983 Cumartesi
K A V R A M
D E R SA N E Sİ
Lise sonlar 24 Eylül
Beklemeliler 26 Eylül
Akşam 3 Ekim
Laleli Ordu Cad. 202/3 528 64 37 ■ 522 75 74
i büyük et- >ani marka, >or olması. :a’nın Tür- önünde
tu-Nadir
Nadi
anlatıyor
sık günde- fından üre- amakta di- rketin mo- nda motoranlaşması-m
t n
ilecek
ş piyasalar- liği büyük r. Yapımcı ilke olarak ;r. luriyet tari- üyük paket le yapımcı un resmen den sonra ir Türkiye’- yapım pro-ü ğirişimle-bölümünde >, General , P ra tt- r-16 yapım- cek hizmetNadir Nadi 1930’larda
BÎR
YAZARIN
İLK
. .
GAZETECİLİK
YILLARI
edirler. Bu ıl ürünlerle rlanması ve de Kobalt i ilk sırada rünlerin bir konusu şir- garantisi ile :ceği firma mıngerçek-• Dolfuss, işçi mahallelerini
topa tutturuyor
• Avusturya’da Sosyal
Demokratlar ve Naziler
C U M H U R İY E T / 8
21 E YL Ü L 1983
Nadir Nadi
anlatıyor
İLK GAZETECİLİK YILLARI
BİR YAZARIN
Ulusal K u rtu lu ş
Savaşı sıra sın d a
A n k a r a ’d a iki
g a z e te ç ık a r d ı.
B u n la rd a n biri
so n ra la rı “U lus”
a d ın ı a la c a k ola n
“H a k im iyeti
M illiye” ki 2
,
3
g ü n d e b ir çık a rd ı.
Yenigün ise hergiin
y a y ın la n ırd ı.
A n k a r a ’d a
k lişeh a n e y o k tu .
M u stafa K e m a l
P a ş a ’nın b a b a m ın
İs ta n b u l’dan
g e tir ttiğ i iki klişesi
v a rd ı, b ir biri b ir
ö te k i k u lla n ılırd ı.
"50 yıl arayla Viyana’ya gidip, iki yıldönümünün kutlanış biçimindeki farklılığı görmeyi ve yazmayı isterdim. Ama olmadı.”
Sürekli gazeteciliğe ö ğ re n im için
gittiğim Y iy a n a ’d a b a şla d ım
1933 yılında Naziler yüzünden Avusturya’da eğitim yapmak olanaksızlaşmıştı
Nadir Nadi 1919. Yenigün yılları... Bir yandan gazeteye gidip gelir ken, öte yandan da müzik dersleri sürmekte. 11 yaşındaki "Nadir” bütün yaşamına egemen olacak iki ayrı dünyayı aynı zamanda tanı maya başlamaktadır.
1
ALİ SÎRMEN — Efendim, bu ay AvusturyalIlar ve bizler 1683 İkinci Viyana Kuşatmasının 300. yıldönümünü yaşıyoruz. Sanıyorum, İkinci Viyana Ku şatmasının sizin gazetecilik ya şamınızda özel bir yeri var. Çün kü, profesyonel olarak sürekli gazetecilik çalışmanız, Viyana muhabirliğiyle başlıyor ve 1930-33 yıllarını kapsıyor. Yani siz gazetecilik yaşamınızın ilk yıl larında Viyana muhabirliğiniz sı rasında Viyana Kuşatması’nın 250. yıl törenlerini de izlemişti niz. Bu konuşmada o yıllara, o yılların olaylanna, yazılarına ve anılarına geçmeden önce, Viya na öncesi gazetecilik yaşamınızı anlatır mısınız?
NADİR NADİ — Bu soruyu
bana çok sordular. Gazeteci oğlu olduğum için aşağı yukarı bası- nevinde doğmuş sayabilirim kendimi. Sonraları anlatırlardı, daha 2-3 yaşlarındayken, koltu ğumun altına gazeteleri alır, odadan odaya “ Akşam, Hava dis, Tebecan gazete gazete” di ye dolaşarak, sözümona gazete satarmışım. O zamanlar biliyor sunuz gazeteciler, sokakta Ak şam, Yenigün vs. bağırarak sa tarlardı gazeteleri.
SİRMEN — Bu arada Yenigün dönemini hatırlıyorsunuz herhalde?
NADİR NADİ — Evet, gazete
burada, İstanbul’dayken müret tiphaneye, idarehaneye gidip ge lirdim. Çok küçüktüm, pek bir şey anlamaz ama yine de gidip gelirdim. Ankara’ya gittiğimiz de biraz daha büyümüştüm. O zamanlar Yenigün Gazetesi’nin Karaoğlan Çarşısı’nda, o zaman oturduğumuz evden yayan 3 da kika uzaklıkta küçük bir matba ası vardı. Babam İstanbul’dan A nkara’ya kaçarken, birkaç kı rık makina parçası da getirmişti beraberinde. Bu makina elle dö nerdi. Çavuş diye bir adam var dı. Makinayı o çevirirdi. O za manlar Yenigün 2500 tane bası yor. Ama iki yaprak olduğu için önce bir yaprak, sonra öbür yap rak basıhyordu. Yani tek yap raklı 5000 gazete gibi iş oluyor du. Bu çavuş denen adamcağız 5- 6 saat çalışırdı orada. Ben de hep gider matbaaya gazetenin nasıl basıldığına bakardım. Hat ta bir aralık Sakarya Savaşı sı rasında Yenigün Kayseri’ye nak ledilmişti ve çok kısa bir süre orada çıktı. İşte o kısa süre için de bir gece ben de merdaneyi çe virirken, kol beni aldı, havada tam bir turla perende attırdıktan sonra fırlattı. Yani ben jimnas tikçi gibi bir takla hoop, karşı ta rafa... Bunu gayet iyi hatırlarım.
StRMEN — Yani bu olaya ucuz atlatılmış bir iş kazası diyebiliriz sanırım.
NADİR NADİ — Evet. Matbaa
dışında da Yenigün’de çok az ki şi çalışıyordu. Bir yazı işleri mü dürü vardı. Bu yazı işleri müdü rü aym zamanda muhabirdi. Te lefon eder, bakanlardan müla kat, beyanat alır, gelen yazıları okurdu. Bir de musahhih vardı. Bu çok değerli bir zat idi. Ken disi Profesör Sadun Aren’in ba basıydı. Ara sıra köşe yazarlığı da yapardı. Babam başyazardı, aym zamanda da meclis muha biriydi. Mecliste bir şey olursa o telefon edip verirdi gazeteye. İdare ve muhasebeye bir kişi ba kıyordu. Mürettiphanede ise hepsi de İstanbul’dan gelmiş olan dört arkadaş çalışırdı. Bu arada Ankara’da klişehane de yoktu. İstanbul’dan gelen klişe ler kullanılırdı. Sanırım A ta türk’ün biri at üzerinde biri de portre iki klişesi vardı. Bir o, bir öbürü kullanılırdı.
Yani tüm gazetede çalışanlar 6- 10 kişiyi geçmezdi.
O sıralarda Ankara’da iki ga zete çıkardı. Bunlardan biri son raları “ Ulus” adını alacak Hakimiyet-i Milliye idi ki, 2-3 günde bir yayınlanırdı, öbürü de, babamın çıkardığı ve her gün yayınlanan Yenigün idi.
YENİDEN İSTANBUL’A DÖNÜŞ VE
İLK GAZETECİLİK DENEYLERİ
Sonra gazete İstanbul’a geldi. Cumhuriyet’in ilanından sonra, A tatürk gazetenin adının değiş mesini ve Cumhuriyet olmasını istedi. Başka bir söyleşimizde bu konuyu uzun uzun anlattığım için yineleyecek değilim.
Ben de Galatasaray Lisesi’ne girdim. Ve ortaokulda öğrenci iken kendi başıma sınıf gazete sini çıkarırdım. Bunun başyazarı
yetenekli miydiniz?
NADİR NADİ — Doğrusunu söyleyeyim resme hiçbir zaman eğilimim olmadı. Fakat gazete yi çıkardığıma göre, kime yap tırabilirdim ki resimleri, ben yaptım zorunlu olarak. Bunlar son derecede başarısız resimler di. Başarılı olduğum tek resim Damat Ferit’in karikatürüydü. Damat Ferit tepesi kel bir adam dı. Keli fesinin ardından bile gö rünürdü. İşte ben de Damat Fe rit’in arkadan, fesin altından gö rünen kelinin karikatüründe ba şarılı olmuştum. Babam bu ka rikatürü çok beğenmişti. Başka ca resimle alakam yoktu. Hiçbir zaman da olmadı.
Bu arada gazeteye gidip geli yordum, ama fazla ilgilenemi- yordum. Öğrenciydim ve dersler
sonbaharında Viyana’ya oku maya gidişimle başladı. Ben Vi- yana’da Sosyal Bilgiler okuyor dum. Aynı zamanda da, Cum huriyet’in Viyana özel muhabir liğini yürütmeye başladım.
StRMEN — Galiba o zamanlar Viyana muhabiri mahsusu di yorlardı. Sizin Viyana’ya hare ketiniz ve muhabirliğe başlama nız da 13 teşrinievvel 1930 tarih li Cumhuriyet’in ikinci sayfasın da bildiriliyor ve şöyle deniyor: “ Berlin, Viyana, Paris ve Moskova gibi Avrupa’nın mü him merkezlerinde daimi muha birleri bulunan Cumhuriyet, bu defa merkezî Avrupa’nın en mü him 2 şehrinden biri olan Viya- na’da daimi bir muhabirlik tesis etmiştir. Cumhuriyet’in Viyana muhabirliğini Nadir Nadi Bey
Paris hattı vardı, tam on altı sa at sürerdi, tabii o da bir aksak lık olmazsa. Uçak sabah güneş doğarken buradan kalkar, Sof ya’ya uğrar, Sofyadan kalkar, Belgrad’a iner, oradan Viyana’ ya uçar, Viyana’dan bilmemne- reye gider en sonunda güneş bat tıktan sonra Paris’e inerdi.
Buna karşılık yataklı vagon çok konforluydu. Gayet iyiydi. Hatta gazeteler de yazıyor ya, şimdi bile yılda bir-iki kere ya pıyorlar. Ben ikinci mevki yatak lı alırdım; yine de kompartıman da tek başıma olurdum. Hatta zaman zaman bütün vagonda ancak 2-3 kişi bulunurdu. Tren Avusturya’ya yaklaşırken kala- balıklaşırdı.
SİRMEN — Bir de yukarıdaki yazıda “ Arkadaşımızın
mektup-SİRMEN — Viyana muhabirli ğiniz ve Viyana’daki öğrenim hayatınız ne kadar sürdü? NADİR NADİ — V iyana’da
öğrenimimi bitiremedim. Çünkü ben orada iken Nazi hareketi başlamıştı ve gelişiyordu. Viya n a’da üç yıl kaldım. Üçüncü yı lın sonunda üniversite artık okunmaz hale gelmişti. Hemen hemen haftada iki defa kapatı lırdı. Naziler, Musevi çocukları nı pencerelerden atarlardı. Her yer karmakarışık bir haldeydi. Pek okunulacak gibi değildi. Onun için orada okumaya de vam edemedim ve Lozan’a geçe rek, 1,5 yıl içinde İsviçre’de öğ renimimi bitirdim.
SİRMEN — Peki efendim. Si zin Viyana muhabirliğiniz sıra sındaki en önemli olaylardan biri
Galatasaray Lisesi’ndeki kuartet soldan sağa Nurettin, Sezai Asaf (Asal), Seyfettin (Asal) ve Nadir Nadi. Asal kardeş ler daha sonra konservatuvar ve Galatasaray Lisesi’nde müzik hocalığı yaptılar. Bu yıllarda Nadir Nadi, Cuınhuriyet’e müzik yazılan yazardı.
G a zeteciliğ e ne za m a n
b a şla d ığ ım sorusu h ep
so ru lm u ştu r ba n a . B ir
g a z e te c i çocu ğu o ld u ğ u m
için aşağı y u k a rı k en d im i
basın e v in d e d o ğ m u ş
sa y a rın ı.
G a la ta sa ra y L isesi’n d e iken
s ın ıf g a z e te s in i ç ık a r ır d ım .
G a zeten in h erşeyin i h a tta
resim lerin i bile ben
y a p a r d ım . A slın d a resim
y a p m a y ı hiç b e ce rem e m .
T ek b a şa rılı oldu ğu m e se r
“D a m a t F e r it’in
k a rik a tü rü y d ii. On u
b a b a n ı d a çok b eğ en m işti.
G a la ta sa ra y Lisesi son
sın ıfla rın d a İsta n b u l'a g elen
s a n a tç ıla r la g ö rü şm e le r
y a p a r d ım . B u n la r (N)
im z a sıy la y a y ın la n ırd ı.
da, köşe yazarı da, muhabiri de herşeyi bendim. Tek başıma çı kardığım bu gazetenin resimle rini bile ben yapardım.
SİRMEN — Sizin müziğe olan merakınızı bilmeyen yok. Uzun yıllardır keman çalıyorsunuz. Mozart üzerine, profesyonel dü zeyde olmasa bile, çok ilerlemiş bir amatör olarak araştırmaları nız, incelemeleriniz var. .Ama resme eğiliminiz olduğunu ilk kez duyuyoruz. Resim alanında
ağırdı. Yalnız bu arada İstan bul’a gelen giden sanatçılarla ko nuşmalar yapardım. Bunlar ga zetede çıkardı. Onları doğrudan doğruya yazı işleri müdürüne ve rirdim.
SİRMEN — İmzalı mı çıkardı yazılarınız?
NADİR NADİ — (N) harfiyle çıkardı.
SİRMEN — Peki sürekli gaze tecilik...
NADİR NADİ — O 1930 yılı
ifa edecektir. Dünkü ekspresle Viyana’ya hareket eden arkada şımızın mektuplarını pek yakın da neşre başlayacağız.”
Bu haberde ilginç yönler var. Her şeyden önce, günümüz ga zetecileri gibi, uçakla seyahat et miyorsunuz. O sıralarda uçak yok muydu?
NADİR NADİ — Uçak vardı
olmasına ama, yalnız yazları dört ay çalışırdı. Üstelik çok ya vaş giderdi. Mesela
İstanbul-lannı pek yakında neşre başlaya cağız” diyor. Haber ve yazıları nızı mektup şeklinde mi gönde riyordunuz? Hiç telefon kullan dığınız olmuyor muydu?
NADİR NADİ — Mektup şek linde oluyordu. Posta ile gönde riyordum. Tren buraya 48 saat te gelirdi. Demek ki, mektup da üç günde yerine ulaşırdı. Telefon kullanmıyordum. Çünkü tele fonla konuşmak çok güçtü. Ge rektiği zaman telgraf çekerdim.
I
II ı ı v cMAVİ SERİ
LABORATUVAR CİHAZLARI İLE BİYOKİMYA LABORATUVAR1NIZI KOM PLE BİZ KURALIM. BİZ DEKORE EDELİM .
- SPEKTROFOTOMETRE
- STERİ LİZATÖ R
- SANTRİFÜJ
SU BANYOSU
HEM ATOKRİT SANTRİFÜJ
- S Ü D İS T İL E __________________________________________ ÖZEL LAB O R A T U V A R LA R A UYGUN F İY A T L A VADELİ
ELEKTROFOREZ ALEV FOTOMETRESİ
ERİTROSİT LOKOSİT O TO M ATİK SAYIM SİSTEMLERİ ARTIK C İH A Z L A R IN IZ I LABO RATUVAR
M ASALARI D A H İL TESLİM EDİYORUZ.
MİKROSKOP ETÜV TÜP K A R IŞ T IR IC I PH METRE TERAZİ
n
IIIIVPSANAYİ MALZEMELERİ İMALAT VE TIC. A.S.
A N K A R A Kumrular Sok. 26 Yenişehir İSTANBUL İnönü Cad. No : 72 Taksim
Tel Tel 29 92 97-30 22 08 43 22 70 ( üç hat) r ' l f j a ıoo ı
ortur
turizm
sunar
DIŞ TABİBİ
ORHAN TÜZÜN
Levent, Güvercin Durağı, Gazeteciler Yapı Kooperatifi C /3 Blok. D. 7 Saat: 9—13 Tel:164 57 25
Randevu alınması rica olunur.
ve mektuplarınızda en fazla yer verdiğiniz Viyana Kuşatması’nm 250. yıldönümü törenleriydi. Dolfuss Avusturya'sında günlük siyasal gösteriye dönüşmüş olan bu kutlamaları, o günün karışık Avusturya’sını, bunalım Viya- na’smı, Naziler ile Sosyal- Demokratlar’ın çatışmalarını hep yaşadınız. Bu yıl ise Viyana Kuşatması’nın 300. yılı; sanıyo rum çok daha değişik bir atmos fer içinde geçiyor bu kutlamalar. Siz artık çiçeği burnunda yeni bir gazeteci değil, BabIali’nin en es kisi, meslek yaşamı yarım yüz yılı aşmış, 51 yıllık bir başyazar sınız. 50 yıl arayla, değişik or tamlarda yapılan bu iki kutla mayı karşılaştırmak ve Viyana’ ya giderek bir röportaj yapma yı hiç düşünmediniz mi? NADİR NADİ — Düşündüm...
Çok düşündüm, hatta hazırlan dım, gidecektim. 50 yıl önceki Viyana ile 1983 Viyana’sı arasın daki kıyaslamayı yapacaktım. O zamanki Viyanalılar, 250. yıldö nümünü nasıl kutlamışlardı, şimdikiler nasıl kutluyorlar, bunları etraflıca izleyip yazacak tım. Fakat 75. yaşımı kutladığım bu yıl, bir yazımdan dolayı mah kûm oldum. Dosyam şu anda Yargıtay’da, doğallıkla duru mum kesinlik kazanmadığı için, bu isteğimi yerine getiremedim ve bu geziye çıkıp, istediğim bu röportajı yapamadım.
YARIN: 1930’LAR
VİYANA’SI
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKÇİ
İstanbul’da...
Bir eve konuk gelecekmiş; kadın bakmış, et yemeği yeterli değil. Çocukları toplamış, şöyle demiş:
— Ben size, “ Et yemek isteyen var mı içinizde?1’ diye sora
rım, siz de, “ Hayır anne, biz et yem eyiz!" diye karşılık
verirsi-. niz, tamam mı?
— Tamam anne! demiş çocuklar. Anne eklemiş: —■ Siz et yemezseniz, ben de size tatlıdan veririm! — Peki anne!
Konuklar yemeğe oturmuşlar, anne onlara et yemeklerin den koymuş. Çocuklara da sormuş:
— Et isteyen var mı içinizde? — Hayır anne, biz et yemeyiz! — Peki, ben de size tatlıdan veririm!
Fakat, o ne? Kadıncağız bir de ne görsün? Tatlı da yeterli değil. Konuklara tatlıyı dağıttıktan sonra, çocuklara dönmüş:
— Et yemeyene tatlı da yok! demiş...
Ankara’dan ayrılırken, günün konusu 6 kasım seçimlerine giremeyen siyasal partilerin, yerel seçimlere de giremeyecek lerine ilişkin yasa önerisinin tartışmalarıydı. Bakalım, Doğru Yol’la, SODEP tatlıyı yiyebilecekler miydi, yiyemiyecekler miy di?
Tam bu sıra veto söylentileri yaygınlaştıkça yaygınlaştı. Söy lentilere göre bağımsızlardan dört yüz elliye yakını eleniyor du.. M D P ’den bile yüzün üstünde veto var, deniyordu. Aday adaylarından yataklara düşenler vardı!
Bayramda, aday adaylarının iki günlük inceleme süresi ye di güne çıkarılınca:
— Tamam, vetolar oldukça yüklü! dedi çok kimse rahat ra hat...
★ ★ ★
Bayramda İstanbul’daydık. Eylem de Özlem de, şimdiye dek İstanbul’u görmemişlerdi. Nerede kalacaktık?
Emil Galip Sandalcı:
— Anacığım, ben size anahtarı verir A da’ya giderim. Artık yemeği filan kendiniz yaparsınız! dedi.
Oktay Kurtböke:
— Tonton, evi biz size bırakırız. Anneme gideriz, onlar Kuz guncuk’ta. Yalnız önceden haberimiz olsun ki, anahtarı bıra kalım! diyordu.
Dostlarımızın bu incelikleri sevindirdi doğrusu. Eşim: — Neriman hanımlarda kalalım, gücenirler vallahi! diyordu. Onlar M altepe’de oturuyorlardı...
Öyle oldu, Maltepe’deki dostlarımıza gittik. Yerleştik. Çok kimse dinlenceyi öyle geçiriyordu. Güneye, ya da Karadeniz’e gidenler, anahtarlarını arkadaşlarına bırakıyorlar; Ankara’dan gidenler de, orada kalıyorlardı...
Vardığımız gün, Topkapı M üzesi’ndeki Anadolu Uygarlıkla rı Sergisi’ni gezdik; ayaklarımıza karasular indi. Bizim basın, sergiyi azıcık abartmış mıydı ne?
Bayramın ilk günü Başaran’la, Şerif Tekben’in cenazesine gittik. Bostancı camisinin önü, ana-baba günüydü. Muzaffer Erdost’la Süleyman Ege, Ankara’dan gelmişlerdi. Vedat Gün- yol, ilhan Selçuk, Mehmed Kemal, Hürrem Arman, Can Yü cel, Arif Damar, Şükran Kurdakul, Nebi Dadaloğlu, Bekir Se merci, İsa Öztürk, Pakize Türkoğlu, Tilda ile Raşit Göğceli, Şa ban Ormanlar, Hüsamettin Bozok, Recep Bilginer, Agop Arad, Zihni Anadol, Nabi Dinçer, Rasih Nuri İleri, Halis Kurtça, eski müfettişlerden Ahmet Soydaner, görebildiklerimdi. Şerif Tek ben’in eşi, Binnaz Tekben, çocukları, yakınları bir aradaydılar. Otobüse binip, cenazenin ardından Küçükyalı mezarlığına gittik. Şerif Tekben’e, Bedri Rahmi’ye yakın bir yer bulunmuş tu. Mezarı başında Hürrem Arman, Şaban Ormanlar konuş malar yaptılar. Nebi Dadaloğlu, Tekben’le ilgili şiirini okudu. Dadaloğlu:
“ Bir can verdi bize bin alır/G özüm üz arkada kalır" diyordu.
Şöyle sürdürüyordu:
‘‘Edirne’den Akçadağ'dan/ Davul gümbürdüyor, / Seğmen
ler hazır. / Efem toprağa diz vuruyordu / Çatlamış dudak, na sırlaşmış el / Çölün tam on ortasında / Siteler kuruyordu. / Bir gün geldi ki sormayın / Tomurcuktaki çiçeği / Sam yeli çaldı. /B e n dağbaşı ö ğretm eni/ Yüreğimde kutlarım /Ş e rif Tekben’- leri... ”
Şerif Tekben’in eşi Binnaz Tekben, çiçeklerin üstüne eğil di:
— Hiç korkma, rahat uyu! dedi. Çevrem sevdiğin insanlar la dolu...
O gün, köy enstitülülerin günü gibiydi...
Seçkin bir turizm kuruluşu
TURİZM ELEMANI
ARIYOR
• Ç ok iyi derecede İngilizce bilen. (İkinci yabancı dil tercih nedenidir.) • Genç, girişken, dinam ik ve prezantabl. • Ç alışm ada sınırı olmayan.
İsteklilerin, 1 adet fotoğraf ve özgeçmişleri ile birlikte
P.K.
790 Şişliadresine başvurm alarını rica ederiz.
İLAN
S.S.K.
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN
Kurumumuz ihtiyacı i 2 kalem tıbbi malzemenin yerli imalat olan ların dahili piyasadan, teklif alma olmadığı takdirde pazarlık fıkra sına göre, yabancı menşeli olanların ise akreditifi K urum ’ca açılmak kaydiyle ithal edilmek suretiyle ihalesi yapılacaktır.
Bu işe ait ihale dosyası A nkara — M ithatpaşa Cad. No: 7’deki 5 .5 . K. Genel Müdürlüğü 2 Nolu Satmalma Komisyonu’nda görüle bilir.
İsteklilerin ihale dosyasında mevcut şartnameler doğrultusunda ha zırlayacakları teklif mektuplarım 3.10.1983 tarihi mesai bitimine kadar 5 .5 . K. Genel Müdürlüğü Malzeme Dairesi Başkanlığı Evrak Servi- si’ne vermeleri veya bu saatte Komisyon Başkanlığında bulunacak şekilde iadeli-taahhütlü olarak postalamaları lazımdır. Postada va ki gecikmeler kabul edilmez.
Kurum ihaleyi yapıp yapmam akta veya dilediğine yapm akta ser besttir.
Basın: 24537
Bakırköy 4. icra Tetkik Mercii Hâkimliği’nden
K O N K O R D A TO ’N U N İL A N E N TEBLİĞİ
Dosya No: 983/261 Mrc.Bakırköy Londra asfaltı, Yenibosna yolu, No: 5’te Ticari merke zi bulunan Mızrak Ambalaj Sanayii A.Ş. Vekilleri Av. Süreyya Önay ve Savaş Emsen tarafından istenen Konkordato talebi Merciimizce kabul edilerek l.t.K.nun 287. Maddesi mucibince (İKİ AYLIK MÜH LET VERİLMESİNE) 14.9.1983 gün, 983/261 es, 1983/290 K. sa yılı karar ile karar verilmiştir. Aym kanunun 288’inci maddesi gere ğince mezkur kararın ilanına da karar verildiğinden ilan tarihinden itibaren (7) gün içinde itiraz edilebileceğine dair tebliğ yerine kâim olmak üzere işbu mühlet kararı ilan ve tebliğ olunur. 14.9.1983
Basın: 10026
HALİS ÜSTÜNDAĞ
Resim Sergisi
15 Eylül - 1 Ekim
Kâzını Taşkent 2 Sanat Galerisi Galatasaray - İstanbul
C U M H U R İY E T/8
22 EYLÜL 1983
YAZARIN
GAZETECİLİK YILLARI
' H A \ l
M E K T U P L A R I
V iy a n a c a d d e le r in
ıy ena
veri
t m a ğ a z a l a r ı
—M e ş h u r K e r n t n e r ş t r a s e
S a r ı ş ı n k a d ı n ı n m ü s k i t c e v a b ı
— -m ü t e k a i t m e m u r l a r e i b i g a z e t e o u y a n
rU »C L L < İV*'-henüz
Viyana 1930
“ tik yazımda bir büyük şehri yeni görmüşlüğün
acemiliği içinde Viyana’yı biraz abartmışım.”
“Yabancı Muhabirler Derneği Viyana’nın ünlü
Emperyal Oteli’nin kahvesinde toplanırdı. Bir de
müstahdemimiz vardı. Polonya Yahudisiydi. Pollack
derdik.”
Geçen zaman içinde Viyana’da Türk kahvesinin
yerini Esspresso, güzel lokantaların yerini de her
tarafta olduğu gibi pizza dükkânları aldı.
Statzer’in bir motosikleti vardı. Necil Kâzım (Ak-
ses) ile Haşan Ferit (Alnar) Fritz Statzer’i, Türki
ye’ye getirdiler. O da Müslüman olup Ferdi adını
aldı. Ferdi Statzer iyi çocuktu, iyi piyanistti.
" Viyana 28 teşrinievvel (ekim).
15 günden beri buradayım. Henüz acemi bir muharrir oldu ğum için muhitle temas etme den, memleketi biraz olsun tanı madan vazifeme başlamaya ce saret edemiyordum.
...Burada mütemadiyen
yağmur yağıyor, dehşetli soğuk, öyle bir rüzgâr var ki, şemsiye açmak kabil değil. Gazeteler İtalya ve Almanya’da müthiş fır tınalar olduğunu, birçok nehir lerin taştığını yazıyorlar. Olduk ça yaşlı Viyanalılar şimdiye ka dar bu mevsimde böyle münase betsiz bir hava görmediklerini söylüyorlar. On gün evvel sanki bahardı...
... Bu sabah bir kaç tavsi
ye mektubu ile matbuat müdü rünü görmeye gittim. Kendimi takdim edecek ve ecnebi matbu atın muhabirleri cemiyetine kay dolunacaktım. Burada yabancı gazetecilere çok kolaylık göste riyorlar. Herhalde matbuatın bilhassa ecnebi matbuatının memleket için ne büyük propa ganda vasıtası olduğunu tam manasıyla idrak etmişler.
Müdü-fuslu bir memleketin hükümet merkezinde ticaret müesseseleri- nin bu bolluğu inşam cidden hayrete düşürüyor. Viyana'hm henüz 15 sene evvel, 50 milyon nüfuslu bir imparatorluğun pa yitahtı olduğunu ve bu zenginli ğin, bu ihtişamın da eski salta nat devrinin izleri olduğunu söy lüyorlar. İyi ama, o saltanat yı kılıp memleket küçülünce, haya tın da ona göre değişmesi ve za mana uyması lazım gelmez miy di? Halbuki mağazaların hepsi açık, hepsi mütemadiyen işliyor. Zannedersiniz ki, iki milyon Vi- yanalı bütün gün alışverişten başka bir şeyle meşgul değil. En tanınmış, en muhteşem mağaza lar buranın İstiklâl Caddesi de mek olan Kerntnerstrasse’de. Şık, göz kamaştırıcı eşyalarla süslenmiş camekânlar, Viyana’- nın güzel ve zengin kadınlan, er kekleri... Bilhassa öğle vakti cadde kalabalıktan geçilemeye cek bir hale geliyor. İstanbul 'da A d o lf Menju gibi bıyık bırakan, yo k bilmem kim gibi kravat bağ layan bazı gençlerimiz vardır. Burada bu gibi zevata gigerl di yorlar ki, Türkçesi züppe de mektir. Bilhassa bu gigerller, Kerntnerstrasse’yep ek müdavim imişler. Geçen gün evsahibinin kızı anlatıyordu:
355s p r j
m m * ■* «A '«*»«■‘Viyana eskiye oranla parlaklığını kaybetmiş olmasına karşın yine de İstanbul’dan daha pırıltılı bir Avrupa kentiydi.” tasında rezil olmazdı.
Viyana kadınlarını tanımıyo rum. Fakat gördüğüme nazaran evlerinde pek oturmuyorlar. Da ha fazla kahvehanelerde vakit geçiriyorlar. Burada adım başın da bir kahve var. Hepsi de leba lep dolu, müşterilerin ekseriye tini kadınlar teşkil ediyor. Ne ya pıyorlar diyeceksiniz. Gazete okuyorlar. Bizim Babı Ali'deki mütekait memurlar gibi kemali azamet ve ciddiyetle gazete oku yorlar ve alaturka kahve içiyor lar. Viyana’da Türk kahvesi pek rağbette. Her yerde hatta en bü yü k otellerde bile, alaturka kah ve yapmasını biliyorlar. Gözü müze yabana gelmeyen manza ralardan biri de sokaklardaki kestane satıcıları. Tıpkı bizde ol duğu gibi en işlek caddelerde kaldırımlara soba kurup kebap kestane satıyorlar. Bu ufak tefek
4 kasım 1930 tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan ilk Viyana mektubu. Nadir Nadi: "Şimdi bakıyorum da ilk ya/ımda büyük bir şehri yeni görmüş olmanın acemiliğiyle, kalabalığı ve mağazaların şıklığını biraz abartmışım."
rü bulamadım... Çaresiz ziyareti tehir ederek pansiyonuma dön düm. Odam dar bir sokağa ba kıyor.
Penceremin tam karşısın da bir kilise var. Duvardaki oluklardan birine bir heykel koy muşlar. Hz. İsa’nın yahut hava- riyundan birinin olacak. Yağ murdan korunmak için oraya sı ğınmış olan güvercinler zavallı hazreti bir türlü rahat bırakmı yorlar. Mütemadiyen başına di dikliyor, sakalı ve bıyığıyla oy nayıp duruyorlar.
Viyana’ya ilk gelenlerin nazarı dikkatine evvela şehirdeki mağa zaların bolluğu çarpıyor. Bitmez tükenmez caddeler.. Bitmez tü kenmez mağazalar... Hiç bir A v- rupa şehrinde bu kadar fazlası nı görememiştim. 6 milyon
nü-Bu beynelmilel züppelerden biri güzel ve sarışın bir kadının peşine takılmış, beş on adım sonra yanına yaklaşmış ve A me- rikan muharriresınin meşhur bir romanını kasdederek,
— Centilmenler sarışınları ter
cih eder, demiş. Güzel Viyanalı da,
— İyi ama sarışınlar da cen
tilmenleri tercih eder, cevabını vermiş.
Adamcağız fena halde bozul muş.
Evsahibinin kızı,
— Budala herif, diyordu,
ukalalık yapacağına “Frölayn, zannedersem şu camekândaki kırmızı şapka başınıza çok yakı şacak” deseydi, böyle sokak
or-istiyorum.
NADİR NADİ — O yazımda
Viyana’ya yeni gittiğim için bir büyük şehri yeni görmüşlüğün acemiliği içinde biraz abartmış,
"dükkânlar dolu, çok alışveriş oluyor” demişim o sırada. Oy
sa orantılı olarak çok oluyor. Çünkü İstanbul, Viyana’ya kı yasla çok daha.sönüktü o sıra larda. O zamanki Viyana çok se vimli çok şakrak bir şehirdi. Caddelerdeki kalabalık, abarta rak yazmış olsam bile, orası bir Avrupa şehriydi. Hoşa giderdi. Kahvelerde Türk kahvesi içilir di, şarap içilirdi, kitap ve gaze te de okunurdu. İlk dikkatimi çeken şeylerden biri de, kadınla rın da kahvelerde erkekler kadar kalabalık oluşuydu. Burada İs tanbul’da bazılarını bir yana bı rakırsanız, çoğu kahveler hâlâ erkeklerin toplantı yeridir.
Ora-var hâlâ. İki yıl evvel bir kahve hane açıldı Schwartzenberg
Meydanı’nda eski Viyana hava
sını vermeye çalışan eski kahve hanelerin bir benzeriydi. Onu da gördüm.
SİRMEN — Peki Yabancı Basın Muhabirleri Derneği’ne kayıt ol dunuz mu? Yazınızda, bu derne ğin üyelerine bazı kolaylıklar sağlandığını yazıyorsunuz. Bun lar nelerdi, dernek binası nere deydi?
NADİR NADİ — Yanlış hatır
lamıyorsam, Yabancı Muhabir ler Derneği -ki Almanca adı ay nen “ Vcriender Korresponden
ten der Auswertigen Presse” di,
25-30 üyeli bir kuruluştu. İçle rinde ünlü kişiler vardı, ama ara dan çok uzun bir süre geçtiği için unuttum.
Derneğin bir merkezi yoktu. Ünlü Emperyal Oteli’nin
kahve-NADİR NADİ VİYANA’DA — “Daha sonraki yıllarda Viyana’ya gittiğimde Türk kahvesinin yerini Esspresso,şık lokantaların yerini pizzacıların aldığını gördüm.”
şeyler AvusturyalIları bize diğer AvrupalIlardan daha yakın gös teriyor. Onlarda da, Türklere karşı hususi bir muhabbet var. Esasen çok nazik insanlar, fakat bizimle daha samimi, daha can dan alakadar oluyorlar...
NADİR NADİ”
SİRMEN — İşte efendim "Na dir Nadi Bey’in Viyana muha birliğimizi yapmak üzere Viya na’ya gittiğini yazmıştık. Arka daşımızın seyyal bir üslupla yaz dığı mahalli tetkiklere dair olan ilk mektubunu bugün neşrediyo ruz” diye anons edilen, 4 teşri nisani (kasım) 1930’da yayınla nan ilk yazınız bu. Şimdi bu ko nuda bazı sorulara geçmeden önce, iik izleniminiz hakkında şu anda ne düşündüğünüzü sormak
da öyle değildi, kadınlı erkekli bir toplumsal yaşam vardı. O durum hem dikkatimi çekti, hem de hoşuma gitti.
Bu arada şunu da belirteyim, daha sonraki yıllarda da, çok ya kın zamana kadar sık sık değil se de arada sırada, Viyana’ya gitme olanağını buldum. Özel likle İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra Viyana’ya gittiğimde kah velerde Türk kahvesinin yerini esspresso’nun aldığını gördüm. O güzelim Viyana lokantalarının yerini de dünyanın her yerinde olduğu gibi pizzalar almıştı. Be nim gözüme çarpan farklar bun lar.
SİRMEN — Hatta kahvelerin yerini kafeteryalar...
NADİR NADİ — Evet kafe
teryaya dönüşmüştü büyük bir kısmı, tek tük eski kahveler de
hanesinde toplanılırdı. Oraya ufak tefek yemek de getirirlerdi. Çoğunlukla muhabirler orada buluşurlardı. Biliyorsunuz İkinci Dünya Savaşı sırasında da, İs tanbul’daki yabancı muhabirler Galatasaray Lisesi’nin karşısın daki Hatay (eski Parisien) Pas- tahanesi’nde toplanırlardı.
Derneğin üyelerinin bazı hak ları vardı gerçekten. Mesela si nemalarda, tiyatrolarda, opera larda indirimli bilet alırdık. Ope rada bizim yerimiz değişmezdi hiç. Parterde 10 numaralı koltuk bir köşe yapardı. Bizim yerimiz de orasıydı. Çoğunlukla opera ve konserlere dernekten ben gi derdim.
Derneğin bir tek müstahdemi vardı. Adamın adı da Pollack’- dı. PolonyalI bir Yahudiydi. Za ten lakabının Pollack olması da
bundandı. O, zaman zaman ba na gelirdi ya da ben kendisini ça- ğırtırdım. “ Falan operaya git
mek istiyorum” derdim. O ’da
hemen gider biletleri alır getirir di.
.... Zavallı Pollack, halinden, tavrından, konuşmasından Po lonya Yahudisi olduğu öylesine belliydi ki...Korkarım Hitler Vi yana’ya girdikten sonra bizim fukara Pollack’ın da başına bir sürü iş gelmiştir.
MÜZİSYEN DOSTLAR SİRMEN — Sizin o yaşlarda da müzikle yakından ilgili oldu ğunuzu, keman çaldığınızı artık tüm okurlar biliyorlar. Bu ara da herhalde, müzik kenti Viya na’da da, müzisyen dostlarınız olmuştur, değil mi?
NADİR NADİ '— Evet olmuş
tu. Bazı sanatçılarla ahbap ol dum. Mesela Erica Morini ile ar kadaştık. O da benim yaşımda bir kadındı, daha doğrusu o sı ralarda evlenmemiş olduğuna göre bir genç kızdı. Daha çocuk ken parlamış bizim Suna Kan gi bi. Onunla dost olduk, arkadaş olduk, çok dinledim kendisini, benim için özel de çalardı.
Türklerden ise Hasan Ferit (Alnar) Necil Kazım (Akses) var dı. Ben Almanca’yı ilerletmek düşüncesiyle Türklerle çok az konuşurdum. Fakat bu arkadaş larla birçok kez görüştük. O sı rada her ikisi de Viyana Konser- vatuvarı’nda öğrenciydiler. Bu iki arkadaş bir keresinde Müzik severler Derneği’nin küçük salo nunda bir konser verdiler. Necil Kazım ilk kez orada bana “ Mo
zart” ! hiç sevmediğini söyledi
ğinde, doğrusu pek şaşırdım ve sanki dine küfretmiş gibi tuhaf laştım. Çünkü ben M ozart’ı çok severim, herkesin de sevdiğini sanırdım. Necil Kazım gibi bir müzisyenin böyle bir şey söyle mesi de tabiatıyla çok tuhafıma gitti. Fakat aradan yıllar geçtik ten sonra, İstanbul’a gelen ünlü piyanist Samson François da, bana Beethoven’i hiç sevmediği ni söyledi. O zaman kendi ken dime “ Aaa dedim, demek Necil
Kazım’ın hakkı varmış,” demek ki bir insan büyük de olsa bir müzisyeni sevmeyebiliyor, onun havasına giremeyebiliyor” de
dim. Böylece Necil Kazım’a hak verdim. Necil Kazım çok kabi liyetli bir gençti. Biliyorsun bu rada da tanınmış bestecilerimiz den biridir. Ben kendisini de mü ziğini de severim. Birçokları ya dırgarlar, ama ben çok severim. Hasan Ferit ve Necil Kazım aracılığıyla Viyana Konservatu- v arı’nın hocası olan Jozef Marx’la (Karl Marx ile bir iliş kisi yok) arkadaş oldum. Ara sı ra benimle gezerdi. Tuhaf bir huyu vardı, boğazına çok düş kündü. Bir pastahane görünce
“ Bir dakika bekle” der, içeri gi
rip bir pasta yer çıkardı ve yü rümeye devam ederdik. Böyle anılarım çok var..
İyi bir hocaydı Marx. Buraya geldi bizim konservatuvar için bazı ıslah projeleri sundu. Onla rın ne dereceye kadar uygulan dığım pek bilmiyorum. Ama Marx’in yılda iki kez buraya gel diğini hatırlıyorum.
Hasan Ferit ile Necil Kazım’- ın AvusturyalI bir de arkadaşla rı vardı (Fritz) Statzer. İyi bir pi yanistti. Bir de motosikleti var dı. Bizimkiler bunun adım çaka- ralmaz koymuşlardı. Kazım ve Hasan, Statzer’i Türkiye’ye getir diler, O da burada Müslüman oldu ve Ferdi adım aldı. Ölün ceye kadar da ülkemizde kaldı. Ama şunu söyleyeyim ki, o za manlar Avusturya’da Ferdi Stat- zçr gibi bir sürü piyanist daha vardı. Sanırım Avusturya’da kalmış olsaydı burada kazandı ğı başarıyı kazanamazdı. Ama iyi çocuktur ve mükemmel bir piyanisttir.
Meslek odalarının seçim süreleri yeniden belirlendi
ANKARA, (THA) — Meslek
odalarının kuruluş yasalarında değişiklik yapan yasa hükmün de kararnamelerle, oda ve birlik lerin merkez organları ile delege seçimlerine ilişkin süreler yeni den düzenlendi.
Resmi Gazete’nin cuma gün kü mükerrer sayısında yayınla nan 9 adet KHK’lara göre, tüm meslek odaları ve birlikleri
se-çimlerinin en geç 1984 yılı ma yıs ayı sonuna kadar yapılması gerekiyor.
Avukatlık yasasında değişik lik yapılmasına ilişkin 79 sayılı KHK’ya göre, haklı bir nedene dayanmadan baro genel kurul larına katılmayan ve oy kullan mayanlara, baro başkanı tara fından bin 500 lira ile 7 bin 500
liraya kadar para cezası verilebi lecek.
Seçim dönemleri ve görev sü relerinin sona ermiş olup olma dığına bakılmaksızın, baroların organları ile Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu’nu oluştu racak delegelerin ve organların seçimleri, 1 aralık 1983 tarihin den itibaren en geç 1984 yılı şu
bat ayı sonuna kadar tamamlan mış olacak.
Türk Tabipler Birliği Yasası’- nda değişiklik yapan 83 sayılı KHK’ya göre, birliğin merkez organları ile delegelerin ve Tabip Odaları’nın organlarının seçimi 1 aralıktan itibaren 3 ay içinde tamamlanacak.
Türk Eczacıları Birliği Yasa- sı’nda değişiklik yapan 84 sayılı
KHK’ya göre, merkez organla rı ile delege ve Eczacı Odaları se çimleri 1 aralıktan itibaren 3 ay içinde sonuçlandırılacak.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yasası’nda deği şiklik yapan 85 sayılı KHK’ya göre, tüm organ ve delege seçim lerinin 1 aralıktan geçerli olmak üzere 4 ay içinde tamamlanmış olması gerekiyor. Y A RIN: 1930’lar V iyanast’nda Yaşam
POLİTİKA YE ÖTESİ
MEHMED KEMAL
Ne Derler?..
Mütareke İstanbul’unu anlatmak istiyordum. Mütareke söz cüğü dilime battı. Yerine ne demeliydim? Sözlüğe baktım, sa vaş bırakışması diyor. Sonra açıklıyor, iki tarafın savaştan vaz geçmesi... Ferit Develi ateşkes diyor., ikisi de olmuyor, müta reke başka bir şey... Gerçi mütareke Arapça terk’ten (trk) ge len bir söz, ama her ikisi de yerini tutmuyor, anlamın açıkla ması oluyor. O zaman mütareke özel ad oluyor. Mütareke si lahların bırakılması da değil... Osmanlıca’da onun deyimi var: Terk-i teslihat... Mütareke’yi özel ad, bir dönemi belirleyen bir durum olarak dilimizde alıkoymak zorundayız gibi geliyor ba na... Öteki türlü söylemeler, anlatmalar hep çeviri niteliğinde oluyor. Nasıl radyo, televizyon, telgraf diyorsak, bir dönemi be lirlemek için de mütareke diyeceğiz, ne yapalım!
Tekinalp diye bir yazar vardır. Recep Peker gibi, Kadrocular
gibi, o da Kemalizm’in yorumunu yapmıştır. Hatta Kemalizm diye
bir de kitabı olacaktır. Musevi kökenli olan bu yazarın asıl adı nın (Kohenli) bir şey olduğunu sanıyorum. Bilmem yanılıyor mu yum? Kemalizm adlı kitabı vardı bende, aradım taradım kitap
lığımda bulamadım. Kimbilir nereye koymuşum, ya da kime ver mişim! işte bu Tekinalp adlı yazar, Mütareke yıllarında (1918)
İstanbul’a geldiğinde Yeni Mecm ua’da şunları yazar:
“İstanbul’a gelmeden önce bana, Türkiye’de her şey bol bu lunur, yiyecek ve hatta giyecek de her şey yolundadır. Hiçbir şey için güçlük çekilmez demişlerdi. İstanbul’a geldim. Gerçekten Perapalas’ta her ne istedimse buldum. Hiçbir şey için sıkıntı çek medim. Demek Türkiye'deki bolluk ve bereket üstüne bana Al manya'da anlatılan şeyler hep doğru imiş. Asıl hayal kırıklığına haftalık hesabı ödemek gerektiğinde uğradım. O zaman anla dım ki, Türkiye’de her şey var. Ama yalnız zenginler içindir. Fa kirler, orta halli adamlar için hiçbir şey yok demektir. Bir taraf tan oteller, moteller, Beyoğlu pastaneleri, şekerci dükkânları türlü şekerlemeler ile dolu; öte yandan hastalar ve çocuklar için şe ker yok. Sokağın bir köşesinde bolluk ve bereket taşıyor, öte kö şesinde fakirler ve yoksunlar açlıktan ölüyor. Bu durumu bir yan dan acıyla karşılayanlar, bir yandan da doğal bulanlar var."
Daha sonra Atatürk’ün de beğendiği söylenen Kemalizm adlı
kitabın yazarı Tekinalp, o yıllarda İstanbul’u böyle görüyor. Ger
çekten bir liman kenti olan İstanbul’da her zaman ne ararsa nız bulursunuz. Bu kent için parayı veren aradığını bulur. Yok, yoktur. Dün de böyleydi, bugün de böyledir.
Beyoğlu Balık Pazarı eşine zor rastlanır çarşılardan biridir. Yolunuz düştüğünde bir şey almayacaksanız bile gezin, dola şın, gözünüz gönlünüz açılır. Manavların vitrin dizişleri birer tablodur. Büyük ressamların natürmortları bu vitrinlerin yanında solda sıfır kalır. İş ki, alıcı gözle bakmasını bilin! Ya balık sergi leri, türlü türlü balıkların sıralanışı! Mezeler, meyveler, sebze ler, kıvırcıklar, marullar, salatalıklar... Satıcıların müşteri çağı ran sesleri... Bu çarşının dünyada eşi bulunmaz...
Ucuzluk pahalılık, iyi giyim kuşam üstüne, bilmiyorum şim diye değin, kaç tane yazmışımdır. Ne anlatmışımdır, ne anla şılmıştır, belki okurlar da usanmıştır. Ucuzluk pahalılığın göre celi olduğunu söylerler, doğrudur. İşi tıkırında, aldısı verdisi ye rinde olanlar için pahalılık diye bir şey olmadığı gibi, yok da yoktur. Basarlar parayı dilediklerini alırlar. Ama parası olma yan varlık kuyusuna düşse zırnık alamaz.
Geçende eski bir yazım g^çti elime... Kirazın 15 liraya satıl dığını anlatıyorum, sanki kıyamet kopuyormuş gibi sözler yaz mışım. Şurasını söyleyeyim bir kilo kiraz 15 liraya satılırken, bir küçük şişe rakı da aşağı yukarı aynı fiyata imiş... Et de... Kiraz yüzünden kıyamet koptu mu? Ya da kopan kıyametleri kiraza bağlayabilir miyiz?
Bugün ülkemize gelen bir yabancı Perapalas yerine Hilton, Sheraton, Etap otellerinden birine inse ve dilediğini ısmarla- sa, alsa, kenti, çarşısını, pazarını dolaşsa, sonra izlenimlerini yazsa, acaba neler yazar? İstanbul, acılı kebap, lahmacun uy garlığının saldırısı altındadır, acaba bunlardan tatsa neler der? Sözü hep yabancılar ne dere getiriyoruz. Aslında biz ne diyo ruz? Bir de ona bakmalı değil mi? Ama biz hiçbir şey demiyo ruz, diyecek halimiz de yoktur.
ÇALIŞANLARIN________ ____
SORIJLARI/SORUNLARI___________
YILMAZ ŞİPAL
“Bu devlet m alıdır”
SORU: 2. derecenin 2. kademesinden emekli oldum. Her üç ayda yakacak zammı dahil 92.628 lira emekli maaşı alıyorum. Fakat kendim hesap yapıyorum, bu gönderilen çek miktarını bu lamıyorum. Bu vaziyeti Emekli Sandığı’ndan sordum. Benim 32 yıl 9 ay 5 günlük üzerinden aylıklarım Emekli Aylığı Bağlanma sına Esas Gösterge Tablosu göz önüne alınarak derece ve kade me in'ibak hizmetim üzerinden hazırlanan çeklerin bankaya gön derildiği şeklinde bilgi verildi.
Benim Emekli Sandığı’ndan sormak istediğim şu idi, çok muh- teviyatıolan92.628 liranın ne şekilde hesaplanarak bulunduğu dur.
İki gözüm, yaşım yetmiş, işim bitmiş, amma ne yaparsın ge çim sıkıntısı içerisindeyim. Hayatta doğru çalışmaktan başka art niyet gütmedim.
Elimde çok fırsatlar varken, “Bu devlet malıdır”, bu, şu, her vatandaşın hakkı var diyerek değerlendirdim.
Bu kafamdaki sıkıntıyı bertaraf etmeniz dileği ile.
Not: Bazı arkadaşlar yan ödeme aldıklarım söylüyorlar. Be nim de bundan istifade edip edemeyeceğimi de açıklar mısınız? B.F.Mr—Nevşehir YANIT: Sizin kişiliğinizde “Bu devlet malıdır” diyenlerin önün
de saygıyla eğiliyoruz. Sorunuzun yanıtına gelince:
2720 sayılı Yasa 2. derece 2. kademeden emekli olan memur ların “Emekli Aylığı Bağlanmasına Esas Aylığa Ait Gösterge Tab lo s u n d a gösterge sayısını 940 olarak saptamıştır. 1983 yılı ocak ayından geçerli olan bu tablonun yanı sıra gene ocak 1983’den geçerli katsayı da 34’e yükseltilmiştir. Emekli aylığınızın buna göre hesabı ise 940 (2. derece 2. kademe emeklilik gösterge sayısı) x 34 (katsayı) 31.960 (emekliliğe esas) = % 77 (32 yıllık hizmete karşılık emekli aylığı yüzdesi) = 24.610 TL. (emekli aylığı) + 266 TL. (10 aylık hizmet karşılığı emekli aylığı) = 24.876 TL. (32 yıl 10 aylık hizmet karşılığı emekli aylığı) + 6.000 TL (Sos yal Yardım Zammı) = 30.876 TL. (toplam emekli aylığı) x 3
= 92.628 TL. Üç aylık toplam emekli aylığı.
Yan ödemeler emekli aylığının bağlanmasında göz önüne alın mamaktadır. Arkadaşlarınızın sözünü ettiği yan ödeme “Ek Gös- terge” lerdir. Bu “Ek Gösterge” ler de bugün için 1. derecenin 4. kademesine ulaşanlara uygulanmaktadır.
Devlet malına uzanmayan elleri öpüyor, “Yaşım yetmiş, işim
bitmiş" deyiminize ise hiç mi hiç katılmıyoruz.
“Rahatsız, gözü doyınaz, telaşlı bir zengin, düpedüz yoksul ki şiden daha zavallı gelir bana. (Montaigne)”
VEFATLAR
Yurtiçi, Yurtdışı, cenaze nakledilir. Cenaze ilaçlama, malzeme, labut, bütün işlemler
hassasiyet ve süratle yapılır.
Tel.: 147 20 06
140 68 86
İşletmede ayrıca 18 ambulans mevcuttur. Cenaze ilanlarından hizmet bedeli
alınmaz, acı günlerinizi paylaşır, günün her saatinde
emrinizdeyiz. İSLÂM CENAZE tŞLERt