• Sonuç bulunamadı

Görüş Mecmuası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Görüş Mecmuası"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sefa Yüce

“GÖRÜŞ” JOURNAL

ÖZ: Görüş; edebiyat, sanat, tenkit ve bibliyografya ağırlıklı Cumhuriyet dönemi mecmualarından biridir. Ahmet Kutsi Tecer ile Ahmet Hamdi Tanpınar’ın birlikte çıkardığı bu mecmuada, birçok önemli şahsiyetin imzası da yer alır. Görüş’te, Cumhuriyet dönemi edebî ve felsefî anlayışın yansımaları ile resim ve musikideki yeni gelişmeler ele alınır. Ayrıca mecmuada, Ahmet Kutsi Tecer ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın estetik anlayışlarının oluşumunu ve bu dönemde yaşanan edebî tar-tışmaları da yakından takip etmek mümkündür. Görüş, Batılı estetik anlayış ve düşünce sistemini benimseyen bir edebî mecmuadır.

Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet, edebiyat, sanat, edebî mecmua, batılılaşma, estetik, musiki.

ABSTRACT: “Görüş” is one of the journals of Republican Turkey which pre-dominantly includes literature, arts, satires, and biographies. Even the journal was published by Ahmet Kutsi Tecer and Ahmet Hamdi Tanpınar, one might also come across with the other important names in its publication process. The “Görüş” journal includes mainly the understanding of philosophy and literature of Republican Turkey along with the new developments in musicology and fine arts. Apart from this, it is also possible to track the process of aesthetics conceptions and the other literary arguments of Ahmet Kutsi Tecer and Ahmet Hamdi Tanpınar during that period. In short, “Görüş” adopted the Western system of thought and understanding of aesthetics in its philosophy.

Keywords: Republic, literature, arts, literary journal, westernization, aesthetics, music.

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 11, Nisan 2015, s. 153-170.

(2)

Giriş

Cumhuriyetin ilanından sonra yayımlanan edebî mecmuaların sayısında bir azalma görülür. Özellikle yeni harflerin kabulü ile birlikte süreli yayımlar, bir uyum ve geçiş süreci yaşar. 1930’lu yıllarda yayımlanan başlıca edebî mecmualar: Görüş (Ahmet Kut-si-Ahmet Hamdi, 1930), Aydabir (Orhan Seyfi Orhon, 1931), Atsız Mecmua (Hüseyin Nihal Atsız, 1932), Edebiyat Gazetesi (Orhan Seyfi Orhon, 1932), Kadro (Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve arkadaşları, 1932), Fikir Hareketleri (Hüseyin Cahit Yalçın, 1933), Çığır (H. Oğuz Bekata, 1933), Varlık (Yaşar Nabi Nayır, 1933), Orhun (Hüseyin Nihal Atsız, 1933), Yücel (Muhtar Fehmi Enata, 1935), Anayurt (Faruk Nafiz Çamlıbel, 1938), Aramak (Cahit Tanyol, 1939)’tır. Bu mecmualar, Cumhuriyetin ilkelerini benimseyen ve o ilkeleri destekleyen yayımlardır. Değerlendireceğimiz Görüş mecmuası, sanat ve estetik açıdan diğer mecmualardan farklı bir tutum sergiler. Bu tutumun en belirgin göstergesi, sanatın her alanında Batılı estetik anlayışı benimsemiş olmasıdır.

Görüş mecmuasının ilk sayısı Haziran 1930 yılında yayımlanır. Mecmuanın sahibi ve sorumlu müdürü Ahmet Kutsi’dir. Görüş’ün Ahmet Kutsi ile beraber sorumluluğunu üstlenen yazarlardan biri de Ahmet Hamdi’dir. Mecmuanın ilk sayısında yönetim ve posta adresi; Cumhuriyet Kitaphanesi, Hükümet Caddesi, Nu: 15 olarak verilir. Görüş; edebiyat, sanat, tenkit mecmuası olarak yılda altı nüsha yayımlanmak niyetiyle okurun huzuruna çıkar. Görüş’te abonelikle ilgili şu şartlar yer alır: Görüş’ün Türk okurları için bedeli 3 lira, ecnebi memleketler için ise seneliği 2 1/2 dolardır. Görüş’ün tek nüshası 50 kuruştur. Görüş’e abone olan okurlar, herhangi bir sayıdan itibaren almaya başlayabilirler. Görüş, iki ayda bir çıkan edebiyat, sanat ve tenkit mecmuasıdır.

Görüş’ün ilk sayısına imza atanlar: Ahmet Kutsi (Şark ve Garp, Şiirler), İsmail Hakkı (Görüşlerim), Ahmet Hamdi (Şiir Hakkında, Ecnebi Edebiyatı: Paul Valéry), Şeyhzade Burhan (Estetik Nedir?), Cevat Memduh (Sanat Âlemi: Musiki) ve M.N. (Resim)’dir. Ayrıca Görüş’te, notlar, kitaplar ve mecmualar başlığı altında tanıtım, bilgilendirme ve tenkit yazıları da yer alır.

Görüş mecmuasını çıkaran Ahmet Kutsi (Tecer) ve Ahmet Hamdi (Tanpınar) bu dönemde Anadolu’da görevlendirilen öğretmenlerdir. Ahmet Kutsi de iki yıl kaldığı Paris’ten 1927 yılında yurda döner. O, biyoloji okumak için gittiği Paris Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe okumayı tercih eder. Ancak buradaki öğrenimi yarıda kalır. Tecer, yarıda kalan felsefe öğrenimini, 1929 yılında İstanbul Üniversitesi’nde tamamlar. Ahmet Kutsi’nin ilk görev yeri, 1930 yılında Ankara Gazi Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü Türkçe-Edebiyat öğretmenliğidir. Kendisi, aynı yıl mecburi hizmet yükümlülüğü nede-niyle Sivas Lisesi Edebiyat Öğretmenliği’ne tayin edilir.1 Ahmet Kutsi, kısa bir dönem

edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra da Sivas Maarif ve Millî Eğitim Müdürü olur. 1 Özbalcı, Ahmet Kutsi Tecer, s. 4.

(3)

Ahmet Kutsi ve Ahmet Hamdi, 1930 yılının Haziran’ında Görüş adını verdikleri edebiyat, sanat, tenkit ve bibliyografya ağırlıklı bir mecmua çıkarırlar. Mecmuanın yayımlandığı yıl Ahmet Hamdi Ankara’dadır. Kendisi, Ankara Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. 1930 yılından itibaren de Gazi Terbiye’de dersler verir. Ahmet Hamdi, Görüş mecmuasını çıkarma amaçlarıyla ilgili şu değerlendirmeyi yapar:

Kutsi Avrupa’dan yeni gelmişti. 1926’da geçirdiğim krizle 1932 arasında Kutsi ile Görüş mecmuasını çıkardık; dört nüsha kadar. Burada kendi estetiğimizi anlatma fırsatı bulduk. Görüş’ün beşinci sayısı Goethe sayısı olacaktı. Goethe hakkında gelen yazıları basmamak

için mecmuayı kapattık.2

Kaplan, Görüş’ten kısa ömürlü bir dergi diye bahseder. Derginin içeriği ile ilgili bilgi vermez.3 Görüş’ün “Yazı İşleri Müdürlüğü”nü Ahmet Kutsi yapar ve mecmuayı

Sivas’tan idare eder. Mecmuada yayımlanacak yazıları da Ahmet Kutsi belirler.

Modernleşme Süreci

Ahmet Kutsi’nin Görüş mecmuasının ilk sayısında yayımladığı “Şark ve Garp” yazısı, mecmuanın bir nevi beyannamesi niteliğindedir. O, bu yazı ile edebiyatımızın gündemini belirler. Bu gündem, Şark ile Garb’ın geniş bir açıdan ele alınıp değerlendi-rilmesidir. Ahmet Kutsi, önce Garp kelimesinin ne anlama geldiği üzerinde durur. Ona göre, bugün Garp kelimesinin anlamı, bildiğimiz mana itibariyle sınırlandırılamayacak kadar geniştir. Bu kelimeyi çok sık kullanmakla beraber Garp deyince ne anlıyoruz? Ahmet Kutsi, önce bu sorunun cevabını arar. O, Garbı hayatımızdaki bütün değişik-liklerin müşterek bir göstergesi ve simgesi olarak görür ve şu değerlendirmeyi yapar:

Bunu kelimenin kullanışından anlıyoruz. Garp medeniyeti, garp edebiyatı, garp sanayi, garp iktisadiyatı, garp musikisi, garp lisanları, ilh... Bütün bu tabirlerde geçen garp kelimesinden kasdettiğimiz mana nedir? (...) Bu kelime âdeta hayatımızda vukua gelen yeni, yepyeni birtakım değişikliklerin müşterek alâmeti olmuştur. Hayatımızın değişmesiyle bu değişik-liğin her sahada derin bir akis uyandırması bütün vicdanlarda şiddetli bir cidal yaratmıştır...

Ahmet Kutsi, yazısının devamında Türk toplumunun Doğu’dan Batı’ya göç ediş sürecini ve bu toplumun yaşadığı maceraları anlatır. Ayrıca bu süreç, iki ayrı medeni-yet ve iki ayrı zihnimedeni-yet dünyasını ortaya çıkarır. Bu dönemde, yenileşme ve zihnimedeni-yet değişimi için “teceddüt” ve “tanzimat” kelimeleri kullanılır. Ahmet Kutsi, bu tabirlerle ilgili şu değerlendirmeyi yapar:

2 Alptekin, Ahmet Hamdi Tanpınar Bir Kültür, Bir İnsan, s. 42. 3 Kaplan, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, s. 44.

(4)

(...) İlk zamanlar henüz Garp medeniyeti tabiri yok. Avrupalı kelimesi kullanılıyor. Fakat hiç şüphe yok, bu kelime zıddı ile birleşmekte idi: Asyalı. O sırada Orient kelimesi bütün Avrupalıların dilinde idi. Artık yavaş yavaş bizde de Bilâd-ı İslâmiye yerine Memalik-i Şarkıye, onun yerine Şark; Bilâd-ı İslâmiye yerine Memalik-i Şarkıye, onun yerine Şark; diğer taraftan Düveli Efrenciye yerine Avrupalu ve daha sonra da Garp kelimesi

kulla-nılmağa başlandı.4

Ahmet Kutsi, yazının devamında edebî simaların Garb’a yaklaşımlarını ele alır ve bizde garbı ilk anlayanın Şinasi olduğunu belirtir. Ona göre, mekteplerden yetişen hariciye memurları da Garb’ı anlama konusunda önemli sorumluluklar üstlenmişlerdir. Bu süreçte Garptan gelen her şey bütün sihri ve cazibesiyle hayatımızı kaplar. Ahmet Kutsi, Kızılelma’nın efsanedeki anlamının dışında yeni bir anlam kazandığını, o bu-günkü anlamıyla Kızılelma’yı fikir ve sanat hayatında erişmek istediğimiz timsal olarak görür. Artık bütün yollar Garb’a çıkmaktadır. Garp, bir zihniyetin ifadesidir. Ahmet Kutsi’ye göre, bütün bu zihniyet değişimine rağmen son devrin bütün mütefekkir ve sanatkârlarında bir ikilik gözlenir: “Şark ve Garp. Nihayet bunun muhtelif şekillerde tezahür ettiğini görüyoruz. Şüphe ve iman, korku ve ümit, hayır ve şer, varlık ve yokluk. Türk ruhunun dramı belki bu çarpışmanın tarihidir. Ruhumuzda keşfettiğimiz bu tezat âlemi kuvvetli bir varlık eseridir. Bugün sanat dünyası durgun, bu dünyanın içinde de kendine güveni olmayan mütereddid ve korkak insan vardır. Biz sanatta evrensel değerler oluşturmuş bir millet değiliz. Bunun için sanat hayatını yönlendiren insanların bir an önce ne yapacaklarına karar vermeleri gerekir. Ayrıca entelektüeller, içinde bu-lundukları ataletten kurtulmalıdır. Bir milletin sanatta evrensel değerler oluşturabilmesi için üretilen sanat eserinin millî ruhu yansıtması gerekir.” Ahmet Kutsi, millî ruhun ancak millî kültürle hayatiyet bulacağını Sivas’ta bulunduğu dönemde daha iyi kavrar ve folklora yönelir. Burada halk kültürünün kaynakları üzerine yoğunlaşır. Kendisi, 1931 yılında Sivas’ta Halk Şairleri Bayramı düzenlenmesine öncülük eder. Üç gün süren bu şölene devrin birçok ünlü halk şairi katılır. Bunlardan biri de Âşık Veysel’dir. Ahmet Kutsi, 1932 yılında Muzaffer Sarısözen ve arkadaşlarıyla birlikte Sivas Valisi Süleyman Sami Kepenek ve Belediye Başkanı Osman Hikmet Işık’ın katkılarıyla birlikte Halk Şairlerini Koruma Derneği’ni kurar.5 Bu dernek vasıtasıyla halk kültürü

ile ilgili önemli çalışmalar yapılır ve aydınların Anadolu gerçeği ile yüz yüze gelmesi amaçlanır. Aydının halka inmesi ve halkla bütünleşmesi fikri Ziya Gökalp’in rehberli-ğinde gündeme II. Meşrutiyet yıllarında kurulan Halka Doğru Derneği ile gelir. Bunun öncülüğünü yapanlardan biri de Ahmet Kutsi’dir. Kendisi, batıyı yakından tanıyan ve batı kültürü ile ilgili doğru ve sağlıklı değerlendirme yapan aydınlardan biridir. Ahmet Kutsi, şiirlerinde de halk kültüründen yararlanır. Dergâh’ta ilk şiirlerini yayımlayan 4 Ahmet Kutsi, Görüş, 1930, s. 11-12.

(5)

Ahmet Kutsi, Görüş’ün ilk sayısında “Besbelli”, “Mezar Taşları” ve “Nerdesin” adlı şiirlerine yer verir.

Görüş’ün ilk sayısında, okurun dikkatini çeken yazılardan biri de Şehzade Burhan’ın imzasını taşıyan “Bediiyat Nedir?” başlıklı yazıdır. Burhan yazısında, be-diiyatın önce tanımını yapar ve onun sanatla olan bağı üzerinde durur. Şehzade Burhan, bediiyat kavramını geniş bir bakış açısıyla ele alır ve bu kavramın sadece sanatla olan bağı üzerinde durmaz, ayrıca psikoloji ve sosyoloji ile ilgili yönünü de değerlendirir. 6

Şehzade Burhan, batılı bir anlayış ve mantalite ile bediiyat kavramını ele alıp değerlendiriyor. Onun okumaları ve argümanları batı referanslı olduğu için sanat kav-ramına bu gözle bakıyor. Makalenin bütününde dikkatimizi çeken bir nokta da İslamî anlayışın sanata karşıymış gibi gösterilmiş olmasıdır. Kendisi, bunu biraz yumuşatarak imamların sanata özellikle resim ve heykele karşı olduklarının altını çiziyor. Fakat bu-nun gerekçelerini açıklamıyor. Türk kültür hayatında, İslamî nedenlerle ilgili belirli bir süre resim ve heykel yasaklansa bile zaman içinde bu katı anlayış yumuşamış, belirli esneklikler sağlanmıştır. Şehzade Burhan’ın bu anlayışı, bir oryantalist yaklaşımdır. Batılılar, sanat konusunda Türkleri itham etmişler, ayrıca onlar, Türkleri sanata katkı sağlamayan bir millet olarak göstermişlerdir. Bu ithamın arka planında, uzun süren savaşların ve siyasî mücadelenin yansımaları söz konusudur.

Görüş’ün ilk sayısında Ahmet Hamdi, “Şiir Hakkında”7 bir yazı yayımlar. O, bu

yazıda, şiir ve nesrin farklılıklarını ortaya koyar. Şiirin çerçevesini çizer, ayrıca şiirin güzel sanatlar içindeki yerini belirler. Ahmet Hamdi’ye göre şiir, kendi gayesinin dışına çıkmamalı ve şiire menfaat endişesinden bakılmamalıdır. Onun bu görüşleri, şiir estetiğinin ana ilkelerini oluşturur. İlk şiirlerini Dergâh (1921-1923) mecmuasında yayımlayan Ahmet Hamdi saf şiir anlayışını benimser ve bu anlayışını sonraki yıl-larda da sürdürür. Onun “Şiir Hakkında” yazdıklarını, kendi şiir poetikası olarak da nitelendirebiliriz. Bu anlayışa göre şiir:

Bugün sanat meseleleriyle yakından alâkadar olmuş bir zekâ için artık münakaşasına imkân görülmeyen hakikatlerden biri de şiirin her türlü menfaat endişesinden uzak, gayesini yalnız kendinde bulan bir mükemmeliyet olmasıdır. Bu böyle olduğu hâlde, maalesef memleke-timizde mutlak derecede bir ekseriyet hâlâ sanatkârda büyük insanî mefkûrelerin bir pey-gamberini, cemiyet hayatının ateşli bir havarisini görmek arzusundadır... Şiir, muzdarip ve huzursuz ruhun saf lisanı olması gerekir. Şiir vaaz etmemeli, bu görevini nesre bırakmalıdır. Çünkü nesir her türlü serbestliğe sahip ve fikrin her çeşit kabı olabilecek genişliği içinde barındırır. Oysa şiir dar bir çerçeveye sahiptir. Şiir, hiçbir nazariyeyi izaha ve hiçbir davayı ispata müsait değildir. Halbuki hakikî şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir hedefi yoktur. (...) Şiirde olduğu gibi bütün sanat eserlerinde ebediyet fikri vardır.

6 Şeyhzade Burhan, Görüş, s. 28-35, Bu yazı, mecmuanın kapağında “Estetik Nedir?” başlığı ile yer

almıştır.

(6)

Ahmet Hamdi’nin Görüş’ün ilk sayısında yayımlanan diğer bir yazısı da “Ecnebi Edebiyatı-Paul Valéry” ile ilgili olanıdır. O, bu yazıda Valéry’nin sanat anlayışı, yetiş-tiği çevre ve etkilendiği şairler hakkında ayrıntılı bilgi verir. Ona göre: “Paul Valéry, şiir ve sanat aleminde yeni bir şahsiyet değildi. Daha 1890 senesinde, henüz on sekiz, on dokuz yaşlarında iken sembolizm hareketine iştirak etmiş, Mallarmé’nin etrafında teşekkül eden genç zümreye dahil olmuş, sanat meseleleri üzerindeki dikkatli ve şahsî duruşları ve düşünceleri ile üstadın sayılı dostları meyanına girmişti...”8

Görüş’ün ilk sayısında İsmail Hakkı, “Metafizik” başlıklı yazısı ile felsefî konulara değinir. Kendisi, Kant, Rousseau ve Bergson ile ilgili değerlendirmeler yapar. Ona göre, bu filozoflar farklı kulvarlarda ilerleyerek kendi felsefelerinin temellerini oluştururlar.9

Cevdet Memduh, “Sanat Âlemi: Musiki” başlıklı yazısında büyük Alman bestekârı Wagner’in ölümü dolaysıyla bir yazı kaleme alır. Yazıda, Wagner’in hayatı ile ilgili bilgi verir, ayrıca onun hakkında yazılan bir kitaptan bahseder.

Görüş’ün ilk sayısında M.M.10 imzalı “Resim Sergileri” başlıklı değerlendirme

yazısında, İstanbul ve Ankara’da açılan resim sergilerinden söz edilir. Özellikle Fransa ve Almanya’dan dönen genç sanatkârların, sanatta yeni bir çığır açmak için bir program dahilinde çalıştıkları anlatılır.

Görüş’ün birinci sayısının “Notlar” başlığı altında Ahmet Kutsi, Nazım Hikmet’in “Varan 3”nü değerlendirir. Ona göre: “Büyük Harp’ten önceki devir ile ‘Büyük Harp’ten sonraki devir çok faklıdır. Çünkü harple birlikte hayat şartları büsbütün değişir. Millet bundan etkilenir ve yeni siyasî camialar oluşur. Menfaatler, yeni tarza göre değişir... Bugün işçi hareketinin yoğun bulunduğu her memlekette yeni iştiyakları terennüm eden bir edebiyat vardır. Makine ve toprak. (...) Nazım Hikmet Bey’in Varan 3’ü bana bunları düşündürdü.”11

Ahmet Hamdi’nin Görüş’ün birinci sayısında yer alan diğer bir yazısı da “9 uncu Hariciye Koğuşu” romanı ile ilgili yaptığı değerlendirmedir. Ahmet Hamdi, değer-lendirmeye bir soru ile başlar: “Bir Türk romanı var mı yok mu? Bu, ciddi muhatabı daima müşkül mevkide bırakacak bir sualdir. İlk defa kendi kendime sorduğum zaman, ne büyük ihtiyatsızlık ettiğimi anladım. (...) O hâlde var... Bugün roman denince, medenî insanın anladığı şeyin esasını vak’a değil, muharririn kafasında canlandırıp yaşayan şahıslar yani insan teşkil etmektedir... Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu bu konuda bizde yazılan nadir kitaplardan biridir...”12 Bu yazı, Dokuzuncu

8 Ahmet Hamdi, Görüş, s. 36-46. 9 İsmail Hakkı, Görüş, s. 15-17.

10 M. M kısaltması ile ilgili açıklayıcı bir bilgi bulunamamıştır. Görüş’ün ilk sayısında bu kısaltma M. N

şeklinde yer alır. M. N., kısaltması, Güzel Sanatlar Birliği Edebiyat Şubesi üyelerinden ‘Mehmet Nurettin’dir.

11 Ahmet Kutsi, Görüş, s. 55-56.

(7)

Hariciye Koğuşu hakkında yapılan ilk değerlendirmelerden biridir. Ahmet Hamdi, Batı’da gelişen yeni roman anlayışını yakından takip eder. Bu anlayışın esası, vakadan ziyade bireyin iç dünyasına yönelmedir. Kendisi, hikâye ve romanlarında bu tekniği uygulamaya çalışır.

Görüş’ün ilk sayısında yeni yayımlanan kitapların tanıtımı yapılır, onlar hakkında kısaca bilgi verilir. Ayrıca “Mecmualar” başlığı altında, Ankara’da yayımlanan “Hep Gençlik”ten söz edilir.

Görüş mecmuasının ikinci sayısında Hilmi Ziya (Nirvana-I), Ahmet Hamdi (Şiir Hakkında), Şeyhzâde Burhan (Bediî Hulûl-Einfühlung), Suut Kemal (Ecnebi Edebiyatı: Tolstoy) ve Ahmet Kutsi (Kronik: Eski ve Yeni Edebiyat) yazılarıyla felsefe ve edebi-yatla ilgili düşüncelerini dile getirirler. Mecmuanın sanat âlemi bölümünde, Mahmut Ragıp musiki, opera cemiyeti ve plastik sanatlar konusuna değinir. Bu bölümde yine Muhittin Sebati, plastik sanatlar ve Akademi, M.M., resim sergileri ile ilgili görüşlerini açıklar. Bu sayının notlar kısmında Ahmet Hamdi, kitaplar konusunda bir yazı kaleme alır. Mecmuanın son sayfalarında ise haberlere ve bibliyografyaya yer verilir.

Hilmi Ziya “Nirvana-I” başlıklı denemesinde insan, ruh ve maddenin analizini yapar. Ona göre, âlemin odağında insan vardır ve medeniyet insanın eseridir. Ayrıca insan ahlâki bir varlıktır. O, insanın temel vasıfları ile ilgili şu tespitleri yapar: “İnsan, bedeni ile insan değildir; akideleri ve mevhumeleriyle de insan değildir. O, ancak tatmin edilmez bir faaliyet kaynağı olan ihtirasların teşkil ettiği şahsiyetiyle insandır. O nihayetsiz bir ruh kudretidir...” Hilmi Ziya, ruhun, insan varlığının özünü oluştur-duğunu, ruh olmadan insan varlığından söz edilemeyeceğini belirtir.13

Hilmi Ziya, XIX.yüzyılın katı pozitivist anlayışının etkisinde kalmayan aydınlardan biridir. Özellikle pozitivist anlayış, XIX ve XX.yüzyılın başlarında maddeyi ön plana çıkarmış ve materyalizmi egemen kılmaya çalışmıştır. Bu durum bizim aydınımızı da etkilemiş, Cumhuriyet döneminde pek çok aydın manevi boşluğa düşmüş, inanç krizi yaşamıştır. Hilmi Ziya, “Nirvana” başlıklı denemesinde ruhun yüceliğine ve ahlâkın önemine vurgu yaparak insanın ancak ruhla kişilik ve şahsiyet kazanacağını belirtir.

Ahmet Hamdi, Görüş’ün ikinci sayısında da şiirle ilgili düşüncelerini dile getir-meye devam eder. O, şiirin kendine has bir dili olduğunu, bu dilin oluşumunda pek çok kelimenin yer aldığını, şiir dili oluşurken kelimelere bir tahdit konulamayacağını, kullanılan veya kullanılmayan birçok kelimenin şiirde yer alabileceğini belirtir. Ahmet Hamdi’ye göre, şiirin daima kendinden uzak tuttuğu kelimeler de vardır: “... Filha-kika bunlar için mevcut bir kaide, bir nizam yoktur. (...) Fakat her ne de olsa şair de konuşan veya hikâye eden adamdır... Filhakika şiirin lisana olan tasarrufu, nesrin ve

Hariciye Koğuşu” başlıklı yazılar, Zeynep Kerman’ın yayına hazırladığı Ahmet Hamdi Tanpınar,

Ede-biyat Üzerine Makaleler, (Dergâh Yayınları, 1977) adlı eserde yayımlanmıştır.

(8)

konuşmanın tasarrufundan çok başkadır. (...) Bununla beraber şurasını tasrih edelim ki bu sözlerle şiirde mana yoktur demek istemiyoruz...”14

Ahmet Hamdi’nin şiirle ilgili görüşlerinde otuzlu yıllardan sonra da önemli bir değişiklik olmaz, o, saf şiir anlayışından hareketle kendi estetiğini oluştur. İlk şiirlerini Dergâh mecmuasında yayımlayan Ahmet Hamdi, bu şiirlerini erken yayımladığı için pişmanlık duyar. Sağlığında şiirlerini bir araya getirmeyen Ahmet Hamdi, son yıllarında bütün şiirlerini istemeyerek de olsa kitaplaştırıp yayımlar.

Şeyhzade Burhan’ın, Görüş’ün ikinci sayısında yer alan “Bediî Hulûl-Einfühlung” makalesi, Türk edebiyatında yayımlanan ilk çalışmalardan biridir. Şehzade Burhan “Einfühlung” karşılığı olarak “Bediî Hulûl” kavramını kullanır. Buna gerekçe olarak şu açıklamayı yapar: “Einfühlung’u ilk defa kullanan R. Vischer’dir. Bu kelimenin Fransızca mukabili yoktur. İngilizler ve İtalyanlar Empathie ve İntropaphie diye tercüme etmişlerse de bu kelimeler yaşamamıştır. V. Basch, Fransızca Infusion diyor, gülünç buluyor; s’infuser diyor, beğenmiyor; kendi nazariyesine verdiği sympathie symbolique ismini kullanıyor. Biz Türkçeye tasavvuf lisanında hulûl kelimesinin zenginliğinden ilham alarak ‘bediî hulûl’ diye tercüme ettik...”15

Görüş’ün ikinci sayısında Suut Kemalettin, “Tolstoy’un Manevi Tekâmülü” adını verdiği bir yazı kaleme alır. Bu yazı, Tolstoy’un yaşadığı bunalım ve onun bunalımdan çıkmak için sarfettiği çabayı anlatır.16

14 Ahmet Hamdi, Görüş, s. 75-78.

15 Şeyhzade Burhan, Görüş, s. 79-91. Turgay Anar, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi Cilt/Sayı XLVIII

sayısında “Einfühlung Teorisi” ile ilgili bir makale yayımlar. Bu makalede Einfühlung teorisinin ortaya çıkışı ile ilgili şu tespitleri yapar: “Einfühlung teorisi, Almanya’da 19.yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve özellikle sübjektif estetik alanında önemli bir merhaleyi gösteren estetik anlayıştır. (...) Einfühlung kavramı ile ilgili Türkçe kaynaklar çok sınırlıdır. Belki de bu teori ile ilgili Türkçede ilk müstakil yazıyı Burhan Toprak (Şeyhzade Burhan) yazmıştır. Bu yazının yayınlandığı tarihten yıllar sonra Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir yazısında, kavramı tıpkı Toprak gibi anladığını ve onu aynı şekilde kullandığını gösteren metin karşımıza çıkar. Tanpınar, teoriyi bu yazıdan öğrenmiş olmalıdır. Yıllar sonra da Einfühlung’u tıpkı Şeyhzade Burhan gibi ‘bediî hulûl’ ibaresini kullanarak anlatır. Tanpınar, Yahya Kemal’in eserlerinde eski kelimeleri kullanmasını eleştirenlere, Einfühlung anlamına gelen ‘bediî hulûl’ kelimesini kullanarak cevap verir.(...) Bu teorinin neleri, nasıl ele aldığını başarıyla gösteren temel kaynaklardan birini Wilhelm Worringer yazar. Onun çalışması 1906 yılında önce doktora tezi olarak savunulur, aradan iki yıl gibi kısa bir süre sonra da kitap halinde piyasaya sunulur. ‘Abstraktion und Einfühlung’ başlığını taşıyan bu eser, 1963 yılında ‘Soyutlama ve Einfühlung: Üslup Psikolojisi Üzerine Bir Araştırma’ ismiyle İsmail Tunalı tarafından Türkçeye çevrilir. Bu eser, konuyla ilgili temel kaynaklardan biridir. Yine İsmail Tunalı’nın ‘Estetik’ kitabında da Einfühlung teorisiyle ilgili bölümler vardır. Beşir Ayvazoğlu’nun ‘İslam Estetiği ve İnsan’ başlıklı çalışmasında, teoriye Worringer’in eseri bağlamında kısaca değinilir. Einfühlung ile iki müstakil yazı daha vardır. Dr. İlknur Karagöz’ün ‘Yahya Kemal’in ‘Ses’ Adlı Şiirinin Özdeşleyim (Einfühlung) Metoduyla Tahlili’ ve Elif Şebnem Kobya’nın ‘Tebrizli Şems’in Feracesinin Özdeşleyim Kuramına Göre İncelenmesi’ başlıklı yazılarında teorinin detaylı bir açıklaması yapılmamış, genel anlamda İsmail Tunalı’nın konuyla ilgili çeviri ve telif iki eserinin özetlenmesi tercih edilmiştir.” s. 24-26.

(9)

Ahmet Kutsi, Görüş’ün ikinci sayısının kronik bölümünde “Eski ve Yeni Edebi-yat” tartışmalarının özet ve değerlendirmesini yapar. Ağustos 1930 yılında Ankara’da Edebiyat Muallimleri Kongresi toplanır. Bu kongrede orta dereceli (ortaokul ve lise) okullarda okutulacak edebiyat ders kitaplarının gayesi hakkında hararetli tartışmalar yapılır. Kongrede Türkçeye ait sorunlar, yeni imlâda yaşanan güçlükler, gramer dersi-nin programı hakkında uzun uzun konuşulur. Türkçe dersidersi-nin işlenişi ile ortaya çıkan sorunların tespitinden sonra Millî Talim ve Terbiye Heyeti edebiyat dersinde takip edilecek yol haritasını belirler. Heyet, önerilerini üç madde halinde kongreye sunar: “1- Edebiyat derslerinde takip edilecek usûl ve bu tarihin devirlere taksimi, 2- Garp edebiyatına verilecek zaman, 3- Bir lise kütüphanesi, ne gibi kitaplar ihtiva etmelidir?” Tartışmalarda: “Hıfzı Tevfik (Gönensay), programı olduğu gibi kabul ediyor, yalnız edebî metinlerin ve divanların mutâlaasını kolaylaştıracak bazı ilâveler teklif ediyordu. Buna mukabil Halil Vedat (Fıratlı), edebiyat tarihi namı altında yapılan bir edebiyat tedrisatının doğru olmadığını, sentetik bir edebiyat tedrisatına lüzum olduğunu, nevi-lerin tekâmülü üzerinde yapılacak tedrisatın talebede terkip kabiliyetnevi-lerini yaratacağını söyledi. Ona göre bu derslerin gayesi, gençlerde edebî zevkin teşekkülü ve terkip kabiliyetinin inkişafını temin etmektir. Diğer taraftan bugünkü edebiyat tedrisatının mihverini divan edebiyatı teşkil etmektedir. Divan edebiyatı şekilden ibaret, zihnî ve marazî bir edebiyattır. Gençlerde, yukarıdaki gayeyi öldürüyor. Divan edebiyatı, lise dersleri arasından kaldırılmalıdır. Kâzım Nami (Duru) Bey de oldukça uzun süren bir mukaddime ile bizim hakiki edebiyatımızın divan edebiyatı olmadığını, binaenaleyh edebiyat tedrisatına başka bir mecra verilmesi lâzım geldiğini söyledi. Şevket Süreyya Bey de edebiyat derslerinin tahrir ve metin dersleri üzerinde kalmasını isterken bir tarih-i edebiyat tedrisatının lüzumsuzluğuna iştirak etmiştir.”

Kongrede, muallimler arasında tartışmalar iki noktada yoğunlaşır:

Bunlardan biri tedris, usûl ve terbiye meselesi, diğeri ise divan edebiyatının liselerde okutulmaması meselesi. İlk oturumdan sonra: “Müzakerelerin ikinci günü Ahmet Hamdi Bey’in, divan edebiyatının lise programlarından kaldırılmasını ve edebiyat tarihi tedrisatının Tanzimat’tan sonraki devre inhisar etmesini teklif etmesi üzerine münakaşa çok ciddi bir safhaya intikal etmekle beraber sarî bir hâl aldı... Halil Vedat Bey’in öne sürdüğü bazı iddiaları, Hamdi Bey’in bambaşka ve yepyeni bir tezin müdafaası için kullanıldığının farkına varılmıştı. Hamdi Bey’in iddiasına nazaran, edebiyat tedrisatının iki gayesi olabilirdi: 1. Talebeye edebî bir zevk vermek, 2. Onu içinde yaşadığı medeniyetin kültürü ile karşılaştırmak. Halbuki bizim edebiyatımız ve umumiyetle cemiyetimiz, tanıdığımız hemen bütün diğer milletler gibi bir tek me-deniyetin içinde inkişâf etmiş değildir. (...) Artık yeni kıymetler ve yeni bir teşekkül peşinde koşulan bu devrin, dünkünden bambaşka iştiyakları var. Bizde milliyet fikri bu asırda şuurlanmaya başladığı gibi yeni hüviyetimiz de bugünkü Garp medeniyetinin sinesinde tebellür ediyor. (...) Fakat bugün yaşayan hiçbir tarafı kalmayan ve yeni

(10)

yetişen nesilleri tamamıyla bigâne kılan eski zihniyetin, edebî tarihimizdir diye, beşeri kıymetleri meşkûk olan mahsulleri üzerinde fazla durmak için ısrar edilemez. Çünkü çocuk, edebiyat tarihi namı altında okuyacağı bu tafsilatla ne zevkini, ne zihniyetini idrâk edebildiği bir medeniyetle meşgul olacaktır. (...) Ahmet Hamdi Bey’e göre, lise talebesine okutturulacak edebiyat dersleri şöyle olmalıdır: ‘Tanzimat’tan itibaren mu-fassal bir edebiyat tarihi, ondan evvelki devirler bir methal tarzında bilhassa lisânın tekâmülünü gösteren belli başlı merhalelere ait seçilmiş metinler üzerinde durularak okutulmalıdır.’ Sonra sınıfta Garp edebiyatı etrafında nevilerin tekâmülünü izah etmek suretiyle talebeye yeni ufuklar açmak mümkündür. Divan edebiyatının okutulmasına gelince, faidesinden sarfınazar, esasen bugün için bunun imkânsızlığı aşikârdır. Evvelâ çocuk bu edebiyatı anlamak için muhitinde hiçbir teşviğe malik değildir. Yabancı bir âlemden sestir. (...) Hıfzı Tevfik Bey, Hamdi Bey’in divan edebiyatı hakkındaki mütâlaasına karşı Fransızların da Rönesans’tan evvelki şairlerini okuttuklarını, bir misal olarak söylemiştir. (...) Mustafa Nihat (Özön) Bey, ifadesinde bilhassa Hamdi Bey’le Tanzimat’tan sonraki devrin okutulması üzerinde ısrar etmiş, buna mukabil divan edebiyatının programlardan büsbütün kaldırılması noktasında daha ileri git(miştir)... Mustafa Nihat Bey’in, programlar ve tatbikatı hakkındaki tenkitleri münakaşayı, bilhassa Behçet Bey’in şiddetli itirazlarına davet eder... Abdülbaki (Gölpınarlı) Bey, Ahmet Hamdi ve Mustafa Nihat Beylerin divan edebiyatı hakkındaki sözlerine mukabelede bulunmuş, fakat bilhassa eski edebiyatın bugünkü nesiller tarafından anlaşılmayacağı hakkındaki iddiaya şiddetle muhalefet eder. (...) Hıfzı Tevfik Bey de Tanzimat ve ondan sonraki zamanın bizim hakikî edebiyatımız olmadığını söylemiş, hattâ bu edebiyatı kozmopolitlikle tavsif etmiştir. (...) Heyetin ekseriyet tarafı divan edebiyatının mevcut program dahilinde okutulması lehinde ve bugünkü şeraitle tamamen okutulabileceği kanaatinde idi. (...) Diğer muarızlar divan edebiyatı millî dehayı temsil etmiyor; sadece iskolastik bir zihniyetin hâkim olduğu devirlerin, bu zihniyetin inkişafına müsait olan muhitlerin mahsulüdür. Hatta buna halk edebiyatını da katarlar. (...) Bu münakaşalar sırasında Süleyman Şevket ve İsmail Habip Beyler de söz alırlar. Süleyman Şevket bazı numuneler göstererek eski edebiyatın liselerde okutulabileceğini ispata çalışır. İsmail Habip (Sevük)’ün sözleri ise heyecanlı bir nutuk şeklinde cereyan eder. (...) Kongrenin son celsesinde mevcut edebiyat programları bu sene olduğu gibi kalmak-la beraber celselerin netice ve kararkalmak-ları nazarı itibare alınmak sureti ile muallimler tarafından tatbik edilmesi kabul ve reis tarafından muallimlerin istedikleri kitapların Vekâletçe hazırlanacağı vaad edildi.”17

Ankara’da muallimler arasında yapılan eski ve yeni edebiyat tartışmalarının özün-de yeni bir eğitim anlayışı ile Cumhuriyet’in özün-değerlerini benimseyen, yönü Batı’ya dönük gençler yetiştirme fikri yatar. Yeni edebiyatı savunanlar, divan edebiyatına, 17 Ahmet Kutsi, Görüş, s. 96-107 .

(11)

bir nevi Osmanlı’yı çağrıştırdığı için, vasfını yitirmiş gözüyle bakarlar ve ayrıca bu edebiyatı skolastik bir dünya görüşünün uzantısı olarak görürler. Ortaöğretimde, yeni edebiyatın okutulması fikrini savunan Halil Vedat, Ahmet Hamdi ve Mustafa Nihat Dergâh mecmuasında birlikte çalışmış arkadaşlardır. Ahmet Hamdi’nin Batı yanlısı radikal tutum takınması, onun meslek hayatıyla doğrudan ilgilidir. Bu dönemi doğru değerlendirebilmek için Ahmet Hamdi’nin Ankara yıllarını gözden geçirmek gerekir.

27 Ekim 1927 yılında Ankara’ya gelen Ahmet Hamdi, kendini entelektüel bir çevrede bulur. Ankara Lisesi’nde Suut Kemal’le (Yetkin) tanışır. Her ikisi, Fransız edebiyatından ortak edebî çeviriler yapar. Ankara yılları, Ahmet Hamdi’nin kendini geliştirdiği en verimli yıllardır. O, 1932’ye kadar süren bu yıllarda Nurullah Ataç, Nusret Hızır, Ziyaettin Fahri (Fındıkoğlu), Faruk Nafiz, Necip Fazıl, Rıfkı Melûl (Meriç) ve Ahmet Kutsi ile bir araya gelip edebî sohbetlere katılır. Ahmet Hamdi, şiir estetiğinin oluşmasında geniş ufuklar açan Valéry’i de bu yıllarda tanır. Ankara Lisesi’nin bünyesi içinde yer alan Musiki Muallim Mektebi sayesinde resim ve müzik bilgisini artırır. Paris’te eğitim görmüş olan Muhittin Sebati sayesinde klasik müziği sever, klasik müzik plaklarıyla ilgilenmeye başlar. Ayrıca Ahmet Hamdi, Ankara’ya gelişlerinde Ahmet Haşim’i ziyaret eder. Bu görüşmeler, onu Ahmet Haşim’e daha da yakınlaştırır. Ahmet Hamdi, bu dönemde şiir heveslisi öğrencilerle de ilgilenir. Bunlar: Orhan Veli (Kanık), Oktay Rıfat (Horozcu), Melih Cevdet (Anday), Samet Ağaoğlu, Fuat Bayramoğlu ve Ahmet Muhip’tir (Dranas). Kendisi, Yaşar Nabi’ye (Nayır) yazdığı bir mektupta hayatının gecikmelerle dolu olduğunu, bir yığın med ve cezri bir arada geçirdiğini söyler. Buna ilaveten mektuba şunları yazar: “1932’ye kadar çok cezrî bir Garpçı idim. Şark’ı tamamiyle reddediyordum. 1932’den sonra kendime göre tefsir ettiğim bir Şark’ta yaşadım. Asıl yaşama iklimimizin böylesi bir terkip olacağına inanıyorum.” Onun cezrî Garpçı oluşu, Erzurum Lisesi yıllarından başladığı söyle-nebilir. Erzurum’a giderken yanında taşıdığı batılı klasik eserler de bunun göstergesi sayılabilir. Ahmet Hamdi’nin radikal Batıcı tutumu, Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi’nde verdiği tebliği ile ortaya çıkar. Kendisi o günlerde toplanan kongre ile ilgili şu görüşlere yer veriyor: “Biz o günlerde Ahmet Kutsi Tecer ile oldukça güç bir program mücadelesine girişmiştik. Gündüzleri sık sık söz alıyor, geceleri fikirlerimizi kabul eden arkadaşlarla ertesi gün söyleyeceğimiz şeyler üzerinde konuşuyorduk.”18

Ahmet Hamdi, 1932 yılından sonra kültürden koptuğunu görür, bu yanlıştan dönül-mesi gerektiğine inanır. Ahmet Hamdi, bunun için geçmişle kopukluğun yaşanmaması için devam ederek değişmek, değişerek devam etmek fikrini dile getirir. O, İstanbul’a geldikten sonra Şark’a geri döner ve Şark ile Garp’ı bir terkip içinde bütünleştirmeye çalışır. Ahmet Hamdi, eserlerini bu terkip ve anlayışı içinde yazmaya çalışır.

Görüş’ün ikinci sayısında Cevat Memduh “Sanat Âlemi” başlığı ile musiki ko-18 Okay, Bir Hülya Adamının Romanı, s. 147-160.

(12)

nusuna değinir. Bu bölümde Siegfried Wagner’in ölümü ile ilgili bilgi verir.19

Mahmut Ragıp, Görüş’ün bu sayısında “Millî ‘Opera’ya Doğru” başlıklı bir yazı kaleme alır, bu yazıda şu görüşlere yer verir: “Bütün muktedir meslektaşlarca malûmdur ki, memleketlerin musiki terbiyelerinde, ses musikisi, saz musikisi terbiyesine-takaddüm eder denemezse de-esas rehberlik vazifesini görür. (...) Millî opera heyeti kurulmadan, opera kültürü alınmadan, Türkçemiz opera tekniği ile iyice uzlaşmadan hiçbir millî eser tecrübesi beklememelidir.”20

Cumhuriyetin ilk yıllarında Batı müziğinin tercih edildiğini, alaturka müziğin ise göz ardı edildiğini biliyoruz. Hatta bir ara radyolarda da alaturka müziğe yer veril-mez. Elit kesim alaturkanın yerine Batı müziğine yönelir. Cumhuriyet, yeni bir kültür oluşturmak için sanat anlayışında da değişime gider. Bu dönem bir arayış dönemidir. Zamanla bu arayış ve geçiş dönemi bitecek, yeniden alaturka müzik önem kazanacak, halk müziği ile ilgili yurt çapında derleme çalışmaları başlayacaktır. Ayrıca, zaman içinde klasik batı müziği için yerli opera sanatçıları da yetişecektir.

Görüş’ün ikinci sayısında “Plastik Sanatlar ve Akademi” başlığı altında Muhit-tin Sebati bir tenkit yazısı yayımlar. Ona göre sanat eseri bir uğraşı ve araştırmanın ürünüdür. Bu bakımdan milletler, dahilerinin ve büyük sanatkârlarının kudreti ile mukayese edilirler.21

Görüş’ün üçüncü sayısında Ahmet Kutsi “Bulutlar”, Suut Kemalettin “F. Ni-etzsche”, Ahmet Hamdi “Çeviri: Auxereli Denys, Hikâye, Walter Pater”, Hüseyin Namık “Macar Edebiyatı Tarihine Bir Bakış”, Cevat Memduh-Muhiddin Sebati “Sanat Âlemi”, Şeyhzade Burhan “Resim Sergisi”, “Notlar, Kitaplar ve Mecmualar” başlıklı yazılarını yayımlarlar.

Friedrich Nietzsche (1844-1900) son dönemin önemli filozoflarından biridir. Suut Kemalettin, Nietzsche’yle ilgili yazısında onun çevresini, yaşadıklarını ve çektiği sıkıntıları farklı bakış açısıyla ele alıp değerlendirir. Ona göre, bazı filozoflar bugünü değil geleceği yaşarlar. Bu filozoflardan biri de Nietzsche’dir.(...) Eserleri, birer kitap olmaktan ziyade birer “aforizm” mecmuasıdır.22

Görüş’ün üçüncü sayısında Ahmet Hamdi, Walter Pater’in “Auxereli Denys” adlı hikâyesinin çevirisini yapar. Hikâyenin konusu, eski bir Yunanlının arkadaşları arasına geri dönüşünü anlatır. Hikâyenin konusu, Fransa’nın eski bir şehrinde geçer.23

Görüş’ün üçüncü sayısında Hüseyin Namık “Ecnebi edebiyatı” başlığı altında “Macar Edebiyatı”ndan bahseder. Hüseyin Namık’a göre, son devirde Macar edebi-19 Cevat Memduh, Görüş, s. 108-110.

20 Mahmut Ragıp, Görüş, s.111-114. 21 Muhiddin Sebati, Görüş, s.114-116. 22 Suut Kemalettin, Görüş, s. 130-138. 23 Ahmet Hamdi, Görüş, s. 139-160

(13)

yatı önemli şöhretler yetiştirir. Bu şöhretlerin birçoğu Türkler ve Türk edebiyatı ile yakından ilgilenirler.24

Görüş mecmuasının üçüncü sayısında Cevat Memduh “Sanat Âlemi” bölümünde “Musiki” başlıklı bir yazı yayımlar. Yazıda Darülfünun hocalarından Prof. Dr. Alfred Lorenz’ın “İpek Mendil” adlı eserinden bahseder.25

Görüş’ün üçüncü sayısında sanatla ilgili önemli tenkit yazıları yayımlanır. Bu yazılardan biri de Muhiddin Sebati’nindir. O, Taksim’de yapılan abide için şunları söyler: “(...) Ben eminim ki, Gazi’nin kurduğu Cumhuriyetin azametini hakiki ile hissetmiş ve bediî heyecanı tatmış kafalarda, gülünç denecek kadar kusurlu olan bu abide, çoktan yıkılmıştır. O meydana böyle rokoko bir konsol saatini değil, kendi dağlarımızdan birini yontarak dikmek gerekti. (...) Bir sanat eserinin yaşayabilmesi için kendine has fazilet ve kanunları vardır...”26 Muhiddin Sebati’ye göre, sanat eğitimi

verilmeden sanattan verim alınamaz ve gelişme beklenemez. Buna ilaveten sanata katkı sağlayacak ve sanatı himaye edecek insanlara da ihtiyaç vardır.

Şeyhzade Burhan, Güzel Sanatlar Akademisi muallimi olarak “Avrupa’da tahsil edip gelen genç artistler sanatı nasıl anlıyorlar?” sorusuna cevap arar. Ona göre, plastik sanatların memleketimizde 50-60 senelik bir tarihi olmasına rağmen, sanat, bilhassa resim ve heykel lüks bir faaliyet olarak görülür. Aydınların da bu konuda doğru ve sağlıklı bir fikri yoktur.27

Görüş’ün üçüncü sayısının “Notlar” kısmında, Ahmet Hamdi ve Ahmet Kutsi’nin kitap ve dergilerle ilgili değerlendirmeleri yer alır. Ahmet Hamdi, Anatole France’nin dilimize çevrilen kitaplarını hatırlattıktan sonra telif ve çeviri faaliyetinin dar bir daire içinde dolaştığını belirtir. Ahmet Hamdi, ayrıca Anatole France’nin öneminden söz eder ve onun sıradan bir muharrir olmadığının altını çizer.28

Ahmet Kutsi, “Notlar” bahsinde “Persefon ve Geçmiş Zamanın Masalları” adlı kitapla ilgili okuyucunun dikkatini çekmeye çalışır.29 Onun tanıtımı yaptığı kitaplardan

ikincisi de Tevfik Abdurrahman’a ait “Dalgalarla Engine” adlı şiir kitabıdır.

Bu bölümde ayrıca Hüseyin Namık, Sadru Maksudi’nin yeni yayımlanan kitabı “Türk Dili İçin” bir tanıtım yazısı kaleme alır. Ona göre, Sadri Maksudi, Avrupa ilim âleminin tanınmış simalarından biridir. Yayımladığı eser de Türk dil inkılâbının bir rehberi niteliğindedir.

24 Hüseyin Namık, Görüş, s. 161-167. 25 Cevat Memduh, Görüş, s.168-170. 26 Muhiddin Sebati, Görüş, s. 170-172.

27 Şeyhzade Burhan, Vakit gazetesinin 21 ve 22 Mart tarihli nüshalarında iki makale yayımlar. Bu makaleler

“Avrupa’da Tahsil Edip Gelen Genç Artistler Sanatı Nasıl Anlıyorlar?” ve “Genç Sanatkârların Eserleri Hakkında Ayrı Ayrı Mutâlaalar”dır. Görüş mecmuası bu iki makaleyi tekrar yayımlar. s. 173-178.

28 Ahmet Hamdi, Görüş, s. 179-181. 29 Ahmet Kutsi, Görüş, s. 182-185-186.

(14)

Hüseyin Namık’ın tanıtımını yaptığı bir başka kitap da Mustafa Nihat’ın “Metin-lerle Muasır Türk Edebiyat Tarihi”dir. Hüseyin Namık, şimdiye kadar birçok edebiyat tarihi yazıldığını ancak bu kitapların bizi tatmin etmediğini belirttikten sonra şu de-ğerlendirmeyi yapar: “Bu kitap hassaten liselerin üçüncü sınıf programlarına muvafık olarak tertip edildiğinden bir mektep kitabıdır da... Kitabın başlıca meziyetlerinden biri de zengin bibliyografik malûmatı ihtiva etmesidir...Yalnız, edebiyatımızın bu en yakın ve canlı devresi hakkında yazılmış kitaplar arasında belki en değerlisi addedil-mek icap eden eser maalesef bu devrin hakiki simasını, edebî tezahürlerin kıymet ve rabıtalarını, merhaleleri vuzuhla tespit edemiyor.”30

Görüş’ün üçüncü sayısının son bölümünde Ankara’da yayımlanan mecmualardan bahsedilir. Mecmuaların sanat ve kültür hayatımız bakımından önemine değinilir. Ayrıca musiki ile ilgili mecmuaların azlığından şikâyet edilir. Bu konuda şu görüşlere yer verilir: “Bizde sanat kültürü itibarı ile en cılız kalan cihetin musiki olduğunda tereddüt bile caiz değildir. Onun için bu mecmua (Musiki), büyük inkılâp içinde pek yaya kalan musiki hareketlerine yeni bir hayat verecek, millî musiki istikbalimize nurlu yol açacaktır.”31

Görüş’ün üçüncü sayısının son bölümünde yeni yayımlanan eserlerden söz edilir. Bu eserler, tematik (roman-hikâye, tiyatro, tarih, edebiyat tarihi, halk edebiyatı ted-kikleri, folklor, güzel sanatlar, musiki, lisaniyat, terbiye ve içtimaiyat, çocuklara ve gençlere mahsus eserler) olarak sıralanır ve haklarında kısa bilgiler verilir. Adı geçen eserler, 1930 ila 1931 yıllarında basılan kitaplardır.

Görüş’ün dördüncü sayısı Şubat 1932’de yayımlanır. Bu son sayıdır. Dördüncü sayıda Paul Morand’ın “Sürat Hakkında” yazdığı yazıyı Fransızcadan Suut Kemalettin ve Ahmet Hamdi birlikte Türkçeye çevirirler. Ahmet Kutsi, dördüncü sayıda “Lahit” adlı şiirini yayımlar. Ayrıca bu sayıda, Ahmet Hamdi’nin “Bir Kadın Başı”32 ve “Hep

30 Hüseyin Namık, Görüş, s. 187-188. 31 Muzaffer, Görüş, s. 189-190.

32 Görüş, “Bir Kadın Başı” s. 210. Bu şiir, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bütün Şiirleri, Dergâh Yayınları,

1981, kitabında. “Sabaha Karşı” (s. 25) başlığı ile yayımlanır. Tanpınar, şiirin bir iki mısraında ufak tefek değişikler yapar.

a Bir Kadın Başı... a Bir kadın başı duvarda a Uzanmış süzmekte beni, a Ve gülünç kuşlar dallarda a Kırpıyor kirpiklerini. a Uzayan parmaklarımda a Mumyalanır karanlık, a Sesler gülüyor yanımda a Hatıralar kadar dağınık

(15)

Aynı Gül” isimli iki şiiri yer alır. Mecmuada, Nurullah Ata “Keziban’a Mektup” başlığı altında intihal meselesi ile ilgili bir yazı kaleme alır. Görüş’ün “Sanat Ȃlemi”nde, Zeki Faik “Yeni ve Eski Resim”le ilgili bir mukayese çalışması yapar. Görüş mecmuasının “Notlar” kısmında Halil Vedat ve Ahmet Hamdi, yeni yayımlanan kitap, mecmua ve gazeteleri tanıtırlar.

Paul Morand “Sürat” adlı yazısında son yıllarda hayatın büyük bir ritim kazandığı üzerinde durur. Ona göre, bugün ilmî nazariyeler ve sanatlar bu mefhumun tahakkümü altındadır. Sürate bugün mukavemet etmek mümkün değildir. Paul Morand, bu konuda şunları söylüyor: “Sürat mefhumu terakki mefhumundan doğmuştur... Terakki mef-humu, biliyoruz ki, Garbın en karakteristik mefhumlarından biridir. Terakkinin şartı faaliyettir, arkadaşı hürriyet, sembolü elektrik ve tezahürü sürattir... Süratin etkisi edebî eserlere de yansımıştır. Üslup kısalıyor hafifliyor ve adeta telgraf lisanı oluyor...”33

Nurullah Ata (Ataç), Görüş’ün dördüncü sayısında “Keziban’a mektup” başlığı altında ‘İntihal’ konusunu ele alır. Ona göre, edebiyatımızda intihal konusu çok sık gündeme gelir. Şair ve yazarlar, eserlerinin başkaları tarafından yağmaya uğradığından şikayet ederler. Oysa insanların birçoğu pek çok sözü ve hayali yıllardan beri tekrar edip durur. Bu dedikodular nasıl önlenecek, iddialar nasıl doğrulanacak? Nurullah Ata bu konuda kendisinin polis memuru olmadığını belirterek el âlemin fikir, mevzu ve hayal aşırmasına karışmadığını söyler...34

Suut Kemalettin, mecmuanın dördüncü sayısında ayrıca Paul Verlaine’yi tanıtır ve şiir anlayışını değerlendirir: “Verlaine, François Villon’dan beri gelen en büyük ‘bohéme santimentale’ şairidir. (...) Şehvette kimse onun kadar hayvanî, tazarruda kimse onun kadar ruhanî olmadı... Şiirleri rüya ve musikidir.”35

Zeki Faik, mecmuanın son sayısında “Sanat Âlemi” başlığı altında “Yeni ve Eski Resim” arasındaki farkları ele alır. Ayrıca sanat eserlerinde bulunması gereken temel ölçütler üzerine tespit ve değerlendirmeler yapar...36

Mecmuanın “Notlar” kısmında Halil Vedat “Üç Kitap”ın tanıtımını yapar. Bu

a Yüzler asılı dallarda a Küçük, sıska, kandil yüzler, a Onlar ağlıyor kemanda, a Ve üzüntü dolu gözler. a Bir kadın başı duvardan a Uzanmış gülüyor bana a Gülüyor ta uzaklardan a Sabahın boş aynasına. a Ahmet Hamdi

33 Paul Morand, Görüş, s. 193-208. 34 Nurullah Ata, Görüş, s. 212-215. 35 Suut Kemalettin, Görüş, s. 216-220. 36 Zeki Faik, Görüş, s. 221-227.

(16)

kitaplar şunlardır: Deniz Aşırı, Yeni Rusya ve Faşist Roma-Kemalist Tiran-Kaybol-muş Makedonya’dır. Halil Vedat, bu üç eserin Falih Rıfkı’ya ait olduğunu belirterek, eserlere edebî gözle bakmaya çalıştığını söyler.37

Bu bölümde ayrıca Ahmet Hamdi, Andre Gide’nin Dar Kapı romanını tanıtır: Andre Gide, mütercimi: Burhan Ümit. İst. Matbaacılık ve Neşriyat Şirketi 1931. Ah-met Hamdi, eserden uzun bir alıntı yaptıktan sonra Andre Gide ve eserin kahramanı ile ilgili şu değerlendirmeyi yapar: “... Muhakkak Andre Gide asrımızın en huzursuz ruhudur. Ve bu huzursuz ruh Alissa’ya hatırlattığı hikmete rağmen devasız azabını ruhlara mütemadiyen sunuyor. Fakat biz bundan, bu zehirlenmeden müteessir değiliz... Ben Andre Gide’nin lisanı kadar güzel pek az şey bilirim...”38

Görüş’ün dördüncü sayısında “Mecmualar ve Gazeteler” başlığı altında yeni yayımlanan Kadro mecmuası tanıtlır. Mecmuada, Kadro ile ilgili şu görüşlere yer verilir: “Geçen senelerden beri ismi etrafında o kadar dedikodu yapılan Kadro bu ay başında çıktı. Güzel ve yarı modern bir kapak, geniş bir münderecat. İmzalar malûm: Yakup Kadri, Şevket Süreyya, Burhan Asaf, Vedat Nedim, İsmail Husrev. Kadro ciddi bir fikir mecmuasıdır ve gayesi inkılâbı seyrinde yalnız bırakmamaktır... Biz, Görüş sayfalarında, Kadro’yu ve neşriyatını yakından takip edeceğiz.”

Sonuç

Dört sayı yayımlanan Görüş mecmuası, yeni alfabenin kabulünden iki yıl sonra Türk kültür hayatına yeni bir ivme kazandırır. Görüş, bir edebiyat, sanat, tenkit ve bibliyografya mecmuasıdır. İki kültür adamının (Ahmet Kutsi Tecer ve Ahmet Hamdi Tanpınar) öncülüğünde çıkan mecmua, edebî bakış açısının yanında felsefi bir derinliğe de sahiptir. Mecmua, aynı zamanda geçiş döneminin özelliklerini de yansıtır. Görüş’ün insanî bilimlere çoğulcu bir bakış açısıyla yaklaştığı görülür. Bu bakış açısının temelini, felsefe, resim ve müzik oluşturur. Cumhuriyet rejimi, kendini yeniden inşa ederken eski ile bağlarını belirli ölçüde koparmaya çalışır. Bunun en belirgin unsuru yeni alfa-benin kabulüdür. Aydınlar, yeni alfabeye uyum sürecinde geçiş döneminin sancılarını yaşarlar. Bu durum, onların yazılarına da yansır. Çünkü yeni alfabenin yerleşmesi ve eğitimin yeniden planlanması için belirli bir zamana ihtiyaç vardır. Fakat Cumhuriyeti kuran irade, bu sürecin uzamasına karşıdır ve kısa zamanda netice alınmasını ister. Görüş’ün muhteviyatına bakılınca, yazarların imlâ meselesi ve dille ilgili sorunların üstesinden geldikleri görülür. Ayrıca edebî anlayışın belirgin biçimde değişmesi, 37 Halil Vedat, Görüş, s. 228-229.

38 Ahmet Hamdi, Görüş, s. 230-232 , “Dar Kapı” A.Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, (Dergâh

(17)

eski edebî anlayışın tasfiye edilmek istenmesi, bu dönemin önemli göstergelerinden biridir. Aslında bu sancının ilk belirtileri XIX. yüzyılda görülmeye başlar ve artarak devam edegelir. Ahmet Kutsi’nin “Şark ve Garp” yazısı hem bu süreci ele alır, hem de mecmuanın bir beyannamesi niteliğini taşır.

Mecmuada, Türk ve Batı edebiyatından nazım ve nesir örneklerine yer verilir. Ayrıca çeviri metinler ile ecnebi edebiyatı başlığı altında önemli şair ve yazarlar tanı-tılır. Ahmet Kutsi, kendi şiirlerini Görüş’te yayımlar. Onun bu şiirlerinde, folklorun yansımaları görülür. Kendisi, bir süre sonra tamamıyla halk kültürünü araştırma ve ortaya çıkarma faaliyetlerine yönelir. Bunun ilk uygulamalarını da Sivas’tan başlatır. Ahmet Kutsi, kültürel dokunun geçmişle bağını koparmak istemez. Bunu, şiirleri ve yazılarıyla ile ortaya koyar. Ona göre, Cumhuriyetin inşasında Türk kültürünün yeniden işlenmesi gerekir. Ahmet Kutsi, bu konuda bir kültür adamı bilinciyle hareket eder.

Ahmet Hamdi, Görüş mecmuasında yaptığı çevirilerle dikkat çeker. Mecmuada, gündeme getirilen fikirlerden biri de, Ahmet Hamdi’nin Ankara’da yapılan muallimler kongresinde eski edebiyatın kaldırılması yönünde tavır alması ve bu konuda ısrarcı olmasıdır. Dergâh mecmuasından arkadaşı Mustafa Nihad Özön de bu tartışmalarda ona destek olur. Kongrede, muallimler uzun tartışmalardan sonra eski edebiyatın kaldırılmasından vazgeçerler. Bakanlık, bu müzakerelerin sonucu olarak ortaöğretim müfredat programında yeni bir düzenleme yapılmasına karar verir. Ahmet Hamdi’nin eski edebiyata karşı olmasının nedeni, 1930’larda kendini cezrî bir garpçı olarak gör-mesidir. Onun bu anlayışı, 1932 yılından itibaren değişmeye başlar. Ahmet Hamdi, bu tarihten sonra kültürü, geçmişin bir devamı olarak görür.

Ahmet Hamdi, Görüş’te sanat ve estetik anlayışını açıklar. O, şiir konusuna değinirken sanatla ilgili bazı temel kavramların açılımını da yapar. Ahmet Hamdi’ye göre, sanat bir bütündür. Şiir de bu bütünlüğün parçalarından biridir. O, şiire bir estet olarak bakar. Önce şiirin ne olması gerektiği üzerinde durur. Sonra da şiirde, nazım nesir ayrımını yapar. Ona göre, şiiri şiir yapan unsurlardan biri de dilin kullanımıdır. Bu konuda Ahmet Hamdi, dilin imkânlarından yararlanırken sanatkârın dili iyi ayıklamayı, onu iyi işlemeyi ve dili her türlü mana yığınından kurtarması gerektiğinin altını çizer.

Ahmet Hamdi’nin estetik anlayışında resim önemlidir. O, resmi şiirin tamamla-yıcı unsuru olarak görür. Ayrıca buna müziği de ilave etmek gerekir. Ahmet Hamdi Tanpınar, gerek Güzel Sanatlar Akademisi estetik hocalığı döneminde, gerekse şair ve yazar olarak sonraki yıllarda da resim ve müzikle ilgilenmeye devam eder.

Yahya Kemal, kültürümüzün iki noksanından bahseder: “Biri resimsizlik, diğeri de nesirsizliktir.” Ona göre, “Bu iki fecî noksanımız olmasaydı bizim milliyetimiz bugün olduğundan yüz kat daha kuvvetli olurdu. Resimsizlik yüzünden cedlerimizin yüzlerini göremiyoruz. Ah bu ne fecî hicrandır! (...) Ya nesirsizliğe ne diyelim? (...) Eğer Türk milletinin resim bir, nesir iki bu iki sanatı olsaydı bugün milliyetimizin

(18)

kudreti, olduğundan yüz kat daha fazla olurdu.”39 Yahya Kemal de, Ahmet Hamdi gibi

resmin önemine inanır. Türk edebiyatına resim Mir’at mecmuası ve Edebiyat-ı Cedide topluluğu ile girer. Özellikle Ahmet İhsan, Servet-i Fünun dergisini resimlerle donatarak okuyucunun ilgisini çekmeye çalışır. Bu konuda Paris ve Viyana’da incelemeler yapar, kendisi, batılı ressamlardan yararlanmaya çalışır.40 İlk şiirlerini Dergâh mecmuasında

yayımlayan Ahmet Hamdi, bu mecmuada Ahmet Haşim’in estetik anlayışından da etkilenir. Haşim, Dergâh’ta ilk defa şiir poetikasını yayımlar. Ayrıca, dil, imlâ, tenkit ve sanatla ilgili pek çok yazı kaleme alır. Onun özellikle ressamlarla ilgili yazdıkları gözlem gücünü ve estetik seviyesini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Ahmet Hamdi’nin Dergâh çevresinde yetişmesi, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’i yakından tanıması, onun resme bakışını olumlu yönde etkiler. Görüş mecmuası, Cumhuriyet’in resme ve özellikle sanata destek vermesinden övgüyle söz eder. Cumhuriyet’in sanata önem vermesinin sebeplerinden biri de, dünyada tanınmak ve sanat vasıtasıyla saygın bir imaj kazanmak, ayrıca Cumhuriyet’i, kültür temeli üzerinden ayağa kaldırmaktır.

Suut Kemalettin (Suut Kemal Yetkin), Görüş mecmuasına felsefî yazılarıyla önemli katkı sağlar. Onun Fransızcadan yaptığı çeviriler, mecmuanın içeriğini zenginleştirir. Görüş’ün ilk sayısından itibaren Şeyhzade Burhan’ın (Burhan Toprak) estetikle ilgili yazıları, dönemin ve gündemin ne kadar iyi takip edildiğinin de bir göstergesidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923’ten Atatürk’ün ölümü olan 1938 yı-lına kadar geçen süreye “Atatürk dönemi edebiyatı” veya “İnkılâp Edebiyatı” da denilmektedir. Görüş, dönemin özelliklerini yansıtan bir mecmuadır. Bu dönemde Cumhuriyeti kuran millî irade kültür ve sanat faaliyetlerine büyük destek verir. Sanat ve kültür yayınlarını destekler, Avrupa’ya öğrenciler gönderir. Bu yıllar her alanda Cumhuriyetin yeniden inşa edildiği yıllardır.

KAYNAKLAR

Alptekin, Turan, Ahmet Hamdi Tanpınar: Bir Kültür, Bir İnsan, İstanbul: İletişim Yayınları, 2010. Beyatlı, Yahya Kemal, Edebiyata Dair, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, 1971.

Kaplan, Mehmet, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1983.

Okay, Orhan, Bir Hülya Adamının Romanı: Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul: Dergâh Yayınları. Özbalcı, Mustafa, Ahmet Kutsi Tecer: Şairliği ve Şiirleri Üzerine Bir İnceleme, Ankara: Akçağ

Yayınları, 1998.

Özgül, M. Kayahan, Resmin Gölgesi Şiire Düştü, İstanbul: YKY, 1997.

39 Yahya Kemal, Edebiyata Dair, s. 68-71. 40 Özgül, Resmin Gölgesi Şiire Düştü, s. 26-27.

Referanslar

Benzer Belgeler

Spontan ıkınma, dinlenme anındaki solunum düzeyiyle başlaması, kontraksiyon süresince üç ya da beş ıkınmanın olması ve çoğunlukla kasları kasmaktan ziyade

Bu ilişkinin, iki değişken arasındaki toplam varyansın % 2’sini açıkladığı anlaşılmaktadır (r² = 0.02). Bu bulgular okul yöneticilerinin iş doyum düzeyi ile

頂的哭喪臉,我常常想著會不會太小題大作了,到底是沒有胸部比較好還是讓癌

請用下列案例探討說明公司治理的重要性:美國製藥大廠默克藥廠,傳出浮報收益的醜聞,這也是繼安隆、

beraber 7 yaşımda Bilim Çocuk almaya başladım ve 11 yaşından beri Bilim ve Teknik okuyorum. Her ay yeni sa- yısını

Sitoplazmadaki serbest ribo- zomlarda daha çok hücre içi işlevleri olan protein- ler sentezlenirken, endoplazmik retikuluma bağla- nan ribozomlarda ise genellikle hücre dışına

Bakım verirken sorun yaşama durumu sorgulandığında hiçbir zaman cevabını verenlerin her zaman, sık sık, bazen ve nadiren cevabını verenlere göre YKTÖ