entellektüel bakış
< LJŞahin ALPAY - Nilüfer KUYAŞ Fax: (212) 505 62 55
Dünya Şiir Günü 21 Nisan’da ilk kez kutlandı ve düzenlenen gecede izdiham yaşandı
3. G Ö Z
ŞAHİN
ALPAY
Cam cehenneme!
Asrın Hitler ve Stalin’den
sonraki en büyük canavarı Pol
Pot öldü. 1975 - 79 yılları ara
sında Kamboçya'ya egemen
olduğu sırada, bir milyondan
fazla insanı işkence, açlık, an
garya veya doğrudan katliam
la öldürten siyasi caniyi, in
sanlığa karşı işlediği suçlar
dan dolayı yargılama imkanı
kalmadı. Ama verdiği örnek ü-
zerinde düşünülürse, musibet
ten ders alınırsa, belki katletti
ği yüzbinlerin ahi alınır.
Pol Pot (gerçek adı, Saloth
Sar) 1925’te doğdu. 1949 -
52 arasında devlet bursuyla
Paris’te okudu. Orada komünist oldu. 1953’te
Kamboçya'ya dönerek Hindiçini Komünist Par-
tisi’ne girdi. 1954’te Kamboçya, Fransa’dan
bağımsızlığını kazandı. 1960’da Kamboçya Ko
münist Partisi kuruldu. Pol Pot, 1963’te parti
nin genel sekreteri oldu. Pol Pot liderliğindeki Kı
zıl Kmerler 1968’de yönetime karşı ayaklandı
ve 1975’te iktidarı ele geçirdi. 1979’da Viet
nam ülkeyi işgal edene kadar da iktidarda kaldı.
Marxizm - Leninizm - Maoizm’e dayalı bir ide
olojiyi savunan Pol Pot, iktidarı ele geçirdiği gün
den itibaren Kamboçya halkını “burjuvaziden ve
burjuva eğilimlerden temizleyerek, proleterleş
tirme" kampanyasını başlattı. Şehirler boşaltıl
dı. Aileler parçalandı. Din ve dua yasaklandı. Bu
dist rahipler öldürüldü; tapınaklar yıkıldı. Okullar
kapatıldı. Çocuklar dahil herkesin çalışması em
redildi. Para, yasaklandı; bütün dükkanlar kapa
tıldı. Rejime muhalefet edebilecekleri kaygısıyla
doktorlar dahil tüm eğitimliler, tüccarlar, aydın
lar, herhangi bir beceri sahibi olan herkes öldü
rüldü.
Tatil, müzik, aşk ve eğlence yasaklandı. Köy
lülerin kimle evlenecekleri, nasıl yaşayacakları
emre bağlandı. Çocuklara, anne - babaları aley
hine muhbirlik yaptırıldı.
Pol Pot komünizmi, öncelikle etnik azınlıkları
hedef aldı. Çinliler, Müslüman Çamlar, yüzyıllar
dır Kamboçya’da yaşayan VietnamlIlar, Taylar ve
bütün “yabancılar” etnik bakımdan katışıksız
bir Kamboçya yaratma iddiasıyla baskı altına a-
lındı. Kamboçyalı olmayanların anadillerini ko
nuşmaları, herhangi bir “yabancı” özellik gös
termeleri yasaklandı. Müslüman Çamlara karşı
uygulanan imha kampanyası, bu halkın yarısının
ortadan kalkmasıyla sonuçlandı.
Pol Pot’un kendisi bütün hayatını parti içinde
ki “mikropların” ihanetine uğrama korkusu için
de, sürekli gizlenerek yaşadı. Midesi ağırdığı za
man ahçılarını, oturduğu yerin elektriği kesildi
ğinde işçileri öldürttü.
Vietnam Kamboçya'yı işgal edince Pol Pot ve
adamları, Tayland sınırındaki bir bölgeye sığındı
lar. Ağustos 1996’da Kamboçya hükümeti, ka
yınbiraderi leng Sary’nin beraberinde 10 bin ge
rilla ile Pol Pot’u terkettiğini açıkladı. Haziran
1997’de Pol Pot, en yakın adamlarından Son
Sen’in ve tüm ailesinin öldürülmesini emretti.
Bu olay Kızıl Kmer yönetimini böldü. Eski yol
daşları Pol Pot’u tutuklayıp ev hapsine aldılar.
Temmuz 1997’de kurulan “halk mahkemesi”
Pol Pot’u mahkum etti. Bu ay başında ABD yö
netimi Pol Pot’un bir uluslararası mahkeme ö-
nünde yargılanması için harekete geçti, ama Pol
Pot 15 Nisan’da hastalığa yenik düşerek öldü
veya yargılanmasını istemeyen eski dostları ta
rafından öldürüldü.
Pol Pot, özgürlük ve eşitlik vaad eden
Marxizm - Leninizm'in gerçekte vaadlerinin tam
tersini garanti ettiğini gösteren örneklerden sa
dece biriydi. Gençliğinde, bir süre, bu totaliter i-
deolojiyle Türkiye’nin dertlerine deva bulunabile
ceğine safça inanmış bir kuşağın mensubu ola
rak şimdi Pol Pot ve benzerlerine duyduğum tik
sintiyi ifade edecek kelime bulamıyorum.
Pol Pot’un suçlarının hesabını vermeden ölüp
gitmesine infial duyuyorum. Cehennem olmalı!
Pol Pot’un canı cehenneme gitmeli! Günahları
nın ceremesini ebediyen çekmeli!
E mail: salpay@superonline.com
dilin
tarihidir
Ilhan BERK
İ
nciri biliyorum ama şiiribilmiyorum” der Francis Ponge. Bunda gerçeğin büyük payı var elbet. Her şeyden önce şiir tanıma gelmez. Ne kadar şair varsa o kadar şiir tanımı var diyebiliriz.
Öte yandan, hekimlik, kunduracılık, demircilik, mühendislik gibi şairlik de bir uğraştır^iir hariç, bu uğraşların ne olduğu, ne işe yaradığı bilinirken, şiir için bunu söylemek neredeyse olanaksızdır. Hiç değilse bu biz şairler için böyle.
Nerden bakarsak bakalım şu bir gerçek: Şiir gerisinde gizli bir tarih bırakır. Adlandırmaktan da kaçar. Kapalılık, belirsizlik koyar. Zorluk önce burdan geliyor. Asıl da şiirin ele gelen bir şey olmaması, özünün, oluşumunun bilinmemesinden.
Gerçekten şiirin künhüne varmak zordur. Şiiri, şiir yapan nedenleri usa vurmayla açıklayanlayız. İyi bir şiirde usun payı yok gibidir. En aza
indergenmiştir.
Hem şiirin oluşumu da bilinmez. Öyle ki, bu yaratıcısına bile kapalıdır. Görünmez de. Sımsıkı kapalı mı kapalıdır. Bu biz şairlerin Kaf Dağı yolcuları olmasından da gelmez. (Şairler Kaf Dağı yolcularıdır.) Şiirin doğası gereğidir bu. (Şiiri doğrular yürütür, yanlışlar yapar.)
Şiir ağaç gibi oluşur
Bu serüvenini şiir tek başma yaşar. Kimseyi karıştırmaz. Bir ağaç gibi. Tıpkı bir ağaç gibi oluşur şiir. Şair onu sonradan görür. Görür dediğimiz de bir labirentin görüntüsüdür. Bir labirente girip çıkmıştır şair, bütün bildiği de budur.
Bir şiir oluşumu düz bir çizgi izlemez. Boyuna değiştiği için de izlenemez. Kağıda düşen gölgesidir onun. Şairin gördüğü, tutunduğu bir gölgedir. Oradan tutmaya çalışır.
Bu şiirin kendi iç serüvenidir. Şair bunu yalnız sezer. Bunu şiirin kendisinin bile bildiği çok su götürür. Ağacın yapraklarından haberi yoktur! Şairin elindeki bir fotoğrafın arabıdır, görünür, ama okunmaz. Ama bütün iş, işte bu iç serüvendedir. Biliyoruz ki gövdeyi o belirleyecektir. Öyle dal budak salacak, öyle var olacaktır.
Gövdeyi şiirin iç yapısı belirler. Bu gerçi görünür gibi bir dış dünyadır, ama iç dünyanın gizliliği, bilinmeziiği ona da vurmuştur.
Şiirin bu iç, dış diye ayırdığımız dünyası (aslında iki ayrı dünyaları yoktur) burada kapanmaz. Kapanmaz, çünkü şiir yazıldıktan sonra da
Çocuklar 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı şenlikler ve oyunlarla
kutlarken, “büyükler" de iki gün önce, 21 Nisan’da Dünya Şiir Günü'nü kutladılar.
Her Türk doğuştan biraz şairdir sözü doğruysa, Türkiye aslında bir şiir
cumhuriyetidir de aynı zamanda. Geçen akşam İstanbul AKM’deki izleyici izdihamı
da bunun kanıtıydı! Türkiye PEN Yazarlar Derneği önerdi, Uluslararası PEN kabul
etti, Dünya Şiir Günü ilan edildi. Tarık Günersei ve Şiir Uzayı Laboratuvarı öncülük
yaptı. Ve Türk şiirinin ustalarından Ilhan Berk, dünya şairlerine bir mesaj okudu.
Çok az bir kısaltmayla bu mesajı Milliyet okurlarına sunuyoruz.
değişime, yeni anlamlara, duyarlılıklara, yıkımlara uğrar. Durmadan olduğu yerde devinir. Bu da yazılıştaki uzun, gizli yolculuğu aratmayacak niteliktedir.
Şiirin bu yazıldıktan sonraki serüveni hiçbir şeye benzemez. Yazmak çünkü, yalnız şiirin orasını burasım düzeltmek, orasını burasım ayakta tutacak hale getirmek değildir. Toptan yok etmektir de. Şairin şiire karışması da işte burada başlamıştır. Burada tek ölçü kendisidir çünkü. Asıl burada ağırlığım koyacaktır. Bu ise büyük bir beğeni, büyük bir duyarlılık, bilgi işidir. Şairi biz burada tanırız hem.
Şiirin tarihinin gizliliği işte bu yolculuktur. Hem yalnız iyi bir şiirin tarihi gizlidir. Kötü bir şiirin ise gizli hiçbir şeyi yoktur. Kötü bir şiirde her şey açıktır. Ölüdür çünkü. Öyle de
doğmuştur.
ŞAİRLERİN hayatı yoktur.
Çünkü şairlerin hayat
dedikleri, şiirin hayatından
başka bir şey değildir. Dünya
onlar için yalnız ve yalnız
yazılacak bir yerdir
Öte yandan, şiirin geliş saati Paul Valery’ye göre Tanrı vergisidir. Ve de ilk dizedir bu. Biz tansık saaü diyelim buna. Şair bunu bilmez, sezer yalnız. Şair, şiiri sezgiyle bulur. Elbet bir hazırlık ister bu. Şiirin saati zaten bu hazırlığın sonucudur. Bir yaprağm yere düşmesi, bunu başlatabilir.
Şiir dilin tarihidir. Her şeyden önce de budur. Şairi biz diliyle anlar, tanırız. Şiir çünkü kendini dilde belli eder: Onu vurur. Şiirde dil bir araç olmaktan çıkar, kendisi olur. Şiiri böyle anlamakta da bir abartma yoktur. Şiire yaklaşmanın belki de ilk yolu budur.
Jakobson gibi söylersek: “Şiir kendini
dile getiren bir sözdür.”
Şiir yine dilin tarihi olduğu kadar, tekniğinin de tarihidir. Her iyi şiir bize bunu yansıtır.
Bir yapı sanatıdır çünkü şiir. Her şey şiirin yapısında görülür. Dille teknik uyum içindeyse, şiirin varlığından söz edilebilir.
Bir şiir yeniliği, eskiliği, dahası devrimciliği yapışma vurmamış, yapısının gereği olmamışsa, o şiir söyledikleriyle var olamaz. Daha ta başından ölü doğmuştur, yoktur.
Okuyucu için yazılmaz
Öte yandan, şiirin varlığı çoğunlukça kuşkuludur. Çoğunluğun usunu kurcalamaz, kaplamaz. Yaşamına girmez; girmesine de izin vermez; işlerinin elinden tutmaz çünkü. Bu yüzden de onanmaz. Dışındadır onun.
Şu bir gerçek: Şiir amaç gütmez, bir şey öğretmez. Bunun için de güven vermez. Bütün bunlardan sonra çoğunluğun şiire uzak durması anlaşılmaz da değildir. Bir işe yaramaz çünkü şiir. Anlaşılıverilen bir şey de değildir.
‘Şiirin dediğini diyemeyiz. Onu açımlayamayız’. Bu da çoğunluğa karışmasına ket vurur. Hem karışsa bile çok kısadır bu, bir şimşek çakmasından öteye geçmez. Hemen eski yerine konur çoğunlukça: Yokluğa. Bu konuda şiirin elinden gelen hiçbir şey de yoktur. Yoktur hiçbir şiir dünyada okuyucu için yazılmamıştır çünkü.
Şiirin gizli tarihi böyle, ya şairlerin hayatı?
Şairlerin hayatı yoktur. Yoktur, çünkü şairlerin hayat dedikleri şiirin
hayatından başka bir şey değildir. Dünyaya da o gözle bakarlar. Dünya onlar için yalnız ve yalnız yazılacak bir yerdir. Bunun dışmda dünya yoktur.
Hem şiirin tarihinin gizli olduğunu söyleyip hem de onu anlatmaya kalkışıma gelince, bunu da benim uyumsuzluğum, densizliğim bilin, ben biraz da oyum çünkü.