ÖLMEZ BESTELERİM
YARATICISI
DEDE EFENDİLİM
H AYAT HİMÂYESİ
-7 “1 b ^
Yazan : RAUF YEKTA
3ÎSISISS2H2MSMSJ3I3M3M3J3J3IEJSI3I3MSJSE®SlS12MSISMSEr31SMM3Eİ3JSJSMaSJaaa®IöiMPîr3)pil5i|
Parlak zekâsı ve engin kabiliyetine hayran bir öğretmen onu yanına almış ve bedava dersler vererek musiki dünyamıza en büyük değerlerden birini kazandırmıştı. Her özlü musiki yayınına Dede Efendi’nin birkaç bestesi
mutlaka girer.
fl N ikinci hicri yüzyılda Türkler ^ arasında yetişen musikişinasların en kuvvetlisi olan ve Dede Efendi na mıyla şöhret alan eski Saray Baş Mü ezzini Hamami Zade İsmail Dede 1191 senesi zilhiccesinin onuncu günü Şehza- debaşı civarında bir evde doğmuştur. Babası Süleyman Ağanın doğum yeri ise eski Manastır vilayetimizin Görice Sancağına bağlı Kesriye ilçesi imiş. Süleyman Ağa vezirlerden Sayda Va lisi Bosnalı Cezzar Ahmet Paşanın bir süre mühürdarlığını yapmış fakat Pa şanın gaddar ve kan dökmeye fazlaca düşkün olmasından ötürü hizmetinden çekilerek İstanbul’a gelmiş ve Şehzade başındaki Acemoğlu hamamını satın alarak hamamcılıkla geçinmeye başla mıştı. Süleyman Ağa İstanbul’a geldik ten bir süre sonra Rukiye adında bir hanımla evlenmiş ve bu evlenmeden Dede Efendi dünyaya gelmiştir. Doğu şu Kurban Bayramının birinci gününe rastladığı için babası ona İsmail adını koymuştur.
Küçük İsmail henüz üç dört yaşların
satmış ve Altımermer’de Kuru Sebil mahallesinde Çavuş Hamamı ile civa rında bir ev alarak o mahalleye taşın mıştır.
İsmail sekiz yaşına gelince Hekimoğ- lu Ali Paşa camii bitişiğindeki Çama şırcı ilkokuluna gitmeye başlamış ve eğitimini orada tamamlamıştır. Bu okula gittiği sırada İsmail, sesinin gü zelliği ve hele çocukların mektebe baş laması sırasında yapılan törenlerde İlahici Başı’lık görevini başarı ile yap ması dikkati çekiyordu.
★
Okulun civarında konağı bulunan o çağın musiki hocalarından Uncu Zade Kesedar Anadolî Seyid Mehmed Efen di, çocuklarından birinin okula başla ması dolayısıyle küçük İsmail’in musi kiye karşı olağanüstü kabiliyetini dü şünerek onu da derslerine almış ve meşklerinden faydalandırmıştır. Böyle- ce birçok nefis besteler geçmiş olan Hamami meşhur olduğu zaman kendi sini çocukluğunda elinden tutan bu za tı da birlikte meşhur etmiştir, denebi lir. Yoksa tek bir şarkıdan başka eseri bulunmayan Uncu Zade adı, çoktan ta rihin karanlıklarına karışmış olacaktı. Uncu Zade, İsmail’e evlât gözü ile baktığından onun musiki bilgisini artır mak kadar geleceğini sağlamayı da düşünmüş ve on dört yaşına gelmiş olan genci Baş Muhasebe Kalemine yazdırmıştır. İsmail, yedi yıl kadar hem bu kaleme, hem Uncu Zade’nin derslerine devam ettiği gibi pazartesi, perşembe günleri Yenikapı Mevleviha- nesine giderek o tarihlerde dergâhın şeyhi bulunan Ali Nutki Dede Efendi’ den musikinin inceliklerini öğrendiği için az zamanda çok ilerlemiştir. O ka dar ki İsmail’in parlak zekâsına hay ran olan Ali Nutki Dede, bir gün öğ
rencisini beğendiğinin bir ifadesi ola rak şöyle demişti:
— Oğlum... Musiki bilgisi, sana bir Allah vergisi... Görüyorum ki gelece ğin en büyük ustası olacaksın. Allah feyzini arttırsın.
Ali Nutki ile İsmail arasındaki iliş ki, öğretmen-öğrenci düzeyinde kalma mış, babalık evlâtlık derecesine var mış ve Şeyh Efendi İsmail’i oğlu gibi sevmekte bulunmuştu. îlkin musiki öğ renmek için dergâha giden İsmail son raları törenleri ile de ilgilenmeye baş ladı. Ve bir gün Şeyhin yanına çıkarak:
— Efendim ben, kabul ederseniz büs bütün sîzlere katılmak istiyorum. Ka leme gitmeyeceğim, dedi.
Ancak Nutki Dede, işin zor tarafla rını da belirtmekten geri kalmayarak:
— Pekala ama, burası tekkedir, de di. Çileye girmek var. Yapamazsan na file bu işe girme. Çünkü burada, sıra sına göre odun yarıcılığı da yaptırır lar...
★
Genç İsmail, bundan da çekinmeye rek ille kabulünü istedi. Her türlü hiz mete razı olacağını söylüyordu. Oysa İsmail’ in ailesi bunlara hiç razı değil di. Şeyh Efendi bunu bildiği için önce onların rızasını almak şart olduğunu ileri sürdü. Onlar ne yapsınlar. Çok sevdikleri çocuklarının İsrarına daya- namadıkları için isteğine boyun eğdi ler. İsmail dede yirmi bir yaşında iken Mevleviler arasına alındı.
Şeyh Ali Nutki Dede’nin özel defteri ne: «Zaman-ı meşihatımızda dergâh-ı aliyyeye çile çıkarıp derviş olmaya ge len can’lar» başlığı altındaki isimler listesine «1212 zilhicce 18 tarihi ile» (1797) İsmail adı da böylece girmiş bu lunmaktadır.
Ölmez Eserlerin
Bestecisi
4© E P E E F E N D İN İN
H AYAT H İKÂYESİ
SISEMSlSJ3E®MSlc!]3®M3)SJSMSI3EI3J3EI3rSEISJS13MS®iajSI3Ma®MSI3MaE]5i3JSI3J3lpipi?l(iDn3Plnllii!lrSI Bir dergâhın köşesinde parlayan zekâ kutsal topraklardasönmüş, Dede bir daha yurduna dönememişti.
loüSIİ3!rfiiaiaiSiaMS®iajaM31â!iaiSM3(SI3MSEiSMâ!ISEMM3M3MBI3M3raJ33/î!Itt!JaiS12MaJSI3J^M3J3EjajSJ3
RAUF YEKTA
U AMAMI ZADE İsmail Dede Efen-■* dinin «Derviş İsmail» olarak çile ye girmesinden bir süre sonra babası Süleyman Ağa öldü. İsmail babasından kalan hamamı hemen satmak istedi. Annesi Rukiye Hanım buna karşı koy maya kalktıysa da, kadıncağız küçük lüğünden beri çok sevdiği ve biraz faz la yüz verdiği oğluna söz geçiremedi- ğinden hamam satıldı. Bir süre sonra da parası harcanıp gitti.
Derviş İsmail çileye girdiğinin ikin ci yılında en nefis eserlerinden biri olan:
Zülfundedir benim baht-ı siyahım
güfteli meşhur Bûselik şarkısını beste lemişti. Bu şarkı çok sürmeden müzik çevrelerine aksederek son derece be ğenildi. Hele bestecinin Yenikapı Mev- levihanesi çilekeşlerinden biri olduğu anlaşılınca bu kadar ustaca bir şarkı
meydana getiren dervişi görmek için birçok musiki meraklıları dergâha ge lip:
— Burada bir Derviş İsmail varmış, kendisini görmek, tanımak istiyoruz, demeye başladılar. Dergâhtakiler de lıalkın bu hücumundan tabii memnun değildiler. Ama ne yapsınlar!.. Öte yandan şarkının şöhreti gittikçe artı yordu. O kadar ki saray musikişinas ları da öğrenerek Padişahın huzurun da okudular. Padişah III. Selim şarkı yı pek beğenerek bestecisini görmek istedi. Bunun üzerine musahiplerinden Vardakosta Ahmed Ağa dergâha gidip Padişahın iradesini bildirdi ve İsmail Efendiyi saraya götürmek için Şeyh’in müsaadesini istedi.
Fakat Şeyh Efendi ne yapacağını şa şırmıştı:
— Padişahımız Efendimizin emirleri başımız üzredir, dedi. Ancak dervişi miz çilededir. Çilesi de iki yılı buldu. Usullerimiz gereğince gece dışarda
ka-lamaz. Sizden rica ederim. Çıksın ama akşam ezanından önce dergâha dön sün yine.
Derviş İsmail Musahip Ahmed Ağa ile saraya gidince derhal huzura ka bul olundu. Padişah III. Selim ona bir hayli iltifat ettikten sonra Buselik şar kısını okumasını teklif etti. İsmail okudu ve Padişah o kadar memnun ol du ki bir defa daha okumasını istedi. Sonunda birtakım ihsanlarda buluna rak dergâhın usulleri gereğince geri gönderdi.
Derviş İsmail saraydan çıktığı vakit akşam ezanına ancak bir saat kaldığın dan koşmaya başlamıştı. Yol üstünde bulunan annesinin evine uğradı. Kapı açılınca:
— Anneciğim dedi. Hamamı sattım da parasını tekkede dervişlere yedir dim diye bana kızmıştın. Bak işte ba na neler ihsan olundu!
Ve içerisi altın dolu bir keseyi he men atarak vakit kaybetmeden dergâ hın yolunu tuttu.
1800 yılı Ramazan ayma tesadüf eden tarihte Derviş İsmail 1001 günden ibaret olan «Çile» süresini tamamlaya rak Dede unvanını alıp dergâhta ken disine ayrılan odaya çekildi.
İsmail Dede çilesini bitirip Yenikapı Mevlevihanesinin erkânı arasına gir dikten sonra özellikle sema’ günleri, odası kendisinden faydalanmak isteyen musiki heveslileri ile dolmaya başla mıştı.
Bu sırada Dede Efendi birçok nefis eserler bestelemiş ve bu eserler der gâha gelip giden kimseler tarafından İstanbul’un sanat çevrelerinde yayıl dıkça şöhretinin artmasına sebep ol muştur.
Dede’nin eserleri birbirinden parlak oluşuyordu. Hele Hicaz makamından şu tatlı:
Ey çeşm-i âhû hicr-ile tenhalara saldın beni
diye başlayan «nakş»ını bestelemesi İs tanbul musiki âlemince olağanüstü bir olay sayılmıştı. O kadar ki her musiki meraklısı bu yeni sanat eserini edin meye büyük arzu gösteriyordu.
Dede’nin gerçekten nefis eserle rinden biri olan bu beste de Padişah Selim’in hoşuna gitmiş ve «Ziilfünde- dedir benim baht-ı siyahım» şarkısı ile musikideki yeteneğinin yüksek derece sini anladığı sanatçıyı bu eser dolayı sıyla bir kere daha huzuruna kabul ede rek kendisini dinlemiş, ihsanda bulun muş ve haftada iki defa kendi önünde çalman fasıllara onun da devam etme sini istemiştir.
Bir süre sonra da Dede Efendi Padi şahın «musahip»leri arasına alınmış ve arası çok geçmeden baş müezzinlik hizmeti de kendisine verilmiştir.
Dede baş müezzin olduktan sonra ev lendi, evlendikten sonra da tekkedeki odasını bırakarak Sultanahmet civa rında kiraladığı bir eve yerleşti. Ara da bir tekkedeki özel odasında öğren cilerine musiki öğretmeye devam edi yordu...
Dede Efendi Türk musikisi edebiya tını baştan başa kaplayan pek çok eserlerini hayatı boyunca kendini ver diği bu sanattaki üstün kabiliyeti sa yesinde ortaya koymuştur. —Yukarda söylediğimiz gibi— Mevleviler arasın da olduğu kadar dışarda musiki sever ler arasında hayranlıkla karşılanırdı. Ancak musikiye duyduğu özel ilgi do- layısıyle III. Selim zamanında geçirdi ği huzur dolu hayat, sonraları ailesin den bazı kişileri kaybetmei ve mem leket ahvalinde görülen rahatızlıklar onu tedirgin etmişti. Gerçi yeni padi şah II. Mahmut da muikişinatı. Fakat memleketin içinde bulunduğu türlü kargaşalıklar, gönüllerde neşe bırak mamıştı. Zaten III. Selim’in şehit edil mesinden sonra Dede Efendi Baş mü ezzinlikten ve saraydan uzaklaşmıştı. Dervişlik hayatına geri dönmüştü. Pa
zartesi ve perşembe günleri dergâha gidiyor, âyin okuyordu.
Dede Efendi bir yandan da bu âyin lerin sayısını çoğaltmak istiyordu. O tarihlere kadar birkaç makamdan bes telenmiş olan bu repertuvarı zenginleş tirecekti. ilk denemeyi Saba makamın dan meşhur Ayin’i ile yaptı ve Yeni- kapı Mevlevihanesi’nde okudu. Bu bes tenin öbür Dedeler tarafından çok be ğenilmesi üzerine Neva makamından ikinci bir Ayin besteledi ve pek tabii olarak büyük takdir gördü.
Saba ve Neva Ayinlerin bestelenme si herkesi ilgilendirdiğinden bunların okunduğu günler Yenikapı Mevleviha- nesinin Sema’hanesi ziyaretçilerle do lup taşmıştır.
Yeniçeriler ortadan kalktıktan son ra bir ara içi rahat etmiş olan II. Mah mut bir gün Yenikapı Mevlevihanesine gelmişti. Bu sırada Neva Ayin’i oku nuyordu. Bu Ayin vesilesiyle Padişah Dede’yi hatırlayarak onu saraya ça- ğırtmıştır. II. Mahmut Dede’ye:
— Seni kendime musahip tayin et tim. Burada kal, emrin iverir.
Dede Efendi bazı şartlarla kalır ve yeni Padişahın tensibi ile ses ve saz topluluklarına katılır ama, onun böy- lesine sarayda yeniden yer almış ol ması bazı kimseleri rahatsız eder. Özellikle Baş müezzin Şakir Ağa onu kendine rakip saymaya başlar.
Başlıbaşına bir kıymet fakat mağrur yaratılışlı bir sanatçı olan Şakir Ağa, sesi de üstün iken kaygılanmaktan ken dini alamıyordu. Öte yandan —Şakir Ağa'nın üstün sesine karşılık— İsmail Dede’nin üstün bilgisi vardı ve bunun la her zaman Şakir Ağa’yı ezebileceği- ni bilirdi.
Iş âdeta inada binmiş ve Şakir Ağa bir yolunu bulup Dede’yi II. Mahmud’ un huzurunda mahcup etmeyi tasarla mıştı. Planı şu idi: Yeni bir musiki makamı icadedecek, o makamdan bes
teleyeceği eserleri ansızın padişahın huzuruna çıkaracak ve bu eserleri okurken Dede’yi susmaya mecbur ede cekti. Böylece onu mahcup duruma dü şüreceğini hesap ediyordu.
Bu düşüncesini gerçekleştirmek için Şakir Ağa, arkadaşları Tanburi Zeki Mehmed Ağa ile Kemani Ali Ağa’dan yeni eserler istedi. Kendisi de Ferah nak adını verdiği makamdan bir eser hazırlıyordu.
Fakat Dede Efendi, Şakir Ağa’nın hazırlıklarım nasılsa duymuş, hatta bir gün Enderun koğuşlarından birinin önünden geçerken içerden hafif bir sesle bu bestelerin okunduğunu işite rek yeni icad edilen makamın neden ibaret olduğunu anlamıştı. Bununla kalmayıp kendisi de ona benzer bir eser meydana getirerek seçkin öğren cileri olan Dellal Zade İsmail ve Çilin gir Zade Ahmed Ağalara bunları öğ retti.
Bu sırada II. Mahmut Enderun saz takımını istemiş ve o zamana kadar duymadığı bir makamdan eser dinle mek arzu ettiğini bildirmişti.
Dede Efendi bu fırsattan faydalana rak «Müezzin Başı Şakir Ağa kulunuz
yeni biz makam icadetmiş, adına Fe rahnak diyorlar. Ferman buyurulursa bu makamdan bestelediği eseri okuya cak» dedi.
— Henüz bitirmedim Efendimiz. İn- şaallah tamam olsun da, diye kekeledi. Fakat Padişah merak ediyordu.
Neticede Şakir Ağa Zeki Mehmed Ağa’nın tanburla taksiminden sonra çok güzel sesi ;le eserlerinin bir kıs mını okudu ve sıra Ferahnak şarkıya gelince Dede Efendi aynı makamdan bestelediği bir eser olan «Figan eder yine bülbül bahar görmüştür»ü arka- daşlarıyle birlikte okumaya başlayınca bu defa susmak sırası Şakir Ağa’ya gelmişti.
karşılıklı okumalar sonunda Padişah Müezzin Başıya dönüp —biraz da yer siz bir deyim kullanarak—
— Şakir, Şakir... Dede musikide bii' canavardır. Seıı onunla görüşemezsin,
demez mi.
Gerçekte Padişahın beğenisini ifade eden bu söz Dede’yi ne de olsa gücen- dirmişti. Hatta söylendiğine göre, bu büyük sanatçı huzurdan çıktıktan son ra bir köşeye çekilip ağlamıştır.
— Padişah beni benzetecek başka
şey bulamadı mı? diye dostlarına dert
yanmıştır.
Dede Efendi Hacı olmak üzere Hi caz’a gittiği sırada kolera çıkmıştı. 1846 yılında vukua gelen bu salgın has talık Dede’yi alıp götürmüştür. Kendi si orada defnedilmiştir.
Onunla birlikte Hicaz’a gitmiş olan Dellal Zade İsmail ve öbür arkadaşla rının İstanbul’a onsuz dönmeleri çok hazin olmuştur.
SON
Tarihten Fıkralar
TARİH KARŞISINDA
Abdülhamit devri sadrazamlarından «Şapur Çelebi» diye de anılan Sait Paşa, son derece evhamlı, kimseye emniyet edemez bir yara dılıştaydı. O kadar ki makamına gelen evrakı teker teker kendisi okur du. Titizliği bu kadar ileri götürmüş olan devlet adamına bir gün bir arkadaşı sordu:
— Paşa, padişahtan korktuğun için mi bu kadar titizlik gösteriyor
sun?
Sait Paşa cevap verdi:
— Hayır. Padişahtan değil, tarihten korktuğum için.
İyi bir işin yapılmasını kolaylaştırmak onu yapmak demektir. Hz. MUHAMMED Cömertlik fazla vermekten ziyade yerinde ve zamanında vermektir.
LA BRUYERE Hiç kimseye faydası olmamak tamamıyle değersiz olmak demektir.
DESCARTES 73