• Sonuç bulunamadı

BBC, geçmişten portreler adlı dizi programın bir bölümünü de Atatürk'e ayırmıştı...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "BBC, geçmişten portreler adlı dizi programın bir bölümünü de Atatürk'e ayırmıştı..."

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

«Tarihin büyük devrimcilerinden

hiçbiri hatta Robespierre,

Cromwell ve Lenin dahi onun kadar

ileri gitmeye cesaret edememişlerdi»

ııTÜRKLCR

CEHENNEM

E

SÖZÜNÜ,

O uTÜRKİYE TÜRKLERİNDİR»

DEYİMİNE DÖNÜŞTÜRDÜ

A

TATÜRK, ülkesinde daha Cum­

huriyet yönetimini gerçekleştir­ meden önce, dünya basınında adı sık sık geçen bir askerdi, örneğin Time dergisi 24 mart 1923’te onu kapak konusu yaparken, dört gün sonra da Ingiltere’nin Punch dergisi onunla ilgili bir karikatürü yayınlıyordu.

Time dergisi, Avrupa’nın daha sonra ilgiyle izlenecek dört liderinden biri olan Atatürk’ü o zaman şöyle tanımlıyordu:

— “AvrupalIların, “ Türkler cehenne­ me lâyıktır” atasözünü “ Türkiye Türkle- rindir” deyimine dönüştüren insan Mus­ tafa Kemal’dir ve bu deyim onun politi­ kasında temel ilke olmuştur.

... Kemal, türlü iftiralarla dolu bir potadan lekesiz bir isimle çıkmıştır, vahşi bir acımasızlıkla, ülkesinin ulusal sınırları dışında doğduğu için “ Yabancı” olmakla suçlanmış ve ham diye nitelen­ miştir. Gerçekte o saf :.an Türktür ve bütün dünyaya çağdaş Türkiye’nin hayat kıvılcımı olduğunu kanıtlamıştır.

Mükemmel bir profesyonel asker olan Mustafa Kemal, başına konan defne tacını, zaferle kazanmıştır.

Profesör Arnold Toynbee, “ Türkiye ve Yunanistan'da Batılılaşma Sorunu" adlı kitabında onun için şöyle demektedir:

— “ O kişisel girişimleriyle Türklerin Anadolu’da, daha iyi bir dünya bekleme­ den kendi kendilerinin “ efendisi” olabi­ leceğini ve yaşamak için ulusal bir savaşı göze alabileceklerini belgelemiş­ tir. Mustafa Kemal, kuşkusuz çağımızın büyüklerinden biridir.”

YAZISI 2. SAYFADA

Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki, o büyük dâhi çağımızda Türk ulusuna nasiboldu. M u sta fa K em al’in dehasm a karşı elden ne gelirdi?

LLO YD G EO R G E

İNGİLİZ BAŞBAKANI

★ Ben şim diye kadar on beş hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmî konuşmalar yaptım . Bu geceki kadar ezildiğimi hatır­ lamıyorum.

M u stafa K em a l’de büyük bir ruh kudretinin esrarı var. (1922)

SIR CH ARLES TO W N SH EN D

İNGİLİZ GENERALİ

★ Savaşta Türkiye’y i kurta­ ran, savaştan sonra da Türk ulusunu yeniden dirilten A t a ­ türk’ün ölümü, yalnız yurdu için değil, A vru p a için de en büyük kayıptır.

Her sım f halkın O ’nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türkiye’nin A t a ’sm a lâyık bir ilgiden başka bir şey değildir.

W IN STO N CHURCHILL

İNGİLİZ BAŞBAKANI

“ Sert, dayanıklı ve mücadeleci. Bence harika bir subay. Kelimenin tam m anasıyla

mükemmel bir yönetici. ’ ’

V O N SO N D ERS

ALMAN GENERALİ,

★ Fransa, kendisine pek çok dostluk belirtileri gösterm iş olan bu büyük adamın anısını daima canlı tutacaktır.

ED O U A RD D A LA D IER

(2)

Y A B A N C I G Ö Z Ü Y L E ATATÜRK,

aTARİHİN BÜYÜK DEVRİMCİLERİNDEN

HİÇBİRİ H A TTA CROMWELL, ROBESPİERRE

VE LENİN DAHİ ONUN KADAR İLERİ

GİTM EYE CESARET EDEMEMİŞLERDİ

ıı

1977 yılında Brüksel'de Belçika barosunda düzenlenen «Atatürk» seminerinde ünlü bir düşünür olan Paul-Andre Mussche, şu dikkate değer konuşmayı yapmıştı

" I / 1 ET O ilkbabarı- Konstantiniye düştü. I f c J . r J O 11- Mebmet siyah Arap atının

üstünde 400 bine yakın askeri­ nin önünde kente girdi. Sonra da atını Jüstin- yen Kilisesi’ne doğru dört nala sürdü. Burada Tanrının zaferini, Hıristiyanlığın sonunu haykıracaktı.

Artık, Doğu’da OsmanlI İmparatorluğu başkentini bulmuştu. Batı’da Orta Çağ’ın bittiği yeni bir devrin başladığı açıklandı.

Daha sonra, Yavuz Selim, Mısır seferinden “ Emir-ül-Müminin” ünvanı ile Mekke ve Medi­ ne gibi kutsal kentlerin koruyucusu olarak döndü. Yavuz’dan sonra tahta geçen Muhte­ şem Süleyman, hem sultan hem de halifeydi.

Türk İmparatorluğu, Konstantiniye’nin fet­ hinden 65 yıl sonra doruğa ulaşmıştı. Tuna- dan, Fırat’a, Atlas Okyanusu’ndan Kafkas­ ya’ya uzanıyordu.

Yirmiye yakın değişik ırk ve din, gerçekten tutarsız bileşim içinde olağanüstü boyutlara ulaşan bir bilmecede kaynaşmaya çalışıyor­ du. Bu, Büyük İskender Imparatorluğu’nun dengesizliğine benziyordu.

“ Her ulusun belirli bir sonu vardır, Hiçbir ulus

Yok olma zamanını belirleyen

Son dakikayı ne öne, ne geriye alabilir...”

İmparatorluğun eriyişi tam bir can çekiş­ meydi. Hastalık 1571’de Inebahtı deniz savaşıyla başlamıştı. Ancak, II. Selim’den sonra tahta geçen acımasız ve eğlence düşkünü sultanlar çöküşü daha da hızlandıra­ caklardı... örneğin, II. Mahmut, OsmanlI ordusunun simgesi sayılan Yeniçerileri orta­ dan kaldırdı. Sadece bir günde, hem de bir öğleden sonra yedi bine yakın Yeniçeriyi öl­ dürerek (1).

” U yanın a r tık " diye bağırdı. Ülkemizin ateşler içinde olduğunu

görmüyor musunuz? Ülkemizi sömürücülerden, vampirlerden ve

yağm a etmeye çalışanlardan kurtarm alıyız."

# İM P A R A T O R LU Ğ U N SO N U

İm paratorluğun çöküşünde kuşkusuz

“ ulusçuluk virüsünün” de etkisi önemliydi.

Üstelik 1840’dan sonra devlet hâzinesinin durumu hiç de parlak değildi. Ekonomi başı­ bozukluk içindeydi. OsmanlI borçları, ağzı açık bir kuyuya benziyordu. Büyük borç- veri­ ciler diye tanınan Fransa, Almanya, Ingiltere, Avusturya ve Rusya can çekişen hastanın ba­ şına üşüşmüşlerdi. Bankaların, tren yollarının, maden ve orman işletmelerinin tümü yabancı­ lar tarafından kurulmuş ve çalıştırılıyordu.

Sultanın kasasına giremeyen gelirler, doğ­ ruca Londra bankalarına veya Paris, Viyana yahut Berlin’e transfer oluyordu. Böylece

“ koskocaman bir vampir” evrensel bir kapita­

lizm, OsmanlI Imparatorluğu’nun kanını emi­ yordu” (2).

1822’de Sakız Adası katliamından sonra, Yunanlıların yükselişi görülür. Bunu Romen- lerin, Sırpların ve Bulgarların uyanışı izler. In­ giltere, Fransa ve İtalya da Akdeniz'in en önemli adalarına el koymaya başlardı (3).

İmparatorluğun özü Anadolu köylüsüdür ve ülkenin tüm sorunları da, onlara dayanır.

“ Toprak ekilmiş” diye yazar André Gide, “ Ekilmiş amma, ekenler nerede?” diye sorar

ardından. Ve şöyle ekler:

“ — Öylesine uzaktalar ki... Ülkede insanla­ rın tümü ya kaygı ya da umutlanarak biraraya gelirler. Evet her şey yozlaşmıştır artık Türkiye’de. Saptırılmıştır, aldatılmıştır. Türki­ ye’de doğru dürüst, sağlam ve temiz ne varsa dışarıdan gelmektedir” (4).

Askere gelince, o da yaşamaktan o denli usanmıştır ki, ölüm korkusunu bile unutmuş­ tur.

“ Zafer kazanmaktan yoksun donanma, Bo- ğaz’ın ve Haliç’in kirli sularında dolanıp durmaktadır” (5).

Lawrance d’Arabie Türk askerini şöyle tanımlar:

Bir köy çocuğu olan Türk askeri yazgı­ sına koşulsuz boyun eğer. Ne üstün niteliğini ne de eksikliğini gösterir. Başıboş bırakıldığı zaman da olduğu yere çöker. Emre itaatkâr­ dır” (6).

Askerlerin kişisel karardan yoksun olması onlara “ örnek asker” niteliği kazandırmıştır.

Dünyanın en güvenilir, en dayanıklı, en uysal ve en yorulmayan askeri Türklerdir.

Sultana gelince: Bir yandan kendini düşünüyor, öte yandan da halkının acıklı du­ rumunu görüyordu. Öyle ki, “ Yabancılar

önünde her şeyi kabulleniyor, boyun eğiyor, tüm olayiarı hoş görüyor ve tüm ödünleri veri­ yordu” (7).

Rusya, İstanbul’u ülkesine katma düşün­ deydi. Ingiltere de buna kesinlikle karşıydı. Londra, Hindistan'a giden baharat yoluna, Şam, Bağdat ve Tahran üzerinden geçen yola egemen olmak istiyordu. St. Petersburg ile Berlin de bunu onaylamıyordu.

İtalya, Sicilya ve Yunanistan’a göz dikmişti. Bu da Suriye’yi amaçlayan Fransa’nın planla­ rını bozuyordu. Ermenistan, Kürdistan Musul ve Kuveyt Emirlikleri ise AvrupalIların sür­ tüşme ve tartışma sorunlarıydı. Bu durumda en uygun strateji Osmanlı İmparatorluğumu yaşatmaktı.

işte bu dönemde Kızılsultan Abdülhamid Boğaziçi’ndeki sarayında, yabancıları birbiri­ ne düşürmeye çalışıy ve böylece zaman kazanacağını sanıyordu. Ancak hasta adamın ateşi gitgide yükseliyordu. Sözde doktor olan düşmanlarının eline düşmesine pek bir şey kalmamıştı. Felâketin eşiğinde ölümün pen­ çesine takılmak üzereydi.

# M U STA FA 'N IN D O Ğ U Ş U

Selanik 1 881... Mustafanın doğuşu...

Ana ve babası sıradan bir Türk ailesiydi. Mustafa hırçın bir çocuktu. Hırçınlığı bazen sinir gözyaşlarıyla bastırılırdı. Bazı geceler sabaha kadar uyuyamazdı. Böyle gecelerde annesi de onun baş ucundan ayrılmazdı.

Ergenlik çağına geldiği zaman, sessiz bir çocuk olmuştu. Kimseyle yakın ilişki kurmu­ yordu. Sessizliği hastalık düzeyindeydi. Azar­ landığı zaman gözlerinde hırçın bir ışık yanıp sönerdi. Geleceği ne olacaktı? Babası tüccar, annesi din adamı olmasını istiyordu. Ve medreseye gönderildi.

12 yaşına geldiği zaman babası öldü. An­ nesi çocuğuyla birlikte Selanik’e birkaç kilo­ metre uzakta, Laz Hasan’da oturan amcasının yanına gitti.

Orada ahırları temizledi, hayvanları otlattı. Kır yaşamı onu daha sert ve hırçın yapmıştı. Annesine bile danışmadan askerî okula yazıl­ dı. Matematiğe ve yabancı dillere yatkınlığı onu sınıfının en iyi öğrencisi yapmıştı.

1897 yılındayız. Mustafa 16 yaşında ve manastır askeri okulundadır. Bu sırada Yu­ nanlılar Girit’te bağımsızlık savaşı açmış, OsmanlIlar da Rumeli’de onlara karşı yürüyü­ şe geçmişti.

Mustafa Manastır’da devrim düşleri görme­ ye başladı. Yönetimi ele almayı, başkente

yürümeyi ve sultanı devirmeyi düşlüyordu. Voltaire, Rousseau ve Stuart M ill’in eftono- mi-politik kitaplarını okuyordu. Kışlanın yatakhanesindeki masalara çıkar;

Uyanın artık” diye bağırırdı. Ülkemizin ateşler içinde olduğunu görmüyor musunuz? Ülkemizi sömürücülerden, vampirlerden ve yağma etmeye çalışanlardan kurtarmalıyız.”

21 yaşında İstanbul’a, harp okuluna gide­ cekti. Böylece doğduğu yeri ve gençlik yılla­ rını geride bırakıyordu. Bugüne dek üç ayrı kişiliği olmuştu: Laz Hasan’da köylü çocuğu, Selanik’de asker ve Manastır’da devrimci...

Bu üç ayrı kişilik onun gerçek karakterini oluşturuyordu. Kendi amaçları ve hedefleri vardı. Hepsi bir araya gelince şaşırtıcı bir üçlü bileşim çıkıyordu.

Osm anlı evlerinden altı yüz yıl daha eski bir hükümdarlık sona

eriyordu. T ıpkı asırlık bir çınar ağacının bir m ayıs günü kupkuru

yapraksız devrilmesi g ib i... A ncak ağacm çevresi alabüdiğine ormanlık ve yeşüliklerle doluydu.

İstanbul’a gün ağırırken girdi. Biraz sonra alışılagelmiş sesler duyulmaya başladı. Mü­ ezzinlerin ezan sesi, sucuların şikâyetçi inil­ tisi, hacıyağı satıcılarının etkileyici, kandırıcı konuşmaları... Şehire girince insanın burnu­ na yağ, safran, şurup, limon, incir, deri, çiçek, acı badem, fıstık ve kimyon kokuları geliyordu. Sokak yavaş yavaş canlanıyordu. Her zaman güzel olan bir kadının binbir gece­ sinden birinden uyanışını andırıyordu.

Mustafa günlerce, Beyoğlu’nda, Galata’da ve Haliç’de dolaştı. Bu yöreler, Doğu ile Batı arasında, boydan boya uzanan bir kolyedeki kıymetli taşlar gibi sıralanmış küçük kayık­ larıyla ayrı bir güzellik yaratıyordu. Bu küçük kayıklar Odesa, İzmir, Pire, Beyrut ve Italyan limanlarından gelen kocaman ticaret gemile­ rinin arasında kayboluveriyorlardı.

Mustafa 24 yaşında yüzbaşı oldu.

Istanbu onu heyecanlı bir devrimci olarak tanıyordu. Burada yeni tanıdığı pek çok subay onun gibi düşünüyordu. Şaşırmıştı. Devrimci bir topluluğun var olduğunu anlamıştı. Bu topluluk kendilerine “ Patrie” adını vermek istemişti. Ancak bu kelime Türkçe olmadığı için Arapça kökenli “ Vatan” kelimesini kulla­ nıyorlardı.

Bu örgütün üyeleri sultanı devirmek ve Av­ rupa’daki gibi parlamenter rejim kurmak için and içmişlerdi. Mustafa hareketin başına geç­ ti. Ancak sultanın halifeleri örgülü ve Musta­ fa’yı saptadılar. Onu derhal yakalayarak tu­ tukladılar.

Mustafa birkaç hafta hapiste kaldı, sonra da Şam’a sürüldü. Bu kez bütün tehlikeleri göze alarak “ Vatan” örgütünün Şam şubesini kurdu.

Mustafa’nın Şam sürgünü uzun sürdü. 1907’de kendi isteğiyle 3. Ordu’ya atandı. Fakat kıtaya değil, Selanik’te Genelkurmay’a verildi.

Selanik’te başka bir devrimci grup vardı.

“ İttihat ve Terakki- Birlik ve Gelişme” adlı par­

tinin parolası “ Yeni Turan” dı. Jön Türkler diye tanınan bu grubu, Yahudi, Fransız ve Mason dernekleri oluşturuyordu. Localarında da ı genellikle Bulgaristan’da Yunanistan’da, Rus­

ya’da, Almanya’da ve Çin’de devrim yapmak isteyen vatansızlar bulunuyordu. Mustafa Ke­ mal’in gözünde bunlar, Türklerin sorunlarına önem bile vermiyorlardı.

“ Vatan” örgütünde bulunuşundan ötürü

onu da aralarına aldılar. Böylece Jön Türkler’e katıldı, Enver, Cemal, Cavid, Niyazi ve Talat’ı yakından gözlemeye başladı. Ama onlara karşıt oldu. Bu gurubun, en parlağı, en güç- lüsü ve en beceriklisi görünürde Enver Pa- şa’ydı.

# 19 0 8 İHTİLALİ

1908 ilkbaharında Enver Paşa’nın yöneti­ minde ihtilal oldu. Başarılı sayıldı. Batı ülke­ lerin örnekleri üzerinden yeni anayasa hazır­ landı. Jön Türkler etkili durumdaydı ama, bu güdük bir başarıydı. Abdülhamid’in sürdü­ ğü eski politikacılar, prensler, eski sadrazam­ lar, bakanlar ve çeşitli aşamadaki memurların sızdığı bir parlamento oluşmuştu. Bunlar par­ lamentonun kanına girdiler. Yunanlı tüccarlar bile vardı aralarında.

Enver, Talat ve Cemal paşalar 500 milyon lira para bastılar ve tüm kapılarını Almanya’ya açtılar. Almanlar, Türk ordusunun bu paralar­ la yeni baştan düzenleyecekti.

Almanya 1911’de Rusya ile gizli bir anlaşma imzaladı. Yakındoğu’yu ikiye bölerek aralarında paylaşıyorlardı. Iran ve

(3)

Ermenistan, Rusya’ya, Anadolu ve Mezapo- tamya da Almanların payına düşüyordu.

Büyük devletlerl908 ihtilalinin ardından çı­ kan karışıklıktan yararlanarak bir araya geli­ yordu. Ingiltere’nin desteklediği Yunanistan sorununu yineledi. Rusya’nın koruduğu Bul­ garistan bağımsızlığını istedi. İtalya Libya’yı kuşattı.

1912’de Karadağ’da (Yugoslavya) isyan çık­ tı. Balkanlardaki tüm Hıristiyan güçler onlarla birleşti. Türkler her sınır kapısında savaştılar ve Edirne’de ard arda 3 ayrı savaş yapıldı.

2 Ağustos 1914’de ilk Dünya Savaşı patladı. Almanya, Türkiye’ye kesinlikle el koymuştu artık. Almanlara ve Enver Paşa’ya her fırsatta karşı çıkan Mustafa Kemal, Sofya'ya askeri ataşe olarak sürüldü.

t

# VE Ç A N A K K A L E

Şubat 191 5 , kemal, Liman von Sanders’in yönetimindeydi. General onun için şöyle diyordu:

Sert, dayanıklı ve mücadelesi. Bence harika bir subay. Kelimenin tam manasıyla mükemmel bir yönetici...”

... Ve Çanakkale, Churchill’e göre savasın kilit noktası burasıdır. Çanakkale alınınca İs­ tanbul mutlaka teslim olacaktır.

Mustafa Kemal 19. bölüğün başında, bir jandarma taburunu da yanına alarak biri 25, diğeri 16 bin kişilik iki güçlü orduya kafa tuttu ve “ Çanakkale Fatihi” oldu.

Artık paşa olmuştu. Önce Kafkasya'daki 16. ordunun başına, ardından da Diyarbakır’­ daki 2. ordunun kumandanlığına getirildi. Bu­ rada Kemalist devrimde büyük rol oynayacak iki kişiyle tanıştı. General Kâzım Karabekir ve ileride hem sağ kolu hem de halefi olpcak Albay İsmet.

Bu sırada, Ingiltere’nin önce desteğini alan, sonrada ihanetine uğrayan Ermenistan, bağımsızlığa kavuşmak ümidiyle Türklerin karşısına dikiliyordu. Kanlı savaşlar birbirini izledi. Çok kan döküldü. Türklerle, Ermeniler arasında çok eskilere dayanan anlatılmaz bir kin vardı. Kemal bu savaşlara katılmadı, çünkü İstanbul’a dönme emri almıştı.

Enver, kendisini sürekli tedirgin bırakan bu adamla arasına mesafe koymak için onu Prens Vahdettin’le birlikte Berlin’e göndere­ cekti. Yolculuktan iki gün önce, Mustafa Kemal prensle tanışmak için Yıldız Sarayı'na gitti. Kendisini tozlu duvar kaplamalarının, 'eski bibloların, bulunduğu büyük bir salona aldılar ( 8). Göz kamaştıran giysileri, kıymetli mücevherleriyle prens içeriye girdi.

“ - Prens 60 yaşlarındaydı. Kemikli yüzlü, zayıf iradeli olduğu izlenimini veriyordu. Çok yorgunmuş gibi gözlerini sürekli kırpıyordu. Kendisine söylenenleri cevaplamak istediği zaman da lütfedip, yavaşça aralıyordu. Zor­ lukla ağızından birkaç kelime çıkıyor, sonra yine uykulu ve baygın haline dönüyordu.”

Mustafa Kemal, bir prense lâyık olmayan bu karşılaşmadan sonra, onun yarı akıllı olduğu kanısına vardı. Yolculuk günü prens vagonun penceresinden halkının sevgi göste­ rilerini seyretti. Sonra Kemal’in yanına gel­ mesini buyurdu. Mustafa vagona girdiği zaman prenste büyük ve ani bir değişme, gör­ dü. Bakışları canlanmış, seri hareketlerle dik­ kati çekiyordu. Konuşması, anlatış tarzı bir zerafet, incelik kazanmıştı. Vahdettin, 60 yıl amcası Abdülhamid’in sürekli baskısı altında bir saray hayatı yaşamıştı. Bu baskıyı azalt­ mak için yarı-akıllı rolü oynadığı düşünülebi­ lirdi.

Bu büyük değişiklik karşısında şaşıran Mustafa Kemal ona içini döktü. Prensi Al­ manların bozguna uğramasının kaçınılmaz ol­ duğuna iknaya çalıştı. Hatta prensin 5. or­ dunun başına geçmesini bile önerdi. Mustafa Kemal’in bu açık sözlülüğü prensin ona karşı daha tedbirli olmasına yol açtı.

3 Temmuz 1919 Sultan V. Mehmet ölünce, Prens Vahdettin VI. Mehmet adıyla tahta geçti. VI. Mehmet’le Mustafa Kemal arasında önce gerçek bir hayranlık ve karşılıklı dostluk olduysa da bu duygular ardından güvensizliğe, düşmanlığa ve ölesiye bir kavgaya dönüşe­ cekti.

Yeni Sultan, Mustafa Kemal’i Suriye cephe­ sine göndermekle işe başladı. 1918’de Birinci Dünya Savaşı, sultan ve müttefik devletler arasında imzalanan, Mondros Silahları Bırak­ ma Anlaşması’vla sonuçlandı. Düşman her- şeye el koydu. Ingiliz savaş gemileri Boğaz’a demir attılar ve İngiliz askerleri kenti işgâl et­ tiler.

Yeni bir hükümet kurulmuştu. Bu kabinede Mustafa Kemal’in arkadaşları da görev almış­ lardı. Suriye’den dönen Mustafa Kemal ordu- suz, emekliye ayrılmış bir general gibiydib Yeni hükümette kendisine uygun bir görev

aramaya başladı ama, hep olumsuz yanıtlar aldı.

Sultan, Mustafa Kemal’den kurtulmak için onu “ Askerî Müfettiş” olarak Samsun’a gön­ derdi. Aynı günlerde de Yunanlılar, İzmir’e çıktılar.

Sultan istemeden, bilmeden Anadolu Türk­ lerine gerçek bir lider göndermişti. Mustafa Kemal çevredeki gurupları silahlardan arın­ dırmak yerine, silahlandırdı. Amasya’da üst­ lendi ve bölgedeki askeri şefleri topladı. Onlara son dürumu anlattı.

Türkiye’de günden güne gerginlik artıyor­ du. Batıda Yunanlılarla, doğuda da Erme­ nilerle gergin bir hava yaratılmıştı. Paris’te, Ermeni devletinin kurulması kararlaştırılmış, yeni devlete Türk topraklarının bir kısmının da verilmesi uygun görülmüştü.

Kemal, komutanlara ordunun yeniden örgütlenmesi için emir veriyor, yeni silah depoları hazırlanmasını ve çetecilerin asker olarak yetiştirilmesini istiyordu. Kararlılığı, heyecanı ve iradesiyle dikkati çekiyordu.

Sultan bu girişimleri öğrendiği zaman sinir krizleri geçirdi. Kemal’in general rütbesini geri aldı ve girişimlerini durdurmasını istedi.

Fakat Kemal. Sivas Kongresi’ni toplamış, askeri şefler kendisine güvencelerini bildir­

mişlerdi. ______

İlk Ingilizler'in Haliç’e varışı

—Kladderadatsch- Alman dergisi —

VI. Mehmet, olayların gelişmesini durdu­ ramayacağını anlayınca, taraftarlarını kışkır­ tarak kongrenin toplandığı Sivas’a yürümele­ rini istedi. İşte o zaman tam bir panik oldu. Mustafa Kemal iki piyade alayının başına geçerek Malatya’ya hareket etti ve bunları bozguna uğrattı.

Bu gerçek bir başarıydı. Sivas Kongresi bir yönetim kurulu seçti ve başına da Kemal’i getirdi. Bu kurul daha sonra geçici hükümet şekline dönüşecekti.

27 Aralık 1919’da Sivas Kongresi merkezini Ankara'ya taşıdı.

Çaresiz kalan sultan, bu kez ihanete baş­ vurdu. Gizlice Ingiltere ile anlaştı. Sivas Kongresi’nde, ortaya atılan ilkeleri benimse­ miş görünerek, İstanbul’da kongre toplan­ masını istedi.

Ingiltere de bu sırada zaman kazanmış ve İstanbul’a yüz bin asker çıkartmıştı. Millî Savunma Bakanını da oyalayarak, İstanbul’­ daki geçici hükümeti dağıtarak 150 milletve­ kili sürgüne göndermeyi denedi.

Sultan açıkça düşmanın tarafına geçmişti. Kemal yeni bir seçim yaparak milletvekille­ rini bu kez Ankara’ya topladı ve Büyük Millet Meclisi’ni kurdu.

Sultan da ruhanî gücünden yararlanarak devrimcilere karşı çıkacak bir ordu kurdu. Bu iç savaşın başlangıcıydı.

Türk halkı, gücünün bittiğini seçimlerde ortaya koym uştu. Ç ok

sayıda küçük partüerden oluşan yeni meclis zor durumda kalınca yine M u stafa K e m a l’in kapışım

çaldı.

Kısa ürede iç savaş felâketine dışa dönük savaşlar eklendi. Doğuda Ermeniler kendile­ rine vaad edilen toprakları almak için Türkiye’­ ye sazıyordu. Güneydoğuda Kürtler ayaklan­ mışlardı. Güneyde Fransız’lar Adana’ya sar­ kıyordu. Batıda ise, Yunanlılar, köyleri yakı­ yor, halkı öldürüyor ve kadınlara işkence yaparak içlere doğru ilerliyordu.

Sevr Anlaşması’nın koşulları da artık belirlenmişti. Ermenistan’ın bağımsızlığı,

başta gelen koşuldu

Fransızlar Güney Ynadolu’yu ve Adana’yı Fransızlarla paylaşıyor, Yunanlılar da İzmir başta olmak üzere Doğu Trakya, Ege Adaları, Edirne ve Geliboluyu egemenliği altına alıyorlardı.

0 SU LTA N IN İH AN ETİ V E Y A

TAM BİR K E P A Z E L İK

Türklere kalan topraklar ise askerden arınacak ve uluslararası bir kurulun deneti­ minde olacaktı. Bu da Ankara’nın çevresini saran 120 bin kilometrelik çorak toprak parçasıydı.

10 ağustos 1920’de VI. Sultan Mehmet’in vekilleri Türkiye’nin çöküşünü hazırlayan bu anlaşmayı imzaladılar. OsmanlI İmparatorlu­ ğunun kalıntı ve yıkıntıları artık dünyanın dört yanına dağılıyordu.

Haber Ankara’ya ulaştı.

Yıldırımla vurulmuşa dönen Mustafa Ke­ mal, yaralı, yıkık ve gururu kırılmış halkını silahlanmaya çağırdı. Olaylar, felâketler, mantık onu harekete geçmeye zorluyordu. Artık tüm ülke yürüyordu. Sultan’ın devrimci­ lere karşıkurduğu güçler de kendiliğinden erimeye başladı, dağıldı, yok oldu. Ulsçu duygular, onların hanedana bağlılıklarından üstün gelmişti.

Kâzım Karabekir Paşa, Ermenileri aman­ sızca geri püskürttü. Rusya, Türkiye’ye saldırmayı Ermenilere silah vererek kolaylaş­ tırmak istemişti. Kürtlerin ayaklanmaları da kısa sürede bastırıldı. Kemalist güçler bu kez güneye yöneldiler, Maraş ve Urfa’daki Fransız garnizonlarını geri aldılar. Italyanlar Konya’da ve Antalya’dan derhal çekildiler. Yalnız Yunanlılar Anadolu’da kalmştı.

Zor duruma düşen Sultan, Sevr Ânlaşma- sı’nı imzalayan ülkelere başvurarak Türkiye’­ nin yönetimini onlara vereceğini bildirdi. Buna karşı kendisine yardım edilmesini istiyordu. Böylece Sultan ülkeyi felâkete düşürecek son kararını da veriyordu.

Yabancılar bu konudaki işlerin yönetimini Venizelos’a verdiler. Bu da bir kepazelik­ ti. Yunanlılar Anadolu’yu üç koldan sarmaya başlamıştı. Korkunç çarpışmalar cldu ve savaş iki yıl sürdü.

Anadolu yorulmak bilmeyen şef in; ı istek­ lerini yanıtlıyordu: Her aile yünlü çamaşır ve giyecek gönderecekti. Un, saman, buğday, tuz, zeytinyağı, meyve sağlanacaktı. Çizme

için deri, üniforma için kumaş yapılacaktı. Kağnılar, develer üzerinde yüzlerce kilometre gidilerek askerin azığı sağlandı. Tüm, Anado­ lu, köylünün yavaş ama ölçülü adımlarıyla ileriyordu

Savaş dev boyutlara ulaşmıştı ve Mustafa Kemal’e Gazi unvanı verilmişti. 103 bin askeri silah altında toplamıştı. Yunan ordusu 132 bin kişiydi. Son taaruz 26 ağustos 1922'de Dumlupınar’da yapıldı. Yunan ordusu bozgu­ na uğradı. Birkaç gün sonra da Gazi, İzmir’e şanlı bir giriş yaptı. Akşam karanlığı çökerken alevler yükselmeye başladı. İzmir yanıyondu.

Rıhtımda demirli duran Ingiliz, Fransız ve Amerikan filosunun hiçbiri yerinden kımılda- yamadı. Kimse kaçamadı. Yangın üç gün sürdü.

Gazi, kuvvetlerini kuzeye Yunanlıların işgal ettiği Trakya’ya gönderdi. Yollar, Ingiliz komutanı Sir Charles Harrington’un emrinde­ ki askerler tarafından tutulmuştu. Gazinin yeni bir karar alması gerekliydi.

Kemal, çok akıllıca bir manevra ile Türk ve Ingiliz askerlerini karşı karşıya getirdi, türkler Ingilizlerin üstüne yürüdü. Dipçikleri havada tutuyor ve Ingilizlerin “ teslim ol” çağrılarına aldırmıyorlardı. Bu boğucu bir sessizlik içinde oldu. Aradaki mesafe azaldıkça heyecan da artıyordu. En ufak bir sinirlilik veya yanlış bir karar Türkiye ile Ingiltereyi savaşa götürebilirdi. İki kuvvetin yüzyüze gelmesine birkaç metre kala, evet son anda

ateşkes anlaşması yapıldı.

“ Dini devlet işlerinde kullanan bir siyaset adamı en büyük

alçaklığı y a p a r.’ ’

Fransa yeni bir savaşın çıkabileceğini düşünerek F ra n klin -B o u illo n 'u Ankara’ya göndermişti. Yunanlılar Trakya’yı boşaltacak­ lar ve Türkiye’nin Avrupa kıtasındaki tüm topraklarına saygı gösterilecekti.

Sir Charles Harrington yenik düşmüştü. Mustafa Kemalin iradesi gücünü kanıtlıyordu. Ne büyük general...

11 ekim 1922’de Mudanya Silahları Bırak­ ma Anlaşması onaylandı.Böylece Sevr’in tüm hükümleri de ortadan kalkıyordu. Dört yıllık

savaş Türkiye’nin başarısıyla bitmişti.

Şimdi Mustafa Kemal’in kişisel düşmanı Sultanla işini görme zamanı gelmişti. Gazi’- nin gözünde Türkiye için en kötü gün, ne Beyazıt’ın Ankara’da Timurlenk’e yenilmesi ne inebahtı savaşı ne de Yeniçerilerin bir günde öldürülmesiydi. Onca en kara gün Selim’in Kahire halifesi tarafından “ Emir-ül- Mümin” olarak tanımlanmasıydı.Bu nedenle Sultanı, hem devlet başkanı hem de halife olarak yenmesi gerekiyordu.

Bir yandan barış görüşmeleri yaparken öte yandan da Sultan’ın politik ünvanı kaldırılma­

lıydı. Aksi halde Türkiye barış konferansında iki heyetle temsil edilebilirdi.

Kemal. Büyük Millet Meclisi’nde 30 ekim günü Sultan’ın politik liderliğini bitirdi. Sultan’ın hükümeti de kendiliğinden parçala­ nıverdi.

17 kasım günü Saray’ın arka kapısında Ingiliz Kızılhaçına ait bir cankurtaran duruyordu. VI. Mehmet servis kapısından inerek, yanında oğlu ve elinde bir tek bavul tutan hizmetkarıyla Yıldız Sarayını terketti.

“ Osmanlı evlerinden altı yüz yıl daha eski bir hükümdarlık sona eriyordu. Tıpkı asırlık bir çınar ağacının bir mayıs günü kupkuru yapraksız devrilmesi gibi... Ancak ağacın etrafı atabildiğine ormanlık ve yeşilliklerle doluydu” .

Savaştan barışa geçmek daima zor bir dönemdir. Kemal şimdiye kadar hep asker gibi davranmıştı. Artık “ vatan tehlikede” sloğanı geçerliğini kaybetmişti. Savaş politik olacaktı, politikaya dönüşmüştü. 1919 yılında kurduğu dayanışma komitelerine politik çehre vererek Cumhuriyet Halk Partisi’ni kurdu.

Ancak ilk seçim Mustafa Kemal için hayal kırıcıydı. Türk halkı gücünün bittiğini seçim­ lerde ortaya koymuştu. Çok sayıda küçük partilerden oluşan yeni meclis zor durumda kalınca yine Mustafa Kemal’in kapısını çaldı. O da kararlarının koşulsuz kabulüyle çağrıyı kabul etti. 29 ekim 1923’de Cumhuriyet ilân edildi ve Mustafa Kemal de ilk cumhurbaşka­ nı seçildi.

Artık eserini tamamlamak zamanı gelmiş­ ti. Ülkede baştanbaşa reformlar yapacaktı. Almanları Türkiye’ye sokan Enver Paşa ile

Yunanlı (Ayasolya'yı göstererek)Benim şehrim

diye düşünüyorum.

Ingiliz denizelBiraz daha düşün

—PUNCH’dan —

savaşmış, hain sultanı yenmişti. Şimdi sıra politikaya karışan din gücüne gelmişti.

Islâm dini OsmanlIlarda teolojik bir doktrin değil her Müslümanın günlük yaşantı- sınınbir parçasıydı.Kişi ve Tanrı arasındaydı. Bir kanundu, bir yöntemdi. Din adamları da bu kanunu uygulamakla görevliydiler. Islâm dininin kuralları hayatın her yolunu tutmuştu. Mustafa Kemal’e göre, dini devlet işlerinde kullanan bir siyaset adamı en büyük alçaklığı yapıyordu. Türkiye Cumhuriyeti şeyhlerin, hocaların, tekkelerin eline bırakılamazdı. Mustafa Kemal’in ele aldığı en önemli sorun laisizm edi. Ona göre.S ultan’ ın ülkesine yaptığı en' büyük ihanet, halkına dipin uymayan yönleri zorla kabul ettirmesiydi.

Usta zekâsıyla Mustafa Kemal, Halife Ab- dülmecid’in, 350 milyon müslümanın lideri o- lan bu aristokrat insanın-lngiltere’ye para ile satılmış olduğunu kanıtladı. 4 mart 1923’de Meclis halifeliği kaldıran ve devlet işlerinden dini ayıran kanunu kabul etti.

Artık geçmişin kötülükleri silinmeye baş­ lamıştı. Türkiye bağımsızdı, bütünleşmişti amma nüfus dağılımı bozuktu. Bu nedenle nüfus transferleri başladı.

Her şey yeniden Kurulmalıydı. Türk halkı­ nın umutsuzluklarına artık son verilmeliydi. Gazi’nin reformları gerçekten dinmeyen bir

hâzineydi.

On dört yıl içinde Mustafa Kemal Türk halkını ortaçağdan çağdaş yaşam düzeyine kavuşturdu.

★ Kemal’e göre, bağımsızlığı kaybetmek için enr kısa yol kendisine ait olmayan paraları harcamaktı. Böylece yabancı serma­ yeyi reddetti.

★ İstanbul üniversitesini lâik ilân etti. Almanlar dahil çok sayıda yabancı öğretmen buraya ders vermeye geldiler. Kemal “ Bizi soyan yabancı, bizi zenginleştirecek yabancı­ larla, aynı teraziye koyacak kadar enayi deği­ liz” diyordu.

★ Ankara’yı Türkiye’nin başkenti yaptı. Tarihsel açıdan Ankara’yı başkent görüyordu. İstanbul bir Türk kenti olarak nitelendirile­ mezdi. Kentin sokaklarında her dilden

konuşuluyordu. Oysa Ankara bağımsızlık günlerinin başarılı günlerim yaşıyor, canlı zaferleri ve devrimin ilk ışıklarını yansıtıyor­ du.

Sultan Vahdettin kaçmak üzere bir Ingiliz savaş gemisine sığınınca.

Kaçacak saltanat düşkünleri var mı?..

13 aralık 1922 PUNCH’dan

Ayrıca Ankara, İstanbul’dan daha eski bir geçmişe sahipti. Osmanlılar’ın, Selçuklular­ ın, Bizans’ın, Roma’nın, Eski Yunan’ın,İran’ın ve Asur’un ardından 3.500 yıllık tarihe uzanı­ yordu. Hitit imparatoriuunun başkentiydi.

“ Tarihin büyük devrimcilerinden hiçbiri hatta Crommwell, Robesplerre ve Lenin dahi onun kadar ileri gitmeye cesaret edememiş­ lerdi” (9)

“ Bizi soyan yabancılarla, bizi zenginleştirecek yabancıları aynı

teraziye koyacak kadar enayi değiliz.”

Küçük bir köyde büyüyen Mustafa Kemal, > açlık ve /oklukla mücadele içinde yetişti. Devlerle, koskoca ordularla savaştı. Bu görkemli general aynı zamanda çok iyi bir öğretmendi. Eskimiş ve dengesi bozulmuş bir doğu monarşisinden yepyeni bir Batı cumhu­ riyeti yarattı. Devrimden daha ötesini, daha fazlasını yaptı. Devrimler, var olan devletleri değiştirirler. Oysa, Türkiye var bile değildi. Mustafa Kemal cnu dünyaya kazandırdı.

Onun kişiliğinde erişilmeyen bir irade, sarsılmaz bir kararlılık, mutlak egemenlik biraraya gelmişti. Yaptığı işlerin büyük kısmını sınırlı bir süre içinde yapması da onun üstünlüğünü kanıtlar. Mustafa Kemal devriminin derinliğini ve gücünü en iyi saptamış kişiydi.

i l) Haziran 1962. Yeniçerilerin Katli. Theophile Gauller’in “ Constantinople” kitabına bak. Pnris 1865

(2) Norbetr de Bisscholf "Dünyada T ürkiye" Paris 1936 (3) Andre Gide “ Günlük"

(4) Jean-Paul Gamier “ Osmanlı imparatorluğunun Sonu" 1973 (5) T .E . Lawrence "Bilginin 7 Basum agf’ Paris 1949 (6) Stéphane Honalf “ Bugünkü Türkiye" Paris 1937 (7) Benoit-Mechin "M ustafa Kemal"

(8) Benoit-Mechin "M ustafa Kemal" (9) Jeo/ges Kukonal "F ig a ro " 13 temmuz 1964

(4)

O 'N U N İÇİN NE DEDİLER?

ÇAĞINDA VE ÇAĞINDAN

SONRA O'NUN İÇİN COK

ŞEYLER SÖYLENDİ. GEREK TÜRK

GEREKSE YABANCILARIN

BU DEĞERLİ SÖZLERİ, ONA

OLAN İNANCIMIZI

BİR KAT DAHA DOĞRULUYOR

★ Hayatının sonuna kadar ulusunun mutlak gü­

veniyle kurduğu devletin başında kalan muzaffer

kumandanın kişiliği eşi görülmemiş bir karakter

örneğidir.

ESKİ İTALYA DIŞİŞLERİ B A K A N I COMTE CARLO SFORZA ★ öyle zamanlar oldu ki, anıları içinde benim eş­ siz nitelikte gördüklerimi düzeltti:

Hayır!... Ben bunda yanılmışım. Eğer şöyle düşünseydim ve yapsaydım sonucu daha eksiksiz olacaktı.” dediği az değildi.

Gerçekçilik O’nun korkmadığı şeydi. <1934) ESKİ AM ERİKA ELÇİSİ GENERAL, CHARLES

H. SHERRİLL ★ Türk ler O’ na çok haklı olarak Atatürk dediler ve kendilerine baba tanıdılar. Gerçekten de O, ulusu­ nu seven ve ulusu için didinen bir baba olmuş ve yur­ dunu çok az bir zamanda verimli, yaratıcı bir ge­ lişmeye yöneltmiştir.

MACAR MECLİS BAŞKANI GYULA KORNİŞ ★ Atatürk tarihten hakikî dersler almış nadir bü­ yüklerden biridir. Bütün çaba ve uğraşmaları yalnız kendi ulusu içindir..

ALMAN TARİH ÇİSİ PROF. HERBERT M ELZİG ★ Kuvvetli karakterli ve dünya ulusları arasmda kendi ulusunun haklı durumu üzerinde kesin ve pra­ tik görüşlü bir adam olarak O, hiçbir zaman kişisel şöhret ve yükselme peşinde koşmadı. Yurdunun çı­ karlarını her şeyin üstünde tutan ve ulusu için en faydalı sonuca varmaya çalışan bu zat, gücünü da­ marlarına işlemiş görev duygusundan alıyordu.

İNGİLİZ Y A R B A Y I A . RAWLİNSON ★ İnsanı teslim alıcı gözlerinde fevkalâde önderlik kuvveti vardır. Kaim kaşları sakin durmaz. Yüksek, entellektüel zirvelere kalkar ve şayanı hayret derece­ de geniş alnında derin çizgiler oyacak bir şekilde çatı­ lır. Derisi açık renkli ve güneşten yanmıştır. Esmer değildir. Saçı sarımtırak kahve rengindedir. Ağzının temiz kesilmiş hatları ve çenesi kararlarının kesinli­ ğini gösterir,O, tetiktir .hazır cevaptır, dikkati çeke­ cek kadar zekidir.

AM E R İK A LI GAZETECİ GLADYS B A K E R ★ Atatürk, yeni Türkiye’yi kılıcı ile kurtarmış ve dehası ile düzene sokmuştur. O’nun yaratıcı ruhunun ve coşkun yurtseverliğinin harekete geçmediği hiçbir alan yoktur.

POLONYA, GAZETE POLSKA ★ Padişahların gösterişini, halifeliğin çekiciliğini umursamayıp bakışlarım, ordularının belkemiği olan Anadolu çiftçisine sevgiyle yöneltti.

İNGİLİZ, TIM ES G AZETESİ ★ " Atatürk’ün askerlik tarafına hayret etmi­ yorum. Her meslekte deha sahibi insanlar vardır, buna şaşılmaz. Fakat İsviçre Medenî Kanununu ka­ bul etmek ve Türkiye’de yürürlüğe koymak! Bu âde­ ta dehanın da üstünde bir şey, Hukuktan anlayan ve insan haklarına inanan biri sıfatıyla söylüyorum. İş­

te buna hayranım! (1951)

FRANSIZ MİLLİ MECLİSİ BAŞKANI

EDOUARD HERRİOT ★ Mark Twain hayatta olsaydı, bugün Türk ulu­ suna , gülmesini ve hayattan zevk almaşım öğretmiş olan Atatürk’ten fazla hiç kimseye hayran olmazdı inancındayız.

M ARK TW AIN

★ Atatürk’ün birçok insanların başarmaya

maddeten muktedir olamadıkları işleri başarmakta gösterdiği azim ve cesarete ve ortaya koyduğu esere bütün Amerika hayrandır.

AM E R İK A N B ASIN I

Atatürk, Ingiliz Kralı VIII.

Edvard ile (üstte)... İsveç Kralı ile (yanda)...

Atatürk, Iran Şehinşahı Rıza Şah Pehlevî ile İstanbul'da.

★ Şöhreti bütün cihana yayılmış olan tecrübeli Başbakanm yönetimi, herkesin sevgi ve saygısını çe­ ken büyük Türk ulusunun millî bağımsızlığını de­ vamlı bir başarıyla kuvvetlendirmiş ve yeni millî ya­ pısını yaratmıştır. (1935)

SOVYET B AŞBAKAN I KALİNİN ★ Yeni Türkiye'nin tarihi, Atatürk’ün tarihine sı­ kı sıkıya bağlıdır. Cumhuriyeti yaratmış olan O’dur, onu kudretli nefesiyle canlandıran O’dur.

Atatürk Türkiye’sinin geleceği pek parlaktır. Bu memleket yakında kendisini hesaba katmak zorunda kalacağımız kadar güçlü bir devlet durumuna gele­ cektir.

Türkiye, can çekişiyor sanıldığı bir zamanda A v ­ rupa’ya iyi bir ders vermiştir, yükselen Türkiye belki çok daha muazzam bir ders verecektir. (1936)

FRANSIZ Y A Z A R I GERARD TONGAS ★ O’ nun bilime karşı duyduğu ilgi ve gelişme yolundaki azmiyle, genç Türkiye Avrupa’ya katıl­ mıştır. Onda, bugünkü uygarlığın en coşkun merkez­ lerinden birini selâmlamaklığımız için artık hiçbir şey eksik değildir. (1933)

ESKİ FRANSIZ B AŞBAKAN I EDOUARD HERRİOT ★ Cihanı hayran bırakan bu Türk , Türklerin göğsünü Türk olduklarından, tarihlerinden ve dille­ rinden dolayı bir daha kabartmış ve Türkiye’nin ge­ leceği için geçmiş yüzyılların toplayamadığından da­ ha fazla bir kudret toplamıştır. (1934)

ESKİ AM ERİKAN ELÇİSİ GENERAL C H A R ­ LES H. SHERRİLL ★ Bugün Türkiye gerçekten bütün dünyanın ilgi­ sini çekmiş bulunuyor, özellikle kadın hakları ala­ nında birçok Avrupa uluslarını geri bırakan son hamleler bizi İstanbul’a getiren en büyük etkendir.

Bütün dünya kadınları, Türk kadınının bugünkü haklarına erişebilirlerse gerçekten kendilerini talihli sayacaklardır.

ULUSLARARASI KADIN BİRLİĞ İ A V U ST R A L­ Y A DELEGESİ CARDEİL OLİVER ★ Çinliler, Türkiye’den çok büyük dersler almış­ lardır.

Bizce Atatürk’ün çizdiği çağdaş insanlık siyaseti bütün dünya uluslarına bir ibret örneğidir.

Çin ulusu bu Büyük önder’in çizdiği nurlu yoldan yürümeye azmetmiştir.

ÇİN ELÇİLİĞİ MÜSTEŞARI W AN G PUN SON ★ Türkiye’de kadınlara erkeklerle eşit haklar ve­ rildiği zaman Avrupa’da Türkiye’yi iyi tanımayan­ lar, Türk kadınının henüz buna hazırlanmamış ol­ duğunu söylediler. Fakat Atatürk, “ özgürlüğü de­ nemek için önce özgürlüğü vermek gereklidir” de­ mişti.

Bu, bir büyük adam sözüdür. Bu söz bizde söy­ lenmemişti.

ULUSLARARASI KAD IN LA R B İR LİĞ İ İN­ GİLİZ DELEGESİ MISS PICTON TURBENW EIL

★ Bugünkü sistem, Türkiye’de işleyecek demok­ rasiye en uygun olanıdır. Politika bakımından geri ve tecrübesiz ülkelere ne türlü davranmamız konusunda Atatürk bize model olabilir ve kendisinden çok şeyler

öğrenebiliriz. İNGİLİZ GAZETECİ

HERBERT SİDE ABOT HAM ★ Devlet şefiniz gibi insanlığın en yüksek metre- besine erişmiş büyük bir dâhinin bir ülke için iler­ lemenin ancak o ülke kadınlarının genel seviyeye

yükselmeleriyle gerçekleşeceğini anlamış olması,

uluslararası kadm davasım çok kolaylaştırmıştır. Sizce Atatürk’ çe kazandırılan haklar ve sizin ön- gürlüğünüz, bütün dünya kadınları için çok güven verici ve onların mücadelesinde onlara yardımcı bir kuvvet olacaktır.

U LUSLARARASI KADIN B İR LİĞ İ GENEL

YAZM AN I MISS KATHERIN BONFAS

★ O, hiçbir zaman kendisini düşünmedi, bütün varlığım memleketine ve ileri bir insanlık idealine vakfetti. Hiçbir zaman hayal peşinde koşmadı.

Onun içindir ki, ölümü üzerinden 22 yıl geçmiş ol­ masına rağmen bugün de dünkü gibi canlıdır ve ulusuna yol göstermektedir.

LORD KINROSS ★ Dağ başındaki haydutlar diye isimlendir­ diğimiz kahraman Mustafa Kemal ve O ’nun bütün askerleri burada olsalardı, teker teker hepsinin hey­ kellerini dikerdik. Böylesine kahraman bir ulusla antlaşma imzalamaktan gurur duyuyorum. (1921)

FRANSIZ B A ŞBA K A N I BRIAND

BBC,GEÇMİŞTEN PORTRELER ADLI D İZİ PROGRAMIN

BİR BÖLÜMÜNÜ DE ATATÜRK'E ATIRMIŞTI...

Dünyaca ünlü BBC radyosu, 1977 yılında yayım ­ ladığı, “ Geçmişten Portreler’ ’ adlı bir dizi programın

sonuncusunu Atatürk’e ayırmıştı. 10’uncu yıl

Marşı’ mn eşliğinde başlayan programda bir sunucu Atatürk'ün yaşamındaki bazı olayların potresini çi­ zerken, Atatürk’ü canlandıran bir başka sunucu da, onun görüşlerini anlatıyordu. Aşağıda ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığımız programın, siyahla yazılmış bölümleri Atatürk’ün görüşleri, ötekiler de onun yaşamının portresini çizen sunucunundur. Yazımıza, programın giriş konuşmasıyla başlıyoruz...

Mustafa Kemal Atatürk, sonradan bir devlet ada­ mı, devrimci, ileriyi gören ve olumlu yönde diktatör olmuş bir generaldir. Çökmekte olan Osmanlı İmpa- ratorluğu'nu hasta yatağından kaldıran ve ona yeni bir ruh ve hayat vererek yirminci yüzyıl Türkiye’sini yaratan Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk cuınh urbaşkanıdır.

Mustafa, 1881 'de <ioğduğu gün kendisine verilen adı. "Mükemm el" anlamına gelen Kemal ise, kendi­ sine askerî öğrenci olduğu yıllarda takılmıştı. "Türklerin A ta sı" anlamındaki Atatürk soyadı da Türkler 1933'de A vrupa’daki aile isimleri geleneğini benimsediği zaman verilmişti. Babası, o zamanlar Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası olan Yunan şehri Selanik'te gümrük memurluğu yapmaktaydı

Tutkularım, hatta çok büyük tutkularım var.

Ancak, bunlar yüksek görevler, büyük paralar kazan­ mak mutluluğu değildir. Ben, bir yönden ülkeme yarar s ağlarken, bir yandan da bana başarıyla yerine getirilmiş bir görev mutluluğu verecek, büyük bir fikrin gerçekleşmesini sağlayacak tutkuların insanıyım.

Parçalanmakta olan bir imparatorluk döneminde dünyaya gelmiş olması çok ağrına gidiyordu, ulusal grurunu zedeliyordu. Türkler niçin bu durumdaydı­ lar? Diğer uluslardan neyimiz eksikti? Hatta onlar­ dan çok daha fazlalarına sahiptik.

Bütün bu nedenlerden ötürü bir şeyler yapmak gereğini kendinde hissetti. Yaptığı ilk hareket Padi- şah’a karşı olan bir grup genç subayla birleşti ve bu konuda da yönetimle başı belâya girdi. Müstesna bilgisi ile sadece komutanlık yapabiliyordu.

Çok cesurdu. Çok dürüst bir insandı. Bundan d o­ layı askerleri kendisini çok sayarlardı. Kişisel çekici­ liği çok büyüktü. Sert bakışları vardı. Gözleri mavi, saçları altın sarısıydı. Fazla uzun boylu değildi. Çok sağlam bir yapısı vardı. Bu görünüşü, kendi emrinde bulunanlara da geçmişti.

— Benimle bulunan her askerin kendi gururunu düşünmesi gerekir. Bir adım geri çekilmemelidir. Size bir noktayı hatırlatayım. Eğer dinlenmek isti­ yorsanız, şunu bilin ki, o zaman sonsuzluğa kadar u- lusumuz da dinlenemeyecektir.

Birinci Dünya Savaşı’nda, Gelibolu'da zafer ka­ zanan tek komutandı. Savaşm sonuna kadar askerle­ rinin başında bulunmuştu. Hatta bir kez Filistin’ den kuzeye doğru çekilirken, karanlıkta yanına emrin­ deki askerlerden biri yaklaştı. Kendisini tanımı­ yordu, “ Lanet olsun şu komutana, bize geri çekilme­ mizi söylüyor, halbuki bir çok düşmanı öldürmek üzereydim” dedi.“ O zamanMustafa Kemal “ Komu­ tan benim” dedi ve asker de “ o zaman iş değişir” de­ mişti. Kötü davranmayı sevmezdi. Sevdiği tek şey, kendisiyle tartışabilecek insanları bulmaktı. Çok iç­ tiğini herkes çok iyi bilirdi. Bu kadar çok içmek, onu erken ölüme götürmüştü. Çevresinde sürekli saygı- dağer kişilerle dolu olmasından bıkmıştı. Çünkü, ya­ nında bulananlar ona, “ Şüphesiz Paşam” ya da “ Haklısınız Paşam” diyen kişilerdi. Onları kendisiyle tartışmaya kışkırtsa da başarılı olamaz. O zaman da dışarıya çıkar, kendisine karşılık verebilecek insanla­ rın yanma giderdi.

Köylülere karşı da çok anlayışlıydı. Bir zamanlar, köylünün milletin efendisi olduğunu söylemişti.

— Köylü milletin efendisidir. Köylü, milletin efen­ disi olmadığı müddetçe Türkiye’de gerçekçi bir kal­ kınma olamaz.

Onun temel görüşlerinden biri de din ile devlet y ö ­ netiminin ayrılmasıydı. Çoğu kez, başkaları tarafın­ dan ateist (dinsiz) olarak tanımlanmıştır. Tabiî ki değildir. Hayat görüşü doğruydu.

— İnsanların neye inandıkları, bu inançları devlet yönetimini etkileı- edikçe beni ilgilendirmez.

Şunu da çok iyi biliyordu ki, Osmanlı İmparator - luğu'nun vurucu gücünü oluşturan köylüler, yüzyıl­ larca, dinî sömürüye uğramışlardı.

— Türkiye Cumhuriyeti şeyhlerinin, dervişlerin ve müritlerin ülkesi olamaz. Bütün tekkeler kapatıl­ malıdır. Burayı yönetenler, artık tekke devirlerinin geçmişte kaldığını bilmelidirler.

1923'te Mustafa Kemal kendisini ilk Cumhurbaş­ kanı seçtirdi. Bu, uzun ömürlü olmayan evliliğini de yaptığı yıldı.

★ Savaşta Türkiye'yi kurtaran, savaştan sonra da Türk ulusunu yeniden dirilten Atatürk’ün ölümü, yalmz yurdu için değil, Avrupa için de en büyük ka­ yıpta-.

Her sınıf halkın O’nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türki­ ye’nin Ata’ sma lâyık bir tezahürden başka bir şey değildir.

İNGİLİZ BAŞBAKAN I W INSTON CHURCHILL ★ Fransa, kendisine pek çok dostluk belirtileri göstermiş olan bu büyük adamın hatırasını daima c£tnlı tut&câktır

FRANSIZ BAŞBAKAN I EDOUARD D A LA D IE R ★ “ Atatürk’ün ölümüyle yalnız siz Türkler değil, hepimiz büyük bir adam kaybetmiş oluyoruz.

O, tarihte eşine pek az rastgelinen ulus kur­ tarıcılarından ve devlet kurucularından biri idi.

ÇEKOSLOVAKYA DEVLET B AŞK AN I DR. EMİL HACH A ★ Atatürk dünya üzerinde yeni bir devir açmış bir insandır.

Ben O’nun Türk kadınlarına hak vererek ve bir ülkede anayı yakışırı olduğu yüceliğe eriştirip Batı’ya ders verdiğini nasıl unuturum?

ULUSLARARASI KADIN LAR B İR LİĞ İ ROM ANYA DELEGESİ PRENSES ALEKSAN DRINA CANT ACUZENE ★ Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken nun bakışıyla cihanı kaplayan ve aydınlatan bir neş haline geldik.

PAKİSTAN M İLLİ ŞA İR İ İKBAL ★ Türk devriminin bütün Doğu dünyasının iler­ leme ve gelişmesindeki rolü, Batı dünyasını kültür ve uygarlık yoluna yönelten Fransız devrimi kadar önemli ve etkilidir.

Devriminizin kıvılcımlarından çıkacak olan ateş, bütün Doğu uluslarını aydınlatacak, kamaştıracak ve gerçek nuru yaratacaktır.

ÇIN ELÇİSİ GENERAL H O - Y A O - SU

★ Mustafa Kemal sosyalist değil. Fakat görülü­ yor ki iyi bir teşkilâtçı, yüksek anlayışlı, ilerici, iyi düşünceli ve akıllı bir önder.

O, soygunculara karşı bir kurtuluş savaşı yapı­ yor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına ve sultanı da yarânı ile birlikte alt edeceğine inanıyorum. (1921) RUS İH TİLALİ LİDERİ LENİN

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Cumhuriyet idaresiyle yönetim, Fransız îhtilali ’ nden sonra Avrupa'da ortaya çıkmış ve sadece Fransa'da değil Avrupa'nın diğer pek çok dev ­ letinde bizden çok

Genel merkezi İstanbul’da olmak üzere doğuda Erzu- rum ve Elazığ’da Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti kurulmuştu. Trabzon’da Muhafaza-i Hukuk adında

Stratejik planın temel yapısı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından önerilen format temelinde, okulumuz Stratejik Planlama Üst Kurulu, eğitimin üç temel bölümü

Engeliler merkezi Çevresinde Çim bicimi sulanması ve cevre düzenlemesi faliyetlerinde bulunuldu. Seramızdaki Biberiye bitkilerinden aldığımız çelikleri toprakla buluĢturduk

www.supersoru.com.. 233- Kuva-yı Milliye’nin amacı vatanı işgal eden düşman kuvvetlerini yurttan atmaktır. Kuva-yı Milliye düzenli ordu kuruluncaya kadar, düşmana

a) Belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla her türlü faaliyet ve girişimde bulunmak. b) Kanunların belediyeye verdiği

Arapçılığa, Akıl-Dışılığa, Hıristiyanlaşmaya Karşı Çıktığım İçin, Beni Dine Karşı Gösterdiler 18- İslam imanı adı altında Arapçılığa, akıl-dışılığa kulluk

Üniversitemiz, 11 Temmuz 1992 tarihinde Niğde Üniversitesi adı ile Selçuk Üniversitesine bağlı Eğitim Yüksekokulunu Eğitim Fakültesine dönüştürerek ve İktisadi ve