S a h iíe 8
-7^^,.
A K Ş A M
r a y v
f c 3 )lira o l
naSımDinı ii<ş
j*gjy n o ___ m __ by u mu
a n a t )Ycl2£Ul . S Ü L E Y M A N KÂNİ İRTEM
— Tercüme iktibas hakkı mahfuzdur —Töffikâ No. 652
■#
A b d ü lh a m id b u r u n k e lim e s in d e n h o ş -
la n m a z d ı, c o ğ r a f y a d a bile “k a ra la rın
d e n iz e u z a m ış k ısm ı,, d e n ird i
Bir ara ermenice Surhantag
(Postacı) namında bir gazete çı karılmak istenilmişti. Jurnalcılar-
dan biri bu ermenice kelimeyi
tahlile tâbi tuttu. Buna göre bu
ismin birinci hecesi (sur) kılıç de mekti; ikinci hece (han) çıkarmak manasına gelen bir fiilden müştak
idi; üçüncü hece (tag) da koy
mak manasına idi. (1)
Bu halde bu ermenice gazete
nin ismi (kılıcı kınından çıkar
mak, işini gördükten sonra kını
na koymak) manasından başka
şeye delâlet edemezdi!
Demek, ki bu gazete Ermenile- ri kılıçlarını çıkarıp padişahın ba şını kesmeden evvel kınına koy mamağa davet edecekti! Maazal lah!
Hiç böyle tehlikeli bir gazeteye
müsaade olunabilir miydi? Bir
gazete nüshasında bir tertip seh vinden akla, hayale gelmez sonuç lar çıkabilirdi.
Eski arap harflerile yanlış ya zan kâtib ve mübeyyizler için şu beddua tevekkeli irad edilmemiş ti:
.alem olsun eli ol kâtibi bed tahririn Ki sevadı rak/aanı sûrumuzu şur eyler! vah bir harf sukutilıe kılar naşiri nar! Câh bir nokta sukutile gözü kör eyler
Abdülhamid zamanında gazete muharrirleri bu «bedtahrir» kâ- tibler gibi olmamağa, bu beddua ya uğramamağa çok dikkat eder lerdi.
Fakat bir tertip sehvi her şeyi allak, bullak edebilirdi. Bir defa İkdam gazetesinde selâmlık res mine dair yazılan bir makalede
tertip sehvi olarak (mösyö) ve
(cenabı şehriyarî) kelimeleri yan- yana (mösyö cenabı şehriyarî) o- larak çıkmıştı. Diğer bir defa bir cülus gecesi tasvirinde (leylei me- sude) tabiri yerine (ayn) harfi nin sukutile (leylei müsevvede) - mesut gece yerine karanlık gece - dizilmişti de kıyametler kopmuştu!
Bir kere de Sabah gazetesi
(şevketlû gazi Abdülhamid...) di ye mutad medihlerine başlarken
(şevketlû) kelimesinin (lâm) har fi düşmüş, ibare arap harfleri im- lâsile (şu kötü gazi Abdülhamid) okunacak bir şekil almış bulundu ğu için gazete bir müddet için ta til edilmişti.
Her vakit gazetelerin başına
asılmış bir kılıç gibi duran bu teh likeden mümkün olduğu kadar sa kınmak için imtiyaz sahipleri bir çare bulmuşlardı! Padişahtan en çok cuma selâmlıkları münasebe- tile bahsedilirdi. Bu selâmlıklarda ise her hafta muttariden ne geçti ği malûmdu.
Gazete sahipleri de selâmlık
resmine mahsus olmak üzere beş, altı klişe yaptırmışlardı. Bu yazı
lar az, çok farklı, fakat hepsi
basma kalıp tımtraklı ibarelerle
padişahın saraydan Hamidiye ca miine nasıl gittiğini, nasıl döndü ğünü gösterirdi. Sermürettibin ya nında duran bu klişelerden sıra ile biri gazetenin en başına geçirilir, bu suretle hiç olmazsa cuma se lâmlıkları yazısı münasebetile va him olabilecek bir tertip yanlışı vukuunun önüne geçilmişti. (2)
( ! ) A. Djiveleguian : Le régime de la >re3se en Turquie.
(2 ) Hüseyin Cahit Yalçın: Edebî ha nlar.
Bu mürettip sehivleri her defa sında gazetelerin böyle muvakka ten tatillerini badı olmakla kal maz, imtiyaz sahiplerine bir çok iz’açları da celbederdi.
Abdülhamidin şahsen çirkinli ğini ima edecek (burun) sözünün
gazetelere geçmesi hoş nazarla
görülmezdi. Bundan bahsetmek
padişah ile istihza eylemek sayı lırdı.
Burun yerine coğrafyada (ka raların denizlere uzamış kısmı) gibi tabirler kullanmak zarurî idi. Bu burun sözü hakkmdaki ya
sak mekteplerde talebenin ağız
larına kadar düşmüştü de hayli alaylara zemin olmuştu.
Bir defa Bulgaristanla az kaldı
bir (burun meselesi) çıkacaktı!
Londrada Morning Post gazetesi 1903 ağustosunda Bulgar prensi Ferdinandm Bulgar ihtilâl komi telerde münasebetinden bahseden bir makale neşreylemişti.
Usuldn olduğu üzere Londra
Osmanlı sefareti bunu mabeyine arzettı. Abdülhamid de bu gaze teye devlet lehinde ve prens Fer- dinand aleyhinde bir makale yaz- dırttı. O sırada Londrada bulun makta olan prens Ferdinand bu makaleyi okudu ve bir ziyafette bundan böylece bahsetti:
— Bulgar komiteleri Bulgarla rın millî menfaatlerini kendileri ne hedef ve gaye ittihazile çalış tıkları müddetçe ben onlarla be raberim. Gasp, şakavet gibi âdî cinayetler irtikâp eylerlerse ken
dilerinden drhal yüz çviririm.
Bununla beraber ben Makedonya Bulgar ihtilâl komitelerinde sultan Abdülhamidi burnundan soluma ğa mecbur edecek hareketlerde bulunmak kabiliyetini hâlâ göre miyorum.
Prensin bu sözlerini duyan se faret erkânından biri hünkâra ar- zetti.
Burnundan bahsedilmesine kı zan padişah bu imalı sözlerinden dolayı prens Ferdinanda pek ziya de gücendi. Prensin aleyhinde İs
tanbul gazetelerine makaleler
yazdırmağı düşündü. Fakat sad razam Said paşa bundaki mahzur
ları kendisine anlattı:
İstanbulda gazetelerin sansöre tâbi olduğunu bilmiyen yoktu. Bu neşriyat doğrudan doğruya hükü mete atfoîunacak, Bulgaristan ile lüzumsuz siyasî bir ihtilâf çıka caktı.
Abdülhamid vaz geçti.
Gazeteler basılmadan evvel san söre götürülür, sansör tarafından
tetkik edilip imzalanmış nüsha
pek kıymetli bir şey gibi saklanır dı. Çünkü sansörün tesadüfen gö zünden kaçmış bir cümle sansörü
de, gazete imtiyaz sahibini de,
yazanı da büyük mesuliyetler al tında bırakırdı.
Gazete sahibini bir derece kur taracak ancak bu imza idi.
Gazetelerin sansörü dahiliye
nezaretine bağlı matbuatı dahiliye müdüriyetinde yapılırdı.
İlk zamanlarda sansör memur ları gelirler, gazetelerde çıkacak yazıları okurlar, beğenmedikleri, mahzurlu kelimelerini çıkarırlar, muvafık bulduklarını (görülmüş tür) diye imza ederlerdi.
Bu sansür memurları arasında
ne tipler bulunurdu!
Ecnebi dilile intişar ede ngaze- telerin sansür memurluğunda L...
M . . . isminde biri vardı. Bu
L... ın babası adalar halkından
ve Yunan tebaasından bir kundu
racı di. Bu kunduracının karısı
ve L ... m annesi ... tebaasından G... ile yaşardı.
Kunduracı bir kaç defa ... se faretine müracaat eylemiş ise de sefaret kimsenin hususî hayatına karışmak istemediği cevabını ver diğinden bu müracaatlerden bir fayda hasıl olmamıştı .
Bu babanın ve ananın çocuğu L. .. M . . . annesinin birlikte yaşa dığı G. nin sosyal mevkiini asıl ba
basından yüksek bulduğu için
- hakikatte bu yükseklik fazla bir şey değildi! - Annesinin meşru olmıyan yaşayışını kabul ile Fran sızların dediği gibi bu «sol elden» babasının adını takınmış, L... G... olmuş, Osmanlı devleti hizmetine girmek yolunu bulmuştu.
Sonra G . . . aile ismine fransız- ca da asalet alâmeti olan dö edatı
nı da ilâve etmişti; biraz daha
sonra buna da kanmıyarak asılsız asaletini bir kat daha kuvvetlen
dirmek hevesile isminin başına
asaletinin derecesini gösterecek
bir unvanı da takmıştı! Ecnebi
matbuatının bu uydurma asîl san sürü budala, cahil, kendini beğen
miş biri idi .İktisat, felsefe gibi
ilimler kendisinden pek uzaktı;
adî coğrafya ve tarih malûmatı bile son derece mahdut idi; fran- sızcası da hiç kuvvetli değildi
Fakat bir kuvveti vardı:
Matbuatı ecnebiye idaresinde
Osmanlı memuru olmaktan ziya de Avusturya memuru idi! Miza cının en büyük meyil ve istidadı hiyanet ve fenalık etmekti.
Babasının derileri kestiği bıça ğı o gazetelerde kullanırdı! Gaze telerin sansür ve muayene işi işte
böyle memurlar elinde seneler
geçtikçe şiddetlendi. Matbuat mü dürü bizzat sansür işini deruhde etti.
(Arkas ıvar)
Cemal Nadir
K a rik a tü r A lb ü m ü
Mevcudu tükenen « Cemal Nadir Karikatür Albümü»
tekrar basıla rak satışa çıkarılmıştır. Muallim Ahmed Halit kitaphanesinde bulunur.Fiati 50 kuruştur.
“ bedenen ve ruhen yorgunsanız
yorsam*; islerinizin !yt gitme birkaç gecelik uykusuzluk sizi i
Bror
sinirler! yatıştırır, uykuyu getir olup sinirlerinizin sükûnuniı çc yeniden dinçleştirecek olan uyl10 ve 20 terde eczı
Knol l A .-G , ki my e v i ma d d e l e r fa