C U M H U R İY E T
HABERLER
Fatoş Güney, Yılmaz Güney gerçeğini Cumhurlyet'e anlattı
4
Nihat Behram, Yılmaz 'ın kişiliğinde acımasızlığın, yalanın ve
olduğunu söyleyecek kadar ileri gidiyor
gaspın, yeteneğiyle iç içe
Karalamaların aslı yok...
J y T â " ~ j|| içcriyormuş. Yaptığı psikolo
ğ \ .. J f H İ ,. < "i tahlillerle, “YılmazGüney’Im
-Z- ^ - C n d i n i S 3 \U n 3 C clK
-endim savunacak
:* ** 3 s’J P ® « ' « İ B i P hasıvla < 11 ■ I i I i <*• i ir içedir” riiverdurumda olmayan, cevap
hakkı bulunmayan, artık
yaşamayan bir insan
hakkında konuşmak
hangi aydın namusuna,
hangi insan vicdanına
sığar acaba? Bunun
herkes farkında...
M
illiyet gazetesi tarafından “FirarındanÖlümüne Yılmaz Güney’in Sırla-
rı”başlığı altında Nihat Beh-
ram'ın yazı dizisinin yayımla
nacağı haberini ilk gördüğüm gün, buruk bir duygunun yüre ğimi kapladığını ve içimi ince den inceye bir tedirginliğin sar dığını duydum...
Nihat’ı, bizimle birlikte geçir diği günlerin deneylerinden ötü rü iyi tanırdım...
İnsanları yanlışlarından veya doğrularından ötürü topyekûn mahkum etmeye ya da yücelt meye her zaman karşıydım.
Nihat'ı da, geçen zor dönem lerde, kişiliğinden ya da Yıl- maz’a karşı ters düşen ve kop malarına neden olan kimi davra nışlarından ve fikirlerinden ötü rü hiçbir zaman eleştirmemiş, onun da kendi açısından Yıl- maz’a karşı kimi konularda hak lı olduğunu düşünmüş ve dost luk ilişkimizi hep sıcak tutmaya çalışmıştım.
Arşiv pazarlamacılığı
Daha birkaç hafta önce, onu Zürih’teki evinden aramıştım. Bana “askerlik konusunu” hâlâ çözemediği için Türkiye’ye dö- nemediğini uzun uzun anlattı. Ben de Yılmaz’ın ölümünün onuncu yılında vakfın çalışma larından. Yılmaz’ın kitaplarını yayımladığımızdan, film hafta ları düzenlemeyi amaçladığı mızdan ve daha bunun gibi gün lük sorunlardan söz ederek soh betimizi sürdürmüştüm...
Bana, ne Yılmaz’ın kaçışıyla ve sürgün dönemiyle ilgili yeni yazı dizisi hazırladığından, ne de kitap halinde bunu basmayı düşündüğünden as la söz etmemişti... Aradan birkaç gün geç mişti ki Almanya’ daki “Yılmaz Güney
Vakfı'na Destek Derneğindeki arkadaş
lar beni aradılar.
Köln. Hamburg. Berlin ve Stuttgart şe hirlerinde Yılmaz Güney'i anma gecele ri düzenlediklerini, katılıp katılmayacağı mı ve kimlerin katılmalarını istediğimi soruyorlardı...
Ben. kendilerini destekleyeceğimi söy leyerek onlara bir dizi de aydın çevrele rinden isimler önerdim. Bunların arasın da Nihat’ın da ismi vardı...
Birkaç gün sonra, aynı arkadaşlar beni yeniden aradılar...
Nihat Behram’ın kendilerini Zürih’e çağırdığını, gittiklerini. Nihat’ın önleri ne bir çanta dolusu Yılmaz’a ait mektup, resim, kaset ve kaçış filmini koyarak ken dilerine bunları satmayı teklif ettiğini ve astronomik bir ücret talep ettiğini, ayrıca gecelere katılmak için de aynı şekilde, ödeyemeyecekleri kadar yüksek bir para istediğini anlattılar...
Arkadaşlar son derece şaşkın ve kızgın dılar... “Elindeki böylesi belgeleri vakfa
arşivlenmesi için sermesi gerekirken bun ları pazarlamaya çahşmasını”bir tavır
ola-Ir 1WWI..,'
*
•» *V
”
mor
M : *
Yılmaz Güney ve asistanları ‘Duvar’ filminin setinde çalışıyorlar.
rak görüyorlardı ve bunu kamuoyuna yan sıtmak istiyorlardı...
Kendilerine böyle bir şey yapmamala rını, uzun vadede Nihat’ın ne yapacağını beklemenin daha doğru olacağını söyle yerek onları engelledim.
İşte aradan sadece on beş gün kadar bir zaman geçmişti ve Nihat elindeki hâzine yi demek ki Milliyet gazetesinde değer lendirmişti...
Bekleyecektim, izleyecektim. Yılmaz’ın ardından geçen 10 yıl bo yunca, ona karşı yapılan, yazılan bir sü rü yalan yanlış şeye karşı yaptığım gibi, sessizce izleyip kızgınlıklarımı ve küs künlüklerimi gizleyip yine hiçbir polemi ğe girmeyecektim.
Yaşamımızla, sürgün günleriyle ilgili anılarımı yayımlamak için bana yapılan “parlak” tekliflere rağmen nasıl on yıl boyunca sustuysam yine susacaktım.
Asılsız suçlamalar
“Yılmaz Güney”, eserleriyle ve müca delesiyle var olmuştu. Onu karalayacak her kalem, her yürek, eserlerinin pırıltısı karşısında sönüp kalacaktı...
Kişisel sansasyonları, çıkarları, zaafla rı. hainlikleri, kinleri, kıskançlıkları için de taşıyan “sözde dostluklar” kendilikle rinden açığa çıkacak ve hiçbir iz bırakma
dan kaybolup gideceklerdi. İşte böylesi duygularla Nihat’ın yazacaklarını bekle meye koyuldum...
Ancak, sezgilerim, Nihat’ın Yılmaz’la ilişkisine olan yakından tanıklığım, onun hiç de iyi olmayan şeyler yapacağını ve beni yaralayacağını bana düşündürüyor du...
Nitekim öyle de oldu...
“Daha önce konuşmak, aydın ahlakına sığmazdı” diyen Nihat, nedense onuncu
yılda konuşmayı kendisine hak ve namus kabul etmişti...
“Yirmi vıl boyunca arkadaşımdı” iddi
asıyla ortaya çıkıyordu... Oysa, yaşamı nın son on yılı hapiste geçen Yılmaz’ın yüzünü 1978 yılına kadar, 2 ya da 3 de- facık olsun görebilmiş bir kişiydi.
Ayrıca, “6 yıl şirketini yönettim” diyen Nihat’ın, Yılmaz’la birlikteliği, onun Tür kiye’den ayrılışının birkaç ay sonrasında, yani 1982 yılının ilk aylarında son bulu yordu. Yani, üç seneyi bile tamamlama yan ve yandan fazlası birkaç hapishane ziyaretiyle sınırlı bir ilişkiyi, Nihat. 20 yıllık bir dostluk çerçevesinde gösterme nin. Yılmaz konusunda anlatacaklannın doğruluk derecesini arttıracağını düşünü yor olsa gerekti!
Nihat’ın “çok geniş ve kapsamh”(!) ça lışması. kişiliğine de ışık tutma çabasını
Güney, ‘Duvar’ Filminin hapishane çekimleri için Fransa'da eski bir kiliseyi kullanmıştı.
ıçerıyormuş. Yaptığı psikolojik tahlillerle, “YılmazGüney’inde
hasıyla deliliği iç içedir” diyerek
işe başlıyor ve Yılmaz’m deha sından çok, neredeyse tımarha nelik bir deli oluşunu ve denge siz bir kişilik taşıdığı görüşünü ispatlamak için çırpmıyor.
Nihat, sayın dostumuz(!) Ya
şar Kemal’in de Yılmaz’la ilgili “Kum üstünde şaton olacağına, taş üstünde kulüben olsun” tü
ründeki nitelemesine yürekten katılıyor ve Cannes Festiva- li’ndeki başarısını gölgelemek için, belli çevrelerin kasıtlı kara lamalarını, aşağılamalarını bile geride bırakıyordu...
Büyük bir sorumsuzluk örne ğiyle, yurtdışmda bize yardımda bulunmuş birçok önemli kişinin isimlerini vererek bize güvenen,’ gizli kalacağına inanarak, güçle rini, özel ilişkilerini zorlayarak, bizimle destek ve dayanışma gösteren önemli menülerdeki dostların isimlerini açıklıyor; gizli kalacağı konusunda veril miş sözleri, birtakım değerleri çiğneyerek pervasızca harca maktan çekinmiyordu.
Böylece Yılmaz’m öleceğini bildiği halde bile, hiçbir zaman açıklamadığı şeyleri kendisi açıklayarak onu, “kolaylıkla in
sanları harcayan” biri olarak ilan
etmeye de sıkılmıyordu...
Ödünsüz bir yaşam
Nihat, gemi iyice azıya alıyor du.
Kişiliğinde acımasızlığın, nan körlüğün, yalanın ve hatta gaspın ve de ilkelliğin, üstün yeteneğiy le iç içe olduğunu söyleyecek ka dar ileriye gidebiliyordu.
Hayatı boyunca “gülümseye
rek el koymuş” dediği Yılmaz’ın
hayatı ise fırtınalı denizlerde bin- bir zorlukla boğuşarak, göze gö rünen görünmeyen binbir türlü canavarla çarpışarak dişle tırnak la kazanılmış ve tüm yok edilme çabalarına karşın ayakta dimdik kalabilmiş; şana, şöhrete ve pa raya rağmen insanlık onurundan asla taviz vermemiş bir hayattı...
Yılmaz, “Sanat, topluma ışık
tutmaktır; sanatçı, çağının ve ül kesinin tanığıdır” diyerek kamerasını ve
kalemini ülkesindeki baskılara, eşitsiz liklere, haksızlıklara karşı acımasız bir si lah olarak kullanmıştı.
Filmlerinde insan temasını işlerken onun derinliklerine inebilen ve insancıl lığın kılcal damarlarına kadar ulaşabilen
“gözlemci-irdeleyici” ve “hümanist ya nıyla”, Türkiye koşullarındaki ilkel sine
ma tekniğine rağmen insanlığa mesajını ulaştırabilmişti.
Ne tuhaftır ki Nihat ise hastalığı ilerle dikçe daha insancıllaşanf!) bir Yılmaz Güney’den söz ediyordu.
Sinsice bir üslup__________ ___
Nihat’ın, iyi hatırlamadığı(l) şeylerden birisi de, Yılmaz’m Avrupa’da adını du yurduğu tarihti. Nihat’ın, “kendi çabala
rıyla” tanıtmayı başardığını söylediği Yıl
maz. 1971 yılında, Cannes Film Festiva- li’nin Genç Yönetmenler bölümüne
“Umut” filmiyle katılmıştı.
Ve daha sonraları dünya sinema klasik leri arasında yer alacak olan “Umut”, Pa ris sinemalarında ve diğer Avrupa ülke lerinde gösterilmiş ve eleştirmenler tara fından övgüyle ödüllendirilmişti.
Ve de 1976 yılında, “Yılmaz Güney” Paris’teki “Dünya Sinema Müzesi”nde seçkin yerini almış, “Ağıt” filmiyle tem
sil edilerek kendisine önemli bir köşe ayrılmıştı... Evet, bir za manlar dostumuz olduğunu id dia eden Nihat Behram; sinsice bir üslupla, olanları kendine mal edişi, yorumlayışı, sübjektif ve tek yanlı bakışıyla, Yılmaz’ın kendi dar sınırlan içinde oyna mayı kabul etmeyişine duyduğu tepkinin hazımsızlığını sergili yor.
Hiçbir dil bilmediği ve Avru pa ülkelerinde hiçbir ilişkisi ol madığı halde, Yılmaz’ın Türki ye’den aynlışını kendisinin plan layıp programladığından; nasıl
“tek adam” olduğuna, bir siyasi
mücadele yöntemi olarak değil de “yalnız kaldığı için” radyo ya yını yapmak istediğine; son dö nemlerinde düşüş gösterdiğin den, nasıl işsiz kaldığına kadar uzanan gerçek dışı bir senaryoy la ortaya çıkıyor.
Ancak senaryosu kötü ve başa rısız. Kendini savunacak durum da olmayan, cevap hakkı bulun mayan. artık yaşamayan bir insan hakkında konuşmak hangi aydın namusuna, hangi insan vicdanı na sığar acaba?
Bunun herkes farkında... Nihat Behram. yalnızca Yıl- maz'la ilgili açıklamalarıyla kal mıyor, onun zor günlerinde ya nında olan arkadaşlarıyla ilgili kızgınlıkla yazdığı mektupları da açığa çıkararak onları kamu oyunda zor durumlara düşürü yordu.
Yarın: Behram'a diyorum ki:
Ben daha ölmedim
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi