K Ü L T Ü R - Y A Ş A M
t t-Jevgiyi iyi bilen
ve öykülerine
sindiren yazar
L u n a p a r h
/ Oktay AkbaVın öyküleri / 96 sayfa
/ Varlık Yayınları.
MLÂ
u mÛ
BURHAN GÜNEL______
Oktay Akbal’ın yeni kitabın
daki öykülerini okurken sık sık yazarın yüzünü görür gibi ol dum. Ve o bildik yüz dalgalanı yor, çizgilerini yitiriyor, tanıma dığım, ama her yerde her zaman karşılaşabileceğim bir çocuğun yüzü oluyordu. Oktay Akbal’ı 1970 yılının güzünde tanımıştım. Sonra uzun süre öykülerimi gö türmüştüm kendisine, eleştirsin, bana yol göstersin diye. Yazar olmanın coşkularını ve zorlukla rım, sancılarını iç içe yaşadığım ilk yıllardı; her biri uçuşuverdi ler sayfaların arasında. Akbal’- ın “ Lunaparkındaki çocuk ben oldum birden. Ve 1970 yılını ça ğırdım yanıma, nazlanmadan çı kıp geldi.
Akbal, öykü yazmayı sevdi
ren, öğreten, yazınsal başarıla ra ve üne doygun kişiliğiyle genç yazar adayına güven duygusu veren, örnek olan, yazarlık onu runu duyuran; yazarlığımın ipuçlarını, okumak, eleştirmek inceliğini gösterdiği ilkel öykü denemelerimde sezen, gören, ba na yardım elini uzatıp yol gös teren bir sanatçı; her şeyden ön ce, incelikleri çoğaltan, var eden bir gerçek insan. Yeni öykü ki tabını okurken sık sık geriye dö nüşlerle bunları düşündüm; 1970 yılına ve sonraki yıllara uzan dım, gidip geldim. Bunları niçin yazıyorum? Akbal’ın yazdıkla rına yansız bakamadığımı anlat mak için mi, yoksa yazarlığım da etkili olan bu yazarın ürün lerini daha iyi anlayabildiğimi ileri sürmek için mi? Bence ikisi de aynı kapıya çıkar; Akbal’ın öykülerinden sonsuz tat alıyor sam bundandır biraz da.
Yetişkin bir insanın
b akışıyla geriye
d ön ü şler_______________
Ama “Lunapark” taki öykü ler, bu ilişki, bu anılar, bu tanı şıklık olmasa da kişiyi etkileyen, özellikle çocukluğunu dirilten ürünler. Oktay Akbal bu öykü lerde, Yetişkin bir insanın bakı şıyla, geriye dönüşlerle çocuklu ğuna gidip geliyor sık sık; 1930’lu yıllara... Ama o çocuk, kimi zaman Orhangazi’de, kimi zaman hasta yatağında, kimin de de bir Lunapark’ta karşımı za çıksa da bize hiç yabancı de ğildir, çünkü Oktay Akbal’ın ol duğu kadar bizim de çocukluğu- muzdur. Ve bu çocuk, geçmişin pırıltılı/sararmış fotoğraflarında gülümsemektedir hep, bugünle re el sallamaktadır.Ama bu Akbal’da, Akbal’a öz gü bir “ yazı” türü olarak karşı mıza çıkıyor. Belki de yazarın, gazetede günlük yazılar yayım lamak zorunda olması bu yakla şımı zorunlu kılıyor, ama sonuç ta kendine özgü kısa öyküler ya da “öykücükler” ortaya çıkıyor.
Sıcak bir insan
sevgisi ve y a şa m a
sevinci
Lıınapark’ta yer alan öyküler
de sıcak bir insan sevgisi ve ya şama sevinci duyuluyor, nere deyse elle tutulacak denli yoğun, diri. Aslında, Akbal’ın yaşanan eski, uzak günlere özlemi ve ge leceğe olan güveni hep bu sevgi ile sevinçten kaynaklanıyor ben ce. Yoksa ne Akbal olurdu, ne de bu öyküler.
“ İnsanları sevmek, her şeyden önce onları anlamak, anlamaya çalışmaktır. Yazarlar, ozanlar bu ‘anlama'da öncülük yapmak tadırlar. Ama her eline kalem alan, her daktilo makinesinin tuşlarına basan kişi ‘yazar’ mı dır? İçinde ‘sevgi’ yoksa, hiçbir zaman yer almamışsa...” (s.19)
Lunapark’taki sayfaların ço ğunu çizerek, yineleyerek oku dum. Böyle bir yazıda, kitaptan aldığım tatların tümünü aktar mam olanaksız. Oktay Akbal gerçek bir yazar. Sevgiyi bilen, öğreten ve öykülerine sindiren.
“ Lunapark” ı okurlara salık ve
rirken, özellikle yazar olmaya hevesli kişilerin dikkatine sunu yorum. “ Sevgi” nin öykücüsü Akbal’dan ve yazılarından öğre nilecek çok şey olduğu için.