• Sonuç bulunamadı

Altan Erbulak'ı 1 Mayıs 1988'de kaybetmiştik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Altan Erbulak'ı 1 Mayıs 1988'de kaybetmiştik"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

F

OT

O

-P

OR

TR

E

r ? b í i i . 0 & 3

ALTAN ERBULAK'I 1 MAYIS 1988'D E KAYBETMİŞTİK

Hem palyaço hem Delikır

Karikatürist, oyuncu, âşık, yazar, baba Altan Erbulak'ın yaşantısının temel taşı Delikır'dı.

Hadımköy'de tanıyıp sırtında bulutlara uçtuğu atı Delikır. Altan Erbulak hiç yenik düşmedi,

dilediğince yaşadı, sevdiği işleri yaptı. Tutkularını ertelememeyi başardı.

Kimseyi sömürmedi. Yol göstericisi Delikır'dı çünkü.

Füsun Erbulak

O

bir palyaço idi. Günlerden bir gün, ünlü bir sirk pal­ yaçosu, en ön sırada oturan bir kız çocuğunun hiç gülmediğini farkeder. Yanına kadar sokulup en et­ kili numaralarını sergiler. Küçük kız donuk bakışlarla süz­ mektedir onu. Hoplar zıplar, taklalar atıp sular fışkırtır; gö­ beğinden çiçekler çıkartıp armağan eder küçük kıza! Nafi­ le!.. Palyaço b orum. Benim palyaçom hemen hemen hiç ağlamadı. Palyaçolar ağlamaz. Onların gözyaşları bile gül­ dürür. On yıl olmuş Altan Erbulak aramızdan

kurtulalı. Puanlı kravatı, bol pantalonu, ayağı­ na büyük gelen ucu kalkık papuçlarıyla, dün­ yanın pek çok yerinde pal­

yaçolar güldürüyor.

Güldürmek ciddi bir iştir. Çünkü “ gü­ len insan ay­ dınlık bakar." “ Kaybedecekmiş gibi sev”

Yaşar Altan Erbu­ lak 1929'da Er­ zurum'da doğdu. Babası Kadri Erbulak sevecen bir insan. Ona “ her şeyi sevmek zo­ runda değilsin ama sevdik­

lerini hep kaybedecekmiş gibi sev” demiş olan bir baba. Necla Erbulak ise dindar, nama zında niyazında bir anne.

Babası binbaşı Kadri Erbulak'ın tayinleri nedeniyle, ilkoku­ lun her sınıfını, bir başka kent ya da kasabada okudu Al­ tan. Onbir yaşında Hadımköy'de atı Delikır'ı tanıdı. Sevda­ landı bu ata. Ortaokulu Rıfat Tafir amcasının önerisiyle Işık Lisesi'nde okumaya başladı ama bu lüks okulu yadırgayıp Bakırköy Ortaokulu'ndan mezun oldu. Sonrası karışık. Karikatür çiziyor, gevezelikleri, taklitleriyle çevresindekileri güldürüyordu. Seyretmiş olduğu filmleri akşamları yatılı ar­ kadaşlarına oynayarak ve filmin gidişatını değiştirerek an­ latıyordu.

“ Dokuz yaşına kadar radyonun arkasında adam aradım. Biri vardı elbet. (...) Şimdi bile arada bir çaktırmadan ba­ karım radyolara, kafamın bir köşesinde kalmış çocuksu beynimle. Ben aptal mıydım acaba küçükken? Değildim. Öylesine değildim ki, önce yalan söylemesini öğrendim. Sonra bu yeteneğimi geliştirip profesyonel oldum.” Tahta kutudaki paralar

Babası, altın bilezik sahibi olsun diye onu elektrikçiliği öğ­ renebileceği bir teknik liseye yazdırdı. O ise akademinin

resim bölümünü tercih etti.

“işte boyumun kısa olduğunu o günlerde fark ettim. Savaş bitti bitecekti. Kolay alışamadım kent yaşantısına. Özgürlüğüm mü kısıtlanmıştı ne? Kravat mravat takmaya başlamıştım. Arif Dino'nun di­ zelerini anlıyordum: ‘Kentlerde yırtık abanın/peşinden/köpekler havlar./Köylerde aksinedir."' Adalet Cimcoz’un Maya Galerisinde, ilk karikatür sergisini açtı. Artık dergilerde çizmeye, para kazanmaya başlamıştı, ilk kez Paris'e Maya Galerisinde bir tahta ku­ tuya atılan paralarla gitti.

“ Eee... insan o dönemde hem Güzel Sanatlar Akademisinde okur, hem de BabIali'de resimli roman kopyaları çizerse, kendini Baytekin'le, Namık Kemal arası bir şey gibi görürdü. (...) Ne garip bugün profesyonel olduğum her daldaki ilk yapıtlarımı hep Bakırköy Ortaokulunda verdim. İlk konulu karikatürlerimi, okulun duvar gazetesine çizdim, ilk kez bu okulda âşık oldum. Sınlsıklam.”

Humphrey Bogart'ın filmlerini beğeniyor. Bu büyük oyun­ cu yakışıklı değil ama genç kızlar sonunda hep ona kalı­ yor. Bu nedenle avunuyor Altan. 1957 yılında, ressam Fi- ruz Aşkın'ın kızkardeşi, Altan ile evleniyor. Nikâh şahitleri

(2)

L f j/ç r r t

(3)

Altan Karındaş ile Altan ilkin. Bu evlilikten Altan adında bir kızları oluyor. Üç Altan' lar!..

Haldun Dormen'ln teklifi üzerine bir kereliğine profesyonel tiyatroda rol alıyor. Ve sah­ neyi bir daha terk edemiyor. Yeni Sa­ bah gazetesinde baş sayfa karika­ türisti oluyor. 1962 yılında aynı ti yatroya çiçeği burnunda bir kız oyuncu giriyor. Altan'ın sevgi­ lisi rolünü üstleniyor ‘ ‘Ayı M Masalı” nda. Ve 1964'te evleniyorlar. 66 ve 69 yıl­ larında erkek çocukları doğup ölüyor. 69'da Devlet Opera Balesi'n- de “ Midas'ın Kulakla­ rı” operasında Ber- berbaşı rolünü inanıl­ maz bir başarıyla oy­ nuyor. Provaya git­ miyor çünkü o gün prova çizelgesine ‘‘solistler provası” yazılmış. Ertesi sa­

bah sahne amiri,

‘‘neden provaya gel­ mediniz” diye sorun­ ca, ‘‘ben solist deği­ lim ki” , diye yanıtlıyor. Ve ‘‘elbette solistsiniz” cevabına yıllar yılı gülü- .yor.

“ Çitlenbik” adlı filmle Ye şilçam'a giren Altan, yıllarca film çeviriyor, skeçlerde oy­

nuyor, sunuculuk, 'show

man'lik yapıyor. Karikatür ile oyunculuğu aynı ölçüde önemsi­ yor. Ve 75'te bir kızı daha oluyor: Se­ vinç Erbulak.

Hadımköy'deki Delikır

Avrupa'nın hemen her köşesini görüyor. Milliyet gazete­ sinden görevli olarak spor karşılaşmalarına gönderiliyor. Haslet Soyöz ile politik söyleşi ve çizimler yapmak için An­ kara'ya gidiyor. Halit Kıvanç ile ikili programlar sunuyorlar. Hep erken kalkıyor, hep çok çalışıyor. Hep güleç, hep ne­ şeli kalabiliyor. Ve kadınlar ondan çok hoşlanıyor.

Ve 1988'de Ali Poyrazoğlu'nda oynayıp Milliyet'te çizer­ ken, son nefesini 1 Mayıs günü, saat 14.00 sularında, bir

kadın arkadaşının Kurtuluş'taki evinde veriyor. Dok­ tor fobisi olduğu için, yıllardır çekmekte oldu­ ğu nefes darlığı nedeniyle ameliyata bir

türlü razı gelmemişliği ve sigarayı bı- rakmamışlığı var. Sahi askerliğini onbaşı olarak Erzincan'da yapı­

yor. ‘‘Askerlik ve Paris anılarım bitmez” , çok sık kullanmış ol­

duğu bir cümle...

Yaşam öykülerinde ne­ dense ayrıntılar atlanır. Oysa şeytan ayrıntıda gizlidir Altan'ın anıları­

nın filme çekilmesi en büyük arzumdu. Bir türlü gerçekleşemeyen bir arzu!.. Yaşantısının temel taşı Delikır'dı. Hadımköy’de tanıyıp sırtında bulutlara uç­ tuğu atı, Delikır. Kro­ nolojiye başkaldıran ve bitiremediği anıları müthiştir. Sözü Al- tan'a bırakıyorum. Da­ ha doğrusu bana ayrıl­ mış olan sayfa sayısını aşmamak için, yazdıkla­ rını yağmalıyorum. “ - Bizim buradaki ahıra yeni bir at verdiler. Görmek istersen git bak. Ama sakın binmeye kalkma! Delinin biri. Hayvanın delisi de ne ola ki! (...) Bir adım daha attım. Artık sıcacık nefesini duyuyordum yüzümde. Alev alev yanıyordu. (...) Yürüdüm. Başım kar­ nına değiyordu. On bir yaşındaydım. (...) Hiç arkama bakmadan bir adım attım. Nefesi ensem- deydi. Bir adım daha. Durdum. Koskocaman kafası ile sır­ tımdan itiverdi.(...)

'Hadi' dedim. Uçtuk mu, kanatlandık mı bilmiyorum. Rüya gibiydi. Sanki ata değil uçan bir halıya binmiştim. Göğe değiyordu başım, bulutların içinden geçiyorduk.

(4)

U M EKTU « JN BAŞ T A R A R LPZINCANDA DE ASKEKU6İ,»'rVA R il6IM SIRADA KOĞUŞ DA NÖBETÇİ ON8AŞISI İK EN B İZ İM MEAJ6Ö ERTfeL’ E YAZILM IŞTIR..İSTE-Ye n lER Ğ ELİp O K U YA B İLİR LER ■ AMA M ENĞÜVE D ÎİL, BANA G E L İN , ÇÜ N K Ü MEKTuBU HALA G Ö N D E R E ^ (ç e n ö e l k ö y FIÇICI SOKAK NUMARA

=> C'Ü _ --- --- --- - FIÇICI I

...E M E Z . Z A T E N ŞU N U B İ TÜRLÜ (BAYILIRIM TÜRLÜ YE) ANLAYAMADIM İNSAN MEŞHUR OLDUĞU İÇİN Mİ \ .4İ | ÇO K BAHSEDİLİR^YOKSA ÇOK BAHSEDİLDİĞİ İÇ İN M İ ! M EŞHURDUR? YANİ TAVUK MU YUMURTADAN ÇIKAR J | YUMURTAMI TAVUKTAN M İSA Lİ... YUMURTADAN HO

R O Z Ç IK A R D ESEK M ESELE KALMAZ ÇÜNKÜ HOROZ. DAN YUMURTA Ç IK M A Z.. EE.. ÇIKMAYINCA A R r iK

--- TAVUKMU YUMURTADAN YUM URTAM ITA-VUKTAN DEMENİN LUZUMU YOK* HEM EFEN D İM NEDEN TAVUK MU YUMUR7ÂDAN .

Ç IK A R DENİYOR. YUMURTADAN TAVUKÇIK V

T I Ğ I ĞİBİ HOROZDA Ç IKA R. NEYSE İL K

OKULDAYKEN RESİM DERSİNDEN H EP KIRIK g j f j N O T ALIRDIM DA EIABAM,(btık.SAYFANINSM>

^

ü s tKÖŞESİ,) K IZ A R D I B A N A (B A B A M İ Y İ YA Ğ LIB O YA R E S İM Y A P A R ..Ş İM D İ A R T I K

B E N D E N 6 E Ç T İ D İY O R AMA ALDIRMAYIN,) BEŞİNCİ SINIFI 6Ü Ç O T İ P ^ , l BELÂ B İT İR D İM ... o r t a MF.KTeB İ IŞ IK L İS E S İN D E YATIU O KU R '“O Ta t \-Ç K E N BAŞLADIM K A R İK A T Ü R E .. B A K IN N E G Ü Z E L ÇİZİYC

V y R U M A R T I K - - B A K IN B İ R . . . ---v . İK İİİ B A B A M H İN D O KUZYÖZ OTUZ ' Lbesde YÜZ- . BA ŞI ÎDİ ^ M ŞİM Dİ EAKİ ^MUHARİPLER y DENDİR 7 KADRİ . , AKSARAY »»A (i 1 BOT. [/)NE6İj V z E L C OLDO D i M f IŞ IK L İS E S İN D E ---Y A T IL I O K U R K E N AM M A ^ E Ğ L E N İR D İK H A - O S E N E L E R D E FRAN SIZ KONSOLOSHANESİNİN YANINDA B İ HALK SİNEMA6I VARDI YEDİ BUÇUK KURUŞA G İR İL İR D İ- İKİ FİLİM B İR D EN E E NE ZANNETTİNİZ B İZ D E ESKİLER |

BUGÜN TASİÂMAL-, OTÜZ İK İ | D E N İZ

YAŞIN DA CIV A G İB İ B İ DELİ K A N L IY IM -B U O V A N IN KİLO HANE-i S i; İLÂ 6 0, SC Y HANESİ DE YÎRMİBEŞ YAŞINDAN B E R İ HİÇ J ŞAŞMADAN B İR 65 G Ö S T E R İR ...

HA

SONRA 8AKIRKÖYDE NUREİIİN *

BELEK HOCAMIN SAYESİNDE KILRAYI BİTİRDİM OPTÂ O KULU ..(NURETTİN HO- ¡ j ğ

BU VESİLE İLE ELLERİNOEN ÖRE- ■

da A N LA TIR IM .. Ö N SIRALAR Ye d i / r f c f ARKA SIR A L A R B E$ LİR A D IR - BEŞ LİKA * \ ‘£ 5

DEDÎMDE AKLIMA G E L D İ-A S K E R E G İD E R K E N g ' - j f t / Y S A

IEBÎMDE BEŞ Ü R A V A R D IİK İ SEN E SONRA V \ I \

t e r hİs o l d u ğ u m d a b a k t îm d ö r tl i r a v a i^

-YANİ YİRMİ DÖRT AVDA T O P U TOPU B iR L İK A * HARCAMIŞIM - ZATEN İK İ SE N E ASKERLİK YAPTıM

İK İ AY AVRUPADA KALDIM S E K İZ S E N E D İR A N LA T A ANLATA İK İS İN İ D E BÎTİR_ DÎM AM A HIZIMI ALAMADIM ŞİMDİ BAŞKALARININ SEYYAHATUERÎYLE ASKERLİKLE. TİNİ A N LA T IY O R U M - SÎZLERE DAHA NELER YAZACAĞIM AM A V E R Y o K BURADA. BARİ BİRAZDA KENDİM DEN BAHSEDEYİM (ÇÜNKÜ DEMİNDEN B ERİ Ç Ö R Ç ÎL DEN BAHSEDİYORDUK) UFAK YAŞIMDAN BERİ SABAH ÖYLE AKŞAM HER YEMEKTEN SONRA TIRNAKLARIMI KOPARIRIM Bİ TURLU VAZGEÇEMEDİM GİTTİ AMA ÖYLE TATu OLUYOR Kî TAVSİYE E D E R İM KARİKATÜRİST OLARAK ENÇOK ALİ ULVİ ÎLE TURHAN SELÇUK u b eSenifûm böyled e v in c e '’b a k n em ü t e v a z i ç o c u k,, dİy o r l a r. b e n d e s e v î

-NİVERİYORUM. UFACIK UFACIK ŞEYLERE SEVİN İRİM .. B E Ş S E N E D E N BErT Y E N İ Sa b a h,,g a z eIe sİn d e ç a u ş iv o r d u m o n d a n e v v e l'v a t a n,,da İdİm --- —t t ---DAHA EVVEL De"HERGÜN„DE.. N E GAZETECİLİĞİ NE D E T İY A T R O - ,

ÇULU GU H İÇ B İ Ş E Y E D EĞİŞM EM . B İ ARA FİLİM CİLİK DE YAP.

T İM TAM YED İ F İL İM VE ALTI B A Ş R O L i AMA SEVEMEDİM FİLİM ---C IL lû l.. B IR A K T IM 8ANKALARDAN BİRİNDE ON LİRAM VE BİZİM MUHTAR KOCA T A Ş A OA BİN BEŞYÜZ LİR A B O R C U M V A R - ŞİM D İ S Ö Y L E Y İ N ^ ^ ^ ^ b a k a l i m ' -c . b e n r ' i t a t t f i m r B * ı k i mİm 4 ^ CAMIN R İ M . ) bU RESM İN N E OL DU6UNU a iL İP IO GÜ N IçiN D E 'T E R ’ıt BİLDİRENE MEOİVE B İL E V E R İR İM FECRİ EBCİOÖLU AR K AD AŞIM t>lk { .A t m

(5)

Delikır'a ilişkin satırlar oldukça fazla. Ama bu dostluğun bir de acıtıcı finali var. Aile Hadımköy'den ayrılınca, yıllarca gö­ remiyor atını ve günün birinde onu ziyarete gidiyor. Askeri birliğin atı değil artık Delikır; kocamış. Sucu arabasını çeken atlardan biri.

“ Araba yürümüyor. Bi­ donların çalkantısı susu­ yor, tekerlekler susuyor, kırbacın sesi de. Atlardan kirli beyaz olanı şimdi bir yontu sanki.

Bakışıyoruz kirli beyazla! Yoo, hayır... olamaz! Bu kirli beyaz at Delikır ola­ maz. Çabuk söyleyin ba­ na, bu at Delikır değil de­ yin bana. Bağırın. Herkes birden bağırsın.

- Delikır sen misin? Silkiniveriyor kirli beyaz. - Çekil be çocuk. Bela mı­ sın sen?

- Bu Delikır değil mi? - He.. Delikır ya. Sen ne­ reden bilirsin onun adını? - izin verir misin onu biraz seveyim?

- Ee sev gayri. Sevmez­ sen gavurun kımıldayaca­ ğı yok.

Yavaşça yaklaşıyorum ya­ nına.

- Merhabi Deli. Merhaba Delikır'ım.

Va sarılıveriyorum boynu­ na. Her tarafı titriyor Deli- kır'ın. Geniş sert alnını al- nıma sürtüyor yumuşacık. Artık ağlıyorum, tııçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla, do­

ya doya ağlıyorum. Ve elimden hiçbir şey gelmiyor.

Delikır'dı çünkü. Ve dostları, sevgilileri onu hep Delikır gibi sevdiler. Sonuna kadar dirençli, devingen yaşayabilmeyi, Delikır'dan öğrenmişti. Sonu, onun sonu gibi olamazdı. O hiç teslim olmadı, hiç ehlileşmedi. Atının boynuna sarılıp haykıra haykıra ağladığında, bu arabaya koşulmuş beygire benzemeyeceğini, bir iyice anlamıştı. Delikır gibi yaşadı ama

Delikır gibi ölmedi 1 Ma- yıs'ta. işçi bayramında!.. Bunu yazdığı şiirde de anla- ' tıyor.

MAVİNİN İÇİNDEKİ MAVİ Denizde B ir balıkçının oltasındadır yaşam. Küçücük b ir demirin soğuk keskinliğinde. Çırpınmak Kurtulmak m ıdır Maviden?

Her mavi başka bir mavidir ister istemez.

Ve

Akvaryumları denizlerden Bu mavi ayırır.

Ayırır yaşanmamış zamanla­ rı maviler

Ve

Balıkçının oltasındaki insaf­ sız bir demirin

Soğuk keskinliğindedir ya­ şam. Oysa Akvaryumda yaşamaktansa Denizde ölüm Doğumdur. İstanbul 15 Nisan 1987

Hiç teslim olmadı

Yaşantısı boyunca ‘'nasılsın?'’ diye sorulduğunda, sürekli, “ at gibiyim” diye yanıtladı Altan. Hoşgörüsü, neşesi sonsuz bir başkaldırı eşliğinde seyretti. Hiç yenilmedi; hiç yenik düş­ medi. Dilediğince yaşadı. Sevdiği işleri yaptı. Tutkularını er­ telememeyi başardı. Kimseyi sömürmedi. Yol göstericisi

Bundan sonraki sayfalarda, bir bölümünde Altan Erbulak'ın anılarının da yer aldığı Delikır ile Kırm ızı Başlıklı Seyirci adlı kitaptan alıntılar kullanılmıştır. (Güneş Yayınları, İstanbul 1988).

(6)

Altan Erbulak, annesi, babası ve kızkardeşi Bilgi ile birlikte.

Aynaya bakarken...

"Rıfat Tafir amcanın elini öperken İstanbul'un bana neler getireceğini hiç mi hiç bilmiyordum. (...) O hafta içinde Işık Lisesi'nin yatılı öğrencisi olacaktım. Kahvaltıdan sonra Rıfat Amcanın önerisine uyarak, kılığıma kıyafetime 'çekidüzen' vermeye

çıktık. Giydiriliyordum baştan aşağı.

Ve utanıyordum giyinirken.

Son kez dolaştı tezgâhtarın elleri

üzerimde. Biraz yakamdan yukarı, biraz paltonun eteğinden aşağı çekti.

'Bak bakalım aynaya şimdi küçük bey!..'

Aynada bir mahluk duruyordu. Bu benim hiç tanımadığım biriydi. Bir küçük beydi. Hadımköy'deki arkadaşlar beni böyle görseler kim bilir nasıl alay ederler diye geçirdim içimden, işte o anda ayakkabılarımı gördüm.

Sırıtıyorlardı.

Evet basbayağı sırıtıyorlardı. Onlar eskiydi. Onları taa

Hadımköy'den, DELİKIR'la dolaştığımız tozlu çamurlu yollardan, derelerden tepelerden getirmiştim İstanbul'a. Postalla potin arası, bağlı mağlı, kalın kösele altlı ve yukarıdaki giysilere hiç uymayan ama içten, ama sıcak bir görünümleri vardı,

işe yaradığını bilen bir güven içinde, yere sağlam basıyordu papuçlarım. Dost papuçlarım...

Bir kez daha baktım aynaya alıcı gözüyle. Her bir şeylerim tamamdı, yeniydi, pırıl pırıldı ama papuçlarımı, dost papuçlarım tüm o 'ye kürküm ye' olayına meydan okuyorlar ve ben bir türlü 'küçük bey' olamıyordum.

Papuçlarım başkaldırmalardı.

ilerideki yaşantımda bu olay hep yinelendi durdu. Hiçbir zaman baştan aşağı giydiklerimin tümünü, aynı ölçüde yan yana getiremedim.

Hoş tam anlamı ile istemedim de galiba! (...) Örneğin Füsunla evlenirken takım elbisem olmadığından bizim

ilhan Daner'in elbisesi ile nikah masasına oturmuş, ilhan da başka giysisi olmadığı için düğünüme gelememişti.

Yıllar sonra Londra'da John Woigth'tan Gece Yarısı Kovboyu’nu ve Lee Marwin'den Cat Balou'yu

seyrederken, kendimi bir an için de olsa onların yerine koyuşum, işte bu anılarım yüzündendir.

John Woigth'un, New York'a gelişiyle benim İstanbul'a gelişim arasında hiçbir ayrım yoktu.

Hele Cat Balou filminde Lee Marwin'in giyinişi, benim Tünel'deki... mağazasında giyinişime ne

kadar benziyordu bile diyemeyeceğim çünkü, ya Lee Marwin... mağazasındaki çocuktu, yahut

da Cat Balou'daki o sarhoş kovboy bendim.”

İSTANBUL ÖĞRENCİLERİNE MAHSUS KİMLİK KARTI

1949•1950

ÖĞRENİM YILI

15221

Okulu: (3i i z a l . .Sana11a r .. ..

I .,(0..H»ilm)..4£ûa.. Altun.-A-k bulat.... Sınıf, şube ve No. Adı v« soyadı «Aaa.- -a ALBUM MAYIS 1998

(7)

Askerde...

“Erzincan'da Kabaktepe'deyiz. 7'nci piyade alayı 10'uncu bölüğü. Isı sıfırın altında 35 miydi 40 mıydı bilmiyorum ama- İyice soğuktu işte. 135 kişilik bölükten okuyup yazma bilen iki kişi...

Onbaşı Adnan Ölçenle Onbaşı Altan Erbulak... Adnan o dönemin (1950) Fenerbahçe Boks Takımı kaptanı ve 1500 metre Türkiye Balkan Şampiyonu.

Kader birliği etmişiz Adnan'la. (...)

- Matarayı al gel... Dışarda bir yüzümüzü yıkayalım. (...) Ben önde Adnan arkada çıkıp o temiz ama korkunç soğuk havayı ciğerlerimize dolduruvermiştik...

- Vay be... Bugün sıfırın altında yüz derece filan galiba, demişti adnan. (...)

Adnan matarayı bana doğru eğmiş, ben de avuçlarımı yan yana yapıştırıp suyun dökülmesini beklemiştim Su mataranın ağzından çıkmış ama avuçlarıma dökülmemişti. Çat!.. Donmuştu su... Öyle... Birdenbire... Sanki

akarmışçasına donmuştu...

Adnan matarayı fırlatmış ve bölük komutanlığı odasına doğru koşmuştu. Oysa ben ondan daha önce girmiştim bölük odasına.

1500 metre Balkan ve Türkiye rekortmeni Adnan Ölçen'den bir metre daha önde...

Korkmuştuk açıkçası... - Ne oldu be?

- Bilmem lan... Dondu su!.. - Biz de donduk o halde.

- Ne donması lan... Biz öldük... Öldük herhalde. Oysa bu olayın o yörede doğal karşılandığını,

sıcak bir odadan çıkan suyun dışarda hemen donduğunu bilmiyorduk...

(...) Adnan'daki askerlik dolu günler, tüfek as, tüfek çıkart, yat, kalk, hazrol, rahat, tüfek omza... sesleri ile geçip gidiyor. Ama akşam olunca karanlıkla birlikte bir de hüzün çöküyordu düşüncelere. (...) Herkes alacağını yanına alıp üçer dörder memleketlileri ile köşelere çekiliyor.

Sonra ikileşiyorlar ve sonunda tek başlarına kalıyorlardı, insanın kendi kendisiyle hesaplaşmasıydı bu..."

ALBÜM MAYIS 1998 1963 yılına kadar evli kaldığı

Altan Hanım ile kızları Altan (adı daha sonra Ayşe olarak değiştirildi).

(8)

I

I

Altan Erbulak'ın Paris yıllarından bir suluboya çalışması ve otoportresi.

Avrupa'ya...

"ilk yurt dışına çıkışımı anımsıyorum şimdi. Sanki gökyüzüne çıkıyormuşcasına helecanlı ve yerinde duramayan bir garip kişiydim.

Yıl 1954'tü. Aylardan da mayıs'tı. 11 mayıs, iki kişi idik. Naim Tirali ile ben. Bir de arabamız vardı: Citroen... (...) Karadan gidersek o araba bizi götürüp getirmez korkusu ile gemiyle Marsilya'ya çıkıp Avrupayı oradan fethetmeye karar vermiştik.” ‘‘Dedim ya yirmidört yaşındaydım. Paristeydim ve önce kadınlara kızlara baktım şaşkınlıkla. Gece yarısını bir hayli geçtiğimiz saatlerde bir genç kızın elindeki çantasını sallaya sallaya tek başına evine döndüğünü gördüm de onun bu korkusuzluğu, cesareti önünde hürmetle ürperdim. (...) Sonra öpüşenleri gördüm 'metro'da. Sevişenleri gördüm köprülerde, parklarda. Alışmadıklarıma çaktırmadan bakmanın acısını otelime döndüğümde boynumdaki ağrıdan anlıyordum.” W ALBUM MAYIS 1598

71

(9)

Altan Erbulak ilk karikatür sergisini Maya Sanat Galerisi'nde açmıştı. Fotoğrafta Altan Erbulak'ın yanındaki kadın, galerinin yöneticisi Adalet Cimcoz'dur. © y jz JkUp ’i " Z X L t Karikatüre dair...

"Her sabah Cumhuriyet gazetesi geliyor eve. Cemal Nadir'in sağ alt köşedeki karikatürü bir onur madalyası gibi birinci sayfayı süslüyor. Köşedeki bir saygı ile yutuyorum çizgileri. Ve bazen saatlerce onun çizdiği bir adamın küçük

— S parmağına, parmağındaki yüzüğe bakılıyor gözlerim. Bakıyor... Bakıyorum. Değil onun çizdiği adamları, karikatürünün çerçevesini bile çizmeme olanak yok!.. Bunu biliyor, hissediyor, kendi kendimi yiyorum ama çevreme belli etmiyorum.

- Götür lan... Göster BabIali'de birilerine. Bakarsın sanattan anlayan birileri çıkar. Çıkar da bakarsın ünlü olursun... Biz de onur duyarız seninle. Kabarırız.

- Yok be oğlum... Adamlar köşebaşlarını tutmuşlar!... Beni sokarlar mı hiç aralarına... Savıma kendim bile inanmıyorum.

Ama öyle olmasını... Beni kıskanmalarını istiyorum."

Altan Erbulak karikatür yaşamına 1943 yılında Akbaba dergisinde başlamıştı. Sağda onun bu dergiye yaptığı kapak çalışmalarından biri görülüyor. Solda ise uzun bir dönem sürdürdüğü "Cafer ile Fiürmüz” çizgi romanının tipleri yer almakta.

(10)

Altan Erbulak 1959 yılında Medrano Sirki'nde palyaçoluk yaparken boş zamanlarında desen çizmeyi sürdürüyordu. ALBÜM MAYIS 1998 Medrano Sirki'nde...

“ Madam Hella sirkin patronuydu. Yeni Sabah gazetesi, Teoman Orberk eşliğinde gönderdi beni Medrano'ya. Bir hafta palyaçoluk yaptım. Bu bir hafta bir yana, tüm yaşantım bir yana. Öylesine etkilendim sirkten. 'Sirk bambaşka bir dünya’dır. Trapeze çıkan assolist oyuncu bile diğer arkadaşlarının giysilerini ütüler bilir misin? (...)

Ben sabahları aslanlara kocaman çatalların ucuna takılmış eşek kafaları verirdim. Sahi bir doe canlı kedi getirirdi çocuklar. Sirk müdüriyeti kedi başına on lira ödeme yapardı. Pek tabii ben kedileri atmazdım aslanların kafesine. Hayvanları severim, bildiğin gibi. (...)

Sirk'te hiçbir iş, dışardan sanıldığı gibi eğlenceli ve kolay değildir.

Sonra cüce palyaço arkadaşım vardı. Birlikte çıkıyorduk sahneye, ramp ışıklarına.

(...)

- Ben dünyanın her yerine gittim. Aklına gelebilecek her yerine. Ama gezip gördüğüm bir tek kent bile yoktur koca dünyada.

Ben buranın malıyım, sirkin. Anı yazarım. Günlük tutarım. Olsa olsa çadırın yakın çevresini bilirim. Başkaca yaşam biçimine gereksinmem yok. Ben sirkte ölmek isterim. Anlıyor musun Altan? - Anlıyorum, çünkü benim de bu denli sevdiğim gazeteciliğim ve tiyatroculuğum var.”

(11)

Altan Erbulak 1950'li yılların sonlarında bir dizi filmde canlandırdığı Çitlenbik rolüyle büyük bir ün kazanmıştı.

ALTAN IRBULAK

L E Y L A A LTIN

KENAN PA R S

ÜFTADE K İM İ

A TIF KAPTAN

Yeşilçam’da...

“ (...) Ve bu işten de para kazanayım diye bazı işler yapıyorum. Bunların İçinde özellikle mesela radyo reklamcılığı, yahut geçen yıllarda yaptığım sinema

oyunculuğu var. Bunları itiraf edeyim ki pek isteyerek yapmıyorum. Çünkü hem benim için çok büyük yorgunluk oluyor, hem de yaptığım işin iyi olduğuna inanmıyorum.” "Sinemacılıktan kaçışımın en büyük sebebi: Terlik imalathanesi gibi oluşu bizim sinema endüstrisinin. Sinemaya yıllarımı verdiğim için bunu rahatlıkla

söyleyebilirim. Olmayan senaryolar,

olmayan rejisörler, olmayan kameramanlarla yıllarca çalıştım. Bunlar şimdi sinema dünyasını, özellikle Yeşilçam'ı kızdıracak ama Türk sinemasının hiçbir şekilde ilerleyememesinin sebeplerinin en önemlisi 'terlik imalatçılığı' yapmalarından dolayı geliyor.

(...) Ama maalesef bizimkiler yabancı meslektaşlarının seviyesine hiçbir şekilde ulaşamadılar. Ulaşamadıkların yabancı filmler geldiğinde onları izlediğimiz zaman görüyoruz. Onun için sinemadan kaçtım. Çünkü sinema insana hiçbir şey vermiyor. Kaçmak zorunda kaldım. Bir de işin maddi yönü var. Türk sinemasınnda beş-altı isim dışında öbür isimlerin çok az para aldıklarını, hatta hiç alamadıkların biliyorum.”

i//,

Otoportre çizmeyi seven Altan Erbulak'ın Akbaba döneminden bir deseni ve 1981 yılında eşi ve çocuğuyla kendini çizdiği bir çalışması.

(12)

çevre t iyat rostí

K o m e d i 3 p e r

Yazan: SUPHİ TEKNİKER

Kocamustafapaşada

AYFER FERAY

Turgut

BORALI

ero l

GÜNAYDIN

Yazan n o e l COWARD türkçesi niSd SEREZLİ dekor Teoman ORBERK kostüm güler ERENYOL

MÜZİKAL KOMEDİ

çevre tiy atro su

altan erbulak

Kocamustafapaşada

Altan Erbulak'ın yaptığı çeşitli afiş çalışmaları. Bunlardan sadece "Hepimiz Paris'te" adlı oyunda rol almamıştı.

(13)

Tiyatro'da...

“ Biliyorsunuz bir de benim tiyatroculuğum var üzerinize afiyet. Bu maalesef tedavisi olmayan 'kendini gösterme hastalığına' yakalanalı onbeş yıl oluyor. Amatör mamatör derken, kaptırıverdik kendimizi. Sakın bundan şikayetçiyim sanmayın beni. Gazetedeki yorgunluğumu tiyatroda unutuyor, tiyatrodaki terimi gazetede kuruturken

dinleniyorum. (...)

Tiyatro bir başka âlemdir. Bir başka dünya. Siz gelir koltuklarınıza oturur, oyunu seyreder gidersiniz. Duyduklarınız sadece oyunun lafları, müziği, efektidir. Gördükleriniz ise dekorlar, bir de kendini Napolyon, doktor, general veya kontes sanan oyunculardır.

Göremediğiniz, hatta görseniz de

inananamayacağınız bir tarafı vardır tiyatronun. Sahne arkası.

Biz oyuncular sahne arkasına 'kulis' deriz. Tiyatroyu bir başka âlem, ir başka dünya yapan yer burasıdır işte. Eğer 'kulis' olmasa, hiçbir babayiğit

tiyatroculuğa iki günden fazla dayanamazdı inanın. (...) iştao zaman 'kulis' ekmek gibi, su gibi yetişir imdadımıza. Yaşadığımızı anlarız. Hani 'tiyatronun bir havası vardır' derler ya, bizim için hava 'kulis'tir. Nefes aldığımızı anlarız.”

Altan Erbulak, Dormen Tiyatrosu'nun onuncu yıl kutlamalarında dağıtılan ve Vakko tarafından üretilen bir mendilin desenini çizmişti (üstte).

Çevre Tiyatrosu'nda "Deli Deli Tepeli" oyununda Mete inselel, Nevra Serezli ve Füsun Erbulak'la birlikte.

Füsun Erbulak paha biçilmez votka şişelerini anlatıyor: "Üç şişeye sığdırmış sanki ikili öykümüzü"... ilkinin tarihi 1963, İkincisinin 1976; doğum gününde kocaman bir sepetin içinden çıkmış. Üçüncü şişeyi ise 1984 yılında yapmış.

ALBUM MAYIS 1998

(14)

Füsun ve Altan Erbulak, yaşamlarının 26 yılını tutkulu bir bağlılıkla paylaştılar.

1987-88 sezonunda rol aldığı son oyun olan "Dünyalar"da soyunma odasından bir hatıra fotoğrafı.

Ardından...

“ (...) Herkese, en çok da seni kıranlara, incitenlere gösterdiğin sonsuz hoşgörü, anlayıp kaldı. Sevgiler,

sevgililer, karın, çocukların, dostluklar, güzellikler kaldı. Kalemler, fırçalar, bilgisayarlar, telsizler

kaldı. Seyircilerden gelen telgraflar, adına koyacağımız ödül, kuklan,

palyaço kılıkların kaldı...”

Ali Poyrazoğlu, ‘‘Güle Güle Moruk” , Cumhuriyet, Pazar Eki, 22 Mayıs 1988

Bir TV programında yaptığı vantrilog numarası için, Fatoş Oyuncakları tarafından üretilen Altan Erbulak kuklası.

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

“Eko sistemlerin neredeyse üçte ikisi çok ağır bir şekilde tahrip edildi” diyor, “Dolayısıyla insanlar, tüm canlı türlerini etkileyen ekolojik krizi, -küresel

Taksim Meydanı'nın 1976'dan bu yana tüm yasak, engelleme ve katliamlara ra ğmen 1 Mayıs Alanı olarak simgeleştiğine dikkat çeken Soğancı, "1 Mayıs alanı elimizden

ALTAN — Peker, hani beni takdim eder­ ken, Komik-i Şehir, Kel Haşan Efendi’nin tek rakibi Altan diyorsun ya, Orada, Kısa Marlboro Altan de.. ALİ — Oğlum, sigara

臺北醫學大學「101 學年度師生防火、防震訓練」活動 本校為強化外國師生對防火、防震基本常識,增加應變常識及 能力。特於 12 月 4 日

北醫大代表團於 12 日拜訪倫敦大學 Vice Provost Sir John Tooke、Dean David Lomas、 Director Gabriel Aeppli、Professor Peter V Coveney 與 Proffessor Bryan

Doğru bir marka adı seçimi, bir markanın markalaşma sürecinin ilk ve en önemli stratejik adımlarından biridir.. Marka adı bir markanın konumlandırma stratejisi ve

Osman Cemal, eskileri tanıdığı kadar, yenileri de tanımak için, gözü­ nü ve kulaklarını açardı.. Eyüpte doğmuştu, Eyüpte bü yüdü, Eyüpte yaşadı ve

Kanser gen tedavisinde onkolitik ajan olan virüslerin vektör olarak kullanımı çok iyi bilinmesine rağmen, bugüne kadar bakterilerin antikanser potansiyeli ile ilgili fazla