• Sonuç bulunamadı

The Origin Of Languages According To The Arab Language Pioneer Ibrahim Anis

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "The Origin Of Languages According To The Arab Language Pioneer Ibrahim Anis"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

©Copyright 2020 by Social Mentality And Researcher Thinkers Journal

SOCIAL MENTALITY AND RESEARCHER THINKERS JOURNAL Doı: http://dx.doi.org/10.31576/smryj.548

SmartJournal 2020; 6(32):1012-1020 Arrival : 12/04/2020 Published : 24/06/2020

ARAP DİLBİLİMİ ÖNCÜSÜ İBRAHİM ENÎS’E GÖRE

DİLLERİN KAYNAĞI MESELESİ

The Origin Of Languages According To The Arab Language Pioneer Ibrahim

Anis

Reference: Abazoğlu, M. (2020). “Arap Dilbilimi Öncüsü İbrahim Enîs’e Göre Dillerin Kaynağı Meselesi”, International

Social Mentality and Researcher Thinkers Journal, (Issn:2630-631X) 6(32): 1012-1020.

Muhammet ABAZOĞLU

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Öğrencisi, Kahramanmaraş / Türkiye ORCID: 0000-0003-2153-3909

ÖZET

Anlambilimin tartışmaya açık konularından birisi olan dillerin kaynağı konusu her zaman, dilin insan tarafından geliştirilen bir olgu mı, doğanın geliştirdiği bir mekanizma mı yoksa en yüce olan Allah tarafından insanlara bahşedilen bir olgu mu diye insanoğlunun kafasında soru işareti bırakan bir konu olmuştur. Dilin kaynağı konusu Arap dünyasında klasik ve modern dönemlerde birçok dilci ve âlimin çalışma konusu olmuştur. Bu çalışmada modern dönem Arap dilbilimi öncüsü İbrahim Enîs’in konuyla ilgili görüşleri ele alınmıştır. Enîs, bir semantik çalışması olarak ele aldığı dillerin kaynağı konusunda, klasik ve modern bilginlerin incelemeleri üzerine ortaya koyulmuş görüşleri sunmuştur. Bu bağlamda değişik zamanlarda çeşitli teoriler ortaya atılmış ve her biri diğerinden farklı yönde gösterilmiştir. İbrahim Enîs ise dilin kaynağı konusunda ortaya atılan teorileri incelemiş, eski Arap dilcilerle modern batılı dilcilerin teorileri arasında karşılaştırma yapıp orta yol bulmaya çalışmıştır. Bu çalışmada ise modern dönemde Arap dilbilimi alanında çığır açmış İbrahim Enîs’in semantik çalışmalarına kısaca değinildikten sonra onun dillerin kaynağı konusundaki görüşleri sunulmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Semantik, Dil, Kaynak, Teori, Enîs, İbrahim

ABSTRACT

The origin of languages, which is one of the controversial issues of semantics, has always been a subject that leaves a question mark in the minds of human beings, whether language is a phenomenon developed by man, a mechanism developed by nature, or a fact bestowed upon people by Allah, the supreme one. The origin of language has been a subject of study of many linguists and scholars in classical and modern times in the Arab world. In this study, the views of Ibrahim Anis, the pioneer of modern-era Arab linguistics, were discussed. In the language origin subject that he dealt with as part of semantics studies, Anis presented the opinions of ancient and modern scholars in this field. In this context, various theories have been introduced at different times and each of them has been shown in a different direction. İbrahim Anis, on the other hand, examined the theories about the language origin, and tried to find a middle way by comparing the theories of ancient Arab linguists to modern western linguists. In this study, after briefly mentioning the semantic studies of İbrahim Anis who broke new ground in the field of Arabic linguistics, his views on the source of languages were tried to be presented.

Key Words: Semantics, Language, Origin, Theory, Anis, Ibrahim

1. GİRİŞ

İletişim kurmak amacıyla insanların geliştirdiği en büyük araçlardan birisi dildir. Dil, bilgi araçlarından birisi olmakla beraber insanların toplum içinde duygu ve düşüncelerini aktarmak için kullandıkları işaret ve simgelerden oluşan bir dizgedir (İbn Manzûr, 1883, s. 15/251). Tarihten günümüze kadar yeryüzünde binlerce dil var olmuş ve bu diller insan aklının meyvesi olmasının yanı sıra insanları diğer varlıklardan üstün kılan en büyük özelliktir. Ayrıca, insanı kendi tarihiyle birleştiren, dış dünyayı algılamasını sağlayan önemli bir etken olan dil, çeşitli bilim, din, hukuk, kültür ve sanat dallarının varoluş sebebidir (Toklu, 2015, s. 17).

İnsanoğlu çıkardığı sesleri aklından ve gönlünden geçenleri ifade etmek ve diğer insanlara iletmek için bir yöntem olarak kullanmıştır. İletişim kuşkusuz iki insandan oluşan ilk toplumda başlamış ancak ilk iletişimlerin sözlerle yapılmadığı da bir gerçektir. Daha sonra seslerin bir iletişim aracı olduğunu öğrenen insanoğlu zamanla dil dediğimiz olguyu oluşturmuştur. Yaşayan canlı bir varlık olan dil, bir iletişim aracı olmasının yanı sıra düşünceyi ve kültürü yaratan bir etkinliktir. Bir toplumun kültüründe ne varsa dilinde de o vardır (Kıran & Eziler Kıran, 2018, s. 65).

Dillerin nasıl geliştiği konusunda ise tarih kitaplarında Yunan filozofların ve daha sonra Arap dilcilerin bu konuyla çok ilgilendikleri görülmektedir. Burada din etkeninin ön plana çıkması ve

(2)

smartofjournal.com / editorsmartjournal@gmail.com / Open Access Refereed / E-Journal / Refereed / Indexed

kutsal kitaplarda dilin kaynağıyla ilgili geçen metinler ve ayetler eski bilginlerin teorilerini kurdukları odak noktası haline getirilmiştir.

Zamanın ilerlemesiyle dilin kaynağıyla ilgili çok araştırmalar yapılmıştır. XIX. Yüzyılda ise bu konuyla ilgili birçok teori ortaya atmıştır. Bu teorilerden (doğal sesleri taklit etme), (ilk insanın duygularının ve hislerinin yarattığı doğal etkiler) ve (insanın bir iş yapınca çıkardığı sesler ve bu seslerin daha sonra dile dönüşme) görüşleri olmuştur. Ancak XIX. Yüzyılın teorileri birer varsayımdan ibaret olup hayale dayanmaktaydı. Nitekim o çağın bilginleri bir insan toplumunun var olduğunu düşünerek dilin doğuşu konusunda ihtimallerden yola çıkmışlardır. Bu durum modern dönemde ise daha farklı bir boyuta bürünmüş ve artık bilginler istinbata (çıkarsamaya), yani tarih boyunca yeni dil lehçelerinden başlayıp, bu lehçelerin türediği eski dilleri, oradan da en eski dilsel unsurlara dönerek dillerin tarihsel gelişimini ele almıştır. Bu çıkarımlara dayanarak eski kök dillerle bu dillerden türeyen dalları arasında karşılaştırmalar yapıldı. Bunu dillerin kaynağına ulaşabilmek için bir yöntem olarak kullanan modern dilciler; örneğin Sanskritçe ile yeni Hint dili arasında ve eski Sâmi dilleri ile çeşitli dallarının oluşturduğu yeni lehçeler arasında karşılaştırmalarda bulundular. Bu karşılaştırmalar seslerin gelişimi, kelime yapıları ve cümle yapıları olmak üzere üç şekilde yapılmış ve neticesinde eski ile yeni arasında ciddi farklılıklar görülmüştür. Biraz daha açmak istersek; sesler konusunda insanlar her zaman zorluktan kaçınmış ve hep kolay olan sesleri tercih etmişler, zor olan sesler ise zamanla yok olmuştur. (Enîs, 1984, s. 21-25) Kelime yapılarında ise bütün dillerde bir kısaltılmaya gidilmiş hecelerde azalma olmuştur. Örneğin eski Arapçada kullanılan bazı kalıpların günümüz Arapçasında kullanılmaması gibi. Buna örnek olarak ( طولعا–

مجنرحا

-عقنرفا ) (İʿlavatta – İhranceme - İfrankaʿa) kalıplarını göstermek mümkündür. Cümle yapısında ise eskiden cümledeki birimler birçok unsurdan oluşmaktaydı, zamanın ilerlemesiyle bu birimlerin birbirinden ayrıldığı görülmüştür. Buna örnek olarak da Kur’an-ı Kerimde geçen (اهومكمزلنأ) Enülzimukumûha ve (مهكيفكيسف) Feseyekfikuhumû yapıları gösterilebilir. Buradaki örnekler tek kelime olarak görülse de aslında bir cümleyi oluşturuyor diyebiliriz (Enis, 1943, s. 40-48). Böylece modern dilcilerin dilsel gelişim konusunda genel bir kurala dayandıkları görünür, o da kolaylaştırma kuralıdır. Sesleri kullanırken gösterilen çaba azaltılması, kalıplarda azalmaya gidilmesi ve cümle unsurlarını birbirilerinden ayırma olayı olsa gerek. Bütün bunlar dillerin kaynağı konusunda kullanılan birer yöntem oldukları hasebiyle, konuyla ilgili eski ve modern çağlarda birçok görüş ve teori ortaya atılmıştır. Bunları İbrahim Enîs çalışmalarında ele almış ve bir orta yol bulmaya çalışmıştır.

1.1. İbrahim Enîs Kimdir

İbrahim Enîs 1906 yılında Kahire'de doğdu. 1930 yılında yüksek Dâru’l-Ulûm Fakültesi Arap dili ve edebiyatı bölümünden mezun oldu, daha sonra 1933 yılında eğitim bakanlığı tarafından İngiltere’ye burslu öğrenci olarak gönderildi. 1939 yılında Londra üniversitesi edebiyat bölümünden mezun olduktan sonra 1941 yılında Sâmi Dilleri Felsefesi alanında doktorasını bitirdi. Enîs’in bu ciddi çalışmaları onu sosyal hayatın etkinliklerinden uzaklaştırmamış, bilakis Enîs 1938 yılında Londra’da en-Nâdi’l-Mısrî (Mısır kulübü) başkanı seçilmiştir.

Enîs’in akademisyenlik hayatı İngiltere’den döndükten sonra Dâru’l-Ulûm fakültesinde öğretim görevlisi olarak atanmasıyla başlamış, kariyerini değişik yıllarda İskenderiye Üniversitesi, Ürdün üniversitesi ve Ezher Üniversitesine bağlı Dâru’l-Ulûm Fakültesinde sürdürmüştür. Profesörlük unvanına ulaşan Enîs ilk defa 1955 yılında Dâru’l-Ulûm Fakültesi dekanlığı yapmıştır. Enîs modern dönem Arap dilbilim çalışmalarına önemli katkılarından dolayı modern dönem dilbilim öncüsü olarak bilinir hale gelmiştir. Dilbilim alanında önemli bir isim olan Enîs özellikle semantik ve fonetik alanlarda önemli çalışmalara imza atmıştır. 1958 yılında Semantik alanında yazdığı

Delâletü’l-Elfâz adlı eserinden dolayı kendisine Mısır devlet teşvik ödülü verilmiştir.

Enîs modern dönem dilbilim alanında yedi kitap yazmış ve bu kitaplar kendisinden sonra gelenler için hep başvurulacak bilgi kaynağı haline gelmiştir. Ondan sonra dilbilim alanından yazılan hemen hemen her eserde Enîs’in görüşlerine rastlamak mümkündür. Enîs bu eserlerinin yanı sıra değişik

(3)

dergilerde Arapçada semantik, fonetik, lehçeler, aruz, nahiv ve sarf konuları üzerine onlarca makale ve bildiri yayınlamıştır. Ayrıca Kahire’de bulunan Arap dil kurumunda 1948 yılından itibaren uzmanlık yapmış ve 1967 yılında da dil kurumunun çıkardığı dergiyi yönetmiştir. Enîs 8 Temmuz 1977 yılında Kahire’de vefat etmiştir (ʻAllâm, 1966, s. 1); (Yusuf, 2002, s. 11); (Durmuş, 2016, s. 624-625).

1.2. Arap Semantik Çalışmalarına Genel Bir Bakış

Dilin, en büyük iletişim aracı olduğu göz önünde bulundurulursa, bunun en büyük amacı insanoğlunun birbirini anlaması demektir. Semantik de dilbilimin anlamla ilgilenen dalıdır. Bir başka deyişle anlambilimidir. Arapçada İlmu’d-Delâle veya İlmu’l-Maʻna olarak bilinen semantik bilimi dil çalışmaları alanında araştırmacıların en çok ilgisini çeken konulardan birisi olmuş ve çoğu bilimin buluşma noktası haline gelmiştir. Anlambilimi, dilbilimcilerin yanı sıra psikologların, filozofların ve mantıkçıların da ilgisini çekmiştir (Palmer, 1995, s. 5). Hicri III. yüzyıla dayanan Arap semantik çalışmaları çağlar boyu edebiyat, belagat, tenkit, fıkıh ve tefsir gibi alanlarla iç içe olmuş ve birbirinden ayrılmaz bir bütün haline gelmiştir. İbrahim Enîs de çağdaş dönem Arap dünyasında semantik bilimini bağımsız bir bilim dalı olarak ele almış ve bu alanda ilk eseri yazarak öncülük etmiştir (Şâhin, 1993, s. 77).

1.3. İbrahim Enîs ve Semantik Çalışmaları

İbrahim Enîs daha önceler bahsettiğimiz gibi modern dönemde semantik araştırmalarla ilgilenen ilk Arap dilci olmuştur. Bu alanda çabaları belirgin olan Enîs, 1958 yılında semantik çalışmalarında ilk Arapça yazılmış Delâletu’l-Elfâz adlı eserini ortaya koymuştur. Birçok kez basılan bu eser hakkında Dr. Muhammed el-Mubârek şöyle söylemiştir: “İbrahim Enîs 1958 yılında Arapçadaki anlam

bilimini ele alan ilk kitap olan Delâletu’l-Elfâz eserini ortaya koymuştur. Çeşitli ve kapsamlı konuları içeren bu kitap, eskiden dilde yazılan konularla birlikte yabancı dillerde ve özellikle İngilizce’de yeni yazılan konulara değinmiştir” (el-Mubârek, 1964, s. 158).

Enîs bu eserinde semantik bilimiyle ilgili konuları ele almış, giriş bölümünde hızlıca filozofların ve psikologların anlam çalışmalarına ve dilcilerin izledikleri yolu ve görüşlerine değinmiştir. Dilin (sözün) ortaya çıkışını kitabının Birinci bölümünde ele almış ve bu konuyla ilgili ilk çalışmalarını ve Arap âlimlerinin dilin doğuşu üzerindeki görüşlerini değindikten sonra Avrupalı dilcilerin en öne çıkan teorilerinden söz etmiştir. Daha sonra dilcilerin dilin kaynağıyla ilgili en son ulaştıkları görüşleri sunmuştur. Ancak Enîs bu teorilere tam anlamıyla itimat etmemiş ve hepsini birer varsayım olarak görmüştür. Ancak modern dilcilerin doğal seslerin simülâsyon (benzetim) teorisini savunması onu bu teoriyi diğerlerine göre daha makul bulduğu görülmektedir (Âlu Yâsîn, 1980, s. 495). İkinci bölümde semantik ve buna bağlı olarak nahivcilere göre lafızla anlam arasındaki ilişkiyi belirtmiş ve Avrupalı dilcilerin söz bağlamı içindeki kelimenin ses sınırları konusunda görüş farklılıklarını belirtmiştir. Ardından dilin kaynağı konusunun bir benzeri olan lafız-anlam ilişkisini sunmuş ve arasındaki bağlantıyı araştırmıştır. Bu konuda Yunan filozofların lafız-anlam bağlantısına getirdikleri doğal bağlantı ile öznel ıstılâhi bağlantı arasındaki farklı görüşlerini ve Arap ve Avrupalı dilcilerin bu konudaki görüşlerini de sunmuştur. Enîs lafız anlam ilişkisinde geleneksel ıstılâhi görüşüne katılmış olmasına rağmen her dilde bulunan ve anlamlarıyla aralarında rastgele sıkı bağlantı olan bazı lafızların olduğunu da kabul etmiştir. (Enîs, 1984, s. 47-56). Devamında lafızlardan anlam esinlenmek konusuna değinmiş ve bazı anlamı bilinmeyen lafız seslerinin insan zihninde ne anlam ifade ettiklerini ya da neyi çağrıştırdıklarını araştırmıştır. Bunu uygulamalı bir çalışma olarak Dâru’l-Ulûm Fakültesinde lisans öğrencileriyle bir saha çalışması yapmış ve sonuçlarını sunmuştur. Bu lafızlardan bazıları: (سلبهقلا ،لثعنلا ،روعتيخلا ،سافرجلا ،علبهلا) olmuştur. Bu kelimeler artık kullanılmayan ve sadece bazılarına eski sözlüklerde rastlamak mümkündür. Ayrıca lafız olarak günümüz Arapçasında kullanılan ve yaygın olan harf mahreçlerinden uzak kelimelerdir. Bu kelimeleri Enîs öğrencilerine ayrı ayrı dağıtıp onlardan ne anlama geldiklerini yazmayı istemiştir. Dolayısıyla çoğu öğrenci bu kelimeleri daha önce bilmedikleri için her biri kelimenin lafzına uygun olarak ne anlama geldiğini yazmaya çalışmıştır (Enîs, 1984, s. 60-68).

(4)

smartofjournal.com / editorsmartjournal@gmail.com / Open Access Refereed / E-Journal / Refereed / Indexed

Enîs’in Delâletu’l-Elfâz eseri semantik araştırmaları alanında büyük öneme sahip olması ve bilimsel çevreler tarafında ilgi ve takdirle karşılanması 1958 yılında Mısır’da devlet teşvik ödülü kazanmış ve daha sonra gelen modern dönem semantik araştırmacıları için vazgeçilmez bir kaynak olmuştur.

2. DİLLERİN KAYNAĞI HAKKINDA

Öncelikle dilin kaynağı ile ilgili araştırmalara geçmeden önce dilin tanımına kısaca göz atmakta yarar vardır. Bu çerçevede dil, çoğu kişi tarafından tanımlanmış ama hiç bir tanım onun ana etkeni olan toplumsal olgudan uzaklaşmamıştır. İnsanlar arasında karşılıklı haberleşme aracı olarak kullanılan dil, insanın dünyadaki yerini ve değerini belirler. Dil insanın düşüncesini, duygularını, isteklerini bütün incelikleriyle yansıtmasına ve yaşamını sürdürebilmesine olanak sağlar (Aksan, 2015, s. 7). Şüphesiz, dil insanların hayatında ve toplumda önemli ve temel bir olguyu temsil eder. Dilin insanlar arasında iletişim kurmayı sağlama özelliği, taşıdığı gelişimi gösterir ve canlılıkla dolu anlamlarla orantılıdır. Anlamın yerini ve önemini düşünürsek, iletişim kurma yönünde dildeki kapalı ve açık ilişkisi düzeyinde olduğunu görmek mümkündür. Böylece bunun İbn Cinnî’nin yapmış olduğu dil tanımıyla örtüştüğünü görürüz, ona göre dil: “Her milletin onunla amaçlarını

ifade ettikleri seslerdir” (İbn Cinnî, 1952, s. 1/33). Genel olarak baktığımızda dil kavramının birçok

tanımı yapılmış ve amacı açısından Fischer: “Dil, bilgi alışverişi aracı demektir” diye dili en basit şekilde tanımlamıştır (Ficsher, 2017, s. 1).

İnsan kendi hayatını kurarken doğada var olan nesneler üzerinde düşündüğü gibi kendi sahip olduğu şeyler üzerinde de düşünmüş ve böylece kendi sınırlarını anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmıştır. İnsanın sahip olduğu ve üzerinde düşündüğü şeylerden birisi dildir. Dilin kaynağının ne olduğu, dil ile düşünce arasında nasıl bir ilişki olduğu soruları insan zihnini sürekli olarak meşgul etmiştir. Bu doğrultuda insan düşüncesi tarihinde hiç bir konu ya da dilsel araştırma, İnsan dilinin kaynağı ve doğuşu konusu kadar ileri görüş, derin düşünce ve incelikle ele alınmamıştır. Buna rağmen Arap ve batı dünyasında ne eski ne de modern dönemlerde konuyla ilgili belli ve ortak bir görüş yoktur. Bu görüşleri İbrahim Enîs’in fikirleri doğrultusunda şu şekilde arz etmek mümkündür.

2.1. Önceki Arap Âlimlerinin Dilin Doğuşu Hakkındaki görüşleri

Dilin doğuşu konusunda da eski Arap âlimleri “tevkifî mi (Vahiy, İlâhî), yoksa ıstılâhî mı (Uzlaşma, Muvâzaʻa)” olduğu konusunda yine iki ayrı görüş ortaya koymuşlardır. Bu bağlamda pek çok dilci konuyla ilgili görüş belirtmiştir.

2.1.1. Tevkifî (Vahiy, İlâhî) Görüşü

Tevkifî görüş: Dilin Allah tarafından insanlara vahiy edildiğine inanan görüştür. Yani Âdem peygambere göklerden indirilmiştir. (Altuncî, 1999, s. 1/295). Bu görüşü ilk benimseyenlerden birisi İbn Abbas olmuştur. Kendisi ( ِةَكِئ َلََمألا ىَلَع أمُهَض َرَع َّمُث اَهَّلُك َءاَمأسَ ألْا َمَدآ َمَّلَع َو) “Ve Âdem’e isimlerin

hepsini öğretti sonra onları meleklere yöneltti” (Bakara 31) ayetinden yola çıkarak şöyle der: “Ona bütün isimleri öğretti, bu isimler de insanlar arasında bilinen: hayvan, bölge, düzlük, dağ, milletler ve benzeri diğer şeylerdir”. Böylece görüşü tevkifî olan İbn Abbas dilin yeryüzünde değil ancak

vahiyî kaynaklı olduğunu savunmuştur. Allah c.c. Âdem Peygambere yeryüzüne inmeden önce dili öğretti ve daha sonra onu dünyaya indirdi. Âdem a.s. da nesline dili öğretti daha sonra bunlar yeryüzüne dağılmış oldular. Dilin tevkifi olmasının anlamı, onun Allah tarafından belirlenmiş olması manasına gelmektedir. (İbn Fâris, 1910, s. 5).

İbn Abbas’ın görüşünü benimseyen isimlerden biri olan İbn Fâris de Arap dilinin tevkifî olduğunu düşünenlerdendir. İbn Fâris: ( أمُتنُك نِإ ءلاؤه ِءاَمأسَأِب يِنوُئِبنَأ َلاَقَف ِةَكِئ َلََمألا ىَلَع أمُهَض َرَع َّمُث اَهَّلُك َءاَمأسَ ألْا َمَدآ َمَّلَع َو َنيِقِداَص) “Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti sonra onları meleklere yöneltip: ‘Eğer doğru

söylüyorsanız, bunları bana isimleriyle haber verin’ dedi” şeklindeki Kur’an ayeti ile bu durumu

(5)

2.1.2. Istılâhî (Uzlaşma, Muvâzaʻa) Görüşü

Istılâhî görüş tevkifî görüşün aksine, dilin insanın bir ürünü olduğunu ve tam olarak Allah tarafından indirilmediğini iddia etmektedir. (Altuncî, 1999, s. 2/834). Yani dilin uzlaşı olarak meydana geldiğini savunan bir görüştür. Bu görüşün savunucularından biri olan Ebû Ali el-Fârisi, dilin kökünün ıstılâhî olduğunu ifade etmektedir. Ona göre dil önce Allah tarafından Âdem peygambere vahyedilmiş ve daha sonra zamanla Âdem (a.s.) kendisi muvâzaʻa yoluyla bunu geliştirmiştir. (İbn Cinnî, 1952, s. 1/40).

Bir diğer isim İbn Cinnî ise kendi dönemi âlimlerinin dil kökeni hakkındaki görüşlerini sunarak ( باب يه ٌماهلإأ ةغللا لصأ ىلع لوقلا

حلَطصا مأ ) “Dilin kökü konusunda: vahiy mi, ıstılâh mı?” adını taşıyan bölüm girişinde, dilin kökeninin vahyi değil ıstılâhî olduğunu belitmiştir. Istılâhî görüş sahiplerinden İbn Cinnî bu konuya “el-Hasâis” adlı eserinde bazı dilsel olguları açıklayan ( يف باب يناعملا َهابشأ ظافللْا ساسمإ) “lafızlarla anlamları arasında benzerlik” şelkinde bir bölüm ayırmıştır. Burada lafzın doğal seslerin bir nevi yansıması olduğunu ifade etmiş ve bunu pekiştirmek için el-Halîl ve Sîbeveyh’ten örnekler göstermiştir. el-el-Halîl: “Sanki çekirgenin sesinde uzatma ve med olduğunu zannederek َّرَص (sarra) dediler, şahinin sesinde kesiklik olduğunu zannederek de رصرَص (sarsara) dediler”; Sîbeveyh ise: “ نلََع / faʻalân veznindeki mastarlar hakkında: düzensizlik ve َف

kargaşa ifade ederler, (نازَقَّنلا) / Nakezan hoplamak, (نايَلَغلا) / Galeyan kaynamak ve (نايَثَغلا) / Gaseyan bulanmak gibi örneklerde peş peşe gelen harekeleri peş peşe olan eylemlerle karşılaştırmışlardır” dedi. (er-Râcihî, 1972, s. 88); (İbn Cinnî, 1952, s. 2/152).

İbn Cinnî bu bölümün sonunda şu ifadelere yer vermiştir: “Ben bu şerefli, yüce ve zarif dili

düşündüğümde incelik ve hikmet görüyorum… İçimde bu dilin Allah c.c. tarafından tevkifî ve vahiy olduğu inancı büyüyor”. Bu durum karşısında İbrahim Enîs İbn Cinnî'nin bir tarafı tercih

edememesini kararsızlık ve şaşkınlık olarak değerlendirmiştir. (İbn Cinnî, 1952, s. 1/40); (Enîs, 1984, s. 14).

İbrahim Enîs bu teorilere değinmiş ve önceki bilginlerin “tevkifî (Vahiy, İlâhî) ve ıstılâhî (Uzlaşma, Muvâzaʻa)” eğilimlerini eleştirmiş ve dayandıkları delillerini tartışmıştır. Bu doğrultuda “tevkifî” diyenlerin birçoğunun delillerinde, nakl edilmiş metinlere dayanarak kendi eğilimlerine uygun görüşleri destekleyen yorumlar yaptıklarını fark etmiştir. “ıstılâhî” diyenlerin görüşünü ise faydasız birer varsayımdan ibaret olarak gören Enîs; Arap dilcilerin dilin doğuşu konusunda ortak bir buluşma noktasına ya da tercih edecekleri bir görüşe varamadıklarını belirtmektedir. (Enîs, 1984, s. 16-17).

Enîs, dilin Allah tarafından vahiy olduğunu söyleyen İbn Fâris gibi “tevkifî” görüş sahiplerinin dayandıkları ( ِةَكِئ َلََمألا ىَلَع أمُهَض َرَع َّمُث اَهَّلُك َءاَمأسَ ألْا َمَدآ َمَّلَع َو) (Bakara 31) ayetini modern dönem teorilerine göre ve yeni dilbilim araştırmalarına uygun olarak anlamaya çalışmıştır. Enîs’e göre insan önce anlaşılmaz bir şekilde konuşmuştur. Ona göre bu konuşma amaçsız bir telaffuzdan başka bir şey etmemiştir. Bu sesler daha sonra tesadüf eseri bazı şeylerle ilişkili olarak onlara işaret olmuş ve bu işaretler yavaş yavaş genel isimlere dönüşmüşlerdir.

Enîs son olarak önceki Arap dilciler ve kelamcılar arasında tevkifî ve ıstılâhî tartışmalarının devam ettiğini belirtirken, bu durum karşısında bazılarının hiç bu tartışmalara girmeyerek ortada durduğunu ve bunların dilin önce tevkifî olarak başladığını daha sonra da ıstılâhî olarak tamamlandığını savunduklarını ifade etmiştir. Buradan hareketle denilebilir ki; Arap âlimleri dilin kaynağının mahiyeti hakkında herhangi bir anlaşmaya varamamışlardır. (Enîs, 1984, s. 16).

2.2. Modern Batılı Dilcileri Dilin Doğuşu Hakkında Görüşleri

Hangi dil olursa olsun, o dildeki kelimelerin çoğu anlamlarını tesadüf olarak kazanabilirler. Önceleri belirsiz ve amaçsız olan bu sesler birer oyun ve eğlence aracından başka bir şey değildir. İnsan bu sesleri çıkardığında bunlarla fikirlerini iletmeyi amaçlamıştır. Ancak içgüdülerinin de getirdiği bir psikolojik dürtü olarak etrafındaki şeylere aldırmadan eğlenmek istiyordu. Ama eğlenceden başka bir şey gütmeyen bu anlamsız sesler nasıl anlamlı birer kelime haline geçiş yaptı?

(6)

smartofjournal.com / editorsmartjournal@gmail.com / Open Access Refereed / E-Journal / Refereed / Indexed

Bu soruya Enîs’in kendince cevap vermeye çalıştığını görülmektedir. Ona göre insan bu sesleri belli bir olay sırasında tesadüfen telaffuz edince uygulamalı olarak bir birine bağlanmış ve bu isim özel anlamından genel anlama yavaş yavaş dönüşmüştür. Buna örnek olarak da çocuklarda dil yetisini göstermektedir. Nitekim çocuklar duydukları seslerle bu seslere bağlı olan olaylar arasında bir bağlantı olduğunu anlar ve daha sonra o sesin belli bir olayı ifade ettiği hatırında kalır ve böylece bu ses kavramlaşır. (Enîs, 1984, s. 28).

Bazı bilim adamları dilin doğuşunu insanların çeşitli olaylar karşısında duygularının etkisiyle çıkardıkları seslere dayandırmaktadır. Bu seslerin sonradan sözcüklere dönüştüğünü, sözcüklerin ise çeşitli kavramları karşıladığını ileri sürmüşlerdir (Aksan, 2015, s. 1/96-97). Yani dil, dinleyiciye herhangi bir mesaj iletme amacı gütmeyen bir oyun ve eğlence şeklinde ortaya çıkmıştır. Tıpkı daha konuşmayı öğrenmemiş çocukların amaçsız bir şekilde çıkardığı terennümler ve anlamsız sesler gibidir (Demir, 2008, s. 153). Enîs’e göre dil, akıl ve mantıktan ziyade örf ve adetlere dayalı toplumsal bir davranıştır ve bu dilsel gelenekler toplumun diğer gelenekleri gibi zamanla edinilir (Enis, 1970, s. 18). Buradan hareketle Bakara 31’inci ayette yer alan (ءامسلْا) / el-Esmâ kelimesine Enîs’in yorumunun modern dönem dilcilerinin görüşleriyle bir paralellik arzettiği söylenebilir. Eskiden olduğu gibi modern dönemde de dilin kaynağı hakkında değişik teoriler ortaya atılmış ve söz konusu bu teoriler modern Avrupalı dilbilimcilerin ayrımına göre şu şekilde sıralanmıştır: (Enîs, 1984, s. 16-20).

 (Bow Wow) teorisi, insanların ilk telaffuzlarının doğal seslerin bir taklidi olduğunu iddia etmektedir.

 (Pooh Pooh) teorisine göre insan dili, duyguların etkisiyle içgüdüsel bir şekilde çıkarılan hırıltılar ve inlemelerden kaynaklı olarak başlamıştır.

 (Ding Dong) teorisi, insanların telaffuz ettikleriyle duygu ve düşünceleri arasında sıkı bir bağ olduğunu savunur. İnsan etkilendiği her dış etken karşısında bazı sesleri telaffuz etmeye zorlanmıştır.

 (He Ho Yo) teorisi sahipleri ise dilin, bir grup insanın bazı zor işleri yaparken zevkli ve eğlenceli bir şekilde topluca çıkardıkları seslerle başlamış olduğunu söylemektedirler.

2.2.1. Doğal Sesleri Taklit Etme Görüşü

Bu görüş modern teoriler arasında Enîs’e en mantıklı gelen teori olmuştur. Enîs, Onomatopoeia /

Öykünme teorisi olarak da bilinen bu teoriyi önemli görüp üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak yine de

bu teori tam anlamda dilin kaynağı hakkında bir kesin bilgi ortaya koyamamıştır. Lafız ve anlam arasındaki ilişkiye dayalı bu teoriyi her dilde görmek mümkündür ve en yaygın örnek olarak “su şırıltısı, köpek havlaması, kedi miyavlaması” gibi sesler gösterilebilir. Çoğu batılı dilci, doğal seslerin öykünme sonucunda ortaya çıktığını iddia etmiş ve buna örnek olarak da “şırıl şırıl akmak, çınlamak, vızıldamak” gibi sözcükleri vererek, bunların doğal seslerin birer yansıması olduklarını belirtmişlerdir (Altınörs, 2003, s. 23). “Onomotopoeia” teorisine de bazı itirazların yükselmiş ve bu itirazlarda dilin kaynağının sadece öykünme olmadığı üzerinda durulmuştur. Bu itirazlara göre, eğer dilin kaynağı öykünme olsaydı “su şırıltısı” veya “köpek havlaması” bütün dillerde ortak kelimelerden olurdu ve yeryüzünde farklı diller meydana gelmezdi (Enîs, 1984, s. 18). Buna rağmen Enîs eski ve yeni teorilerin hepsinin birer varsayımdan ibaret olduğunu söylemektedir. Enîs bu teorilerin, dilin en önemli yönlerini ve olgularını açıklamaktan uzak oldukları gerekçesiyle eksik ve ikna edici olmadıklarını söylemektedir., Bu teoriler genelde bireye dayalı olarak toplumu göz ardı etmektedir. Enîs’e göre ise dil sosyal ve toplumsal bir olgudur. (Enis, 1943, s. 40-48).

Bu bağlamda Enîs’in savunduğu varsayıma, Enîs’ten önce el-Halîl b. Ahmed el-Farahidî ve İbn Cinnî gibi isimler daha ılımlı yaklaşmışlardır. (Âlu Yâsîn, 1980, s. 495). Bunu yukarıda verdiğimiz ( َّرص) ve ( َرَصرَص) örneklerinde görmemiz mümkündür.

(7)

Enîs’in doğal sesleri taklit etme görüşüne ılımlı yaklaşımı, J. Vendryes'in görüşüyle uyuşmaktadır. Vendryes, insan beyninin önceleri düşünmeye uygun olmadığını ve tamamen duygulara bağlı olduğunu belirtmektedir. Fakat insanın belki yürüdüğünde ya da çalıştığında hareketine uygun bazı sesler uydurması, öte yandan sevinç veya acı duygularını ifade etmek için çığlıklar atması ve ileriki zamanlarda kendi yeteneğiyle bunu geliştirip anlamlı birer işarete dönüştürmüş olması muhtemeldir. (Şâhin, 1993, s. 79-80); (Vendryes, 2014, s. 35-36). Bu bakımdan Vendryes’e göre isimlerle ifade ettikleri şeyler arasında doğal bağ yoktur. Buna gerekçe olarak da varlıkların ve nesnelerin isimlerinin dilden dile gösterdiği değişikliği ortaya koyar. Dildeki kelimeler geleneklere, gelenekler de tarihi olaylara bağlı olarak doğar (Vendryes, 2001, s. 67).

Burada Enîs ile Vendryes arasındaki fark şöyle gösterilebilir: Enîs olayı bireysel soyut kapsamda düşünürken, Vendryes dile hükmeden insan beyninin, konuşma sisteminin ve sosyal hayatının gelişimi olduğu yönünde düşünmesi olmuştur (Şâhin, 1993, s. 81). Bu varsayım her ne kadar doğruya yakın görülse de, öncekiler gibi bu da şahsi bir görüşten ibarettir.

2.2.2. Sentez Görüşü

Sentez görüşünün en büyük özelliği ilâhi görüşle, uzlaşı görüşünü sentezleyen görüş olmasıdır. Biraz daha açarsak “Allah dili Hz. Âdem’e öğretti, daha sonra insanoğlu Allah’ın ona verdiği akıl ve yetenek sayesinde dildeki kelime ve ifadeleri geliştirdi” denilebilir (Özdoğan, 2018, s. 39). Dolayısıyla “Sentez Görüşü” olarak bilinen bu teori, tevkifî görüşle ıstılâhî görüş arasında uyuşma sağlayan bir görüştür. Bu görüş İbrahim Enîs dâhil birçok dilcinin en mantıklı olarak gördüğü görüştür.

Enîs dilin doğuşu konusundaki çalışmalarını Jespersen’in teorisi ile tamamlamış ve bu teorinin başkalarına göre daha yatkın olduğunu belirtmiştir. Jespersen’in görüşü Sentez Görüşüdür. Sadece tevkifi ve ıstılâhî görüşleri sentezlemekten ziyade, Avrupalı dilbilimcilerin ayrımı olan ve yukarıda saydığımız teorilerin sentezlemesidir. Jespersen’in bu teorisinde önceki bütün teoriler birleşir ve belli bilimsel temellere dayanır. Modern deneylere tâbi olması onu önceki çıkarım yöntemine ve varsayımlara dayanan teorilerden farklı kılmıştır. Jespersen tümevarım yöntemini izleyen teorisinde ise şu üç temele dayanır:

 Çocuklarda Dil Gelişimi Aşamalarını Araştırmak

Burada bazı araştırmacılar dilin doğuşunu çocukların dilsel gelişimine benzetmektedirler. Çocukların dilsel gelişim aşamalarının ilk insanın uğradığı aşamalarla aynı olduğu yönündedir. Ancak buradaki fark çocuklar anne ve babalarından duydukları anlamlı sesleri taklit etmeleridir. Dolayısıyla çocuklar yaratıcı olmaktan ziyade taklitçilerdir. Buna rağmen dilin kaynağı araştırmalarında çocukların dilsel gelişim aşamalarından esinlenmek doğru bir yöntemdir.

 İlkel Milletlerin Dillerini Araştırmak

İlkel milletlerin dilsel özelliklerini araştırmak dilin kaynağı konusunda araştırmacıların başvurduğu ikinci bir yöntemdir. Bu milletlerin dilleri, dil gelişiminin çok eski aşamalarını temsil etmektedir ve bunların üzerinde yapılacak çalışmalar karanlık çağlardaki insan diline ışık tutacaktır. Ayrıca en eski çağlardan modern çağlara kadar bütün diller, bu ilkel dillerin izlemiş olduğu yolu takip etmiştir. Ancak ilk insanla ilkel milletler arasında binlerce yıl olduğu dikkate alınırsa, dillerinin birbirine yakın olduğu iddiası zayıf kalır.

 Dil Gelişimini Tarihsel Yönden Araştırmak

Üçüncü yöntem olan tarihsel araştırma, bir öncekinin aksine içinde bulunulan çağdan geriye doğru gider. Dilsel ve tarihsel metinleri inceleyerek bulunduğu çağla ondan önceki çağ arasında karşılaştırmalar yapar. Örneğin modern İngilizce ile Shakespeare dönemi İngilizcesi arasında veya modern Arap lehçeleri ile eski Arap lehçeleri arasında... Bu karşılaştırmalar sayesinde bir dilin kaynağı konusunda, işaretleri belli fikirlere ulaşmak mümkün olabilir. Jespersen bu karşılaştırmalı

(8)

smartofjournal.com / editorsmartjournal@gmail.com / Open Access Refereed / E-Journal / Refereed / Indexed

araştırma sayesinde dilin gelişimi hakkında önemli sonuçlara ulaşmış ve en eski çağlardaki dillerin durumunu bu yöntemle izah etmeye çalışmıştır. (Enîs, 1984, s. 21-24).

Sonuç olarak Enîs’in dilin kaynağı hakkındaki görüşü, hayal ürününden başka bir şey olmadığı yönündedir. Nitekim tarihi varsayımlar ya da eski kazı eserleri gibi bu konu da kesin delillere dayanmıyor.

3. SONUÇ

Sonuç olarak görülmektedir ki çok sayıda dilcinin dilin kaynağı ile ilgili çalışmaları olsa da bunların hiç biri kesin ve somut değildir. İbrahim Enîs bu alanda birçok teori sonmuş ve bu teorileri modern bilimsel metotlara dayalı olarak, dilleri ister kökeni itibariyle tarihsel izleme isterse de karşılaştırmalar yoluyla ele almış ama yine de bu konuda kesin bir bilgi vermemiştir.

Bu çalışmada ele alınan teorilerden anlaşılıyor ki dilin kaynağı hakkında ortaya atılmış dört ayrı teori vardır. Bunlar: tevkifî (vahiy), ıstılâhî (uzlaşı), doğal seslerin taklidi ve bu teorileri bir arada ele alan sentez teorisidir.

Bunlardan tevkifî görüş dilin Allah tarafından insanlara indirildiği ve insanların her hangi bir çaba göstermeden o dile sahip olduklarını savunmaktadır.

Istılâhî görüş ise dilin insanoğlunun geliştirdiği bir olgu olduğunu ve seslerle, ifade ettikleri anlamlar arasında bir ilişki olduğunu ve bu seslere uygun olarak anlamlandırma yapıldığını öne sürmüşlerdir.

Doğal sesleri taklit etme teorisi ise hem eski hem yeni dönemlerde ortaya atılmış ve dilin insan tarafından düşünce ve duygularını ifade edebilmesi için doğadaki bazı sesleri kendine uygun olarak taklit etme yoluyla ortaya çıktığı yönünde olmuştur.

Bu teorileri kendinde birleştirip bir ortak görüş sunmaya çalışan teori ise sentez teorisidir. Birden fazla teorinin ortak noktası olan bu görüş önceki teorilere dayanarak varsayımlardan ziyade bilimsel yöntemlerle dilin kaynağını anlamaya çalışan bir görüş niteliğindedir. Bu görüş belli bilimsel temellere dayanarak dilin kaynağı konusunda kesin bir noktaya ulaşmasa da en azından varsayımlardan yola çıkmadığı görülmektedir.

Ayrıca bu görüşler üzerinde klasik ve modern dönemlerde Arap ve batılı birçok dilcinin araştırma yaptığı görülmüştür. Bu görüşler üzerinde duran dilciler her ne kadar görüşlerini savunsalar da diğer görüşlere üstünlük kuramamışlar ve aksini de kanıtlayamamışlardır. Hatta bazıları bir görüşü savunurken diğer görüşün de doğru olduğunu itiraf etmişlerdir. Bunu İbn Cinnî’de görmek mümkündür. Bu da demektir ki; dilin doğuşu hakkında bütün teorilerin doğru olma ihtimalinin olduğu gibi hepsinin de yanlış olma ihtimali vardır.

KAYNAKÇA

Aksan, D. (2015). Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim, TDK, Ankara.

Allâm, M. M. (1966). Mecmaʻiyyun, Mecma ͑u'l-Lugati'l-Arabiyye fi ŝelâŝin'e-Âmen, el-Hey'etu'l-͑Âmme li'Şu'ûni'l-Matabı͑i'l-Emiriyye, Kahire.

Altınörs, A. (2003). Dil Felsefesine Giriş. İstanbul: İnkilâp Yayınevi.

Altuncî, M. (1999). el-Muʻcemu’l-Mufassal fi’l-Edeb, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut.

Âlu Yâsîn, M. H. (1980). ed-Dirasâtu'l-Lugaviyye İnde'l-Arab ila Nihâyeti'l-Karni's-Sâlis, Dâru Mektebetu'l-Hayât, Beyrut.

Demir, R. (2008). "Arap Dilbilimcilerine Göre Dillerin Kaynağı meselesi", Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Durmuş, İ. (2016). "İbrahim Enis Ahmed, Arap Dünyasında Modern Dil Bilimi Araştırmalarının Öncüsü", TDV İslâm Ansiklopedisi, C. Ek 1. s. 624-625.

(9)

el-Mubârek, M. (1964). Fıku’l-Luga ve Hasâisu’l-Arabiyye, Dâru’l-Fikr, Dimaşk. Enis, İ. (1943, 4). "Neş'etu'l-Kelâm". Sahîfetu Dâru'l-Ulûm, 9(4), s. 40-48.

Enis, İ. (1970). el-Lugatû Beyne’l-Kavmiyye ve’l-ʻÂlemiyye, Dâru’l-Maʻârif, Kahire. Enîs, İ. (1984). Delâletu’l-Elfâz, Mektebetü’l-Enclo el-Mısrıyye, Kahire.

er-Râcihî, A. (1972). Fıkhu’l-Lûğa fi’l-Kutubi’l-Arabiyye, Dâru’n-Nahdati’l-Arabiyye, Beyrut. Ficsher, S. R. (2017). Dilin Tarihi, Türkiye İş Bankası, İstanbul.

İbn Cinnî, E.-F. (1952). el-Hasâis, (T. M. en-Neccar, Dü.) Dâru’l-Kûtûbi’l-Mısriyye, Kahire. İbn Fâris, E.-H. (1910). es-Sâhibi fi Fıkhi'l-Luga ve Suneni'l-Arab fi Kelâmihe, el-Mektebetu's-Selefiyye, Kahire,

İbn Manzûr, M. b.-İ. (1883). Lisânu'l-Arab, (e.-Y. vd., Dü.), Dâru Sâdir, Beyrut. Kıran, Z., & Eziler Kıran, A. (2018). Dilbilime Giriş,: Seçkin, Ankara.

Özdoğan, M. A. (2018). Arap Dili ve Belâgatında Lafız ve Anlam, Ensar Neşriyat, İstanbul. Palmer, F. R. (1995). İlmu’d-Delâle, İtârun Cedîd, Dâru’l-Maʻrife’c-Câmiʻiyye, İskenderiye. Şâhin, A. (1993). Fi İlmi’l-Lugati’l-ʻÂm, Müssesetu’r-Risâle, Beyrut.

Toklu, O. (2015). Dilbilime Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara.

Vendryes, J. (2001). Dil ve Düşünce, (B. Vardar, Çev.), Multilingual, İstanbul.

Vendryes, J. (2014). el-Luga, (A. e.-D. vd., Çev.), el-Hey'etu'l-͑Âmme li'Şu'ûni'l-Matabiʻi'l-Emiriyye, Kahire.

Referanslar

Benzer Belgeler

Dersin İçeriği Rusça sözlü dilin sesleri, seslerin oluşumları, kelimedeki sıralanışları ve etkileşimleri, seslerin değişimleri. Dersin Amacı Rusça sesbilimsel dizgesini

Dersin İçeriği Rusça sözlü dilin sesleri, seslerin oluşumları, kelimedeki sıralanışları ve etkileşimleri, seslerin değişimleri. Dersin Amacı Rusça sesbilimsel dizgesini

• The oldest known fossils of multicellular eukaryotes are of small algae that lived about 1.2 billion years ago.... • The “snowball Earth” hypothesis suggests that periods of

Solvents are present in the solute which can dissolve in a certain temperature. After adding the amount of substance added to the solvent after a certain point, the

■ Peracute infection: Infections with a short duration of incubation and usually show little or no clinical symptoms are called peracute infections.. – E.g.: NewCastle

If fibrous connective tissue is produced; fibrous inflammation If atrophy occurs; atrophic inflammation.. If the lumen is obstructed; obliterative inflammation If adhesion

73 Table 45: significant ANOVA results for Age Groups and Social Strategies… 74 Table 46: significant T-Test results for Attitude and Learning Strategies…….. 75 Table 47:

Tayvanlı performans sanatçı- sı Tehching Hsieh’in yaptığı performanslarda bu çerçevede gerçekleştirilmiş olan, sanat tarihinin en zorlu çalışmaları