CUMHURİYET 2 ŞUBAT 1979
\
T T - ^ a ^ 3 J
B E Ş
r
ATATÜRK'ÜN YÖ NTEM İ VE YÖ N ETİM İ
V
Prof. Niyazi BERKES
Atatürk’ün
lay ildiği İslamiyet’e değil
“ İslami
d
evlet
,,
ilkesine karşıdır
O
Btr zamanlar Voltaire (Hıris tiyanlık dünyasını düşünerek) en az okunan kitabın «Bible» olduğunu söylemiş. İslâm dün yasında da Kur'an için de ay nı şey söylenebilir. İyi mi, kö tü mü? Apayrı bir sorun. Kut sal din kitapları ile hiç bir iliş kisi olmayan Atatürk Söylev'i İçin de aynı şey söylenebilir. Ne var ki, Hıristiyan, «Bible»i okumadan da Hıristiyan olabi lir. Müslüman da, Kur'anı oku madan, Müslüman olur. Ata türkçülük gençliği Söylev'i oku «nadan Atatürkçü olur mu?
Oktay Akbai'ın bir özetleme sinden öğrendiğime göre, do çent Dr. Özer Ozankaya yük sek öğretim gençleri üzerinde yaptığı bir araştırmada Söy lev'i okuyan oranlarının çok düşük olduğu sonucuna var mış. O da, Akbaı da buna üzü lüyorlar. Hakları var, ama ben bunda şaşılacak bir şey görme dim. Ayrıca, başlıca nedenin de dil değişimi olmadığı şam atadayım.
İlk adıyla NUTUK, gerçekte bir Söylev değil, bir kitaptır. Yazılı bir yapıt. Yazarı onu bir kurultayda okuduğu için «söy lev» denmiştir. Bu Söylev, han
gl yazılı yapıt türüne girer? Hangi türden oluşuna göre bir kitabın nasıl okunacağı, ne resine bakılacağı, nasıl kulla nılacağı ayrı yöntemler gerek tirir. Bir roman alır başından sonuna okursunuz. Şiir kitabı nı öyle değil, başka türlü o- kursunuz. Bilim kitaplarını ro man okur gibi okumazsınız. Kimi kitapların başına kimi kez az lâflı, kimi kez çok lâf- lı bir plan konur. Size hangi konunun nerelerde olduğu üze rine bir fikir verir. Kimi kitap ların sonuna, belki ondan da ha faydalı olan «index» denen bir dizin konur. Baştan sona dek okunmuş olsa da ona be lirll olaylar, kişiler ya da ko nular üzerine kitapta ne den diğini ve bunların nerelerde bulunacağını bildirmede büyük yardımı olur bunun. Görebildi ğim Batı üniversitelerinin kimi lerinde kitap çeşitlerinin nasıl kullanılacağını öğreten kurslar bile bulunur.
Kimi kitaplar da vardır ki önemli bir tarihsel olayın ba şında ya da içinde bulunan bir kişinin o olayı anlatışının bir belgesidir. Bu niteliği ile onun bugünün yazı diline uymayan yanı bile bilim adamı için ör nemlidir. Söylev bu türe giren yapıtlardandır. Roman gibi o- kunamaz, çünkü az olsa da doğru bilgi ister: tarih bilgisi, coğrafya bilgisi, zamanın ulus lararası diplomasi sorunları bil gisl, bir alay Osmanlı ya da yabancı adamın kim olduğu nun bilinmesini ister. Belgelen dirilmiş ayrıntı ye. leri, «reto rik» ya da «polemik» yanların dan fazladır. Baştan sona dek gırgır okunursa, okuyucu ayrın tılarla ilgili olay ve kişiler üze rine zaten bilgili değilse ya da yapıta eklenmiş ve bunla rı tanıtan yardımcı bilgiler kon
mamışsa İçinde bir gözlem ve düşün çizgisinin bütün bu ay rıntılar arasında, sürüp gittiği ni ya bulamaz ya da bulmuş sa bir yerde ipin ucunu, oku masının bir kesintiye uğraması yüzünden kaçırabilir. Okunma sı bir kesintiye uğradıktan sonra ipin ucunun yeniden ya kalanması zorunluluğu da var dır. Bu tür yapıtların okunma sına karşı İlgi uyandırmak için rehberlik edecek bir yöntem
bulunması kaçınılmaz bir şey dir.
SORUN NEDİR?
Şu haıde, soiun sadece Söy lev’i okutmak değildir. Asıl so run içinde ne dendiğinin özü nü tanıtmak, yakalatmak ve ayrıntıların lâbirentleri arasın da onun ucunu elden kaçırma dan nasıl tutulacağını öğret mektir. Hele bir imtihan geç mek için okunması zorunlu, sözüm ona, ders kitabı gibi bir şey kılığına sokulursa tamam.
Okunacaksa da okunmaz. O- nu okutmayı kolaylaştırmak için dilini sadeleştirmek ya da bütününü bölümlere ayırmak, özetlemek kuşkusuz faydalıdır. Fakat bence asıl neden şu dur: Söylev, niçin yazıldığını ve en önemlisi asıl söylemek istediği şeyin ne olduğunu u- nuttuğumuz için okunmuyor.
Ölüm yıldönümü ya da bir seminer dolayısiyle Söylev üze rine gazetelerde çıkan yazı ve
sözleri yıllardır İzlerim. Birbi rinden o kadar anlayış farkları görülür ki, şaşmamak elden gelmez. Kimilerine göre o, 1919 dan Cumhuriyetin kuruluşuna değin geçen davların bir öy küsüdür.
Kimilerine göre, ağırlık gös teren yanları siyasal yanlar, kimilerine göre militer yanlar, kimilerine göre kişisel yanlar dır. Kimine göre, o bir «hesap verme» işi. Kimine göre, kendi savaşımını ona karşı gelenlere karşı «meşrulaştırma» çabası
imiş. Son yıllar İçinde, İstan bul'daki bir seminerdeki tartış malar sonunda (bunu bildiren gazete başlığına göre), bu ya pıtın anlattığı kurtuluş sava şının «bir yanının da» emper yalizme karşı bir savaş olduğu belirmiş (başka hangi yanını daha bulduklarını merak et miştim). Bir Amerikalı ukalâya göre, içinde kimi gerçekler sak lı tutulmuş. Bir kısım da yalan lar varmış. Fakat beni en tit
reteni, bir Türk romancısının ba na söylediği; Mustafa Kemal’in bir İngiliz ajanı olduğunu sak lamak için bazı yerleri, onun deyimi ile, «iululu'ya» getirdi ği...
Bu yorumlardan kimilerinin belki haklı olduğu yanlar var. Büyük bir yapıtın elbette bir çok yanları olur. Ne var ki, bun ların hiç biri Söylev'deki ana davanın başlatılıp yürütüldüğü çizginin ucunu yakalamış de ğildir. İpin ucunu yakalarsa nız o zaman Söylevin
bütünü-de özetini bütünü-de merakla okursu nuz.
SÖYLEVİN BUGÜN
İÇİN GEÇERLİĞİ
VAR MIDIR?
Her önemli yapıt asıl tarih sel önemini yapıldığını zaman dan sonra gelen dönemlerde kazanır. Onun, yaşayan bir yapıt olduğu bundan belli
olur. Ne var kİ, daha sonraki dönemlerde koşulların başkalaş ması yüzünden o yapıtı anla mak İsteyen kişilerin ona bu daha sonrbnın koşulları açısın dan bakmasının da önüne ge çilemez.
Söylev'in başından sonuna dek giden bir gözlem-fikir çizgisi nin taşıdığı üç sorun, üç gö rüş vardır. Söylevin okunma- masının, okunsa da önemsen memesinin, değerlendirileme- yişinin ya da imtihana gir mek için gerekliyse şurasını
burasını karıştırıp bir İki nok- nayı akılda tuttuktan sonra «adam sen de» diye bir yana bırakılmasının başlıca nedeni: bugün bu üç tezin üçüne de ay kırı bir ülke içinde bulunulma sıdır. Bugünkü Türkiye, Söylev de anlatılan ve anlamamakta büyük başarı gösterdiğimiz üç sorunda, Atatürk'ün anlatmak istediklerinim tersine giden bir doğrultudadır.
Bu sözleri söyleyince doğal
olarak şöyle bir soru ile karşı laşmam gerekir: bu sözlerle Söylevin artık geçersiz bir ya pıt olduğunu söylemiş olmuyor musun? Çok yerinde bir soru ve söylemek istediğim görüş acısından ya olumlu ya olum suz yanıtlamak sorumluluğu nu taşımam gereken bir soru, isterseniz, ben anlatacakları mı anlattıktan sonra. Söylev gerçekten geçersizleşmiş bir yapıt mı, yoksa asıl şimdi yeni bir geçerlik kazanan bir ya pıt mı? bu soruyu siz' kendiniz yanıtlayınız.
Söylev şudur ya da bııdur diyenlerin tutumu bir ormanın içinde kaybolduğunun farkına varmamışken ağaç çeşitlerini saymaya koyulan kişinin duru muna benzer. Söylev eylem pla nı ile fikir iskeletine indirgenir se süreli bir konu ve o konu üzerinde karşılaşılan üç engel
üzerinedir. Osmanlı Devletinin tarihinin neden kapandığını, onun yerine neden ve ne tür bir devlet yapısı kurulması ge rektiğini aramanın karşısına çı kan bu üç engel şunlardır:
Osmanlı Hükümdarlığı kuru ntunun kurumuş olması; Pan- islârn ve Hilâfet ideolojisinin politik gerçekleşme olanaksız lıkları; Pan-Turan Türkçülüğü nün tarihsel hiç bir olurluğu bulunmadığı. Bunlar, tersini is
batlayacak hiç bir belgenin bulunmadığı kesin geıçekler.
Tuncay'ın parmağını bastığı ikiyüzlülükler yüzünden Söy lev'deki asıl tartışmanın (ar- guıment'nın) bu üç sorun üzeri ne yürüdüğünü çok kişi anla mazlıktan, bilmezlikten gelir, Tuncay'la birlikte benim de yereceğim Atatürk efsanesinin yaygınlığının verdiği korku yü zünden, Bir gerçek var ki, ör tenleyiz. Bunlar Söylev'de anla tılan üç anti-tezin karşıtı olan üç tez bulunduğunu görmek ten kaçınırlar. Örneğin, Os manlI İmparatorluğunun yok oluşunu yorumlamak için bir alay kabahatliler bulunur, son ra da bu İmparatorluğun em peryalizminde bir kusur bulu nup söylenecek olsa hemen Chauvin'leşiriz. (Bu imparator luğun çöküşü günlerini kasde- diyorum ve onun Türk halkını kasdetmiyorum). Bunların dı şında Cumhuriyet Türkiyesi sanki hâlâ bir Osmanlı devleti yavrusu. Yerel ya da genel o- larak İslâm dininde olan halk ların birleşmesini gösterir gi bi bir eylem sezilince bundan müthiş bir siyasal güç çıkaca ğına hâlâ inananlar var. (Si- yor-i Nebi Pakistan'ından çı ka çıka bir Ziya-ÜI-Hak rejimi çıktı). Mustafa Kemal'in «la- yiklik» anlayışının Islâm dini ne karşı değil, Pan-islâm ide olojisinin «islâmi devlet» ilke sine karşı olduğunu görmezler. Bunlar da böyle olanaksız bir din sel hayal uğruna oy sömürme yi sağlayacak bir yönteme kar şıt olan Söylevin Atatürk'üne karşıtlıkta direnirler. Üçüncü bir küme, komünizm düşmanlı ğı perdesi altında ve şimdiki «büyük Türkiye» deyimi ile ka muflajı yapılan Turan efsane sine inananlar. (Bu «büyük Türkiye» deyimi şimdi çıkmış değil. Eski ittihatçı Turancılı ğı zamanında kullanılan bir te rimdi. Şimdi unutuldu diyerek onu kullanıyorlar). Bunlar da, . istedikleri kadar «ikiyüzlülük le» saklamaya çalışsınlar. Söylevinde diğer ikisi kadar bunu da eleştiren Mustafa Ke mal'o karşıttırlar.
Bu nedenlerle, Söylev bu gün okunmuyorsa ve bu. onciakl bugün geçerli olan özlemlerin tersine olan görüşler oluşun dan ileri geliyorsa bu, onun geçerliği kalmamış bir yapıt olduğunu göstermez mi? Eğer sözünü ettiğim ve Söylevin a- sıl konusu olan üç ana görüş yapıtın bütünlüğü içinde hava da kalan soyut savlar olorok kalmış olsalardı, böyle bir so nuç çıkarmak gerekirdi. Kimi kez, özellikle politik polemik lere kalkışan kişiler asıl söy leyecekleri şeylerle çok ilgili gibi gözüken ayrıntılara , girer ler. Çok kez bunlar asıl söy lenmek istenenleri saklamak için sürülmüş yaldızlardır. So rum şu: Söylev'de sözünü et tiğim üç tez yine o yapıtta an latılan olaylarla destekleniyor- mu? Yoksa onlar ve ayrıntıları bir çeşit yaldızlama mıdır?
Bu üç tez. Söylev'de ahlatı lan militer, diplomatik, siya sal. ve kişisel çatışmalarla ilgili olaylardan çıkan genel lemeler midir? Bu üç mesaj, olumsuz sonuçlara karşıt ola rak ileri sürüldüğü için, bu kuşkunun konusu olamazlar. Söylev'de bu üç olumsuzun karşıtı olan olumlulaşınış olay lor bol bol var. Halkın egemen liği davasının yürütülebildiği, ulus devletinin ulusal and'a dayanan birim olması planının uluslararasında tanınmış bir gerçekleşmeye dönüşmesi dış politikanın serüven siyasası değii, güven, barış ve ulusal kalkınma siyasası yönüne çev rilmiş olması.
SÖYLEVİN ÜÇ
GEÇERLİĞİ VE
ONU YAŞATACAK
BİR GÖRÜŞ
Söylevin bütün öğretisi bu üç görüşte toplanır. Bu uc gö rüş bize aynı zamanda onu ya zanın sabiteler dolusu bir an latışla tanıtmak zorunda oıdu ğu kişileri, onların kimden ya na çalıştıklarını, amaçlarının ne olduğunu da açıklar. Bun ların İttihatçı koalisyonu za-< manında, Damat Ferit zamanında, Mehmet Akif ya da Rauf Bey konusunda, Millî Şef za manında ve bugün Alparslan Türkeş'in düşünüşünde birbi rinden çok farklı şeyler, üç’ ayrı «tarz-ı siyaset» olduğunu sanırsanız yanılırsınız. Söylev’ İn bozan İnanılmaz gibi gelen yanları olması bundan ileri ge lir.
Birincinin. Kurtuluş Savaşı nın ancak ve ancak bir emper yalizm karşıtı savaş olduğu ü- zerinde durmayacağım. Baş ka bir yönü yok o savaşın. Fa kat, ikinci söyliyeceğlmin an lamı gereğince değerlendirilmiş değildir. Mustafa Kemal'den önce de biliniyordu ki. Batı Avrupa dışı ulusların çoğu ya emperyalizme karşı savaştan, ya da emperyalistliği ölmüş imparatorlukların parçalanma sından doğmuştur. Osmanlı ör neğl, bu üç özelliğin üçünü de yansıtan bir örnektir. Batı Av rupa dışı olması, ölmüş bir imparatorluk olması, parçala ra bölünüşünün çoktan boşla mış ve nihayet tamamlanmış olması. Türkiye ve Türk ulusu ancak bundan doğacak. O öl müş imparatorluğun bir daha dirilmesine, daha büyümüş bir O ’anlı-isinm-Turan impara- (Devamı 11. sayfada)
SÖYLEV, EYLEM PLANI İLE Fİ KİR İSKELETİNE İNDİRGENİR
SE SÜRELİ BİR KONU VE O KO NU ÜZERİNDE KARŞILAŞILAN
ÜÇ ENGEL ÜZERİNEDİR. OSMA NLI DEVLETİNİN TARİHİNİN
NEDEN KAPANDIĞINI, ONUN YERİNE
NEDEN VE NE TÜR
BİR DEVLET YAPISI KURULMASI GEREKTİĞİNİ ARAMANIN
KARŞISINA ÇIKAN BU ÜÇ ENGEL
ŞUNLARDIR:
OSMANLI
HÜKÜMDARLIĞI KURUMUNU N KURUMUŞ OLMASI, PAN -
I
İSLÂM VE HİLAFET İDEOLOJİ SİNİN POLİTİK
GERÇEKLEŞ-
l
ME OLANAKSIZLIKLARI, PAN - TURAN
TÜRKÇÜLÜĞÜNÜN
I
TARİHSEL HİC BİR OLURLUĞU BULUNMADIĞI..
I
Atatürk'ün
(Baştarafı S. sayfada)
torluğu oıinasına kesinlikle o- lanak kalmamış artık. Yürüne cek başka yol bulunabilir.
Ne var ki, Mustafa Kemal'in söylediği bir şey daha var. 0- nun sorumlusu, o yolu bulma mn ödevi ö ulusun kendısmin- dir. O, onun imparatorluğunu bölüşecek devletlerin kendi oı karlarına uydurularak yapıla cak bir iş olamaz. Uluslaşma sürecine girmiş bir halkın sü reli savaşı yürümeden, bunun kendiliğinden olamıyacagının bize en yakın ısbatı, Söylev de ki üö tezden gerekli anlamı çıkaramamış öian Milli Şef dö nemi ile başlayan dönemdir.
Çağdaş bir toplum ve dev let olma dediğimiz zaman bun dan sadece «halka rağmen», «zoruna» siyasal yapı değiş tirme sorunu anlaşılamaz. Os manlI - Türk - İslâm örneğin de bunun yanında aynı zaman da çok. çatallı, cok kompleks, anlaşılması ve hakkından ge linmesi daha güç olan bir «uygarlık değişimi» sorunu var. «Biçimsel Batı değerleri» muamması bundan doğuyor. Demek ki, Söylev'deki üç mesa jın söylediklerinin içerdiği sa dece anayasal sorunlar, dış po litika, iç politika sorunları de ğil, aynı zamanda, sözünü et tiğim üç büyük engelin kaynak . landığı bir uygarlık türünden, bu kaynaklanmaların yeri ol mayacak bir uygarlık türüne geçmek için anayasal, politik ve ekonomik alanlarda yeni dü zenlemeler yapma sorunudur,
Başka bir deyimle, yalnız anti-emperyalizm öğesi, çağ daş bir reğm ve gerekli toplum biçiminin ipuçlarını bize sağla maya yetmez. Bu anti-emper- yalizmin bunların hangisini meşrulaştıracağı belli değil dir. Ulusların insanlarıdır ki. kendi toplumsal yapılarını de ğiştirme sorunundan, düşman ları değil, ancak ve ancak kendileri sorumludurlar. Sade ce anti-emperyalist tutumla ba ğımsızlık kazandığını sanan Asya ve Afrika ülkelerinin dev rimciliklerK (Afrika’da Bokas- sa «imparatorluğu», Mau-Mau cu Kenyatta'nın Könyası, As ya'da İran, Pakistan ve Endo nezya gibi) bağımsızlıkların devrimciliğinin tutsağı haline dönüşmüşlerdir.
Onlardan farklı olarak, Mus tafa Kemal hiç birinin söyle meye cesaret etmediği bir şe yi söyler Emperyalizme karşı savaşla kazanılan bir bağımsız lık geçici ve aldatıcı olabilir.
Bir yapıtın geçerliliğini gös termek için bu kadarı yetmez mi? Yarım yüzyıl geçtikten son ra, bu kez üstelik ne bir im paratorluk kamburu taşınma dan, karşısında yenildiği bir imparatorluk bile olmadan ye niden dışa bağımlı bir ulus ol ma durumunda bulunmak, Söylev'deki öykünün gelip da yandığı ana mesajın dinlenme diğlni ya do anlaşılamadığını göstermiyor mu?
Sayın Mete Tuncay'ın üç ta nımlama ile («ölçüsüzlükler», «ikiyüzlülükler» ve «din mürai liği» tanımlamaları ile) değin diği nedenler dizisi, «Atatürk Yöntemi» ve «Atatürk Yöneti mi» dediği iki yan üzerine yo ğunlaştırdığı gözlemlerinin ya nında bir siyasal bilim profe sörü için daha derinliklere in me olanaklarım taşır. Bugün kü Atatürkçülük bunalımının gerçek kapsam ve derinliği ile bütüh nedenlerini sıradan yargılarla bu yönetim ve yön tem üzerine yoğunlaştırmak la, konuyu bilimsel anlamda ele almak için asıl gerekli o- lan uyduculuk, dincilik, tu- rancılık gibi sorunların üstün den atldyıp geçmekle, bu bu nalımın gerçek nedenlerini a- çıklamaya, ne yazık ki, yftnl bir şey katmış değildir.
Yainı2, Atatürk konusuna
artik boş övgüsüz sövgüsüz sözlerle yaklaşmayı öğrenme liyiz diyen Tuncay'ı bü Sö zünden ötürü kutlarım. Ne var
ki, «Atatürk’e Nasıl Bakmak?»
sorusu, bugün geniş ölçüde
«Atatürk'e Hangi Yüzle Bak mak?» sorusu olmuştur.
— SON —
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi