• Sonuç bulunamadı

Eski Akşam'ın son yılları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Eski Akşam'ın son yılları"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cumhuriyet 8 ı u ±

Esld

AKŞAMrn

Sonulları

Hıfzı TOPUZ

“Para kazanmak

için gazeteci

olmuyorum;

YAZI İŞLERİNDE — (Sağdan sola) Cenıalet tin Bildik, Cemal Refik. Şahap Balcıoğlu, Sa­

dettin Cökçepmar, Arif Derebeyoğlu ve ben. 1949 ekiminde gazetenin yazı işlerindeyiz.

ben, meslek olarak gazeteciliği seçtim,,

%

Akşam

çalışanlarından:

Enis Tahsin

TİK

Cemalettin

Bildik,

Sadettin

Gökçepınar,

Vâlâ Nurettin,

Şevket Rado,

Şahap

Balcıoğlu ve

Faik Şenol.

9 Akşam claki

ilk öğle

yemeğim:

Peynir,

ekmek ve

kavun.

9

Adliye ve

polis

muhabiri

- 1

-Dostum .Mehmet Şeyda'nın Yedttepe'de (1) yazdığı «Ak­ şam» anıları beni 30—35 yıl öncesine götürdü. Hukukta o-

kuyordum. Gazeteci olmayı aklıma koymuştum. Hemen hemen bütün gazeteleri dolaşarak muhabirlik arıyordum. Akşam'a da gittim. Necmettin Sadak’la birlikte gazetenin sahibi ve aynı zamanda genel müdürü durumunda olan Kâzım Şinasi Dersan’ı gördüm. Kâzım bey gazetenin pat­ ronu sayılıyordu. Beni biraz soğuk karşıladı. Oysa Kâzım bejde «sihri» bir akrabalığımız vardı. Ama kendisini hiç görmemiştim. Kâzım bey beni uzun uzadıya sorguya çek­ ti. Nerede okudunuz? Babanız kimdi? Niçin gazeteci ol­ mak istiyorsunuz? Yabancı dil biliyor musunuz?. Sonra benimle Fransızca konuşmaya başladı. Sonunda da «Şim­ dilik boş kadromuz yok. Olunca ben size haber veririm» dedi. Bir ara umuda kapılmıştım, birdenbire fena bozul­ dum.

— Beyefendi, dedim, beni boşuna oyalamayın. îş yok diye açık açık söyleyin. Boş yere beklemeyeyim..

— Hayır, dedi. İleride iş olabilir. Size haber verece­ ğim!

Kös kös döndüm. Ama, aradan bir ay geçti geçmedi. Akşam’dan haber geldi. Kâzım bey beni çağırmış. Hemen gittim. 1947 yılının ekim ayıydı. Yine Kâzım bey beni bi­ raz soğuk karşıladı. Hemen o gün işe başlayabileceğimi söyledi.

— Yalnız, dedi, Yekta’nın kardeşi olduğunuz için bu­ rada imtiyazlı bir muamele görmlyec.eksiniz. Aylık konu­ sunda da fazla umuda kapılmayın. Bizim durumumuz ö- teki gazetelerinkine benzemez. Ayda ancak 50 lira ala­ caksınız!

— Tamam, dedim, ben para kazanmak İçin gazeteci olmuyorum. Ben meslek olarak gazeteciliği seçtim. Bunu bir basamak yapmak niyetinde değilim. Paranın da öne­ mi yok!

Gerçekte paranın öyle bir önemi vardı ki.. Üç yıl ön- ce babam ölmüştü.._____ _____________________ .____

9

BÜYÜK PARA

Remzi

ağabeyin

ziyaretçileri

arasında çok

genç ve

güzel

kızlar da

olurdu.

Benim de hiçbir yerden beş paralık bir gelirim yok­ tu. Ağabeylerimden ayda 5—10 lira alıyordum. Bir de bü­ yükannemin üc aylıklarından bana ufak bir pay düşü­ yordu; o kadar. 50 lira aylık o zaman benim için büyük para sayılabilirdi.

Kâzım bey benim Beyoğlu muhabiri olacağımı söy­ ledi. O zamanlar Beyoğlu muhabirlerinin görevi İstan­ bul'a gelen yabancıları büyük otellerde, örneğin Park O- tel’de, Pera Palas’ta, Konak - Tokatlıyan’da veya Yeşil­ köy hava alanında yakalayarak demeç almaktı. Akşam - da bu işe Galatasaray’dan arkadaşım Şahap Balcıoğlu bakıyormuş. Kâzım bey bu konuşmasından sonra inter- fonun düğmesini çevirerek İstihbarat Şefi Mustafa Ragıp

POLİTİKA_______ ,

Demokrasi İçin

VE ÖTESİ

mk e m a l

Yazdıklarımızı pekiştirmek, ya da süslemek için eski şairlerimizden dize­ ler, iki dizeler (beyitler), ya da dört­ lükler alırız. Bunların dili eskidiğinden anlaşılması İçin açıklamalar yaparız. Tanınmış, yazılan tatlıca okunan genç yazarlarımızdan biri, geçenlerde bana bir şey sordu:

«Abi.» dedi. «Şecaat azlederken merd-i kipti sirkatin söyler’in bugün­ kü dille tam anlamı nedir?*

Dilimin döndüğüne« anlattım. Sonra sordum:

«Bu dize kimindir, biliyor musun?» «Aaa, bu dize midir? Ben atasözü sanıyordum.» dedi.

Söylenecek söz yoktu. Bir şeyler söyleyecek olsam, bilgiçlik taslamış, ukft lalık etmiş olurdum, sustum.

Dilimiz özleşip, geliştikçe eski di­ zeler, ağdalı deyimler de kullanılmaz oluyor; bu yüzden de eski sözleri kul­ lananlarla gençlerin arası açılıyor. Bu durumu açıklar gibi olduğumuzda, «Adam sen de, şimdi bunları kim bilir, kim kullanır!..» diyenler çıkıyor. Eski dilden yana bağnazlık edenlerin ekmek lerine yağ sürmemek için kurcalamak istemiyorum.

Eski bir şairimiz, «Herkesin m ak­ sudu bîr amma rivâyet muhtelif» de­ miş. Bunu öyle sanıyorum ki demokra­ sinin tanımı için söylemiştir. Gerçi bu şairimizin bu dizeyi söylediği dönemler de demokrasi yoktu ama, herhalde kar­ gaşalı tartışmalar çoktu. Bugün demok rasi çok gibi görünüyor, kargaşalı ta r ­ tışmalar sürüyor. Anayasal bir demok­ rasi kurmak için başımıza gelenleri gör müyor musunuz? Her kafadan bir »es çıkmaktadır.

Avrupa Ekonomik Topluluğu Ülke­ lerinde (AET), 1973 yılından bu yana, yılda iki kez, geniş çapta kamuoyu yok lamaları yapılır. Bu kamuoyu yokla­ maları sadece Avrupa’nın geçmişini de­ ğil, geleceğini de kapsar. Ekonomik, sosyolojik, politik sorular yanında, de­ mokratik sorular da soruyorlar.

Bu sorulardan biri de, «Demokra­ sinin çalışma biçiminden memnun tnu-

sunuz?»dur. İşte demokrasinin beşiği olan ülkeler halklarının soruya ver­ dikleri yanıtlar İlginçtir. Yanıt veren­ lerin yüzde 43’ü hayır derken, yüzde 40’ı evet diyor. Yanıtlarda 1978 yılına

oranla bir azalma görülürken, 1973 — 1981 dönemine göre bir artma var. An­ cak topluluğun çeşitli ülkeleri arasında dokuz yıllık bir döneme dağılan bu or­ talamada önemli ayrılıklar gözleniyor. Demokrasiden ve işlerliğinden en çok hoşnut olan ülkelerin başında Alman­ ya geliyor. Almanlar, yüzde 74 evet de­ mişlerdir. Almanları, DanimarkalIlar. Lüksemburglular, HollandalIlar, İrlan­ dalIlar ve Ingilizler izliyor. Ingilizler- den çıkan evet yüzde 53'tür. Daha son­ ra yüzde 48’le Belçikalılar, yüzde 44’le Fransızlar, yüzde 19’la da Italyanlar geliyor. Araştırma sonuçlan üstünde görüşlerini belirleyen yazar diyor kİ:

«... 1981 yılı sonunda, Lüksemburg, Danimarka, Fransa’ya yönelik sayılar, sıraladığımız ulusal ortalamaların çok üstünde yer alıyor. Hattâ Fransa’da ‘evet’ yamtı çoğunluğu oluşturuyor. Bu­ na karşılık İngiltere’de ve özellikle Bel­ çika’da belirgin bir gerileme görülüyor. İtalya’da halkın hoşnutsuzluğu, yiizde 49’a karşı yüzde 35 oluyor. 1980 İle 1981 ekim döneminde sol görüşlü Fransızla­ rın hoşnutsuzluktan hoşnutluğa dön­ düklerini İzliyoruz.»

Demokrasi çetin bir rejimdir. Eko­ nomik ve sosyal koşulları hazırlanma­ dan geçilirse çoğu ülkelerin ellerine yüz lerine bulaştırdıkları, dahası var, dik­ taya dönüştükleri görülür. Demokrasi­ den halk kadar, halka karşı güçler de ustalıkla yararlanırlar. İşin tuhaf ya­ nı, bunu gene demokrasi adına, halkı aldatarak yaparlar. Bunun için de kimi­ leri, «Kötülerin içinde en İyisi gene de­ mokrasidir» derler, göz boyarlar.

Herkes bilir ki, demokrasiyi, halk kurar ve benimser. Halk adına başka­ ları demokrasiyi kurmaya girişince sis tem yozlaşıyor, bunalıyor. Oylamanın, seçimlerin gecikmesi karşısında, halkın sisteme katılması da güdümlü oluyor. Belli demokrasiye karşı bir bezginlik başlıyor. Bu bezginlik sadece geri kal­ mış ülkelerde görülmüyor, demokrasi­ nin beşiği sayılan ülkelerde de kendini gösteriyor. İngiltere’de bu bezginliğin sağa, Fransa’da sola kaymasını böyle yorumlayanlar var. Kamuoyu yoklama­ ları bunun için yapılıyor ama, değer­ lendirmesini bilenlere... Bilmeyenlere ne denir!..

Esatlı'yı odasına çağırdı. Bizi tanıştırdı. Ragıp beyin kim olduğunu zaten biliyordum. Kartal’dan ve Nişantaşı’ndan çok uzak bir komşuluğumuz vardı. Ama, o beni elbette tanımıyordu. Kâzım bey,

— Hıfzı beyi gazeteye aldım. Beyoğlu’na bakacak. Şahap bey bu işleri Hıfzı beye devretsin, dedi.

Ragıp bey çok saygılı davrandı bana karşı. Büyük yakınlık ve ilgi gösterdi. Beni alıp Yazı İşleri ve İstihba­ rat salonlarına götürdü. Yazı işleri müdürü Enis Tahsin Til’di. Enis bey bütün yaşamını yazı işlerinde geçirmiş, çok saygınlığı olan, aydın, bilgili, görgülü bir kişiydi, ö n ­ ce onunla tanıştık. Büyük nezaketle beni karşıladı. Mes­ leğimde başarılar diledi.

Ragıp bey sonra beni Hilâli Siymen’e tanıttı.. Hilâli bey gazetenin sekreteri, yani. Enis beyin yardımcısıydı. Giritli olduğundan Türkceyi Rum gibi konuşuyordu. Hi­ lâli bey OsmanlI döneminde sansür memurluğu yapmış olduğu için bütün yazıları makaslar, kuşa çevirirdi. Ama gazetenin temel direklerinden biriydi. Yazılar mutlaka ondan geçerdi. Enis beyin hasta veya izinli olduğu gün­ lerde gazeteyi o çıkartırdı. Bir yandan da iki buçuk li­ raya «Her Akşam Bir Hikâye» sütununa çeviri hikâyeler yazardı. Hilâli bey kendinden büyük, önemli kişilere kar­ şı çok saygılı olur, onlarla telefonla konuşurken bile düğ­ melerini iliklerdi. Ama. muhabir takımına hiç yüz ver­ mezdi. Telefonda uzun konuşan oldu mu «Kardasum. kes artık şu telefonu!» diye söylenmeye başlardı.

Gazetede daha başka kimler vardı o gün? Anımsa- maya çalışıyorum:_______________________________

9

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

Cemalcddin Bildik: Gazetenin sorumlu yazı işleri mü­ dürüydü. Ama, gazeteyi çıkartmak yalnız pazar günleri onun göreviydi, öteki günler o da Hilâli bey gibi sekreter olarak çalışırdı. Gazeteye sabahları saat yedide gelir, sa­ bah gazetelerini tarar, yazılara başlık atar ve öğleye doğ­ ru giderdi. Haftada birkaç kez de röportaj yapardı. Bil­ dik. Yazı İşleri odasında değil. İstihbarat odasında çalı­ şırdı.

Cemal Refik Delibaş: Çok efendi bir dostumuzdu, ü - çüncü sayfada tek sütunluk bir fıkra yazardı. İç sayfalar­ da da «Mahkeme Koridorları» adlı sütunları doldurmakla görevliydi. Bunlar hep uydurma adliye hikâyeleriydi. Ce­ mal Refik’in de İstihbarat salonunda bir masası vardı. Kendisiyle yıllar boyu hep aynı odada çalıştık.

Yazı İşleri salonunda Enis ve Hilâli beylerden başka iki kişinin daha masası vardı- Vâlâ Nurettin'le Şevket Rado’nun. Gazeteye ilk gittiğim gün onlarla karşılaştığı­ mı sanmıyorum. Ama sonra, yıllar boyu hep birlikte ça­ lıştık.

Gelelim İstihbarat kadrosuna. Bütün İstihbarat kad­ rosu üç kişiden oluşuyordu. Ben gelince kadro dörde yük­ seldi. İstihbaratta ilk tanıdığım kişi Sadettin Gökçepınar oldu. Sadettin o zamanlar Vilâyete, Belediyeye, Milli Eği­ time ve Sağlık Müdürlüğüne bakıyordu. Hemen Sadettin’- le dost olduk. Şahap o gün gazeteye uğramamıştı. Sadet­ tin beni yanma alıp kendi gittiği yerlere götürdü. Sağlık Müdürü Faik Yargıcı ile, İktisat Müdürü Emin Erer’le ta ­ nıştırdı. Her gittiğimiz yerde beni tanıtırken öyle abar- tıyordu ki. biraz sıkılıp kızarıyordum.

# BALCIOĞLU KULUNUZ

Şahap Balcıoğlu hem okuldan, hem izcilikten, hem de Nişantaşı’ndan arkadaşımdı. Aynı sokakta oturuyorduk. Mesleğe başlayalı üe dört yıl oluyordu. Başarılı bir röpor­ taj yazarı olarak tanınmıştı. Geniş bir çevresi vardı. Ha­ berleri genellikle telefonla alıyordu. " «Efendilini, Şahap Balcıoğlu kulunuz arzı hürmet eder..» diye söze başlıyor kahkahalarla süre giden bir telefon konuşmasının ardm- dan bütün haberleri derleyip toparlıyordu.____________

# REMZİ AĞABEYİN ZİYARETÇİLERİ

Remzi Tozanoğiu en büyüğümüzdü. Adliye ve Polise bakıyordu. Herkesle «Ağbeyclğim» diye konuştuğu İçin kendisine «Remzi ağabey» deniyordu. Remzi ağabey de gazeteye sabahları altı buçuk, yedide, geceden kalma bir mahmurlukla gelir, telefonla Ankara haberlerini alır. Savcılığa, Emniyet Müdürlüğüne telefon eder, haberleri toparlar giderdi. Remzi ağabeyin ziyaretçileri hiç eksik olmazdı. Aralarında çok genç ve güzel kızlar da olurdu. Remzi beyle konuşmak İçin sıra bekleyenlere rastlardık. Remzi bey onlarla neler konuşurdu, bilemezdik. Sonunda Remzi ağabey onlardan biriyle çıkardı. Remzi beyin özel yaşamı hepimize biraz gizemli görünürdü. Ama hepimiz Remzt ağabeyi sever, sayardık. Kimin poliste işi varsa. Remzi ağabey hemen telefonla hallediverirdi.

Spora Şazi Tezcan bakıyordu. Çok erken öidü. Stad müdürü olduğu için gazeteye az uğruyordu. Onun yazıla­ rını genellikle Halûk San getiriyordu. Şazi ağabey stadda herkese bilet ayarlıyor ve çok seviliyordu.

Foto muhabirimiz Faik Şenol eski ve tecrübeli bir mu­ habirdi. Ama. bir süre sonra bir dergi yayınlayarak gaze­ teden ayrıldı. Yerine önce Miieddep Eritmen baktı, sonra da Meftun Oigaç.__________________________________

# PEYNİR EKMEK VE KAVUN

îlk gün Sadettin’le Belediye ve Vilâyet turunu ta­ mamladıktan sonra gazeteye döndük. Akşam çoktan bağ­ lanmış. basılmış ve satışa çıkmıştı. Artık ertesi günün İç sayfalan hazırlanıyordu. Mürettipier gelip gidip ertesi güne girecek yazıları topluyorlardı. Mürekkep ve kâğıt kokusu vardı bütün gazetede.

Sadettin «Yemek İçin bir sözünüz yoksa beraber yiye­ lim. Ama kusura bakmayın» dedi. Ne sözüm olacaktı kİ. Yıllardan beri bu havayı bekliyordum. Sadettin odacı Ca- vid’in eline bir lira verdi. Kavun, beyaz peynir ve ekmek ısmarladı. Sabah gazetelerini masamızın üzerine serip soframızı hazırladık. Akşam’da ilk öğle yemeğimi Sadet- tin'le birlikte yedim. O kavunun, beyaz peynirin tadı hâlâ damağımdadır. Ondan sonra daha aylarca, yıllarca o ma­ saların üzerinde hep birlikte çayımızı içtik, simidimizi ye­ dik. Aynı heyecanları hep birlikte yaşadık. Sadettin, Şa­ hap, Arif Derebeyoğlu, Semih Balrıoğlu. Ferruh Doğan, Melih Cevdet- O ilk günden sonra Sadettin en yakın dos­ tum oldu. Aradan 35 yıl geçti, hâlâ öy’edir.

(1) Yedltepe Sanat Dergisi, nisan 1982,

(2)

Al

5

Esi

<$AIN

km Yıl

d

fim

lan

ElıfaTOF

uz

Mustafa Ragıp:

“60 yaşında çocuk,,

• Silah ticaretine adı karışm ış ve

çok büyük paralar kazanmış olan

Servet Lütfü Tozan, gazetede Ragıp

Beyi ziyaret ederdi.

• Rıza Tevfik: Bu solculuk nedir,

Marksizm nedir, ben hiç

bilmiyorum. Ragıp size sormamı

söyledi. Bana kısaca bunları

anlatır m ısınız?

Ragıp beyin

sayfalık

yazısı 2 sayfaya iniyor

-2-Mııstafa Ragıp Esatlı Ak- fam ’m en renkli kişilerin­ den biriydi. 1930'lardan be­ ri Akşam’da çalışıyordu. Ga

2etede İkinci Meşrutiyet dö nemi ve İttih at Terakki ile ilgili yazı dizileri yayınlan­ mıştı. Bu döneme gençli­ ğinde tanık olmuş, sonra da gazeteci olarak olayları çok yakından İzlemişti. Ragıp bey canlı bir tarih gibiydi. Meşrutiyet ve Mütareke dö­ nemlerinden söz açılacak ol­ du mu heyecanlanır, hır­ çınlaşır, bir zamanlar kız­ dığı eski politikacılara yıl­

lar önceki düşmanlığı İle en ateşli saldırılarım yapar­ dı. Oysa bu kişiler dünyadan göçeli en az yirmi yıl olu­ yordu.

Ragıp beyin yalnız bu dö­ nemi kapsayan korkunç bir belleği vardı. Bir sabah er­ ken saatlerde, daha İdare ve ilan memurları gelmeden ön ce gazeteye bir ölüm ilam getirmişler. İlan yazı işleri­ ne gönderilmiş. Ragıp bey ilam okuyunca, «Olmaz böy le şey. Ayanda (Senatoda) böyle bir üye yoktu! Biz bu İlanı basamayız» demiş.

îş büyümüş, ölenin aile­ sine telefon etmişler. Onlar

Mustafa

EKMEKÇİ

Tadından \en m ez

M

İTTE Tuncay, «Türkiye Cumhuriycti’nde tek parti yönetiminin kurulması <1923 • 1931)» adlı yanıtında, «Serbest Cumhuriyet Fırkası», denemesine girişi iş ­ lerken, bö'üme «Güdümlü bir demokrasi deneyi» başlı­ ğını koymuş. Parti’nin kurulmasına yakın, İsm et Paşa, 17 Haziran 1930’da şöyle der: (A. U s’un Anılarından)

«— Gelecek intihabatta (seçimlerde) bir muhalefet partisi de gelecek. Memleketi norma] şekilde idare için bu lazım. Bunu biz, yapmazsak kimse yapamaz. Tec­ rübemiz mazimiz var. Bizi münakaşaya mütehammil gör­ müyorlar. Halbuki biz tamamen bunun aksini düşünü­ yoruz. Bu memlekette söze, yazıya karşı fazla hassasi­ yet var, bu hal geriliğin alametidir. Nasıl ki garp mem­ leketleri münakaşa ve mücadeleye alışm ış ise biz de alı­ şacağız. Ancak şimdi fırka meselesinden bahsi muvafık bulmam, dabr. bir bucuk sene var. Bir sene sonra görü­ şülebilir. Fethi Beyle aramızda telakki farkı vardır. Onun başka bir fırka başına geçmesini düşündük. Fa­ kat bilmiyoruz kabul eder mi? Çünkü ne de olsa bunda bir risk vardır.»

Mete Tuncay, Serbest Cumhuriyet Fırkası’mn kuru­ luş öyküsünü anlatırken şöyle diyor:

«... SCF resmen 12 Ağustos 1930’da kurulmuştur. Fethi Bey'in Cumhurbaşkam’na yazdığı mektup 9, Cum- hurbaşkam’nm cevabıysa 11 Ağustos tarihlidir. Konunun dört giiu önce, basma sızdırılmasından da anlaşılıyor kİ fırka işi resmi mektuplardan evvel görüşülmüş ve karar­ laştırılmıştır. Hatta, bu tasarını iki ay öncesine bile git­ mektedir.

22 Temmuz 1930’da Paris Büyükelçiliği’nden İki ay­

lığına izinli olarak İstanbul’a gelip, Boğaz’da dostu Nec- meddin Molla (Kocata.ş) nın yalısına yerleşen Fethi Bev 23 Temmuz gecesi Yalova’ya Gazi’yf görmeye gittiğinde, ortak arkadaşları (Rize Mebusu) (Fuat Bulca kendisini «Sana bir muhalif fırka teşkili teklif olunacaktır. Sakın bu teklife kapılma... Sana yazık olur.» diye uyarmıştır. Nitekim, birkaç akşam sonra, Gazi, Fethi Bey’e şu söz­ leri söylemiştir:

«Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir diktature manzarasıdır. Halbuki ben Cumhuriyeti şahsi menfaatim için yapmadım. Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra ar­ kamda kalacak m üessese, bir istihdaf müessesesidir. Ben ise m illete m iras olarak bir istibdat m üessesesi bı­ rakmak ve tarihe o süretle geçmek istemiyorum.»

Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimi uzun sürmez, îsm et Paşa, Atatürk’ün demokrasiye olan tutkusunu sür­ dürmek istedi. Yaşamı, partiler arasmda olduğu gibi, parti içinde de demokrasiyi yerleştirme çabalarıyla geç­ ti. Birkaç kez, «Serbest Fırka’mn kapatılmış olmasının bizim demokrasiye geçişimizi geçıktirdiğini» söyleyip içi­ ni döktüğünü. Paşa’nm yakınında siyasal yaşamlarını sürdürmüş olanlar bilirler.

irkir

Danışma Meelisi’nden geçen geçici maddelerden ba­ zıları, eleştirilere, yankılara yol açtı. Aylar önce «Cum- huriyet»te, Kasım’da yapılacak Anayasa oylamasında, bir ikinci sandık konulacağı, bu sandıkta da Cumhurbaşkan­ lığı seçiminin yapılacağı haber olarak yayınlanmıştı. Bu haber yalanlanmadı. Ancak, aynı gün Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılamayacağı; onun örneğin 14 Kasım’da ya­ pılabileceği yorumunu yapan arkadaşlarımız oldu. İki sandıktan neden vazgeçildi? Bunu bazıları şöyle yorum­ luyorlar:

— îk î sandıktan çıkacak oylar farklı olursa, bu çe­ şitli yorumlara yol açabilir...

Konunun Danışma Meclisi Anayasa Komisyomı’nu da aşan bir nitelik taşıdığı, safir aralarında, belirtiliyor. Teoman Erel merak ediyor:

— Acaba Aldıkaçtı, Konsey’deM bir hazırlığı aynen m i getirdi, yoksa oradaki tem el tercihleri öğrendikten sonra önem taşıyan ayrıntıları kendi eğilimlerini de ak­ settirecek şekilde mi kaleme aldı?

Danışma Meclisi çalışmalarını yakından izleyenler, Konsey kanatlarında da benzeri çalışmaların —hatta anın­ da— yapıldığını bilirler. Danışma Meclisi’nde maddeler geçer geçmez, bir örneği o saat, Konsey Genel Sekreter­ liğ in e gider...

Tartışmaların, önerilerin orada da yankılan olur. Ş e­ ner Akyol, Anayasa’nm başlangıç bölümüne «Allah» söz­ cüğünü koyacaklarım söylediği zaman üst katlarda da, bu öneriye kızanlar oldu. Bu ne biçim işti? Din dersle­ rinin zorunlu okutulmasının. Anayasaya konmasının he­ men ardından, «Tercümansın hazırlattığı din dersleri ki­ taplarını okurlanna dayaması, yine bazılarını düşündür­ meye başlamış olmalıydı! Bakalım ne olacaktı?

12 Eylül öncesi, şimdi kapatılmış siyasal partilerin, yöneticilerine gelmesi beklenen yasaklarla ilgili hüküm­ ler, geçici maddeler arasında yok. Oysa ben, düne de­ ğin; yeni oluşacak partilerin yönetiminde, eski partilile­ rin İlete birinden fazlasının bulunamayacağına ilişkin hükmün de yer alacağım duymuştum. Duyduklarım çık­ madı.

Geçtiğimiz hafta cuma günü, bir otobüs dolusu ga­ zeteci Samsun'a, oradan Çarşamba’ya gittik. Çağıran Rahmi Menteşoğlu adına basın danışmanı Vedat San- oğhı’ydu. Milli Savnnma’dan, çeşitli bakanlıklardan uz­ manlar da vardı. Çarşamba’da, Menteşoğlu kardeşlerin kurdukları Uç yeni fabrikanın açılışında bulunduk. Ün­ ye'de Çamlık’ta yemek yedik...

Menteşoğullan, bu yıl vurtdışma kurbağa bacağı, salyangoz satıp döviz getirmişler. Çarşamba’da bu kez, erkek gömlekleri fabrikasıyla, fındık kırma, bir de par­ ke fabrikası açıldı. Başbakan Ulusu da, açılış törenine bir mesaj göndererek, Menteşoğlu kardeşleri kutladı. Anayasa’nm geçici maddeleri, biz Çarşamba'dayken geç­ ti. Dönüşte bazı arkadaşlar, sordular: :

— Anavasa’dald bu sınırlamalardan sonra, bakalım ne yazacaksınız?

— Öyle bir gazetecilik yapacağız M, tadından yen­ m ez’

da şaşırmış. Ailenin büyük­ lerine sorup merhumun ter cümei halini araştırmışlar. Ragıp bey haklı çıkmış; ölen kişi Ayan üyesi değil­ miş.

Ragıp beyin Prens Saba­ hattin’e ve onun yaşamın­ da önemli bir yeri olan Sat vet Lütfi Tozan’a büyük bir düşkünlüğü vardı. Neden, bilinmez. Satvet Lütfi To­ zan, tüm yaşamı büyük se­ rüvenlerle geçmiş, galiba uluslararası silah ticaretine adı karışmış ve çok büyük paralar kazanmış bir kişiy­ di. Zaman zaman Ragıp be yi görmek için gazeteye de geldiği olurdu. Ragıp bey, Satvet Lütfi’ye karşı son de rece saygılı davranırdı. Bu saygı ve sevgi belki de Ra- gıp beyin Satvet Lütfinin maceralı yaşamına hayran­ lığından geliyordu.

Her ne hal ise, ölçülü ya­ şamıyla Ragıp bey şüphe yok ki Satvet LÜtfi’nin 180 derece karşıtı olan bir kişiy­ di. Prens Sabahattin’in sa­ vunduğu «ademi merkeziyet ve teşebbüsü şahsi» düşün­ celeriyle de Ragıp beyin uzaktan yakından bir İlişki­ si olduğunu sanmıyorum.

£ Rıza Tevfik ve sakalı

Ragıp beyin yakın dostla­ rından birt de şair ve filo­ zof Rıza Tevfik’ti. Rıza Tev fik sürgünden döndükten sonra galiba Kadıköy taraf­ larında bir yerde oturuyor­ du. uzun beyaz sakalıyla Tolstoy’u andıran bir görü­ nüşü vardı. Sokaktan ge­ çerken herkesin dikkatini çekiyor ve İnsanlar parmak la birbirlerine kendisini gös teriyorlardı: «tşte eski yüz elliliklerden Filozof Rıza Tevfik!»

£ Solculuk nedir, Marksizm nedir?

Rıza Tevfik, Ragıp beyi görmek için zaman zaman Akşam’a gelir ve hepimizle dostluk ederdi. Çok büyük sempatimiz vardı Rıza Tev- fik’e. Şiirlerini ezbere bili­ yorduk. Kafası pırıl pırıl, nazik, sevecen ve nur yüz­ lü bir kişiydi. Birgün bana, <— Bakınız oğlum, dedi. Bu solculuk nedir, mark- sizm nedir, ben hiç bilmiyo­ rum. Ragıp size sormamı söyledi. Bana kısaca bunla­ rı anlatır mısınız?»

Kısaca ne anlatılır? Dili­ min döndüğü kadar genel şeyler söyledim. Çok ilginç buldu.

«— Bunları mutlaka oku­ mak, öğrenmek isterim, de­ di. Bana bu konuda bazı ki­ taplar tavsiye eder misi­ niz?»

Neler önerdiğimi unut­ tum ama, birkaç hafta son­ ra Rıza Tevfik gazeteye gel­ diği zaman yine beni gör­ dü.

«— Çok istifade ettim. Çok ilginç şeyler okuyorum» dedi.

Gazetedeki arkadaşlar, başta Şahap Balcıoğlu ve Sadettin Gökçepmar olmak üzere,

«— Yahu, adamı bu yaş­ tan sonra solcu yapacaksın. Bu kadar çektiği yetmiyor­ muş gibi adamın başına ye­ niden iş açılacak» dediler..

%

Ragıp Bey ve cıgarası

Ragıp bey dalgınlığı İle ün salmıştı. Bir gün gittiği bir toplantıdan başkasının paltosuyla döndüğünü bir­ kaç gün sonra fark etti. He­ men sağa sola telefonlar e- dildi. palto geri geldi. Ragıp bey kendi paltosuna kavuş­ tu.

Ragıp bey çok cıgara 1- çer, cıgarasınm birini sön­ dürmeden ötekini yakardı. Her girdiği odada tablala­ rın üzerinde cıgaralarmı u- nuturdu. H atta Cemal Na­ dir, Ragıp beyin, ağzında ve elinde birkaç cıgarayla bir karikatürünü yapmıştı.

Ragıp bey çok çabuk si­ nirlenen bir insandı. Gaze­ tede İstihbarat şefliğinden başka bir görevi de Şehir ve Belediye Meclisi toplan­ tılarını izlemekti. O yıl­ larda bu toplantılara gaze­ telerde Parlamento toplan­ tıları gibi geniş yer ayn­ indi. Ragıp hey bu toplan­

t ı l a r ı izledikten sonra beye-.

can İçinde gazeteye gelir ve herkese bunları uzun u- zun anlatmaya koyulurdu. Sonra çantasını açar. İçin­ den notlarını çıkartır, say­ faları birbirine karıştırır ve sinirlenirdi. O dönemde ga­ zetenin iç sayfalan bir gün önceden bağlanır ve ertesi güne yalnız ilk iki sayfa ka lirdi. Bütün güncel iç ve dış haberler o iki sayfaya sığdınlacağı için her sabah büyük güçlükle çekilirdi. Ragıp beyin yazılarının da iç sayfalara girmesi, hiç de ğilse bir gün önceden dizi­ lip hazır olması istenirdi.

£ «Çok uzattın treni kaçıracağım»

Ama, Ragıp bey bir tür­ lü tartışmaları özetleyip to- parlayamazdı. Her konuş­ manın onun için ayn bir önemi vardı. Hiçbirinden fedakârlık edemez ve yazı­ lar uzadıkça uzardı. Hilâli bey Bakırköy’de otururdu ve her akşam altı trenine yetişmek isterdi. Onun için de Ragıp beyin başına diki­ lir.

«— Haydi Ragıp, kes şu haberi. Çok uzattın. Treni kaçıracağım» diye söylen­ meye başlardı.

Tabii Ragıp bey bu sözle­ re deli olur, başlardı bağır­ maya. Ragıp beye birşeyler olacak diye hepimiz korkar dtk. Ragıp bey onbeş sayfa yazı bırakmışsa ertesi gün o yazı iki sayfaya indirilir ve onun özellikle çok önem

verdiği bölümlerin hiçbiri gazeteye girmezdi. Ertesi gün Ragıp bey gazeteyi gö­ rünce ateş püskürmeye baş lar, tansiyonu yirmldörde çıkardı. Hilâli bey de Ragıp beye yakalanmamak İçin ka çacak delik aradı.

Ragıp beyle Hilâli bey her gün sabahtan akşama ka­ dar kavga ederler ama. yi­ ne de birbirlerini çok sever­ lerdi. örneğin Hilâli bey Ragıp bey için her zaman,

«— Aman, bu çocuğa bir- şey olacak diye çok korku­ yorum» derdi.

Hilâli beyin «çocuk» de­ diği Ragıp bey altmışın üs­ tündeydi herhalde. Biz bu «çocuk» sözüne çok güler­ dik.

Ragıp bey Yazı İşleri Mü dürü Enis Tahsin Til’e de çok İçerlerdi. Ünlü bir fık­ ra yazan olamamasından onu sorumlu tutuyordu, fi­ niş bey hiç öyle fazla bir değeri olmayan kişileri elin den tutmuş, kendilerini sü­ tun sahibi etmişti. Ama Ra- gıp beye hiçbir olanak ta ­ nımamıştı. İşte Ragıp bey bunu affetmiyordu. Bunla­ rı anımsadığı zaman Enis beyin ne Selânlklillğt kalı­ yordu, ne de dinsel köken­ leri. Ama Enis beyle yüz yü­ ze geldiği zaman son dere­ ce nazik oluyor ve kendisi­ ne karşı en ufak bir saygı­ sızlık etmiyordu.

A İlerici«tutucu Ragıp Bey

Ragıp bey biz muhabir takımıyla konuşurken son derecede ilerici olur, baş­ kalarıyla konuşurken de BabIâli’nin en tutucu insa­ nı kesilirdi.

Sonunda Ragıp beyin kal bt ve sinir düzeni bu heye­ canlı yaşama dayanamadı; felç gibi birşey geldi kendi­ sine. Yatağa düştü. Konuş­ ması hiç anlaşılmaz oldu. Nişantaşı’nda, Hacı Emin Efendi Sokağında komşu gi biydik. Akşamlan gazeteden dönerken fırsat buldukça uğruyordum. Heyecandan ağlamaya başlıyordu. Ra- gıp beyi en son hasta yata­ ğında bu çaresiz haliyle a- nımsıyorum. Uzun bir has­ talık döneminden sonra Ra- gıp bey günün birinde ses­ siz sedasız aramızdan ayrı­ lıp gitti. Ölümünün BabIâ­ li’de pek bir yankısı da ol­ madı. Çağını biraz yitirmiş gibiydi. Galiba pek öyle ger çek dostlan da yoktu.

(3)

Cumhuriyet 8

-

3

-«Akşatn»da bizim kuşak İçin en ilginç kişi Vâlâ Nu- reddin < Va-Nu) idi. Gazeteye girdiğim sıralarda Vâlâ bey gazetenin büyükleri arasın­ da yer alıyordu. Kendisini seviyor, sayıyor ama. çeki­ niyorduk. Aramızda hiç de­ ğilse yirmi yıllık bir ya? farkı vardı. Ama. bir süre sonra bu yaş farkı aradan kalktı. Buziar çözüldü. Bir­ birimize yaklaştık. Vâlâ bey hem Atatürkçü, hem de ılımlı solcu olarak tanını­ yordu.

Nâzım Hikmet’ln de en yakın arkadaşıydı. Zaman zaman çok heyecanlı yazı­ lar yazıyor, ama genellikle ena sorunlara pek değin­ meden ufak konulan isli­ yordu. Amacı her halde hiç­ bir zaman başyazar olmak değildi. Fıkra yazarı olarak tanınmıştı. Hep fıkra yaza­ rı kalmak istedi. Vâlâ bey şiddete ve sert davranışlara her zaman karşı olan, cok ölçülü, soğukkanlı ve biraz kuşkulu bir kişiydi. Çok ge­ niş bir kültürü vardı.

Vâlâ bey Şahap Balcıoğ- lu’nu, Sadettin Gökçepı- nar'ı ve beni zaman zaman Kalamış’taki evine yemeğe çağırıyordu. Eşi Müzehher hanım nefis sofralar hazır-: ılıyor ve çok keyifli akşam­

lar geçiriyorduk. Hep bir ağızdan Ruhi Su’nun türkü lerl söyleniyordu.

Nâzım Hikmet o yıllarda Bursa Cezaevindeydi. Vâlâ’ beyle Müzehher hanım yıl­ da birkaç kez Bursa’ya gidip kendisini görüyorlar ve dö­ nüşte bize Nâzım’dan şiir­ ler okuyorlardı. Vâlâ bey cok keyifli ve rahat olursa bize Nâzım’la Anadolu’ya kaçışlarını ve Moskova a- nılannı anlatırdı. Vâlâ be­ yin en sıkıntılı günleri Nâ­ zım açlık grevine başladığı dönemdeydi. Vâlâ bey Nâ- zım’ı grevden vaz geçirmek Jçin elinden geleni yapıyor ama. başarılı olamıyordu. Sonunda Nâzım hapisten çıktı, bir süre Vâlâ beylerde kaldL Ama, başımıza bir dert açılmasın diye Vâlâ hey bizi Nâzım’la tanıştır­ madı. Hatta bizimle bütün ilişkisini kesti. Vâlft’lan o dönemde hiç göremez ol­ duk.

©

îş Takip Bürosu

Vâlâ bey o yıllarda Şahap ve Sadettin’le birlikte bir «İş Takip Bürosu» kurdu. Vâlâ beyin böyle bir işe gi­ rişeceği hiç kimsenin akima gelmezdi. Büronun tüzüğü hazırlandı. Gazeteye ilânlar verildi. İstanbul’da işleri o- laniar iki buçuk lira karşılı­ ğı büroya başvurarak İşle­ rinin izlenmesini isteyecek­ lerdi. Ne gibi işlerdi izlene­ cek olan? Örneğin bir

gen-I Vâ-Nû Bey

Bursa

Cezaevinde

açlık grevine

başlayan

Nazım Hikmet’i

grevden

vazgeçirmek

için elinden

geleni yapıyor

ama, başarılı

olamıyordu.

1950'li yıllarda

basın özgürlüğü

kısıtlanırken

en gergin

günleri yaşadık

Gazetecilerin

kurduğu iş

takip bürosu

gazetecilikle

birlikte

yürümeyince

kapandı

YAZARLAR TOPLANTISI — öndp: Salah Birsel, Asaf Halet Çelebi, Hüsamettin Bozok, Fazıl Hüsnü Dağlarca. Ayaktakilen Melih Cevdet Anday, Orhan Kemal, Celal Sılay, Oktay Akbal, Fikret Adil, Vâ-Nü ve Şevket Rado, 29.3.1959..

Vâla Nurettin fık ra ya za rı olarak

tanınmıştı

,

öyle de kalm ak isterdi

Eski

AKŞAMın

Son lâfları

HıfzaTOPUZ

cin öğrencilik durumu; î-

mar Müdürlüğünde bir ruh­ sat işi; birikmiş bir vergi borcu; İş bulma olanakları vb.. İlânların ardından bü­ ro adresine mektuplar yağ­ maya başladı. Herkes iki buçuk lira göndererek neler sormuyordu ki? Yıllanmış davaların durumu, miras ve intikal işlemleri.. Bunların izlenmesine olanak yoktu. Şahap’la Sadettin’in bütün gazetecilik İşlerini bırakıp iş takipçiliğine başlamaları gerekiyordu. Bu işin yürü­ meyeceği anlaşıldı. İki bu­

çuk Hralar İş sahiplerine geri gönderildi ve büro ka­ pandı.

©

Restorana gideceksin

Vâlâ beyle ilgili bir a- nım da şu: 1982’de Paris'e gidiyordum. Vâlâ beye bir- şey isteyip istemediğini sor dum.

— Evet, dedi, seninle ko­ nuşacağım. Bir boş zamanı­ mız olsun da.

Vâlâ bey ne isteyecek di­ ye merakla beklemeye baş­ ladım. Sonunda bir gün.

POLİTİKA

VE ÖTESİ

M

k em a l

Basma baskı ve sansürden sonra bir de basılmış kitapların toplanıp, yasaklanıp, yakılması vardır. Bunlar için toplanan komisyonların düzenle­ dikleri tutanaklar ilginçtir. Bazı ör­ nekler verelim:

«... Komisyon mahzeninde topla­ nıp, Çemberlitaş hamamında yakılıp yok edilmesi yüce Halifenin iradesi gereğince yüz çuval zararlı kâğıtların kimse görmiyerek uygun biçimde adı geçen yere taşınması için Bakanlık dairesine bitişik hamamın bahçe du­ varında bir geçit açılarak bugün saat altıbuçukta yakılmasına başlanmış ve vaktin elverdiği ve külhanın alabildiği derecesinde saat onbuçuğa kadar on- üç çuval önümüzde yaktırılmış ve hep­ si kül haline geldikten sonra sn dök­ türülüp mahvedilmiş ve yarın sabah saat onikiden sonra tekrar işe haşlan­ mış, kararlaştırılmış olduğa gibi bilgi olarak arz olunur. Ol bâbta... 7 mayıs 1902».

Bir tutanak daha:

«Bugün dahi sabahleyin saat on- ikide toplanarak zararlı kâğıtların ya­ kılmasına ve yokedilmesine haşlan­ mış: külhanın genişliğinin yetersizli­ ğinden ötürü saat onbuçuğa kadar yir­ mi iki çuval yaktırılabilmiş İse de, ha­ mam külhanında şunun banım gözü­ ne çarpmamak için üstüne sn döktü­ rülerek çamur geline getirildikten son­ ra daireye bitişik bahçede özel olarak hazırlanan çukura doldurulup toprak­ la da örttürülerek ve yarın dahi bn vakit ve zamanda işe haşlanacağı ka­ rarlaştırılmış olmakla, ol bâbta... 8

mayıs 1902».

Bir tane tutanak daha:

«.... zararlı ve yasak kâğıtlardan elli beş çuval yaktırılmış, şimdiye de­ ğin yakıiıp yok ettirilen kitap ve ri­ salelerin konduğu çuvallar yüz altmış beşe çıkmış ve eski toplamdan fazla görülen on beş çuval, dağınık kâğıt­ ların varlığından doğmuş...»

Gazeteler kapatılır, kitaplar yakı­ lırken, baskı burada durmaz, Jurnal­ lerin birbirini kovalamasına değin u- zanır. Yazarlar birbirlerini gammazla­ maktan geri kalmazlar.

Tanınmış gazeteci Ebüzziya Tev- fik Bey. Namık Kemal! çekiştirir. Ver­ diği jurnalde, «... Hatta Kemal Rüyası

Yakılan Kitaplar

adıyla geçen gün bir kitapçık basmış; elde kitap satan Acemlerden birinin Köprü üzerinde "Rüyayı Kemal" diye bağırarak sattığını görerek iki tane al­ dım. Padişahımızca bilindiği üzere Ke­ mal Bey vaktiyle Hürriyet adında bir gazete yayınlamıştı.»

Süleyman Nazif de Bursa’dan bir subayı gammazlar: «... Mehmet Ferit Efendi adında bir subayın zararlı kâ­ ğıtlar okuduğu ve dağıttığı...»

Yıldız terekesini düzenlemek ve derlemekle görevlendirilen Asaf Tu­ gay, çok ünlü kişilerin Jurnallerini ya­ yınlamıştır. Ünlü şair Abdtilhak Ha- m it’ln bir rütbe daha edinebilmek i- çin nice arkadaşlarını gammazladığı­ na tanık oluruz. Asaf Tugay, çok kişi­ nin kirli çamaşırlarının ortaya dökü­ leceği anlaşıldığından îttihatçılar’m bu Jurnallerden çoğunu yaktırdıkları­ nı acı acı anlatır. Amacımız kimseyi kınamak değildir. Baskı, sansür rejim­ lerinin nerelere kadar uzandığım, ah­ lakı ayaklar altına aldığım göstermek­ tir. Kitap, gazete yasaklamalarının zihinlerin bulanmasını önlemekten çok ahlakı bozduğu deneylerle ortaya çıkmıştır.

Acaba Sultan Hamit’e Jurnaller verenler mİ salt ahlak dışı kişilerdi? Hayır, bu jurnalleri eylem ve işleme koyan padişahın da ahlakından kuş­ kuya düşülebilir. Alışılmış ahlakın dı­ şında İşleyen bir rejim kendine uygun , ahlaksızlar da üretir.

Nedir bu kitaplar? Şimdilerde o- kullarda çocuklarımız adlarını, konu­ larım bilmediği zaman sınıfta dönü­ yorlar. O kitaplardır işte... Onları ya­ zanların çoğuna özgürlük kahramanı diyoruz. Bu kitapları gammazlayanla- ra da uşak, alçak... Ne hakkımız var? Asıl uşaklar ve alçaklar kimlerdir, ona babalım.

Postalar açılır, mektuplar okunur,

evler aranır, mahremiyetler ortaya dö­ külürken ahlaktan, sevgiden, saygıdan İz kalır mı? Geçmişten gelen örneklere bakılırken, bu yöntemlerin kimsenin işine yaramadığı, bir ülke halkım ra ­ hatsız ettiği, çok gülünç ve kınanan işler olduğu açık seçik görülmüyor mu? Dün km ananlan bugünün önüne yeni­ den sermemek gerekir.

— Al kalemi eline, dedi, yaz. Paris'te Quartier La­ tin'e gideceksin. Orada, Sa­ int Germain bulvarı ile Saint Michel bulvarının ke­ siştiği köşede «Le Cluny» diye bir kahve - restoran vardır. Oraya gidip bir Al­ sace «choucroutc»u yiye­ ceksin!

Vâlâ beyin benden tek istediği şey buydu!

Vâlâ bey bazı günler ga­ zetede hiç konuşmaz, gaze­ teleri okur, yazısını yazar ve giderdi. Farkında olma­ dan üstadı kızdırdık mı di­ ye düşünürdük. Birgün ken dişine bunu soracak oldum.

— Nerden çıkartıyorsun? dedi. Benim konuşmama günlerim vardır. Evde de Müzehher’le hic konuşma­ dan karşılıklı oturur, çalışı­ rız. öyle günlerde demek ki hiç farkında olmadan ga zetede de aynı havayı sür­ dürmüş oluyorum.

Vâlâ bey zaman zapıan çok devrimci yazılar yazar, sonra hemen uzun bir süre havadan sudan şeyleri ko­ nu edinirdi. Birgün de ha­ na bir yazımın ardından şöyle demişti:

— Sen iyi bir gol attın, yeter. Şimdi birkaç hafta hiç havayı bulandırma. Su­ ya sabuna dokunmadan ya­ zı yaz!

©

V â -N Û ’nun dostlan

Vâlâ bey çok verimli bir gazeteciydi. Hergün çeşitli türlerde birkaç yazı birden yazar, bir yandan da h a f­ talık Köroğlıı gazetesinin hemen hemen bütün yazı­ larını hazırlardı. En yakın dostları, benim anımsadı­ ğım kadarıyla, .Şevket Sü­ reyya Aydemir. Mehmet A- li Aybar ve Zekeriya Ser- tel’di. Vâiâ beylerin kapısı kolay kolay herkese açıl­ mazdı. Biz Vâlâ beyle aşağı yukarı yirmi yıl dostluk et­ tik. En son 1966 yazında birlikte olduk. Akciğer kan­ seriydi. Çok çökmüştü.

— Beni Yabacık’a götür. Oranın havası, suyu çok şi­ falıymış, dedi. Kalkıp hep birlikte Ayazmaya gittik. Zaman zaman güçlükle ne­ fes alıyordu. Bol bol Yaka­ cık suyu ictt. Terledi. Teri­ ni alsın diye göğsüne ve sırtına gazeteler koydurdu. Havada tatlı bir serinlik vardı. Çok uzaklarda Kar­ ta! sırtları ve Adalar görü­ nüyordu. Vâlâ bey gençlik yıllarım anımsadı. Tatlı tat h şeyler anlattı. Sonra Mü­ zehher hanıma,

— Haydi Küçük, ben üşü­ meye başladım. Hıfzı artık bizi götürsün, dedi.

Kalkıp Moda’daki eve dön dük. Vâlâ beyle bu son bu­ luşmamız oldu..

©

Cemal Refik Delibaş

Cemal Refik Akşam’m en çilekeş yazarlarından bi­ riydi. Alçak gönüllülüğü ve çekingenliği yüzünden otuz yıla yakın bir süre Akşam’ da insafsızca sömürülmüş bir yazardı. Akşam’a 1930'da 25 yaşında Polis ve Adliye muhabiri olarak giren Ce­ mal Refik’le yalnız gazete­ de değil. Gazeteciler Sendi­ kası Yönetim Kurulu’nda da uzun süre birlikte çalış­ tık. O, Sendikanın başkanıv dı, ben de genel sekreteri. 1950 yıllarında basın özgür lüğü kısıtlanırken en ger­ gin günleri birlikte yaşa­ dık.

Cemal Refik Akşam’da hergün «İstanbul Hayatı» başlıklı fıkrasıyla birlikte «Mahkeme Koridorları» ad lı röportaj türü öyküsünü yazıyordu. Mahkeme kori­ dorlarında «kasketli deli-:

kanlı» adlı bir tip yarat­ mıştı. Bu delikanlı halkı simgeleyen bir kişiydi. Ce­ mal Refik halkı kasketli delikanlının ağzından ko­ nuşturuyordu.

Yazı işleri müdürü Enis Tahsin bey Cemal Refik’in bu halk adamı yânını sez miş ve onun Ahmet Rasim veya Hüseyin Rahmi çapın da bir yazar olacağını san mıştı. Enis bey kendisini uzun zaman roman yazma ya zorladı. Enis Tahsin Til «Cemal Refik bizim istedi ğimizi gerçekleştiremedi. Bunun da sebebi fazla te­ vazündür» derdi. Cemal Re fik hep arka planda kal­

mak İsterdi. Kendisine Sendika Başkanlığını kabul ettirene kadar az mı uğraş m iştik?

Akşam’da Cemal Refik'in eline 350 liva kadar bir pa­ ra geçiyordu. Çetin Altan, «Cemal Refik’in aldığı bir çift pabuç parasıdır» demiş ti. Vâ-Nû onun için «Bu arkadaşımız ticari yumu­ şaklığı ve sokulganlığı ol­ mayan çekingen ve mağ­ rur mizaçlıdır» derdi.

Aylıklar yükseldi

Malik Yolaç 1957’de Ak­ şam! satın alınca Cemal Refik kendi aylığının da ar tacağım düşünerek çok se vinmişti. Yeni bir kadro yapıldı. En yakın dostları­

mın Akşam’da taplanması m sağladım. Bir süre önce Akşam’dan ayrılmış olan Vâ-Nû 1.500 lira ücretle ga zeteye döndü. Aylıklar yük seldi. Ama Malik Yolaç Ce mal Refik’i tutmuyor, ay­ lığını arttırmaya yanaşmı­ yordu. Gazetenin yeni pat­ ronunun «Cemal Refik ay­ rılırsa ayrılsın. Daha iyi olur» diyen bir havası var­ dı. Akşam’m otuz yıllık e- mektarı çok haklı olarak gazeteye küstü. Galiba ba­ na da biraz kırıldı. Oysa ben elimden geleni yapmış, başarılı olamamıştım. Ga­ zeteciler Sendikasının bu eski başkanı kendi hakkım savunmak için en ufak bir girişimde bulunmadı. Ne dava açtı, ne de tazminat istedi. Günün birinde bas­ tı istifayı, çekip gitti. İşsiz kaldı. Hiçbir gazete de kendisine sütunlarım açma dı. 1959 Eylülünde bir sa­ bah gazetelerde Cemal Re fik'in mide kanamasından öldüğünü okuduk.

Vâ-Nû, «Bu arkadaşımız mesleğinde takdir edileme diğinden. bunca emek ver diği gazetecilikte artık çalı şacak müessese bulamadı­ ğından kendini yiye yiye üzüntüden ölmüştür, ye­ min ederim. Midesi kanadı da ondan diyorlar. İhtimal vermem..» demişti.

O bütün Akşamcılara «Kapı yoldaşlarım» derdi. Bu tatlı, çelebi eski kapı yol daşımızı 54 yaşında böyle ce günün birinde sessiz se dasız yitirmiş olduk. Akşam’ m temel direklerinden biri daha yıkılmıştı.

YARIN: Kâzım Şinasi Dersan...

(4)

DEHSAN — Yazlan yaptığı gezilerde Paris ve Kvian’a giden Kâzım Şinasi Dersan kendisini vapurda karşılayanlar arasında. (Soldan sağa) idare memuru Kâmil Üstiikarcı, Mesut Bey, ben, Kâzını Şinasi, Yekta Taksil (Dersan’ın damadı), Selma Taksil (kızı) ve Nazım Tersan.

Esld

AKŞAMın

Son M an

HıfeTOPUZ

i ! Kazım Ş in asi’yi cimrilikte gecen ga­

zete patronları da vardı. Halil Lütfi

düzeltmene, «yanlışı bulmadan kale­

mi hokkaya batırıyorsun, mürekkep

kuruyor. Yanlışı görünce kalemi hok

kaya batır» dermiş. Hakkı Tarık Us

yazıların boyunu sicim le ölçer, ücret

bordrosunu da ona göre hazırlatırmış.

A

k ş a m

800

lira

serm

-

4

-Katıldığı toplantıları kendisi

yazmayan gazeteci: Kasım Şinasi

Cemal Nadir, Amcabey'i

Aksam Gazetesinde yarattı

Gazetenin temel direği KAzım Şinasi Dersan’dı. Kâ­ zım bey Rodosluydu. Genç­ liğinde İstanbul’a gelmiş, sonra Paris’te Louis le Grand lisesini bitirmiş, daha sonra da galiba Sorbonne'da tarih okumuştu. Birinci Dünya Sa vaşı döneminde İstanbul'da bir süre tarih öğretmenliği yaptığım sanıyorum. Yıllar boyu elinden hiç düşürmedi gi dergi «Historla» idi.

Gazeteciliğe neden yönel­ diğini bilmiyorum. Kâzım beyin hiç yazarlığı yoktu. Katıldığı toplantılarla ilgili yazıları bile yazmak iste­ mez, konuyu bize anlatırdı. Biz yazardık. Ne fıkra ya­ zarlığına özendi, ne başya­ zarlığa, hep yönetici olarak kaldı.

ü î Akşam gazetesini kuranlar

Kâzım bey 1918'de Nec­ mettin Sadak, Falih Rıfkı A- tay ve Ali Naci Karacan’la beraber Akşam’i çıkartarak gazeteciliğe başlamış. Dört arkadaş iki yüzer lira vere­ rek gazeteyi kurmuşlar. Ak şam mütareke yıllarında Kuvvayı Milliye’nin ve Milli Mücadele'nin sesini İstan­ bul’a yansıtan gazete olmuş. İstiklâl Savaşı’yîa ilgili ha­ berleri İstanbul halkına Ak­ şam duyurmuş. Mustafa Ke mal’in İstanbullulara duyur­ mak istediği haberler Ak- şam’da ve Vakit'te yayınlan mış o dönemde.

önce Akşam’dan Ali Naci Karacan ayrılmış; Kâzım Şi nasi onun payım almış. Ar­ kasından Falih Rıfkı Atay ayrılmış. Onun payım da Kâzım bey almış ve böylece gazete Kâzım Şinasi ile Nec mettin Sadak’a kalmış. Sa­ dak başyazar olmuş. Kâzım Şinasi de Genel Yönetim Mü dürü.

Akşam o yıllarda sahiple­ rine büyük gelirler sağla­

yan bir gazeteymiş. Kâzım Şinasi Fransız gazetelerinde gördüğü «Küçük İlânlar-1

Akşam’da uygulayarak bü­ yük başarılar elde etmiş Sonra Hikmet Feridun Es'i almış gazeteye. Hikmet Fe­ ridun o zamanlar büyük rö portaj dizileriyle Akşam'a geniş bir okuyucu kitlesi ka zandırmış. Cemal Nadir Ak- şam’a girmiş o da Amca- bey’i yaratmış Akşam’da. Sadak’m başyazıları. Vâ- Nû'nun fıkraları, Sermet Muhtar'm anılan, Şevki Yazraan’ın savaş yorumlan. Selâmi İzzet Sedes’in çeviri­ leri ve Mecdi Sadrettin’in Ankara haberleriyle Akşam Türkiye’nin, Cumhuriyetle birlikte en önemli ve ağır başlı gazetelerinden biri ol­ muş.

Akşam bu başansını o za man hiç adı duyulmayan iki kişiye borçludur; Kâzım Şinasi Dersan ile Enis Tah­ sin Til'e.

Necmettin Sadak kazan­ dığı parayı günü gününe yi yen. hiç hesabım bilmeyen, eli acık ve biraz da oyuna düşkün bir kişidir. Kâzım Şinasi ise Büyükada’da köşk alır. Talimhane'de apart­ man yaptırır, bir konserve fabrikasına ortak olur ve bütün gelirlerini yatırımlara dönüştürür. Uzun süre poli tikaya hiç karışmaz. Ama. CHP İstanbul’dan Belediye Mecîisi’ne girmesini önerin­ ce de «Hayır» diyemez. Be­ lediye Meclisi üyesi olur, Encümen toplantılarına katı lir. Suya sabuna dokunma­ dan. hiç göze batmadan bu işleri yürütmeye çalışır. Ya km dostlan Avukat Muhlis

Sırmalı, Ahmet Emin Yal­ man, Hakkı Tarık Us ve A­

sım Us'tur. Ahmet Emin bey zaman zaman Kâzım be ye akıl hocalığı eder. Onun ia buluştuğu akşamların er resi günü Kâzım hey gazete ye hep yeni tasarı ve uyarı larla döner.

&

En az para veren patron

Kâzım Şinasi Babıâli’nin en az para veren patronla- nndan biri sayılmıştır. Ha­ sislikte onu geçen patronlar da vardır: Halil Lütfi Dör­ düncü ve Hakkı Tarık Us. Ama. Kâzım Şinasi de onlar dan pek geri kalmaz. Her üçünün cimrilik öyküleri Ba b'âli’de fıkra konusu olmuş tur

örneğin Halil Lütfi bir- gün bir musahhihin başına dikilip durmuş. Sonra da «Bak oğlum, demiş. Yanlışı bulmadan kalemini hokkaya batırıyorsun. Mürekkep ku­ ruyor. Yanlışı görünce ka- kml hokkaya batır!»

m

Sicimle ölçülen yazı boyu

Hakkı Tarık Us’un da ha­ sisliğinin en ünlü örneği mu habirlere gazetede çıkan ya zılarınm uzunluğuna göre para vermesiydi. Hakkı Ta­ nk yazılann boyunu sicim­ le öİçer. ücret bordrosunu ona göre hazırlarmış!

Kâzım beyin de bu çeşit sayısız öyküleri vardır. 1949’ da bir akşam bizi evine ye­ meğe çağırmıştı. Gazeteyi kalkındırmak için neler ya­ pılması gerektiğini konuşu­ yorduk. Ben ücretlerin azlı­ ğım söz konusu ettim. Aylı­ ğım 90 liraydı. Başka gaze­ telerde çalışan arkadaşlar ise 200 - 250 lira alıyorlardı.

O zamanki koşullarda da 200 lira asgari ücret sayılabi lirdi, Kâzım bey.

— Hepinize çok iyi para veriyorum. Daha no istiyor­ sunuz? dedi.

— Aman beyefendi, de­ dim. Bizim gazetede ücretier çok düşük!

— Sen. ded!. yüz lira alı­ yorsun. Az mı?

— Hayır, dedim, 90 lira alıyorum!

— Bu fâü hayırdır, diye karşılık verdi. Öyleyse ma­ aşını 100 liraya çıkarttım! Yann git idareye haber ver.

Ertesi sabah ilk işim ida­ reye gitmek oldu. Veznedar Kenan bey «Benim öyle şey lpro aklım ermez. Terfiinizîn bana yazıyla bildirilmesi ge­ rekir» dedi.

Muhasebe memuru Sedat beyi gördüm. O da «Bana bu mevzuda talimat verilme di. Nâzım beye sorun» dedi.

Nâzım beye sordum. O da «Benim de haberim yok. Siz ağabeyimle yeniden bir ko­ nuşun.» dedi.

Çıkıp Kâzım beyi gördüm. «Ha... evet, dedi, dün aksam böyle birşey söylemiştim. Söz sözdür elbette. Ben ida­ reye gerekli talimatı veri­ rim..»

Maaşmı yüz lira oluyor

Aylığım böylece, hayırlı bir yanlışlık sonucu 100 li­ raya çıkmış oldu. Ondan sonra da tam iki yıl oraya sıkışıp kaldı. Oysa o yıllar­ da gazetede musahhihlikten sekreterliğe kadar yapmadı­ ğım iş yoktu. Aylıklarımızı artırmak için çeşitli yollara başvuruyorduk. Önce imzalı röportajlar için ayn ücret istemeye karar verdik ve

dayattık. Yazı başına * lira istiyorduk. Ayda dörde- ya­ zımız çıksa aylıklarımızı yirmişer lira zam gelmiş o- lacaktı. Direndik. Sonunda Kâzım bey bu beşer liraları kabul etti.

Sonra, yazıların hazırlan­ ması için yaptığımız yol mas raflarının ödenmesini iste­ dik. O zaman her yere tram vayla gidiyorduk ama, ba­ zen dolmuşa ve taksiye de bindiğimiz oluyordu. Bu çe­

şit masrafların tutan da ay­ da 10 lirayı buluyordu. U- 7un savaşlardan sonra Kâ­ zım beye bu yol masrafla­ rını da kabul ettirdik. Ama, bir şartla: Masraf listeleri her ay sıkı bir kontroldan geçecekti. Kâzım bey bu kontrol işini de bana yüklü- yordu. Her ay sonu listeleri hazırlamaya başladık. Mas­ raf olsun olmasın herkes bu on lirayı doldurmaya çalı­ şıyordu. Kâzım bey ise lis­ teleri görünce sinirleniyor,

— Hıfzı, bunları iyi kont­ rol etmemişsin. Bak. Remzi bey Emniyet Müdürlüğüne gitmek için dolmuşa bindiği ni yazmış. Ne gereği var? Sadettin İETT’ye taksiyle gitmiş!. Arkadaşlarınıza söyleyin, daha düşünceli ol­ sunlar!.

1948 - 49 döneminde Hu­ kuk Fakültesini bitirdim. 50 lira diploma harcı yatır­ mam gerekiyordu. Kâzım beyden, aydan aya öden­ mek üzere 50 lira avans is­ tedim. Patron uzıın uzun dü şündıikten sonra.

— Bizde avans adeti yok­ tur, dedi. Aylığınızı bu ay peşin ödetirim. Bu da bir çe şit avans olur!

Aylığımı peşin aldım a- ma, aybaşma zaten dört gün kalmıştı.

aullara., aneara., anhar».. anteara.. ámSia..

Müşerref HEKİMOĞLU

Cyrano De Bergerac’ı seyret­ tim dün akşam, Müşfik Kenter sa­ natının doruğundan bir selam da­ ha çaktı başkentlilere, güzel bir oyun, soluğumuz kesildi yine, şiir­ sel saatler yaşadık, ayrıca bir çok oyunda yitirdiğimiz tiyatro sevgi­ sini yeniden duyduk.

Oyundan önce geçmiş yıllarda seyrettikleri Cyrano’lan anımsı­ yordu kimi kişiler. Şehir Tiyatro­ sunda Hüseyin Kemal, Devlet Ti­ yatrosunda Cüneyt Gökçer oyna­ mıştı bu rolü.

— öyle kalabalık bîr oyunu beş kişi oynuyormuş, nasıl olur, di­ ye soruyordu kimileri de..

İşte böyle oluyor. Dekor, kos­ tümler. kalabalık gidiyor, özüyle sözüyle gerçek Cyrano kalıyor sah nede. Upuzun bir çizgi, bir kavak

Cyrano’nun

Selamı...

nıyor, bunu anlamaz, bunu o gör­ memeli diye sahneleri, ekranları yozlaştıranlar da bu anı yaşasa­ lardı, bu oyunu ve seyircileri gör­ selerdi keşke... Müşfik Kenter’i gerçek sanatçıya, gerçek tiyatro­ ya duyulan özlemle alkışlıyor baş- kentliler.

Biraz da sahnelerin Cyrano’- sunu alkışlıyorlardı bence. Bunca zevksiz, uyduruk, yoz oyuna karşı, bunca hoyrat davranışa karşı, hâ­ lâ şiir söyleyebilen, seyircisine sev­ gisini, saygısını yitirmeyen bir Müşfik Kenter’e sahip olmanın mutluluğunu kutluyorlardı.. Bir gün Orhan Veli, bir gün Cyrano.

ce bir tiyatrosever olarak saygıy­ la, hayranlıkla. Sonra da bunca ka­ ranlık, bunca karabasan içinde iki aydınlık saat geçirdiğim İçin te­ şekkürle. İki saat de olsa bir du­ varı aştık, ölüm, savaş, kırım ha­ berleriyle kararan yüreğimiz Cyra- no'nun şiiriyle aydınlandı biraz. Yoksa giderek bir mezbahaya dö­ nüşen dünyamızda, kasaplar orta­ sında kalmış glbt bir yanlızlık, umutsuzluk duyuyor insan. Gece­ lerimiz, uykularımız bölük bölük, lokma boğazımızda düğümleniyor, tsrall uçakları, İsrail bombalan, çocukları, kadınları yokeden İn­ sanlar, her gün yeni bir kırımla tarihimiz, coğrafyamız, dünyamız, yaşamımız kararıyor durmadan. Teknolojik gelişmenin amacı bu mu. bilimsel başarı ölümle mİ nok­ talanıyor, terörizm devletleşiyor mu, diye düşünüyor İnsan. Bu yüz­ karasını İnsanlık nasıl ağartacak,

$ Gel de yazma Ali bey

Gazetede Kâzım beyin «Ali bey» adında bir odacısı vardı. AU bey eski İstanbul terbiyesi görmüş, yoksul bir kişiydi. Patronun eski elbise lerini giyer ve ceketleri diz kapaklanna kadar sarkar­ dı. Kâzım bey interfonun düğmesine basıp da «Ali'yi

yukanya gönderin» dediği zaman Ali bey ceketinin düğ melerini ilikleyerek ikişer üçer merdivenleri tırmanır ve hazır ol durumunda Kâ zım beyin karşısına dikilir­ di. Patron bizlerden birine güler yüz gösterecek oldu mu Ali beyin de bize karşı davranışı değişirdi

Kâzım bey masrafları a- zaltmak için İdarede çalı­ şanlara pasolar sağlamıştı. Ali beyin de böyle bir kartı vardı. Taşıt araçlarına beda­ va biniyordu. Ali beyin en ünlü öyküsü şuydu: Birgün Ali bey tramvaya önden bi­ nerek sahanlıkta durmuş. Bir ara tramvayın önüne bir araba çıkmış, yol tıkan­

mış. Ali bey sinirlenmiş ve -Gel de yazma!» diye söy­ lenmeye başlamış. Bu olay­ dan sonra Ali beyin adı "GeJ de yazma Ali bey» ol­ du.

Gazetede Ali beyin bir de kardeşi çalışırdı. Kâmil bey de sevilen bir insandı. Ga­ zetede dağıtım işlerine ba­ kar, hepimizle dostluk eder­ di. Aradan yıllar geçti, bir- pün bir gazetede Kâmil be­ lin ölüm ilânını okudum: -Milli .Asayişi Himaye ve Milli İstihbarat Teşkilatının değerli mensuplarından ve Akşam gazetesi eski idare memurlarından K. Üstükar- cı Tanrının rahmetine kavuş muştur. Cenazesi...»

m

Bu yazı tuttu mu?

Küz’m Şinasi BabIali’nin

o günkü koşulları içinde bü yük patron sayılırdı. Araba sı ve şoförü virdi. Şoför Nu man efendi Kâzım bey için en ölçülü okuyucu örneğiy­ di. Numan efendinin yorum ve eleştirileri Kâzım beyi çok etkilerdi. «Okuyucu şu yazıyı tuttu, şunu tutmadı» dediği zaman bu değerlen­ dirmenin Numan efendiden geldiğini anlardık.

Kâzım bey kardeşlerin! de gazeteye yerleştirmişti. Nâ­ zım Dersan. gazetenin idare müdürüydü. Sedat Dersan da muhasebe memuru. Nâ­ zım bev îtalve.nca ve Fran­ sızca bilir, Gcidoni'den ve Pirandelio’dan çeviriler ya­ pardı. Her sabah gazetede çevirilerini dinletecek adam arardı. Keçimiz bucak bu­ cak kaçardık. Bir yakalan­ dık mı. en azından bir saat Nâzım b.- yin elinden kurtu­ lamazdık.

Çeviriler bir ara Şehir Ti vatrosunda oynandı. Artık Nâzım bey çok mutluydu. Her akşam gidip oyununu izliyordu. Bize de bilet dağı­ tıyordu. Ama tiyatroya her gideni ertesi gün uzun uzun sorguya çekip akla gelme­ dik sorular soruyordu.

Gazetede zam veya avans isteyenler patrona çıkma­ dan önce Nâzım beye baş­ vururlar. o da kardeşine karşı hep bizi tutardı. Nâ­ zım beyin çeşit çeşit merak­ lan vardı, örneğin Fransa’ dan çim tohumu, tspanya’- dan nota getirtir, gitar ça­ lar ve baiığa çıkardı. Kaç pazar günü kendisiyle bir­ likte Rasim Paşa yalısının önünde istavrit tutmuştuk. Son zamanlannda İspanyol­ ca öğrenmeye kalkmıştı. Çe virtleri radyoda oynanacağı zaman gününü, saatini bize not ettirir ve mutlaka dinle memizt isterdi. Eğer dinle­ mezsek fena bozulurdu.

Kurtııluş’ta annesinden kalma ufak bir evi vardı: onu ipotek etti. Bir de arsa­ sı vardı; onu sattı, borç bul du. Emirgan’da ufak bir ev yaptırdı. Artık gazeteden ayrılıp kendisini yalnız çevi riye. gitara ve balığa vere­ cekti. Tam bunun heyeca­ nını yaşadığı günlerin birin de, 1956 yılının bir temmuz sabahı idarehanede birden­ bire yıkıldı. Ağzından kö­ pükler geliyordu. Hemen bir cankurtaran çağırıp hasta­ neye kaldırdık; gidiverdi.

YARIN ı Baaın ve Ortadoğu olayları.

Referanslar

Benzer Belgeler

250 milyon yıl önce, 185 milyon yıl sonra dinozorların soyunu tüketecek olan felaketten çok daha büyük, gi- zemli bir felaket, gorgonları, onların avladıkları hayvanları

Bu yazıda; anamnez, fizik muayene, görüntüleme yöntemleri ve ince iğne aspiras- yon biyopsisi ile detaylı değerlendirilen ve trans-servikal yaklaşımla çıkarılan minör

Bu makalede Romanya’da yaşayan Türklerin, Osmanlı dönemi, komünist dönem öncesi, komünist dönem ve sonrasındaki kültürel durum ile 1915 yılında yayınlanmış

28 yafl›nda bayan hasta, bafllayan bo¤az a¤r›s›, 39°C’ye ç›kan atefl, diz, dirsek ve el parmaklar›nda artrit yak›nmalar› ile penisilin ve NSA‹‹ kullanm›fl, bu

H İPOTEZ SORUSU: Antagonist ICSI+taze embryo transferi (ET) sikluslarında oosit retrivalin hemen sonras ında intrauterin hCG uygulanmasının implantasyon oranları, kimyasal veya klinik

12.114 öğrencisi, 100.000’e yakın çözüm ortağı, 150 dünya üniversitesi ile eğitim işbirliği, 35 lisans, 37 önlisans gündüz, 35 önlisans gece, 3 uzaktan eğitim, 20

AB pirinç marketinin %30unu kontrol eden İspanyol pirinç işleme şirketi Ebro Puleva, ABD pirinç ithalat ını ithal edilen pirince Bayer CropScience şirketince geliştirilmiş

nndan Nwaİı özkan vc Se- nih özav.'Ttiıkive Elekrrik kıırumu ve termilt sanraJda sörevli büroLradara gönder- iliilsti 6in özcde şu gö,rı$c.. çı