Refik Halid'iıt Beş
“ Muzip bir delikanlı olarak başladığı yazarlık hayatını ve de özel ha yatını, gürültülü patırtılı, serüvenli, sürgtinlü, ama hep yoğun, hep her mihnetten kendine zevk payı çıkarma ya çalışarak dolu dolu yaşadı.”
Haldun Taner’in tek cümle ile çizdiği bu portre, aşağıda anlataca ğımız olayları ve kahramanını anla yabilmek yönünden —deyiş yerin deyse— bir rehber oluyor.
Yıl, 1922. Kahramanımız, Refik Halid (Karay) otuz dört yaşında. Ha yatının nice fırtınasından sonra, o kargaşalı günlerde, “ Aydede” adlı mizah dergisini çıkarıyor. Onun ve öteki mizah ustalarının kalemi dergi nin sürümünü sağlıyorsa da, ne yazık ki Refik Halid ile Aydede’si Anado lu’daki Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşamayacağı inancında, “ gafletin- de” dirler ve bunu açık açık yazmak tadırlar.
Çok geçmeden, 9 Eylül 1922’de Anadolu kesin zaferi kazanarak İz mir’i geri alır. Anadolu Hükümeti’ niıı temsilcisi Refet Paşa (Bele) İstanbul’a, Vahdettin’e bağlı Tevfik Paşa kabinesinin hâlâ hükümet etti ği, ama fiilen tarihe karışmış bulunan Osmanlı Devleti’nin başkentine gel miştir. “ Millî Mücadele” ye karşı çı kanlar başlarının derdine düşüp İstanbul’dan ayrılmanın yollarını ara maya başlarlar. Refik Halid de, “ Ay- dede” yi çıkardığında Vahdettin’in “ abone bedeli” olarak gönderdiği iki yüz lira ile bir vapur bileti alıp yola koyulur. Tarih, 9 Ekim 1922, Perşem be...
Beyrut'a inip bir pansiyona yerle şir. Kısa bir süre sonra da daha sakin yaşayabilme, daha kolay geçinebilme umutlarıyla Beyrut yakınındaki Cu- niye köyüne gider. Sonradan, kendi si gibi “ Yüzellilikler” listesine alınan Rıza Tevfik (Bölükbaşı) de burada on yıl (1933-1943) kalacaktır...
BİRİNCİ ÖLÜM
Kahramanımız, Cuniye’de siyasal anılarını yazmaya karar verir. O tatlı
Gençlik yıllarında
üslubuyla şöyle anlatıyor:
“ Yıllardan 1923 ve aylardan ga liba Nisan... 35 yaşma yeni .basmış-
j
tim. Lübnan’da Beyrut’a yakın Cuniye kasabasında denize nazır bir kır evindeyim. (...) ’ •Lübnan kıyılarında Nisan, İstan bul’un Temmuzu... Çocukluğumdan beri âdet edindiğim gibi sabah yine,er kenden uyandım; yine âdetim tizere kahvemi elimle pişirip içtim; memle ket âdetine uyarak da kekik ekilmiş » zeytinyağına ekmeğimi banarak kah valtı ettim; bahçeye çıktım.
Gül, yasemin, ful —hiç bakılma dıkları, su yüzü görmedikleri halde, denizin, kırağının, iklimin tesiriyle— durup dinlenmeden katmer katmer açtıkları için etraf renk ve rayiha için de... Peki amma nasıl vakit geçer? (...) Kendi kendime dedim ki:
—Hatıramı yazsam; sabahları oyalanır, eğlenirim.”
Refik Halid, "Akşam” gazetesiy le yazışır. Gazete, anıları tefrika ede ceğini bildirince yazmayı sürdürür. “ Minelbab İlelmihrab” başlığı altın da tefrika edilmeye başlanan anılar, İstanbul ve Ankara’da —Refik Ha- lld’in adından ve sözü edilecek
kişi-T 7
Ölümü
lerin telâşlanm asından dolayı— büyük gürültüler kopmasına yol açar... Dahiliye Vekili Ahmed Ferid (Tek), valiliğe buyruk vererek tefrika yı yarıda kestirir.
Bu sıralarda “ Kirpi” yle (R.Halid, mizah yazılarında bu takma adı kul landığından, bazen böyle anılmakta dır) bir arkadaşı, “ m uziplik” yapmaya karar verirler: İdamlıklara giydirilen beyaz gömleğe benzer bir şeylere bürünüp, göğüslerine de birer “ yafta” astıktan sonra bir fotoğraf çektirirler. Yıllar sonra bu fotoğraf İs tanbul’daki “ İkdam” gazetesine ula şacak ve “ İkdam” yüklüce bir para ödeyerek satın aldığı fotoğrafı “ Kir pi darağacında” ahyazısıyla, “ Taf-^ silât yarınki nüshada” kaydıyla' yayımlayıp satışını önerrili ölçüde ar tıracak; ertesi güpü sabırsızlıkla bek leyen okuyucularına da ’“ şakâ yaptıklarını” bildirecektir...
Bu, öyküsü kısa süren -“ birinci ölüm’.’...
REFİK HALİD’İN
>
İKİNCİ ÖLÜMÜ
* 1924 yılında Antepli Celâl Kadri, çıkaracağı “ Doğru Yol” gazetesi için Refik Halid’den yardım ister. Anla şırlar. Kahramanımız Cuniye’deıı ay rılıp Halep’e yerleşir ve “ Doğru Yol” a makaleler yazmaya başlar...
O yılın Kasım’ında “ Cumhuri yet” gazetesine Adana’dan Remzi im zalı bir telgraf gelir:
“ Refik Halid’in son günleıde va him bir hastalığa tutulduğunu Suri ye’den gelen yolcular söylüyor.”
“ Cumhuriyet” e 16 Kasım’da ge len ikinci bir telgraf yedi kelimeden ibarettir:
“ Refik Halid, iltihab-ı sehayâ’dan (menenjit, beyinzarı iltihabı) vefat et ti.”
Bu haberin “ Cumhuriyet” te ya yımlanmasının ardından, hemen he men bütün gazete ve dergilerde Refik Halid’in edebî kişiliğini konu alan ya zılar yayımlanır:
1951 yılında Gazeteciler Cemiyeti’nin
Cumhuriyet: “ Türk edebiyatında
çok kıymetli ve yüksek bir mevki sa hibi olan genç nâşirin vefatından, yi ne edebiyatımı!: namına derin bir teessür duyduk. Türk lisan ve edebi yatının tekâmülünde başlı başına bir çığır açan ve Ziya Gökalp’in tabiriy le ‘Yegâne Türkçe yazan’ bu muhar rir, Türk millî edebiyatının temellerini kurmaya çalıştı. Eserlerinin başlıca hususiyeti ise, sadeliği ile beraber can lılığı, fikirlerini, hislerini derhal ka- riin gözü önünde tecessüm ettirebilmek kudret-i fevkalâdesiydi.”
Vatan: “ Bir sanatkâr sıfatıyle Re
fik Halid’in ziyama ne kadar acısak azdır. Yeni nesil arasında Türkçe nes re onun kadar hâkim olanlar, onun kadar ciddî bir sanatkâr damarına malik olanlar pek azdır. Bir edebî sa natkâr sıfatıyla Refik Halid, cidden yeri boş kalacak adam dır.”
Yeni Adana: “ Refik Halid, Türk
edebiyatına en büyük hizmeti yapmış bir edibdir. Onun Memleket Hikâye leri başlı başına Türk edebiyatının şa heseridir. Refik Halid’in vatanından uzak bir yerde terk-i hayat etmesi bü tün Türk gençliğini müteessir etmiş tir.”
Tevhid-i Efkâr: “ Refik Halid
Bey, bir zamanlar cevval ve âteşîn ze kâsı, keskin ve heccav kalemi, nazîr- siz ve nefis yazılarıyle kendisini vatandaşlarına sevdirmişti.”
Servetifünun: “ Edebiyat âlemi
için pek elîm, pek hazîn bir ziyaı kay detmekle nihayet derecede dilhûnuz. Refik Halid Bey’in parlak ve müm taz bir hayat-ı edebiyesi, yazılarından hiçbir nâşirin, bilhassa hiçbir mizah- nüvüsin yetişemediği kadar kuvvetli, 14
kongresinde
nâfiz, câzip bir sihr-i muvaffakiyeti vardı. O ne keskin mizah, o ne ince, zekâ, ne füsunkâr kalem, ne canlı ve müşahhas nükte idi!”
Ölüm haberine inanmayan tek ya yın organı, “ Vakit” gazetesidir: “ Re fik Halid öldü mü, ölmedi mi? Halen meçhuldür” başlığı altında, şöyle yaz maktadır:
“ Dün nasılsa elimize geçen Ha lep’te münteşir Doğru Yol gazetesinin 19 Teşrinisani (Kasım) tarihli nüsha sı bu temennide tamamen haklı oldu ğum uzu g österdi. D oğru Yol, çarşamba ve cumartesi günleri olmak üzere haftada iki defa intişar eder. Bi naenaleyh, son nüshalarından biri, 15 Teşrinisani Cumartesi ve diğeri 19 i Teşrinisani Çarşamba günlerinde in tişar etmiştir. Refik Halid’in vefatını bildiren telgraf 16 tarihli olduğuna göre, 15 tarihli gazeteye geçmesine ih timal yoktur. Binaenaleyh 19 tarihli gazeteye geçmesi icabeder. Halbuki 19 tarihli ve 232 numaralı gazetede Refik Halid’in vefatı haberi yerine Bir Avuç Saçma serlevhalı bir makalesi vardır. Bunu, Türk edebiyatı namına memnuniyetle kayd ve makaleyi kısm-ı mahsusumuza dercediyoruz.”
Ölüm haberini Cumhuriyet gaze tesine gönderen, Refik Halid’dir! Bu yayınların ardından, 25 Kasım günü de Yüzeliiliklerden Doktor Sadullah Sami’nin adını külanarak Matbuat Cemiyeti’ne (bugünkü Gazeteciler Ce miyeti) şu telgrafı çeker:
“ Refik Halid Bey’in 25 Teşrinisa ni 1924 tabib raporudur: Hararet 37, nabız 75, vahamet yoktur. Berây-i tebdilhava (hava değişimi amacıyla) İskenderun’dayız.”
Gazeteler, bu raporu yayımlarken ölüm haberinin de Refik Halid’in “ muzipliğinden” kaynaklandığının artık ortaya çıktığını belirtirler!
TEFRİKA BAŞLIYOR VE
YENİDEN KESİLİYOR
Olayın hemen ardından, Refik Halid’in “ Minelbab İlelmihrab” baş lıklı, Akşam gazetesinde yayımlanır ken Dahiliye Vekâleti’nin buyruğuyla yasaklanan anıları, yeniden aynı ga zetede tefrika edilmeye başlanır. “ Kir pi” , bu ölüm muzipliğine anılarını yayımlatabilmek için mi başvurmuş tur, yoksa Akşam’cılar onun yeniden ve birdenbire “ popüler” olmasından yararlanmak mı istemişlerdir? Bu so ruya bugünkü bilgilerimizle cevap ve remeyiz. Bilinen, bu ikinci yayının Akşam’ın tirajını önemli ölçüde artır dığıdır. Hikmet Münir Ebcioğlu’nun “ Kendi Yazıları İle Refik Halid” adlı kitabına göre, “ Bu tefrika, o zama na kadar, hatta şimdi (1943), hiçbir tefrikanın görmediği bir kabulle kar şılaşmış, gazetenin satışı fevkalâde bir dereceyi bulmuştur. O kadar ki, tâ sa bah zamanından matbaanın önüne yı ğılan m üvezzilerden, o sokak geçilemez olmuştur.”Anıların tümüyle yayımlanması olanağı bu kez de bulunamayacaktır. Doğuda patlak veren Şeyh Sait Ayaklanması (13/14 Şubat 1925) üze rine Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılıp da İstiklâl Mahkemeleri işlemeye baş layınca, yayın yine kesilir.
“ Minelbab llelmihrab” ın kitap olarak yayımlanması için tam altmış yıl, 1964’ü beklemek gerekecektir...
ÜÇÜNCÜ ÖLÜMÜ. NEDENİ:
TİMSAH!
“ Son Saat” gazetesinde 1 Nisan 1925 günü şu haber yayımlanır:
“ Tarsus 31-Refik Halid ile Alem- dar’cı Kadri Pehlivan, Amik Gölü’ nde ördek avlarken boğulmuşlardır. Halep’te intişar eden Doğru Yol ga zetesi bu münasebetle şu tafsilâtı ve riyor:
“ Kazaya, her iki avcının sandalı na doğru gelen bir timsah sebebiyet vermiştir. Ayaktaördekleredoğru ateş etmekte olan Pehlivan Kadri bu sıra da muvazenesini kaybederek sandalın içine yuvarlanmış ve sandal, vukua gelen sarsıntı yüzünden devrilmiştir.
“ Göle düşen Refik Halid ile Peh livan Kadri yüzme bilmediklerinden dolayı boğulmuşlardır. Kazadan son ra yüzerek sahile çıkan sandalcı, Re fik Halid ile Alemdar’cı Kadri’nin arkasından timsahın da sulara daldı ğını ve iki mağrukun cesetlerini bir daha göremediğini beyan etmiştir. Hükûmet-i mahalliyenin verdiği emir
üzerine, gölde taharriyat yapılmış ise de, her iki cesedden de eser buluna mamıştır.”
Son Saat, haberin altına şu notu ekler:
“ Refik Halid’in geçenlerde de ve fatı haber verilmişti. Sonra bunun bizzat Refik Halid tarafından,Türki ye efkâr-ı umumiyesini kendisine acındırmak için bir yalan olduğu an laşılmıştı. Sakın bu defaki boğulma sı da 1 Nisan’da Frenkler tarafından yapılan aldatmaca nevinden bir ölüm olmasın.”
Bu kez “ muziplik” yapan Refik Halid değil, “ Akşam” gazetesidir. Tarsus’tan daha önceden gelen bir telgraf üzerindeki yazıları silerek bu yalan haberi yazmışlar, sonra bir yo lunu bularak bunun Son Saat’in yazı işlerine ulaşmasını sağlamışlardır... Son Saat, altına bir not eklemekle bir likte, ‘rakip’ gazetenin oyununa gel miştir...
DÖRDÜNCÜ ÖLÜM
“ Yüzellilikler” in birçoğu 1938 yı lında çıkan Af Kanunu’ndanyararla narak Türkiye’ye dönerler. Refik Halid de bunlar arasındadır. Ama dö nüşünden iki yıl önce, 1936’da bir kez daha “ ölür” :Bu kez de Hatay Dörtyol’dan çe kilmiş bir telgraf ulaşır İstanbul’a: Refik Halid, eşi ve çocuğuyla birlik te Antakya’dan Halep’e giderken, otomobilin devrilip bir uçuruma yu varlanması sonucu ağır yaralanmıştır. İstanbul’daki gazeteler ve ailesi, ay rıntılı bilgi alabilme telâşındadırlar. “ Kirpi” nin komada ya da ölmüş ol duğunu düşünerek Türkiye’nin Halep Konsolosluğu’na telgraf çekenler var dır. O sıralar “ Tan” gazetesinin baş yazarı olan Ahmet Emin Yalman, araştırma yaptırtır. Haberin doğru ol madığı kanısına varınca, Refik Ha lid’in H atay’da oğluyla birlikte çektirdiği fotoğrafı yayımlar...
GERÇEK ÖLÜM VE
ÖLÜMSÜZLÜK
Haldun Taner’in tanıklığına göre (Ölür İse Ten Ölür, İst. 1979), Refik Halid, “ soyunun kökten sağlamlığı ile övünür, bundan, kendisinin de yüz yıl yaşayacağı güvencesini çıkarırdı. Beklenmeyen bir hastalık onu genç yaşında, yaşı 75 de olsa, yaşlılıktan henüz yakınmaya başlamadığı bir sağlık ve dirilik içinde iken, dünyadan çekti götürdü.” Tarih, 18 Temmuz
1965 ’ti...
O, şimdi —başta “ Memleket H i k âyeleri” olmak üzere— edebiyatı mızda kendilerine yer açan eserleriy le yaşıyor, yaşayacak...
MEHMET KASIM
Edebiyat başka,
hayat başka
Cevdet Kudret
Tevfik Fikret, Servet-I Fünun der gisinde, şiirleri dışında, ‘‘Müsâhaba-i Edebiyye” (edebiyat söyleşileri) genel başlığı altında yazılar da yazmıştır. Bunlardan, “ Romanların Tesiri” baş lıklı yazısında, Halit Ziya’nın Aşk-ı
Memnu adlı romanını çıkış noktası ola
rak alıp, hayatın edebiyata, edebiyatın hayata etkileri üzerinde durur; bu ara da, Halit Ziya’nın bir sözünü aktarır:
Hiç şüphe yok, hayat romanlan de ğil, romanlar hayatı yapıyor.
Fikret bu yargıyı abartmalı bulmak la birlikte, ona büsbütün de karşı gel miyor:
Bütün insanlık hayatı romanlardan çıkmıyor; lâkin romanların yaptığı, ya da bozduğu bir takım hayat halleri var ki... diye sözü yürütüyor.
ilkin Kırmızı ve Siyah romanında ki bir alıntıda gördüğümüz “ Roman,
yol boyunca gezdirilen bir aynadır” ta
nımı, Türk edebiyatında dahi birçok ya- zarlarca(Ahmet Mithat, Hüseyin Rah mi, Recai-zâde Mahmut Ekrem) benim senmişse de, dünyadaki hayatla ro mandaki hayatın; daha geniş bir anla tımla, hayatın gerçeği ile sanatın ger çeğinin ayrı ayrı şeyler olduğu çoktan dır biliniyor. Yazma yeteneği olmayan ların sık sık yinelediği “ hayatım roman” sözüne karşılık, gerçek sanat çılar “ romanım hayat" diyorlar, ama bu başka türlü bir hayattır.
Bu başka türlü hayatı gerçek haya ta uygulamaya özenenler olur zaman zaman... İşte o zaman işler çatallaşır çoklukla, istenilenin tam tersi sonuç lar çıkar ortaya; Don Quijote, bunun en ünlü örneğidir.
Çok önemsiz gibi görünen bir ay rıntı üzerinde duralım:
Edebiyatta “ te rd it” diye anılan bir söz sanatı vardır; “ sözü, hiç beklenme dik bir sonuçla bitirm ek" diye tanım lanabilir. Bu terimi, “ beklenmezlik” , “ duraksatış” vb. sözleriyle karşılaya biliriz belki... Oldu olacak, buna bir de örnek verelim:
Cenap Şahabettin, bir şiirinde, ak şam olunca herkesi pencere ardında bir eşin beklediğini, hasreti çekilen ki şilerin durmamasını, onları bekletme mesini söyledikten sonra, sözü şöyle bağlar:
Durmayım ben de, beni çünkü odamda bekler, Bir soğuk uzlet ile bir de siyah
kaplı kitap.
işte bu soğuk-nevâ şiirde görülen anlatım yolu, bütün polisiye roman, oyun ve filmlerde kullanılan yöntem dir.
İyi kullanıldığı zaman edebiyatta başarılı sonuçlar elde edilen bu “ ter- d it” sanatı, hayata uygulanınca zaman zaman ters sonuçlar doğurmuştur. Bu nun en yeni örneğini, geçenlerde, ün lü bir hukukçumuzun anılarında oku dum.
Sayın Prof. Faruk Erem, eylül ayı içinde Cumhuriyet gazetesinde yayın lanan Bir Ceza Avukatının Anıları baş lıklı anılarında bir olay anlatıyor:
Ölüme mahkûm olan kişi, bizim ce zaevlerinde koğuştan alınıp hücreye konur; "infaz” zamanı gelince de, ora dan gizlice alınıp sehpaya götürülür müş. Bir tarihte, Sivas Cezaevi’ndeki “ idamlık Aziz” de hücreye kapatılmış. Bundan sonrasını, Sayın Erem’in yazı sından okuyalım:
Hücrenin önünden geçenler Aziz’- in içerde bazen ağladığını, bazen bil diği duaları yüksek sesle okuduğunu, yalvardığını, bazen de işi kendisinin yapmadığını, haykırdığını duyarlardı.
Neden sonra beklenmedik bir olay oldu. Tel gelmişti. Müdür, nöbetçi gar diyana hemen Aziz’i getirmesini em retti. Aziz asılacağını anlamıştı. Onu sürüklercesine İki gardiyan, güçlükle getirebildiler müdür odasına. Müdür:
“— Aziz, oğlum, tel geldi, okuya yım.”
dedi, fakat okuyamadı. Aziz, durduğu yerde garip bir titremeye tutulmuştu. Konuşamıyordu. Yüzü değişti. Ağzı çarpıldı. Sağ tarafı çöktü: Felç.
Halbuki Aziz’in mahkûmiyeti bo zulmuştu. Suçsuz olduğu anlaşılmış tı. Yargıtay’dan gelen, “tahliye teli” idi. Köye haber salındı. Yakınları gel diler, cipe bindirip götürdüler Aziz’i. Birkaç ay sonra haber geldi: Felç iler lemiş, Aziz ölmüştü. (Cumhuriyet,
10.9.1984).
Sivas Cezaevi’nin adı açıklanma yan o zamanki müdürü, öyle anlaşılı yor ki, lisede, edebiyat dersinde okuduğu “ te rd it” sanatını hayata uy gulamaya kalkışmış (edebiyatın haya ta etkisi) ve çok ters bir sonuçla kar şılaşmış... Oysa burada, olayı düz bir anlatımla söylemesi, şöyle demesi ge rekirdi:
— Oğlum Aziz, gözün aydın! Suç suz olduğun anlaşılmış, beraat etmiş sin. Yargıtay’dan tel geldi. Tahliye edileceksin...
Edebiyat meraklısı müdürün, lise de, edebiyat dersinde öğrendiği söz sanatları, hayatta hiç İşine yaramamış. Dedim ya: Edebiyat başka, hayat baş
ka. ■