T a r a b y a ’ daki F ransa s e fa r e ti ve L o ti’ nin k u m a n da m b u lu n d u ğu g c ^ 5
SİZDEN BAHSEDEN BAT! ROMANCILARININ
EN MEŞHURU
k m
PÎYER LOTİ
★
vAA*
i .s **.-,:* •* J
Türklerirı faziletlerine âşık hu büyük Fransız edibi, eserlerinde bizi daima mü dafaa etmiş büyük bir Türk dostudur. Bundan dolayı Istanbulda adını bir caddeye
verdik- Okuyucularımızın onu etraflıca tanımalarını düşündük. Arkadaşımız, Loti’yi ve garabetlerini iki yazıda bize anlatacaktır.
★
Yazan: Nahid Sırrı Örik
i.
Onun hemen hemen bütün kitaplarını okumuş ve bunların hayatımızla alâkalı olanlarından en mühim ve maruflarını, ■“ Aziyade” ile “ Bezgin Kadınlar" ı d;lipıizc çevirmiş bulunmak, bu büyük edip hakkın da etraflı bir etüd vücuda getirmek benim için elbette bir hak teşkil edebilir. Fakat bu sütunların müsaadesizligi etraflı ?)ir etüde değil, ancak kısa bir tetkike imkân verebilecek..
Loti’nin hayatına pek pıuhtasar çizgiler le bildirerek başlamak lüzumunu hissederek şu izahatı vereceğim:
Piyer Loti, birçoklarının bildikleri gibi
müstear bir addır ve dostumuzun asıl ismi Jülyen Vio’dur. Baba tarafından da, anne cihetinden de değerli denizciler yetiştir miş ve Protestan dinine mensup bir aile dendir. Fakat babası Teodor Vio, denizci değil memurmuş. Ailenin batınlardan biri yaşadığı Roşfor - Sürmer isimli ve sürmer deniz üzerinde demek olmakla beraber de nizden bir miktar uzak düşmüş bir kasa bada belediye başkâtibi imiş. Karısı Nadin Teksiye ile 1830 da, bir aşk izdivacı ya parak evlenen ve boş zamanlarında şiirler, tiyatro eserleri kaleme alan bir adammış; kasabasının iki ciltlik bir de tarihini yaz mışmış.
Loti, bu izdivaçtan doğan üçüncü ve
son çocuk. 1850 ocak ayında, ebeveyni ar tık hayli yaşlanmışken dünyaya gelmiş ve pek şefkatli, kalabalık ve kalabalığında birkaç ihtiyar kız da bulunan, nispeten mütevazı, bahusus fakir düşmüş bir aile içinde büyümüş. On iki on üç yaşında iken kasabadaki koleje devam etmiye başla mış, ve hemen hemen ölümüne kadar süre rek birçok eserlerinin vücuda gelmesini te
min edecek bir iti- yadla, gündelik ha yatına ait notlar kaydeder olmuş. Ka sabasındaki tahsil den sonra, ailesinin birçok erkeği ve bu meyanda ölümü u- zakta ve pek tez vu kua gelen ağabeysi gibi deniz subayı ol mak üzere Paris’e gitmiş.
Paris’te hayli ma cera geçirmekle ve bu meyanda sirk artistliğine kalkış makla beraber, bah riye subayı tahsiline de devam etmiş. 1867 de, namzet su bay olarak ilk bü yük seyahatini yap mış, bu meyanda Cezayir’den, İtalya’ dan geçtikten sonra Mısır’a ve nihayet Anadolu’ya, İzmir’e gelmiş. 1881 de Ta- hiti adasıpd^ bulun muş ve Loti adı , ken disine orada takıl mış. 1876 da, Os manlI İmparatorlu ğunun hayatındaki büyük buhranın baş laması, ve Abdülâ- ziz saltanatının son ları yaklaştığı sıra
da, Fransız ve Alman konsoloslarının Se lanik’te katledilmeleri üzerine ecnebi harb gemilerinin Selânik limanına bir mayıs günü yollanışım icabettirmiş, Loti de bun lardan Fransaya ait kruvazör içinde bu lunmuş.
Bu Selânik ikametini îstanbulu ziyaret takibetmiş ve eserlerinin ilkine, o meşhur ve lâtif Aziyade bu seyahatin mahsulü olmuş, muharririn Türklere dostluğunun da temelini teşkil etmiş. Fakat biz, haya tının seyrini takipte devam edelim:
Aziyade, müellifin adı bulunmaksızın 1879 da ve birçok tabilerce reddedildikten sonra nihayet biri tarafından neşrediliyor. Bundan az sonra, 1880 de, bu sefer okuyu
cuyu Okyanusun bir adasına götüretî “Raraku” adlı eseri, Loti’nin imzasını ta şıyacak ve eserler de artık fasıla verme den birbirlerini takibedecek, 1886 da çıkan - Türkçeye de Abdülhamit devrinde tercü me edilen - ‘‘İzlanda Balıkçısı” da Loti’ye büyük ve cihanşümul bir şöhret sağlıya- cak, 1891 de de muharrir, Fransız Akade misi âzalığına seçilecektir.
Bununla beraber deniz subaylığı de vam etmekte ve kendisini diyar di yar dolaştırmakta dır. Bu cümleden o- larak, 1903 yazında,. İstanbulda büyük el
çilerin emirlerinde olup icabında tebaa larını ve Hıristiyan- ları muhafaza ede cek küçük kruva zörlerden Fransaya ait bulunanın, Vo- tür’ün kumandam, tâyin edilir. Binbaşı dır. 1905 martına kadar İstanbulda; kalacak ve Türk haremlerinde mah pus yaşıyan ve en yüksek Garp kültü rüne sahip bulun dukları için bu: mahpus oluşa katla - namıyan üç Türk hanımım tasvir eden romanı - en meşhur ve en çok satılmış; eserlerinden birini teşkil eden “Bezgin Kadınlar” ı - bu za manın mahsulünü teşkil edecektir.
Loti, 1910 da, kırk iki yıllık bir hizmet sonunda tekaüd o- lur ve kısa bir müd det için İstanbula gelir. 1913 Balkan Har bi felâketleri sırasında onu tekrar Istan- bulda ve resmî bir misafir halinde görü rüz. Büyük Cihan Harbi esnasında ilerle miş yaşma rağmen ve ısrarı üzerine ordu hizmetine alınacak, bâzı askeri ve siyasî vazifelerde kullanılacaktır. Son kitapla rından birkaçı, bu harbde Türkleri Fransa düşmanları saflarında görmenin ıstırabiy- le doludur, ve büyük bir cesaret göstere rek bizi buna mecbur ettikleri için Fransa, ile müttefiklerini tenkidedecektir. Cihan Harbi bittiği ve Millî Mücadelemiz başla dığı sırada artık bitkin ve hastadır. Bu nunla beraber en son yazılarını bu müca delenin meşruluğunu anlatmıya tahsis
et-P iy e r L o t i , V o t ü r g e m is in in k u m a n d a n ı o la r a k İs t a n b u l'd a b u lu n u r k e n
»niştir.
Yirmi iki ayım nüzüllü bir hasta olarak geçirdikten sonra 1922 haziranında ölmüş ve doğrum yerinin yakınında, Oleron adası na gömülmüştür. Mezarının üzerinde tarih taşımayan iki kelime, yalnız iki kelime: Pi- yer Loti sözleri yazılı imiş.
Bu pek kısa hal tercümesinden sonra bizim ilham ettiğimiz romanlarla siyasî eserlerinin listesini vereceğim : 1. Selânik ve îstanbulda geçirdiğini iddia ettiği aşk ¡macerasını anlatan ve ilk eseri olan “Azi- yadé” . 2. Bu sevgilinin, Aziyade’nin meza rını bulmak üzere îstanbula gelişini anla
tan Şark Tayfı, yâni "Fantôme d’O- rient” . 3. Yazılışı, ikinci makalede gö receğimiz veçhile bütün bir roman teşkil edip türlü mü nakaşalara vücut vermiş olan Bezgin Kadınlar, yâni “Les Désenchantées” . Ve siyasî olayların il- hamiyle vücuda gel miş mücadele eser leri: La Turquie a- gonisante, Les Alli és qu’il nous faud rait, La mort de notre chère France ■en Orient, yâni "Can Çekişen Türkiye, Bize Bu Müttefik ler Gerektir, Sev gili Fransamızm Doğuda Ölümü” . Bunlara ilâveten <de, artık hastalık başladığından oğlu nun yardımiyle çı kan ve 1913 teki se yahatinin hâtırala
rını ihtiva eden Suprêmes Visions d’Orient (Şarktan Son Görünüşler).
Kaldı ki memleketimizin ilhamiyle ya zılmış şeyler sade bu eserlerden ibaret de ğildir. Loti’nin başka kitaplarında da ts- tanbuldan ve Türkiyeden mülhem çok gü zel sayfalar mevcudolup Bursa’daki Yeşil türbeyi ve hocalarını tasvir eden enfes yazı bunlardan biridir.
İkinci bir makalede “ Aziyade" ve “ Bez gin Kadınlar” etrafında ve bilhassa bu i- kinci roman etrafında toplanan rivayetleri, birkaç romana sermaye teşkil edebilecek mahiyetteki hikâyeleri anlatmak üzere şimdi Loti’den 1910 yılında, yani tam kırk üç yıl önce hâfızama nakşolan ve geçen pek uzun zamana rağmen silinip
dağılmı-yan hâtırayı nakledeyim:
Yazdı, Büyükdere’de oturmaktaydık. Kanlıca’da eski bir ahpabına öğle yemeği ne davetli bulunan babam beni de birlikte götürmüştü. Kanlıca’dan Anadolu vapuriy- le Köprüye iniyorduk. Kandilli iskelesin den vapura kısa boylu, şapkalı bir adam yalnız olarak binerken babam: “ işte Pi- yer Loti!” diye haber verdi. Evde mürebbi- yeden öğrenmiş olduğum fransızcam hay li ileriydi ve henüz on dördünün içinde ol makla beraber bu isim artık yabancım de ğildi: Şöhretini biliyordum, hattâ birkaç yazısını okumuştum; heyecanlandım. Ba
bam Sırrı Bey: “ Ya nımıza gelirse seni takdim ederim. Bir kaç sene evvel Fransa sefaretinde kendisiyle birkaç kere görüştümdü, her halde hatırlar” dedi.
Loti yukarıya çık tı ve tesadüfen pek yakınımıza kadar gelince, babam kal kıp kendisini yanma davet etti. Buna i- çinden pek memnun görünmedi, zaten a- yağa kalkıp yanın da yer gösteren a-
damı Hiç tanımışa benzemiyordu da. Fakat belli ki, fev kalâde nazik bir in sandı 've davetten de, tesadüften de çok memnun olmuş edasiyle yanımızda yer aldı.
Babam bir daki ka sonra “grand ad mirateur de vos “güzel eserlerinizin büyük bir hayranı” diye beni takdim edin ce de boyalı ve mahzun ifadeli yüzünde mahviyetkâr olmıya tenezzül eden pek ufak bir tebessüm bir an zuhur edip kay boldu; Çok, pek az ^konuşuyor, yüzünün hatları konuşurken sabit kalıyordu. Sesi gûya pek uzaklardan gelen garip bir sesti. Kendisini o kadar dikkatle seyrettim ki bu gün hâlâ görür gibiyim:
Pek kısa boylu idi ve bu kısa boyluluğu elinden geldiği kadar azaltmak için gayet le ufak olan ayaklarına fevkalâde uzun ökçeli botlar giymişti. Arkasına hiç yas lanmadan, dimdik duı'uyordu. Dar ceket göğsünde ve pazularmda şişkindi: Küçük vücut sporla kabil olduğu kadar/ geliştiril miş ve sağlamlaşmış olsa gerekti. Geniş kenarlı bir şapka yüzü gölgeliyor ve
ihti-P i y e r L o t i ’ n in F r a n s a ’ d a R o ş io r ’ d a k i e v i
beaux livres”, yâni,
yarlığı, altmış yaşı kabil olduğu kadar giz liyordu. Şakaklarda, oldukça gür siyah bı yıklarda tek ak yoktu. Fakat bunun boya dan ileri geldiği anlaşılmıyoı’ değildi. Bu run büyük ve kavisliydi. Gözler siyah, iri ve bakış gayetle sabitti. O kadar sabitti ki, bu hafif bir ezâ veriyordu. Daha çok ezâ veren şey ise yüzün tamamen boyalı, evet boyalı oluşuydu: Altmış yaşındaki ve sa-çiyle bıyıkları boyalı adam hafifçe, ustalık lı şekilde, fakat düzgünle ve allıkla çehre sini baştan başa boyamıştı. Ve pek ziynet- li arabalarda gezen damat paşaların ve vü- kelâzadelerin alışılmış pudralı ve genç çeh relerine belki kanıksamış olsalar bile, yol cular bu yüzü boyalı ve ayakkaplannın ökçeleri gayetle uzun yaşlı mösyöye garip garip bakmıyor değillerdi.
Vapur Köprüye yanaşmak üzere iken bizden ayrıldı ve eserlerinde iddia ettiği türkçeye tam vukufu ispat etmek üzere o- lacak, veda ederken “beyefendim” sözünü kullandı. Arkasından bir iki küçük gülüş me de oldu.
Sırrı Bey, o gidince: “ Büyük edibini ta nımaktan memnun oldun mu ?” demişti. Hayır, pek memnun değildim. Boyasını da, manzarasını da, mağrur ve gamlı sü kûtiliğini de sevmemiştim. Daha sonra, bütün yazılarını okuyunca, onun kendi
şeklini beğenmediğini ve hele ölüm ve ölü me tekaddüm eden harabi karşısında pek büyük bir dehşet duyduğu için böyle bo yandığını öğrenecek, hakkında çıkarılmış, kitaplara, yazılara girmiş, Paris salonları gibi hiç sevmemiş olduğu Beyoğlu salonla rında da dolaşmış çeşitli dedikodulara bu boyanmanın bir azimet noktası teşkil et miş olduğunu öğrenmekte gecikmiyecek- tim. Fakat bizim için üzerinde, şimdi ve her zaman üzerinde durulması gereken nokta, Piyer Loti’nin en sihirli bir lisanla unutulmaz eserler yazmış büyük bir edip olduğu, Istanbulun haşmetli güzelliklerini en şiirli bir dille tasvir ettiği ve en acı ve çetin günlerimizde bizi bütün bir husumet cihanına karşı müdafaa etmiş bulunduğu dur.
Allık ve pudra kutuları yok olmuş, on ları kullanan elin toprakta kemiği kalma mıştır: Fakat yazılar bütün güzellikleriyle ve müessirlikleriyle bakidirler. Türklerin pek faziletli bir millet olduklarım hiçbir garplı bu kadar inanarak, bu kadar candan söylememiştir. Fakat sade bu kadar değil: Fatih camisinde bir yatsı namazının ulvî şiirini veya Beykoz çayırının akşam saa tindeki ruhanî güzelliğini de Türk ve ya bancı hiçbir kalem onun gibi, onun kadar anlatamamıştır!
R o ş f o r ’ d a k i e v in d e m e ş h u r s a lo n u
★ ★ ★
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi