CUMHURİYET/İ7
POLİTİKA YE ÖTESİ
MEHMED KEMAL
________
Arad’ın Ahi...
Bana Agop Arad’ı, Orhan Veli tanıtmıştı. Bir gün Orhan’la BabIâli’den yukarı doğru çıkıyoruz; Meserret’i biraz geçtik Or han,
“ Bizim Agop’a beş dakika bir uğrayalım” dedi. Uğradık. Bir hanın girişinde daracık bir odada resim yapıyordu, iki ki şi ya sığar ya sığmaz. Agop, bir kitabın kapağını yapıyordu. Tanıştık.
Ertesi gün öğleye doğru yokuştan çıkıyordum, Agop’a uğ radım. Orhan da ordaydı. Vakit öğleye doğru, Orhan,
“ Çatçat’a gidiyoruz reis, var mısın?” dedi. “ Ne Çatçat’ı?”
“ Karaköy’de Perşembe Pazarı’nda bir küçük meyhane.” “ Gidelim” dedik.
Agop, Orhan, ben Eminönü’nden Karaköy’e kayıkla geçi lirdi, karşıya geçtik. Gittiğimiz meyhane bir kadının işlettiği küçücük bir yerdi. Oraya Çatçat adını Orhan takmıştı. Sonra bir öyküsünde bu meyhaneyi “ Hoşgör Köftecisi” diye anla tır.
Yıl sanıyorum 1945... Şiir kitabı çıkaracağım. Agop’tan yar dım istedim. O da Avedis’i tanıttı. Avedis’in Ebusuut Cadde- si’nde bir küçük basımevi vardı. El dizgisi harfler, pedal baskı makinesi. Ne kadar solcu yazar varsa, kitap bastıracaksa Ave dis’i bulurdu. Solcu yazarlardan ötürü Avedis’in başı dertte idi. Avedis deyip geçmeyin. Bir Ermeni şairi idi. Ayrıca No- ror diye bir de edebiyat dergisi çıkarırdı.
Polisle başı dertte olduğu için Avedis fazla dayanamamış, Fransa’ya gitmek zorunda kalmıştı. Her Avrupa gidişinin dö nüşünde Agop’a sorardım.
“Avedis’i görüyor musun?”
“ Görüyorum, Marsilya’da matbaacılık ediyor.”
Agop Arad'ın BabIâli’ye düşmüş her genç ve yetkin sanatçı, dostu idi. Çağdaş Türk sanatının yeni parlamaya başlayan her yeteneklisi ile dosttu. Öğle rakılarına eğilimli olanlarını gözünden tanırdı. Bir Osmanlı gibi öğle rakısı içerdi. İçile cek meyhaneleri de bilirdi.
Agop’un öğle rakısı zevkini bildiği için Orhan Veli, dostlar arasında söylenen birkaç dize karalamıştı: “ Mek kadeh çer- makçur için / Alma ahin Arad’ın / Gözlerimden boşanoor hic ran yaşları / Derdime derman desem / Derdime gıllas Allah.”
Şöyle bir düşünüyorum da 45 yılı aşkın bir dostluğumuz var. Vatan’da birlikte çalıştık; O İstanbul’da, ben Ankara’da... Sonradan 18 yıla yaklaşan bir süre de Cumhuriyet’te bera ber olduk. Bu beraberliğimiz içinde kimler geldi, kimler geçti. Hepsinin ayrı bir anısı vardı. Sevdikleri ile candan, yürekten dosttu. Sevmedikleri var mıydı? Her insanın olur, onun da vardı elbette. Böylelerinin adı geçti mi, konuşmaz, dudağını büker, gözünü kırpardı. Böylece düşündüğünü anlatmış olur du.
Gazeteye geldiğinde Oktay Akbal’ın odasında oturjur, ga zeteleri okur, kendi yaşında yazarların gelmesini beklerdi. Be ni gördüğünde uzun bir ‘Vayyy’ çığlığı atar,
"Yahu nerelerdesin? Şurada kaç kişi kaldık” derdi. Oktay Akbal’lı, Recep Bilginer’li, Melih Cevdet’ti, Sami Ka- raören’li, Dündar Akünal’lı öğle rakıları gene oluyordu. Ama sürekli değil. Boğaz’da Nadir Bey’in bulunduğu kimi öğle ra kılarına katılıyordu. Bu, biraz da geçmişi anma oluyordu.
Babıâli, uzun tarihi içinde, neler gördü, neler geçirdi. Bun ların arasında birçokları gibi Agop Arad da var. Ama herke sin yeri ayrı, herkesin çizgisi değişik. Agop iyi bir ressamdı. Yalnızlığın resmini çizerdi. Bu resimler kimbilir kimlerin du varlarında asılıdır. Bende asılı olan, tek başına bir çocuk res midir. Resimleri duvarları süslerken gölgesi de Babıâli üs tünde değil midir?
Agop’un gidişi, bir ressamın yalnızlığıdır. Babıâli içinde bir yalnız kişi..._______________
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi