• Sonuç bulunamadı

Kalkınma hamlelerimizden:Köye giden pratik yol

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kalkınma hamlelerimizden:Köye giden pratik yol"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ov

£T

/

7

j KALKINMA HAMLELERİMİZDEN j

I

Köye giden pratik yol

r

L

11 Yazan

İsmail Habib Sevüh

1

.1

Keşif gibi bir şey B ir terbiyecinin «en zeki uzvu­

muz elimizdir» dediği meşhurdur Gene meşhurdur ki elimizde en mühim rolü baş parmağımız görü­ yor. İnşam hayvandan ayıran ne akıl, ne duygu; hattâ eskilerin zan- m gibi konuşmak ve gülmek de değil; kuşlar cıvıl cıvıl konuşup, kediler mırıl mırıl yarenlikler ya­ par; hayvanların da insanlar gibi acı acı ağlayıp keyifli keyifli gül­ dükleri meydanda; yirmi yıl önce rahmetli Ahmed Haşimin de yaz­ dığı gibi, insanları hayvanlardan ayıran tılsım bizdeki baş parmak­ tır. Hayvanlar baş parmaklarını bi­ zim gibi kullanamadıkları için in­ sanın yaptığım yapamıyorlar.

B ir mekteb arkadaşı Bursa idadisinde Rüştü isimli bir mekteb arkadaşımız vardı. B u ısa- nın yerlisi olduğu için nehari idi. Aile cihetinden biraz da fakir ola­ cak ki kendisi henüz üçüncü sınıf­ ta iken son sınıfın fizik âletlerini yapıp onları satmak suretile mek­ teb masrafmı çıkarırdı. Hepimiz o- nun bu kabiliyetine şaşardık. Mek­ tebin esas fizik muallimliğini Ahmed Şükrü Bey yapıyor, ideal bir mu­ allim ve ideal bir idare adamı olan ikinci müdür Şükrü Bey mektebin yalnız ruhu değil her şeyi idi. Al­ tı yıl öne gazetemizde çıkan ha­ tıra hikâyelerinin birinde (Cunınu- riyet 27 mart 1944) «Bir hayatın filmi» yazısile onu anlatmıştım. Bir gün fırsatım getirip bize «Rüştünün parmakları çok zeki» demişti.

Nazırın duası

Mektebi bitirdikten sonra işittik ki o imtihan verip Avrupa tahsi­ line gitmiş. Ben de hukuktan çık­ tığım halde, gazetede 1913 sonla­ rında, Kastamonu edebiyat mual­ limliğinin açık olduğunu okuyunca, sırf candan sevdiğimiz hocamız Şükrü Beyin memleketi olduğu için orada hizmet edeyim diye, «Mec- lis-i Kebir-i Maarif» de şifahî ve tahrirî, üç süzgeçten geçen bir im­ tihan vererek Kastamonuya gitme­ den önce o zaman Maarif Nazırı olan Şükrü Beyin, hürmet ve ve­ da ziyareti yapmak üzere, huzuru­ na girdiğim zaman «Allah Allah, senin Rüştü de Kastamonuvu iste­ din demişti ve ilâve etti: «Avru­ pa dan iyi bir tahsille döndü, in ­ şallah teknik sahada memleket için hayırlı hizmetlerde bulunur.» Ben Kastamonuya vardıktan sonra o Kastamonudan ayrıldı. Neden ve neden sonra, galiba yirmi yıl ka­ dar önce onun Türkiyede ilk defa telsiz telefonla görüşme tatbikatı yapmasını, İstanbul gazetelerinin gösterişli başlıklarla yazdıklarım gördüğüm vakit Şükrü Beyin o •duasını hatırlayarak duanın tahak­

kukunu görür gibi oldum'dü. Yeni malûmat

Meğer duanın asıl tahakkuku onun teknik müsteşarlığile olacak­ mış. Mesleklerimiz ve hayatlarımız ayrı olduğu için Kastamonudanbe- ri hemen hemen hiç görüşemediğim bu eski mekteb arkadaşını Tcak mebusluğum zamanında, yani o teknik müsteşarı iken, yalnız sık sık görmekle kalmamış, onun yap­ makta olduğu büyük çaplı işi ya­ kından görmek imkânını da elde etmiştim. Bu bahardaki Ege seya­ hatinde, onun idaresindeki teknik okulları ve bilhassa gezici öğret­ men kurslarım fırsat buldukça gör­ meğe çalıştım. 17 kasımda çıkan «Köyün içten fethi» yazısı Göne­ nin Deve köyündeki kursu anlatı­ yordu. Eski mekteb arkadaşım ya­ zın Istanbula gelip evime uğradığı zaman bu kursların nasıl meydana getirildiği hakkmda kendisinden çok faydalı malûmat aldım. Bu ikinci yazı o malûmattan çıkıyor Yani yapılan işin işi yapandan öğrenilmesi.

tik tohum

vilâyetlerinin köylerinde kurslar işlemeğe başladı.

Hüceyı-e sistemi yerine Demin «tohum tuttu» deyişime bakmayınız. Bu iş tohumun başak veya fidan oluşu değil, hücrelerin üremesi gibi bir şey. Öğretmenle­ re yardımcılar verip yardımcılar­ dan öğretmenler çıkması. Ama memleketin köyleri o kadar çok ve bu köylerin bu kurslara ihtiyacı öyle fazla ki bu hüceyre sistemi ih­ tiyaca cevab veremiyecek. En iyisi gezici kurs öğretmeni yetiştirecek ayrıca bir müessese açmaktır. Böy­ le bir müessese Kadıköy Kız Ens­ titüsünde açıldı. Çeşidli Enstitü mezunlarından köy kurslarına ay­ rılacaklar burada üç aylık bir kurs görecekler. Fakat bunlar şehir kız­ larıdır, hem de okudukları enstitü­ de şehre göre yetiştiler, işte bu kursta onlar .sanki bir köydeymiş­ ler gibi, her şeyi bizzat kendileri yaparak köye göre hazırlanıyoı ¡ar. Köylerde pişmiş kurs öğretmen­ lerinden bir kaç tanesi burada tek­ sif edi1!ı Kadıköy Enstitüsünün göbeğinde âdeta bir köylülük lâ- boratuvarı yaratılmıştı.

Köy var, köycük var iyi ama yurdun kırk bin köyü bir cins değil ki. Batı ile doğu, güney ile kuzey, siteple kıyı, ova ile yayla gibi iklimler ve coğrafya ayrılıkları bir tarafa aym T ii,a - kadaki köyler bile birbirini tutmaz. Küçük köyler, büyük köyler; çu ­ kur köyler, dağlık köyler; kurak köyler, sulak köyler; evet, «Bizim Köy» müellifinin kulağı çınlasın, bu yurdda en az bin çeşid bizim köy var.

Bu kurslar bazı köylerde hiç tut­ madı, meselâ Diyarbakınn .bazı köylerinde ancak beş senelik emek ten sonra tutturulabildi. Bazı köy­ lerde de tutmuş sanılırken hiç ak­ la gelmez bir sebeble birden yıkılı- vermiş. Meselâ Adananın bir kö­ yünde 30 talebesi olan kursun bü­ tün talebeleri bir gün kursu ter- kediverivorlar. Derhal müfettiş gönderilir. Uzun boylu tahkik, tet­ kike lüzum yok. Sebeb basit: Kurs­ ta «çocuk bakımı» dersi öğretilir­ ken çocuğa meme vermekten caian da bahsedilir ya. işte köylüler gene kızlarına böyle şeyler söylenir mi diye evlâdiarmı kurstan çekiver- mişler.

işin en kolay ve kestirme tarafı «mademki köylü kurs istemiyor, biz de onu oradan kaldırıp başka yerde açarız» demek değil mi? Hayır, vazifemiz köye kızmak de­ ğil, köyü aydınlatmak. Teknik Müsteşarlık derhal köylüyü yarış­ tırmak için ilkönce çocuk bakımı dersinin kaldırıldığını bildirir. Bir defa ayrılan 30 talebe tekrar kursa gelsin, ondan sonra işin çaresi ara­ nacak. Öyle bir kursta çocuk ba­ kımı gibi en hayatî bir bilginin terkedilmesi akla gelemez. Peki ne yapmalı? Doğrudan doğruya sök- miyen dolambaçlı yoldan söke­ bilir. Öyle ise kursta öğretilenıiye- ni köyde öğretmek yolunu bulmak gerek. Yani kurstaki kızları bıra­ kıp evlerdeki ailelere giriş. Bunun tatbikatı için Ankara köylerinden biri seçiliyor. Bu, basitten mürek­ kebe gitmek değil, mücerred yerine müşahhas, hiç değil; bu Unesco'cu- ların geri memleketlerde tatbik için «Education de base» dedikleri temel terbiye sistemi de değil; bu, işin kısacası, keşif gibi bir şey.

Önce deı-dleri görmek Ankaradaki İsmetpaşa Kız Ens­ titüsünde ayrıca «Kız Teknik Öğ­ retmen Okulu» diye kız enstitüle­ rine öğretmen yetiştiren yüksek bir mekteb var. Buradan enstitü­ ler için çeşidli ihtisas öğretmenleri yetişiyor İşte buranın «çocuk be­ kimi» şubesinden mezun akıllı bir kızı dediğimiz işe memur ederler. Kız gûya tatilini geçirmek için köydeki kurs öğretmeninin akra­ bası gibi ona misafir sıfatile gidi­ yor. Vazifesi köylülerle dost ol­ mak. Kız girgin, sempatik, az za­ manla bellibaşlı köylü ailelerile can ciğer ahbab kesilmiştir. Cehaletin tuhaf tuhaf fecaat cilveleri: Çocuğun biri üç yaşına girdiği halde me­ meden kesmiyorlar, çünkü büyük baba «pehlivan olacak» demiş. Di­ ğer bir çocuk da üç yaşına gir­ diği halde kundaktan çıkarılmı - yor, o da pehlivan ol-cak. Diğer bir çocuğun gözleri akıyor, belli, kızıla tutulmuş, kimse farkında değil. Bütün çocuklar hep kirli. Se­ bebini öğrenir; Meğer köylüler ço­ cuklarım yalnız doğduğu zaman yıkarlar, .ondan sonra hasta olur diye bir daha yıkamazlarmış...

İşte böyle derdler meydanda. İlk safhada bunları gören akıllı öğ­ retmen ikinci safhada birer birer onların devalarına geçiyor.

B ir kere inandırdıktan sonra En tehlikelisi olduğu için ilk önce kızıl hastalıklı çocuğun ana­ sına gider: — «Bu çocuk hasta onu kucağına alıp neye çıkarıyor­ sun?» Köylü kadının gururlu ce­ vabı; — «O şehir çocuğu değil, bir şey olmaz» öğretmen parmağı­ nı sallıyarak anlatıyor; «Hayır ab­ la, bu tehlikeli hastalıktır, yürü­ yen çocuğa da geçer, görürsün.» B ir kaç gün sonra zavallı ana te ­ lâşla koşup gelir; «Dediğin çıktı, hastalık yürüyen çocuğuma da geçti, ah, yavrularım ölecek mı yoksa?» Öğretmen hanım çocuk­ ları tedavi eder. Sevinen ana, ev ev dolaşıp avaz avaz anlatıyor: — «Hızır gibi kadın ayo, iki ço­ cuğumu da ölümden kurtardı.» O gün çocuğunun ateşi olmadığım gören diğer kadın kurs yerine ko­ şup misafir hanımı çağırır. Genç öğretmen eve gidip hemen termo­ metresini çıkararak çocuğun kol­ tuğuna koyunca... Onlar ki bu ha-r raret ölçme âletini yalnız doktor­ ların elinde görürler, köy kadın­ ları ona derhal «doktor hanını» ünvanını taktılar.

Zafer tamamdı;

Artık hem Hızır, hem doktor, köylü her dediğinin hayırlı oldu­ ğuna emin, ne dese peki demeğe hazır; — «Çocuklar yıkanmaz o- İur mu? Bizim din temizlik iman­ dan gelir diyor, getirin bana bir tekne» tekne geldi, içine ılık su doldurdu, yıkanan çocuklar öyle memnun, öyle memnun ki.. Erte­ si gün bir emir; «Kundaklı çb - cukları getirin» onlar da kundak­ tan çıkarılıp teknede güle oyna­ ya yıkandıktan sonra kursta di­ kilip beraberinde getirdiği çocuk elbiselerim giydirir giydirmez ço­ cuklarının tıpış tıpış yürüdüğünü gören analar öyle seviniyor ki... Daha ertesi gün gene bir toplan­ tı; bu seferki emir daha çeşidli; «Bana süt getirin, tereyağı, yoğurt, un, mercimek getirin...» hepsi is­ tenilen miktarda getirildi. Öğret­ men gülüyor; «Mama yapmak için her şeyiniz var da mamayı bilmi­ yorsunuz.» Üç yaşını bitirdiği hal­ de memeden kesilmiyen çocuklar mamayı öyle iştiha üe yemeğe başladılar ki... Kurstaki sahte mi­ safir köyden ayrılırken bütün Köy­ lü kadınlar onu ağlaşarak uğur • luyorlardı.

Şimdi Türkiyemizde 400 tane ge­ zici kurs öğretmeni harıl harıl çalışmaktadır. Meğer bu işe sekiz yıl önce ancak bir tane öğretmenle başlanmış. Teknik müsteşar, Kız Enstitüsü mezunlarından bir hanım kızımızı İlk defa olarak Bursamn Gürsu köyüne gönderiyor. Ertesi yıl yanma bir de yardımcı vererek ikisini bir gene Bursamn Tirilya köyüne gönderir. Teknik müsteşar Bursalı olduğu için kendi beldesi­ nin köylerine tercih payı ayırıyor değil. O köyleri çocukluğundanberi. iyi bildiği için denemeye oralardan başlamayı uygun gördü. Ertesi se­ ne bu iki öğretmene ikişer tane daha yardımcı verilmiştir. Bunlaı da tabiî hep Kız Enstitüsü mezun­ ları. Artık ekilen tohumun tuttuğu anlaşıldığından ertesi yıl bu iş teknik müsteşarın bizzat bilmediği muhtelif bölgelerdeki köylere de yayılıyor. Adana, İzmir, Balıkesiı

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

HER ZAMAN DOĞRU MİKTAR YAĞLAMA SAĞLAYAN BİR YAĞLAMA YÜRÜTME SÜRECİ GELİŞTİRMEKTİR.. Doğru miktarda nokta atışı yapmak - hatta deneyimli bakımcılar için bile - en

Ac› çekme, nefle, kaç›fl, sald›rganl›k gibi afl›r›l›klar dönemi olan bu ça¤, ana babalar oldu¤u kadar çocuklar için de yaflanmas› zor bir dönem olarak kabul

Kullan- dıkları besi yeri Campylobacter besi yeri olduğundan önce bu gruptan bir bakteri olduğunu düşünseler de daha sonra üreyen bakterinin ayrı bir gruba ait

İstanbul’da kaldığı süre içerisinde İstanbul Şehir Tiyatroları’nda oynayan Liiküs Hayat, Deli Dolu, Saz Caz gibi operetler için kostüm çizmiş; Yeni Adam

Fransızların, Britanya Hükümeti ve halkı ile ilgili bu düşünce ve niyetlerini, 1792 yılının sonlarında Fransa Denizcilik Bakanı’nın Fransa limanlarına

Ytong, hayalinizdeki evi inşa etmek için ihtiyaç duyacağınız pek çok konuda size büyük kolaylık ve tasarruf sağlayacak bir yapı sistemi sunuyor.. İçerisinde nesiller

Bu demiryolu vakası 1912 -1913’teki Balkan Savaşı’ndan dört, Birinci Dünya Savaşı’ndan ise altı yıl önce gerçekleşmiş olsa da Somary Fransız -Rus

İletişim tarihinde ilk araç olarak kabul edilen Tam Tam’dan günümüzde hız kesmeden ilerleyen akıllı telefon teknolojisine dek kullanılan araçların iletişim kurmaya