gideceğiz” diyorduk. “ Efendim hiçbir şoför sizi gö­

türmek istemiyor.”

H er an can güvenliğinden yoksun

olarak bu işleri yapıyorduk,

abartmıyorum. A kh isa r’da her şey

olabilirdi. Başbakan Ürgüplü’ye

telgraf çektik. Protesto ettik,

A kh isa r’da devlet yo k, dedik,

randevu istedik ve gittik. Yanında

Demirel de vardı. Olayı anlattım,

hareketin başını çekenler A P ’li

gençlerle, K om ünizm le Mücadele

Derneği dedim. Demirel,

" B iz şiddete karşıyız” dedi.

Sonunda bir araba getirdiler. Bu arabaya bindik, ama araba halkın arasından geçmek zorundaydı, baş­ ka yol yok. Taş yağmuruna tutulduk, arabanın kırıl­ madık camı kalmadı. Biz o kalabalığı yarıp geçtik, İzmir’e vardık. Şimdi görüyorsunuz ki saldırılar öy­ le ufak tefek şeyler değildi.

Her an can güvenliğinden yoksun olarak bu işleri yapıyorduk, abartmıyorum: Akhisar’da her şey ola­ bilirdi. Başbakan Ürgüplü’ye telgraf çektik. Protes­ to ettik. Akhisar’da devlet yok, dedik ve sonra ran­ devu istedik, gittik. Ürgüplü’yü liseden tanırdım. Üç dört sınıf yukardaydı. Yanında Demirel vardı. Olayı anlattım. Bu hareketin başını çekenler A P ’li gençlerle Komünizmle Mücadele Derneği, dedim. Demirel, “ Yanılıyorsunuz, biz şiddete karşıyız” dedi. İster A P ’li, ister başkası olsun, Akhisar’da polis saldırıla­ ra seyirci kaldı. Ürgüplü “Bundan sonra olmayacak” dedi.

U.MUMCU — Peki ondan sonra da saldırılar ol­ madı mı?

AYBAR — Olmaz olur mu, devam etti saldırılar,

hep devam etti. Biz daha evvel Gültepe olaylarından sonra ismet Paşa’dan da randevu istemiştik, 1962’de. Paşa randevu vermek istemedi. Uzun zaman biz de direndik. İstanbul’dan sürekli randevu istedik. O za­ man “ Pekâla gelsin bakalım” dedi.

İsmet P aşa sordu:

R andevunuz l l ’de değil miydi?______

Fakat ilginçtir, randevu günü, Türk-îş’in Ankara’­ da düzenlediği anti-komünist miting gününe rastlıyor­ du, yani Tandoğan Meydam’m binlerce işçinin dol­ durduğu gündü ve orada “ Kahrolsun komünizm” sloganları atılıyordu. İsmet Paşa bize o gün randevu vermişti. Paşayla görüşmeye kalabalık bir heyetle git­ miştik.

Girdik içeri. “ Aybar değil mi” dedi. “ Evet

efendim” dedim. “ Randevunuz dedi, l l ’deydi gali­ ba.”

Maça 1-0 yenik başladık; yani başbakandan ran­ devu alınınca iki dakika, üç dakika geç kalınmaz, onu hatırlatıyordu bana. Haklıydı da, bu bizim kabaha- timizdi. Çok canım sıkıldı tabii. Anlattık Paşa’ya. De­ dik ki “ Bu olaylar faşizmin başkaldırmasıdır. Siz bu­

nu benden daha iyi bilirsiniz. Faşizmin taktiği budur: En uçta olan, önce tasfiye edilir. Onu saf dışı ettik­ ten sonra arkasından uçta olanlar gelir. Sıra sizde de olacak, yani CHP’de. Sizden dileğimiz anayasa ve ya­ saların uygulanmasıdır.”

Paşa “ İçişleri bakanını gördünüz mü” diye sordu. Yani başbakan bu tür işler için rahatsız edilmez de­ mek istiyordu. Ben de: Hangi içişleri bakanı Paşam, Sayın Hıfzı Oğuz Bekata mı? Sayın Bekata, gazete­ lere demeç verdi. “ Ne yapalım anayasa izin veriyor bu partiye” anlamında bir demeç. İçişleri bakanına gitmekte yarar görmedim.”

Yani saldırılar hep devam etti. TİP kapamncaya kadar devam etti. Arkadaşlarımız öldürüldü. Amas­ ya İl Başkanımız tabancayla vuruldu. Katili bulun­ madı, yani TİP zor şartlarda görev yaptı.

Referanslar

Benzer Belgeler

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu

3,14 Özellikle inferiyor pons paramedian tegmentum lezyonlar›nda bir buçuk sendromu ile birlikte periferik fasiyal paralizi birlikteli¤i görülür ve klinik tablo sekiz buçuk

Farklı fabrikalardan temin edilen un örneklerinin kül, protein, kalsiyum, potasyum, magnezyum, demir, çinko, bakır ve mangan miktarı ortalamalarına ait varyans analiz sonucu

İstatistiksel olarak un tipleri açısından unların riboflavin miktarı ortalamaları arasındaki farklılıklar çok önemli bulunmuş (p  0.01), ancak fabrikalar

Overall physical and mechanical properties of wheat straw, wood fibers and straw-wood fiber mixture MDF boards made under the conditions of 150 °C, 6 minutes pressing time and

Buğday bitkisinin azot kapsamı üzerine artan miktarlarda uygulanan azotun etkisi önemli (p<0.01) olmuş (Tablo 3) ve tüm bor düzeylerinde uygulanan azota

Benzer şekilde in- ternete bağlı çalışması gereken bazı ürünler de bir süre sonra merkezi sunucudaki değişikliklere adapte olamadı- ğı için tamamen kullanılamaz

Gazete, televizyon ve radyo gibi geleneksel medya araçlarında geribildirim veya katılımcılık sosyal medyadaki kadar hızlı ve kolay değildir.. Örneğin; gazetedeki bir habere