• Sonuç bulunamadı

Türk edebiyatının iftihar kalemlerinden Peyami Safa

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk edebiyatının iftihar kalemlerinden Peyami Safa"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

teke

M İ L L İ Y E T Ç İ F İ K İ R V E E D E B İ Y A T D E R G İ S İ S A Y I : 9 H A Z İR A N 1977 5 0 0 KURUŞ

Mm

İÜ İ

lİS

iğ in

W$îm$0 :

ÉSIü

mm

m m

P # ¡

Ü H

tâbi

P E Y A M İ S A FA v¿;-;

’■mSURm

M

y— \ V— N

(2)

Tercüman

1001 Temel Eser

96 VE 97 NUMARALI

KİTAPLARI İFTİHARLA SUNAR

AVRUPA’DAKİ

TÜRKİYE

SIR CHARLES

ELİOT’UN

ŞAHESERİ

4 RENKLİ

PIRIL-PIRIL

ŞAHANE

KAPAKLAR

İÇİNDE

442 SAHİ FE

2 CİLT BİRDEN 20 LİRA

(3)

Toker

Milliyetçi Fikir ve Edebiyat Dergisi

ADRES: Yerebatan Büyük Azim Palas 40/10 - İSTANBUL

Tel: 22 11 23 Yıl: 1 — Sayı: 9

Sahibi:

Toker Yayınlan - S. Toker

Sorumlu Yayın Müdürü:

Yalçın Toker ABONE: Yıllık 60 TL.

Yabancı ülkelere iki mislidir. İLÂN: Kapak renkli : 3000 TL. İç kapak : 2000 TL. İç sayfalar : 2000 TL. Yarım sayfa : 1000 TL.

Dizgi-Tertip-Baskı: Yüksel Matbaası

3.6.1977

PEYAM İ SA F A Sayısı • Fiyatı: 500 Kuruş BU SAYIDA:

Osman Selim Kocahanoğlu, İlhan Geçer, Coşkun Ertepınar, Gültekin Sâmanoğlu, İbrahim Minnetoğlu, Vahap Kabahasanoğlu, Gürbüz A- zak, A. Rahim Balcıoğlu, Kudret Si­ nan, H. Cengiz Alpay, Mehmet Ha­ listin Kukul, Dursun Gürlek, O s­ man Nuri Ekiz.

EDEBİYATIMIZIN

BİR NOKSANI DA..

«Münekkitsizliktir; hem de en hayatî, en esas­ lı bir noksan... Bir edebiyatta münekkid kaariler için yanılmaz bir delil, muharrirler için hayırhah bir mürşittir.

Münekkid, kaarileri çıkan kitapların iyilerini ha­ ber verip, fenalarından tahzîr ederek, beyhude va­ kit ve nakid sarfından meneyler. Meselâ: «Bu haf­ ta şu kitaplar neşrolundu. Bunlardan şu ve şu be­ nim hoşuma gitti. Şunu ve bunu ise beğenmedim» der. Ve kaariler, alelumum münekkidier lâyuhtî bi­ rer mektep hocası mevkiinden çoktan inmiş olduk­ larından, onların hükümlerine her ne kadar pek bo­ yun eğmezlerse de, ne de olsa kitapların üzerinde mütalaa ile geçiren ve kitapların takdiri hususun­ da meleke kazanmış birer üstad sıfatiyle reyle­ rin elbette hükmü ve ehemmiyeti olacağından, on­ ların sözünü tutmakla aldanmamış olurlar.

İşte o memleketlerde müelliflerin her gün al­ dıkları bu derslerdir ki onların zevklerini ve sa­ natlarını her an inceltir, yükseltir kemâle eriştirir. Bizde ise muharrir bir kitap neşreder. Kitap bir kere matbaadan çıktı mı artık aksisedası duyulma­ yan, derin, ucu bucağı bulunmayan, karanlık bir ku­ yuya atılmış gibidir. Belki bir iki gazete, kitapçının veya muharririn hatırı için üç dört satırlık bir «ilân» koyar. Fakat kâmilden hâyide ve soğuk medihler- den mürekkep olan böyle ilânlar, kıymetini bilen ciddî bir muharrir için nedir? Ne Söyler ve ne öğretir, ne yolda tesir eder?..

Yahut daha fevkalâde bir ihtimal olmak üzere, muharririn bir dostu veya bir düşmanı: «Hah, fır­ sat bu fırsattır.. Hınzırı ezelim!..» ve eğer dostu ise: «Bizim için de faydası var, alkışlayalım!.» di­ ye merhametsizce yüklenirler ve yahut kör gibi medhederier...»

* * *

Yukarıdaki yazı, başlığından son kelimesine ka- (Lütfen Sayfayı Çeviriniz)

(4)

dar Mehmet Rauf’undur. Rahmetli yazar bundan tam kırk yıl önce yazdığı uzun bir yazıda, eleştirme ve eleştirmeci hakkında yazdığı uzun bir makalede bun­ ları söylüyor; bizde edebiyatın bu türünün ne ka­ dar ihmal edildiğini, yanlış anlaşıldığını, kötüye kul­ lanıldığını -yana yakıla- dile getiriyor. Daha birçok acı gerçekleri sayıp dökerek yazısını sürdürüyor.

Şimdi sormak gerekir; Edebiyatımızın bu çok önemli noksanı konusunda o günden bu güne ka­ dar farkeden, gelişen herhangi bir şey var mıdır? Yazarın, o uzun yazısının çeşitli bölümlerinde be­ lirttiği üzere eleştirme, birçok batı ülkelerinde en azından bir fikir ve sanat ürünü kadar önemli ve itibarlı bir türdür; eleştirmenler de kendilerine ger­ çekten saygı ve güven duyulan birer ilim, fikir ve sanat otoriteleridir. Yetkili, yetenekli, mutlak taraf­ sız ve sanat namusludurlar. Bizde, Tanzimattan, Meh­ met Rauf'un bu yazısını kaleme aldığı 1927 yılına kadar ve 1927 den 1977 yılına kadar, yukarıda kısa­ ca birkaç vasfını belirttiğimiz nitelikte tek bir eleş­ tirmeci gelmiş midir? Edebiyatımızda o gün bu gün­ dür bu çok önemli edebiyat türünü kendisine salt meslek edinen gerçek bir isim sayabilmemize elbet­ te imkân yoktur. Öte yandan eleştirmeyi bir «yan çalışma» ya da «maksatlı bir yan çalışma» olarak ele alan yazarlarımızın hemen hepsinde de en azın­ dan bu vasıflardan bîri, ikisi yoktur.

Mehmet Rauf, bizdeki eleştirmenin üzücü yön­ lerini anlatırken sadece «dost», «düşman» sıfatla­ rını kullanmıştı. Bu dostluk ve düşmanlıklar ise ki­ şisel ve bugüne oranla masum sayılacak ufak tefek kırgınlıklardı. Bugünün dostları ve düşmanları ise bu­ nu kamplara ayırmış ve alabildiğine yozlaştırmış du­ rumdadırlar. Kendisinde eleştirme gücü ve yeteneği olsun olmasın bir kişi, eğer kendi kampından biri; zavallının zavallısı bir eser de yazmış olsa onun yazarım göklere çıkarmakta; yok «düşman kamp» tan birinin kalem ürünü ise -bir şaheser de olsa- onu yerin dibine batırmakta, alaya yeltenmekle, hor görmekte, en insaflı bir ölçüyle hiç sözünü bile etmemektedir.

Kırk yıl öncesinde eleştirmeden ve eleştirme­ ciden yakınan Mehmet Rauf, başını kaldırıp günümüz­ deki durumu görse, mutlaka; «Ört ki ölem yeniden» diyerek toprağını tekrar başına çekerdi.

— TOKER —

Y ıld ızlar Şarkılı

Eylül dallarında bahar rüzgârı Hüzün çıkmazında güleç bakışlar Silinmiş kaderin ufkundan sarı Gül bahçelerinden çekilmiş kışlar Boyun değil ekmek kesiyor bıçak Kurşun yerine çiçek sıkıyor eller Yıldızlar şarkılı bulutlar sıcak A şk cümbüşünde mızraplar teller Evlerden taşan sevinç çığlığı Sokaklar arınmış bütün kirinden Ömrün denizinde bahar yumuşaklığı Yeşil umutlara alkış tutuyor yelken

İlhan GEÇER

Düşle Gerçek

Söyler misin bu koşuşlar niçin Boş sokaklar boyunca,

Bir o uca, bir bu uca,

Bir sendeleyerek bir düşerek?.. Son kırlangıç da uçtu

İlık rüzgârlar ülkesine. Nereye ulaşılır, söyler misin, Gölgeler ardından koşarak?..

İç içe oysa üzüntüyle sevinç, düşle gerçek: İşte şu köprü, şu akan su,

Şu bize benzer sonbahar yaprağı,

Şu kapılmış giden, dalgacıklarla oynaşarak.. Üşüyor musun, ne oldu,

Duman mı kaplamış karşı dağı?.. Yaz geçti çoktan, yaz geçti

Başının üzerinden rüzgâr gibi aşarak

(5)

Türk edebiyatının iftihar kalemlerinden

PEVAMİ SÂFA

Türkiye coğrafyası üzerine serpilmiş irili ufak­ lı birçok dağlar tepeler görülür. Bunların herbiri ken­ di çevresinin güzelliğinden oluşan doğa güzelliği ve yükseltisi ile ayrı bir önemi içinde saklarlar. Bazı dağlar ise coğrafya özelliği yanında tarihin derin­ liklerinden süzülmüş zengin folklor ve efsane çiçek­ lerinin de sahibidirler.

Türk edebiyatında, böyle İrili ufaklı birçok te­ peleri, dağları hatta volkanları andıran sanatçıları vardır. İşte bu yazımızla hatırasını andığımız Peya- mi Safa da, edebiyatımızın düzyazı alanındaki bu yüksek tepelerinden birisi, hatta en yüce olanıdır. Başka bir deyişle O'nu, edebiyat coğrafyamızın bel­ li başlı zirvelerinden sayabiliriz. Nasıl ki tepesi karlı, bulutlu yüksek dağların heybetli görünüşü­ nü, ancak uzaklardan daha iyi fark edebilirsek, Pe- yami'nin büyüklüğünü de zaman geçtikçe daha iyi anlar oluyoruz. Zaten O'nun edebiyat ve basın ta­ rihimizdeki önemli yerini dostu da düşmanı da ka­ bullenmiştir.

Hayat mücadelesi insanların önüne değişik yol­ lar sermiştir. Yokuşlusu, düzü, dikenlisi, hatta en sarp olanı vardır. Yüksek tepelere kartallar gibi ka­ nat çırparak ulaşılabileceği gibi, paraşütle de ini­ lebilir. Kalabalık toplulukla yardımlaşarak birlikte çıkmak varken, yalnız başına sarp kayalara tırman­ mak da vardır. Peyami Safa ki çağdaşı yazarlar için­ de, hayatın en zor ve sarp yollarından didine didine, ellerini ve tırnaklarını yola yola, ayakları kanaya kanaya geçmiş ve kendi zirvesine kendi gücüyle ulaşmış bir yazardır. İçinde yaşadığı acılı günlerin, edebiyat ve sanat emeği ile ördüğü eserleriyle yük­ selttiği yanardağının zirvesine.

O, bazan bir dev olmuştur; kendi adını verdiği bu dağın çevresinde yalnızca ve yıllarca dolaşan. Bazan da keskin zekasının içine doldurduğu fikir lavları ile, yanardağlar gibi püskürmüştür. Sanatının akış ve gelişme seyri içinde tâ çocuk denecek yaş­ lardan beri binbir emekle meydana getirdiği küçü­ cük tümseğini, yıllar sonra büyük bir yanardağa çe­ virişinin ve onun zirvesinde ölene kadar bağdaş

Yazan:

O SM AN SELİM

IK O C A H A N O Ğ L U

kurabilmesinin nedeni işte budur. Dev Peyami ve volkan Peyami.

Kaderin bu yazara bağışladığı binbir zorluk için­ de geçen bir ömrü bilmeden, O'nun sanat dünyasını tanımak zordur. Çünkü bazı olaylar onun yaratıcı zekasını şu veya bü yönde gelişmesinde bir dö­ nüm noktası olmuşlardır.

Peyami Safa 1899 yılında İstanbul’da doğmuş­ tur. Babası Abdülhamid'e başkaldıran nesilden İs­ mail Safa’dır. İsmail Safa Abdülhamid’in baskılı re­ jiminde memurluk yapmış, Tevfik Fikret ve arka­ daşlarıyla beraber o devrin edebiyatçıları arasında parlamış şair bir kişidir.

İsmail Safanın babası, yani Peyami’nin dedesi ise Hicaz’da mektupçu iken ölmüş Trabzonlu şair Mehmet Behçet Efendidir. İsmail Safa 13 yaşında yetim kalır ve binbir zorlukla Darüşşafaka lisesinde okuyarak bir memurluk kapısı bulabilir. 1900 yılın­ da Abdülhamid'e yapılan Jurnal, S iva s’a sürülme­ sine neden olur. Ama Sivas yaylasının sert havasın­ da ancak bir sene yaşayabilir ve ölür. İki yaşındaki küçük Peyami babasının garipler mezarlığına gömül­ düğünü belki de ancak yıllar sonra öğrenecektir.

İki yaşında babası gibi yetim kalan küçük Pe­ yami, düzgün bir öğrenim göremez. Ayrıca dokuz yaşında da önemli bir hastalık geçirir. Küçük, çe­ limsiz vücudunun gelişmemesi buna bağlanacaktır.

Geçim zorlukları içinde kıvranan küçük Peyami Vefa İdadisi’nde başladığı öğrenimini bırakarak, o zamanki Posta-Telgraf Nezaretinde çalışmaya baş­ lar. Kısa süren bu memuriyetinden sonra, 1915’de Rehberi İttihat okuluna öğretmen yardımcısı olur. Henüz 15 yaşlarındadır. Mustafa Şekip Tunç ve Rı­ za Tevfik’le aynı okulda öğretmen arkadaşlığı baş­ lar.

Peyami Safa bu okuldaki dört yıllık öğretmen­ liğinde felsefe ve psikoloji gibi konulara merak du­ yar. Fransızcasını ilerletir. Bunda, sonradan değer­ li bir felsefe bilimcisi olan Şekip Tunç'la, filozof Rıza'nın etkisi olsa gerektir.

(Lütfen Sayfayı Çeviriniz)

(6)

Peyami daha sonra kardeşinin isteği üzerine basın hayatına geçer ve ilk olarak 1918 yılında he­ nüz 19 yaşlarında «Yirminci Asır» adlı bir akşam gazetesini çıkarmaya başlar. Burada isim koymadan yazdığı «Asrın Hikayeleri» ile ismi duyulmaya baş­ lar. Yahya Kemal onun için «İsmail Safa'nın en güzel eseri Peyamidir» diyecektir. Artık küçük Pe­ yami bir ömür boyu elinden bırakmıyacağı bir ka­ leme ve bu kalemin sivri uçlarına dökülen ince ze­ kasının ona açacağı sanat ufkuna yönelecektir.

Kendi anlattığına göre, Peyami Safa'nın sanat dünyası çocukluk yıllarındaki olaylarla yakından il­ gilidir. Çünkü Onun şuuru, «bir facia atmosferine doğmuştur.» Belki de bütün kitaplarını dolduran fa­ cia beklemek ürpertisi ve yaklaşan her ayak se­ sinde tehiike sezmek korkusu, bu çocukluk yılla­ rının kendinde bıraktığı bir başlangıcın sonucudur. Peyami hayatın öyle dar ve karanlık bir kapısından içeri girmiştir ki, onüç yaşında hayatını kazanma güçlüğü içinde kaldığı günler, O'nu edebiyattan ön­ ce, kendini anlamaya ve yetiştirmeye adeta zorun­ lu kılmıştır. Demek ki Peyami Safa’yı daha onbeş yaşlarında felsefe ve psikolojiye merak saldıran etken, kendi çocukluk ve hatta gençlik duygulan içindeki romantizminin bir yönelişi değil, bu zaru­ retlerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Edebiyatımızın en çok yazan kalemlerinden bi­ risi şüphesizki Peyami'dir. Şiir dışında aşağı yuka­ rı edebiyatın her dalında, hatta sanat konularının dışında da kalem oynatmıştır. O, hikayeleri ile sa­ natını kendi deneyinden geçirme safhasındadır. Son­ ra diğer yazıları eksilmeden romancılığı başlar. Psi­ kolojik realizmin nasıl dünyadaki temsilcisi Dosto- yevski ise, bizde de bu işi o başarmıştır. Dokuzun­ cu Hariciye Koğuşu, Yalnızız ve Matmazel Noral- yanın Koltuğu isimli romanları bunun açık belirti­ lerini yansıtırlar. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda yaşattığı hasta bir gencin psikolojik tahlili sanki kendi ruh dünyasının kalemine dökülmüş ürpertile­ ridir. Fatih-Harbiye romanı, doğu ile batı arasındaki fikir ve ahlâk tereddütlerini inceler. Bir Tereddüdün Romanı’nda, kendi çocukluk yıllarının ahlâk buhranını felsefî ve psikolojik derinlikleriyle gözler önüne se­ rer. Kısaca Peyami Safa’nın romanlarının çoğunda ortaya koyduğu ruh tahlilleri ile insan ve olayları de­ rinlemesine inceleme gücü ve başarısına, 1950 yılı sonrası romancıları bile hâlâ ulaşamamışlardır. Za­ ten romancılığının en önemli ve belirgin özelliği de bu olsa gerektir.

Peyami Safa hayatın çocukluk yıllarından beri kurduğu pusuda çok acı çekmiştir. İki yaşlarında ye­ tim kalışını, babasının Sivas a sürülmesinde ara­ mış, hatta bunun için Abdülhamid'e gizli bir nefret hissinden yazdığı düşman bakışlı yazılarından do­ layı, Nihal Atsız ın kalem hücumuna da uğramıştır.

Peyami Satanın edebiyatımıza ilk yansıyan yönü romancılığı olmasına rağmen, bundan daha çok emek verdiği ve ününü yaygınlaştıran diğer yönüde fıkra yazarlığıdır. Romanlarındaki muhteva derinliği ar­ tık kalın perdeler ardına gizlenmiş, fıkralarında ge­ niş ve sağlam kültürle keskin zeka pırıltıları birle­ nerek güzel bir üslup ortaya koymuşlardır. Bizzat kendi çıkarıp yönettiği Kültür Haftası ve Türk Dü­ şüncesi adlı dergilen sayılmazsa, Peyaminin yazı yazmadığı dergi ve gazete çok az gibidir. O'nun ka­ leminden çok kimse kasasını ve midesini doldu­ rur, devlet çarkında köşe kaparken, O yalnızca ge­ çimini sürdürebilmiştir.

Fıkra yazarlığı içinde, zaman zaman polemik­ lere girdiği görülür. Bu yazıları kaleminin ve zeka­ sının en sivri ucu ve en amansız hücumlarını ser­ giler. Polemikleri hep milliyetçilik Ülkü ve bayrağını elinde dalgalandırmak, hatta yere düşürmemek uğ­ runa girişilen sayısız kavgaların sonucudur. Savaşı­ nın en önemlilerini sola ve komünistlere karşı ver­ miştir. Peyami’nin bir kitap olabilecek bu pole­ miklerini bu yazıya sığdırmak imkansızdır. Ancak Nâzım'la olan kavgasında şahit olan Zekeriya Ser- tel’in gazetecilik anılarına kısaca dokunmak, yarar­ lı olacak niteliktedir.

1927 yıllarında «Resimli Ay» dergisinin patro­ nu olan Zekeriya Sertel anılarında, Peyami Safa - Nazım Hikmet kavgasının fikir ortamını şöyle an­ latır:

«Nâzım daha çok komünizmi yaymak ve etrafın- dakileri komünizme kazanmak meraklısıydı. Onun için tartışmaların en önemli ve devamlı konusu ko­ münizmdi. Bu konu Peyami Safa’yı çileden çıka­ rıyordu. Peyami çok zeki ve çok kabiliyetli bir genç­ ti. O sırada Fatih-Harbiye romaniyie edebiyat ale­ minde dikkati çekmişti. Nâzım o'nu davaya kazan­ maya çok önem veriyordu. Onun bütün itirazlarına ve hırçınlıklarına bir peygamber sabrıyla katlanır, onu inandırmaya çalışırdı. Fakat Peyami zeki ol­ duğu kadar kötü ruhlu bir adamdı. Bu bakımdan da Nazımın çok zıddı bir tipti. Nazımın çevresinde yarattığı etkiyi kıskanır, onun ak dediğine mutlaka kara derdi.»

(7)

«Peyami de tersine, Nâzımı komünizmden cay­ dırmaya çalışıyor, fakat bu çabasında yalnız kal­ dıkça deliye dönüyordu. Bu tartışma aylarca sürdü. Sonunda Peyami faşizmi seçti ve bizlerden ayrıldı. O tarihten sonra da ateşli bir antikomünist kesildi ve bütün hayatı boyunca faşizme hizmet etti. Ko­ münizme ve komünistlere şiddetli hücumlar yaptı.» Zekeriya Sertel'in yazdıkları, yıllarca saklanan bazı gerçeklerin itirafı değil midir? Peyami Safa’nın antikomünist ve milliyetçi bir yazar olduğu doğru­ dur. Komünist cephenin yıllarca onu bir boy hede­ fi görmelerinin nedeni de budur. Eğer Peyami Safa gibi Zeki, ve güçlü bir kalemi saflarına alabilseler­ di, elbette bu hücumlar olmayacaktı. Peyami Safa faşizmi seçerek, kendilerinden ayrılmış. Burası iyi ve güzelce arılaşılıyor da, Peyaminin 1927’lerdeki faşistliğini anlamakta insan güçlük çekiyor.

Tarih de yazar ki, çok önceleri batı Avrupa top­ raklarına tohumları atılmış komünizm, 1927 yılların­ da 10 yaşında meyve veren bir ağaç gibi geliş­ mişti. Sosyalizmin teorisi bu yılların rusyasında bit­ memiş devrim olarak uygulanıyordu. Ama Faşizm O yılların dünyasında faşizm nerelerdeydi. Bu mil­ liyetçiliğe, sürülmüş lekeden başka neyi ifade eder­ di ki.

Gene aynı yıllarda Zekeriya Sertel, Nazım Hik­ met, Kemal Tahir, Suat Derviş ve Kerim Sadi gibi­ lerin edebiyatımızın ünlülerine büyük bir hücumu başlamıştı. «Putları Kırıyoruz.» Onlar için, edebiya­ tımızın ne kadar şair ve edibi varsa, hepsi de solun ve komünizmin gelişmesine engel İdi. Bu putlar yı­ kılmalıydı. En önce Ahmet Haşim'i ele aldılar. Nâ- zım’ın «İki Serseri Var» başlıklı şiiri ile bu kam­ panya başlatıldı. Sonra Namık Kemâl’e Hamdullah Suphi, Yakup Kadri, Abdülhâk Hamit, Tevfik Fikret ve Yahya Kemâl gibi devlere hücuma başladılar. İşte sırf ideoloji gereği ve kendilerini tanıtabilme uğruna haksızca açılmış bu kampanyaya karşı bay­ rak açan birkaç milliyetçi kalemden biri de Peyami Safa idi.

Peyami Safa, daha önce de belirttiğimiz gibi sayıları pek az olan ve kendi kendini yetiştiren (oto-didakt) aydınlarımızdan biri olarak üzerinde eğilmeye değer bir. kişiliğe de sahiptir. Bu yönüyle bakılırsa gazetecilik ve romancılıktan fikir dene­ meciliğine geçişi ile Tanzimat yazarlarından Ahmet Rasimi hatırlatır. O ’nun fikir çalışmaları 2'nci Fel­ sefe Cemiyetine ilk tebliğini vermesiyle başlar.

Ken-BİLMECE

Gürültüler ortasında daha bir yalnızım,

Daha bir yağmur yüklü bulutum yokluğunla; Zaten bilmiyorum ki var olduğun zamanı, Yıllar tersine aksın değişsin ahnyazım. Düpe-düz çıkarmışsın beni, huysuz huyunla Unutuş çukurundan sevginin doruğuna. Savrukluğu bırak da birazcık olsun tanı: Titreyen fcu se s kimin, mor-ötesi bakış ne; Bil artık, ne olursun sormadan şuna-buna: Bir şeyi, bir yerinden tutup da; bırakış ne?..

Gültekin S Â M A N O Ğ L U

di çıkardığı Kültür Haftası’nda bu yöndeki çalış­ maları bir devamlılık kazanır. Türk Düşüncesi’nde yayınlanan ve daha sonraları Doğu-Batı Sentezi is­ miyle yayınlanan makaleleri O ’nun geniş kültürünün bir ürünü sayılırlar. Peyaminin bu alandaki ilk ve­ rimli eseri «Türk inkılabına Bakışlar» adlı kitabıdır. Tefrikası Cumhuriyet gazetesinin 22 Eylül 1938 ta­

rihinde biter ve kitap halinde iki kez basılır. Bu eser onun hararetle savunduğu bir milliyetçi tezidir.

Mustafa Çekip Tunç, bu kitaba yazdığı uzun tak­ dim yazısının bir yerinde şöyle söyler:

«Peyami Safa şimdilik en sonra gelenlerden ol­ mak ve bu inkılabı bütün gençliği ile birlikte yaşa­ yarak eserini olgunluk çağında vermek itibariyle, daha çok yaşanmış ve daha iyi beslenmiş bir konu üzerinde çalışmıştır. İnsanı kıskıvrak saran ve sar­ dıkça inandıran eserler daima hayat güneşi altın­ da pişmiş, solmaz renklerini bu güneşten almış olan eserlerdir. Akademik eserler bunların yanında çok daha ağırbaşlı olabilirler. Fakat bütün bu özellikler onları daha sağlam ve daha kıymetli yapmaya ye­ terli değildirler. Bu gibi eserlerde hayatiyetten ge­ len bir uçarlık gereklidir ki, bizi inkılap kadar hafif­ letsin ve vesveselerden kurtarsın. Onların ruhlara verdiği hayatiyet ve hafifliği bir havailik zanneden­ ler olabilir. Fakat bu hafifliğin ne kadar dinamik bir ruha, yumuşak bir zekaya ve incelmiş bir düşün­ ceye muhtaç olduğunu, yazı yazanlar çok iyi bilir­ ler. Kelime ve fikirleri bir kasırgaya tutulmuş tozlar (Lütfen Sayfayı Çeviriniz)

(8)

gibi havalandırmak ve imajlı bir düşüncelin gü­ neşinden çeşitli his ve renklerle her ruha nüfuz edecek gibi canlandırmak ancak yaratıcı bir üsluba sahip olanların işidir.»

Peyami bu denemesine önce birinci meşrutiyet devrinin fikir akımlarını incelemekle başlar. Türkçü­ lerin, İslamcıların ve garpçıların düşünce ve prog­ ramlarını, geri kalışımızda ileri sürülen reçeteleri ortaya koyar ve bunların eleştirisini en sona bı­ rakır. Milli mücadele ruhunu ise milliyetçiliğe bağ­ lar. «Bu ve o devirde yazılmış yazıların hemen hep­ si Milli Mücadele ruhunu tayin eder: Koyu Milli­ yetçilik».

Batı medeniyetinin gelişmesini araştırırken «Av­ rupa nedir?» sorusuna cevap arar. Avrupa hem bir kıta, hem de bir kafadır. Peyami’ye göre batı ka­ fası üç temele dayanır: Roma’nın toplum, Hıris­ tiyanlığın ahlak, Yunan'ın zeka disiplini.

Doğu ile batının gelişme farkını araştırırken, çaprazlama bir gelişme seyrine dikkati çeker. O'na göre İslam dini akılcıdır ve Aristo natürallzmlni içinde barındırmaktadır. Hatta 13’üncü yüzyılda ho­ calık bile etmiştir. Hiristiyanlık ise kendi mistisizmi içinde akla yabancıdır. Uzak doğunun Budlzmlne delince o, varlığı inkar eder ve kör bir metafiziğe ve mistisizme saplanmıştır. Türk düşüncesinin bü- vük temsilcileri saydığı Farabi ve İbnl Sina’da İse akılcılık hakimdir. O halde doğu düşüncesine değil, batıya mensupturlar. Ancak Gazali'den sonra misti­ sizme saplanan İslam düşüncesi artık batılı özelll- Sini kaybederek tekrar doğulaşmaya başlamıştır. Hal­ buki batı, İslam-Türk akılcı felsefesi ile yetişerek mistisizmden kurtulmuş ve tabiatcılığa doğru yö­ nelmiştir. Pevami’ye göre, eğer Hiristiyanlık merke­ zini Roma değilde Kudüs’te kurmuş olsaydı, belki de batının gelişmesi bu şekilde hızlı olmayacaktı. İste çaprazlama gelişmenin sırrı, çeşitli etkenler yu­ manı ininde bu olağanüstü yerleşme olayına bağla­ nır. Roma.

Hilmi Ziya Ülken, Peyami Safa’nın «Türk inkıla­ bına Bakışlar» kitabında ileri sürdüğü fikirler İle, daha sonraları Türk Düşüncesinde batılılaşmak üze­ rine yazdığı ve Doğu-Batı Sentezi’nde toplanan ya­ zılardaki fikirler arasında bir değişme olduğunu be­ lirtir.

Hilmi Ziya’ya göre Peyami Safa daha sonraları idealizme karşı çıkmamıştır. Birinci kitabında mis­ tik düşünceye hücum ederken, son yıllarında dine ve mistisizme daha çok bağlılık gösterir. Önceleri doğu kavramına toptan hücum ederken, daha sonra

onunla barışmış görünür. Türk inkılabında ortaya konan yeniliklerin eskiye hiç bir şey borçlu olma­ dığını belirten ilk fikirleri, daha sonraları yenilik­ lerin devamlı bir gelişimin eseri olduğu şekline dö­ nüşür.

iki kitapta ortaya konan fikirlerdeki bu deği­ şiklik gerçekten doğrudur. Nitekim Peyami Safa da kitabının ikinci baskısına yazdığı önsözde bu ko­ nuya dokunmuştur. Kısmende olsa kendisinin de farkettiği bu fikir değişikliği O'na göre, o devre mahsus yazı disiplini, eserin Kemalizme, Altıoka, tarih ve dil anlayışına ait son bölümlerinde resmi teze uymak zarureti içinde düşünce hürriyetinden doğan bazı kısıntılara katlanmak mecburiyetinden doğmuştur.

Gerçi Hilmi Ziya'nın ileri sürdüğü hususlar bi­ raz da kitabın temel felsefesi bakımından ana düşün­ celeri kavrayıcı nitelikteki noktalardır. Fakat Pe- yaminln açıklaması da önemli bir noktadır. Çünkü Milli Mücadele ruhunun romantizmini her Türk ay­ dını gibi Peyami de yaşamıştır. Bu romantizm yalnız­ ca edebiyat alanında değil, tarih, dil, milliyetçilik gibi konulardaki en bilimsel eserlerde ve sahiplerin­ de bile görülmüş gerçeklerdir. Çünkü Kurtuluş sa­ vaşımız sıralarındaki Türk nasyonalizmi, batının Türk- ler hakkındaki hiçbir objektif ölcüve sığmayan gö­ rüşlerinin ve istila emellerinin tepkisi olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Peyami’deki değişikliği son yıllarında daha cok bağlandığı mistik görüş ve olay­ ların değişmesi ile kavbolan radikalizmi yanında bu­ na da bağlamak gerekir.

Bir anma yazısına sığmayacak ölçüdeki kalem ustası Peyami Safa 62 yıllık ömrünün 43 yılını yaz­

makla geçirmiştir. 15 Haziran 1961 de ölüm habe­ rini lise birinci sınıfta iken Kayseri’de gazetelerden okumuştuk. Peyami o günlerde benim için meçhul bir yazardı. Bugün sayısı 140’ı aşan eser ve yazıla­ rını okudukça onu daha iyi anlıyoruz. Anlıyoruz ki O, edebiyatımızın yüksek tepelerinden, hatta zir­ velerinden biridir. Ölümüyle büyük bir yanardağ susmuş, kalem öksüz kalmıştır.

YENİ ÇIKTI

Edebiyatımızda önemli yeri olan şâirler

BEŞ HECECİLER

O. S. Kocahanoğlu

Fiatı: 10 TL.

(9)

mutlaka başarır. Lâkin olmayacak işlere girmez. Basra'nın edebi, garbin hikmeti, çinin san’atı Türk ler için çoktan belli şeylerdir.

Türklerin yürekleri temizdir. Onlarda batıl iti­ katlar, fasit düşünceler yoktur. Her Türk kendini arslan, düşmanını av, atını ceylan sayar.»

Hasılı bu sevimli, uğurlu, faydalı ve hizmetle­ riyle tarihe mal olmuş yaratığın neslini çoğaltmak hepimizin vicdanî ve İnsanî bir vazifesidir.»

Bu vaazı dinledikten sonra camiden çıkarken imam efendiyi tebrik etmiş ve hatta Veteriner oku­ lunda okuyup okumadığını da sormaktan kendimi alamamıştım. Ta ki kapının önünden biraz uzak­ laşınca yanıma yaklaşan birisinin:

«Beyefendi Dizim imam A.P.'lidir. Ekseri zaman at’tan bahseder.» diyene kadar.

AT neslini bile ehlileştirip hizmet ettirmiş mil­ letimizin; Üniversitelerimizde kurşun, Okullarımız­ da ve caddelerimizde tekme-tokat atanları nasıl olmuş da hâlâ ehlileştirememiş düşüncesiyle yolu­ ma devam ediyor, gelecek cumayı da adeta iple çe­ kiyor, acaba bu seferde nasıl bir vaaz dinleyece­ ğim diye merak ediyordum.

* * *

Başka bir köyde yine o gün geldi, hazırlandım gittim. Abdestlerini almış iki kişi camiye gelmek­ te olan birisini göstererek aralarında fısıldaşıyorlar- dı.

«Ey benim İlâhi ve en yüce din’im! menfaat ve ikbal için kimler senin gölgene sığınmadı ki. Bir ayağı çukurda kimler senin eteğine sarılmadı ki. «Külli men aleyha fan» Bu alemde herşey gelip geçicidir. Mealindeki âyet-i kerimedeki gerçeği geç de olsa anlamadı ki...

Ezan okunmaya başlamıştı. Yine eski nesilden bir imam efendi:

Kur'an-ı Kerîm’in (Kıyamet Sûresinden) «İnsan­ oğlu kendisinin başıboş bırakıldığını mı sanır?» mea­ lindeki âyeti okuyarak söze başladı.

Hayatta İki yol vardır. Birisi felâkete, sefa­ lete, cehalete, rezalete götürür. O birisi ise selâ­ mete götürür. Şair boşuna mı söylemiş.

«Kıymetli taşlar denizin kenarında değil, de­ nizin ortasındadır. Selâmet ise denizin ortasında değil, kenarındadır.» İşte bunun için selametin ipi­ ne sarılalım. Bağlı bulunduğu halkalar çürümedikçe kopmaz. Bu halkaları çürütmek için asırlardan beri gerek içden ve gerekse dıştan olsun, gayrı milliler,

DOSYALAR... DOSYALAR... Ne bilsin kaderde sürünmekte var Göya hizmet için koşmuş dosyalar. Dertyükü halinde görünmekte var Yığın yığın boydan aşm ış dosyalar. Beş-on yıl sürecek sanki bir sancı Hem yolcu bezgindir ve hemde hancı Davalı sahtekâr, şahit yalancı

Ekşi ayran gibi taşmış dosyalar. Tetkike yeltenen ömür bitirir aY sabrım, ya aklını; yitirir Koca karı gibi uyku getirir

Git-Gel den dolayı şaşm ış dosyalar. Hakk nedir bilmeyen kullar üflemiş Harçlar, Tebligatlar, pullar üflemiş Üç aydan üç aya yıllar üflemiş Sanki balan gibi şişm iş dosyalar. Zalimler mazlumu karahmışlar Mazlumlar gerçeği sıralamışlar. Kimbilir kaç kere yaralamışlar Kâtibin başına düşmüş dosyalar. Gönlünde bir ümit çırpınıp durur Bu kadar masrafa göl olsa kurur Sonunda koç olup; belki tos vurur Yeni tabir «Kuzu»laşmış dosyalar.

H. Cengiz ALPAY

ajanslar ve düşmanlar çalışmış durmuşlar, felâketi selâmet diye göstermişlerdir.

«Hayat nedir kİ, iki uçurum arası.» vecizesl doğ­ ru olsa bile yine de bu uçurumların arasındaki tek yel selâmet yoludur. Bu yoldan gidelim, selâmetle AKGÜN'lere gidelim.

Namazdan sonra çay ikram etmek isteyen bir delikanlı kulağıma eğilerek:

Beyefendi İmamın yaptığı Propagandayı dinle­ diniz. Eğer dini terbiyem müsaade etmiş olsaydı; İmam efendi hepimiz selamete gitmeyelim, biraz da «Harekete geçelim.» diyecektim dedi.

* * *

Başka bir köyde de İmam-Hatipli olduğunu tah­ min ettiğim imam Efendi Vaazına;

(Lütfen Sayfayı Çeviriniz)

(10)

Rahman Süresinin 5. inci âyetinde bulunan: «Güneş ve ay’ın hareketleri bir hesaba göredir.»

«Kafir olanlar birbirlerinin dostudurlar, sîzler aranızda dostluk yapmazsanız, yeryüzünde hem kar­

gaşa, hem de büyük fesat olur (1).

«İyi işler işlediklerini belirtmek için, amel def­ terleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara! Kö­ tülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara!

Eğer defteri sağdan verilenler ise; Ey sağcılar­ dan olan kişi sana selâm olsun!» (2)

«Biz onlara zulmetmedik onlar kendi kendile­ rine zulmettiler.» (3)

Daha sonra da AL-I İM R AN süresinin 137. inci ayetinde bulunan:

«Gevşemeyin, kaygılanmayın eğer siz inanmış­ sanız onlardan çok üstünsünüz.» mealindeki ayet-I kerime’leri okuyarak başladı.

Ey cemaatı müslimin; görüyorsunuz ki yüce Allah kitabı keriminde; güneşin A y ’ın bile hareket hâlinde bulunduğu, kâfirlere güvenilmeyeceğim, «sana senden fayda vardır.» Denmek istendiğini, sağcıların solculardan üstün, inanmışların inanma­ mış olanlardan daha çok güçlü olduğunu, zulmeden­ lerin kendi kendilerine zulmetmiş olacağını bildi­ riyor. Bizler de bu milletin evlâdı ve bu vatanın sa­ hibi olarak her türlü kötülüklere karşı harekete ge­ çelim. Malûm ya, «Nerede hareket, orada bereket» yani nerede hareket varsa, orada bereket vardır, di­ yerek vaazını tamamladı.

Yine birisi yanıma yaklaşarak; «işte bu imam böyledir. Ne Hz. İbrahim'e kurbanlık için gönderil­ miş K O Ç ’tan ve ne de SA Ğ ELİN faziletlerinden bahseder,» dedi.

*

* *

Başka bir köyün de mescidi var, imamı yoktu, sebebini sorduğumda; köy halkının ihtilâf hâlinde bulunduğunu öğrendim. «Kemend atamıyacak hale geldikten sonra hırsızlığa tövbe etmekte hiç bir fayda yoktur.» Misâli; dağlarda yol kesemez hâle geldikten sonra, köyüne inmiş olan bir eşkiyânm, bir mahkûmun şimdi de ayakkabılarını çalmaya baş­ ladığı için onu imam yapıp önlerine almak istedik- lerindenmiş. Pek tabiî diğerleri de, «İcâzetli olsa bile bizler bir eşkiyâ emeklisinin arkasında ayak­ kabılarımızın çalınma pahasına da olsa namaz k I- mayız. «LAWRENS»in peşinde bile namaz kılanlar koca bir imparatorluk çöktükten sonra ancak aldan­ dıklarını anlayabilmişlerdir. Fakat o devirler çok gerilerde kaldı. Çok şükür kimin kim olduğunu kı­

Bayram Sabahı

Güneş bir ağaç boyu kubbelerde nur Gökte huzur yerde huzur evde huzur. Her cami bir şenlik havasıyla dolar Fakirle zengin aynı saflarda durur. Okunur ezanlar «Allahüekber»!er O zaman yürek daha bir hızlı vurur. Ellerinde seccadeler binlercesi İnanmışların sokakları doldurur.

İnsan bırakır maddeyi tümden de bugün Döner iç âlemine sâde kul olur.

Başka olur bayram sabahı bir başka Genci ihtiyarı hepsi aynı duyguyla solur. Güneş bir ağaç boyu kubbelerde nur Gökte huzur yerde huzur evde huzur

Mehmet Halistin KUKUL

sa bir müddet sonra anlayabilecek kadar gönül gözlerimiz açılmış bulunmaktadır. Malûm ya; «Sa­ rımsak bile kokusunu ancak kırk gün gizleyebilir­ miş,» diyorlardı.

* * *

Böylece ve daha yüzlerce hatıra içinde aradan üç ay geçmişti. Üniversitelerine ve hatta okulları­ na politika sokulmuş olduğu için, bir müddet ol­ sun uzaklaştığım değil, âdeta kaçtığım şehrin tek­ rar yolunu tutarken şu neticeye vardım ki sadece okullarımız değil, camiilerimize de politikayı sok­ muşuz. Bazı imamlar siyasî kanaatlerine ve îna- nanışlarına göre nalıncı keseri gibi hep kendileri­ ne doğru yontuyorlardı.

(1) Enfal Süresi, âyet 73 (2) Vakıa Süresi, âyet 8-9-90-91 (3) Zührüf Süresi, âyet 76

Referanslar

Benzer Belgeler

以下二表格摘錄自“Uchiyama S et al.發表於 Nutrition (2011) 27: 287–292 之論文 Prevention of diet-induced obesity by dietary black tea polyphenols extract in vitro and

根據疾病管制局的統計,2010 年經由傳染病通報機制所獲得的 HIV 感染人數為 1,798 人。HIV

(p=0.417) JAK2 mutasyonu negatif olan hastalarda trombosit fonksiyon bozukluğu (ADP, kollagen, ristosetin ve epinefrine olan bozulmuş agregasyon yanıtı) oran olarak

[r]

Suların dezenfeksiyonu aşamasında ve özellikle dirençli mikroorganizmaların eliminasyonu söz konusu olduğunda, gama ışınlama kesin sonuç veren, enerji ve

Each year 48 million cargo containers move among the world’s sea ports and only a small fraction are thoroughly inspected. This means that seaports are

Sultan Süleyman, payitahtın levazım ikmali ve muhaberesi için çok önemli gördüğü Çekmece Köprüsü’nün yeniden yapılmasını Mimar Sinan’a emretti ve

beklenmedik bir şey • İnönü dolu bir kadehle yanıma geldi ve, Karakız, benim elimden bir şampanya içer misin?’ diye sordu.. Alkol kullanmadığım halde şampanyayı