• Sonuç bulunamadı

Çağımızın diyojeni Sakallı Celal:Orhan Karaveli ilginç bir kişiliği yaşama döndürüyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Çağımızın diyojeni Sakallı Celal:Orhan Karaveli ilginç bir kişiliği yaşama döndürüyor"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Orhan Karaveli ilginç bir kişiliği yaşama döndürüyor

O F H A N K A B A7E İ I

S AK A l ı l ı l

C BIı AI>

Orhan Karaveli Önemli

kişilikleri yeniden yaşa­

ma döndürmek için sıkı

bir çalışmanın içine gir­

di. Önce ilginç bir Anka­

ra ailesinin yaşamöykü-

sü, ardından Nâzım Hik­

metin yaşamöyküsü.

Şimdilerde ise 'Çağımı­

zın Diyojeni’ olarak ad­

landırılan sakallı Ce­

lalin yaşamı. Orhan Ka-

raveli’nin bu olağanüs­

tü araştırması sizi, böy­

le bir kişinin var olması

nedeniyle bir hayli şaş­

kınlığa sonra da me­

raka düşürecek.

□ Zeki BÜYÜKTANIR

A :

i l :

nadolu Yarımadası tekin değil- dir.Bulunduğu ortam gereği, dört mevsimi bir arada yaşatan, . doğurgan bir toprak ve yöneti­ len toplumlann, yönetim kralların, sul­ tanların, insanların dikkatini, ilgisini çek­ miş, göçlerin harman olduğu, kral yolları­ nın uzantısı on bin yıllık bir uygarlıklar ülkesi. Binlerce yıl içinde kurulan devlet­ ler, tarih olan uygarlıklar... Bu mozaik, dünyanın ilk aydınlanmasını, bilimin ilk temellerinin atılmasını sağlamış, Mezopo­ tamya düzlüklerinden lonya ovalarına, oradan Urartu yaylalarına kadar uzanan bir toprak.

Bilimin, tekniğin ışığım yaymış, her yerleşim yerinde bir tiyatro kültürevi ay­ dınlanmanın ön koşulu olan kitaplıklar... işte Anadolu Aydınlığının o günkü görü­ nümünün temel felsefesi, yetişen yüzlerce filozof, bilge, ozan.. Ya bugünkü görü­ nüm; birbirinin gırtlağına sarılan dinler, cami, kilise, sinagog vb., kan gövdeyi gö­ türüyor.

Uzatmayalım Anadolu’dan sözediyo- ruz. Bu toprakta doğmuş, yaşamış ve so­ nunda ışıklı toprağına kavuşmuş bir de­ ğerden söz edeceğiz.

Yeni yayımlanan ve bir çırpıda okunan biyografik bir yapıt. Değerli bilge, filozof Sakallı Celal’i anlatıyor. Onu çok sevdi­ ğim iin bir şeyler söylemek istedim. Ken­ disini hiç görmedim ama onun varlığı gençlik günlerimizde bize örnek oluyor­ du. Öğüt verir gibi sözleri, olgun kişiliği hep gündemdeydi.

“Cehaletin bu kadarı ancak tahsil ile mümkündür.”

“Bizler doğuya doğru giden bir gemi­ nin içinde batıya doğru yürüyoruz.” gibi özdeyişleri belleğimizde yeretmişti.

Sayın Orhan Karaveli bir güç işi başar­ mış, o değerli bilgeyi bilinmedikten, tarih sahnesine çıkarmış, kamuoyuna malet- miş. iyi de etmiş, bir yapıt çıkarmış orta­ ya ellerine sağlık.

Yaşamöyküsü yazın türlerinden en il­ ginç oburlarındandır. Zor ve de titizlik is­ teyen (Her yazın türü gibi) ve bilinme­ yenlerle dolu kişileri de gün yüzüne çı­ karmak zor bir uğraş.

ı Ce a

Çağımızın Diyojeni derken, Anado­ lu’nun, yukarıda sözünü ettiğim uygarlı- lar ülkesi Anadolu’nun o aycknkk çağda yetiştirdiği bir Diyojeni var. Önce onu görelim;

Diogenes Sinoplu veya Kinik, Yunan filozofu (Sinop M.Ö. 413-327). Bir söy­ lentiye göre, kalp para bastığı için sürgü­ ne yollanan bir sarrafın oğlu idi; Dioge­ nes, kalpazanlıkta babasının suç ortağı olmakla övünürdü. Bu tutumu, bir bakı­ ma, filozof olarak yüklendiği görevi açık­ layıcı niteliktedir. Kinik felsefe okulunun kurucusu Antishenes’in en ünlü öğrenci­ siydi. Diogenes’e göre en üstün iyi, er­ demdir, fazilettir. Bilim, şan ve şeref, ser­ vet, hor görülmesi gereken uydurma “iyi”lerdir. Felsefenin özü, her yerde özentiyi kötülemek ve onun karşısına ta­ biatı koymaktır. Bilge, kendini, istek ve duygulardan uzak tutmak, ihtiyaçlarını en az’a indirmekdir. Eflatun’un “Çılgın Sokrates” dediği Diogenes, her mevsim­ de yalınayak dolaşır, harmanisine sarınıp tapmak kapılarında yatar ve bir fıçıda otururdu. Büyük İskender Korinthos’ta kendisine “Bir dileğin var m ı?” diye so­ runca “Var, gölge etme, başka ihsan iste­ mem” demişti. Bir gün çeşmeden avucu ile su içen bir çocuk görünce “Bu çocuk buna fazladan eşyam olduğunu öğretti” diye haykırıp su çanağım kırdı. Hareket’i inkar eden Ela’k Zenon’un bir dersinde, ona cevap olarak ayağa kalkıp yürümüş­ tü. Sıradan insanları o kadar küçümserdi ki, bir gün öğle vati, elinde fener, “Bir adam arıyorum” diye söylenerek Atina sokaklarında dolaşmaya çıkmıştı. Gerçi Atmalılar onunla alay ederlerdi ama, çe­ kinilen ve sayılan bir insan olduğu da muhakkaktı. Korinthos’lular onun adma bir sütun, Sinoplular ise bir heykel dikti­ ler. Uzun zaman sonra bilge Epiktelos da onu bilgelik örneği olarak gördü. Eserleri kaybolmuştur.

ÇAĞIMIZIN DİYOJENİ

Şimdi de Çağımızın Diyojeni’ni göre­ lim;

1886 yılı Hüseyin Hüsnü Paşa ve eşi Melek Hanım’dan üçüncü oğlu Celal dünyaya gelir. (Kemal-Cemal-Celal)

12 Ekim 1896 Galatasaray Lisesine ya­ tık olarak girer. Ayrıca Fransızca dersler alır. Uzun yıllar, mezun olduğu Galatasa­ ray Lisesi’nde Öğretmen vekilliği yapar. (Tevfik Fikret’le birlikte) Fransa’ya Sor- bon’a Sosyal bilimler okumak için gider­ se de makine tekniği üzerine okumak is­ tediğinden bitirmeden döner. Cumhuri­ yet sonrası Ankara Sultanisi’nde (Lise) müdürlük yaparken, bakankğm mantık dışı eğitime ters düşen bir bildirisi üzeri­ ne istifa eder bir daha da resmi bir yerde çakşmaz. Ustabaşılık, makinistlik, ham- mallık vb. gibi her türlü işte çakşan say­ ın bir bilge, çağdaş bir derviş ve Anado- u ’nun ikinci Diyojeni.

Hakkında yazık bir kayıt olmamasına karşın toplumda bu kadar tanınan sevilen bir filozof (ki biz ona hep filozof diyece­ ğiz) Sakalk Celal’in ne yazık ki hiçbir an­ siklopedide, antolojide de adı yoktur. Ne bir yaşamöyküsü ne de bir belge. Değer- bikr Örhan Karaveli’ye en içten saygılar. Bu değeri bize kazandırdı, ölümsüzleştir­ di ve yazın tarihimizdeki yerine oturttu. Yapıta aldığı anıları, belgeleri biz de yazı- kş sırasını göz önüne alarak örnekler ver­ mek istiyoruz. (Sf: 26), Milliyet’teki Tak­ vimden Bir Yaprak başlıkk köşesinde Ga-, latasaray’dan arkadaşı, ancak Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’e karşı cephe­ de yer aldığı için olacak -yakınlarının ifa­ desine göre- Celâl Bey’in pek sevmediği Refii Cevat Ulunay şunları yazıyordu:

"... Bütün GalatasaraylIlar gibi hürriye­ te âşıktı... Bir şeye inanırsa ona canını ve­ recek kadar bağlanırdı. Son sınıfta iken 31 Mart hadisesi olmuş, Hareket Ordusu teşekkül etmişti. Celâl mektepten kaçtı, Hareket Ordusu’na gönüllü olarak katıl­ dı. Muhtar Bey’in (Taksim Kışlası yakı­ nında) şehadeti sırasmda yanında bulu­ nuyordu. Vatanım delice bir aşk ile sever­ di. İtalya Trablusgarb’a hücum ettiği za­ man bir Fransız pasaportu uydurarak yel­ kenli ile ve ‘Jan Piyer namı alımda müca­ hitlere cephane götürdü. Yolda gemiyi yakaladılar, iyi Fransızca bildiği için ne

yaptı etti hem kendini hem cephane­ yi kurtardı, yerine ulaştırdı...”

“... Anadolu’da Fransızca hocalığı yaparken öğrencilere futbol oynatı­ yordu. Bir yobaz hocanın ‘bu oyun dine aykırıdır... Kerbela’da şehit edi­ len imam Hüseyin’in başını düş­ manları böyle tekmelemişlerdi’ dedi­ ğini duyunca yobazı dövdü. Azletti­ ler...”

Şimdi bir de Sevgili Dostum Ha­ şan Hüseyin (Korkmazgil)’den ilginç bir anekdot: (Sf: 36) Korkmazgil ya­ zışma Sakallı Celâlde ilgili az bilinen bir de ‘anekdot’ ekliyor:

"... Sakallı Celâl Kastamonu Lise­ si’nde öğretmenken, öğrenciler: ‘Efendim, diyorlar, sizin anlattıkları­ nızla’ Ulıım-u Diniye’ hocasının an­ lattıkları birbirini tutmuyorl Ona göre dünya öküzün boynuzlarında durmaktadır! Halbuki siz böyle de­ miyorsunuz... Ona göre dünya bir günde kurulmuştur! Halbuki siz başka türlü söylüyorsunuz. Şimdi biz din hocasmm somlar mı nasıl ce­ vaplandıralım?’ Sakallı Celâl: ‘im ti­ handa bu gibi sorularla karşılaşırsa­ nız imtihan kâğıtlarına (akim ve

müsbet ilmin ispat etmediği safsatalara inanmıyoruz) diye yazarsınız’ karşılığını veriyor. Öğrenciler de Sakallı Celâl’in öğüdüne göre hareket ediyorlar. Sonun­ da, bu, tahkikat konusu olduğundan Sa­ kallı Celâl’i İstanbul’a, Maarif Nezaretine çağırıyorlar. Burada kendisine: ‘Celâl Efendi, deniyor, söyledikleriniz doğru ama böyle konuşulmaz k i!..’ Ve olay öyle­ ce kapatılıyor...”

Bugünkü yöneticiler, özellikle Milli Eğitim Bakanlığı, eğitime yeni bir yön ve­ receği sayıyla ortaya çıkan bakan, bilmem ki ölmüş bir adamın arkasından bir ince­ leme yaptırır mı; (halkın dini duygularını incitiyor) diye?..(l)

Kemal, Cemâl, Celâl üç yiğit kardeş, ikisi denizci. Abdulhamit’in göz açtırma­ dığı günler. Hafiyeler iki kardeşi yakalar. Kemal nasılsa kurtulur. Cemal ise askeri mahkemede idama mahkum olur. O sıra­ da Galatasaray’da yatık öğrenci olan Ce­ lal, yıllar sonra olayın heyecanını şöyle anlatır: (Sf: 67) “— ... Günlerden cuma olduğu için ‘Konak’taydık. Despotizm karşıtlarından birkaç kişinin daha Beyazıt Meydanı’nda ipe çekildiğini duyunca ‘Eyvah, ağabeyim!..’ diye bağırdığımı ha­ tırlıyorum. Hemen gidip Kemal Ağabeyi­ mi buldum. O da haberi duymuştu ve si­ villerini giyinip evinden çıkmak üzere idi. Birlikte sandalla karşıya geçtik; Saraçha- nebaşı’nda koşa koşa Beyazıt’a giderken ‘ya ağabeyimi de astılarsa?!.’ diye ağlama­ mak için kendimi zor tutuyordum. Eğer öyle bir şey yapmışlarsa gidip vururdum ‘o herifi!’ ”

Hayır, asılanlar arasında Cemal Bey yoktu ama, bizim, o tarihte henüz ‘sakak’ bitmemiş Celalimiz, kendi ifadesine göre birkaç yıl birden yaşlanmıştı ve bu onu ‘Sakalk Celal’ yapan travmaların sanırım ilkiydi.

BİR MEKTUP

Şimdi de yine yapıttan aldığım şu mek­ tuba bakalım. Özellikle devrimleri bir yük, angarya seven, gereksizHğini savu­ nan satkınlara, dil devriminin gereksizk- ğini tartışan aymazlara, Osmank hayrank- ğmı sürdürenlere de ilgilendirmesi yö­ nünden mektubun bir bölümünü payla­ şalım: (Sf: 45)

Önce, küçük memuriyetlerde tutunma­ ya çalışın büyük ozan Ahmet Haşim’in ‘Sevgili Refik’ hitabıyla arkadaşı Manisa Mebusu Refik Şevket (ince) beye Niğ­ de’den yazıp gönderdiği ‘3/9/333’ (1919) tariHi mektuptan bazı bölümler:

“... Ankara’da, Almanya imparatoru­ nun Anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere gönderdiği bir heyet-i tıbbiyenin bazı büyük erkanıyla görüştüm... anla­ mışlar ki Anadolu Türklerinin karınlan kurtlarla mahmul (yüklü) ve kanlan bu kurtların ifraz ettiği (salgıladığı) tufeyliyat (parazitler) ile meşbu (dolu) bulunuyor. Cins, yakın bir inkıraz (yok olma) ile teh­ dit eden bu halin sebebi nedir bilir mi­ sin? Noksan-ı tagaddi (gıda, beslenme eksikliği)... Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek ima­ linden bile bihaberdirler (habersizdirler). Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne ol­ duğunu yiyenlerin midesine bir sormak!.. Bilâ-istisna vasıta-i çerleri (nakil vasıtala­ rı) olan kağnı hiç şüphe yok ki devr-i ha- ceri (taş devri) keşfiyat ve alatındandır (alederindendir). Kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp... onun kanını ve carımı emen bir canavardır!..”

Çok ilginç bir anekdot daha: “Sakalk Celal trende ateşçidir; özel vagonda Kâ­ zım Karabekir Paşa’nın yolculuk ettiğini öğrenince lokomotiften vagona geçer, pa­ şayı görmek istediği haberini gönderir içeri. Bir ateşçi ne isteyecektir ki paşadan, ya para, ya daha iyi bir iş değil mi? oysa elleri, yüzü gözü kömür tozu ve yağ için­ de olan ateşçi Paşa’nın karşısına çılanca Türkiye’de eğitimin nasıl olması gerekti­ ğine ilişkin özgün düşüncelerini söyleyip eğitim merakksı Paşa’yı şaşırtır...”

Onun başı hep derttedir, iktidarla, yet­ kililerle, yönetimle, yobazlarla. Onun gibi düşünen, gerekçi, gerçekçi, ödün

(2)

ORHAN KARAVELI

ORHAN KARAVELI

GÖRGÜ TANIĞI |ß ir Ankara Ailesinin

l ' '

yen korkusuz bir eğitimciden de ilginç bir anekdot:

“Saltanatın kaldırılmasıyla ‘halife’ yapı­ lacak Abdülmecid Efendi’nin oğlu, 853 yaka numaralı Şehzade Ömer Faruk Efendi bir gün, Arapça dersinde Ben şehzadeyim!..’ diye izin alma gereği duy­ madan sınıfı terkettiği için hocası Fehmi Efendi tarafından iki hafta sonu okulda kalma cezasına çarptırılmıştı. Genç şehza­ de bu cezayı çektiği halde ve okul müdü­ rünün ‘lütfen affedin, hocam...’ ricasına karşın Fehmi Efendi Ömer Faruk’u sınıfa almamakta direnince babası Abdülmecid Efendi bir gün okula gelerek ‘hocam, Fa­ ruk ellerinizi öpsün, affedin...’ diye ricacı olmuştu. Sonuçta Faruk affedilmiş ama Fehmi Efendi babasının ve arkadaşlarının önünde onu karşısma dikerek şunları söy­ lemişti: “Sen böyle laf dinlemez, mağrur bir adam değil herkesten daha iyi huylu, daha dikkatli ve daha çalışkan olmalısın. Çünkü, talihin itişiyle bir gün bu ülkenin Padişahlığına getirilirsen herkes seni ken­ disine örnek alacaktır.”

Bugünkü, günümüzün edilgin, nemela­ zımcı, görmezlikten gelen, bana değme­ yen yılan diyen, yeteneksiz, toplumu olumsuzlukla etkileyen -özellikle- sözde aydınlara önemle duyurulur. Döneklere, ılımlı İslamcılara, II. Cumhuriyetçilere za­ ten sözümüz yok.

Değerli bilgemiz Melih Cevdet Anday Onun için: “Ö bir kahramandı.” Vedat Nedim Tör ise: “Bıraksalar Kemalist ruh­ lu gençlik orduları yetiştirecekti’’ diyor.

Önün bulunduğu toplantılarda: “Şaka- Hiciv-Espri vardır ama Dedikodu-Adam Çekiştirme-Arkadan Konuşma-ucuz siya­ set tartışmaları..” yoktur. Sf: 209

“Çağrılı olduğu toplantılarda sofrada içki, sigara içilmezdi. Hanımlar Celal Bey’in evlerini onurlandıracağı akşamlar özenle hazırlanırlar ve onun sevdiği ye­ mekleri muhakkak bulundururlardı.” (Sf:

211)

Ve onun ince ruhlu, gerçekçi ve doğa­ ya, yaşama, biyolojik yapıya olan saygınlı­ ğı ve bu bayana verdiği yanıt: (Mimar Al- ten Akyol’dan-Sf: 214)

“.. ‘Baba dostu’, çok sevdiğim Celal Bey’le zaman zaman yürüyüp konuşur­ duk. Bir keresinde anlatmıştı. Genç bir mühendis hanım sohbetinden çok zevk aldığını belirterek Celal Bey’le ahbaplık etmek istediğini söyler. Celal Bey’in bu güzel, genç ve üstelik okumuş hanıma verdiği yanıt bir zeka, incelik ve bilgelik örneği sayılsa yeridir.:

“- Bak kızım der. Sen ilkbaharsın, ben ise sonbahar! Bunların ikisi de bahardır ama bir araya gelemezler, gelmezler!..”

Evet gerçekçi bir görüş, düşünce ve saygın duygular yoğunluğu...

Değerlerimizin kadrini ne yazık ki bile­ miyoruz, hatta onları çil para gibi harcı­ yoruz. Yaşayanlarımızı da ölenlerimizi de. Ne yazık ki 1500 yıldan beri bu duy­ guların etkileri altında eziliyoruz. Erdem­ li bir ortama yönelme çabalarımız 1923 Anadolu Aydınlanması, Cumhuriyetle başlamış ne yazık ki 1950’lerde önü kesil­ miştir karşı devrimcilerle. Yine de Mus­ tafa Kemal Atatürk’ün Anadolu güneşi; parıltılarından hiçbir şeyi yitirmeden Mu­ asır Medeniyet Seviyesinin Üstüne çıka­ racaktır. Böylece Mustafa Kemal Atatürk devrimleri o ilkçağ Anadolusunun Tiyat­ ro Kültür çağının düzeyini de aşacaktır.

Konuyu bağlarken yine Sayın Sakallı Celal’in ödün vermez kişiliğinden bir anı

ile bitirmeyi düşünüyorum. Yaşamöykü-

sıinün yayımlanmasından sonra yayımla­ nan Oktay Akbal’m bir yazısından yapı­ lan alıntı onun kişiliğinin ne denli sağlam yapıda olduğunun bir örneği değil mi? Toprağı ışıkla dolsun.

Çağımızın Diyojenine merhaba!..» Sakallı Celal/ Orhan Karaveli/ Pergamon Yayınları/ 230 s.

alkaıIn C d iffa râ Syi Tpramalk

□ Oktay AKBAL

“ V

edat Nedim Tör ne de­ mişti onun için: ‘Bıraksa­ lar Kemalist ruhlu gençlik orduları yetiştirecekti’ di­ yor. Bırakmadılar!.. O günlerde de bu-

jünlerde de bırakmıyorlar! Yeni kuşak- arı daha ilk adımda engelliyorlar, elini kolunu kırıyorlar, dahası kafalarını zin­ cirliyorlar; uyanmasın, bilinçlenmesin, kör saplantılardan kendini kurtaranla­ sın!..

Sakallı Celâl Bey Ankara Sultanisi mü­ dürüdür. Hani Ahmet Haşim’le birlikte akşam saatlerinde birlikte oldukları, o güzel okulunun müdürü. Amacı gençleri en doğru, en sağlam, düşüncelerle yetiş­ tirmek... Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’dir. Galatasaray’dan sıra arka­ daşı, dostu! Hem de, Celâl Bey’in değe­ rini de bilen biri!..

Bir gün ‘gizli ve aceledir’ diye bir zarf ;elir bakanlıktan... Açar okur! Meğer

akan, ‘Ankara’da yeni açılan adliye hu­ kuk mektebi ve benzer kurumların ge­ reksinmesi için Sultani’deki son sınıf öğ­ rencilerine kolaylık sağlanmasını, ‘idare- ten’ sınavlar yapılıp son sınıftakilerin

mezun edilmesini istiyormuş!.. Sakallı Celâl Bey’in, arkadaşı bakana verdiği ya­ nıt, bugün bile anlamlı ve düşündürücü­ dür:

Ankara Sultanisi ‘boyacı küpü’ olma­ dığı cihetle vekâletin talebi, kabili tatbik görülmemiştir. Hem bendeniz cumhuri­ yetin ilanıyla birlikte mucize devrinin so­ na erdiğini sanıyordum. Demek ki yanıl­ mışım. Tedrisatın hitam bulmasına az bir süre kaldığına göre, istifamın derhal ka­ bulünü veya vekâlet emrine alınmamı, emirlerinize arzederim efendim.

Ricalar, ısrarlar, sınıf arkadaşı bakanın özel başvuruları boşa gider! Celâl Bey’in ‘irfanı hür’ gençlik yetiştirme ülküsü en ince yerinden kırılmıştır. Başını alır gi­ der! İşçilik mi, amelelik mi, ustalık mı, koskoca bir yaşam sürer gider... Geride kalan dostların yazılan, bir de iki atasö- züdiir: ‘Cehaletin bu kadan ancak tahsil ile mümkündür’ ve ‘D oğuya giden bir gemide Batı’ya doğru koşmaktayız...’

Orhan Karaveli’nin ‘Sakallı Celâl’i, ön­ celikle tüm eğitimcilerin, aydınlanmacı- ların okumaları gereken bir kitap...’(*)■

(*) Oktay Akbal: Cumhuriyet Gazetesi, 8 Hazi­ ran, 2004

ARTIK, DİNSEL, BİLİMSEL VE

İRADESEL TARTIŞMALAR

SONA ERİYOR!

Bu kitabı okuyan

Müslüman, Hristiyan, Yahudi,

Ateist, Bilim Adamı, Asker, Politikacı

ve her türlü farklı inanç, görüş ve güce sahip insanların: söyleyebilecekleri

hiçbir sözleri ve iddiaları olamayacak, tartışamayacak ve

" MUTLAK İRADE” yi kabul etmekten başka hiçbir çareleri kalmayacak!

m ı

Mehmeî

AH ?a

doğ,u

"Akıl mı. Kader mi?" adlı kitabımın akabinde

“Mutlak irade”yi yazarak, bilgilendirme görevimin sona erdiğini düşünüyorum. Bundan sonra, şan, şöhret ve çıkar sağlayarak insanları

aldatmaktan öte ne söyleyebilir ve ne yazabilirim ki? Değişmeyen ve değiştirilemeyen bir gerçek karşısında ilim, bilim, teknoloji, güç. iktidar ve temel dayanağı olmayan dinsel faraziyelerin fikirsel ve iradesel bağlamda hiçbir dönüşüm sağlamadığı, özgürlük ve egemenliğin yaratıkları aşan ve asla ulaşılamayacak

bir düş olduğunu göreceksiniz.

"Mutlak İrade'yi okurken yapacağınız mütalâayı, sahip olduğunuzu zannettiğiniz iradenizle, hayatınızla ve dünyanın gerçekleriyle mukayese ederek ve olaylarla özdeşleştirerek yapmalısınız ki, doğru bir yargıya varabilesiniz.

Mutlak irade nin aksini kanıtlayan her okuyucuya bir ödül vermeyi düşünüyordum, ancak yayıncımın ve çevremin yanlış anlaşılabilir ve istismara neden olabilir endişelerinden dolayı resmi olarak bundan her ne kadar vazgeçtiysem de, ısrarımı sürdürmekteyim. Amacım, her insanın, eğer başarabilirlerse çok iyi bir sorgulama ve irdeleme yaparak yalan ve

entrikalardan kurtulabilmelerine aracı olmaktır.

tüm kitabevleri ve hipermarketlerde

k *

MAVİAĞAÇ

0212. 514 45 11 -12 / www.maviagac.com

S A Y F A 25

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Darülfünunda müdüerrislik (profesörlük) yapan m er­ hum, Tapu Emini ve Maarif Nazırlığında bulunmuş ve Büyük Millet Meclisine İstanbul mebusu olarak

Stanford Üniversitesi bilim insanları tarafından gerçekleştirilen güncel bir çalışma ise, yoğun zihinsel çaba gerektiren işlerde konsantre bir şekilde ne kadar uzun

Afşar, yapıtlarının Amerika’ya açıl­ ma olasılığının da olduğunu; ancak bu­ nun için öncelikle çok iyi bir menajer.. A fşar’ın yeni bir

Do- layısıyla bu çalışmada, tedaviye sekonder dış kulak patolojileri genel olarak lokal tedavi ile kontrol edi- lebilir seviyededir denebilir.. Orta kulak

şamının büyük ustalarından Fakir Baykurt’un ölümünün Türk edebiyatı için büyük kayıp olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti:.. “Derin bir kültür

Yine aynı yıl Marsilya ve 1958 yılında Brüksel Dünya Fuarlarında Türk Pavyonu Pano ve Grafikleri konusunda çalıştı.. İzmir Fuarı yerli ve yabancı

Nâzım Usta, “imrenilir şey değil, martıların hayatı,” diyor; ama burada imrenilir bir şey ol­ malı martıların hayatı..

Garib olan ve bana bu fıkrayı yazdı - ran nokta şudur: Yerine Hasköyde baş­ ka bir mabed yapılmak şartile ilkin Ü - çüncü Mehmedin anası Safiye, sonra