• Sonuç bulunamadı

Mahpushane kralı Yılmaz Güney ve özel fotoğraflar...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mahpushane kralı Yılmaz Güney ve özel fotoğraflar..."

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YILMAZ

GÜNEY

y u m a z

Türk basınında ilk defa

Guney’ın

bu cezaevi

fotoğrafları

bugüne kadar

hiçbir yerde

yayınlanmadı

Yazı:

Ahmet

KAHRAMAN

SUSÇMım renkli

| ılmaz Güney’in hayatını

' A1 kalem alan ve bu çalış-masını “Yılmaz Güney

I Efsanesi” adıyla kitap

kM İ halinde yayınlayan gaze-

teci-yazar Ahmet KAHRAMAN,

kitabının “Mapushane Kralı” isimli bölümünde şunları yaz-

rmştn * * *

“1979 İlkbaharında İsveç te­ levizyonu “Yılmaz Güney Film­

leri” diye bir program göstere­

cekti. O yıllarda Türkiye’de ga­ zetecilik yapıyordum ve Yılmaz

Güney cezaevine girdikten son­

ra da birçok kez onunla röportaj yapabilmek için çeşitli yerlere başvurmuştum. Üç yıllık çabala­ rım sonucunda bir gün Adalet

Bakanı Mehmet Can ile görüş­

me imkanı buldum.

1978 Aralık ayıydı. Mehmet

Can oldukça neşeli bir günün-

deydi. İsveç televizyonun proje­ sini kendisine anlattım. Sanatsal bir belgesel olacaktı. Mehmet

Çan’ın morali yerinde olduğu

İsveçli gazeteci Ulla Lunaström Yılmaz Güney'in yatağında konuk..

(2)

978 yılıydı... Gazeteciliğe baş­

layalı iki yıl kadar oluyordu ve

Türk Haberler Ajansı’nda

(THA) m uhabirlik yapıyor­ dum. O yıllarda İsveç radyo ve televizyonunun Türkiye mu­ habirliğini yapan Ulla Lundström, o sıra­ lar Kocaeli Cezaevi’nde yatmakta olan Yıl­

maz Güney ile belgesel niteliğinde bir rö­

portaj yapmak istiyordu. Uzun uğraşlar so­ nucu THA yöneticilerinin de da katkısıyla zamanın Adalet Bakanı Mehmet Can bu röportaja izin verdi. THA, o tarihlerde Tür­ kiye’nin en büyük ajansıydı ve yurt dışına da film ve haber servisi yapıyordu.

Lundström, Güney’le hem ropörtaj ya­

pacak, bu arada da THA’nm sahibi rahmet­ li Kadri Kayabal’m oğlu Bedri Kayabal da film çekecekti. Ajansın Yazı İşleri Müdürü

Niyazi Dalyancı; “Teoman, hadi sende on­ larla birlikte git. Bugüne kadar Yılmaz Güney’le hapishanede ropörtaj yapmayı kimse başaramadı. Bu durumu çok iyi de­ ğerlendirmeni istiyorum... Eşi Fatoş Gü- ney’i de ara, belki o da gelmek isteyebilir”

dedi. Ben hemen telefon sarılıp Fatoş Gü-

ney’i aradım ve durumu anlatarak, isterse

gelebileceğini söyledim. Bana; “Hiç gel­

mez olur muyum? Koşa koşa gelirim” de­

di. Kendisiyle ertesi gün için saat 09.00’da

Kadıköy iskelesinde randevulaştık.

Fazla sıcak olmayan bir Haziran gü­ nüydü. Biri minibüs iki otomobille yola çıktık. Ekibin ve çekim cihazlarının bulun­ duğu minibüs önden gitti, biz Kadıköy’e uğrayıp vapur iskelesinden Fatoş Hanımı aldık ve İzmit’e yola çıktık.

Cezaevine gittiğimizde müdür bizi ga­ yet nazik ama tedirgin bir şekilde karşıla­ dı ve “20 yıllık cezaevi müdürüyüm. Ba­

şıma ilk kez böyle bir şey geliyor... İnşal­ lah başım ağrımaz!” dedi... Gülüştük. Da­

ha sonra da Güney’i çağırdı. İki dakika sonra kapı çalındı, Güney içeri girdi. Gü­ leç bir yüzle hepimizin elini sıktı ve “Hoş-

geldiniz” dedi.

Çok kibar ve müteva- zıydı... Yüzünde ken­ dine özgü gülüşü var­ dı... Kısa bir çay fas­ lından sonra koğuşa, çekime gittik. Yılmaz

Güney’in kaldığı ko­

ğuş 72 kişilikti. Ko­ ğuşun yanında bulu­ nun küçücük bir oda, Güney’indi. Burada bir masa, bir sandal­ ye, bir sürü kitap var­ dı. Burası onun çalış­ ma odasıydı.

Koğuşta çeşitli suçlardan yatan mah­ kumlar vardp Yani si­ yasi suçlu da vardı, cinayetten hüküm giymiş olan da, hır­ sızlıktan da... Hatta

NATO’nun sırlarım Sovyetler’e sattığı id­ diasıyla yargılanıp, idam cezasına çarptırı­ lan ünlü hukukçu ve diplomat Nahit Imre de aynı koğuştaydı. Mahkumlar, Güney’e büyük ilgi gösteriyor, etrafında pervane gibi dönüyorlar ve kendisine “Ağabey” di­ ye hitap ediyorlardı. İmre’ye ise “Hocam” diye hitap ediyorlar ve mahkemeleri ko­ nusunda kendisinden hukuki bilgi alıyor­ lardı.

Bu arada film çekimi ve ropörtaj de­ vam ediyordu. Güney, sanki hapiste değil, film setindeydi. Çok rahat hareket ediyor ve sorulan her soruya ayrıntılı yanıt veri­ yordu... Çekim yapılırken ben, bir yandan not alıyordum bir yandan da fotoğraf çeki­ yordum. Güney, bu arada bir soru üzerine şu cevabı verdi; “İşte siz de görüyorsu­

nuz, istediğim an buradan kaçarım. Kaç­ mak, benim için mesele değil. Ama kaç­ mam. Bütün kapılarını ardına kadar açık bıraksalar bile kaç­

mam... kaçtığım takdirde,

yurt içinde saklanmam _________ _

--- I

mümkün değil. Yurt dışına çıkmam ge­ rekecek... Onların amacı da bu zaten.. Bu nedenle bu imkanı onlara vermem ve de kaçmam...”

Ancak Güney; “Onlar dediğiniz kim­

ler?” sorusuna yanıt vermedi ve “Onlar, kendilerini bilir” demekle yetindi...

Güney’in bu sözlerini de içeren ko­

nuşmalarını, ertesi gün THA bütün abo­ nelerine resimli haber olarak servise koy­ du. Haber de resim de benim imzamı ta­ şıyordu. Haber, hemen hemen bütün ga­ zetelerde (Yılmaz Güney;

“İstersem hapisten kaça­ rım”) diye manşet olarak

çıktı ve büyük sansasyon yarattı. Ama tabii bu arada

Adalet Bakanı Çan’ın canı

biraz sıkıldı..

Teoman EROL

doğal sahneleri hep önceden dü­ şünmüş ve hazırlamıştı. Uç saat görüştük. Hapishanede bir tek çalışma masası vardı, o da önün­ dü. Yemekleri genellikle dışar­

dan geliyordu. Yaşamı “Umut” filmi gibiydi. Masası onur masa- sıydı. Hatta doğal korumaları bi­ le vardı m ahkum lar arasında. Onlar geleceğimizi bildikleri o gün yelekli lacivert takım elbise­ ler, dik yakalı beyaz gömlek­ ler giymişlerdi, kravat da takmışlardı..”

HİPPİ LYNUS

Yılmaz Güney’in Mapus- hane Krallığı’nı anlatan bir

başka yabancı da Daniel de Souza’ydı. Souza, uyuşturu­ cu kullandığı gerekçesiyle tu­ tuklanıp İstanbul’da cezaevi­ ne konulmuştu. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra Türkiye günlerini anlatan bir kitap yazdı. Souza, kitabında Yıl­

maz Güney’in Mapushane Krallığı’nı anlatırken, şöyle

diyordu. * * *

Yılmaz Güney’le tanıştı­

ğımda hastanedeydim. 1978 yı­ lıydı. Güney, Toptaşı Cezae- vi’nden Bayrampaşa Hastane­ gün bize yaradı ve cezaevinde

görüşmemiz için izin verdi. Televizyon ekibi ile birlikte

İzmit Cezaevi’ne gittik. Onun

koğuşunda her çeşit suçtan ya­ tan 72 mahkum vardı.

Cezaevi müdürü oda­ sında görüşm em izi önerdi ama “yaşadığı

yer olmalı” diye dire­

tince o da izin verdi ve herhalde ilk kez o ko­ ğuşun kapısından bir kadın girdi. İlk izleni­ mim Yılmaz’m o ha­ pishanenin kralı ol­ duğuydu. M ahkum­ lar kadar gardiyanlar, cezaevi görevlileri karşısında esas du­ ruşta duruyorlardı.

Ç e k im le rim iz çok zevkli geçti. Reji­ sör olduğu için özel hayatında da hep bir senaryo içinde yaşı­ yordu. Volta a ta r­ ken, yemek yerken, jimnastik yaparken

si’nin mahkumlar için olan bölü­ müne getirilmişti.

Diğer aktörlerin aksine, dış görünümü beyaz perdedeki gi­ biydi. Tanıştığımız ilk andan iti­ baren Güney, benden hoşlanma­ dığını açıkça ortaya koydu. Be­ nimle nariden konuştuğu anlar­ da ise cevap verem iyordum . Mahkumlarla geçirdiği akşamlar nadirdi. Yılmaz’m hayranlarına ayıracak çok az zamanı vardı. Ço­ ğu akşamlarını, koğuşta, onun filmlerini seyretmemiş olan tek insan Lynus’la geçirirdi.

Aralarındaki ortak tek nokta,

İrlanda edebiyatına duydukları

sevgiydi. Her gece beraber otu­ rur, sessizce okurlardı. Lynus,

Yılmaz’m bilgisine hayran kal­

mıştı. Bir keresinde “Bizim ya­

zarlarımızı gerçekten tanıyor. Celts ruhu ile yorumluyor” dedi.

O dönemde Haşan Heybetli ve Kürt İdris de koğuştaydılar.

Güney’i koruma görevini kendi

kendilerine üstlenmişlerdi. Ona hayran olan mahkumlan ayrı bir

(3)

İsveçli Ulla Lundström 1978 yılında İzmit Kapalı Cezaevi'nde yatan Yılmaz Güney ile ilk röportajı yapan gazeteçi olmuştu. Bu söyleşi İsveç televizyonunda yayınlanmıştı..

► ► ►

bölümde tutarak rahatsız edil­ m esini önlüyorlardı. Yılmaz

Güney onların bu yardımlarını

doğal bir hakkıymış gibi kabul­ lenmiş görünüyordu.

Bir gün Lynus, sabah turu­ na çıkan, yanında Heybetli ve

İdrıs b u lu n an Güney’i kapı

önüne çömelmiş izleyerek gülü­ yordu. Bağırarak “O bir film yıl­

dızı değil. Al Capone’nun çete­ sinden kaçtı” dedi.

Lynus kadar, kabadayılar da

ziyaret günlerinde Güney’i gör­ meye gelenlerin sayısı karşısın­ da çelişkiye düşüyorlardı. Hayat dolu neşeli genç kadınlar, göz­ lüklü uzun saçlı, iri yarı adam­ lar, küçük gruplar halinde oda­ sına giriyorlardı.

Ziyaret günlerinde Yılmaz tamamiyle değişiyor, gülen, ha­ reketli, konuşkan bir adam olu­ yordu. Kabadayıların ziyaretçi­ lere şüpheyle baktıkları orta­ daydı. Heybetli ve İdris, durup gelip gidenleri çirkin bir gülüm­ semeyle izliyorlardı. Ben onla­ rın kıskandıklarını ve Güney’i ellerinden kaçırdıklarım hisset­ tiklerini farkedebiliyordum.

Lynus’un Londra’ya yollan­

masının ertesi günü Sağmalcı­

lara gönderildim ve Güney’i bir

daha hiç göremedim”

ÖLÜM HÜCRESİ

Ahmet Kahraman’ın kita­

bından bir alıntı daha.. Güven

Şenml anlatıyor:

‘“Midesinden rahatsızdı. İz­

mit Cezaevi’nde yatarken,

teda-S

vi olması için cezaevi yönetimi­ ne, Adalet Bakanlığı’na başvur­ duk. Fakat olumlu bir sonuç ala­ madık. B unun üzerine Tabib

Odası'nı devreye soktuk. “Bir insan tutuklu ya da hü­ kümlü de olsa tedavi olma hak­ kına sahiptir. Kimse, devlet adına insanların bu hakkını elinden alamaz” dedik.

Tabib Odası uzun uğraşlar­

dan sonra, hastaneye kaldırıl­ masını başardı.

Onu İzmit’ten Çapa Tıp Fa­

kültesine getirmeyi başardık.

Fakat bir telaş, bir telaş... Akla durgunluk veren bir tedirginlik­ le önlem almışlardı. Yılmaz Gü-

ney’in içinde bulunduğu araba­

nın önünde ve arkasında es­ kort... Yüzlerce asker ve polis yolları tutmuştu. Gören Ameri­

ka Cumhurbaşkanı geçiyor sa­

nabilirdi. Hastane hastanenin çevresindeki yollar ve caddeler asker tarafından çevrildi. Yıl­

maz Güney, bu şekilde böyle ga­

rip bir korku ortamı içinde has­ taneye geldi. O gün muayene ve

tedavisini yapacak profesör bu­ lunamadı. Terör estirilip korku salınarak yaratılan havaya da cam sıkıldı.

Muayene bile olmadan ceza­ evine göre döndü”

12 Eylül darbesinden yakla­ şık dört ay sonra Aralık ayında

bir gece İmralı adasını sa­ vaş gemileriyle ablukaya aldılar. H ücum botlardan adaya çıkan askerler dağı, taşı, ağaçlıkları aram aya başladılar önce. Sonra Yıl­

maz Güney’in kulübesine

yönelip “operasyonu” ta­ m am ladılar. A skeri re ­ jimin, en büyük korkusu, can düşmam saydığı kitap­ tı. Bir yüzbaşı bir manga askerle Yılmaz Güney’in kulübesini bastı. Askerle­ rin ellerinde Amerikan ya­ pımı son model makinalı tüfekler vardı. Namlular

Yılmaz Güney’e dönük,

parm akları tetik tey d i.

“Ona karşı sert davrana­ caksınız” buyruğuna rağ­

men, erler gizli bir gülüm­ semeyle bakıyorlardı Yıl­

maz Güney’e. Hatta bir iki­

si, kaşla göz arasında ona yaklaşıp “Nasılsın Yılmaz

abi?” diye hatırını bile sor­

du.

Yüzbaşı kulübeyi didik didik aradı. Ele geçirdiği düşmanlan tuksak etti. Er­ lere buyruk verip yazı ve notları dışanya taşıttı. Yıl­

maz Güney, yüzünde kü­

çümseyen bir tebessümle kültür, sanat, bilim d üş­ manlığını, başka bir deyiş­ le “kitap imha operasyo­

nunu” izliyordu. Yüzbaşı “operasyonu” tam am lar­

ken öfke yüklü, kararlı bir sesle onu uyardı:

-Bakın yüzbaşı! Suç unsuru bulunsa bile sakın yazılarımın başına bir iş gelmeye.. Yoksa peşini bı­ rakmam!

Yüzbaşı durakladı. Yıl­

maz Güney’in yüzünde

meydan okuyan anlamı gö­ rünce olabildiğince yumu­ şak ve alttan alan bir sesle:

-Merak etmeyin Yılmaz bey. Kitaplarınız ve yazıla­ rınıza birşey olmayacaktır. Biz sanıldığı gibi kitap ve yazıla­ ra düşman değiliz.

-Umarım öyledir yüzbaşı

Operasyon Yılmaz Güney’e karşıydı. Sanki ada, onun ba­ ğımsız devleti ve top tüfekle sa­ vunacakmış gibi ablukaya alıp

(4)

b e k le n tile ri gerçekleşm edi. Mahkumlar arasında karşı koy­ ma direniş yaşanmadı. Askeri birlik “operasyonu” başarıyla tam am ladıktan sonra Yılmaz

Güney’e “Hazırlanın. Bizimle birlikte geleceksiniz” dediler. O

hazırlanıp valizini düzenlerken, 15 kişiyi daha ayırdılar. Yılmaz

Güney’le birlikte hücumbotlar­

dan birini aldılar. Kıştı. Kova­ dan dökülürcesine yağmur yağı­ yordu. Yılmaz Güney ve birbiri­ ne kelepçelenmiş mahkumlar, güvertede yağmur altında bek­ lediler.

Yılmaz Güney’in üstünde

paltosu vardı. Ama mahkumlar­ dan çoğu paltosuzdu. Islanmış­ lar titriyorlardı. Yüzbaşı hizaya sokulup, yağmur altında bekle­ tilen kelepçeli m ahkum ların önünde azametle volta atıyor onları seyrediyordu. Yüzbaşı, bir ara Yılmaz Güney’le kelepçe­ lenmiş Kenan Özcan’m önünde durdu. Gözü Yılmaz Güney’dey- di. Yılmaz Güney bakışının far­ kında değilmiş gibi ötelerde, ka­

ranlığın izine bakıyordu. Yüzba­ şı, Yılmaz Güney’i süzerken Ke­

nan Özcan’a sordu. -Senin suçun ne?

-Kan davası

-Bak ne güzel, adam gibi suçun varmış. Ne demeye ko­ m ünistlerin içine karışıyor­ sun?

Yılmaz Güney’eydi bu söz­

ler. Kendince, yakaladığı “tutsa­

ğı” aşağılıyor, hakaret ediyordu. Yılmaz Güney, gecenin egeme­

nini duymadı.

Gecenin tutsaklarından biri Yüzbaşı’ya:

-Çok üşüyoruz. Acaba bizi içeriye alamaz mısınız?

Yüzbaşı bu isteği duymadı. Yürüyüp gitti, Yılmaz Güney o zaman ricada bulunan mahku­ ma çıkıştı:

-Toplantılarımızda kaç ke­ re konuştuk. Parası olmayan­ dan borç, marhameti olmayan­ dan da merhamet dilenmez...

Yılmaz Güney ve 15 mahku­

mu hücum botla Mudanya’ya götürdüler. Mudanya düşman istilasına karşı hazırlık içindeymişçesine asker­ le doldurulmuştu. De­ niz kenarı, cadde ve so­ kaklara asker dizilmişti.

“Düşman” Yılmaz Gü- ney’di. Ona karşı önlem

alınmıştı. Kaçmasın ya da kaçırılmasın diye... Bir tek adama karşı bir ordu asker...

E rler Yılmaz Gü­

ney’i görünce gevşiyor,

ona gülüm süyorlardı. B azıları subaylardan gizli selam veriyor, hatı­ rını soruyordu. Yüzbaşı, erlerin Yılmaz Güney’e sempatiyle baktığım gö­ rünce öfkeleniyor, kü­ fürler yağdırıyordu.

-Ulan orospu çocuk­ ları, hiç mi artist gör­ mediniz?

Yılmaz Güney’i as­

keri kordon altında önünde arkasında es­ kortla M udanya’dan

Bursa cezaevine götür­

düler. Burada “dip hüc­

re” denilen zindana

koydular. “Dip hüc-

re”nin b ir adı da “ölüm h ü cresi”ydi.

Gözden çıkarılanların ölüme terk edilenle­ rin kapatıldığı bu hüc­ relerde lağımlar açık­ ta akıyordu. Lağımla beslenen kedi iriliğin­ de fareler dolanıyordu ortalıkta. İnsanın elin­ deki ekmeği kaçıran, korkusuz fareler.

Bursa zindanında,.,

günlerce lağım içindeki’ fareler arasında kaldı. S onra onu İsparta

Yarı Açık Cezaevi’ne

götürdüler.

Her vesileyle vur­ guladığımız gibi Yıl­

maz Güney bir kaba­

dayıydı. “Ölüm hücre­

sinde” fareler elinden

ekmeğini kaçırıp üs­ tüne saldırırken bile, düşmanca davranan­ lardan “aman” dile­ medi. Onlara yalvarıp

“Merhamet edin, be- ni bu fare yu­ vasından kur­

tarın” demedi.

S

Adana’nın Yüreğir ilçesine bağlı Ye­ nice K ö yü ’nde oturan Pütün ailesine 1937’nin 1 Nisan’ında nurtopu gibi bir misafir geliyordu. Anne Gül (G üle ) ile baba Hamit (Hamo), ailelerine katılan bu İlk misafire, başka bir deyişle bebeğe, “Yılmaz” adını veriyordu.

Aslen Siverek’in Desman Köyü’nden olan Hamit ile Cibran aşiretinin kızı olan Gül’ün, Yılmaz adını verdikleri bu bebek, gün geçtikçe serpilip, büyüyordu. Baba­ sıyla birlikte ırgatlık yapmaya başladı­ ğında daha ilkokula bile adım atmamıştı. Yılmaz, ilkokulu bitirip, orta okula başla­ dığı yıllarda sinemayla tanıştı ve ilk defa film seyretti. Daha sonra sokaklarda film panosu gezdirip, sinemadan sinemaya film taşıyarak harçlığını çıkarmaya baş­ ladı. Adana Erkek Lisesi’ne devam eder­ ken edebiyata merak sardı. Sürekli oku­ yordu. Liseyi 1956 yılında bitiren Yılmaz, Ankara Hukuk Fakültesine yazıldı. Çalı­ şarak okumak istiyordu ama iş bulama­ yınca Adana’ya döndü. Bir yıl sonra ce­ bindeki 150 lirayla İstanbul'a geldi.

Bu arada çeşitli yazılar yazan Yılmaz, bir yazısında dolayı 1.5 yıl hapis cezası­ na çarptırıldı. Bu onun ilk cezasıydı.

Daha sonra çalıştığı Dar Film şirketi, 1958 yılın d a se n a ryo su n u Y a şa r K e ­ mal’in yazdığı “Bu Vatanın Çocukları” filminde ona rol verdi. Film afişinde de ismi, Yılm az Pütün yerine “Yılm az G ü ­ n e y” yazıldı. Y ılm az, G ü n e y soyadını böyle aldı ve ölünceye kadar da değiştir­ meden taşıdı...

Güney, daha sonra biri siyasi su ç­ tan, diğeri cinayetten olmak üzere iki kez daha hapse düştü. Yılmaz Güney ce­ zaevindeyken de sinemayı bırakmadı. İçeride yazdığı senaryolar Güney Film’in yapımcılığında başka yönetmenler tara­ fından çekildi. Sürü, Yol, Endişe ve Düş­ man gibi. Ve bu filmler dünyanın dört bir yanında ödüller aldı büyük ilgi gördü.

1982’de cezaevinden kaçtı ve yurtdı- şına giderek Paris’e yerleşti. Orada da “Duvar” filmini yaptı. Ancak Yeşilçam’ın bu efsane ismi daha yaşının ve sanatının doruğundayken 9 Eylül 1984 tarihinde kansere yenik düştü. M ezarı P a ris’te “Ünlüler M ezarlığında bulunuyor.. Ünlü sanatçının 47 yıllık yaşamının 11 yılı ha­ pislerde geçti... ■

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Merkür, sabah gökyüzünde ve ay bafl›nda Günefl’e çok yak›n görü- nür konumda.. Do¤u ufku üzerinde bu- lunan gezegen, ilerleyen günlerde Gü- nefl’ten

腦部原發性腫瘤可分為惡性及良性,由其它部位轉移之腦部腫瘤則多為惡性,原發 性之惡性腦瘤及轉移之腦瘤則可稱為腦癌。

It was clear that the tissue response in group A revealed good biocompatibility.Otherwise, it was showed that there was no difference in weight loss until 12 weeks, and the

Onun için Atatürk her fanî gibi ölebilir, fakat, bütün dünyanın hür­.. met ettiği en büyük adam ancak bir kere

Two patients’ hearing losses were bilateral; so 30 ears of 28 patients were included in the study.. The degree of hearing loss ranged from mild to profound at the first

Yüksek polifenollü zeytinyağı, metabolik sendroma sebep olan risk faktör- lerinin ortaya çıkışında etkisi olduğu bilinen genlerin ifadesini olumlu yönde etkileyerek

İçerisinde küf mantarları bulunan bazı peynir türleri ile soya sosu gibi gıdaları sağlık tehdidi olmaksızın tüketme- miz küflü ekmek yemenin de zararsız

Rahmi Koç'un Şeref Başkanı seçildiği Koç Holding 39'uncu Olağan Genel Kurulu'ndayeni yönetim şu isimlerden oluştu: Mustafa Koç (Yö­ netim Kurulu Başkanı), Suna