• Sonuç bulunamadı

Sâmiha Ayverdi ve Azize Caferzade’nin Tarihî Romanlarının Dil ve Üslup Özellikleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sâmiha Ayverdi ve Azize Caferzade’nin Tarihî Romanlarının Dil ve Üslup Özellikleri"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Murat Değer

*

THE LANGUAGE AND STYLE OF THE NOVELS OF SAMİHA AYVERDİ AND AZİZA JAFARZADE

ÖZ: Sâmiha Ayverdi ile Azize Caferzade, Türkiye ve Azerbaycan edebiyatlarında kendilerine has dil ve üslup oluşturmuş yazarlardandır. Onların eserlerinde istifade edilmiş cümleler gramer bakımdan doğru ve mantıklı, mana bakımından zengin ve canlıdır. Ayrıca yazarlarımızın üslubunda halka yakınlık, sadelik, açıklık ve anlaşılırlık önemli özelliklerdir. Fakat onların üslubundaki sadelik bir basitlik değildir. Yazarlar, manayı boğmadan sanatlı bir üslup meydana getirebilmişler. Farklı yapılarda cümleler kullanarak anlatımı hareketlendirmişlerdir. Özellikle iç monologlarda kullandıkları soru cümleleri, devrik cümleler ve kimi zaman eksiltili cümleler ile anlatıma şiirsel bir hava katmışlardır. Aynı zamanda Sâmiha Ayverdi ile Azize Caferzade’nin özellikle halk edebiyatı ve klasik edebiyat üze-rinde büyük bir hevesle gerçekleştirdikleri araştırmalar onların üsluplarına da büyük ölçüde tesir etmiştir.

Anahtar Kelimeler: Sâmiha Ayverdi, Azize Caferzade, tarihî roman, dil, üslup,

halk edebiyatı, klasik edebiyat.

ABSTRACT: Samiha Ayverdi and Aziza Jafarzade are one of the novelists that formed their own language and style in Turkish and Azerbaijan literatures. The sentences which used in their plays are grammatically accurate and sensible and semantically rich and figurative. Also, the authors’ proximity to the public in style, simplicity, clarity and intelligibility are important features. But plainness is not Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 11, Nisan 2015, s. 27-37.

(2)

simplicity in their style. The writers create documentary style without distorting the meaning. They stimulate the expression using sentences in different structures. Especially interrogative sentences were closer to poetry and narrative sentences in the inversion. At the same time, Samiha Ayverdi and Aziza Jafarzade’s studies on the folk and classical literature, has been effected their styles.

Keywords: Samiha Ayverdi, Aziza Jafarzade , historical novel , language, style,

folk literature, classical literature. ...

Giriş

Sâmiha Ayverdi, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri-dir. Tasavvuf düşüncesinin etkin olduğu eserlerinde tarihi olaylara, anılara, İstanbul’un kültür yaşantısına, tarihimizde önemli yer tutmuş pek çok siyasî ve edebî şahsiyete yer vermiştir. 1938’de ilk romanı Aşk Budur yayınlanmıştır. Bunu diğer romanları

Bat-mayan Gün (1939), Ateş Ağacı (1941), İnsan ve Şeytan (1942), Yaşayan Ölü (1942), Son Menzil (1943), Yolcu Nereye Gidiyorsun? (1944), Mesih Paşa İmamı (1948)

takip etmiştir. 1946 yılından sonra fikrî ve tarihî eserlere ağırlık vermiş ve hatıralarını kaleme almıştır.

Azize Caferzade de son dönem Azerbaycan edebiyatının en önemli yazarların-dandır. Sovyet yönetiminin katı sansür uygulamalarından kurtularak millî mevzuları kaleme alabilmek için tarihî konulara yönelmiş, romanlarında Azerbaycan’ın vatan ve millet sevgisi ile tanınan siyasî ve edebî şahsiyetlerin hayatını konu edinmiştir. Âlemde

Sesim Var Menim (1972), Vetene Gayıt (1977), Yad Et Meni (1980), Bakı-1501 (1981),

Caferzade’nin bağımsızlık öncesi eserleridir. Azerbaycan’ın 1992 yılında bağımsızlığını kazanması ile konu seçiminde daha rahat davranan yazar Azerbaycan’ın o döneme kadar karanlıkta bırakılmış pek çok tarihî olaylarını ve şahsiyetlerini romanlarında işleme imkânı bulmuştur. Gülistandan Önce (1996), Zerrintac-Tahire (1996), Bir

Sesin Faciesi (1997), İşığa Doğru (1998), Hezerin Göz Yaşları (2002), Eşg Sultanı

(2005), bu dönemin eserleridir.

Dil ve Üslup Özellikleri

Sâmiha Ayverdi ile A. Caferzade nesirde kendine has dil ve üslup oluşturmuş yazar-lardır. S. Ayverdi, hâkim olduğu binlerce yıllık Türk tarihinin, kültür dilini eserlerinde başarıyla kullanmıştır. İstanbul gibi yüzlerce yıl bir cihan devletine başkentlik yapmış bir şehirde yetişen S. Ayverdi, imparatorluk dilinin bütün zenginliğini, güzelliğini ve

(3)

ahengini eserlerine aksettirmiş; Cumhuriyet devri Türk edebiyatında İstanbul Türk-çesinin en doğru ve mükemmel örneklerini vermiştir. Bu yüzden kelime hazinesi çok zengindir. Türk kültür ve medeniyet hayatının içerisinde yer almış hemen her kelime onun eserlerinde kullanılmıştır.

Azize Caferzade ise, aynı zamanda halk edebiyatı sahasında akademisyen ol-duğu için uzun yıllar boyu sahada olmuş, Azerbaycan’ı köy köy gezmiş ve kıymetli araştırmalar yapmıştır. Onun Azerbaycan tarihi ve medeniyetine, halk yaratıcılığına vâkıf olması, folklora özel merak göstermesi onun da dil ve üslubunu etkilemiştir. A. Caferzade’nin de eserlerinde kullandığı kelime hazinesi Azerbaycan kültür ve mede-niyetini kapsayacak genişliğe sahiptir.

Gerek S. Ayverdi’nin gerekse A. Caferzade’nin kullandıkları kelimeler içeri-sinde, Türkiye ve Azerbaycan Türklerinin eski medeniyetlerine ait Arapça ve Farsça kökenli kelimelerde vardır ki yazarlarımız bunları kullanmaktan çekinmemişlerdir. Bu durumun, her iki yazarımızın dilini muayyen bir miktar ağırlaştırdığı da bir gerçektir. Fakat her iki yazarımızın da bu kelimeleri kullanmasında mühim maksatlar vardır. Bunlardan birisi, yeni nesil okurların geçmiş ile irtibat kurmalarını sağlamaktır. Çün-kü S. Ayverdi ile A. Caferzade’nin tarihi romanlarında tasvir edilen devirden bu yana Türk dili, Türkiye ve Azerbaycan’da çok değişmiş, inkişaf etmiş, lügat terkibinde muayyen değişiklikler olmuştur. Azerbaycan ve Türkiye’nin geçmiş medeniyetinin bir parçası olan bu kelimelerin, yeni nesillere de tanıtılmak istendiği anlaşılmaktadır. Bu kelimelerin kullanılmasındaki bir diğer maksat da, tasvir olunan devrin ruhunu yansıtmak ve tarihî bir dekor oluşturmaktır.

Buna rağmen yazarların cümleleri gramer bakımından doğru ve mantıklı, anlam bakımından ise gayet açık ve akıcıdır. Özellikle diyaloglarda Ayverdi ile Caferzade üslubunun konuşma diline yaklaştığı görülür. İstanbul’da aristokrat bir çevrede yetişen S. Ayverdi’nin eserlerini İstanbul Türkçesinin bütün inceliği, güzelliği ve zenginliği ile vermiş olmasına rağmen romanlarında kahramanları kendi lehçesi, argosu ve jargonuyla konuşturması onları hayatın içinden ve daha gerçekçi karakterler olarak karşımıza çıkarmıştır. Mesela Mesihpaşa İmamı romanında, mahallenin kabadayısı olan Turşucu Feyzullah, ait olduğu sınıfın Türkçesi ile konuşturulmuştur:

Sana akıl öğretmek haddim değildir amma imam efendi, biz bu yolları iyi tanırız da onun için söylüyorum. Bu karılar enayi boğmaya alışkındırlar. Ummam ki oğlanın yakasını koyuversin. Eğer Göksu testisi gibi elini beline dayar da seni bir temiz ıslatacak olursa sakın ha susayım deme. O beş söylerse sen on söyle. İki çift laftan sonra lodos balığı gibi gevşeyiverdin mi işler tamamdır.1

Böylelikle yazar, İstanbul’un sadece zarif konak diline değil sokakta adi insanların

(4)

konuştuğu argoya hatta Türkçenin farklı lehçelerine de vâkıf olduğunu göstermiştir. A. Caferzade de romanlarında dil bakımından aynı başarıyı yakalamıştır. Ayrı ayrı karakterlerin dilinde görülen farklılık ve özgünlük A. Caferzade üslubunun en mühim özelliklerindendir. Nasıl S. Ayverdi’nin romanlarında Adli ile evin kâhyası Süleyman Ağa’nın, Turşucu Feyzullah’ın, veyahut Köylü Osman’ın dili birbirinden farklı ise A. Caferzade’nin romanlarında da Şair Seyid Azim ile Molla Gurbangulu’nun, Rakkase Sona ile Eşkıya Alış’ın dili, lügat terkibi ve cümle yapısı birbirinden seçilir.

Ayrıca A. Caferzade’nin romanlarında edebi dilde hiç kullanılmayan yahut az kullanılan fakat halkın kullandığı, kendisinin de bir halk bilimci olduğu için söz dağarcığında bulunan “şetel, garasoran, tah-tah, asmalıg, cığ, sacüstü, istihırcılıg,

hamlıg, yağasar, öykem, çille, zağa, zumar, kasni, sengek, agergerha, hon, perzana, dayıdostu, emidostu...” gibi söz ve ifadelere de yer verilmiştir. Böylece yazar halka

yakın, ona sıcak ve samimi gelen bir üslup oluşturmayı başarmıştır.

Türkçe deyimler, atasözleri ve meseller bakımından çok zengin bir dildir. Bu tür ifadeler anlatım kolaylığı sağlamanın yanı sıra mecazlı bir söyleyiş olduğu için anlatı-ma bir incelik ve güzellik katar. Bu yüzden günlük konuşanlatı-ma dilinde de edebi dilde de deyimlere, atasözlerine ve mesellere mümkün oldukça yer verilir. Türkiye’nin tanınmış akademisyenlerinden Kazım Yetiş, S. Ayverdi’nin bütün eserlerinde 3500’den fazla atasözü ve deyime yer verdiğini bildirmektedir.2 Sadece bu sayı bile yazarın Türkçeye

hâkimiyetini göstermesi açısından önemlidir. A. Caferzade de üslubunda bu türden söz gruplarına çokça yer vererek hem konuşma dilinin sıcaklığından hem de bu sözlerin sağladığı anlatım inceliğinden istifade etmiştir. A. Caferzade’nin tarihi romanlarında geçen bazı atasözleri ve meseller şunlardır: “heyvan iple bağlanır, insan sözle;

meşe-ye giren ayıdan gorhmaz; istemeşe-yenin bir üzü garadı, vermemeşe-yenin iki üzü; delimeşe-ye günde bayram-heftede Novruz; gelin gelin deyil, düşdüyü yer gelindi; han meni aldı, öpmeyi galdı; ilanın zehlesi yarpızdan geder o da gelib yuvasının ağzında biter; it itin ayağını basmaz; bu iti vurma sinsidi, bu da onun cinsidi; azacık aşım, ağrımaz başım; it de heyetinde padşahdı; özge yurdunda han oluncan öz yurdunda gul ol;gezmeye gerib ölke, ölmeye veten yahşı; sen saydığın goy dursun, gör felek ne sayır; şükrlillah nece görmüşse Nuh eylecedi...”

Görüldüğü gibi yazarlarımızın üslubunda halka yakınlık, sadelik, açıklık ve an-laşılırlık önemli özelliklerdir. Zaten millî tarihimizi tanıtıp sevdirmek, okuyucularını bilinçlendirmek maksadında olan bir yazarın anlaşılması güç, okuyucuyu yoran bir dil kullanması düşünülemez. Fakat onların üslubundaki sadelik bir basitlik değildir. Yazarlarımız manayı boğmadan sanatlı bir söyleyiş meydana getirmişlerdir. Farklı yapılarda cümleler kullanarak anlatımı hareketlendirmişlerdir. Özellikle iç monolog-larda kullandıkları soru cümleleri, devrik cümleler ve kimi zaman eksiltili cümleler

(5)

ile anlatıma şiirsel bir hava katmışlardır. Ayrıca S. Ayverdi, roman dışında mensur şiir tarzında da eserler vermiştir ki, buradan gelen bir alışkanlıkla olsa gerek, kullanılan her kelimenin musiki değerini de dikkate almıştır. Bu hususla ilgili Azize Ahmedova’nın A. Caferzade ile ilgili değerlendirmesi aynı şekilde S. Ayverdi için de geçerlidir. “Uşag vahıtlarında Şerg poeziyasına vurğunluğu onun eserlerine şeriyat getirmiş, o, şair ürekli nasir, nesr eserleri yazan şair olmuşdur.”3

Bununla birlikte yazarlarımızın üslubunu şiire yaklaştıran en önemli unsur eser-lerinde sıklıkla nazım parçalarına yer vermeleridir. Her iki yazarımız da bir duyguyu, düşünceyi veya durumu en iyi biçimde açıklayabilmek, kahramanın iç dünyasını ortaya çıkarmak için anlatımlarında çeşitli nazım parçalarına da yer vermişlerdir. Mesela

Yolcu Nereye Gidiyorsun? romanında yazar İstanbul’un bir mesire yerinde tiyatro

gösterisini devrin şartları gereği kadın ve erkek ayrı ayrı yerlerde izleyen seyircilerin ve gizli sevgililerin durumunu şöyle anlatır:

Kadınlarla erkekleri birbirinden ayıran kafesin yanından geçerken, bu ortalarına gerilen hicaptan adeta hoşnut, birbirlerini daha bile insafsız daha bile kalın perdelerin arkasından gözlemeye razı olan sevdalıları düşünerek:

Kış geldi firak açmadadır sineme yâre Vuslat gene mi kaldı güzel başka bahare

diye, bu kadarcık mahremiyete bile hasret çeken dudağa, içi yana yana hak verdim.4

A. Caferzade ise aşk ateşiyle tutuşup yanan sevgilinin duygularına Fuzuli’den alınan bir şiir parçası ile tercüman olur.

Men yalnız buna boyun eymeliyem ki, bu birce menim taleyim deyil, bütün aşiglerin, ecl aşiglerin taleyi beledir, Fuzuli ne gözel deyib:

Ey feragi-lebi-canan, cigerim hun etdin, Çöhreyi-zerdimi hunab ile gülgun etdin. Nece hüsn ile ceni Leyliye nisbet gılayım? Bilmeyib gedrimi terki-meni-Mecnun etdin...5

Bunların dışında gerek S. Ayverdi gerekse A. Caferzade edebi dilin gücünden istifade etmek için söz sanatlarından da başarıyla istifade etmişlerdir. Söz sanatları içerisinde metafor için Aristoteles: “İstidat nişanesidir.” demiştir.6 Hatta Aristoteles

iyi bir edip olmak için diğer mecaz türlerinden ziyade metaforda usta olmanın önemli

3 Ahmedova, “Alim-yazıçı”, s. 15.

4 Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun?, s. 364.

5 Ceferzade, Vetene Gayıt, s. 144.

(6)

olduğunu söyler. Çünkü metaforun ortaya çıkması için duygunun ve mantıkî düşünü-şün dilde ustalıkla birleşmesi gerekir. Hem duygusal hem de mantıksal zekâya hitap eden metafor, dili canlandırır. S. Ayverdi ve A. Caferzade istidat nişanesi kabul edilen bu sanatı eserlerinde hiçbir zorlanma hissi uyandırmadan üstelik de var olan bütün imkânlarından ve yapılış yollarından da istifade ederek başarıyla kullanmışlardır. Misal olarak S. Ayverdi Mesihpaşa İmamı, A. Caferzade de Âlemde Sesim Var Menim romanlarında: “Güneş sarı kirpiklerini ufka yaymadan...”,7 “tepelerin döşü al renge

boyanıb...”;8 “Zindandan kurtulan mahpus, şimdi dünyâdan da kurtulup bir başka

cihâna kanat açmış gibi idi.”,9 “Dodaglarına behtiyar bir tebessüm gonmuşdu.”;10

“Güneş pencerelerde kalmış tek tük renkli camlardan süzülerek...”,11 “Guru kolların üstüne nazik gar tütemişdi.”;12 “Sözden daha keskin bir lisanla ona sitem ediyordu.”,13

“Tezece çıhan bedirlenmiş ayın soyug ışığında...”14 cümlelerinde yazarlarımız sırasıyla

insandan doğaya, doğadan insana, doğadan doğaya, duyular arasında olmak üzere meteforanın bütün çeşitlerine örnekler vermişlerdir.

Yazarların üslubunun şiire yaklaştığı yerlerden biri de, hiç şüphesiz özellikle İstanbul’un ve Şirvan’ın eşsiz tabiatını tasvir ettiği bölümlerdir. S. Ayverdi ile A. Caferzade anlatımlarını kelime oyunlarına boğmadan kendilerinin keşfettikleri yeni ve orijinal mecazlarla anlatmışlardır.

Güneş, sanki gurup zamanının acısıyla birdenbire yere düşüvermiş ve etrafına sıçrayan renklerinden ışıklarından, dağlar tepeler ve Boğaz’ın bir aşk iştihası ile kâh hırslı, kâh mütevekkil, kâh oynak, kâh cilve ve hile ile kıkırdayan suları da böylece ondan payını almıştı. Bir yalının penceresinde değil de, asla göz ve ayak izlerine uğrak olmamış bir efsane cihanında gibi idim. Ben, içinde ilk çocukluğumun en canlı sahnelerini geçirdiğim, en keskin izlerini kazandığım Boğaz’ın, bu hasta edecek kadar sözü geçkin güzelliği karşısında, hep aynı tahammülsüzlüğe düşerim.15

Şairane bir üslup ile oluşturulan bu tasvirler hiç şüphesiz yazarın anlatımına bir canlılık ve güzellik katmıştır. Tasvirlerin hepsinin arkasında gelenekle yoğrulmuş Türkçe üstatlarının dil tasarrufu vardır. Fakat S. Ayverdi ile A. Caferzade tabiat tasvirlerini sadece romanın anlatımına güzellik katmak için kullanmamış, zaman zaman tabiat ile insanlar arasında ilgi kurarak kahramanların iç dünyalarını da romana yansıtmışlardır:

7 Ayverdi, Mesihpaşa İmamı, s. 13.

8 Ceferzade, Alemde Sesim Var Menim, s. 253.

9 Ayverdi, a.g.e., 2010, s. 228. 10 Ceferzade, a.g.e., s. 44. 11 Ayverdi, a.g.e., s. 16. 12 Ceferzade, a.g.e., s. 165. 13 Ayverdi, a.g.e., s. 44. 14 Ceferzade, a.g.e., s. 165. 15 Ayverdi, a.g.e., s. 195.

(7)

Bu yerler genc şairde ilham oyadan doğma Veten timsalı kimi eziz ve gözeldi. Bu yer-lerdeki salhım söyüdler, servler geribe bir tezadla bir-birine garışırdı. Söyüdler bedbeht gızlar kimi başını aşağı salmış, saçlarını sulara serib yuyur, sanki gece gördüyü yuhunu ahan sulara negl edirdi... servler ise Şirvanın adlı-sanlı çavanları kimi gürurla başlarını firuzeyi göylere galdırmışdı. Vetenin gız ve oğulları yan-yana – biri başı aşağı, başıbelalı, gözü yaşlı, perakende saçlı, perişan görkemli – şair gelbi kimi!.. Digeri uca, gedd-gametli, oh bedenli, servi-azad gedli...16

Sâmiha Ayverdi ile Azize Caferzade’nin, özellikle halk edebiyatı ve klasik edebiyat üzerine büyük bir hevesle ömürlerinin sonuna kadar devam ettirdikleri araştırmalarının üsluplarına da yansıması olmuştur. Misal olarak S. Ayverdi, çoğu zaman roman kahrama-nının hayâl dünyasında geçmişe yolculuk yaparak tarihî vakaları kahramanın ağzından bir meddah veya ozan gibi hatıra tadında okuyucusuyla paylaşır. Bu hatıraların yazılma-sından maksat, romanlarda tarihî bir doku oluşturarak ve devrin sosyal, siyasî, folklorik havasını yansıtabilmek ve binlerce yılın birikimi olan kültür numunelerini yeni nesillere öğretebilmektir. Mesihpaşa İmamı romanında Hâlis Efendi zaman zaman çocukluk hatıralarına dönerek eski İstanbul insanlarının sosyal hayatına, kültürüne, medeniyetine örnekler vermiştir. Yine aynı romanda Pembe Hanım’dan Rumeli Türklerinin düğünle-rinden bağbozumu törenlerine, folkloruna kadar pek çok bilgiyi ozan üslubunda dinleriz. Yazar, bu anlatımlarını bir ozan veya âşık gibi çoğu zaman bir mani, türkü, şiir, semai, şarkı ile süslemiştir. İnsan ve Şeytan romanında Şevket Bey, maliye nazırı Hâlim Paşa’nın konağında geçen çocukluk hatıralarını anlatırken, konağa gelen helva satıcısı, küçük bir çocuğun söylediği maniyi üstelik çocuğun Karadeniz lehçesiyle şöyle kaleme almıştır:

Atum Arapdur benum Yüküm şarapdur benum Ay da ben yıldız da ben Damda duran kız da ben.17

Ayverdi’de olduğu gibi Caferzade’nin de eserlerinin sade bir dil ile yazılmış olmasında, üslubunda okuyucu ile kurduğu sıcak ünsiyette halk edebiyatının tesirini açıkça görmekteyiz. S. Ayverdi’nin romanlarında gördüğümüz ozan ve meddah tarzı bir anlatım A. Caferzade’de de hemen kendini göstermektedir. Bunun en belirgin numunesi, yazarın istisnasız bütün eserlerinde romanın akışını keserek Ahmet Mithat Efendi romancılığında olduğu gibi “ey okucu” gibi hitaplarla doğrudan okuyucuya hitap etmesidir. Mesela: “Meger ömrün düşkün çağında, güneş güruba enerken üzüne gülümseyen bu güneşli tebessümden üz çevirmek asandır? Nece bilirsen, eziz dost, men şairimi gınamıram, sen nece?”18 Böylelikle yazar, okuyucusu ile zaman zaman

16 Ceferzade, a.g.e., s. 30. 17 Ayverdi, İnsan ve Şeytan, s. 49.

(8)

dertleşmiş, kimi zamanda ona nasihatlerde bulunmuştur. Ayrıca müellif bu ünsiyetten istifade ile hadiselerin başlangıcı veya finali için bir geçit oluşturmuştur.

Bunun yanında A. Caferzade de, S. Ayverdi gibi bir ozan veya âşık gibi çoğu za-man anlatımını halk edebiyatı numuneleri ile süslemiştir. Yazarın bayatı, mahnı, layla, meyhana, latife, rivayet, efsane gibi pek çok numuneden istifade ettiğini görüyoruz. Hatta diyebiliriz ki çağdaş Azerbaycan edebiyatında A. Caferzade kadar halk edebi-yatından beslenen ikinci bir yazar yoktur. Özellikle de yazarın bayatılardan istifade etmediği bir romanını bulmak mümkün değildir. Yazar bu bayatılarla keder, sevinç, hicran duygularını güçlendirmiş, kimi zaman da karakterin iç dünyasını açmıştır.

Arazda buz ağladı, Yanda garpız ağladı, Oğlan bu tayda galdı, O tayda gız ağladı.19

Hatta yukarıdaki örnekte olduğu gibi bayatılarla bazen sosyal-siyasi problemler de dile getirilmiştir. Bu bayatıda Azerbaycan’ın tarihi süreçte kuzey ve güney olarak ikiye ayrılması ve bunun neticesinde bölünen, parçalanan hayatlar anlatılmaktadır.

S. Ayverdi ile A. Caferzade’nin anlatımlarında klasik edebiyatın da tesiri bulun-maktadır. Meselâ Aşk Budur romanında tasvir edilen sevgili, divan edebiyatı şiirlerinden romana aktarılmış gibidir. Bütün bir şehrin erkeklerinin peşinden koştuğu Meryem, herkese karşı bigâne tavırlar sergilemekte, etrafındaki âşıklarını korku ve ümit arasında yaşatmaktadır. Bu haliyle Meryem, romanda Arap şairlerinin ilham kaynağı olarak tanıtılır. Meryem’in aşkı ile dolup taşan romanın diğer kahramanı Hamza ise tıpkı divan şairleri gibi sevgilinin bigâne tavırlarından manevî eziyetler çekmekte fakat çektiği bu eziyetlerden tarifi imkânsız bir haz almaktadır: “Hâlbuki Meryem onu, gözün görmediği hançerle senelerden beri, her nefes yüz ölümle öldürmüyor muydu? Hamza, yüz hayata bedel olan bu ölüme cihanı değişmezdi. Ondaki lezzet ve sekri, bir Hamza bilirdi”.20

S. Ayverdi’nin çok iyi bildiği ve sevdiği Mevlana’nın Mesnevi’sinin ve başka tasavvufî eserlerin etkisiyle sık sık olaylardan ayrılıp okuyucusuna veya olayın kahra-manına hitap ederek nasihatler ve hikmetler söyleme alışkanlığı da vardır. Ayverdi’nin her romanında mutlaka Avrupalı bir karakter ile Türk olmakla beraber Batılılaşma düşüncesi ile öz kültüründen kopup savrulmuş, ne tam manası ile Batılı ne de Doğulu olabilmiş, kültür çatışması yaşayan tipler bulunmaktadır. Bu karakterlerin karşısında ise mutlaka bilge, yol gösterici tiplere yer verilmiştir. İşte yazar romanlarının esas kahramanlarını bu zıt görüşler ortasında bırakarak onlara bir fikir çatışması yaşatır.

19 Ceferzade, Hezerin Göz Yaşları, s. 66. 20 Ayverdi, Aşk Budur, s. 51.

(9)

Yazar, bu yol gösterici tipler sayesinde bir arayış içerisinde olan romanın asıl kah-ramanına, dolayısıyla da okuyuculara bir mürşit tavrı ile nasihatlerde bulunur. Aşk

Budur romanında Yusuf, Yolcu Nereye Gidiyorsun? romanında Cem Bey, İnsan ve Şeytan romanında İsmet Hanım, Son Menzil romanında Ali Feyyaz, Mesihpaşa İmamı

romanında ise gerçek isimi verilmeden “Dost” diye hitap edilen kişi romanda kendi iç tekâmülünü tamamladıktan sonra esas kahramanlara nasihatleriyle yol gösteren bilge kişilerdir. Yolcu Nereye Gidiyorsun? romanında Cem Bey, yazdığı mektupla romanın asıl kahramanı olan Adli’ye bir mürşit üslubuyla şöyle nasihatte bulunmaktadır:

Gaflet nedir? Sadece Allah’ı unutmaktır. Yoksa kumaş, çalgı, evlat ve kadınla olan alaka değildir. Su gemini içinde olursa onun helakine sebeptir; altında olursa seyrine yardımcıdır. İnsanın vücudu da bir gemi mal, rızık, şehvet ve iptilalar ise su gibidir. Eğer bunlar kalbe girmişlerse helâk muhakkaktır; fakat bir vasıta olmak derecesinde kalırlarsa yardımcı olurlar.21

Dikkat edilirse Ayverdi bu yol gösterici anlatımında sert, katı bir vaiz üslubunda değildir. Yazar, dilin her türlü estetik imkânlarından olabildiğince istifade ederek Mev-lana, Yunus Emre gibi gayet sevimli ve yumuşak bir üslup oluşturmuştur. Yukarıda vücut gemiye; mal, rızık, şehvet ve iptilalar suya benzetilerek teşbih sanatı ile anlatıma canlılık kazandırılmıştır.

A. Caferzade de tarihî romanlarında, Seyid Azim Şirvani, Nişat Şirvani, Fuzuli, Sabir gibi Azerbaycan klasik edebiyatının mühim şahsiyetlerinin hayat ve yaratıcılık yolunu kaleme almıştır. Müellif bu şairlerin şiirleri ile hayatları arasında bir ilgi kurmuş ve hayatlarını, onların eserlerinden de istifade ederek romanlaştırmıştır. Böylece, klasik edebiyatın anlatım tarzı kaçınılmaz bir biçimde A. Caferzade’nin eserlerinde kendine yer bulmuştur. Misal olarak Eşg Sultanı romanında Fuzuli, aynı kendisinin Leyla vü Mecnun mesnevisinde olduğu gibi küçük yaşta kendisinden ders aldığı Arapça mualliminin kızına âşık olmuştur. Bu aşkın ateşi aynı klasik edebiyatta gördüğümüz gibi şairimizi pişirip olgunlaştırmış, onu bir şair ve gönül insanı haline getirmiştir.

Yazar, Sabir romanında ise Mirze Aliekber Sabir’in, Aşkabat’ta görüp âşık olduğu ve uğruna ömür boyu gazeller yazdığı Güzel isimli sevgiliyle hiç görüşmeden, uzaktan olan muhabbetlerini klasik edebiyatta gördüğümüz âşık-maşuk ilişkisi tarzında şöyle kaleme almıştır:

Gız başını dönderib arhasına bahdı. Sonra da etrafı nezerden keçirdi. Üreyi döyüne-döyüne bir az da komanın daldasına çekildi. Şairin közaltı bahışları gızın hereketlerini izledikce, yanaglarına hefif gızartı çökür, üreyi hele de kah Gözele, kah da gelbine müracietle deyirdi:

(10)

Geyret helak eder meni, açma camalını! Kösterme şem’e ruyunu, pervane bilmesin!22

A. Caferzade, Azerbaycan’ın ünlü seyyahı Zeynelabidin Şirvanî’nin hayatından bahseden Elden Ele romanında da, klasik edebiyatta seyahatnameler kaleme alan yazarlar gibi, hem Zeynelabidin Şirvanî’nin seyahatle alakalı maceralarını anlatmış, hem de onun gezip gördüğü yerler hakkında tarihi, coğrafî, sosyolojik, etnografik malumatlar vermiştir. Meselâ:

Örgenc beşinci iglimde olub Harezm ölkelerinden kiçik ve gözel bir şeherdir. Ürekaçan bir yer olub. Orada iki-üç mine yahın ev vardır. Oranın ehalisi ekseriyyetle türk... bezi hüsusiyyetlerde üreye yahındır. Onlar tamamile henefimezheblerdir. O terigete teessüb-kardırlar. Az bir gismi imamiyye şiesidir.23

A. Caferzade, daha önce de belirttiğimiz gibi, romancılığının yanında Azerbaycan’ın yetiştirdiği önemli akademisyen ve fikir adamlarındandır. Tarihi mevzulu eserlerinde âlim A. Caferzade ile yazar A. Caferzade karşılaşmış, biri diğerine tesir etmiş ve birbirini tamamlamışlardır. Zaten A. Caferzade, edebi eserlerini kendi fikir ve düşün-celerini okuyucusuna aşılamak amacıyla yazmıştır. Bu yüzden, o da S. Ayverdi gibi zaman zaman romanın akışını keserek doğrudan anlatıcı marifetiyle veya kahraman-lardan birinin vasıtasıyla sosyal, siyasi, felsefi konulardaki fikirlerini okuyucusuyla paylaşmıştır. Fakat A. Caferzade, bu sırada akademik dilin halktan uzak, katı ve soğuk anlatımına düşmemiştir. O da S. Ayverdi gibi dilin tüm imkânlarından faydalanarak okuyucusu ile sıcak bir münasebet kurduktan sonra fikirlerini okuyucusu ile paylaşır:

Vetene heyir vermek isteyen insan gün kimi pak olmalıdır... Sen halga hidmet heyalına düşmüsense, artıg özüne mehsus deyilsen... bu ağır yoldu... ya igdam etme... ya da işe gadem goydunsa, bütün ağrı ve acılara, mehrumiyyetlere dözmelisen... Sözünü sene tene-teriz vuranlara, daş atanlara demelisen...Sende bele bir deyanet varmı? Olacagmı? Yarı yoldan gayıtmayacagsan ki?.. Atılan ohlara sinen davam edecekmi? Bu bir senemin kirpiklerinden, növki-müjganından atılan “ohlar” olmayacag ha!..24

Sonuç

S. Ayverdi ile A. Caferzade, Türkiye ve Azerbaycan edebiyatlarında kendileri-ne has dil ve üslup oluşturmuş yazarlardandır. Onların eserlerinde istifade edilmiş cümleler gramer bakımdan doğru ve mantıklı, mana bakımından zengin ve canlıdır.

22 Ceferzade, Sabir, s. 26. 23 Ceferzade, Elden Ele, s. 328.

(11)

Ayrıca yazarlarımızın üslubunda halka yakınlık, sadelik, açıklık ve anlaşılırlık önemli özelliklerdir. Zaten millî tarihimizi tanıtıp sevdirmek, okuyucularını bilinçlendirmek maksadında olan yazarların anlaşılması güç, okuyucuyu yoran bir dil kullanması düşünülemez. Fakat onların üslubundaki sadelik bir basitlik değildir. Yazarlarımız manayı boğmadan sanatlı bir söyleyiş meydana getirmişlerdir. Farklı yapılarda cümleler kullanarak anlatımı hareketlendirmişlerdir. Özellikle iç monologlarda kullandıkları soru cümleleri, devrik cümleler ve kimi zaman eksiltili cümleler ile anlatıma şiirsel bir hava katmışlardır.

Bununla birlikte yazarlarımızın üslubunu şiire yaklaştıran en önemli unsur, eser-lerinde sıklıkla nazım parçalarına yer vermeleridir. Her iki yazarımız da bir duyguyu, düşünceyi veya durumu en iyi biçimde açıklayabilmek, kahramanın iç dünyasını or-taya çıkarmak için anlatımlarında çeşitli nazım parçalarına da yer vermişlerdir. Aynı zamanda Sâmiha Ayverdi ile Azize Caferzade’nin özellikle halk edebiyatı ve klasik edebiyat üzerinde büyük bir hevesle gerçekleştirdikleri araştırmalar onların üsluplarına da büyük ölçüde tesir etmiştir.

KAYNAKLAR

Aristotel, Poetika, Bakı: Azerneşr, 1974.

Ahmedova, Azize, “Alim-yazıçı”, Azerbaycan Gadını, 1971, no: 8, 15-17. Ayverdi, Sâmiha, Aşk Budur, İstanbul: Maarif, 1938.

, İnsan ve Şeytan, İstanbul: Kubbealtı Neşriyat, 2011. , Mesihpaşa İmamı, İstanbul: Kubbealtı Neşriyat, 2010. , Yolcu Nereye Gidiyorsun?, İstanbul: Kubbealtı Neşriyat, 2009. Ceferzade, Azize, Alemde Sesim Var Menim, Bakı: Şerg-Gerb, 2006a. , Elden Ele, Bakı: Şerg-Gerb, 2006b.

, Hezerin Göz Yaşları, Bakı: El Alliance, 2003. , Sabir, Bakı: Azerneşr, 1989.

, Vetene Gayıt, Bakı: Genclik, 1977.

Referanslar

Benzer Belgeler

Both the higher serum C3 and C4 levels in patients with AOM (when compared to the controls) and also higher C3 and C4 levels in serous and purulent effusions (when compared to gluey

Fakat piya­ noda onu, virtiioz, orkestra şefi, lıoca ve gittikçe mükemmelleşen bir koro’nun yaratıcısı olmak gibi vasıflarına ayrı ayrı hayran oldu­ ğum

Bu yazıda yaklaşık üç yıldır alüminyum döküm işçisi olarak çalışan bir olguda gelişen alümin- yum dökümcü astımı ve ağır metal maruziye- tine bağlı

Aksoy Grubu tarafından alınan Şark Aynalı Çarşı’dda pastanenin üst katı lokanta, en üstteki iki katı ise süit otel olarak..

Mülteci çocukların okula uyum süreçlerinin öğretmenlerin kültüre duyarlılıkları üzerinden çözümlenmesinin amaçlandığı bu araştırmanın bulgularından

Bu çalışmada, Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan illerin sıcaklık, nem, basınç, rüzgar hızı, rüzgar gücü, güneşlenme şiddeti ve güneşlenme müddeti gibi iklim

Bir konveyörden gerçek zamanlı olarak alınan görüntüler çalışmada geliştirilen makine görmesi uygulaması ile test edilmiş ve başarılı sonuçlar elde

Vektör Hata Düzeltme Modeli (VECM)’nden elde edilen sonuçlar, ülkeye giren doğrudan yabancı yatırım ile ihracat arasında kısa dönemde bir nedensellik ilişkisi bulamasa da