• Sonuç bulunamadı

Kan Fizyolojisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kan Fizyolojisi"

Copied!
55
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Kan Fizyolojisi

Dr. Mehmet İNAN

(2)

2

Ekstrasellüler sıvının (hücre dışı sıvısı) bir

parçası olan kan, plazma adı verilen sıvı

ortam içinde kan hücrelerinin (eritrosit,

lökosit, trombosit) süspansiyon halinde

dağıldığı, damar sisteminin içini dolduran ve

kalbin pompa gücü sayesinde bu sistem

(3)

Kanın Görevleri:

Taşıma

Düzenleme

Savunma

(4)

4

Kanın taşıma görevi:

 İnsan organizmasının yaklaşık %60 ı sıvıdır. Bu

sıvının ortalama %40 ı hücreler içinde

(intrasellüler sıvı), %20 si ise hücrelerin dışında (ekstrasellüler sıvı) bulunur.

 Ekstrasellüler sıvının da %15 i interstisyel sıvıdan,

%5 i ise kan plazmasından oluşmaktadır.

 Ekstrasellüler sıvı devamlı hareket halinde olan bir

sıvıdır. Bu hareketliliğin nedeni; kan dolaşımına,

kan ile interstisyel sıvı arasındaki sürekli alış verişe bağlıdır. İnterstisyel sıvı daha öncede sözü edildiği gibi hücrelerin etrafını çevreleyen ve hücrelerin

(5)

 Hücreler her türlü besin

maddelerini bu sıvıdan alıp, oluşturdukları metabolizma artıklarınıda bu sıvı ortamına bırakırlar.

 Kan, interstisyel sıvıya O2

birlikte hücrelerin kullanacağı besin maddelerini getiren ve aynı zamanda hücrelerin

oluşturduğu metabolizma artıkları ve CO2 buradan götüren bir sistemi

(6)

6

Düzenleme görevi:

 Düzenleyici görevini iç ortamın pH ve sıcaklığını

değişmez tutulmasına katkıda bulunarak ve taşıdığı hormonlarla organlar arasındaki karşılıklı işbirliğini sağlayacak mesajları ileterek gerçekleştirmektedir.

 Kanın bileşimi ve fiziksel özellikleri vücut hücrelerini

dolaşması sırasında bazı organlar tarafından sürekli kaydedilmektedir.

 Kanın bileşimi ve fiziksel özellikleri iç ortamı ve iç

ortamdaki değişiklikleri yansıtır. Böylece, kandan, iç ortamın yapısında herhangi bir değişikliği bildiren şekilde mesaj alınması sinir ve endokrin sistemin devreye girmesine ve durumu düzeltecek organlara gerekli emirlerin gönderilmesine neden olmaktadır.

 Ayrıca kan taşıdığı bir takım elemanlarla pıhtılaşma

(7)

Savunma görevi:

Bileşiminde bulunan çeşitli moleküller ve

lökositler (Akyuvarlar) yardımı ile

organizmayı mikroorganizmalara ve

organizmanın kendine yabancı bulduğu her

türlü etkene karşı savunur.

(8)

8

Kanın yapısal özellikleri

 Dolaşımda bulunan kan hacmi, 70 kg bir insan için

ağırlığının %8 i veya 5600 ml civarındadır.

 Vizkozitesi suya göre kıyaslandığı zaman suyun 5

mislidir.

 Kan vizkozitesini; plazmanın su oranı, protein

miktarı ve eritrosit (Alyuvarlar) sayısı etkiler.

 Eritrosit sayısı fazlalaştığı, protein miktarı arttığı ve

plazmada su oranı azaldığı zaman kanın vizkozitesi artar.

(9)

Kanın Bileşenleri

Plasma

(10)

10

Plasma

 Plazmanın %91-92 sini su, %8-9 unu ise çözünmüş halde

bulunan organik ve inorganik maddeler oluşturur.

 Plazmadaki organik maddelerin büyük oranını plazma

proteinleri oluşturur. Plazma proteinleri globulinler (alfa, beta, gama globulinler), fibrinojen ve albumindir.

 Plazma proteinlerinin çok önemli görevleri vardır ve bunlar

şu şekilde sıralanabilir:

a) Plazma proteinlerinin yarattıkları ozmotik güce, kolloid

ozmotik basınç = onkotik basınç adı verilmektedir. Bu

ozmotik güç plazmada suyu, tutan en önemli güçtür ve plazmadaki suyun damar dışına kaçmasını engeller.

 Bu ozmotik gücün %70 inden sorumlu olan protein,

albumindir. Albumin yapımının yetersizliği veya herhangi bir nedenle albumin kayıpları suyun damar dışına kaçmasına ve dokular arasında birikmesine, diğer bir deyişle ödemlere

(11)

 b) Proteinler kan pH nın düzenlenmesinde görev alan

önemli bir tampon sistemidir.

 c) Hormonlar, ilaçlar ve metaller gibi bir çok madde kanda proteinlere bağlanarak taşınmaktadır.

 d) Kanın damar sistemi içerisinde dolaşması

sırasında eritrositlerin sedimantasyonunu

(eritrositlerin rulo formu oluşturarak birbirleri üzerine yığılmaları) düzenlerler.

 e) Kan vizkozitesini etkilerler.

 Plazmada proteinlere ilaveten şekerler yağlar ve

hormonlar gibi çok sayıda organik maddeler bulunmaktadır.

 Plazmada bulunan inorganik maddelere Na+ , K+, Ca2+, HC03- , P3 -,Fe2+, Mg2+ , örnek verilebilir. İnorganik maddeler kanın ozmotik gücünün ve pH ının ayarlanmasından sorumludurlar.

(12)

12

Kanın Şekilli Elemanları, Hematokrit

Kanın şekilli elemanlarını eritrositler (%99), Lökositler (%<1)

ve trombositler (%<1) oluşturur.

Kanın hücresel bölümünün, kan hacmine olan oranına, kanın

hematokrit değeri denilmektedir. Antikoagulan (kanın

pıhtılaşmasına engel olan madde) ilavesi ile pıhtılaşması engellenmiş kan özel bir tüpe alınıp 10 dk santrifüj edildiği

zaman, tüpün alt tarafında hücresel elementlerin, üst tarafında sarı renkte plazmanın ayrıldığı görülür .

Normal koşullarda bu şekildeki bir ayrımda 100 ml kanın %44-46 sını hücresel elemanlar, % 54-56 sını plazma oluşturur. Hücresel elemanların % si hematokrit değerini gösterir.

 Hematokrit değerine birincil olarak etki eden kan hücreleri,

eritrositlerdir. Eritrosit sayısında artış, plazmada azalma hematokrit değerini yükseltir.

(13)
(14)

14

Serum nedir.

 Kan, antikoagulan ilave edilmeden bir tüpe alınıp

pıhtılaşmaya terk edildiği zaman, oluşan pıhtı yumağından sarı renkte bir sıvının ayrıldığı gözlenir. Bu sıvıya serum adı verilmektedir.

 Plazma ile serum, bir önemli fark dışında, yapı

olarak aynıdır. Aralarındaki en önemli fark

serumda kanın pıhtılaşmasında görev alan bazı pıhtılaşma faktörleri veya proteinlerin,özellikle fibrinojenin, bulunmamasıdır. Bu nedenle

(15)

KAN HÜCRELERİ

Kan hücreleri eritrositler (alyuvarlar, kırmızı kan hücreleri),

lökositler (Akyuvarlar, beyaz kan hücreleri) ve trombositlerdir (kan pulcukları, plateletler).

 Yetişkinlerde eritrosit, trombosit ve lökositlerin büyük kısmı

kemik iliğinde yapılmaktadır.

 Lökositlerin bir kısmı kemik iliğine ilaveten lenfoid organ ve

dokularda (lenf düğümleri, tosillalar,dalak ve timus bezi gibi) yapılmaktadır. Fetüsde kan hücreleri kemik iliğine ilaveten karaciğer ve dalakta da yapılmaktadır.

 Çocukluk yıllarında,kan hücreleri tüm kemiklerin kemik

iliğinde yapılırken 20 yaşından sonra uzun kemiklerin kemik iliği kan hücresi üretimini durdurur ve kan hücreleri yassı

kemiklerde özellikle; vertebralar, kostalar ve sternumun kırmızı kemik iliğinde yapılmaktadır.

(16)

16

Eritrositler (alyuvarlar)

 Organizmada sayıları en yüksek olan hücre grubudur.

Sayıları, 1 mm3 kanda kadınlarda ortalama 4.8 milyon,

erkeklerde 5.4 milyondur.

 Görünüşleri bikonkav disk (orta bölgeleri alt ve üstten

basık) biçiminde olup, kolayca şekil değiştirebilme özelliğine sahiptirler.

 Kolayca şekil değiştirebilme yetenekleri sayesinde en

dar çaplı kılcal damarlardan kolayca geçebilirler.

Eritrositlerin başlıca fonksiyonları hemoglobin

taşımaktır. Hemoglobin, yapısında 2+ değerlikli Fe atomu bulunduran büyük bir protein molekülüdür ve başlıca görevi dokulara oksijen taşımaktır. Oksijen, hemoglobin molekülünde Fe2+ atomuna bağlanarak taşınır.

(17)
(18)

18

Eritrositlerin oluşumu

Dolaşımdaki tüm hücreler kemik iliğindeki

hemopoietik kök hücre olarak adlandırılan tek

hücreden oluşur.

Kemik iliğinde bölünen hücreler dolaşıma

retikülosit olarak geçer ve 1-2 gün içinde

çekirdek ve organellerini kaybeder hemoglobin

içermeye başlar. Bölünerek çoğalma özelliğini

kaybeder ve eritrosite dönüşür.

Kan dolaşımında bulunan eritrositler çekirdek

taşımazlar ve dolaşımdaki ömürleri ortalama

120 gün kadardır.

(19)

Eritrosit üretiminin düzenlenmesi

 Organizmada eritrosit yapımı hipoksi (dokularda

oksijen azalması) tarafından uyarılır.

 Kanama dolayısı ile düşük kan hacmi, anemi, HgB

azlığı, azalmış kan akımı, AC hastalıkları doku oksijenizasyonunu azaltan faktörlerdir.

Hipoksi böbreklerden eritropoietin hormonunun salgılanmasına neden olur, eritropoietin de kemik iliğini eritrosit yapımı yönünde uyarır. Hipoksi

sonucu dakikalar içinde artan eritropoietin hormanı 4-5 gün içinde eritrosit yapımı artışı olarak kendini gösterir.

(20)

20

Eritropoietin hormonu ağırlıklı olarak %90

böbrekten %10 KC’den salgılanır.

Eritrositlerin yapımı için aminoasit,lipit ve

karbohidratlara ek olarak

demir, folik asit

ve

vitamin B12

gerekir.

Fe hemoglobin yapımında kullanılır,

eksikliğiğinde daha küçük eritrositler olur.

Demir eksikliği anemisine

yol açar.

B12 ve folik asit DNA sentezi için

gereklidir. Eksikliğinde eritrositler büyük

olur ve bu nedenle

megaloblastik anemi

(21)

Hemoglobin

Eritrositler Hemoglobin denilen ve eritrosit

ağırlığının üçte birini oluşturan bir protein içerir.

Hemoglobin O2 taşınmasında rol oynar.

Kandaki O2’in %97 si HgB ile taşınır. Geriye

kalan %3 kanda çözülmüş olarak taşınır.

HgB proteini 4 adet hem ve ikisi alfa diğer ikisi

beta olmak üzere 4 adet polipeptit zincirinden

oluşur.

(22)

22

 Hemoglobin molekülünün protein kısmını oluşturan polipeptid zincirlerindeki amino asitlerin sayı ve dizilişlerindeki farklılıklar, farklı hemoglobin tiplerinin oluşmasına neden olur;

 HbA, HbF, HbS gibi. HbA normal erişkin

hemoglobinidir, HbF fetüs hemoglobini, HbS orak hücreli anemi olarak bilinen bir tip anemi hastalığında bulunan hemoglobin tipidir.

(23)
(24)
(25)

Hem grupları O2 bağlar, her molekülde 4

hem grubu vardır, dolayısı ile 4 O2 atomu

bağlayabilir. O2 bağlı HgB ne

oksihemoglobin

denir. Oksijenden doymuş

kan parlak kırmızı renkte görülür. (Arteriyel

kan)

1 veya 2 O2 kaybeden hemoglobine

Deoksihemoglobin

denir. Bu tür kanlar

venöz kandır ve kanın koyu olmasını

sağlar.

(26)

26  Parsiyel oksijen basıncı ile Hgb bağlanma arasındaki ilişkiye oksihemoglobin disosiasyon eğrisi ile gösterilir.

(27)

Demir Metabolizması

 Fe Hemoglobin için önemlidir. Vücutta toplam 4-5 gm. demir bulunur ve bunun %65’i HgB dedir.

 Demir ince barsaklardan emilir ve plazmadaki apotransferin ile birleşerek transferini oluşturur.

 Hücrelerdeki apoferritin ile birleşerek depo demiri

olan ferritin olarak depo edilir.

 Ayrıca hemosiderin olarak bilinen formu çözülmeyen formudur.

(28)

28

Hemoliz

Eritrosit zarlarının yırtılması sonucunda,

parçalanmasına hemoliz denir.

Hb molekülünün hücre dışına çıkmasıdır.

Nedenlerine bağlı olarak iki tip hemoliz

tanımlanmaktadır. Ozmotik hemoliz ve

hemositoliz

(29)

Ozmotik hemoliz:

 Eritrosit hücreleri kendi içlerindeki sıvıdan daha hipotonik bir

sıvı ortamı içine bırakılacak olurlarsa, bir müddet sonra şiştikleri ve giren su miktarı, zarlarının gerilebilme kapasitesini aştığında ise zarlarının yırtılması ile Hb molekülünün dışarı çıktığı

gözlenir.

 Normal eritrositlerin %0.9 luk NaCl çözeltisinden (izotonik tuz çözeltisi) başlayarak %0.8, %0.7, %0.6, %0.5, %0.4 şeklinde gittikçe hipotonikleşen tuz çözeltileri içine konulduklarında su alıp şişmelerine rağmen hemoliz gözlenmez. Bunun nedeni, hem zarlarının esnekliği hem de eritrositlerin sitoplazmik

materyal miktarının hücre içi hacmine oranla düşük olmasına bağlı olarak içi boş bir torba gibi davranabilmeleridir. Çözeltinin

konsantrasyonu %0.4 ten daha düşük olunca normal

eritrositlerde hemoliz görülmüye başlar. Buradan saf suda tüm eritrositlerin hemolize uğrayacağı anlaşılmalıdır.

(30)

30

 Bazı anemi tiplerinde

eritrositlerin zarlarının

esnekliğinin azalmasıyla, su alıp şişebilme

kapasiteleri düştüğü için hipotonik ortama

dayanma güçleri azalır ve %0.7 lik tuz çözeltisinde derhal hemolize

uğrayabilirler. Herediter sferositoz bu tip bir

(31)

Hemositoliz:

 Bazı genetik hastalıklar, mekanik, fizik ve kimyasal etkenlerle

zar yapısındaki lipid tabakasının erimesi, farklı algılanmasına yol açar. Bunun sonucunda görülen hemolizdir. Donma -

çözülme, sıcaklık, akrep-yılan zehirleri, bazı bakteri toksinleri, safra tuzları, deterjanlar, eter, kloroform gibi maddeler bu tip hemolize neden olur. Kalıtsal kan hastalıklarından talasamia buna ayrıca örnektir.

Hemolizin nedeni ne olursa olsun sonunda kanda bilirubin (sarı renkte, pigment özelliğinde bir madde, safranın sarı rengini veren de bilirubindir) artışına ve sarılığa neden olur.

 Bilirubin hücrelerden dışarı çıkan hemoglobinin parçalanıp

metabolize edilmesi sonucunda oluşan bir son üründür.

Böylece organizmada normalin üstünde bir eritrosit harabiyeti varsa sonunda bilirubin yükselmesi ile sarılık gelişebileceği unutulmamalıdır.

(32)

32

Sedimantasyon

 Pıhtılaşmasına engel olunmuş kanın eritrositlerinin rulo formu

oluşturarak para yığınları şeklinde çökme hızları olarak tanımlanmaktadır Westergren adı verilen bir aletle

ölçülmektedir 200 mm dereceli pipetlere konulan 2 ml kan dik bir şekilde bir saat bekletilir, bu süre içinde eritrositler yavaş yavaş çökerken üstte sarı renkte plazma ayrılır.

 Çökme hızına eritrositlerin şekil ve büyüklükleri ile plazmanın

yapısı özellikle proteinleri etkilidir.

 Sedimantasyonun normal değerleri; erkeklerde 3-8 mm /saat,

kadınlarda 7-12 mm / saat (kadın ve erkek arasındaki bu fark eritrosit sayısının farkından kaynaklanmaktadır), gebelerde 40 mm /saat olarak verilmektedir.

 Plazmada fibrinojen ve globulin artışı sedimantasyon hızını

artırır. Albumin yükselmesi ise azaltır. Akut ve kronik iltihaplarda, doku harabiyetinde, alyuvar sayısının

azalmasında (anemilerde olduğu gibi) sedimantasyon hızı yükselir.

(33)
(34)

34

Anemi (kansızlık)

 Eritrosit sayısının veya hemoglobin miktarının

normalden düşük olması anemi olarak tanımlanmaktadır.

 Anemi nedeni kalb debisi artar ve bu neden ile kalbin iş yükü artmaktadır.

 Eritrosit sayısı; kanamalarda olduğu gibi kayba bağlı olarak, hemolize bağlı olarak yıkımın

artması sonucu (hemolitik anemiler), kemik iliği

hastalıklarına bağlı olarak üretimin yetersizliği

sonucu (aplastik anemiler) azalabilir. B12 vitamini yetersizliğinde (pernisiyöz anemi) ve

(megaloblastik anemiler). Fe2+ eksikliğinde

(35)

Polistemi

 Eritrosit sayısının normalden fazla olmasıdır.

Polistemi hipoksiye bağlı olarak gelişebildiği gibi

kemik iliğinin maliğn hastalığı sonucunda da ortaya çıkabilir.

 Hipoksinin nedeni atmosferdeki oksijen azalmasına

(örneğin deniz seviyesinden yükseklerde yaşamak gibi), kalp yetersizliğine, akciğer hastalıklarına bağlı olabilir.

 Etkeni ne olursa olsun hipoksi eritrosit yapımını

uyararak eritrosit sayısını normalin üstüne çıkarmaktadır.

(36)

36

Kan grupları

 Eritrositlerin zar yapısında bulunan bazı glukoprotein

molekülleri, eritrositlere antijenik özellik kazandırmaktadır. Eritrositlere antijenik özellik kazandıran bu moleküllere

aglutinojenler denilmektedir. İnsanlar kanlarına göre

sınıflandırılırken bu aglutinojenler esas alınmaktadır.

 Eritrosit zarlarında çok sayıda aglutinojen bulunmasına

rağmen insanların kanlarına göre gruplandırılmaları A ve B olmak üzere iki aglutinojene göre yapılmaktadır.

 A ve B aglutinojenleri esas alınarak yapılan sınıflamada

insanlar kanları yönünden 4 grup altında toplanmaktadır. Bir kişinin eritrositlerinde A aglutinojeni varsa A grubu, B

aglutinojeni varsa B grubu, her iki aglutinojeni bir arada bulunduruyor ise AB grubu, bu iki aglutinojeni

(37)

 Antijenik özellikteki A ve B aglutinojenleriyle reaksiyon verebilecek antikorlar ise kanın

plazmasında doğal olarak bulunmaktadır. Kanın plazmasında bulunan bu antikorlara aglutininler denilmektedir. A aglutinojeninin aglutinini Anti-A

veya alfa, B aglutinojenininki ise Anti-B veya

beta dır. Anti-A aglutinini A aglutinojenini taşıyan

eritrositlerle karşılaşacak olursa, bir anda çok sayıda eritrositi kendine bağlayıp eritrositlerin kümeleşmesine (Aglutinasyon) daha sonrada hemolize neden olur. Diğer bir deyişle bu tip reaksiyon eritrosit yıkımı ve kaybına neden olmaktadır.

(38)

38

Genel kurala göre bir kişinin plazmasında,

eritrositlerinde taşımadığı antijene karşı

aglutinin bulunmaktadır. Bu kural

çerçevesinde; eritrositlerinde A

aglutinojeni taşıyan kişinin plazmasında

anti-

B,B aglutinojeni taşıyanda anti-A,A ve

B aglutinojenlerinin her ikisinide

taşıyanlarda hiç aglutinin yok iken bu her

iki aglutinojenden yoksun 0 grubu kişilerin

plazmasında anti-A ve anti-B aglutininlerin

her ikiside bulunmaktadır.

(39)

Rh faktörü:

 Kan gruplarında A ve B sistemine ilaveten eritrosit

membranlarında bulunan diğer bir antijenik yapı

Rh faktörüdür. Eğer bir kişi eritrositlerinde Rh antijeni

taşıyor ise Rh (+), taşımıyor ise Rh (-) dir. İnsanların

% 80 i Rh (+) dir. Rh antijeninin A ve B den en önemli farkı doğal antikorunun olamamasıdır. Rh antijenine karşı antikor oluşması; Rh antijenini taşımayan (Rh (-) bir kişiye, eritrositlerinde Rh antijenini taşıyan (Rh (+) bir kişinin kanı verildikten bir müddet sonra alıcının kanında görülmektedir.

(40)

40

Kan grupları kan nakillerinde (kan transfüzyonu)

çok önemlidir. Uygun olmayan gruplardan kan

nakli yapıldığı zaman eritrositlerin hemolizi ile

gelişen hemolitik trasfüzyon reaksiyonları

ortaya çıkmaktadır. Kan nakillerinde dikkat

edilecek en önemli nokta, vericinin kanındaki

aglutinojenlerdir. Eğer alıcının kanında vericinin

eritrositlerindeki aglutinojenlere karşı aglutinin

varsa reaksiyon ortaya çıkar.

Örneğin, A grubundaki bir kişiye B grubu kan

verilecek olursa vericinin eritrositlerindeki B

aglutinojeni ile alıcının plazmasındaki anti-B

aglutininin reaksiyonu sonucu aglutinasyon ve

hemoliz gelişir. Hemolizin şiddetine bağlı

olarakta sarılık gözlenebilir.

(41)

A ve B aglutinojenlerini taşımayan 0 grubu kan, genel verici kan grubu olarak tanımlanır ve sınırlı miktarlarda ve kontrollü olmak koşulu ile diğer

gruplara kan verebilir, ancak yalnızca kendi grubundan kan alır. AB grubu ise her iki

aglutinojeni taşıdığı için hiç bir gruba kan veremez, fakat tüm gruplardan sınırlı olmak koşulu ile kan

alabilir. Bu nedenle AB grubuna genel alıcı denilmektedir.

(42)

42

Yeni doğanın hemolitik hastalığı

(eritroblastosis fetalis):

Anne ve babanın kan gruplarının Rh antijeni

yönünden uyaşmazlığına bağlı olarak

çocuklarında gelişen bir klinik tablodur.

Rh (-

) bir anne ile Rh (+) bir babanın anne

karnındaki bebekleri babadan Rh (+) lik

karakterini aldığı zaman, hamileliğin son

aylarında özellikle doğum sırasında bebekten

anneye Rh antijenleri geçmektedir. Rh

antijenlerinin geçişinden bir müddet sonra

annenin bağışıklık sistemi anti-Rh antikorlarını

oluşturmaya başlar ve annede oluşan bu

(43)

43

Annenin daha sonra ikinci bir Rh(+) bebeğe

hamile kalması ile antikorlar dolaşım yolu ile

bebeğe geçmeye başlar. Antikorların geçişi

ile bebeğin eritrositleri hemoliz sonucu

sürekli yıkılır. Sonuçta, bebek ya anne

rahminde iken ölür ya da anemik ve sarılıklı

olarak doğar. Sarılığın nedeni bilirubin

düzeyinin yükselmesidir. Bebeklerde

bilirubin düzeyinin yükselmesi, beyin

dokusuna kolayca geçebilmesi neden olur.

Bilirubin beyin dokusunda birikerek geriye

dönüşsüz hasarlara neden olabilmektedir.

(44)

44

 Annenin Rh (-) bebeğe hamile kalması yukarıda anlatılan şekildeki sorunlara neden olmaz.

 Günümüzde Rh uyuşmazlığına bağlı olarak

gelişebilen bu durumu önleyici ilaçlar vardır.

 Örneğin, RhoGAM. Bu ilaç ilk Rh (+) bebeğini

dünyaya getiren anneye doğumdan sonra ilk

72 saat içinde uygulanmaktadır. İlaç anneye geçen Rh antijenlerini antikor oluşturmaya

(45)

Lökositler (Akyuvarlar)

 Organizmanın savunma sisteminin hareketli elemanları olan

lökositler, organizmayı bakterilere,virüslere, parazitlere ve tümörlere karşı savunurlar. 1 mm3 kandaki sayıları 4000 - 10000 arasında değişebilir. Ortalama 7000 dir. Sayılarının

4000 nin altına düşmesine lökopeni, 10 000 nin üstüne çıkmasına ise lökositozis denilmektedir.

 Lökositler çekirdekli hücreler olup çekirdek ve sitoplazma yapılarına bağlı olarak granülositler, monositler ve

limfositler olmak üzere üç gruba ayrılırlar.

 Dolaşımdaki lökositlerin % 50-75 i granülosit, % 2-8 i

monosit, % 20-40 ı lenfosittir. Granülositler ve monositler yalnızca kemik iliğinde yapılır. Lenfositler ise az miktarda

kemik iliğinde, büyük oranda lenfoid organ ve dokularda yapılmaktadır.

(46)

46

Granülositler

Sitoplazmalarında belirgin granüller içerirler ve çekirdekleri çok parçalıdır. Granüllerinin ve

çekirdeklerinin boyanma özelliklerine bağlı olarak kendi içlerinde nötrofiller, bazofiller ve eozinofiller

olarak üç gruba ayrılırlar. Her üçünün de aktif olarak fagozitoz yeteneği vardır (bakteri, parazit gibi mikro organizmaları endositoz ile içlerine alıp yok etmeleri), eozinofil ve bazofillerin sayısı allerjik reaksiyonlarda artış gösterir. Eozinofillerin sayıları ayrıca

paraziter hastalıklarda da artmaktadır.

Granülositlerin % 50 -70 ini nötrofiller, % 1- 4 ünü eozinofiller, % 0.4 ünü bazofiller oluşturur.

(47)

 Mikroskop altında kan

örneği. Disk şeklindeki açık kırmızı hücreler

eritrositler (alyuvar); büyük, loblu çekideğe sahip açık renkli hücre bir polimorfonükleer lökosit yani PMN; ok ile gösterilen ise bir dairesel (yuvarlak)

(48)

48

Monositler

 Işık mikroskobu altında sitoplazmasında belirgin

granüller göstermeyen, çekirdekleri böbrek

şeklinde ve tek parçalı olan lökositlerdir. Dokular arasına geçip, burada gelişip büyüyerek doku makrofajları adı verilen hücreleri oluştururlar. Makrofajlar hemen hemen her dokuda vardır ve bazı dokularda özel isimlerle anılırlar. Örneğin; karaciğerde kupffer hücreleri gibi. Monositler ve makrofajlar da aktif fagozitoz yeteneğine sahip hücrelerdir

(49)

Lenfositler

Kan, lenfatik dolaşım ve dokular arasında sürekli

dolaşan, yuvarlak, tek parçalı çekirdeğe sahip ve ışık mikroskobunda sitoplazmalarında belirgin granüller göstermeyen hücrelerdir. Bağışıklık sisteminin

hücreleri olup, organizmayı bakterilere, virüslere, mantarlara, yabancı dokulara ve tümörlere karşı

dirençli kılmak için çalışırlar. Kendi içlerinde T ve B olmak üzere iki alt gruba ayrılırlar. B lenfositler

antijenlere karşı antikor veya immünoglobulinler adı verilen özel protein moleküllerini sentezlerler. T

lenfositler ise hem B lenfositlerin antikor üretimini düzenleyen hem de antijenlerle doğrudan savaş verebilen hücrelerdir. Bu nedenle T lenfositlerin oluşturduğu bağışıklığa hücresel bağışıklık, B lenfositlerinkine ise humoral bağışıklık adı

(50)

50

Lökositlerin yaşam süreleri fonksiyonlarına

bağlı olarak farklılık göstermektedir.

Granülositlerin yaşam süreleri ortalama 12

saattir, ancak bir enfeksiyon oluşmasında bu

süre 2-

3 saate düşebilir. Monositlerin ömürleri

biraz daha uzundur, lenfositlerin ise 100-200

gün kadar olduğu kabul edilmektedir.

(51)

Trombositler

Kemik iliğindeki dev megakaryosit

hücrelerinden oluşurlar. Megakaryositler

parçalanıp sistemik dolaşıma girmesi ile

trombosit adını alır. Sayıları 1 mm3 kanda

300000 civarındadır.

Damar yaralanmalarında, kanamanın

durmasında (hemostaz) ve pıhtı oluşmasında

görev alan hücrelerdir.

(52)

52

 Trombositler bir yüzeye yapışma eğilimdedirler ama

damar duvarını kaplayan endotele yapışmazlar.

 Zarar görmüş endotelden açığa çıkan kallojen bağ

dokusu trombositlerin o bölgeye yapışmasını sağlar.

 Kollejenle temas eden trombositten bir takım

granüller açığa çıkar (ADP), bu granüller

trombositlerin birbiri üzerine yapışmasına yol açar ki (agregason), buda trombosit tıkacına yol açar.

 Endotel hücresi tarafından salgılanan Von Willebrand

Fatörü (vWF) trombositlerin hasarlı dokuya tutunmasını sağlar. Eksikliğinde koagülasyon bozukluğu görülür.

 Sağlam endotel bölgesinde Prostoglandin salgılanır

(PGI2) bu trombosit agregasyonunu engeller ve pıhtıların hasarlı doku haricinde başka bir yerde olmasını önler.

(53)

KANAMANIN DURMASI VE KANIN PIHTILAŞMA MEKANİZMASI

Kanamanın durması hemostaz, kanın pıhtılaşması

koagulasyondur. Bir damar yaralandığı zaman bazı

mekanizmalar sırasıyla işlerlik kazanarak kanama durdurulur. Bu mekanizmalar şunlardır:

Vazokonstriksiyon veya vazospazm: Damar büzülmesi, damar yaralanmalarından sonra kanamayı durdurmak için devreye giren ilk mekanizmadır.

Trombosit tıkacının oluşması: Trombositler yaralanmış

damar yapısı ile karşılaşınca yapıları değişime uğrar,

yüzeylerinde ışınsal çıkıntılar oluşur ve yapışkanlaşır. Bunun sonucunda yaralı damar bölgesinde bir araya toplanarak bir tıkaç oluştururlar ve damar duvarındaki deliği kan akımını engellemeden tıkarlar.

 Kanamanın durması için önemli olan üçüncü mekanizma

(54)

54

Koagulasyonda birbiri ardına işleyen üç temel

mekanizma vardır

a. Protrombin aktivatörünün oluşması

b. Oluşan protrombin aktivatörünün Ca2+

iyonlarının beraberliğinde protombinden

(plazmada bulunan bir protein molekülü)

trombin oluşturması

c. Trombinin fibrinojene etki ederek fibrin

ipliklerini oluşturması. Fibrin iplikleri kan

hücrelerini ve plazmayı içine alarak bir kitle

oluşturur, buna

pıhtı

adı verilmektedir.

(55)

 Protrombin aktivatörünün oluşmasında ekstrinsik

ve intrinsik olmak üzere iki esas yol vardır. Bu yolların her ikisinde de kan pıhtılaşma faktörleri adı verilen ve birden on üçe kadar roman

rakamları ile gösterilen protein yapısındaki maddeler görev alır. Bu faktörlerin birinin

eksikliği, kişilerde pıhtılaşma mekanizmasının yetersizliği sonucu en ufak bir travma veya

yaralanmalarda aşırı kan kayıplarına neden olmaktadır. Örneğin faktör VIII in yokluğunda

hemofili A veya faktör IX eksikliği sonucu hemofili B olarak adlandırılan hastalık ortaya çıkmaktadır.

 Heparin ve antitrombin-heparin pıhtılaşmayı engelleyen ajanlardır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Kanatlı hayvanlarda; kanın yapısı, kan hücreleri ve işlevi, kardiovasküler sistem, bazal metabolizma hızı, sindirim ve emilim fizyolojisi,

 Vit B12, folik asit ve intrensek faktör gibi alyuvar yapımında etkili faktörlerden herhangi birinin azalması kemik iliğinde alyuvar.

SENTETİK DETERJAN OLARAK BİLDİĞİMİZ PEK ÇOK MADDE AYNİ ZAMANDA YÜZEY AKTİF MADDELER VEYA DETERJAN. SÜLFATTANLAR OLARAK

Günümüzde tam kan, çok nadiren transfüzyon amaçlı kullanılmaktadır; daha çok kan ürünlerinin elde edildiği kaynak olarak kabul edilmektedir.. Tam kan

Febril Transfüzyon Reaksiyonları: Febril reaksiyonlar, bakteri kökenli pirojen maddelere veya daha sıklıkla çok sayıda kan transfüzyonu yapılrllış kişilerde ya

Definitionsmängd Värdemängd Linjära funktioner Potensfunktioner Exponentialfunktioner Funktionsuttryck Tabeller och grafer Skillnad mellan ekvation, algebraiskt uttryck och

giin acil ve elektif kesi grubu- nun kan gazlan arasmda, sadece iist orta hat kesi grubu degerleri arasmda aciller aleyhine bir fark (p&lt;O.Ol) gorilldiiyse de, geriye kalan

Baðýºýklýk sistemi saðlam kiºilerde transfüzyon sonrasý ciddi bir hastalýk riski çok azdýr. Ancak, asplenik veya baðýºýklýk sistemi baskýlanmýº