i Dil
davasında kat’î
karara doğru |
I .
---
---- - İIM.II m „ T a n ır ı
^ —İmlâdaki diğer aksaklıklar
Y a z a n : - - ~ -
---İsmail Hmbih Sevişir
caymak demekti. Cay
mak, yani kendini
nakzetmek. Görülü yor ki «Kurum» un hemen her kaide-«İmlâ kargaşalığı»
başlıklı geçen yazı dan sonra imlâ bah sindeki diğer aksak
lıklara geçmeden,
bundan önceki yazı
nın sütun hakkını taşırmamak yüzün
den bu yazıya bıraküğımız «durakla
ma» ya aid ibretli bir noktayı işaret e- delim:
İnad içinde inad:
* Türkçe yabancı kelimelerin sonların daki «ayın» ve «hemze» yi atarak yal nız o atılanlardan sonraki heceyi uzat makla iktifa edip «deva, iptilâ, inkitâ, irtifâ» şekline koyduğu halde kelimele rin ortalarında bulunan «ayın» ve «hem-
j ze» lerde ise sondakiler gibi umumî bir
' atma ameliyesi yapmıyarak iki türlü
hareket eder. «Neş’e» yi «neşe», «mes’e - le» yi «mesele, yapan türkçe bu gibi
kelimelerde hemzeyi sıfıra indiriyor.
Bizim dilciler işte buna bakarak dilin
atmadığı aym ve hemzeleri de atılmış gibi tanımak istediler. Bu. dili dile rağ men zorlamak demekti .Yani dilin at
mamakta inad ettiğini attırmakta inad
etmek sistemi. Halbuki dil atmadığı o
cins «ayın» ve «hemze» lerde de bir
r-evi türkçeleştirme ameliyesi yapıyor
du. Bizim türkçemiz halkımızın «aym
çatlatma» diye alaya aldığı «gargara» yı,
hiç sevmez. İşte «kurumcular» m bu-
I nunla yetinsenmesi lâzım gelen onlar dilin bu tabiî lûtfunu da kâfi görmedi
ler. Dil meselâ «ma’cun» kelimesinin
ortasındaki «ayın» ı atmıyor ama o ke limeyi orta yerde ayın çatlatacağım di
ye fazla durarak ikiye de bölmüyor.
Dil sadece ayını uzun «â» şekline kov.
Dilciler bunu da kabul etmeyip 1941
deki «İmlâ kılavuzu» na da kelimeyi ge ne «macun» diye aldılar. Bu suretle ço
cukların o kadar sevdikleri o narin
boylu «macun», «kurumcular» m o ka dar bayıldıkları yalpak «acun» a ben zedi. Evet inad içinde İnad.
Helvacı bıçağı harfler:
Rahmetli Halid Ziya Uşaklıgil sekiz yıl önce «Son Posta» dakı seri yazıların
dan birinde «b, c, d» harflerini «Türk
alfabesinin sakat çocukları diye vasıf-
landırmıştı. Bunlar sıhhatte iken kendi
şekillerini muhafaza ettikleri halde
hastalanınca sanki yumuşayıp eriyerek »p, ç, t» şekline girerler. Rahmetli üs tadın onlara sakat çocuklar demesi her halde bundan olacak. Halbuki o harfler sakat olmak şöyle dursun helvacı bıça ğı gibi iki yüzlüdürler. Yani hem solak, hem sağak harfler. Bu hal Dil Kurumu- tıun onlara iki türlü rol yüklemesinden Heri geldi. İyi ama bu yüzden de mil letimizdeki bütün okur yazar tabaka nın ikiye ayrılmasına sebeb olduk. Yir- ' mi yıldır devam edip giden hazin bir I ikilik. Bir dilde imlâ demek herkesi bir
leştiren demektir. Bayrak gibi hepimi zin birleşmemiz lâvım gelen bir davada bu ikive ayrılı" hem acı. hem günah.
İkiliğin sebebi:
Gazetelere, mecmualara, kitablara,
yani Türkiyemirin bütün «neşriyat, ha yatı» na bakınız. O «üçüzlü» harflerin ya aslî imlâlarile meselâ «harb. felç, sed»
diye, yahud «harp, felç, set» şeklinde
yazıldığını göreceksiniz. Dil Kurumu o üçüzlü harflerin böyle sekil değiştirme sine niçin lüzum gördü? Bu, o yabancı kelimeleri Türk fonetiğine boyun eğdir-
! mek emelinden geliyor. Emel cazibeli
ı Bu cazibe ile üçüzlü kelimeler üç safha He üc ceşid ameliveye tâbi tutuldular Uç harfin ortada olması, sonda olması, I bir de miirekkcb kelime haline gelmesi Eğer bu üc safhada «kurumcular» şaş- mıvan sağlam e-aslar bulsalardı buna ! karşı kimsenin açız açmava hakkı ola
mazdı. Halbuki ber üc safhada da tena kuzdan tenakuza düzülmektedir. Türk
çeleştirmek emeli güzel ama «doğru»
her türlü emelden daha güzeldir. Bir
tarafta dilin bürtvesindeki realite, di
ğer tarafta dilcinin kafasındaki emel;
İkilik o realite ile bu emelin çarpışma sından doğuyor.
iki kelimelik misal:
Üçüzlü harflerin bu üç safhalı
değiş-rufun birincisini görüp İkincisini fark etmemiş olacaklar ki kelimeyi «Ceb K ı lavuzu» nda da, «İmlâ Kılavuzu» nda da «şüphe» diye kabul ettiler. Görülü yor ki biz, türkçeleştirme ameliyesi di
lin kendi tarafından yapıldığı zaman,
«dilciler» den bir boy daha ilerdeyiz.
Onlardan nerede ayrılıyoruz? Dilciler o kelimedeki «b» nin «p» olduğunu gör düler ya. hemen ona kıyasen «teşbih» i
de «teşpih» yaptılar .İşte bu olmadı.
Çünkü «şüphe» yi iki ameliye ile iki
defa türkçeleştiren hançeremiz «teş
bih» e hiç dokunmuyor. Çünkü bu ke lime öteki gibi halk dilinin değil, kültür dilinin malı. Herkes kendi ağzında tec rübe etsin. Görecek ki o kelimenin dör düncü harfi «b» değilse «p» hiç değil dir. Hayır, dilin bize mal etmediğini dil
ci hiç edemez. Şimdi «üçüzler» in üç
safhalı ameliyesine geçiyoruz. Ortada bulunurlarsa:
Bu üç harf kelimenin ortasında bu
lunurlarsa bazan kendi aslî şekillerini
muhafaza ediyorlar, bazan da etmiyor lar. Yani işin bu safhasında umumî bir
kaideden mahrumuz: Tedbir, tebcil,
ibraz... Hep «b» ile. İptal, ipka, İptilâ... «p» ile. Takdim, idrak, tedris... «d» :1e. Tetfin, tetkik, tethiş... «t» ile. Tecrübe, tecviz, tecdid... «c» ile. Teçhiz, teçsim, içtihad... «ç» ile. Şu rastgele sıralanan
misallere göre acaba bizim «üçüzler»
«t, ş, h, f, k, s» harflerinden önce gel dikleri zaman mı değişiyorlar diye bir sual hatıra gelebilir. Bir kere onları de ğiştiren harflar altıya çıkmış da neye yediye, sekize çıkmaz? Hem bu kadar fazla harfle değişirlerse ona «kaide» de
nir mi? Hepsini bir tarafa bırakalım.
Kulak «ipka» nın «b» mi, «p» mi oldu ğunu, «idhal» in «d» ile mi, «t» ile mi
yazılacağını neyle ayırsın? Bu sesler
hangi miligramlı terazi ile tartılmakta dır. Bu. kaideyi kulağa bırakmak değil, keyfe bırakmak oluyor. Hem göze kay
bettir, hem kulağa kazandırma, hayır
bövle alışverişin kârı olamaz. Üçüzler sonda olunca:
O üç harf kelimenin sonunda olunca Dil Kurumu meseleyi umumi bir kaide halinde kestirip attı. O zaman bu üç harf mutlak olarak yumuşarlar. Yani «t, ç, p» olurlar, işin hiç istisnası olma dığına göre bunun Türk çocuğuna son suz bir kolaylık nimeti sağlaması lâ zım gelir. Bu, doğru olurdu, eğer mü-
cerredken o şekle giren üçüzler tasrif
edildikleri zaman tekrar eski şekillerini almasaydı. Mucerredken «Ahmet» olan kelime tasrif edilince «Ahmedi» oluyor.
Bundaki mühim aksaklık şuradadır:
Türk çocuğu o yabancı kelimelerin a- sıllarım bilmediği için «Ahmet» in tas
rifte «Ahmed» oluşu gibi «Mithat» ı
da tasrifle «Midhada» diye yazıyor.
Çocuk böyle hatalara düşmesin diye ona kelimenin aslını öğretm et' zarureti var değil mi? Mademki kelimenin aslı
ne olduğunu işin sonunda öğretmek
zorundayız, onu işin başında neye öğ retmiyoruz? Tabiî, kaide normal olma
yınca ondan işte böyle tenakuz içinde
tenakuz çıkar.
Tenakuzun kaide haline gelişi:
Üçüzlü harflerin kelime sonunda
«mutlak olarak» Türk fonetiğine uya- mıyacağı önce bazı yabancı kelimeler deki iltibaslarla kendini açığa vurdu.
O kaideye mutlak olarak uyulunca
«kalb» «kalp» oluyor. Türk halkının
«canevi» dediği kalbin kalplaşması.
Gene o kaide icabı «hac» «haç» şekline girdi. Yani müslürr.amn hıristiyanlan-
landırılışı. Gene o kaide yüzünden
«haddini bilmek» teki «had» «hat» şek lini alıp çirkinleşir. Nihayet harf inkı lâbından on iki yıl sonra 1941 deki bro
şürle bu cins kelimelerin istisnalığı
kabul ediliyor. Peki amma bunun ka bulü kaidedeki «mutlaklık» esasından
ide olmuştur!
Mürekkebleşme tenakuzu:
«Üçüzler» in bu üçüncü safhasında
üç kaide var. Biri, tek heceli kelimeler mücerred olunca umumî kaide icabm- ca kendi imlâlarını bırakarak Türk te
lâffuzuna uyuyorlar: Harp, felç, set,
bent... Iküıci kaide: Bunlar türkçe
«etmek, eylemek, olmak» fiillerile bir- leşince mürekkeb kelime halinde tek rar eski şekillerine dönerler: harbet- mek, celbeylemek, felçolmak, seddet- mek... Fakat bu kelimeler iki veya da ha fazla heceli olursa o zaman türkçe fiillerile birleşemediğinden üçüncü bir kaide çıkıyor. Mademki birleşmiyorlar mücerred sayılırlar ve böyle sayıldık ları için de Türk fonetiğine boyun eğ mek zorunda kalırlar: icap etmek, ihraç eylemek gibi. Tek hecelilerin eski şe killerini almasına sebeb kendilerinden sonra sesli harfler gelmesiydi, iyi ama
iki hecelilerden sonra da gene sesli
harfler geliyor, neden asıllarındaki şek le dönmezler? Çünkü kaide icabı on lar fiilden ayrı farzedilmiş. Allahaşkma
herkes kendinde tecrübe etsin: Biz
«icab etmek» diye . ayrı yazılmasına
rağmen onu tıpkı «celbetmek» gibi te lâffuz etmiyor muyuz? Çünkü o keli meler kendilerinden sonraki fiil siga- larma bağlanmışlardır, ister tek heceli, ister iki üç heceli olsun kelimeler ken dilerini çeken fiillerle yürüyorlar, işte yaptığımız kaidenin realiteye uymayışı Yani kaidenin kaide olmayışı.
Meğer kaide türkçeye de uymuyor- muş:
Siz «üçüzlüler» in kelime sonunda
mutlak olarak Türk fonetiğine uymak esasındaki cilveye bakınız ki o kaideyle
yabancı kelimeleri türkçeleştirelim
derken meğer o kaideye türkçenin ken di bile isyan ediyormuş. Öyle ya, isim
manasına: «Ad» Kurumun kaidesile
«at» olacak. Ateş manasına «od» «ot» la, «kuvvet manasdma «güc» ü «güç» le karışacak. Ateş üstünde pide yufkası pişirilen «sac» kaide icabı «saç» olunca
onu başımızın üstünde taşımak lâzıır
gelecek. Yürek manasına «öd» ü «öt» şekline koyduğumuz zaman zavallı ke
lime Kurumdan emir aldı diye ötüp duracak!
Türkçe o kaideyi yalnız böyle ilti- baslı kelimelerde değil, müstakil keli
melerde de kabul etmiyor. «Ağaç» ı
«ağaç» yapamazsın, tasrifte «ağaca sık tım» diyoruz. «Kanad» ı «t» ile yaza
nlayız »kanadı kırılır.» «Kurt» diye
yazmak yanlıştır «kurdu yakaladım»
deniyor. «Oc» de öyle: «Öcümü komam»
deriz: «Uc» un ..yumuşak olmadığı
«ucu sivri» deyişimizden belli. Hulâsc yabancı kelimeleri türkçeleştirmek içir konan kaidenin türkçeye bile uymadığı «ceyb» kelimesin! »ceb» şekline sokup
pekâlâ türkçeleştirdi. Qnu sahte ka-
ideyle «cep» 5'apmağa kalkmakta mana
ne? «Cebime koy» dediğimiz zamar
«cep» ortadan kalktığına göre bu tek kelime bile kendi başına kaidenin yap-
macıklısı ile sahicisini ne iyi gösteri
yor. Hemen hemen şaşmaz bir ölçü
Doğruyu görmek için dilin yaptığına
iğriyi yakalamak için de dilcinin eyle diğine bakmalı.
Bir düzeltme:
«imlâ kargaşalığı» başlıklı geçenki
yazının ikinci satırındaki «imlâsızlıktır« kelimesi «imkânsızlıktır» diye çıkmış. 9uncu satırda da «devrinde» kelimesin den sonraki «kimisi» kelimesi unutul muş
Ticaret Ofisi, etlere zam isteyecek
Et Komisyonunun sah günü yapacağı top lantıda, Ticaret Ofisi, kendi sattığı etin k i losuna 5 veya 10 kuruş kadar bir zam ya pılm asını teklif edecektir.
me cilvelerine girmeden önce «dil» ile
«dilci» arasındaki türkçeleştirme me
kanizmasının mahiyet farklarını göster mek için iki kelimelik «tipik» bir misal verelim! «Şübhe» kelimesinde halk te lâffuzu, yani dilin kendi, «b» yi «p» ye çevirip üstelik «h» yı da atarak kelime- 5'i çifte kavrulmuş bir tasarrufla «şüpe» yaptı. «H» harfi kelimeye adeta hendek
açıyor. Türk hançeresi seste hendeği
sevmez. Onu atarak kelimeyi düzleştir
di. Bizim dilciler o kelimedeki
tasar-” Bllftl Dünyası Koleksiyonu. kütüphanenizi hea süsler he® de z en gin leştirir, ii
1. =n . 111. IV.
Atonlar vs y ıld ızla r D elilik Arıların Hayatı Kesatlar Dünvası
5 m i l î E gltla Bakanlığınca faydalı görülerek okullara tavsiye e d lla lş t lr . S Her cild in fiy a tı bir lir a d ır . Başlıca kitabevlerinde satılmaktadır. Ü
Tevzi yerli K ü l t ü r K l t a b e v l , İ s t a n b u l .
S»... „„„... ... ... ü