Orhan Karaveli ilginç bir kişiliği yaşama döndürüyor
O F H A N K A B A7E İ I
S AK A l ı l ı l
C BIı AI>
Orhan Karaveli Önemli
kişilikleri yeniden yaşa
ma döndürmek için sıkı
bir çalışmanın içine gir
di. Önce ilginç bir Anka
ra ailesinin yaşamöykü-
sü, ardından Nâzım Hik
metin yaşamöyküsü.
Şimdilerde ise 'Çağımı
zın Diyojeni’ olarak ad
landırılan sakallı Ce
lalin yaşamı. Orhan Ka-
raveli’nin bu olağanüs
tü araştırması sizi, böy
le bir kişinin var olması
nedeniyle bir hayli şaş
kınlığa sonra da me
raka düşürecek.
□ Zeki BÜYÜKTANIR
A :
i l :
nadolu Yarımadası tekin değil- dir.Bulunduğu ortam gereği, dört mevsimi bir arada yaşatan, . doğurgan bir toprak ve yöneti len toplumlann, yönetim kralların, sul tanların, insanların dikkatini, ilgisini çek miş, göçlerin harman olduğu, kral yolları nın uzantısı on bin yıllık bir uygarlıklar ülkesi. Binlerce yıl içinde kurulan devlet ler, tarih olan uygarlıklar... Bu mozaik, dünyanın ilk aydınlanmasını, bilimin ilk temellerinin atılmasını sağlamış, Mezopo tamya düzlüklerinden lonya ovalarına, oradan Urartu yaylalarına kadar uzanan bir toprak.
Bilimin, tekniğin ışığım yaymış, her yerleşim yerinde bir tiyatro kültürevi ay dınlanmanın ön koşulu olan kitaplıklar... işte Anadolu Aydınlığının o günkü görü nümünün temel felsefesi, yetişen yüzlerce filozof, bilge, ozan.. Ya bugünkü görü nüm; birbirinin gırtlağına sarılan dinler, cami, kilise, sinagog vb., kan gövdeyi gö türüyor.
Uzatmayalım Anadolu’dan sözediyo- ruz. Bu toprakta doğmuş, yaşamış ve so nunda ışıklı toprağına kavuşmuş bir de ğerden söz edeceğiz.
Yeni yayımlanan ve bir çırpıda okunan biyografik bir yapıt. Değerli bilge, filozof Sakallı Celal’i anlatıyor. Onu çok sevdi ğim iin bir şeyler söylemek istedim. Ken disini hiç görmedim ama onun varlığı gençlik günlerimizde bize örnek oluyor du. Öğüt verir gibi sözleri, olgun kişiliği hep gündemdeydi.
“Cehaletin bu kadarı ancak tahsil ile mümkündür.”
“Bizler doğuya doğru giden bir gemi nin içinde batıya doğru yürüyoruz.” gibi özdeyişleri belleğimizde yeretmişti.
Sayın Orhan Karaveli bir güç işi başar mış, o değerli bilgeyi bilinmedikten, tarih sahnesine çıkarmış, kamuoyuna malet- miş. iyi de etmiş, bir yapıt çıkarmış orta ya ellerine sağlık.
Yaşamöyküsü yazın türlerinden en il ginç oburlarındandır. Zor ve de titizlik is teyen (Her yazın türü gibi) ve bilinme yenlerle dolu kişileri de gün yüzüne çı karmak zor bir uğraş.
ı Ce a
Çağımızın Diyojeni derken, Anado lu’nun, yukarıda sözünü ettiğim uygarlı- lar ülkesi Anadolu’nun o aycknkk çağda yetiştirdiği bir Diyojeni var. Önce onu görelim;
Diogenes Sinoplu veya Kinik, Yunan filozofu (Sinop M.Ö. 413-327). Bir söy lentiye göre, kalp para bastığı için sürgü ne yollanan bir sarrafın oğlu idi; Dioge nes, kalpazanlıkta babasının suç ortağı olmakla övünürdü. Bu tutumu, bir bakı ma, filozof olarak yüklendiği görevi açık layıcı niteliktedir. Kinik felsefe okulunun kurucusu Antishenes’in en ünlü öğrenci siydi. Diogenes’e göre en üstün iyi, er demdir, fazilettir. Bilim, şan ve şeref, ser vet, hor görülmesi gereken uydurma “iyi”lerdir. Felsefenin özü, her yerde özentiyi kötülemek ve onun karşısına ta biatı koymaktır. Bilge, kendini, istek ve duygulardan uzak tutmak, ihtiyaçlarını en az’a indirmekdir. Eflatun’un “Çılgın Sokrates” dediği Diogenes, her mevsim de yalınayak dolaşır, harmanisine sarınıp tapmak kapılarında yatar ve bir fıçıda otururdu. Büyük İskender Korinthos’ta kendisine “Bir dileğin var m ı?” diye so runca “Var, gölge etme, başka ihsan iste mem” demişti. Bir gün çeşmeden avucu ile su içen bir çocuk görünce “Bu çocuk buna fazladan eşyam olduğunu öğretti” diye haykırıp su çanağım kırdı. Hareket’i inkar eden Ela’k Zenon’un bir dersinde, ona cevap olarak ayağa kalkıp yürümüş tü. Sıradan insanları o kadar küçümserdi ki, bir gün öğle vati, elinde fener, “Bir adam arıyorum” diye söylenerek Atina sokaklarında dolaşmaya çıkmıştı. Gerçi Atmalılar onunla alay ederlerdi ama, çe kinilen ve sayılan bir insan olduğu da muhakkaktı. Korinthos’lular onun adma bir sütun, Sinoplular ise bir heykel dikti ler. Uzun zaman sonra bilge Epiktelos da onu bilgelik örneği olarak gördü. Eserleri kaybolmuştur.
ÇAĞIMIZIN DİYOJENİ
Şimdi de Çağımızın Diyojeni’ni göre lim;
1886 yılı Hüseyin Hüsnü Paşa ve eşi Melek Hanım’dan üçüncü oğlu Celal dünyaya gelir. (Kemal-Cemal-Celal)
12 Ekim 1896 Galatasaray Lisesine ya tık olarak girer. Ayrıca Fransızca dersler alır. Uzun yıllar, mezun olduğu Galatasa ray Lisesi’nde Öğretmen vekilliği yapar. (Tevfik Fikret’le birlikte) Fransa’ya Sor- bon’a Sosyal bilimler okumak için gider se de makine tekniği üzerine okumak is tediğinden bitirmeden döner. Cumhuri yet sonrası Ankara Sultanisi’nde (Lise) müdürlük yaparken, bakankğm mantık dışı eğitime ters düşen bir bildirisi üzeri ne istifa eder bir daha da resmi bir yerde çakşmaz. Ustabaşılık, makinistlik, ham- mallık vb. gibi her türlü işte çakşan say ın bir bilge, çağdaş bir derviş ve Anado- u ’nun ikinci Diyojeni.
Hakkında yazık bir kayıt olmamasına karşın toplumda bu kadar tanınan sevilen bir filozof (ki biz ona hep filozof diyece ğiz) Sakalk Celal’in ne yazık ki hiçbir an siklopedide, antolojide de adı yoktur. Ne bir yaşamöyküsü ne de bir belge. Değer- bikr Örhan Karaveli’ye en içten saygılar. Bu değeri bize kazandırdı, ölümsüzleştir di ve yazın tarihimizdeki yerine oturttu. Yapıta aldığı anıları, belgeleri biz de yazı- kş sırasını göz önüne alarak örnekler ver mek istiyoruz. (Sf: 26), Milliyet’teki Tak vimden Bir Yaprak başlıkk köşesinde Ga-, latasaray’dan arkadaşı, ancak Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’e karşı cephe de yer aldığı için olacak -yakınlarının ifa desine göre- Celâl Bey’in pek sevmediği Refii Cevat Ulunay şunları yazıyordu:
"... Bütün GalatasaraylIlar gibi hürriye te âşıktı... Bir şeye inanırsa ona canını ve recek kadar bağlanırdı. Son sınıfta iken 31 Mart hadisesi olmuş, Hareket Ordusu teşekkül etmişti. Celâl mektepten kaçtı, Hareket Ordusu’na gönüllü olarak katıl dı. Muhtar Bey’in (Taksim Kışlası yakı nında) şehadeti sırasmda yanında bulu nuyordu. Vatanım delice bir aşk ile sever di. İtalya Trablusgarb’a hücum ettiği za man bir Fransız pasaportu uydurarak yel kenli ile ve ‘Jan Piyer namı alımda müca hitlere cephane götürdü. Yolda gemiyi yakaladılar, iyi Fransızca bildiği için ne
yaptı etti hem kendini hem cephane yi kurtardı, yerine ulaştırdı...”
“... Anadolu’da Fransızca hocalığı yaparken öğrencilere futbol oynatı yordu. Bir yobaz hocanın ‘bu oyun dine aykırıdır... Kerbela’da şehit edi len imam Hüseyin’in başını düş manları böyle tekmelemişlerdi’ dedi ğini duyunca yobazı dövdü. Azletti ler...”
Şimdi bir de Sevgili Dostum Ha şan Hüseyin (Korkmazgil)’den ilginç bir anekdot: (Sf: 36) Korkmazgil ya zışma Sakallı Celâlde ilgili az bilinen bir de ‘anekdot’ ekliyor:
"... Sakallı Celâl Kastamonu Lise si’nde öğretmenken, öğrenciler: ‘Efendim, diyorlar, sizin anlattıkları nızla’ Ulıım-u Diniye’ hocasının an lattıkları birbirini tutmuyorl Ona göre dünya öküzün boynuzlarında durmaktadır! Halbuki siz böyle de miyorsunuz... Ona göre dünya bir günde kurulmuştur! Halbuki siz başka türlü söylüyorsunuz. Şimdi biz din hocasmm somlar mı nasıl ce vaplandıralım?’ Sakallı Celâl: ‘im ti handa bu gibi sorularla karşılaşırsa nız imtihan kâğıtlarına (akim ve
müsbet ilmin ispat etmediği safsatalara inanmıyoruz) diye yazarsınız’ karşılığını veriyor. Öğrenciler de Sakallı Celâl’in öğüdüne göre hareket ediyorlar. Sonun da, bu, tahkikat konusu olduğundan Sa kallı Celâl’i İstanbul’a, Maarif Nezaretine çağırıyorlar. Burada kendisine: ‘Celâl Efendi, deniyor, söyledikleriniz doğru ama böyle konuşulmaz k i!..’ Ve olay öyle ce kapatılıyor...”
Bugünkü yöneticiler, özellikle Milli Eğitim Bakanlığı, eğitime yeni bir yön ve receği sayıyla ortaya çıkan bakan, bilmem ki ölmüş bir adamın arkasından bir ince leme yaptırır mı; (halkın dini duygularını incitiyor) diye?..(l)
Kemal, Cemâl, Celâl üç yiğit kardeş, ikisi denizci. Abdulhamit’in göz açtırma dığı günler. Hafiyeler iki kardeşi yakalar. Kemal nasılsa kurtulur. Cemal ise askeri mahkemede idama mahkum olur. O sıra da Galatasaray’da yatık öğrenci olan Ce lal, yıllar sonra olayın heyecanını şöyle anlatır: (Sf: 67) “— ... Günlerden cuma olduğu için ‘Konak’taydık. Despotizm karşıtlarından birkaç kişinin daha Beyazıt Meydanı’nda ipe çekildiğini duyunca ‘Eyvah, ağabeyim!..’ diye bağırdığımı ha tırlıyorum. Hemen gidip Kemal Ağabeyi mi buldum. O da haberi duymuştu ve si villerini giyinip evinden çıkmak üzere idi. Birlikte sandalla karşıya geçtik; Saraçha- nebaşı’nda koşa koşa Beyazıt’a giderken ‘ya ağabeyimi de astılarsa?!.’ diye ağlama mak için kendimi zor tutuyordum. Eğer öyle bir şey yapmışlarsa gidip vururdum ‘o herifi!’ ”
Hayır, asılanlar arasında Cemal Bey yoktu ama, bizim, o tarihte henüz ‘sakak’ bitmemiş Celalimiz, kendi ifadesine göre birkaç yıl birden yaşlanmıştı ve bu onu ‘Sakalk Celal’ yapan travmaların sanırım ilkiydi.
BİR MEKTUP
Şimdi de yine yapıttan aldığım şu mek tuba bakalım. Özellikle devrimleri bir yük, angarya seven, gereksizHğini savu nan satkınlara, dil devriminin gereksizk- ğini tartışan aymazlara, Osmank hayrank- ğmı sürdürenlere de ilgilendirmesi yö nünden mektubun bir bölümünü payla şalım: (Sf: 45)
Önce, küçük memuriyetlerde tutunma ya çalışın büyük ozan Ahmet Haşim’in ‘Sevgili Refik’ hitabıyla arkadaşı Manisa Mebusu Refik Şevket (ince) beye Niğ de’den yazıp gönderdiği ‘3/9/333’ (1919) tariHi mektuptan bazı bölümler:
“... Ankara’da, Almanya imparatoru nun Anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere gönderdiği bir heyet-i tıbbiyenin bazı büyük erkanıyla görüştüm... anla mışlar ki Anadolu Türklerinin karınlan kurtlarla mahmul (yüklü) ve kanlan bu kurtların ifraz ettiği (salgıladığı) tufeyliyat (parazitler) ile meşbu (dolu) bulunuyor. Cins, yakın bir inkıraz (yok olma) ile teh dit eden bu halin sebebi nedir bilir mi sin? Noksan-ı tagaddi (gıda, beslenme eksikliği)... Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek ima linden bile bihaberdirler (habersizdirler). Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne ol duğunu yiyenlerin midesine bir sormak!.. Bilâ-istisna vasıta-i çerleri (nakil vasıtala rı) olan kağnı hiç şüphe yok ki devr-i ha- ceri (taş devri) keşfiyat ve alatındandır (alederindendir). Kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp... onun kanını ve carımı emen bir canavardır!..”
Çok ilginç bir anekdot daha: “Sakalk Celal trende ateşçidir; özel vagonda Kâ zım Karabekir Paşa’nın yolculuk ettiğini öğrenince lokomotiften vagona geçer, pa şayı görmek istediği haberini gönderir içeri. Bir ateşçi ne isteyecektir ki paşadan, ya para, ya daha iyi bir iş değil mi? oysa elleri, yüzü gözü kömür tozu ve yağ için de olan ateşçi Paşa’nın karşısına çılanca Türkiye’de eğitimin nasıl olması gerekti ğine ilişkin özgün düşüncelerini söyleyip eğitim merakksı Paşa’yı şaşırtır...”
Onun başı hep derttedir, iktidarla, yet kililerle, yönetimle, yobazlarla. Onun gibi düşünen, gerekçi, gerçekçi, ödün
ORHAN KARAVELI
ORHAN KARAVELI
GÖRGÜ TANIĞI |ß ir Ankara Ailesinin
l ' '
yen korkusuz bir eğitimciden de ilginç bir anekdot:
“Saltanatın kaldırılmasıyla ‘halife’ yapı lacak Abdülmecid Efendi’nin oğlu, 853 yaka numaralı Şehzade Ömer Faruk Efendi bir gün, Arapça dersinde Ben şehzadeyim!..’ diye izin alma gereği duy madan sınıfı terkettiği için hocası Fehmi Efendi tarafından iki hafta sonu okulda kalma cezasına çarptırılmıştı. Genç şehza de bu cezayı çektiği halde ve okul müdü rünün ‘lütfen affedin, hocam...’ ricasına karşın Fehmi Efendi Ömer Faruk’u sınıfa almamakta direnince babası Abdülmecid Efendi bir gün okula gelerek ‘hocam, Fa ruk ellerinizi öpsün, affedin...’ diye ricacı olmuştu. Sonuçta Faruk affedilmiş ama Fehmi Efendi babasının ve arkadaşlarının önünde onu karşısma dikerek şunları söy lemişti: “Sen böyle laf dinlemez, mağrur bir adam değil herkesten daha iyi huylu, daha dikkatli ve daha çalışkan olmalısın. Çünkü, talihin itişiyle bir gün bu ülkenin Padişahlığına getirilirsen herkes seni ken disine örnek alacaktır.”
Bugünkü, günümüzün edilgin, nemela zımcı, görmezlikten gelen, bana değme yen yılan diyen, yeteneksiz, toplumu olumsuzlukla etkileyen -özellikle- sözde aydınlara önemle duyurulur. Döneklere, ılımlı İslamcılara, II. Cumhuriyetçilere za ten sözümüz yok.
Değerli bilgemiz Melih Cevdet Anday Onun için: “Ö bir kahramandı.” Vedat Nedim Tör ise: “Bıraksalar Kemalist ruh lu gençlik orduları yetiştirecekti’’ diyor.
Önün bulunduğu toplantılarda: “Şaka- Hiciv-Espri vardır ama Dedikodu-Adam Çekiştirme-Arkadan Konuşma-ucuz siya set tartışmaları..” yoktur. Sf: 209
“Çağrılı olduğu toplantılarda sofrada içki, sigara içilmezdi. Hanımlar Celal Bey’in evlerini onurlandıracağı akşamlar özenle hazırlanırlar ve onun sevdiği ye mekleri muhakkak bulundururlardı.” (Sf:
211)
Ve onun ince ruhlu, gerçekçi ve doğa ya, yaşama, biyolojik yapıya olan saygınlı ğı ve bu bayana verdiği yanıt: (Mimar Al- ten Akyol’dan-Sf: 214)
“.. ‘Baba dostu’, çok sevdiğim Celal Bey’le zaman zaman yürüyüp konuşur duk. Bir keresinde anlatmıştı. Genç bir mühendis hanım sohbetinden çok zevk aldığını belirterek Celal Bey’le ahbaplık etmek istediğini söyler. Celal Bey’in bu güzel, genç ve üstelik okumuş hanıma verdiği yanıt bir zeka, incelik ve bilgelik örneği sayılsa yeridir.:
“- Bak kızım der. Sen ilkbaharsın, ben ise sonbahar! Bunların ikisi de bahardır ama bir araya gelemezler, gelmezler!..”
Evet gerçekçi bir görüş, düşünce ve saygın duygular yoğunluğu...
Değerlerimizin kadrini ne yazık ki bile miyoruz, hatta onları çil para gibi harcı yoruz. Yaşayanlarımızı da ölenlerimizi de. Ne yazık ki 1500 yıldan beri bu duy guların etkileri altında eziliyoruz. Erdem li bir ortama yönelme çabalarımız 1923 Anadolu Aydınlanması, Cumhuriyetle başlamış ne yazık ki 1950’lerde önü kesil miştir karşı devrimcilerle. Yine de Mus tafa Kemal Atatürk’ün Anadolu güneşi; parıltılarından hiçbir şeyi yitirmeden Mu asır Medeniyet Seviyesinin Üstüne çıka racaktır. Böylece Mustafa Kemal Atatürk devrimleri o ilkçağ Anadolusunun Tiyat ro Kültür çağının düzeyini de aşacaktır.
Konuyu bağlarken yine Sayın Sakallı Celal’in ödün vermez kişiliğinden bir anı
ile bitirmeyi düşünüyorum. Yaşamöykü-
sıinün yayımlanmasından sonra yayımla nan Oktay Akbal’m bir yazısından yapı lan alıntı onun kişiliğinin ne denli sağlam yapıda olduğunun bir örneği değil mi? Toprağı ışıkla dolsun.
Çağımızın Diyojenine merhaba!..» Sakallı Celal/ Orhan Karaveli/ Pergamon Yayınları/ 230 s.
alkaıIn C d iffa râ Syi Tpramalk
□ Oktay AKBAL
“ V
edat Nedim Tör ne de mişti onun için: ‘Bıraksa lar Kemalist ruhlu gençlik orduları yetiştirecekti’ di yor. Bırakmadılar!.. O günlerde de bu-
jünlerde de bırakmıyorlar! Yeni kuşak- arı daha ilk adımda engelliyorlar, elini kolunu kırıyorlar, dahası kafalarını zin cirliyorlar; uyanmasın, bilinçlenmesin, kör saplantılardan kendini kurtaranla sın!..
Sakallı Celâl Bey Ankara Sultanisi mü dürüdür. Hani Ahmet Haşim’le birlikte akşam saatlerinde birlikte oldukları, o güzel okulunun müdürü. Amacı gençleri en doğru, en sağlam, düşüncelerle yetiş tirmek... Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’dir. Galatasaray’dan sıra arka daşı, dostu! Hem de, Celâl Bey’in değe rini de bilen biri!..
Bir gün ‘gizli ve aceledir’ diye bir zarf ;elir bakanlıktan... Açar okur! Meğer
akan, ‘Ankara’da yeni açılan adliye hu kuk mektebi ve benzer kurumların ge reksinmesi için Sultani’deki son sınıf öğ rencilerine kolaylık sağlanmasını, ‘idare- ten’ sınavlar yapılıp son sınıftakilerin
mezun edilmesini istiyormuş!.. Sakallı Celâl Bey’in, arkadaşı bakana verdiği ya nıt, bugün bile anlamlı ve düşündürücü dür:
Ankara Sultanisi ‘boyacı küpü’ olma dığı cihetle vekâletin talebi, kabili tatbik görülmemiştir. Hem bendeniz cumhuri yetin ilanıyla birlikte mucize devrinin so na erdiğini sanıyordum. Demek ki yanıl mışım. Tedrisatın hitam bulmasına az bir süre kaldığına göre, istifamın derhal ka bulünü veya vekâlet emrine alınmamı, emirlerinize arzederim efendim.
Ricalar, ısrarlar, sınıf arkadaşı bakanın özel başvuruları boşa gider! Celâl Bey’in ‘irfanı hür’ gençlik yetiştirme ülküsü en ince yerinden kırılmıştır. Başını alır gi der! İşçilik mi, amelelik mi, ustalık mı, koskoca bir yaşam sürer gider... Geride kalan dostların yazılan, bir de iki atasö- züdiir: ‘Cehaletin bu kadan ancak tahsil ile mümkündür’ ve ‘D oğuya giden bir gemide Batı’ya doğru koşmaktayız...’
Orhan Karaveli’nin ‘Sakallı Celâl’i, ön celikle tüm eğitimcilerin, aydınlanmacı- ların okumaları gereken bir kitap...’(*)■
(*) Oktay Akbal: Cumhuriyet Gazetesi, 8 Hazi ran, 2004
ARTIK, DİNSEL, BİLİMSEL VE
İRADESEL TARTIŞMALAR
SONA ERİYOR!
Bu kitabı okuyan
Müslüman, Hristiyan, Yahudi,
Ateist, Bilim Adamı, Asker, Politikacı
ve her türlü farklı inanç, görüş ve güce sahip insanların: söyleyebilecekleri
hiçbir sözleri ve iddiaları olamayacak, tartışamayacak ve
" MUTLAK İRADE” yi kabul etmekten başka hiçbir çareleri kalmayacak!
m ı
Mehmeî
AH ?a
doğ,u
"Akıl mı. Kader mi?" adlı kitabımın akabinde
“Mutlak irade”yi yazarak, bilgilendirme görevimin sona erdiğini düşünüyorum. Bundan sonra, şan, şöhret ve çıkar sağlayarak insanları
aldatmaktan öte ne söyleyebilir ve ne yazabilirim ki? Değişmeyen ve değiştirilemeyen bir gerçek karşısında ilim, bilim, teknoloji, güç. iktidar ve temel dayanağı olmayan dinsel faraziyelerin fikirsel ve iradesel bağlamda hiçbir dönüşüm sağlamadığı, özgürlük ve egemenliğin yaratıkları aşan ve asla ulaşılamayacak
bir düş olduğunu göreceksiniz.
"Mutlak İrade'yi okurken yapacağınız mütalâayı, sahip olduğunuzu zannettiğiniz iradenizle, hayatınızla ve dünyanın gerçekleriyle mukayese ederek ve olaylarla özdeşleştirerek yapmalısınız ki, doğru bir yargıya varabilesiniz.
Mutlak irade nin aksini kanıtlayan her okuyucuya bir ödül vermeyi düşünüyordum, ancak yayıncımın ve çevremin yanlış anlaşılabilir ve istismara neden olabilir endişelerinden dolayı resmi olarak bundan her ne kadar vazgeçtiysem de, ısrarımı sürdürmekteyim. Amacım, her insanın, eğer başarabilirlerse çok iyi bir sorgulama ve irdeleme yaparak yalan ve
entrikalardan kurtulabilmelerine aracı olmaktır.
tüm kitabevleri ve hipermarketlerde
k *
MAVİAĞAÇ
0212. 514 45 11 -12 / www.maviagac.com
S A Y F A 25
Taha Toros Arşivi