No.
2235 — 530Büyük Mütefekkir
K ü ç ü k b i r
Yazan
Büyük m ütefekkirim iz Haşan Âli YücelİD, (Akşam) da geçen se ne intişar etmiş bir yazısı, bu ga zetenin koleksiyonlarını karışdırır- ken dün gözüme ilişdi. Yazılarını pek ziyade sevdiğim (Haşan Ali Yücel) in bu yazısını o zaman okuyam adığım a, daha doğrusu gör mediğime teessüf ettim. Geç de olsa yine kendisile küçük bir fikir teatisine vesile teşkil ettiği için m em n unum .
Büyük m ütefekkir bu yazısile şairimiz (Yahya Kemali) kasd e t mekte, bugünün onu anlıyamadığı- nı ileriye sürmektedir. Türkiye K ü ltü r hayatının en yüksek bir m a kam ını işgal eden b üy ük m ü te fek kirin düşüncelerine h ü rm e tk a r ol m ak la beraber, bu mesele h a k k ın da da birdenbire boyun eğmem eye k arar verdim. Bu küçük isyanımın kendisini de m em nu n edeceğine hiç şüphe etm iyorum .
S a n a tt a telâk ki ve görüş m e seleleri, düşünüşlerim ize ve k a n a atlerimize göre değişir. Bunların hangisinin doğru veya yanlış old u ğun u isbat edecek k a t ’î bir bür- han elimizde m ev cu t değildir. Y alnız bu şekil dahilinde ilmin bizden talep ettiği şey, her d üşü nüşe h ü r m e tk a r olmak, ilmin h u d ut ve sahası dahilindeki her te lâkkiyi hüsnü suretle karşılam ak- dır.
Bu sebepten ben m uhterem mütefekkirim iz Haşan Âli Y üce lin düşünce ve kanaatlerine hür- m etkâr olduğum u ilân ederken, ayni düşünce ve k a n a a tte b u l u n madığımı da gene ilmi esaslara istinat ederek söylemek meeburi- • etinde kalacağım. M uhterem m ü tefekkirimiz diyor ki :
«Her edebiyat müessesesi, bir devrin, bir cemiyetin m ahsulüdür. Şiir dehası da o devir ve o
cemi-' inde yetişir »
U YA N IŞ
71
Haşan Âli Yücelle
h a s b ı h a
. RIZA ÇAVDARLI
iBu söz gayet doğrudur. F a k a t bunu d a h a um um î ve şumııllü bir şekilde ifade etm e k icab ed er se, her devrin edebiyat ıııüessese- sinin, kendinden evvel geçen bir devrin mirası üzerine ittik a e tm e si icab eder. Bu cemiyetlerin t e kâm ül ve inkişafında, edebiyatın da tâbi olduğu tekâm ü l ve inkişa fı gösterir. D im ağlar tek â m ü lle rinde, kendinden evvel geçen di m ağlarla olan alâ k a ve rab ıta la rını nasıl kesmiyorlarsa, sanat ve edebiyatın da tabiatın istediği ni zam dahilinde bu tek â m ü lü vüctı- de getirebilmesi için kendinden evvelki ile bir rab ıtay a bir bağa m alik olması lâzımdır.» de m emiz icab ederdi.
Tabiatın nizam ve ahengi için de te k â m ü lü n ü takip etmiş olan böyle bir şiir ve ebebiyat sanatı, içinden doğduğu ve çıktığı sanatı öldürm eği h atırından bile geçire mez. Menşeinde mısralarla şiirlerle başlıyan edebiyatın çerçivesi için de gözlerimiz insana değil in sa n lara, m addelerin sınıflarına değil fak a t m addelerin hususiyetlerine b a k m a ğ a m ecburdur. Ve bu bakış bir zencir halinde s a n at ve edebiyatı bu günkü halinden ta m ağ a ra zam anındaki devre k a d a r götürm elidir, bu görünüşde de dal ve budakların kesilmemiş olması na d ik k a t etm e k lâzımdır.
U n u tm a m a lıd ır ki elli bin se- nedenberi insanlar sanatın menşei ve onun ittik â ettiği esasları a r a m ak la meşguldürler. Bizi şair ve s a n atk â r yapan k u v v e t güzel lik ise bu güzellik nedir ? Ve biz ona neden perestiş ederiz ? Neden onu tek ra r vücude getirmek iste riz ? B u rad a bu meseleleri derin derin tedkik edebilmek için, gayet geniş, piskoloji u m m a n ın a d a la b i liriz. F a k a t bunu bir iki kelime
ile de hulasaten izah etm ek nıüın kündür. Güzellik bir şekil veya bir m adde halinde, onu seyredenin hoşuna giden bir şeydir, Bu m a d de menşeinde güzel olduğu halde bir seyir idene hoş g örün m e y e bilir, fakat diğer seyir eden için güzeldir. Bu şekilde güzellik ve onun telâkkisi nisbî olduğu gibi, sanat ve onun telâkkisi de nisbî- dir. Bir m u h it ve cemiyeti oldu ğu gibi ayni seviyede gören in sanlar haline sokmak m üm k ü n olamaz. Bütüu bir cemiyetin e d e biyatı yoktur. Bel ki o cemiyet- deki görüşlerin farklarına göre sınıfların bir edebiyatı vardır. Meselâ bana fiturist bir şairi se veceksin ve hoşlanacaksın veya- h u td a Nazım H ikm etin şiirlerini a lkışlayacaksın d e m e k beni ö ld ü r m ek le m üsavidir.
Her edebî m ektep kendisine mahsus bir dil yaşatmış, kendi sinden sonra gelen bir m ektep ile bu dil kaybolm uştur. Yalnız k a y bolan bu dil ölmüş ve unutulm uş değildir. Ö ldürülm ek ve u n u t tu rulm ak istemek edeb iyatta bir anarşi vücude getirm ektir ki; şii rimizi, bu gü n k ü gibi çıplak ve k u rak bir sahraya düşürür. Çünkü tabiata, tabiatın k an un ların a, em ir lerine m uhalif bir harekettir. Zira ta b ia t tekâm ü l ve inkişafın mü- selsel bir zencire m e r b u t y ü rü m e sini ister. İ n sa n la r ilk ip tidaî şe killerinden birdenbire bugünkü şekillerine atlam am ışlardır. B u ru n larımız, dudaklarım ız, gözlerimiz, asırlarca eski kıyafetini yok e ttir diğini belli e ttirtm e y e re k bugünkü kıyafetine geçmiştir. Eğer bunu birdenbire yapmış olsaydı bu a n o r m al bir hal olurdu ki : ayni a n o r mal karışıklığı, tabiatın k a n u n la rından k u rtu lm a k ve a y ıılm a k is- tiyen kom onist cem iyetlerde gö rürüz. Bunların başlıca ittik â ettikleri esas anarşi ve ihtilâldir. Geçen edebiyat ile alâka ve irti batını birdenbire k at etm ek isti- yen bir edebiyatın da düşeceği yer bu anarşi çukurudur. H albuk i bu gü nk ü şiir edebiyatı, s a n a tta bu ihtilâli vücude getiren futurist ede biyatın bir yavrusudur. Ye m a a le sef şiire karşı olan aşk ve h ü rm e ti yok e ttirm ektedir. Bunu bu keş mekeş halinden k u rta rm a k istiyor
72
SERVETIFÜNUN
No. 2235—550
isek, b ug ü n k ü nesli m ü m k ü n ol- i u ğ u ka da r s a n atta bir varlık gösteren geçen edebiyata banla mamız gerektir. Büylece d a h a san ların, d a h a kavi, daha m üterakki ve daha m edenî bir edebiyat m eydana çıkar. Bu k an aati u m u mileştirebilmek de mütefekkirlerin uhdesine te re ttü b eden bir vazife- iir.
Büyük m ütefekkirim iz Haşan Â.1İ Yücel, bundan sonra, Yahya Kemalin kullandığı kelimelerin türkce olm adıklarım iddia e tm e k tedir. Filhak ik a bize türk ce değil
gibi görünen hazan, sübesu, rengü ve saire ve saire gibi keli melerin h a k ik a ten türkce olup olmadıklarını düşünm ek lâzımdır. Ve bunu Türk ru h ve hissile d e ğil, bir çok garb âlimlerinin ted- kiklerine istinad ile yapm am ız daha m akul bir hareket olur.
Sâmî ve Ârî lisanların m en şe leri h a k k ın d a pek ziyade derin tedkiklerde bulunan Carra de vaux, Will D u ra n t, Woiley, Moret, Childe, ve ilâh ve ilâh gibi b u g ü nün yüzlerce âlimleri, Ari ve S â mî lisanlara hem analık, h em b a
balık vazifesini gören lisanın T ü rk dili olduğunu pek güzel m ey d ana koymuşlardır. Bilhassa W ill D u r a n t Arab lisanının hakikî bir babası olan Asuri lisanını tedkik ederken, S ü m m e r T ü rk dilinin bu dil üzerinde b u g ü n k ü iâtincenin fransızca ve İtalyanca dilleri üze rinde oynadığı rolü oynadığını pek güzel gösterir. (1) Hele âı ı keli m elerden bir danesi yok tur ki
— Devam ı son sayıda —
(1) histoire de la civilation, I, l ?'7
Taha Toros Arşivi