• Sonuç bulunamadı

"Memet Fuat'a Saygı"yı yazmadan "Özgünlük Avı"na çıkmak...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share ""Memet Fuat'a Saygı"yı yazmadan "Özgünlük Avı"na çıkmak..."

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

■ f i *

□ Zehra Ipşiroğlu ‘nun İsviçre, Avusturya ve Türkiye’de aynı anda yayımlanan kitabı “Gergedan Oyunu” üzerine bir söyleşiyi kı­ saltarak sunuyoruz...3. sayfada

□ Her yıl olduğu gibi, bu yıl da fuara bir­ çok yeni kitapla katıldı yayınevleri. Bu ki­ taplardan küçük bir bölümünü vitrin say- falarımızde tanıtmaya çalıştık 20.sayfada

Cumhuriyet

KİTAP

ENİS BATUR

/" l izi, özellikle böylesi durumlarda, anlamakta _ \ güçlük çekiyorum. M emet Fuat’ın kültürel

konumunda “yetke" noktasında durması sizi hem çekmiş, hem de itmiş, 1970’lerin başından beri. Kibar davranıp kökten çelişki dem eyeyim , ama sıkı bir ikilem içindesiniz ona bakarken, sanki. Öte yan­ dan, bir çelişki daha, Ataç’da neredeyse alkışladığımız bir duruş ya da oluş biçimini, neden konu M emet Fu­ at’a gelince mesafeyle ele aldığınız da p ek belli değil, yanılıyor muyum?

- Ataç’la Memet Fuat’ın arasındaki tek benzerlik

“yetke” oluşlarında beliriyor bana kalırsa. Benim ku­ şağım için Âtaç’ın o yönü herhangi bir anlam ifade etmiyordu, edemezdi: Öldüğünde, bizler okuma- yazma öğrenmeye bile başlamamıştık henüz. Dola­ yısıyla karşılaşmadık Ataç’la, karşı karşıya gelmedik yetkeci yanıyla, ağırlığını bizden önceki kuşaklardan duyduk, öğrendik. Memet Fuat öyle mi oysa? 1960’ların ikinci yarısında okur, 1970’lerin ilk yarı smdan başlayarak yazar olarak onun ağırlığıyla yüz­ leşmek durumunda kaldık: Yazı/n ortamımn, bana kahrsa, en önemli, hatta tek belirleyicisi oydu. Bu yö­ nüyle itiyor ve çekiyordu her birimizi, seçimlerimizi ona göre tanımlıyorduk genellikle. Yetke böyledir: Negatif ve pozitif bir çekim alanı yaratır, onunla di­ dişirsiniz bir yandan, bir yandan da sizi görsün ister­ siniz. Büsbütün kayıtsız olabilmeniz için onun etki alanım yitirmesi gerekir. O zaman yapıtına daha nes­ nel bakma olanağı doğabilir. Ataç, benim kuşağıma

yalnızca yazdıklarıyla ulaşmıştır; Memet Fuat, bizim “„çağdaşımız”dı, yazdıkları kadar yaptıkları ile de bağ­ lantılı olduk, kaldık onunla.

- Yaptıkları derken, tavırlarından mı yola çıkıyorsu­

nuz?

- Tavırlarından, seçimlerinden hareket ediyorum. Çı­

kardığı Türk Edebiyatı yıllıklarının üstbaşlığı “Memet Fuat’ın Seçtikleri”ydi ya, aslında bir metafor olarak bü­ tün eylemine yansıyordu o seçicilik. Önce, uzaktan, söz konusu seçimleriyle etkiledi bizleri: Yeni Dergi’de ya­ yımladığı şairler, hazırlattığı özel sayılar, De Yayınla­ rında çıkardığı kitaplar ile. Ben 1973’te tanıştım Me­ met Bey’le, Yeni Dergi’nin bürosunda. Seçimleri ile dü­ şüncelerinin birebir olmadığını, çakışmadığını gördüm. Sonradan “Unutulmuş Yazılar”da topladığı eski dene­ melerini okumamıştım, okumuş olsaydım belki de o denli sarsılmazdım.

- Demek, yazar ile karşılaşmanızda sarsıldınız. Kafanız­

daki M emet Fuat imgesiyle karşılaştığınız yazı adamı on- ca ayrı mı düşüyordu birbirinden?

- Memet Fuat’ın nesnellik ile öznelliği bir terazinin iki

ayrı kefesi kadar net biçimde ayırdığını biliyordum gerçi, gene de yayımladığı ürünlere daha fazla yakın­ lık duyduğu sanısı ağır basıyordu bende. Öyle olma­ dığım gördüm. Sonra, denemelerini okudukça, kendi­ sini olanca açıklığıyla koyduğunu anlamakta güçlük çekmedim. Edebiyatta ve Sanatta yeni’ye, yeniliğe çok yakın bulmuyordu kendini Memet Fuat, oysa yayıncı kimliğiyle Türkiye’de yenilikçi gelişmenin önderi ola­ rak ciddi bir rol üstlenmişti.

- Edebiyat, Sanat alanında yeninin, yeniliğin, yenilik­

çiliğin bütün yaratı türlerinde büyük bir bunalım yarat­ tığı, önem li açmazlar yaşandığı, halta gendönüşsüz bir çıkmazın sonuna varıldığının savlandığı (bunu söyler­ ken, özellikle Baudrillard’ın yaptığı çıkışı düşünüyo­ rum) gözönüne alınırsa M em et Fuat’ın baştan beri hak­ lı olduğu ortaya çıkmıştır, denilemez m i peki?

- Türkiye’de kültür ortamının en zaaflı özelliklerin­

den biri bu: Çanakçı bir konu üzerinde kalıcı tartış­ malar yapılamıyor. Memet Fuat'ın savlarını doğrulayan bir genel durum içinde miyiz? Bunu oturup, enine bo­ yuna tartışmak gerekir. Yeni’nin, yeniliğin yenik

düş-mm

m

Fuat

Memet Fuat; Ece Ayhan’ın söyleyişiyle

“Maestro”. Evet... Memet Fuat

gerçekten edebiyatımıza yıllardır yön

verenlerin başında geliyor. Eeştirmenliği,

denemeciliği, dergiciliği, yayıncılığı ve

yayımladığı yıllıklar ile edebiyatımızın

yönlendiricisi ve lokomotifi olmuş bu

büyük ustanın son yapıtı “Gölgede

Kalan Y ılla r” adını taşıyan anıları. Nefis

bir insanlar galerisinde gezdiriyor biii

Memet Fuat. 1950’li yıllara kadar

'

getirdiği anılarının devamını beklemenin

hakkımız olduğunu da söylemeden

geçemeyeceğiz. Enis Batur, Memet

Fuat’ın anılarından yola çıkarak bir

söyleşi oluşturdu. Sennur Sezer, Memet

Fuat’ın yapıtlarını değerlendirdi.

Mehmet Sarsmaz ise son yapıtlarından

birini “Özgünlük Avı”m değerlendirdi.

(2)

O K U R L A R A

M emet Fuat yazın

yaşamına 1940’lı yılların

başında öyküyle başladı.

İlk öykü kitabı “A şk ve

Sümüklüböcek”i Tuna

Baltaaoğlu ile ortaklaşa

yayımladı. 19Öl tarihini

taşıyan “Yaşadığımız”

ise bir roman. M emet

Fuat bu ik i kitabından

sonra kendini

tamamiyle eleştiri ve

denemeye verdi. 1959’da

dergilerde çıkan

yazılarıyla Ataç Eleştiri

A rm ağanını kazandı.

D enem elerini topladığı

ilk kitabı “.Düşünceye

Saygı”yı 1960 yılın da

kurduğu ‘de

Yayınlarının ilk kitabı

olarak yayımladı.

1961’de bu kitabıyla da

Türk. D il Kurumu

Deneme -Eleştiri

Ödülü’nü aldı. 1963-72

arasında yazınımızı

derinden etkileyen “Yeni

Dergi”y i yayımladı. Bu

dergi çevresinde

toplanan genç imzalar

bugün edebiyatımızın

önem li adları arasında

yer alıyorlar. Aynı yıllar

arasında dergi ve

gazetelerde yayımlanmış

yazı, öykü ve şiirlerden

yaptığı seçm eleri “Türk

Edebiyatı” adlı yıllıklar

halinde yayımladı. 1985

yılından bu yana da

“Adam Sanat ”

dergisinin Yayın

Yönetmenliğini

sürdürüyor. Spor

alanında, özellikle de

voleybolde ülkemizin en

iyi antrenörlerinden biri

olarak görev yapan

Memet Fuat’ın

kitaplarının sayısı otuz

beşe yaklaştı. Çevirdiği

ve editörlüğünü yaptığı

kitapları ise saymaya

imkan yok.

M emet Fuat’a uzun bir

yaşam diliyoruz.

Bol kitaplı günler!...

TURHAN GÜN AY

K İT A P

imtiyaz Sahibi: Berin Nadi o Basan ve Yayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A S- O Genel Yayın Yönetmeni: Orhan

Erinç

o

Genel Yayın Koordinatörü: Hikmet Çetinkaya '/Yazıişleri

Müdürleri: İbrahim Yıldız, Dinç Tayanç

o

Sorumlu Müdür: Fikret İlkiz O Yayın Yönetmeni: Turhan Cünay o Grafik Yönetmen: Dilek llkorur o Reklam: Medya c

Zehra îpşiroğlu’nun kitabı İsveççe, Almanca ve Türkçe’de aynı anda yayımlandı

-K

' itabınız hem ç o c u k l a r a , hem de ye­ tişkinlere sesleniyor. Bunu baştan böyle mi amaçlamıştınız, yoksa

yazarken kendiliğinden m i oldu?

- Çocuk-büyük diye bir ayrım yapmadan,

hem düşündürücü hem de eğlendirici bir kitap olsun istemiştim. Benim için önemli olan çocuk bakışını ve çocuk gerçeğini ya­ kalamaktı. On yaşında bir çocuk ne düşü­ nür, ne hisseder, çevresiyle yaşadığı sorun­ larla nasıl boğuşur, bunları çıkartmaya çalış­ tım. Çocuğun naif bakışı ve yetişkinlerin dünyası tunaf bir çelişki oluşturduğundan, kitap yetişkinlere de seslenen bir taşlamaya dönüştü.

- Kitabın Almancasmı da siz m i yazdınız? - Evet, bu benim için gerçekten çok heye­

can verici bir deneyim oldu. Almancasmı yazarken beni de şaşırtan bir şey oldu, kita­ bın baş kişisi Zeynep azıcık değişti. Türkçe- si’nde daha nair ve çekingen, Almanca’sın- da daha rahat ve esprili, yetişkinlerin dün­ yasına duyduğu tepkiyi daha kolay dile ge­ tirebiliyor. Bunu bilinçli yapmadım, kendi­ liğinden oldu. Sanırım Zeynep tipi olduğu gibi kalsaydı, Almanca’daki Zeynep Türk okuyucusuna çok bilmiş, Türkçe’deki Zey­ nep Alman okuyucusuna aşırı çocuksu ge­ lebilirdi. Kitabın Almancasmı yazarken ya- zmbilimci ve eleştirmen olan eşim Norbert Mecklenburg da çok yardım etti.

- Zeynep sizce Astrid Lingren’in

Uzunço-rap Pippi’si vibi bir tip mi?

- Kesinlikle değil. Fantastik bi figür değil

Zeynep, Uzunçorap gibi doğaüstü güçlere sahip değil. Sıradan küçük bir kız. Sanırım sorduğunuz bu sorunun temelinde Zey­ nep’in Batı’daki yerleşik Türk imgesine hiç uymamasıyatıyor. Ama şunu unutmamamız gerekiyor ki, Zeynep köylü ya da taşralı

de-il, kentli ve kültürlü bir ailenin çocuğu.

Gergedan Ovunu

ürkiye’deki yerleşik baskıcı ve otoriter eği tim sistemiyle hiç bağdaşamaması ve tepki göstermesine bu bakımdan şaşırmamak ge­ rek. Türkiye’de yaşadığı ortam ve koşullar­ dan memnun olmayan bir sürü Zeynep var.

- Türkiye’de eğitim sistemi gerçeklen buiye ı kadar baskıcı mı?

- Ne yazık ki öyle. Öğretmen odaklı eği­

tim ve ezbercilik bu sistemin temelini oluş­ turuyor. Bunun dışında özellikle devlet okullarında sınıflar çok kalabalık ve koşul­ lar çok elverişsiz. Öğretmenler de inanılma­ yacak denli zor koşullarda çalışıyorlar.

- Çocukların öğretmene ‘öğretmenim’ de­

m eleri Alman okuyucusuna çok tu haf geli­ yor?

- Eskiden Alman okullarında da otoriter

öğretmen, öğrenci ilişkisinin bir göstergesi olarak ‘Öğretmen Bey’ ya da ‘öğretmen ha­ nım’ denilirdi. Ama Türkçedeki ‘öğretme­ nim’ sözünün otoriter olduğu gibi, duygu­ sal bir boyutu da var, çocukları seven ve ko­ ruyan birini çağrıştırıyor. Böylelikle ‘öğret­ menim’ sözü çocuğun öğretmeni kendisini hem yönlendiren hem de koruyan biri ola­ rak benimsediği anlamına geliyor.

- Türkiye’d eki otoriter eğilim yalnız eği­

tim sisteminde değil, aile yapısında da orta­ ya çıkmıyor mu?

- Evet, belli bir hiyerarşiyi koruyan ataer­ kil aile yapısında çok belirgin bir biçimde or­ taya çıkıyor. Ancak gelenekler sosyal kesime, yöreye, ortam ve koşullara göre farklı biçim­ lerde etkisini gösteriyor. Bu nedenle de Zey­ nep’in anneannesi tipinde, anneanne Zey­ nep’in ilişkisinde simgeleşen liberal aile iliş­ kilerinin de yaşadığımız gerçeklerin bir par­ çasını oluşturduğu söylenebilir. Zeynep böy­ le bir aileden geldiği için geleneklere tepki­ sini doğal bir biçimde dile getirebiliyor. Söz­ gelimi ağabeyiyle olan ilişkisi ya da kimi öz­ deyişlere gösterdiği duyarlık (neden erkek sözü de, kız sözü değil?), bunu çok belirgin bir biçimde gösteriyor.

- Kitabınızda dikkati çeken bir nokta da,

oyun oynama olgusunun çok önem li bir yer

Zehra İpşiroğlu’nun temmuz

ayında İsviçre’de Nagel Kimche

Yayınevi’nde Avusturya’da St.

G abrile Yayınları’ncfa çıkan

“Gergedan Oyunu” kitabının

Türkçesi Yapı ve Kredi Çocuk

dizisinde çıktı ve bir ay önce

Orhan Kemal ödülünü aldı.

Kitap çocuklara doğrudan

ulaşmak amacıyla çocuk

dizisinde çıkarıldıysa da simgesel

ve yergisel boyutuyla büyüklere

de sesleniyor. Bu açıdan bu yılki

Orhan Kemal öykü yarışmasında

üçüncülüğü almış olması da çok

sevindirici. Aşağıda kitap

üzerine İsviçre’de yapılmış olan

bir röportajdan kesitler

okuyacaksınız. Kitabın Almanca

baskısının son sözünde bu

röportaj kısaltılarak

kullanılmıştır.

Zehra Ipşiroğlu'nun "Gergedan Oyunu" adlı kitabı on yaşının üstündeki çocuklara sesleniyor.

tutması. Bununla neyi amaçladığınızı biraz açabilir miydiniz?

- Dediğiniz gibi oyun oynama olgusu ki­

tapta farklı boyutlarda işleniyor: Sorunların altından kalkabilmek için gerçeklerden kaç­ mak için, sadece eğlenmek için, yalan söyle­ yip kandırmak için, kendini savunmakya da karşısındakini ezmek için vb. Böylelikle oyun oynama sorunlara eleştirel bakma ola­ nağını veriyor. Kimi kez bir taşlamaya ya da parodiye dönüşerek bir tür yabancılaştırma etkisi yaratıyor. Bu nedenle kendi içine ka­ palı küçük sahnelerden oluşan öyküler teat­ ral özellikler taşıyor. Bu açıdan da kitabın kolaylıkla bir tiyatro oyununa dönüştürüle­ bileceğini düşünüyorum. Kitabın içine

ser-S

tirilmiş olan çocuk dizeleri ise kitle psi- ojisini sergiliyor, bir grubun kolektif duy­ gularını.. tıpkı bir futbol oyunundaki izleyi­ cilerin kendilerinden geçip bağınşmalan gi­ bi.. toplumcunuzda gerek oyun oynama ol­ gusunun, gerek gülmece olgusunun önemli

bir yeri ve işlevi var. Günlük yaşamdaki baskıların çok yoğun olmasından kaynakla­ nan bir şey olsa gerek bu. Bu nedenle de Türkiye’de karikatürcülük ve mizah yazar­ lığı çok gelişmiş.

- Kitabınızda edebiyat, hem çocuk, hem de

yetişkin edebiyatı önem li bir yer tutuyor. Baş­ ka yazarlara ve yapıtlara göndermeler yapı­ yorsunuz. Bunu biraz açabilir miydiniz?

- İtalyan yazar Edmondo de Amicis’in bence çok sorunlu olan ünlü kitabı “Çocuk Kalbi” Türkiye’de yıllar yılı en çok satılan ki­ tapların başında geliyor. Otoriter eğitim an­ layışı ve milliyetçi, daha doğrusu şoven yak­ laşımı ile Eğitim Bakanlığı tarafından okul­ lara durmadan önerilen ve sayısız baskı ya- mış olan bir baş yapıt. Kitabımda bu kitabı kendi eğitim sistemimizdeki çarpıklıkları açığa çıkartmak için malzeme olarak kulla­ nıyorum. Bir tür yabancılaştırma etkisi de diyebiliriz buna.

Birkaç kez gönderme yaptığım başka bir kitap ise Nezihe Meriç’in “Küçük Bir Kız Tanıyorum” dizisi. Bu dizinin başkişisi Ay­ şe’yi Zeynep hem seviyor, hem de sevmiyor. Seviyor, çünkü Ayşe önce Zeynep’ten kü­ çük, sonra Zeynep’in yaşında, sonra daha da büyüyor, herhalde onunla özdeşleşebile­ cek bir şeyler bulabiliyor. Sevmiyor, çünkü onu aşırı uyumlu buluyor. Ayşe toplumun uyumlu küçük bir bireyi, uyumluluk ona bir tür garanti veriyor. Okuyucu onu gelecekte iyi bir ev hanımı ve mesleğinde başardı ken­ di halinde bir iş kadını olarak düşünebiliyor.

işte düğümleniyor. Uyumsuzluk Zeynep

Oysa Zeynep uyumsuz, işte sorun burada düğümleniyor. Uyumsuzluk Zeynep’i nu şaşırmasına neden olabilir ya da sorunJ

ı’inyolu-ların altından kalkamamasına... Tersi de ola­ bilir, ama Zeynep yoğun imgelem gücü ve yaratıcılığıyla başarılı olabilir. Kitabın so­ nunda böyle bir umut düe getiriliyorsa da, kesin bir çözüm verilmiyor.

Christine Nöstlinger’in otoriter aüe yapı­ sını eleştiren “Kim Takar Salatalık Kralını” adlı fantastik romanı ise Zeynep’in en sev­ diği kitap, bu kitapta kendisinden bir şeyler bulabiliyor çünkü.

- Kitabınızda uyumsuz tiyatro yazarların­

dan Eugene lonesco’nun “Gergedanları’’na da göndeme yapıyorsunuz?

- Bu gönderme (kitabımın başlığından da

“Gergedan Oyunu” anlaşdabdeceği gibi) ki­ tabımın temelini oluşturuyor. lonesco’nun faşizmin eleştirisi olarak düşündüğü bu oyunda, gergedanlaşma bulaşıcı bir hastalık renger ise oldukça çaresiz ve zavallı bir tip olarak çiziliyor. Kitabımda bu oyunu gör- olan çocuklar gergedanlaşmayı oynu muı

yorlar, ama bambaşka bir biçimde. Medya dünyasının ister istemez etkisi altında olan çocukları “Gergedanlar”da çeken sadece oyunun yabanıl ve fantastik boyutu. Kitap­ ta “Gergedanlar”, Orhan Pamuk’un anlat­ tığı bir Anadolu masalı ve “Çocuk Kalbi” aracılığıyla “doğru ve yalan” izleğinin çeşit­ lemeleri farklı boyutlarda işleniyor.

“Gergedan Oyunu”, on yaşının üstünde- sfer

igıylı

çocuk kitabı. Gene de hem çocuk hem bü-ki çocuklara seslenen bir bü-kitap. Kolay oku­ nabilirliği ve basitliğiyle her şeyden önce bir yük okuyucuya seslenen çok boyutluluğuy­ la, başka yapıtlara yapılan göndermelerle, kurmaca- üstkurmaca (Zeynep ve annean­ nesinin Zeynep’in yaşamını anlatan bir kitap yazmaları) kurgusuyla, oyun ve gerçeğin iç içe girdiği yapısıyla ve okuyucuda yaşma ve birikimine göre farklı çağrışımlar uyandıran boş alanlarıyla çağdaş anlatım tekniklerin­ den geniş çapta yararlanıyor. Açıkçası oku­ yucumu çok merak ediyorum, özellikle de çocuk okuyucumu. Batı’da bir gelenek var­ dır, çocuk okuyucular yazara mektup gön­ derip kitap üzerine görüşlerini dile getirir­ ler, bakalım bana da mektup gelecek mi? Çocuklardan mektup almayı çok ama çok

(3)

Kapak konusunun devamı...

‘ tüğü ileri sürülebilir şüphesiz; yaratıcı uğraşın özünü zedeleyen bir parametre haline geldiği ola ki onaylanabilir. Tam tersine, içinden geçip belki de sonuna vardığımız koskoca bir çağın, bana ka­ lırsa post-modem olarak adlandırılan dönemi de kapsayan modern zamanla­ rın, baştan uca yenilikçi eğilimlerin ege­ menliğiyle tanımlanabileceği görüşü de savunulabilir. Memet Fuat’ın, deneme yazan ve kültür adamı olarak, kutuplar­ dan birinin baştemsilcisi sayılacağı açık.

- Bu bağlamda, M emet Fuat’ın nasıl bir

seçeneği öne sürdüğü kanısındasınız?Ye- n ı’nin fetiş haline gelmesine haklı olarak karşı çıkan bir kültür adamının, bu ne­ denle gerici sıfatını hak ettiğini ileri süre­ cek değilsiniz herhalde?

- Yenilikçiliğin ilericilik ile örtüştüğü-

nü söyleyecek oranda şaşkın olduğunu sanmıyorum. İtalyan, Alman, İspanyol yenilikçilerinin en köktencileri Faşizme bağlanmışlardı. Sovyet yenilikçilerinin kimi amansız sözcüleri Stalin’e tapmak­ tan geri durmadılar. Ben, yalnızca gele­ neğin, kültür birikiminin kutsallaştırıl­ masına karşı çıkmış biriyim, hepsi bu. Memet Fuat’m altım çizdiği seçeneğe ge­ lince, ben onun yaklaşmamda uzlaşmacı bir bireşimin önerildiği görüşündeyim. Memet Fuat gerçekçi anlayışa, halk kül­ türüne daha çok yakınlık duyduğunu açıkça belirtmiştir. Sonuç olarak, sosya­ list bir kültür perspektifi geliştirip ona sadık kaldığı söylenebilir sanıyorum.

- “G ölgede Kalan Yıllar’ı bir solukta

okumuşsunuz. Beklediğiniz gibi bir k i­ tapla mı karşılaştınız?

- Doğrusunu söylemek gerekirse, bek­

lediğim gibi bir kitapla karşılaşmadım. Memet Fuat'ın anılarını yazdığını öğren­ diğimde zaten şaşırmıştım, onun “özel” olan ile nasıl bir ilişki kotaracağını kes- tiremiyordum. Bana, her şeyi mahfuz tutmayı yeğler, söylediğinden çok susar gibi gelmişti, yanılmışım, enikonu eli açık davranmış “Gölgede Kalan

Yıl-ta lar”da. Etik açıdan, şöyle bir yoruma git tim ben: Bu anı kesitlerini, daha uz olmalarına kar­

şın, ikincil

üçüncül kişiler deforme ederek aktardı- lardı zaman zaman; Memet Fuat, sanki, içeriden ve dosdoğru tanık olarak “doğ­ ru versiyon ”u yazmak istedi gibi geliyor bana. Anladığım kadarıyla, Piraye öl­ dükten sonra, biraz da ondan kalan boş­ luğa karşı yazılmış bir kitap bu.

- Anlatım özellikleri açısından,

dene-meci-eleştirmen M emet Fuat’a göre anı yazarını nasıl koyuyorsunuz?

- Memet Fuat'ın öykü yazarak yola

ko-â

unu unutmamak gerekir. İçinde- :ıcıyı belli bir kıyıda tutmuş yıllar yılı, onun kuruvup ölmesine izin verme­ miş. Halka halka açıyor anlatı tabakala­ rını, bir bakıma kendi binbir gece masa­ lını kâğıda düşüyor. Çok sıkı portre de­ nemeleri var “Gölgede Kalan Yıllar”da, bazen derinlemesine çalışıp iç organla­ rına kadar iniyor insanın, bazen de bir resimaltma roman çekirdeği sığdırıyor. Kitabın kendisini aşabilen bir gücü var ayrıca: Bir dönemi, bir toplumsal kesiti sosyolojik göze yenik düşmeden gözler önüne seriyor. Memet Fuat'ın kitabını edebiyat ile pek az ilgisi olmuş okur bi­ le başucuna alabilir, bu yönüyle, anı ki­ tapları bir ülkenin, bir dönemin, bir şeh­ rin angio’sunu yapıyorlar bir yandan da.

- Burada bitiyor mu, bitm eli m i sizce

M emet Fuat’ın anıları?

- Marguerite Yourcenar anılan yazma­

ya başladığında, ilk cildin sonunda ken­ di doğumuna henüz gelememişti: Olağa­ nüstü kitaplar dizdi peş peşe önümüze. Memet Fuat’m burada durmasını “ anla­ yış ”la karşılayamayız, okur olarak. Baş­ kalarını, yakınındakileri didikleyen kişi kendisinden uzak durmaya kalkışırsa, kaş çatma hakkını kazanırız. Şaka bir ya­ na, biraz iddialı bir söz olacak belki ama, Memet Fuat, anılarının devamını yaz­ mak zorundadır. Sa-

int-Exupery’nin “in­ san gülünden sorum­ ludur” cümlesini du­ ruma uygulayacak olursak, Memet Fu­ at’ın etkin ve etkili ol­ duğu döneme ilişkin bu türden bir sorum­ luluk yükü ile rahatsız edilmesinden yana­

yım: Sonra ne oldu?

Bunu bekleyece- Gölgede Kalan

ğiz şimdi. ■ Yıllar / M emet Fuat/Adam Yayınları / 620 s.

Edebiyatımızın “Maestro”su

Memet Fuat

SENNUR SEZER

“M!

'emet Fuat / Maestro”, Ece Ayhan’ın tartışılmayan, ka- .bullenilen tek yargısıdır. Tartışdacak olan, Ece Ayhan’ın “tam kadro” olduğunu bildirdiği Dinar Ban- dosu’na Memet Fuat’ın şeflik edip et­ meyeceğidir. İyi bir “maestro” olarak bandodan pek çok adı eleyebilir. Örnek­ se... Hayır hayır, bunu yazmak bana düş­ mez. Memet Fuat’ın şu uyarısını anım- samalıyız: “Ne yaşarken, ne de öldükten sonra hiç kimsenin benim ağzımdan ko­ nuşma yetkisi yoktur. Yazabildiğim süre­ ce düşüncelerimi kendim yazarım. Eler sözcüğün, her virgülün sorumluluğunu taşıyarak...

Kalıcı olan yazıdır. Bugün birileri yan­ lış yorumlasa da, yarm bakarsınız, başka birileri doğru yorumlar. Hiçbir yazar kendini bir başkasının algılama çerçeve­ si içine gömmek istemez. Yazarla okur­ ları araşma girmekten daha saçma bir tu­ tum düşünemiyorm. ” (Günceler, İki Yönlü Yozlaşma, s. 133-134). Memet Fuat’m Salâh Birsel’in Yaşlılık Güncesi ile' Kemal Özer’in Günlük Notları için yazdığı bu satırlar, Memet Fuat için anı, fıkra, anekdot yazılmasını engeller nite­ likte. Gerçi, “Bir yazar başka bir yazar için istediğini düşünür, yasalar çerçeve­ sinde istediğini yazabilir. Buna hiçbir en­

gel yoktur. Ama bir yazar, iznini, oluru­ nu almadan, başka bir yazarın ağzmdan konuşamaz. Bana şöyle demişti diye baş- lasanız da, yazdıklarınız, onun değil, si­ zin sorumluluğunuzdadır.” cümleleriyle, “görünürde” anı aktarmanıza “olur” ve­ rir gibi görünüyor. Sorumluluk üstlendi­ ğinize göre, dilediğinizi yazarsınız. An­ cak aktardıklarınızın “belge” sayılama­ yacağını da anımsatıyor:

“(...) konuşurken karşınızdakinin söy­ lediklerini kendi süzgecinizden geçire­ rek anlarsınız, algılama gücünüze göre, bilgi birikiminize göre, konuşmada kul­ lanılan sözcüklere, terimlere yüklediği­ niz anlamlardaki ayrımlara göre, pek çok şeyi kaçırır, ya da ekler, karşınızdaki A der, siz A l algılarsınız. ” Memet Fuat’m bu yorumu, onu bütün anılardan koru­ yor. Ama, anlatıp yorumladığı belge ni­ teliğindeki olayların aktarılmasını da en­ gelliyor. Örneğin, kendi yazmazsa, elve­ da “Bir Küvet Hikâyesi”nin gerçek yan­ ları... Ve Nâzım Flikmet ile Piraye’nin öyküsünden onca anı... Sağlık olsun, ya- zilabilecekleri Memet Fuat yazsm. Baş­ ka ne denir ki.

Memet Fuat’m kitaplarının genel tanı­ tımı niteliğindeki bu yazıya, onun kural­ larına uyarak başlamak zorundayım. Bu satırlardan ders alarak:

Ders 1 - Memet Fuat, yalnızca, yazdı fikirleri üstüne tartışdmasma izin verir.

Aşk ve Sümüklüböcek- Hikayeler / Tuna Baltacıoğlu-Memet Fuat/Nam Basımevi, 1946 / 63 s. M EM ET FUAT C AĞINI G Ö R EB İLM EK Düşünceye Saygı/ M emet Fuat/D e Yayınları, 1960/ 112 s. Yaşadığımız- Hikayeler/ Me. Fuat/Kitaplar Dergisi Yayını, 1951/ 130 s. •met Unutulmuş Yazılar/ M emet Fuat/Broy Yayınlan, 1986/ 308 s. MEMET FUAT I DAĞLARDA YÜREĞİM Konuşan Toplum / M emet Fuat / lyişeyler Yayıncılık, 1 9 9 6 /2 2 3 s. Çağını Görebilmek/ M em et Fuat/Adam Yayınları/ 242 s. Dağlarda Yüreğim/ M emet Fuat/.Adam Yayınları/ 243 s. Çağdaşımız Makyavel / M emet Fuat/Adam Yayınları/ 391 s. Karacaoğlan/ Memet Fuat/Yapı K redi Yayınları/ 147 s.

L

YUNUS EMRE I TEVFİK, FİKRET T T T

i l

Memet Fuat

I

eleştiri

k

I

sonunlulıujul

Yunus Emre/ Tevfik Fikret/

M emet M em et Fuat/Yapı Fuat/YapıKredi K redi Yayınlan/

i Yayınlan/ 235 s.

M .

239

s

Eleştiri Sorumluluğu- Deneme / M em et Fuat/Yapı K redi Yayınları/ 219 s. Memet Fuat

ik i yönlü

yozlaşma

m m

ı u r t o r m r, İki Yönlü Yozlaşma - Deneme / M em et Fuat/Yapı K redi Yayınlan/ 266 s. • G Ç - İ Ç - ,

---Düşünceye Saygı - Deneme / M emet Fuat/Yapı K redi Yayınlan/ 205 s. S A Y F A 4 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 0 3

(4)

Bu yazılara getireceğiniz yorumlar da onu bütünüyle bağlamaz. Yorumunuz, yanlış olabilir.

Bir “maestro”nun böyle katı kurallar koyması bence doğal. Bu tutumun, onun yazdıklarım da, yalnızca belgelere, yazı­ lara dayandırdığı güvencesi var ayrıca. Kendi adıma şunu ekleyebilirim: Memet Fuat, ikili söyleşilerinde, yazılarından daha sıcak, daha az belgeselcidir. Ve hiçbir davranışı unutmayan, iyi bir bel­ leği vardır. Orkestrasında olun olmaym, hiç bir falsolu sesi bağışlamaz.

Yaşam Öyküsü

Memet Fuat, 1953 yılında, Yeditepe dergisinde yayımlanan bir söyleşide “ya­ şamınız?” sorusunu şöyle yanıtlamış:

“1926 yılında, İstanbul’da doğdum. 46’da Haydarpaşa Lisesi’ni, 51’de Ingi­ liz Filolojisi’ni bitirdim. Yaşamımda an­ latılmaya değer bir şey yok. Çok az gez­ dim. Bursa’yı, Çankırı’yı, Ankara’yı bi­ lirim. Başka hiçbir yere gitmedim. Ço­ cukluğum Erenköy’de geçti, şimdi Çam- lıca’da oturuyorum.”

Bu yanıttaki bir ayrıntı dikkatinizi çek­ ti mi bilmem, Memet Fuat, İstanbul dı­ şında bildiği şehirleri şöyle sıralıyor: Bur­ sa, Çankırı,Ankara. Bu şehirler, tersine bir sıralamayla Nâzım Hikmet’in 17 Ocak 1938’de İstanbul’da gözetim altı­ na almışıyla başlayan dört hapishanenin üçüdür: Ankara, Çankırı, Bursa. Vedat Örfi Bengü ile Piraye'nin oğlu olan Me­ met Fuat (Bengü), üvey babası Nâzım Hikmet ‘i annesi Piraye Hanımla birlik­ te ziyaretinde görmüş olmalıdır bu şehir­ leri. Nâzım Hikmeti bir edebi okul sa­ yarsak Memet Fuat bu okulun önemli mezunlarındandır.

Kitaplarının başında yer alan yaşam öyküsünde, yaptığı işler şöyle

sıralanı-E

or: “Öğretmenlik, çevirmenlik, muha­ ldik, inşaatlarda mimar yardımcılığı gi­ bi işlerde çalıştı. 1960’ta De Yayınevi’ni kurdu. 1964-75 arasında “Yeni Dergi”yi ıkardı. Bir önceki yılda çıkmış yazı, öy- ü ve şiirlerden yaptığı seçmelerle Türk

Edebiyatı adlı yıllıklar düzenledi (1963- 72). Çocukluğundan beri süregelen spor tutkusunu, yaşadığı çevredeki çocukları sportmenliğe yönlendirme yolunda de­ ğerlendirdi. 1972-80 arasında voleybol erkek milli takımlarına antrenörlük etti. Ünlü oyuncular yetiştirdi. 1979-82 ara­ sında Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi’nde (bugün Marmara Üni­ versitesi Atatürk Eğitim Fakültesi) öğre­ tim görevlisi olarak voleybol dersleri ver­ di. 1980-83 arasında “Yazko Edebiyat” dergisini yönetti. 1981’de Adam Yayıne- vi’nin yerli yayınlar yönetmenliğini üst­ lendi, 1987 ele emekli oldu. 1985’te ya­ yımlanmaya başlanan “Adam Sanat” dergisinin genel yayın yönetmenliği gö­ revini sürdürüyor.”

Memet Fuat, yazmaya nasıl başladığı­ nı, 1953’teki söyleşide şöyle açıklıyor:

“İlk öykümü yazdığımda lisedeydim. Aşağı yukarı on yıl oluyor. Önceleri yal­ nız öykü yazardım, sonra şiire, oyuna, eleştiriye de merak sardım. Öykülerim­ le eleştirilerimi, olanak buldukça yayım­ lıyorum. Şiirlerim okuyucu önüne çıka- karılamayacak kadar kötü şeyler. Oyun­ larım iyi mi, kötü mü, onu daha anlaya­ madım.” Bu satırların, “yazmaya ne za­ man, nasıl başladınız?” sorusunun yanı­ tı olmadığını farkeden röportajcı, soru­ yu yineliyor. Memet Fuat’ın yanıtı alçak gönüllü:

“Ben de bilmiyorum nasıl başladığı­ mı. Küçükken hiç kitap okumazdım. Bir dayak yemediğim kalırdı bu yüzden. Sonra, ne olduysa oldu, aşırı bir okuma hevesine kapıldım. Dokuzuncu sınıftay­ ken, Dickens’i, Dostoyevski’yi, Balzac’ı, Gorki’yi, Zola’yı, hiç ara vermeden, yu- tarcasına okudum. Önuncu sınıfta, ken­ dim de yazmaya başladım. Herhalde o büyük sanatçılara özenmiş olacağım.” Yazmaya başlama serüveni Alpay Kaba- calı’ya verilen yanıtta daha ayrıntılı:

“Öyküler, şiirler yazmaya lise sırala­ rında başladım. Annem zorladığı için, ilk yazdıklarım bir iki eksiğiyle, Aşk ve

Sümüklüböcek’te (1946) yer alan öykü­ lerdir. Gerçi dergilerde şiirlerim de ya­ yımlanıyordu, ama çevremdekiler, genel­ likle öykülerimi beğenirlerdi. Üniversi­ te yıllarımda, Ingiliz Filolojisi’nde okur­ ken, birbirine bağlı, iç içe öykülerden oluşan bir roman da yazdım: Yaşadığı­

mız (1951). Daha basılmadan Yaşar Na- bi’den övgüler almıştım bu roman için; telif ücreti konusunda anlaşabilmiş ol­ saydık, Varlık Yayınları arasında yayım­ lanacaktı. Bu gerçekleşse sanırım birkaç roman daha gelirdi arkasından, roman­ cı olarak gelişirdim. O günlerde Varlık Yayınları yeni yazarları tanıtmaya çok önem veriyordu. Orhan Kemal’in, Ör- han Hançerlioğlu’nun tanıtıldığı gün­ ler... Bir süre sonra bu kitabımı kendim bastırdım ama dağıtamadım. Arada “Ki­ taplar” dergisinin koşuşturması da var­ dı.”

Yazarlık, kuşkusuz okuma serüveniy­ le ilgilidir. Memet Fuat, ilkgençliğinde- ki okuma tutkusunun nasıl başladığını, yine bir soruşturmaya verdiği yanıtta açıklıyor:

“ilkokul yıllarımda, ders kitapları dışında, elime geçen, Gece Gelen Telg­

raftan Şeyh Bedreddin Destanı’na hep şiir kitaplarıydı. Ortaokulu değişik bir ortamda, dedemin köşkünde “kitapsız” geçirdim. Lisede ise, yaşadığım çevreyi aşıp gerçekten kitap okumaya başladı­ ğımda, ilgim romana dönüktü: Balzac, Dostoyevski, Tolstoy, Zola. Romanları

okul kitaplarımın arasına koyup sanki ders çalışıyormuş gibi yaparak geç saat­ lere kadar okurdum. Dedem uykusuz kalmama üzülür, çok ders verdikleri için öğretmenlere kızardı.

Toplumsal sorunları ele aldığından, en çok Zola’yı severdim. Jerminal için u- zun bir şiir yazmıştım. (Attilâ Ilhan'ın arada bir kullandığı, Yaşar Nabi’nin “Varlık” dergisindeki öğütleri öşür üze­ rinedir.) Sonra Gorki’cilığim başladı, ön­ ce öyküleri, ardından romanları...

Bir gün okuldan eve döndüğümde de­ demi Çocukluğum’u okur buldum. Aşırı

alışkanlığımdan kuşkulanıp kitaplarımı arıştırmış.”Derskitaplarımn arasında bu romanlar ne arıyor! ”gibi bir iki söz etti, ama Çocukluğum’u elinden bırak­ madı. Bitirdikten sonra da hemen bana vermeyip bir süre gelene gidene kapanış satırlarının tadım iletmeye çalıştı.” (Unu­ tamadıkları kitaplar, Özgünlük Avı, s. 265)

Okuma tutkusu yazmaya başladığın­ da da sürer. “Okuduğu ilk sanat tarihi” bence, bütün zamanların en çok sözü edilen sanat tarihi”Altın Zincir’dir ,Memet Fuat,belki de ilk kez eleştirmeye başlar: “Altın Zincir’den hem çok etki­ lendim, hem de çok tedirgin oldum. Up- ton Sinclair, değer verdiğim, sevdiğim sanatçılar için ağır sözler ediyordu. Nâ­ zım’dan yansıyan “hoşgörü”, sanatyapı- tını sanatsal işçiliğiyle değerlendirme an­ layışı, siyasaya böyük önem veren, ama yenik düşmeyen yaklaşım, bu kitapta ke­ sinlikle yoktu. Ayrıca, değerlendirme işi inanılmayacak kadar “basideştirilmiş”ti.

Gene de Altın Zincir’den duyduğum te­ dirginliği arkaya itmek durumunday­ dım. Çok beğenilen, övülen, önerilen bir kitaptı.”

Memet Fuat, Upton Sinclair’le, yıllar sonra, 1962 Mart’ında Forum’da yazdı­ ğı bir yazıyla hesaplaşacak, Altın Zinci­ rin “sanıldığı gibi Marxist bir “eleştir- men”in değil, sosyalist bir gazetecinin, bir politikacının yazdığı basitleştirilmiş bir sanat tarihi” olduğunu, Sinclair’in kendi cümleleriyle kanıtlayacaktır.

Upton Sinclair Konusunda başlıklı bu hesaplaşma, Memet Fuat'ın Çağını Gö­

rebilmek (Adam Yayınlan) adlıkitabın­ da yer alır. Hem yazının ilk yayımlandı­ ğı 1962, hem yazının yer aldığı kitabın ilk basım tarihi olan 1982 Altın Zincir’in söylencesel ününün yeni kuşaklan etki­ lemesine uygun tarihlerdir. Memet Fu­ at, sosyalistle Marxist arasındaki farkı vurgulamaya, ülkemizde çoğunlukla bir­ birine karıştırılan bu iki ayrı kavramı ayn ayrı değerlendirmeye çalışmaktadır.

Memet Fuat'ın yazarlık serüveninde, adıyla birlikte anılan eleştirmenlik nite­ liği, 1953’teki değerlendirmenin tersine bir rastlantıyla öne geçer. 1953’te Yedi- tepe’deki soruşturmada “Çeşitli alanlar­ da yapıt veriyorsunuz. Öykü, eleştiri, oyun gibi. En sevdiğiniz hangisi” soru­ sunu “Hepsinin yeri başka. Ama sanat­ ları önem bakımından sıralayacak olsam, şöyle başlardım: Sinema, tiyatro, şiir” di­ ye yanıtlarken çeviri ağırlıklı çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar, hem geçim sorunlarım karşılıyor hem üslup çalış- _ malan yerine geçiyordur ama onun

(5)

! ki çalışmalarım engellemektedir: “Ge- : çen yıl iki roman tasarlamıştım, ikisi de i olduğu gibi duruyor. Bir fırsatını bulur- I sam yazacağım (...) Altı aydır, sabah ak­ şam çeviri yapıyorum. Sevdiğim yazarlar, ; sevmediğim yazarlar, iyi öyküler, kötü i öyküler... Çevir, çevir, çevir... Sıkıntıdan patlayacağım neredeyse. Değil roman yazmak, eleşdri yazısı yazmaya bile za- : man bulamıyorum. (...) Bu yolda az da olsa bir şeyler kazanıyor insan. Sonra ; büsbütün yararsız bir iş de değil. Bence iyi bir yapıt çevirmekle, iyi bir yapıt yaz-

j mak arasında büyük bir ayırım yok. (...) j Bu yolda az da olsa bir şeyler kazanıyor insan. Sonrü büsbütün yararsız bir iş de değil. Bence iyi bir yapıt çevirmekle, iyi

J bir yapıt yazmak arasmda büyük bir ay- ; nm yok. (...) Altı ayda altı kitap... Yoru- i iuvor insan, eziliyor Yoksa ben çeviri yapmaktan yakınmazdım. Bir kere dili­ mi öğreniyorum. Her gün veni yeni so­ runlar çıkıyor karşıma, onları çözmeye çalışmak, çözemediğimi ona buna sor-

i mak dille uğraşmak güzel şey. Bu bakım-

| dan çeviri yapmanın çok yararını gör- î düm doğrusu. (...) Sanat bakımından da | yararlı.” (Memet Fuat’la Konuştuk, i Unutulmuş Yazılar, s. 279-280)

Hüsamettin Bozok’un yüreklendirme­ si. önerileri , yazdığı yazılara telif ödeme­ si eleştirmeye geçişinin nedenlerinden- dir. (Çeviri kitapları da ilk öneren odur). Çevirmenliğinin hangi üstün özellikleri olursa olsun “aracılık” olduğuna inan­ ması da eleştiriye yönelmesini hızlandır­ mış olmalı. Bu kanıyı destekleyen bir ; çevre de vardır üstelik. Eleştirmenliğim başlangıçta bayağı yüreklendirilmişti. 1959 yılında dergilerde çıkan yazılarıma ; Ataç Eleştirisi Armağanı verildi. Bu ar- | mağanı verenler arasmda Macit Gök- berk, Sabahattin Evüboğlu, Dağlarca, Sabahattin Kudret Aksal gibi kimseler vardı. Düşünceye Saygı adlı kitabımla i da Türk Dil Kurumu 1961 Deneme- 1 Eleştiri Odülü’nü kazandım. Bunlar, ya­ nılmıyorsam, Türkiye’de bir eleştirmene verilen ilk ödüllerdi.” (Alpay Kabaçalı için yazdığı Açıklamalar adlı metin, Öz­ günlük Avı, s. 268-269).

Memet Fuat’ın yazarlık yolu eleştiri

i ödülleriyle birlikte yayınevi kuruluşuyla da çizilir: “(.,..) az satıldıkları için kimse- j nin yayımlamak istemediği değerli kitap­ ları yayımlayacağım diye bir yayınevi -■turdum. Hiç param yokken. Bir Briç ki­ tabının gelirine dayanarak. Bütün gücü­ mü bu yayınevini ayakta tutmaya harca­ dım. Derken “Yeni Dergi”yi çıkarmaya | başladım. Kendim için değil, başka ya- ; zarların ürünlerini yayımlamak için...

Çok az yazım çıkmıştır “Yeni Dergi” de... Yayımlanan yazıların iyi yazılar ol­ ması yetiyordu bana. Yıllarca hep böyle 1 çalıştım: Kendimden çok başkalarım gö­

zeterek.. (...) Kimin olursa olsun, iyi bir vazı, iyi bir kitap yayımladığım zaman kendi yazımı, ya da kendi kitabımı ya­ yımlamış gibi mutlu olurum.” (Açıkla­ malar).

Eleştirmenlik, dergicilik, yayıncılık... Memet Fuat'ın 1953’teki “sinema, tiyat­ ro, şiir” üçlüsünün önüne geçmiştir ar- vık. Senaryo, oyun, öykü, roman eleştiri­ ler için birer objedir. Alpay Kabacalı’ya yazdığı metinde, zamanını “başkalarının kitaplarını derlemeye, düzenlemeye, dü­ zeltmeye, yayımlamaya” harcadığını be- ' iirtir. Bu çalışmalarda, hazırladığı kitap­ ların “orasına burasına adını koymamak-

j ta, biraz emekle ortaya çıkarabileceği I kendi kitaplarım basıma hazırlamaya za- ; man ayıramamaktadır”. Bu tutumunun- yazarlığını engellediğinin ayırdındadır.

j Ancak, “insanların korkunç bencilliği­ ne karşı” bir tepki olarak doğmuş bir ah- i lak sorunudur bu engelleme.

.. Memet Fuat, 1992’de Sedat Simavi Ödülü’nü Gülten Akınla paylaştı, 1995’te Kültür Bakanlığı “Kültür ve Sa­ nat Büyük Ödülü”nü,._1996’da Edebi­ yatçılar Demeği Onur Ödülü Altın Ma­ dalyasını aldı. Bugüne kadar yayımla­

nan yapıtları şöyle sıralanabilir: Aşk ve

Sümüklüböcek (1946, Öyküler, Tuna Baltacıoğlu ile); Yaşadığımız (1951), ro­ man), Düşünceye Saygı (1960 deneme­ ler, genişletilmiş ikinci basım 1994); Ti­

yatro Tarihi (1961); Türk Edebiyatı (1963-72, yıllıklar, 10 kitap); İlkokul Ço­

cukları için Şiirler (1968, antoloji) Yu­

nus Emre (1976, 1995); Şinasi (1977);

Pir Sultan (1977); Karacaoğlan (1977, 1995); Ahmet Haşim (1977); Tevfik Fik­

ret (1979, 1995); Çağını Görebilmek (1982, 1996, denemeler); Voleybol (1983; Mehmet Bengü adıyla); Çağdaş

Türk Şiiri Antolojisi (1995,1996); Unu­

tulmuş Yazılar (1986,1997 denemeler),

Çağdaşımız Makyavel (1992), deneme­

ler); Çeviri Şiirler (1992,1994 antoloji);

Dünya Yazınından Seçilmiş Kısa Oyun­ lar I-II (1993,1995 antolpji); Dünya Ya­

zınından Seçilmiş Kısa Öyküler, (1993, 1994); Türk Yazınından Seçilmiş Ço­

cuklar İçin Şiirler (1993, 1994); Türk genişletilmiş 2. basım); Türk Yazının­

dan Seçilmiş Denemeler (1993, 1996);

Türk Yazınından Seçilmiş Eleştiri Yazı­ ları (1993); Eleştiri Sorumluluğu (1994, denemeler); İki Yönlü Yozlaşma (1995, denemeler); Konuşan Toplum (1996, denemeler); Dağlarda Yüreğim (1996, denemeler); Özgünlük Avı (1996, dene­ meler); Her Yer Tiyatrodur (1997, eleş­ tiriler-izlenimler).

Bu kitaplara, Adam Yayınevi’nce ya­

yımlanan Nâzım Hikmet kitaplarının düzenleme, düzelti gibi emekler de ek­ lenmeli kuşkusuz. Memet Fuat, eleştir­ menliğe başladığı günden bu yana yaz­ dığı yazıları derleyen kitaplarının sürece­ ğini muştuluyor, Her Yer Tiyatrodur’un sunusunda.

Memet Fuat’ın yaşam öyküsü olarak, yazı-serüveninden söz etmek pek yanlış örünmüyor bana. Ama şöyle de yazıla- ilirdi bu öykü: İstanbul’da doğdu, 1926’da. Babası sinemayla uğraşan Ve­ dat Örfi Bengü, annesi Piraye Altınoğ- lu’dur. Üvey babası Nâzım Hikmet. Kül­ türel düzeyi yüksek bir çevrede büyüdü. Şiir ve öyküyle başladığı yazın yaşamını çeviri ve eleştiriyle sürdürdü. Kurduğu

(6)

man üstün tuttum. Benim için tartışılma­ yacak konu yoktur, yanılmaktan hiç korkmam, değişik dönemlerimde deği­ şik yanıtlara ulaşmaktan da... Her şeyi bi­ len, tepeden konuşanları sevmem diye­ mem, onların da ayrı bir tadı vardır, ama onları gibi olmak istemem, ilk deneme kitabımın adı Düşünceye Saygı idi. Bu sözü bir liberal olarak değil, ırk, soy, din ulus ayrımı gözetmeden, bütün insanla­ rın mutluluğunu özleyen, baskıya, sömü­ rüye, savaşa, kargaşaya karşı bir insan olarak söylemiştim. Otuzyıl sonra gene “Düşünceye Saygı” diyorum. Bugün bu sözü söylemenin çok daha kolaylaşmış olması beni sevindiriyor”. (Açıklamalar, Özgünlük Avı, s. 270-71)

Memet Fuat'ın Yadırgatıcılığı

Memet Fuat’ın eleştirmenliğinin, de nemeciliğinin en çarpıcı yanı, kuşkusuz yadırgatıcılığıdır. Bu tavrı, ilk gençlik için hazırladığı kitaplardan birinden de izleyebiliriz: “1912 yılının ikinci yarısın­ dan, 1914 yılı sonlarına kadar iki yıldan fazla bir süre, bunca olay yaşanırken, Fikret’ih suskunluğu şaşırtıcıdır. Halas­ kar Zabitan Grubu’nun eylemi, İttihat ve Terakki’nin altı ay memleket yöneti­ minden uzak tutulması, sopalı seçimler­ le kurulan İttihatçı Meclisi’nin dağıtılı- şı, Trablusgarp Savaşının yitirilişi, Bal­ kan Savaşları, Bab-ı AH Baskmı, Edir­ ne’nin yitirilişi, geri almışı, yeni seçimler, ikinci bir İttihatçı Meclisi’nin kuruluşu, Osmanlılann Birinci Dünya Savaşı’na gi­ rişi, Çanakkale Savaşı, bütün bunlar, da­ ha önce örneğini gördüğümüz gibi Fik­ ret’i coşturacak, şiirler yazmasına neden olacak olaylardı.

Ama o, “Hân-ı Yağma”dan sonra, si­ yasal olaylardan esinlenen çıkışlar yap­ madı. Bu suskunluğu, ittihatçı düşman­ lığıyla açıklamak yanlıştır. İttihatçılara karşı çıkanların yaptıkları kötü işlere se­ sini yükseltmemesi ya da İttihatçıların başarılarını alkışlamaması “düşmanlık” yüzünden olabilir.

Ama Fikret, dönemin olayları böyle bir düşmanlığın sergilenmesine pek çok fırsat çıkardığında (...) da susmuştur. (...) son yıllarını hep çocuklara yönelik çalışmalarla geçirmiştir. Güncel olayları, siyasayı bir yana bırakmakla kalmamış, şiirini, dilini de değiştirerek, çok önem verdiği bir eğitim kavgasına katılmıştır, i...) Fikret yaşlandığı, yorulduğu, umut­ suzluğa kapıldığı için köşesine çekilip çocuk şiirleriyle oyalanmamıştı. Yaşlan­ dığı, yorulduğu, umutsuzluğa kapıldığı, bir oranda elbette ki doğruydu, ama göz­ lerini siyasa alanının yakın umutlar uyan-

i dırıp düş kırıklıklarıyla sona eren eylem­ lerinden çevirip uzak umutlara bağlama­ sı, ülkeyi kurtaracakları günü göreme­ yeceği çocukları yönlendirmek için şiir­ ler yazması, kişisel nitelikler açısından, “ovalanma” sözcüğüne sığdırılmaya­ cak, tam bir yücelmeydi.” (Tevfik Fikret s. 7 5 ,7 6 ,7 8 , 79)

Böyle bir Tevfik Fikret portresi, hele bize pek önemli gelmeyen Şermin ile Ha­ luk’un Defteri karşılaştırması ilk anda yadırgatıcıdır. Ama yazarm gerekçeleri incelendiğinde doğrudur da.

Memet Fuat’ın yazılarım okumadan i önce, ilk gençlik kitaplarına bir göz at­

mak gerekiyor bence. Onun, çok iyi bil­ diğimizi sandığımız, klasikleri değerlen­ dirişi, onu anlamamızda bir ipucu olabi­ lir.

Biliyorum, onun tartışmalarını, özel­ likle Asım Bezirci ile tartışmalarım anım­ sayanlar, “anlamamız, hak vermemizi ge­ rektirir mi?” diye soracaklar. Ben, Me­ met Fuat’ı okuyup, anlamanızı istiyo­ rum. Her konuda ona hak vermenizi de­ ğil. Zaten onun, bütün yargılarına “doğ­ ru” diyecek bir okuru istediği de yok... Bir yazan bütün söyledikleriyle olumla- mak, onu anlamamak kadar kötü bence. Ben bunu Memet Fuat’tan öğrendim. Yanlış öğrenmiş olduğumu da sanmıyo­ rum. ■

ı ~ ;

•" ve yönettiği dergiler ve yayınevleriyle ya­ zın yaşamını etkilediği ve yönettiği tar­ tışmasız bir gerçektir. Dönemin eleştir­ men ve yazarlarıyla girdiği tartışmalarda j eleştiri düzeyini korudu. Yine de, tartış­ tığı kişileri pek bağışlamadığı söylenir. Deneme ve eleştirilerini derlediği 10 ki­ tabı, Şehir Tiyatrolarında yitip gitmiş bir oyunu, okurlarının köşe yazılarından ta­ nıdığı Arda adlı bir torunu var.

Düşünceye Saygı

Memet Fuat denemelerinde ilginç bir yol izler. Onun yönetimini Melih Cevdet Anday’ın tanımıyla anlatmak en iyisi: “Memet Fuat’ın yazılarını okudunuzsa görmüşünüzdür, ele aldığı konularda aşırı karşıtları bir bir gözden geçirir, iki yandan da doğru olanları bulup göster­ meye çalışır; böyle yaparken sanırsınız ki, kendi de sizinle beraber arıyor, ya da arabuluculuk ediyor, aşırılıklar arasında sağduyunun gösterdiği yolu izlemeye ça­ lışıyor.” Memet Fuat, bu karşdaştırma ve araştırmayı, anlatmak istediği olayın altını sağlamca çizmek için yapar. Yazı­ larını kitaplaştırırken yazdığı “sunu’lar- da, hem kitaplarının hem yazılarının yöntemini açıklar bence:

“Dergilerde, gazetelerde yayımladı­ ğım bütün bu yazıları yazılış sıralarına - göre kitaplaştırırken iki amaç güdüyo­

rum:

Birincisi, düşüncelerimin gelişmesini sergilemek... Hem kendim hem okurla­ rım için...

İkincisi, bir yazarın açısından da olsa, belli dönemlerde yazın dünyamızda ne­ lerin tartışıldığını, ne gibi çekişmeler ya­ şandığını yansıtabilmek... Günlerin ge­ tirdiği konular çerçevesinde dönenen, düşüncelerini, tartışmalar, değinmeler yoluyla açıklayan eleştirmenlerin böyle bir özelliği oluyor. ” (Eleştiri Sorumlulu- ğu’nun Sunusundan)

Memet Fuat, düşüncelerini “tartışma­ lar, değinmeler yoluyla açıklarken”, iki şeyi gözetir; sanatsal işçilik, politika. Me­ met Fuat için sanatçının siyasaya, katıl­ ması, siyasal duyarlığı sanat yapıtına yan­ sıdığı ölçüde önemlidir. Sanatçının, kişi­ sel siyasal tavrı (toplumsalcı partileri des­ teklemek, desteklememek; protesto ey­ lemlerine katılmak) küçük politika; şiiri ya da öykü/romanında anlatmak için seçtiği insanlar, olaylar, onları ele alışı, | değerlendirmesi yoluyla beliren siyasal | bakış açısını ortaya koyuşu büyük poli-

j tika olarak tanımlanır.

Memet Fuat için, sanatçının “büyük | politika”sı önemlidir. (Belki de küçük politikası ile büyük politikası çelişme­ yenlere daha çok değer vermektedir. Bel- ki yerine kesinlikle demeyi çok isterdim, ama elimde bunu söyleyecek veri yok. Bu sadece bir yorum).

Sanatsal işçilik, Memet Fuat için, öz­ günlük daha doğrusu kendine özgülük ölçüsünde önemlidir. Özgünlük, özgün olmak adına yapılan cambazlıklara dö­ nüştüğünde, Memet Fuat’tan puan al­ maz, hiç değilse hoş görmediğini belir­ tir.

Memet Fuat’ın sanat görüşünü açıkla­ maya, yorumlamaya kalkışmak onun sı­ nırlamalarını aşıyor mu bilemiyorum. Ama bir yazar için salt tanıtma yazısı ya­ zarken bile “yorum” gerekiyor. Burada onun sınırlı hoşgörüsüne sığınarak bir yorum daha yapmak istiyorum: Memet Fuat, toplumsalcı sanattan yanadır, an­ cak... Ancak sanatçının bakış açısının doğru, biçeminin kusursuz olmasını da ister. İkinci elden olduğuna inandığı yar­ gılarla yola çıkanların yapıtlarının açık­ larını ya da açık verdiğine inandığı yer­ leri acımasızca irdeler. Bu tutumu,onun toplumsalcılara daha “sert” davrandığı kanısının yaygınlaşma nedenidir. Türk edebiyatında, sanıldığının tersine, pek gözdesi yoktur. Yüreklendirdiği, olanak tanıdığı yazarların başlangıçtaki özellik­ lerini yitirmesine üzülüp, kızdığı, yazıla­ rının alt anlamında görülebilir. (Bu ko­

nuda örnek vermek çok kolay ama siz onun yazılarını biraz dikkatli okuyun, demekle yetineceğim.)

Onun eleştirideki tutumu için kendi yorumumu bırakıp, onun açıklamaları­ nı aktarmak daha dürüst bir tutum ola­ cak:

‘İnsanları, kötü yönlerini bilerek, hiç kendimi kandırmadan, oldukları gibi se­ verim. Belki bu sevgiyi korumak için bir uzak duruşum var katılaşmış olanlarına,

ama biçimlenme dönemlerindeki genç insanlarla sürekli ilgilenirim, olumlu ge­ lişmelerini görürsem sevinirim. Öğret­ men duyarlığı denebilir buna.

Sanat alanında da böyle bir eğilimim olduğu açık. Yeni yetişenleri hep destek­ lemişim dir.

Eleştiri anlayışımda en belirgin yan, “bildiren” bir kişi olmaktan kaçınmam- dır. Arayan, sorular ortaya atıp yanıtla­ rını bulmaya çalışan bir yaklaşımı her

za-I

(7)

<

* ı

"Memet Fuat'a Saygf'yı

yazmadan

"Özgünlük Avı"na çıkm ak...

MEHMET SARSMAZ

B

iliyor musunuz Nâzım adım il­ kin nasıl duyurdu? Bu sorunun yanıtını Memet Fuat’ın Eylül 96 tarihinde yayımlanan Özgünlük Avı adlı yapıtının Sunu’dan sonraki yazısı­ nın ilk tümcesinde görüyoruz hemen: “Nâzım Hikmet şair olarak adını ilkin Hececiler çevresinde duyurmuş olsa da çok ayrı bir anlayışın sanatçısıydı. ” Şimdi “Günümüz Nâzım’ları adını ilkin nerede duyurmuş olabilirler? ” di­ ye sorabilirsiniz ve siz sormayı sürdü­ rün ama ben yukarıda andığımız kita­ bın ilk tümcesini okuma şansını 18.01.1990 tarihli Cumhuriyet’i almış

ve “haberlerin önemini” aşabildiği oranda Memet Fuat’a yaklaşabilmiş olanlarla, Memet Fuat’ın, Özgünlük Avı’nı edinebilmiş olanlara bağışlaya­ biliriz diyebiliyorum. Nâzım da Turgut Uyar gibi Flarp Okulu çıkışlı mıydı? Bunu da yine aynı yazıdan öğreniyo­ ruz. “ 1921 başlarında Kurtuluş Sava- şı’na katılmak için Anadolu’ya geçti­ ğinde, Bolu’da öğretmenlikle görev- Fendirilmeyip özlediği gibi ateş hattına gönderilseycli, belki de bu coşkulu genç şairi Kurtuluş Savaşı şehitlerimiz arasmda anacaktık” tümcesiyle daha ilk paragrafında bizi “yoklayan” 288 sayfalık bu kitabın hakkını verme zo­ runluluğunu herhalde kendimizde du­

yumsarız.

Memet Fuat Moskova’ya hececi bir şair olarak giden Nâzım’ın 1920’lerin ikinci yarısında yazdıklarıyla Türkçe- de “yepyeni bir şair” olarak nitelendi­ rilmesi bir yana, “serbest nazım” de­ nen bir tarzın öncüsü olduğu yargısı­ nı hangi gerekçelere dayandırıyor ola­ bilir sizce? Oysa ki Ahmet Haşim “bu­ nun” öncülüğünü çoktan yapmıştı, ama nedense “imaj” olarak Nâzım si- yasallığından olsa gerek öne alınabili­ yordu. “Memet Fuat’ın böyle bakma­ sını yadırgamadan kitaba dönelim.” - Dedim demesine de bu “yadırgama” sözcüğümü yazıma koymamın anlamı­ nı düşünürken kitabın ikinci yazısının

başlığı “Küçük Yadırgamalar”ı görün­ ce ürperdim birden.- Memet Fuat bu ikinci yazısında da Ataçvari bir dene­ me tadının güzelliğiyle bizi kucaklıyor, sıcak, içten bir anlatımın içinde, ken­ dini keyifle okutuyor... Üstelik yine bu yazıdan Memet Fuat’ın dedesinin

g

ençliğinde Hünkâr yaveri olduğunu, ir süre sonra Sadrazam’ın damadı olarak genç yaşta paşalığa yükseldiği ni de öğreniveriyoruz kaş göz arasın da...

Bir yazısında, “Modernizm akımının yaşanmadığı şiirimizde, Postmoder- nizm çabaları da gene, ister istemez, bi­ reysel örnekler olarak kalacaktır” di­ yen Memet Fuat, diğer bir yazısında da bir “C.P. Snow’lann”; Joyce, Woolf gi bi yazarların yapıtlarını “akılsızca ve okunamaz” diye nitelendirmesine de değinerek:

“Yazdıkları karşısında, avant-garde sanat meraklılarından başka herkesin şaşırıp kaldığı” bu tür yazarların, ro­ manı “b ir çıkmaza soktuklarım” söy­ leyen C.P. Snow’un bilgiye ağırlık ve­ rilmesini savunduğunu da aktarır. Snow’a göre romanın amacı “İnsanın çevresiyle nesnel ve tinsel alışverişinin araştırılmasıdır.” Memet Fuat, Joyce ve V. W o o lf un “devrimci deneyleri­ nin” unutulması yerine, onlardan

ya-S A Y F A 8

(8)

rarlamlması gerektiğini savunan Dur- rell’m yaptığı çıkışın “büyük bir anla­ m ı” olduğunu belirten Akşit G ök­ türk’ün de “modernizme” bir tepkiy­ le değil de yararlanmayı amaçlayan bir serinkanlılıkla yönelinmesi gerektiği­ ne inandığını belirtir. Ve şu anlamlı tümcesini de okuruz Memet Fuat’ın: “Bir sanat türünde devrimci deneyler yapılınca gelenekselleşmiş uygulama­ lar son bulmaz. Yapılan devrimci de­ neyler olumlu sonuç verirlerse, gele­ nekselleşmiş uygulamaları etkilerler.” Sanatta “devrimci deneylerden” sö- zetmişken yazarın “şiir sanatı”na iliş­ kin kimi değerlendirmelerine de de­ ğinmeden geçmek olmaz sanıyorum. Memet Fuat, Rimbaud’nun dünya şi­ irinin geçmişten gelip geleceğe gidişin­ de çok önemli ve etkili bir yan alan ol­ duğunu saptadıktan sonra, yine de dünya şiirinde ona uğramadan ana yo­ lu izlemiş sayısız şair olduğunu söyle­ mekle, bir anlamda şairin evrensel kimliğini bulma sürecinin nereden ve neyden sonra anlamlı olduğu sorunu­ na da ışık tutmuş olmaktadır:

“Orhan Veli, Nâzım Hikmet’in açtı­ ğı yan alana uğramadan gelen bir şiir anlayışından yola çıkmış, aralarındaki benzerlikler ancak 1940’larda oluş­ muştur.”

Memet Fuat, şiirin (sanatın) yolunu, ne kadar başarılı olursa olsun hiçbir şairin (sanatçının) kesemeyeceğine inanmaktadır.

Devrimci deneylerle etkili, güçlü, yaygın olunabileceğini, öncülük nite­ likleri edinilebileceğini, bir sanatın en gelişmiş örneklerinin ortaya konulabi­ leceğini düşünen Memet Fuat, yine de binlerinin o devrimci deneylere bak­ madan, o yan alana uğramadan, gele­ neksel ana yoldan geçip gidebileceği­ ni de söyleyebilmektedir. “Herhangi bir sanatın ana yolunu tıkayıp o yolu kendi açtığı yan alandan sürdürebile­ cek güçte bir sanatçının” olabileceği­ ni düşünemeyen Memet Fuat, yan alanlardan yan yollar açanlar olsa da bir yerden sonra bu yolların ana yolla birleştiklerinin görülebileceğini belir­ tirken, “En büyük başarı ana yolu bi­ raz daha genişietebilmektedir” de di­ yebilmiştir.

Söz edilen anayolun genişletilmesi çabalarının en önemli tohumlarından birinin Adam Sanat’ın Kasım 1994 ta- rihli 108’inci sayısında yayımlanan Enis Batur, Roni Margulies, Mehmet Yaşın’in katıldığı, Turgay Fişekçi’nin yönettiği “80 Sonrası Şiirimizde Yeni­ likçilik” adlı açık oturumla atılmış ol­ masını, Mehmet H. Doğan’ın da deyi­ miyle Aralık 1994 ve Ocak 1995 tarih­ li dergilerde yayımlanan konuyla “ilgi­ li yazıların” da gösterdiği açık olmak­ la birlikte; Memet Fuat’ın andığımız, “En büyük başarı ana yolu biraz daha genişietebilmektedir” görüşünün “il­ gili yazılardan” 19 Aralık 1994’te birin­ ci sayısı yayımlanmış Dördüncü Yeni Şiir Dergisi’nde yer alan Dördüncü Yeni Şiir Manifestosundaki bizim oza­ nın kendini “sınırlamamakla da sınır­ lamaması” gerektiği görüşümüzle açık ve net bir uyum içinde olduğunu kim yadsıyabilir?

Kuşkusuz âna yolun genişletilmesi dönemimizin büyük bir şair yetiştire- bilmiş olup olmadığı sorunuyla ilgili­ dir biraz da... “Şair enflasyonuna” kar- şın”şairin olamayışı” sorununa biraz da Memet Fuat’ın Şiir Patlaması baş­ lıklı yazısına değinerek dokunalım. Söz konusu yazısında dergicilik serüvenin kimi uğraklarından söz eden Memet Fuat şunları aktarmaktadır:

“1980’lerin ilk yarısında Yazko Ede­ biyatı yönettiğim günlerde de böyley- di. Dosyalar dolusu şiir... Öner Cira- voğlu, Turgay Fişekçi, Hüseyin Hay­ dar, gelen şiirlerle başedemezdik. Oturduğum masanın arkasındaki du­ vara dayayarak üst üste koyduğumuz şiir dosyaları diz boyunu geçerdi.

‘Siyasal etkinlikler yasak, dergiler, dernekler kapalı, herkes kendini şiire verdi’ diye düşünürdük.

‘Yazko Edebiyat’ın on binin üstün­ deydi satışı.

Yasaklı günler geride kaldı. Yazın dergileri normal satışlarına, iki binli sayılara döndüler, ama şiir bir türlü du­ rulmuyor.”

Bu ilginç yazısını kimi mektuplardan yaptığı alıntılarla sürdüren yazar, yir­ mi dokuz yaşındaki bir şair adayının dergilere gönderdiği şiirlerin ‘torpili’ olmadığı için yayımlanmadığını söyle­ diğini aktarırken, şu içten tümceleri de sarfeder: “Belki öyledir, bilemem. Ama toptan suçlama doğru olmaz kanısın­ dayım. Bence bu ‘torpil’ olayı ancak yetersiz yapıtlar için söz konusudur. Ayrıca torpilliler kötü şiirlerini dergi­ lerde yayımlatsalar da nereye varabilir­ ler k i!.. Şiirin kamuoyu diye bir şey var, onu kimse kandıramaz.”

Rasgele altını çizdiğim bir tümceyi de aktararak yukarıdaki konuda bir alıntı yapmama daha izin vermenizi is­ tiyorum: “İnsanlar ilişkilerinde kendi­ lerine ayrıcalık isterlerse, bunu elde et­ meleri çok güçtür.” Bir atasözü gibi değil mi?

“Torpil konusuna gelince. Yapıtını gönderirken araya bir adam sokmak, dergi yöneticilerine, eleştirmenlere ya­ pılabilecek en ağır hakarettir, kanım­ ca. Güvenmiyorsanız en doğrusu gön- dermemektir. Dürüst insanların yönet­ mediği bir dergide ne işiniz var? G ü ­ veniyorsanız, o zaman araya adam so­ kup karşınızdakini de, kendinizi de küçültmeyin.”

Altını çizdiğim bir paragraf daha: “Dergilerin aynı yazarlarla çıkması ise kötü değil, iyi bir şey bence. Kimi, nerede bulacağınızı bilirsiniz. Kötü olan, bir yazarın bütün dergilerde gö­ rünme, her yere dalma özlemidir.”

Adam Sanat’a ilişkin bir bencilliği de yansıtmayan yazar,Bütün dergilerin ortak bir hizmet verdikleri gerçeğini de anımsatmak durumunda uuyumsa- maktadır kendini. Kitaba adını veren Özgünlük Avı başlıklı yazıya geldiği­ mizde de kitaba bu adm veriliş gerek­ çelerini de kendi kendimize sorgula­ madan edemiyoruz.

Yazı önemli bir soruyla başlıyor: “Sa­ natçı yaratırken (ya da üretirken) sana­ tının gerekleri dışında kaygıları olma­ yan bir insan mıdır?” Ve sanatta ama- törlük-profesyonellik diye ayrılabile­ cek iki dönemden söz eden yazar, pro­ fesyonelliğin kimi aşamalarını ortaya koyduktan sonra: “Artık profesyonel­ siniz. Hem işinizin ustası, aranan kişi­ si olduğu için, hem de gördüğünüz il­ gi paraya dönüştürülebileceği için” di­ yebiliyor.

Burada paranın sanatın gerekleri içinde olup olmadığı sorunu bir yana, işin başında olan sanatçının adını du­ yurma çabaları içindeyse “İlgi çekmek için ne yapmalıyım?” sorusunu sordu­ ğunu, profesyonelleşmiş olanının da “Bu ilgiyi yitirmemek için ne yapmalı­ yım?” sorusunu sorduğunu anımsatan Memet Fuat, sürekli gündemde kalma yolları aranırken, sanatın gerekleri dı­ şında bir yarışmanın başlaması tehlike­ sine de işaret etmektedir. Sanatın ge­ rekleri dışındaki yöntemlerle

pompa-lanan ilgilerin sanatçıya şu hazin soru­ yu sordurması aşamasına da dikkat çe­ ker Memet Fuat: “Yitirdiğim ilgiyi ye­ niden kazanmak için ne yapmalıyım?” Memet Fuat’a göre bu hüzünlü dö­ nemde sanatsal bir kötüleşmeden söz edilemez, “sanatlara eklenen ilginçlik­ lerin eter gibi uçup gitmesinden daha doğal bir şey yoktur.”

Bir patlama biçiminde ortaya çıkmış büyük başarıların bir süre sonra ilgisiz­ liğe düşmüş görünmeleri, sanatın ge­ rekleri dışındaki yöntemlerin fazla iş­ letilmiş olmasına bağlanmakla birlikte; diğer yandan son yularda yeni yetişen yazarların değişik, aykırı, alışılmış şey­ ler yazma özlemleri, özgün olmak için çırpınmaları, ille bir patlama yaparak ortaya çıkmak istemeleri de Memet Fuat’a göre büyük bir yanılgı olarak nitelendirilmektedir. Onları sanatları­ nın gerekleri dışındaki kaygılara fazla düşkünlük gösterdikleri yolunda eleş­ tirir..

Bir “özgünlük avı” sürdürmek, kişi­ liklerin özgünlüğünün yapay özgün­ lüklerin çöplüğünde yok olup gitme­ sine yol açabilecektir. Yazar, sanattaki köklü, sürekli başarıların, gerçek öz­ günlüklerin sanatın gerekleri dışında­ ki kaygıların en aza indirilmesiyle sağ­ lanabileceği kanısındadır.

Akşit Göktürk’ten Uğur Mumcu’ya, Asım Bezirci’den Metin Altıok’a mi­ marlıkta betonlaşmadan, “bizde eleş­ tirmen olup olmadığına”, “yapısalcı­ lık, göstergebilim, alımlama estetiği derken, eleştirmenlerin deneme yazar­ lığından, yani sanatsal niteliklerden uzaklaştıkları, bilimsel yöntemlerle ça­ lışan kuramcılara, araştırmacılara, in- celemecilere dönüştüklerinin izlendi­ ği” olgusuna, “genci yaşlısıyla yazarla­ rımızın eleştiriye saygı göstermeyi ilke edinmezlerse, yarın öbür gün, güncel eleştiriyi bir alışkanlık olarak sürdür­ mekte olan Fethi Naci, Mehmet H. Doğan gibi güçlü, dayanıklı eleştir­ menleri de çok arayacakları” sonucu­ na, Cemal Süreya’nın Enis Batur’un yazdıklarından çok şey öğrenmiş oldu­ ğunu itiraf etmiş olmasına, Ahmet O k­ tay’ın eleştirmenliğinin şairliğini geçti gibi görünmesine, kitap eleştirisinde kısa yazmanın çok güç olduğuna, biz- deki türden kitap tanıtma yazarlarını herkesin sevebileceğine, kitap eleştiri­ si yapanların ise ancak eleştirmenler kadar sevileceğine, ama onların yarar­ lı olduğuna; bütün dergilerin araların­ da anlaşıp kitap tanıtma yazılarına kar­ şı tavır almalarının, kitap eleştirmenli­ ğini kısa sürede geliştireceği umudu­ na...

Ozdemir İnce’nin Tabula Rasa’smda yakalanan kısa, ama içtenlikli ilginç yargılara, bir sanatçının, bir şair eleş­ tirmenin sıcak yaklaşımına, şair eleştir­ menlerde bu sıcaklığın hep olduğuna, genellikle sevdikleri sanatçılara yöne­ lerek sevdiklerini gizleme gereği duy­ madıklarına, tartışmalara girdiklerinde de öfkelerini gizlemediklerine...

Memet Fuat, daha birçok konuda bizleri yokluyor ve bir Türk Eleştiri Tarihi’nin yazılması, eleştiri antolojile­ ri düzenlenmesi gerektiğini belirterek, öbür türler gibi bu türe de eğilmeyi sa­ lık veriyor. Böylece yurdumuzda eleş­ tirmenin olup olmadığının anlaşılabi­ leceğini, gelişmesinin de büyük oran- da hızlanacağını düşünüyor.

Memet Fuat, “yazıncımızca”, en azından “yazın okurunca” dikkate alınması gereken Özgünlük Avı adlı yapıtıyla bir ağırlık daha koyuyor omuzlarımıza. “Yazarın Milan Kunde- ra’nın Varolmanın Dayanılmaz

Hafif-liği’ni değerlendirdiği 30 sayfalık yazı- sında (121-150) kitabın bütününü gü- vensizliklerle örülü olarak nitelemesi; acaba tarihsel sorumluluğun dayanıl­ maz ağırlığı karşısında, sorumsuzluğu, geçici tadları seçenlerin, sonunda hep ulaşacakları o “dayanılmaz hafiflik” yazgısını içine sindirememesinden mi kaynaklanmaktadır?” sorusunu da sormadan edemiyorum.

Lise yıllarında Balzac, Dostoyevski, Tolstoy, Zola okumuş olan, en çok Zo- la’yı seven, o dönemlerde Jerminal için uzun bir şiir yazmış olan Memet Fuat, (Attila Ilhan’ın arada bir kullandığı, Yaşar N abi’nin ‘Varlık’ dergisindeki öğütleri o şiir üzerinedir.) notuyla bir­ likte, bu özellikli kitabın son tümcele­ rinde: “H er şeyi bilen, tepeden konu­ şanları sevmem diyemem, onların da ayrı bir tadı vardır, ama onlar gibi ol­ mak istemem.

îlk deneme kitabımın adı Düşünce­ ye Saygı idi. Bu sözü bir liberal olarak değil, ırk, soy, din, ulus ayrımı gözet­ meden, bütün insanların mutluluğu­ nu özleyen, baskıya, sömürüye, savaşa, kargaşaya karşı bir insan olarak söyle­ miştim. Otuz yıl sonra gene ‘Düşünce­ ye Saygı’ diyorum.

Bugün bu sözü söylemenin çok ko­ laylaşmış olması beni sevindiriyor” sözlerini 1989 yılında yazılmış olabile­ cek olan Alpay Kabacalı’nın Cumhu­ riyet gazetesinde yayımladığı bir yazı­ ya kaynak olmak üzere aktarmış oldu­ ğunu açıklarken gerçekten içtendir.

__ Düşünceye Saygı bir yana “Memet Fuat’a Saygı”yı yazmadan Özgünlük Avı’na çıkmak; bu 1986-1993 yılları arasında yazılmış inceleme, tartışma ve değini yazıları ile konuşma ve soruştur­ ma yanıtlarını içeren kitapta keyifle ge­ zinmek, bizler için bir görev olsa gerek.

Sonuç yenine

"zorunlu bir açıklama"

Memet Fuat’ın “bizdeki türde kitap tanıtma yazarlarını herkesin sevebile­ ceğine, kitap eleştirisi yapanların ise ancak eleştirmenler kadar •sevileceği­ ne, ama onların yararlı olduğu” yargı­ sına dayanarak bir iki noktayı daha be­ lirtmekte yarar görüyorum:

1- Memet Fuat’ın Nâzım Flikmet’i “serbest nazım” denen tarzın öncüsü sayması yargısını eleştirimiz biraz da Mustafa Ö neş’in Oğlak Yayınları’ndan çıkan (Temmuz 96) Şair / Şiir Yazıla- rı’ndaki şu tümcelerinden kaynaklanı­ yor: “Ahmet H aşim ’in Türk şiirine katkısı yalnızca içerikte kalmaz; 0 , G öl Saatleri’nin bir bölümünü oluştu­ ran ‘Serbest Müstezat Nazımlarıyla biçimsel bir yenilik de getirir.

Kendinden sonraki kuşaklar Serbest Müstezât’ı hece ölçüsüne uygulamış, giderek ölçüyle uyağı tümüyle kaldır­ mıştır. Nâzım’ın Kız Çocuğu şiiri tipik bir ‘hece ölçüsü şiiri’dır. Üstelik Nâzım ölçünün, uyağın (tüm çeşitleriyle) ve de biçime çekmenin (tüm çeşitleriyle) kullanılması gerektiğini savunmuş, “H içbiri afaroz edilmeyecektir” de­ miştir.

2- Hüseyin Cöntürk de Eleştirme­ den Ö nce (1958) adlı yapıtında, Nu- rullah Ataç ve Fethi N aci’ye yönelik kimi eleştirilerinden sonra; ideal bir eleştirmecinin bir şiiri incelerken neler yapılabileceğini uzun uzadıya anlatan Hyman (1948)’m görüşlerini kısalta­ rak aktarırken, “Memet Fuat’ın (1954)'

dev diye sözünü ettiği eleştirmecinin bu ‘ideal’ eleştirmeci yanında biraz cü­ celeşir gibi olduğunu hissetmememiz mümkün m ü?” sorusunu sormaktan çekinmemiştir. ■

S A Y F A 9

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 0 3

Referanslar

Benzer Belgeler

Fikret için yapılan ihtifal Tevfik Fikretin ölümünün 15 inci yıl dönümü vesilesile.. 19 ağustos salı günü güzel San’atler Birliğinde bir ihtifal

Elektron mik- roskobu altında yapılan incelemede bu kablo benzeri yapının yaklaşık 1 cm kadar uzadığı ve tortunun dibindeki oksijensiz ortamdaki bakterilerin yüzeye yakın

Gezegeni sabah Güneş doğmadan önce görmek için batı-güneybatı ufku üzerine bak- mak gerekiyor.. Satürn batmak üzereyken Spi- ka bu sefer onun solunda, ufukta hemen he- men

la üretilen dirençli nişastanın diyet lifinden daha üs- tün bazı özellikleri vardır: Düşük su tutma kapasitesi, parçacıklarının küçük olması, renginin beyaz olması,

Resim çalışmalarına 1996yılında Balıkesir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi Atölyesi’nde başladı.. Naif sanatın temsilcisi ressam Fahir Aksoy’un teorik

öğleye kadar Pi­ erre Loti kahvesi «normal» bir mahalle kahvesi olarak kullanı­ lıyor. öğleden sonra ise turis­ tik bir görünüm

Romanlarında gerçekten daha gerçek bir dünyayı destansı bir anlatımla kurabilmesinde m i?. Hiç kuşku yok ki Yaşar Kemal, bu topraklarda yaşamış en büyük dengbej lerden

Kenize Paris'te ikinci Dünya Savaşı yıllarında başlayıp Hindistan'a, Pakistan'a ve Mısır'a uzanan bir hayatı, kendi hayatını anlatıyordu. Annesini İkinci Dünya Savaşı