• Sonuç bulunamadı

Teşkilatçılığımzdaki heybet

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Teşkilatçılığımzdaki heybet"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURİYET

/ » » ' i /

I

T A R İH İM I Ş I ĞI A L T IM D A

|

i

ı

Teşkilâ tçılığı mı zdaki Heybet

Osman Gazi bir aşiret beyi İdi. Kuvveti de aşiret atlılarından iba­ rettir. Orhan Gazi on iki yıl süren Bursa muhasarasile anladı ki sade­ ce aşiret atlısile iş görülemez. «Y a­ y a » adile piyade, «Müsellem» adi­ le süvari olmak üzere iki sınıf muntazam asker teşkil etti. Arazi de «tımar» ve «hâs» diye ikiye ayrıldı. Bunların sahihlerine arazi nin mülkiyeti değil menfaati veri­ liyordu. Tımar ve hâs sahihleri bu menfaate karşılık seferlerde mu­ ayyen miktar asker vermeğe mec­ burdular.

* * *

Birinci Murad devrinde şimşek- leme bir hızla Rumeli fethedilince Osmanlı beyliği Avrupalı bir devlet oluverdi: Yeni devlete göre her sahada yeni teşkilât yapıldı. A - razi teşkilâtında «timar» la «hâs» arasına «zeamet» sınıfı ihdas edil­ di. Bunların üçüne birden «dirlik» denir. Bu, geçim için gaza ve hiz­ met karşılığı olarak bağlanan irad demekti. Dirlik iradı yılda 20 bin akçeye kadar olan «timar» m ilk üç bin akçesi timar sahibine aid olup bu ona «fetih hakkı» diye bırakı­ lırdı- 100 bine kadar iradı olan «zeamet» le ondan fazla olan «hâs» larda bu fetih hakkı beş bin akçedir. Timar sahihleri kendileri­ ne ayrılandan sonraki iradın her 3 bin akçesine, zeametle hâs sahih­ leri de her beş bin akçeye karşı ii?fer zamanı devlete «cebeli» yani tam teçhizatlı bir süvari vermeğe mecburdu. Her üç dirlikten gelen askerlere «topraklı süvari» denir. Harbde cenkeden bu «topraklılar» sulh olunca gene topraklarına dö­ nerlerdi. Arazi ve maliye işleri ge­ nişlediğinden derhal «defterdarlık» ihdas edildi.

Ordu da büyüdüğü için «kadı- asker» lik icad olunuyor- Halk di­ linde kazasker şekline giren o ma­ kam hem orduda kanun hâkimi, hem sivil kadıların merci ve âmi­ ridir. İlk defa bu makama getiri­ len Çandarlı Kara Halil sonra v e­ zir olup Lala Şahin Paşaya da v e­ zirlik verilince Çandarlıya «vezir-i a’zam» dendi. Yani artık sadaret ihdas olunmuştu. Beylerbeyi ordu kumandanı demekti. Orhan zama­ nında o unvan yalnız hanedandan olana verilirdi. Orhan'ın kardeşi Alâeddin - aşa, oğlu Süleyman

,şa ve şehzade Murad hep bey-fbevi idiler- Fakat şimdi hüküm-r Muıadın şehzadelehüküm-ri henüz pek ıvu, .k. Ne yapmalı? Bu yeni dev- 1 ’ et'e hiç bir şey «donmuş» ve ı «paslaşmış» değildir. Her şey ih­

tiyaca göre değişiyor. Lala Şahin Paşa beylerbeyi oldu.

Ordu da büyüdü. Orhan zama­ nının iki sınıf askeri kâfi değil- Gazilerin elde ettikleri esirlerden beşte biri «pencik» adile devlete alındı. Bu yeni ıstılah farsça beş mânasına «penc» in türkçeleştiril- mesile meydana gelmişti. Peki bu yeni askerin masrafı neyle karşı- 1 lanmalı? Gazilerin ganimetlerinden de her beş akçede biri gene pen­ cik namile alındı. Pencik askerleri

yetişsinler diye önce gemilere ve­ rildiler. Fakat hem gemiden kaç­ maları kolay oluyor, hem kaçmı- yanlar da iyi türkçe öğrenemiyor. Her iki mahzuru önlemek için pen- cikler Anadoludaki Türk çiftlikle­ rine gönderildiler- Fakat bu sefer de bakıldı ki onlar iyi asker olarak yetişmemektedir.

Ne yapmalı ki bu pencikler hem kaçmasınlar, hem iyi türkçe öğren­ sinler, hem de iyi asKer olarak yetişsinler? İşte bu üç hedefi bir­ den sağlamak için Geliboluda « A - cemi ocağı» kuruldu- Anadoludaki çiftliklerde türkçe öğrenip Türk terbiyesile yetişen pencikler Geli- boludaki bu askerî mfektebe getiri­ lip yedi sekiz sene tahsil görüyor­ lar. Peki bu mektebi bitirenler ne olacak? İşte «Yeniçeri ocağı» onlar için teşkil edildi. «Acemi ocağı» m bitirenlere «çıkma» denir. Bu çık­ malar Yeniçeri ocağına girince «kapı-kulu» olurlar- Yani doğru­ dan doğruya saray kapısına bağlı hassa ordusu. Devletin maaşlı, da­ imî, kışlalarda yatıp kalkan, bir

c

Yazan:

İSMAİL H ABİB SEVÛK

kelime İle profesyonel asker. Y e­ niçeriler hassa ordusunun piyade kısmıdır. Timurtaş Paşanın tavsi- yesile bir de «kapı-kulu süvarile­ ri» adile iki sınıflık «silâhtar» ve «sipah» bölükleri teşkil edildi, im ­ paratorluğun haşmetli gelişmesin­ de yeniçeriler kadar bunların da rolü olacaktır.

* * *

Çelebi Mehmed devrinde hassa ordusu olan yeniçerinin kökünü kurutacak bir felâket başgösterir: Geliboludaki «Acemi ocağı» nın kaynağı «pencik» denen esirlerdi. Birinci Murad ve Yıldırım zaman­ larındaki Rumeli fetihlerile bunlar bol bol sağlanıyor. Fakat Timur- lenge karşı Ankaradaki büyük hezimetten sonra o imkân kapandı. Ne yapmalı? Derhal «devşirme u - sulü»» icad edildi. Bu, şarkta ve garpta eşi olmıyan yepyeni bir «Osmanlı icadı» idi. Rumelideki mûteber hıristiyan ailelerinin mü- teaddid erkek çocuğu olanlarından bir tanesi yeniçeri yapılmak üzere devlet hizmetine alınacak- Bunu bir zulüm sanmamalı. Böyle yeni­ çeri olanların sadrâzamlığa kadar yükseldikleri görülünce hıristiyan aileler yeniçeriye çocuk verebilmek için can atmağa ve iltimas arama­ ğa başladılar.

«Devşirme kanunu» tam bir a- dalet cihazı halinde işliyordu. Bir defa bu teşkilâtın âmiri yeniçeri a- ğasıdır. Ağa «devşirme emini» ile «devşirme memur» lan tayin eder. Ellerine birer ferman ve yeniçeri ağasının da birer mektubu verili­ yor- Sahte ferman veya mektub yazanlann cezası o kadar şiddetli ki derhal elleri kesilmektedir. Ru­ meli hıristiyanlannın bu mazhari­ yetine imrenen Anadolu hıristiyan- ları o kadar yalvarıp yakardılar ki neden sonra bu usul onlara da tat­ bik edilir oldu.

ık ❖ ık

İkinci Murad devrinde üç mühim teşkilât yapıldı. Biri şeyhülislâmlı­ ğın ihdasıdır. İlmiyye mesleğinde o

zamana kadar «M esned-i fetva» denen bir nevi başmüftülük vardı. Mevkii «kazasker» e ve «sultan ho cası» na karşı ikinci derecede- Şeyhülislâmlığın ihdasile ilmiyye mesleği en yüksek mevkie çıkarıl­ mış oluyor. Padişahların hududsuz salâhiyetlerine karşı büyük şey­ hülislâmlar kuvvetli birer fren va­ zifesi görmektedirler. Devletteki mutlakıyetin sertliğini şeyhülis­ lâmlığın kudreti yumuşatıyordu. İkinci büyük ihdas devlet adamı yetiştirmek için kurulan «Ende­ run mektebi» dir. Geliboludaki «Acemi ocağı» na giden devşirme­ ler yeniçeri oluyor. Devlet adamı yetiştirmek için de bir mektebe ihtiyaç var- Devşirmelerin diğer kolu bu mektebe ayrıldı. Edim e- deki eski saray ü çoğlan ı» mektebi yapılır. «Oğlan» gene mânasına o- lup «iç» kelimesi de padişaha bağ­ lılığı gösterir. Üçüncü ihdas «âzeb» askerinin teşkilidir. Bunlar yaya, kale ve tersane âzebleri olmak ü - zere üç gruptu. Hepsi oklu olup vazifeleri cenkten önce düşmanı ok yağmuruna tutmaktı-

-i*

-i-İstanbulun fethile devlet impa­ ratorluk olmuştur. Osmanlı beyli­ ğini «devlet» yapan Birinci Murad ilk büyük teşkilât safhasını açmış­ tı. Devleti «imparatorluk» yapan Fatih de teşkilâtçılığımızın ikinci ve en geniş devrini açtı. Bir defa Fatih, saltanatının son zamanların­ da çıkardığı «Kanunname» ile, kendi zamanındaki teşkilât da da­ hil olarak, bir buçuk asırdır de­ vam edip gelen an’ane ve teamül­ leri tesbit ettiğinden onları istik­ bal için de kefalet altına almış olu­ yordu.

Ordu teşkilâtı yeni icablara göre genişletildi. «Kapı-kulu» teşkilâtı­ na bağlı olarak topçu, humbaratı ve cebeci ocakları kurulmuştu- Bu ateşli silâhlar teşkilâtıdır. Birinci Murad zamanındaki «kapı-kulu sü­ varileri» «sipah» ve «silâhtar» di­ ye iki sınıftı. Fatih bunları altı sı­

nıfa çıkardı. Bu yeni dört sınıfın ikisine sağ ve sol ulufeciler, diğer ikisine sağ ve sol garibler denildi, Altı sınıfın ayrı ayrı bayrakları vardı. Hükümdarların «sekban» denen av kıt’aları Birinci M urad- danberi müstakildiler. Saltanatının ilk senesinde Karaman seferinden dönerken yeniçerilerin «sefer bah­ şişi» istemelerine hiddetlenen gene Fatih altı yedi bin miktarındaki sekbanları Yeniçeri ocağına ilhak ederek bundan böyle «sekbanbaşı» mn yeniçeri ağası olmasını kanun eyledi.

Devlet mekanizmasında da esaslı teşkilât yapılmıştı. Bir defa başlı- başma bir âlem olan saray teşki­ lâtı en kısa şekilde yazılsa bile biı makaleye sığmaz. İç ve dış saray demek olan «enderun» ve «bîrûn»; kapı ağası ve ak ağalar, kızlar ağa­ sı ve harem ağalan; devlet ricali yetiştiren Enderun mektebinin dallı budaklı teşkilâtı; beş oda a- ğaları, bîrûn ağalan, müteferrika­ lar, baltacılar, bostancılar... Evei başlıbaşına bir âlem olan saray yeni esaslarla genişletilip nizam- laştırıldığı gibi divan, yani kabine sistemi de apayn bir şekil aldı. Fa­ tihe kadar divan padişahın riyase­ tinde toplanırdı. Fatih riyaseti sadrâzama bıraktı- Gene Fatihe kadar kazasker bir tane iken iki oldu, defterdarlık da öyle. Fatib teşkilâtının en nurlu ve şereflisi şüphesiz üniversitenin kuruluşu­ dur. Eskiden medreseler vardı. Fa­ tih «sahn» denen sekiz koğuşluk bir tesisle bunu üniversite pâyesi- ne çıkarandır.

* * *

Son büyük teşkilât Kanunî za­ manında yapılıyor. Fatih devleti «imparatorluk» yapmıştı, Kanuni Süleyman da imparatorluğu «ci­ han devleti» yaptı- Garb âlemi Sul­ tan Süleymana «Muhteşem» der, Türk milleti ise ona «Kanunî» de­ di. On üç sefer ve bir o kadar za­ ferle şark ve garbı tekne gibi sal­ layan o haşmetler haşmeti padişa­ hın kanunculuğunu bu millet her şeyden üstün görmüştü. Onun dev­ ri kudretimizin nasıl kemaliyse teşkilâtçılığımızın da kemalidir: Arazi «dirlik» ten başka «uşriye», «haraciye» diye üçe ayrıldı. Has­ sa ordusu baştan aşağıya ksdr«, maaş, terfi, tekaüdiye cihetlerde sağlam esaslara bağlandı. Devlet teşkilâtında hükümdarla sadrâza­ mın salâhiyetleri âhşnkli olarak ayarlanmıştı. Nihayet Süleymaniye üniversitesi-. On yedinci asırda ilk garb kafalı âlimimiz olan Kâtib Çelebi: «Kanunî zamanındaki ders­ leri okutacak değil anlayacak kal­ madı» diye hayıflanır.

Türk milleti ona böyle teşkilât yaptığı için mi «Kanunî» lâkabını verdi? Ne münasebet? Muhteşem Süleyman kanunu hâkim yaptığı için «Kanunî» oldu- Üç asırlık teş­ kilâtımızın asıl kıymeti onların ya­ rattığı canlı havadadır. Öyle teş­ kilât yapabildiğimiz içindir ki öy ­ le heybetli bir yükselişe erdik. Teşkilât kaba uyan su gibi haya­ ta uyuyordu. Çöküş devri o teşki­ lâtın hem donması, hem bozulma-

sındandır-Tarih yalnız mâzi bilgisi değil. Tarihte hale akan bir kudretle is­ tikbale uzanan bir ışık var. Millî mücadelemizin teşkilât dinamikli­ ği yükseliş devrimizden bir ruh ta­ şıyor. Cumhuriyettenberi yaptığı­ mız esaslı işler mazinin derslerini bildiğimizdendir. Atatürk müver­ rih değildi. Fakat askerî tarihimi­ zi iyi bildiği için mâzideki yükse­ lişle inişin neden olduğunu en iyi o gördü- O muhteşem mâziyi ya­ ratabilen bu milletin muhteşem bir âtiye gidebilmek kudretinde oldu­ ğuna en açık delil Atatürkün bu ­ na olan sarsılmaz imanıdır. Hepi­ miz âtiye bu imanla bakalım.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bulgular flöyle olmufl: Organizma, korku verici uyar›- c›yla (metal sesi) özdefllefltirilen nesne ya da özellik (beyaz ve tüylü olma duru- mu)’e bu korku verici uyaran

Kafenin hem ortaklarından hem de işletmecilerinden Melih Doğan, Türk kahvesi ve neskafenin yaru sıra zamanla filtre kahvenin, ardından da espressonun hayatımıza

Madem ki mağrur bir erkek ve mağrur bir kadın ancak sevdikleri ve sevildikleri müddetçe beraber yaşıyabilirler onlar için izdivaç gibi bir müdafaa aletine ne

İlk bölümde çalışmamızda temel olan gruplar, t-normlar, s-normlar, esnek kümeler, bulanık kümeler, sezgisel bulanık kümeler ve sezgisel bulanık esnek

Bu bağlamda merkezi değer sistemini oluşturan geleneksel çevrenin gerek iktidar pratiğinden gerekse de iktidarın anatomisinden hareketle merkezde yer aldığını

Pasoalie 1672 yılında semtinin pazar yerine yakın olan Aneienne Conedie sokağında ilk defa bir kahvehane açtı • Adı (Kahve evi) idi. Burada , şarap fiatına , kahve

Birçok tanıdığım aile­ ler, koca yalıları bırakıp Erenkö- yünde, Göztepede, sivrisineklerin kaynaştığı cehennem gibi tarlala­ rın ortasında, küçük