BJwnrerm
n
ecw 1977
T E 0 tSANAT
ARAGON
P
arlat» « i ünlü, özellikle yabancı bir gazeteci İCİn erişilmesi en güç sanatçılara, yazarlara varıncaya kadar, bütün kapıları açan «Sihirli» anahtar. Nâzım HikmetiBir haftadan beri arka arkaya konuşmak iste diğimiz kişilerle tanık olduğumuz bu olay, sah ge cesi beni büyük ozan ve rom ana Louis Aragon’- un evine götürdü.
Seksen yıllık yaşamım yetmlşyedi ciltlik ya pıtına sığdıran Aragon, Fransız Başbakanlarının değişmez konağı olan Hotel Matignonün karşısın da, 56, Rue de Varenne'de oturuyor. Onyedlnci yüzyıl evlerinde görülen avluyu geçtikten sonra onun kaldığı kata nasıl çıkılacağım telefonda an latmıştı. Birinci kata çıkan geniş merdivenlerden sonra vişne çürüğü bir halı ile döşeli spiral kü çük bir merdiven daha vardı. Bu merdivenin trabzamna İse elektrikli bir teleferik sandalyesi oturtmuşlardı, hasta olduğu günlerde yorulmama sı için olacak. Kapıyı, ev işlerine bakan kadın aç tı. Louis Aragon beni, kurucusu olduğu sürrealist lerden başlayarak günümüze dek eleküstü tüm sanatçıların, çoğu ithaflı yapıtlarıyla dolu, müzeyi andıran ama canlılığım yitirmemiş büyük çalış ma odasında bekliyordu.
«Ne yazık kİ Nâzım, kutlanan 75. yaşım sonu na kadar göremedi. İstanbul'daki kutlama tören lerine de gelemeyeceğime göre, size, gazetenizde kullanmak için hiç bir yerde yayınlanmamış onun hakkında yazdığım bir metni vereceğim» diyen büyük ozan, Matisselerin, Cocteau’lann, Picasso’ ların süslediği duvarların ortasındaki ince uzun tahta çalışma masasının üzerine serpilmiş kitap provaları arasından iki sayfa alarak gösterdi. Bu hazırlanmakta olan «Argon’un şiirsel yapıtı» adın dakl kitabının altına cildine konu olacak Nâzım Hikmetle İlgili bölümdü.
Aragon bundan sonra, İnanılmayacak bir ti tizlikle ve de gözlerinin yorgunluğuna rağmen, ya nımda götürdüğüm deftere kendi eliyle başladığı yazıyı sonuna kadar tamamlayacak, bir de İthaf ekleyecekti. Sanki Nâzım Hikmet’e bir yaş günü armağanı hazırlıyordu. Bu kadar titiz, bu kadar özenli idi.
Büyük usta konuşmaya başladı:
«Ben Nâzım’ı Paris'e geldiği günlerden çok ön ce tamdım. Benim için her zaman büyük bir dost tu. Onu yalnız tanımakla kalmadım, onun için ey leme de geçtim. Daha 1930’larda kimsenin tanıma dığı günlerde bile onun adını biliyordum. Yazısı nı, şiirini görmüştüm o zaman, bu bana yetiyor du.»
Arkasından bir anısını da ekliyor.
«Alman işgalinden sonraki kurtuluş yıllarında idi. Ya 45, ya da 46 hatırlayamayacağım. Elysee Sa rayının yakınlarında (La Pensée) diye bir deme ğimiz vardı. Fransız yazarları orada toplanırdık. Gene bir gün. Nâzım Hikmet’in özgürlüğü için düzenlediğimiz yeni bir kampanyayı görüşmek için bir araya gelmiştik. Yanıma da Türkiye Bü yükelçiliğinden gelen bir diplomat oturmuştu: «Kimdir bu, Türkiye’de bile adı bilinmeyen, tanın mayan şair? Niçin onunla bu kadar meşgul olu- ^ yorsunuz?» diye sormuştu. Ben de dayanamayarak «Türkiye’de nasıl tanınsın bilinsin ki, hükümeti niz zaten tanınmasın, duyulmasın diye onu hapse tıkmış,» deyiverdim» diye anlatıyor gülerek...
Sonra masasının üzerinden aldığı provaları uzatarak «Rize vereceğim bölümlerde, hazırlamak ta okluğum kitabımda 1936’daki bir olayı anlatıyo ruın,« dedi. Sonra, «Bunu sizin için yazarken ken di provalarımı düzeltmek imkânını da bulaca ğım,» diyecek ve görmesini sağlayamayan ince çer çeveli gözlüklerini çıkararak, «Bu gözlükler bir işe yaramıyor, ama yine de kullanıyorum, Eisa’ nın gözlükleri» diye ekleyecekti. Çağrışımlar olu yor: Elsa’mn gözlükleri, elirode olmadan «Eisa' nın gözleri» adını taşıyan ünlü şiir kitabma takı lıyorum. Eisa Triolet, bundan birkaç yıl önce ö- lcn ve Aragon’un yaşamında, yapıtında, kişiliğin de önemli bir rolü olan eşi ve hayat arkadaşı..
•GURUR DUYDUĞUM OLAY»
Şimdi Louis Aragon "un kitap provalarından düzelterek bize el yazısı ile verdiği Nâzım Hik- mct’le ilgili bölümü okuyalım: «1936 şubatının son günlerinde, eşim Eisa Triolet ile birlikte, Romain Holland’ı görmeye gittiğimiz İsviçre’den dönmüş tük... O tarihlerde çıkardığımız «Commune» adlı derginin mart savısında. Romain Rolland için biraz gecikmiş olan saygı sunuşu ile ocak sonun da «Mutualité» salonundaki mitingin yankıların dan başka, bu aynı sayıda o günlerde fazla dikka ti çekmeyen, ancak tuhaf bir gurur duyduğum (geçmişte de, bugün de) bir olay olmuştu. İsviç re’ye gitmeden önce, yani şubat sonlarında, ve de arkadaşlarımın kuskula-ına karsın mart ayı için hasırlanmakta olan sayıya, yokluğumda, o zaman Fransa'da (ve yalnız Fransa cıa değil) nıç tanın mayan bir Türk yazarının metnine yer verilmesi konusundaki diretmeme biraz coşkunluk — biraz da — sataşkanlık katmıştım.
Bunun bende, bu ayın siyasal olaylarım da gölgeleyen bir anı bıraktığım itiraf ediyorum. Ve de bizdeki «Front Populaire» (Halkçı Cephe) ha reketinin başarı belirtileri He o günlerde Hitler ordularının askerden arınmış Ren (Rhin) bölgesi ne girmesinin taşıdığı ciddi tehditlere rağmen...
Sınırların ötesinde, Türkiye’deki hapishanele rin birinden, adının Nâzım Hikmet olduğunu o günlerde ancak birkaçımızın bildiği bir yabancı nın «Taranta Babu’ya Mektuplar»ım «Commune» dergisinin Mart/36 sayısında yayınlatmakta verdi ğim önemi söylemiş olsam, ciddi adamlar hakkım da kimbilır ne düşüneceklerdi? Otuz yıl kadar son ra, yıkılırcasma dolu Pleyel salonlarında, Paris’te görülmüş en inanılmaz anma törenlerinden birin de andığımız bu «tanınmamış» yazarın metnini, ar kadaşlanma kabul ettirmiş olmaktan duyduğum gurur az değildir. Kimse için böyle bir anma tö reni yapılmamıştı. Yirmi yıllık bir süre içinde ken dişini (kaç kez) hapse atan ülkesinin hükümetle rini, Fransız kamuoyunun baskısı ile, Nâzım’ın özgürlüğüne zorlamak için canla başla uğraşmam da belki bosuna olmamıştı.
•HAYATIMDA HİÇ OLMAZSA BİR KEZ..»
Bütün güçlüklere göğüs gererek, o günlerde onu desteklemekte diretmiş olmak, ve mahpusane duvarlarının üstünden, coğrafyanın ötesinden, şar kılar, kuvvet ve güneşle dolu yıllar uzunluğunda bir gün gibi, tadım çıkardığım dostluğuna şeref kazandığım insanın, ırak sözünün erimini (men zilini) sezmek, hayatımda hiç olmazsa bir kez ol sun, geleceği gözlerimle görmek duygusunu bana verdiğini de eklemeliyim».
Hayatımda
hiç
olmazsa
bir kez
Nâzım’dan
ötürü
geleceği
gördüm
Doğumunun
75
.
yılında
Nâzım
Hikmet
Büyük Türk şairi Nâ
zım Hikmet’in 75«
doğum yıldönümün
de Paris muhabiri
miz Kosta Daponte’
nin dünyaca ünlü ki
şilerle yaptığı ko
nuşmaları,
onların
Nâzım Hikmet’le il
gili görüşlerini, dü
şüncelerini ve anı
larını sunuyoruz.
Yaşıyorsun
• • | • •çunku
güzel,
yiğit ve
hoş
insandın
NÂZIMI ANLAMAK Ü STÜ N E________________ ^
HAFTA
GEÇMİYOR Kİ,
ONUN ŞİİRİNİN
BİR YANKISI
OLMASIN.
BÖYLESİ DİRİ
BİR ÖLÜ
NEREDE
GÖRÜLMÜŞ?
M
evlâna anlatır: Hintlinin aklına esmiş, zifiri karanlık bir ambar içinde, halka bir fili gös termeye kalkışmış.Bu bilinmedik yaratığın neye benzediğini an layabilmek için seyircilerin tek çareleri, el yorda mı ile onu yoklamak olmuş.
Gel gör ki, «avuç tüm fili elleyemez ki.» Her kafadan bir ses çıkmış, hortumu tutan «Oluk» ku
lağını yakalayan «Yelpaze» ayağım çarpan «Di rek» kânunda elini gezdiren «Taht» demiş...
Mevlânâ ekler: «Herkes neresini ellediyse, onu ne sandıysa, fili ona göre anlatmaya koyuldu. On ların sözleri, görgüleri bu yüzden birbirine aykm oldu. Birisi «Dal» dedi, öbürü «Elli.»
Benzetmede yanılgı olmaz, Nâzım Hikmetle biz, çağdaşlan arasında, Mevlânâ’nm söz ettiği fil le seyircileri arasındaki ilişki geçerli az çok.
Mevlânâ söylemiyor ama, karanlıkta duran koca filin etrafım alanların kimisi, belden aşağısı m yoklamışlardı. Tanıklıkları ister istemez sinirli kalmıştır bu yüzden.
Mesnevi’de Mevlânâ, bu fil imgesinden sonra birdenbire, başka bir irilik, enginlik boyutuna ge çer:
«Köpükler, gece gündüz çalkanan denizde biri kir, onlan deniz oluşturur. Fakat ne şaşılacak şey, sen köpüğü görüyorsun da, denizi görmüyor sun...»
Biz gemilere benzeriz. Apaydın denizin içinde yiz de gözlerimiz görmüyor, birbirimize çarpıp duruyoruz.
Nâzım Hikmet, büyük sadeliği İçinde derya adamdı. Birbirimize çarpa çarpa onu bulmaya ça lışıyoruz. Onu kavramak için, «Köpükler» ötesi geniş bir tartışma, bir çalışma, bir karşılaştırmalı araştırmadır gerekli olan. Bizde ve dünyada bu yolda daha ilk denemelere girişmiş bulunuyor eleştirmenler.
Gerçi ilginç tanıklık kitapları yayınlandı bile, şairin şu ya da bu yaşantı aşamasmda, İmgesini doğruya yaklaşık ayrıntılarla anlatan belgesel ça lışmalar yazıldı. Ne var ki genellikle am türüne
karşı okuyucuların tetikte bulunmaları yerinde olur bence. En iyi niyetlerle de olsa, Nâzım Hik met’! konu edinen kitap ya da yazıların çoğunda. Nâzım kadar, kitabı, yazanın kendi imgesi ile kar şılaşıyoruz, şair her birimiz için birer ayna, onu
olduğu gibi değil, olmasını dilediğimiz gibi görü yoruz.
Sokakta bir adamı ezip kaçan otomobüin ren gi üstüne, hemen oracıkta toplanan tanıklıklar bi le birbirine bunca aykırı olduktan sonra, bir şairin yıllar öncesi şu ya da bu davranışı, sözü, ni yeti üstüne yorumlar ne kadar doğruluk taşıyabi lirler? Önemli olan, gündelik ayrıntılar ötesinde, «Köpükler» ötesinde.
Neruda, Aragon ve Nâzım Hikmet’! bir arada görmüş, o kutsal inada sahip koca yaramazlarla bir sofrada oturmuş, onları dipdiri, kavgacı, şa kacı ayrıntıları ile izlemiş bir seyirci olarak söy lüyorum, sırlarım sofra başında, sokakta ya da yatak odalarında aramak boş, onların sırları şiir lerinde, sözcükleri dizme hünerlerinde, sözcükler le tükenmez bir devrim kaynağı yaratma ustalık- lanndadır.
İlginç bir ayrıntı, kişisel bir özellik, yazılma dık fakat söylendiği doğru olan bir söz, şu ya da bu davranışın öyküsü hiç mi anılmamalı, şairden söz ederken? Bunu demek istemiyorum, elbet kü çücük bir olay bile koskocaman bir şiirin doğma sına yol açabilir. Bu bakımdan ilginçtir, olayla şiir arasında bir İlişki kurulabildiği ölçüde.
Fakat böylesi olaylar, bulgular, olgular ünlü deyimle «Tarihin çöp tenekelerini» eşelemekle bu lunmaz.
Unutur gibi oluyoruz, şairin yaşantısı ve çağı ile ilişkileri ne olursa olsun, şairi şiirlerinde ara malı, sözcüklerin çelişki ve uyum yapılarında, ha yata hız ve anlam verme hünerlerinde. Hafta geç miyor ki dünyanın dört bucağından gelen, Nâzım Hikmet’in bir şiirsel yankısı olmasın, böylesi diri bir ölü nerde görülmüş.
Büyük şairlerin yapıtları, nesnel dünyanın bi rer parçası oluveriyorlar. Kendilerince bir ömür leri var, ölümsüz.
Nâzım Hikmet’in şiir verimliliğinde en şaşıla sı yönlerinden biri, «Az gelişmişlik» koşulları için den fışkırıp, dünyaya yayılması olmuştur. Fakat Mars’ın dediği gibi, «Sanat konusunda biliniyor ki, kimi sanatlar, çiçeklenme çağlarında, toplu mun genel gelişme kurallarına hiç de uymuyorlar, böylece, bir anlamda, kemikselliğinl oluşturan te melin de gelişmesine uymuyorlar.»
İri bir «Sanat kuşu» başımıza az gelişmişlik süreci içinde kondu, —hem de yalnız Nâzım’la de
(Devamı 9. Sayfada)
Bir cezaevinde.
tecritteki
adamın
mektupları (3)
BUGÜN
p a z a r.
BUGÜN BENİ ¡LK DEFA GG'HEŞE ÇIKARDILAR.
VL BEN ÖMRÜMDE İLK DEFA GÖKYÜZÜNÜN BU
KADAR BENDEN UZAK
BU
KADAR MAVİ
BU KADAR GENİŞ OLDUĞUNA ŞAŞARAK
KIMILDANMADAN DURDUM
SONRA SAYGIYLA TOPRAĞA OTURDUM;
DAYADIM SIRTIMI DUVARA.
BU ANDA NE DÜŞMEK DALGALARA:
BU ANDA NE KAVGA: NE HÜRRİYET; NE KARIM.
TOPRAK: GÜNEŞ VE BEN...
BAHTİYARIM...
Nâzım HİKMET
Prof. Louis BAZİN
Sanatta
özgürlük
ilkesini
savunurdu
P
aris Üniversitesi Doğu Dilleri Enstitüsü Türkoloji Bölümü Başkanı Profesör Louis Bazın ile, Quar tier Latin’de Rue Du Four’dakl, çoğunluğunu Türk çe ansiklopedi, sözlük ve kitapların oluşturduğu çalış ma odasında konuşuyoruz«Nazım Hikmet’in kendisini görmeden önce, yapıt larından tanıyordum 1945—48 yıllarında Tilrkiyede iken Nâzım’ın şiirleri ancak daktilo ile çoğaltılmış yap raklarda okunuyordu. Fransa’da özgürlüğü için dü
zenlenen kampanyaya katıldığımı biliyordu. Bu neden le 1958’de İlk kez Paris’e geldiği zaman beni görmek is temişti. Evime Abidln ve Güzin Dino ile gelmişlerdi.»
Louis Bazin, Paris'te Nâzım Hlkmet’e ilk rastladığı gün şaşırmadığını hayal kırıklığına da uğramadığını, kafasında kurduğu kişiyi karşısında bulduğunu söylü yor. «Nâzım hem efsanesine, hem de yaşam öyküsüne benziyordu,» diyor.
«1958’de ilk kez gördüğü Paris üzerindeki
bakışla-nnın tazeliği, hayranlığı dikkatimi çekmişti. Paristeki «insan manzaraları» üe Ugileniyordu.»
Profesör Bazin’e, Nâzım Hikmet’in dil sorunlarına değgin görüşlerini sorduk. Şöyle yanıtladı:
«Akılcı ve aynı zamanda demokratik diyebileceğim bir tutumu vardı. Konuşulan halk diline yakın gerçek dili seviyordu. Bu nedenle şiirlerinde kanımca, aydın lar tarafından uydurulmuş terim ve deyimleri kullan mıyordu. Aşırılığa kaçan değerli şairlerden daha kolay lıkla anlaşılıyor, benimseniyordu. Bununla beraber öz Türkçeçi arkadaşlarım da savunur, gelecek kuşaklar tarafından daha kolaylıkla anlaşılabilecek bir gelecek görürdü.»
«Türk kültürü konusundaki görüşleri nelerdi?» «Sovyetler Birliği ile Balkanlardaki Türkçe konu şan toplulukların dilleri ile ulusal kültürlerinin devam lılığını gerekli görüyordu. Başta Azerbaycan, Kazakis tan ve Kırgız olmak üezre bu toplulukların ulusal ede biyatlarıyla yakından ilgileniyordu.
Bu dil ve kültürlerin kozmopolit bir bütün içinde standartlaşmaktansa gelişmesini yeğliyordu. Çok iyi tanıdığı Bulgaristandaki Türk azınlıklarının dil ve ya zın ürünlerinin de aynı biçimde geliştirilmesini dili
yordu.»
Profesör Louls Bazin, Nâzım Hikmet’in sanatın il keleri konusundaki düşüncelerini de şöyle özetledi: «Genel olarak sanatta özgürlük ilkesine çok bağlı İdi. Bunu yapıtlarında da ortaya koydu. Bir bölümünü ha pislerde geçirdiği Türkiye döneminde de, sürgün döne minde ve hayatının son günlerine dek, dogmatizmin kı sırlaştırıcı yanlarına karşı olduğunu gösteriyordu. Tüm koşullar altında, nerede olursa olsun, etrafındaki dün yaya eleştirici bir gözle bakmaya devam etti. Daima tartışma ve eleştirme yandaşı olarak kaldı. Uluslarara sı çaptaki prestijini ise kullanmaktan geri kalmamıştı. Sanatçılara verilen direktiflerin, içtenliğini kaldıracağı na ve inandırıcı gücünü azalttığına inanıyordu.»
Sim one SiGNORET
Yves MONTAND
B
üyük ozan Nâzım Hikmetin 75. doğum yıldö nümünün yaklaştığı günlerde Paris’te, onu ta nıyıp yakından görenleri ve sevenleri ararken Montand / Slgnoret çiftini de bulmak İstedik.Kentin, daha doğrusu eski Paris’in en güzel yerlerinden olan Seine nehri üzerinde, Pont Neuf’un yanıbaşında 15. Place Dauphlne’de- ki şirin evlerinde bulamayınca, sonunda eş dost yardımı ile bir banliyö evinde dinlendiklerini öğ rendik. Bemay’dakl evden telefona önce Slmone Signoret çıktı. Nazım Hikmet adım duyunca «Ah, elbette, sevinçle» diye yanıtlamakta duraksamadı bile. Bir yandan benimle konuşuyor, bir yandan da Yves Montand’a iletiyordu söylediklerimizi.
«Bir dakika eşimi vereyim size» diyerek Mon- tand’ı verdi. Telefonda apaydınlık, hoş, iyimser lik dolu bir ses. Evet, bu ne plak, ne radyo, ne televizyon, ne de sinema hoparlöründen gelen, ama Montand’m sesini sevenlerin tanıdığı sıcak sesin, telefondan yansımasıydı..
«Anma töreni ne zaman, nerede?» diye sorarak hemen ilgilendi. Türkiye’de, İstanbul’da olduğu nu, gazetemizin bu yıldönümü ile ilgilendiğini öğre nince sevindi. «Nasıl yapsak, ne yapsak» diye yar dımcı olmak istedi. «Biz bugün veya yarm Paris’e ineceğiz.. Ama kesinlikle bilmiyoruz.. Sizin bekle yecek vaktiniz yok. 21 ocaka bir şey kalmamış» dedi.
Nâzım Hikmet için söylemek, anlatmak iste diklerini yazmalarım önerdim.. Derhal kabul etti ve birkaç saat sonra telefonlaşmak üzere ayrılır ken «akşam bizi burada bulamazsanız, Paris'teki eve dönmüş olacağız, o zaman doğrudan doğruya oraya bize gelirsiniz» diyen Montand evlerine ça ğırmış oluyordu. Simone Slgnoret’nin iki aydır sa tış rekorları kıran kitabında da sözünü ettiği bu şirin evin bir adı da «La Roulotte» (Göçebe Ara bası)... Aynı günün akşamı anlaştığımız gibi bu luştuk. Nâzım Hikmet’in 75. doğum yıldönümü için beraber yazdıkları «Mesajı» Simone Signoret okudu:
«Sevgili Nâzım,
Ölmediğine göre, daha nice yıllara. Madem ya şıyorsun, doğum yıldönümün mutlu olsun, ozanlar ölmez. Seni tanıyanlar için sen de ölmedin. Bizim gibi, seninle yalnızca unutulmaz birkaç saat geçi rebilenler için bile sen ölmedin, yaşıyorsun.
Yaşıyorsun, çünkü güzel, yiğit ve hoş insan dın.»
Yves Montand — Simone Signoret...
Signoret’nin sesinde, ancak sevgi ile özlemin, İnsan ilişkileri sıcaklığının duygusal anlardaki bo- ğukluğu vardı. Yves Montand ise her zamanki gi bi şen. «Güzel değil mi, iyi değil mİ?» diye soru yordu.
Yves Montand İle Simone Signoret, Nâzım Hikmet’le Prag’da tanışmışlardı. 1957 ya da 58 yı lında. Bu ilk ve son görüşmeleri Çekoslovakya baş kentindeki ünlü Alkron otelinde olmuştu. Alkron, Prag’a giden herkesin bildiği, herkesin geçtiği ö- zellikle yabancı yazar, çizer ve sanatçıların ağır landığı görkemli bir otel...
Signoret sözü alıyor:
♦Nâzım’dan konuşurken, onu anarken nedense
(Z) geliyor aklıma. Nâzım Hikmet de, bizim için ölmedi. O da (Z) gibi ölümsüz.» (Z) bildiğiniz gibi Elencede (zi) yani yaşıyor demektir.
Yves Montand, Nâzım Hikmet’in şiirlerini çok sevdiğini belirtiyor: Simone Signoret’nin deyimi ile «Sevmese her resitalinde Nâzım’ın şiirlerinden bestelenmiş şarkılar söylemez, plaklar doldur mazdi..»
«Akrep gibisin kardeşim»... Veya «Denizle rin en güzeli» de bu şarkıların belki de en güzel lerinden.. Bunların bestesini de, Montand’m oku duğu en iyi şarkıları besteliyen Philippe Gerard yapmıştı.
Simone Signoret, eşi Yves Montand’m, bir ko nuşmasında Nâzım Hikmet’le AIkron’da yedikleri yemeği unutmasını bir türlü bağışlamıyor..
Signoret, Prag’da karşılaştıkları Nâzmı’ı şöy le anlatıyor:
«Güzel, yakışıklı bir adamdı. Bilinen kişiliği nedeniyle Türkiye'de yıllarca hapis yatmıştı. Ül kesinin vs kuşağının büyük devrimci ozanı idi.
Alkron otelindeki yemek salonunda yüksek sesle konuşuyordu, özgürlükten ve de özgürlük- süzlükten sözedlyordu. Prag’dan Moskova’ya gide cekti.
Aklımda açıklıkla kalmamış bir şikayeti var dı. Ya bir kitabı, ya da İvan îvanoviç adındaki piyesi ile ilgili olabilirdi. Bu şikayetini herkesin duymasını, öğrenmesini İstiyordu.»
Bugünlerde satış rekorları kıran kitabının 330. sayfasında ise büyük oyuncu Signoret, Nâ zım Hikmet’le Prag’da buluşmalarından şu anıla rı da ekliyor:
«Nâzım Hikmet şunları da söyleyen adamdı: ♦1917’de mutlu idik, sevinçli idik, yoksulduk, gü zeldik ve paçavralardan yapılmış güzel giysileri miz vardı.» Nazım «Biz» derken de Mayakovskl İle Esenin’! anıyordu.»
NÂZIM HİKM ET
20. Y Ü Z Y IL IN
BÜ YÜ K
G A LİPLERİN D EN
BİRİDİR..
M adeleine RiFFAUD
Madeleine Rlffaud: «Savaşın yaşamındaki her kes Nâzun'a bir gün rastlamıştır.»
Madeleine Rlffaud, Alman işgalindeki Paris’te 15 • 19 yaşında iken katıldığı direniş eylemlerinde ki yiğitliği ile ün yapmış bir gazeteci - yazar. Pa ris’in göbeğindeki Solferino köprüsünde bir Al man subayım öldürmekten ölüm cezasına da çarp tırılan ve türlü işkencelerden sağ çıkan Riffaud, kurtuluştan sonra Fransızlara karşı savaşan Ce zayirlilerin yanuıda olacak, daha sonra da Fran sız Vietnam’ına giderek ülkesinin son sömürgeci bozgununa yine VietnamlIların yanında katılacaktı.
NÂZIM HİKMET
(Baştarafı 7. Sayfada) «Nâzım Hikmeti ben, Paris’e geldiği zaman değil, çok önce tanıdım» diyor Madelelne Riffaud, «1951 yılında Berlin’de düzenlenen uluslararası gençlik festivalinde rastladım Nâzım’a İlk kez. Bu, dünya savaşından sonra yapılan ilk gençlik festivali idi. Soğuk savaşın da tam ortasında idik. Nâzım, hapisten yeni çıkmıştı. 1951’de Türkiye’yi terketmek zorunda kalmış ve «sürgünlük mesleği ni» seçmişti.» Madelelne Riffaud, Nâzım Hikmet’- le savaştan çıkmış, yıkılmış Berlin’deki buluşma nın anılarım şöyle sürdürüyor:
«Nâzım birdenbire kendini Berlin’de, bizim a- ramızda bulmuştu. Dünyanın her yanından genç ler gelmişti. Bunların arasında İlk kez genç Viet namlIlar da vardı. Nâzım'a işte orada rastladım. Yirmi yaşlarındaki gençler arasında biz «büyük» sayılırdık, o günlerde. Ama Nâzım bütün bu genç lerin arasında en gencimizdi. Mavi gözlü bir ağaç gibi duruyordu aramızda. Kim olursa olsun, bu ağacın altında barınabilirdik.»
Madeleine Riffaud burada duruyor ve haya tında önemli bir rol oynayan bir erkekle buluş ması olayında Nâzım’ın gösterdiği kuvvetli sezgi den söz etmeye başlıyor. Madeleine Riffaud o gün lerde Berlin’de genç bir VietnamlI ile tanışmıştı. «Nâzım olmasaydı, birbirimize olan tutkumuzu anlayamıyacak ve birbirimizin yanından, farkında olmadan geçip gidecektik. Hayatımda sonradan çok önemli bir yeri olacak bir erkeği bana kazan dırdı Nâzım. Nâzım’ın sayesinde hayatımın en
büyük aşkını tanıdım. Nâzım benim için büyük bir dost, bir ağabeydi.»
«On yıl sonra Paris’e gelişlerinde, Nâzımla bir türlü doğru dürüst görüşemedik» diyen Rif faud birkaç kez ancak telefonla konuştuklarını anımsıyor
Sonra yine Berlin’deki anılarına dönüyor. «Nâzım Hikmet o günlerde Fransız Vietnamın- da savaşmak İstemediği için hapse atılan genç bir Fransız denizcisi Henrı Martin için bir şür yaz mıştı. Bu şiiri beraber çevirmeye çalışmıştık. Fransa’da da yayınlanmıştı o şüri.»
Madeleine Riffaud bu arada, Nâzım Hikmet’- in onuncu ölüm yılında Paris’te düzenlenen açık oturumlarda da açıkladığı bir olayı anlatmak isti yor: «1966 yüından beri gazeteci - muhabir olarak Güney ve Kuzey Vietnam’a gidiyordu. Taa Fransız sömürgecilerine karşı ilk savaşlarından beri Nâ- zım Hikmetin şiirleri diğer büyük devrimci şair lerin yapıtları gibi biliniyordu. En basit insanlar bile Nâzım’m şiirlerini okuyorlar biliyorlardı. Vi etnamlIlar, Amerikan bombardımanları sırasında, «Bombalardan daha büyük bir güçle, gürültüyle, şiddetle şarkı söylüyoruz» derlerdi.
Madeleine Riffaud, Nâzım Hikmetin yetmiş beşinci doğum yıldönümü için şunları da eklemek istiyor:
«Nâzım Hikmet yirminci yüzyılın en büyük galipleri arasında bulunuyor. Onlardan biri. Em peryalistler için Nâzım’m kitapları ateşli bir süâh gibidir, bıçak gibidir.»
Nâzım’ı anlamak üstüne
(Baştarafı 7. Sayfada) ğil— ve çok gelişmiş bir sanat birikimi yarattı.
Bu «çiçeklenme çağım» değerlendirmeye baka
lım . B u n u y a p a rk e n ş a irin , yan ım ızd a, yam başı-
mızda olduğunu bilmeliyiz. O, yaşadığımız günler İçin yazmış:
«Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar Dinleyin, duyduğumuz çakalların ulumasıdır, Saflan sıklaştıran çocuklar,
Bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.» Hürriyet, Nftzım’ın sık sık tekrarladığı bir söz etik olmuştur, şiirlerinde ve gündelik yaşantısında. Bu sözü, yalnız sosyalizme kavuşmamış ülkeler İçin değil, sosyalizmin maddesel «Kemlkselüğlnl» oluşturan, bu yolda ilk adımlarım atan ülkeler
İçin de gerekil görmüştür.
Nâzım umutluydu, zorlukları ne kendinden ne de başkalarından saklamamak koşulu ile:
«Sen ağaran tan verini görürsün yalnız Ben geceyi de.
O görür geceyi yalnız Ben ağaran tan yerini de..»
Bence bu, diyalektik görüş zenginliğidir. Nâ- zım’ı Nâzım yapan, ve bu ce!1«ki ri —sosvalizmin içinde bile— görme gücüdür onu bunca güçlü, et kili ve gerçek kılan.
Nâzım’ı okuyarak, araştırarak büyük emekçi ler hürriyeti uğruna verdiği şiirsel kavgadan ders ler çıkarmalıyız.
Kısacası, görüyorsunuz ya, bu karanlıkta ben de fili yarım yamalak anlıyorum, elbirliği ile ışık gelecektir konuya.