■ f i *
□ Zehra Ipşiroğlu ‘nun İsviçre, Avusturya ve Türkiye’de aynı anda yayımlanan kitabı “Gergedan Oyunu” üzerine bir söyleşiyi kı saltarak sunuyoruz...3. sayfada
□ Her yıl olduğu gibi, bu yıl da fuara bir çok yeni kitapla katıldı yayınevleri. Bu ki taplardan küçük bir bölümünü vitrin say- falarımızde tanıtmaya çalıştık 20.sayfada
Cumhuriyet
KİTAP
ENİS BATUR
/" l izi, özellikle böylesi durumlarda, anlamakta _ \ güçlük çekiyorum. M emet Fuat’ın kültürel
konumunda “yetke" noktasında durması sizi hem çekmiş, hem de itmiş, 1970’lerin başından beri. Kibar davranıp kökten çelişki dem eyeyim , ama sıkı bir ikilem içindesiniz ona bakarken, sanki. Öte yan dan, bir çelişki daha, Ataç’da neredeyse alkışladığımız bir duruş ya da oluş biçimini, neden konu M emet Fu at’a gelince mesafeyle ele aldığınız da p ek belli değil, yanılıyor muyum?
- Ataç’la Memet Fuat’ın arasındaki tek benzerlik
“yetke” oluşlarında beliriyor bana kalırsa. Benim ku şağım için Âtaç’ın o yönü herhangi bir anlam ifade etmiyordu, edemezdi: Öldüğünde, bizler okuma- yazma öğrenmeye bile başlamamıştık henüz. Dola yısıyla karşılaşmadık Ataç’la, karşı karşıya gelmedik yetkeci yanıyla, ağırlığını bizden önceki kuşaklardan duyduk, öğrendik. Memet Fuat öyle mi oysa? 1960’ların ikinci yarısında okur, 1970’lerin ilk yarı smdan başlayarak yazar olarak onun ağırlığıyla yüz leşmek durumunda kaldık: Yazı/n ortamımn, bana kahrsa, en önemli, hatta tek belirleyicisi oydu. Bu yö nüyle itiyor ve çekiyordu her birimizi, seçimlerimizi ona göre tanımlıyorduk genellikle. Yetke böyledir: Negatif ve pozitif bir çekim alanı yaratır, onunla di dişirsiniz bir yandan, bir yandan da sizi görsün ister siniz. Büsbütün kayıtsız olabilmeniz için onun etki alanım yitirmesi gerekir. O zaman yapıtına daha nes nel bakma olanağı doğabilir. Ataç, benim kuşağıma
yalnızca yazdıklarıyla ulaşmıştır; Memet Fuat, bizim “„çağdaşımız”dı, yazdıkları kadar yaptıkları ile de bağ lantılı olduk, kaldık onunla.
- Yaptıkları derken, tavırlarından mı yola çıkıyorsu
nuz?
- Tavırlarından, seçimlerinden hareket ediyorum. Çı
kardığı Türk Edebiyatı yıllıklarının üstbaşlığı “Memet Fuat’ın Seçtikleri”ydi ya, aslında bir metafor olarak bü tün eylemine yansıyordu o seçicilik. Önce, uzaktan, söz konusu seçimleriyle etkiledi bizleri: Yeni Dergi’de ya yımladığı şairler, hazırlattığı özel sayılar, De Yayınla rında çıkardığı kitaplar ile. Ben 1973’te tanıştım Me met Bey’le, Yeni Dergi’nin bürosunda. Seçimleri ile dü şüncelerinin birebir olmadığını, çakışmadığını gördüm. Sonradan “Unutulmuş Yazılar”da topladığı eski dene melerini okumamıştım, okumuş olsaydım belki de o denli sarsılmazdım.
- Demek, yazar ile karşılaşmanızda sarsıldınız. Kafanız
daki M emet Fuat imgesiyle karşılaştığınız yazı adamı on- ca ayrı mı düşüyordu birbirinden?
- Memet Fuat’ın nesnellik ile öznelliği bir terazinin iki
ayrı kefesi kadar net biçimde ayırdığını biliyordum gerçi, gene de yayımladığı ürünlere daha fazla yakın lık duyduğu sanısı ağır basıyordu bende. Öyle olma dığım gördüm. Sonra, denemelerini okudukça, kendi sini olanca açıklığıyla koyduğunu anlamakta güçlük çekmedim. Edebiyatta ve Sanatta yeni’ye, yeniliğe çok yakın bulmuyordu kendini Memet Fuat, oysa yayıncı kimliğiyle Türkiye’de yenilikçi gelişmenin önderi ola rak ciddi bir rol üstlenmişti.
- Edebiyat, Sanat alanında yeninin, yeniliğin, yenilik
çiliğin bütün yaratı türlerinde büyük bir bunalım yarat tığı, önem li açmazlar yaşandığı, halta gendönüşsüz bir çıkmazın sonuna varıldığının savlandığı (bunu söyler ken, özellikle Baudrillard’ın yaptığı çıkışı düşünüyo rum) gözönüne alınırsa M em et Fuat’ın baştan beri hak lı olduğu ortaya çıkmıştır, denilemez m i peki?
- Türkiye’de kültür ortamının en zaaflı özelliklerin
den biri bu: Çanakçı bir konu üzerinde kalıcı tartış malar yapılamıyor. Memet Fuat'ın savlarını doğrulayan bir genel durum içinde miyiz? Bunu oturup, enine bo yuna tartışmak gerekir. Yeni’nin, yeniliğin yenik
düş-mm
m
Fuat
Memet Fuat; Ece Ayhan’ın söyleyişiyle
“Maestro”. Evet... Memet Fuat
gerçekten edebiyatımıza yıllardır yön
verenlerin başında geliyor. Eeştirmenliği,
denemeciliği, dergiciliği, yayıncılığı ve
yayımladığı yıllıklar ile edebiyatımızın
yönlendiricisi ve lokomotifi olmuş bu
büyük ustanın son yapıtı “Gölgede
Kalan Y ılla r” adını taşıyan anıları. Nefis
bir insanlar galerisinde gezdiriyor biii
Memet Fuat. 1950’li yıllara kadar
'
getirdiği anılarının devamını beklemenin
hakkımız olduğunu da söylemeden
geçemeyeceğiz. Enis Batur, Memet
Fuat’ın anılarından yola çıkarak bir
söyleşi oluşturdu. Sennur Sezer, Memet
Fuat’ın yapıtlarını değerlendirdi.
Mehmet Sarsmaz ise son yapıtlarından
birini “Özgünlük Avı”m değerlendirdi.
O K U R L A R A
M emet Fuat yazın
yaşamına 1940’lı yılların
başında öyküyle başladı.
İlk öykü kitabı “A şk ve
Sümüklüböcek”i Tuna
Baltaaoğlu ile ortaklaşa
yayımladı. 19Öl tarihini
taşıyan “Yaşadığımız”
ise bir roman. M emet
Fuat bu ik i kitabından
sonra kendini
tamamiyle eleştiri ve
denemeye verdi. 1959’da
dergilerde çıkan
yazılarıyla Ataç Eleştiri
A rm ağanını kazandı.
D enem elerini topladığı
ilk kitabı “.Düşünceye
Saygı”yı 1960 yılın da
kurduğu ‘de
Yayınlarının ilk kitabı
olarak yayımladı.
1961’de bu kitabıyla da
Türk. D il Kurumu
Deneme -Eleştiri
Ödülü’nü aldı. 1963-72
arasında yazınımızı
derinden etkileyen “Yeni
Dergi”y i yayımladı. Bu
dergi çevresinde
toplanan genç imzalar
bugün edebiyatımızın
önem li adları arasında
yer alıyorlar. Aynı yıllar
arasında dergi ve
gazetelerde yayımlanmış
yazı, öykü ve şiirlerden
yaptığı seçm eleri “Türk
Edebiyatı” adlı yıllıklar
halinde yayımladı. 1985
yılından bu yana da
“Adam Sanat ”
dergisinin Yayın
Yönetmenliğini
sürdürüyor. Spor
alanında, özellikle de
voleybolde ülkemizin en
iyi antrenörlerinden biri
olarak görev yapan
Memet Fuat’ın
kitaplarının sayısı otuz
beşe yaklaştı. Çevirdiği
ve editörlüğünü yaptığı
kitapları ise saymaya
imkan yok.
M emet Fuat’a uzun bir
yaşam diliyoruz.
Bol kitaplı günler!...
TURHAN GÜN AY
K İT A P
imtiyaz Sahibi: Berin Nadi o Basan ve Yayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A S- O Genel Yayın Yönetmeni: Orhan
Erinç
o
Genel Yayın Koordinatörü: Hikmet Çetinkaya '/YazıişleriMüdürleri: İbrahim Yıldız, Dinç Tayanç
o
Sorumlu Müdür: Fikret İlkiz O Yayın Yönetmeni: Turhan Cünay o Grafik Yönetmen: Dilek llkorur o Reklam: Medya cZehra îpşiroğlu’nun kitabı İsveççe, Almanca ve Türkçe’de aynı anda yayımlandı
-K
' itabınız hem ç o c u k l a r a , hem de ye tişkinlere sesleniyor. Bunu baştan böyle mi amaçlamıştınız, yoksayazarken kendiliğinden m i oldu?
- Çocuk-büyük diye bir ayrım yapmadan,
hem düşündürücü hem de eğlendirici bir kitap olsun istemiştim. Benim için önemli olan çocuk bakışını ve çocuk gerçeğini ya kalamaktı. On yaşında bir çocuk ne düşü nür, ne hisseder, çevresiyle yaşadığı sorun larla nasıl boğuşur, bunları çıkartmaya çalış tım. Çocuğun naif bakışı ve yetişkinlerin dünyası tunaf bir çelişki oluşturduğundan, kitap yetişkinlere de seslenen bir taşlamaya dönüştü.
- Kitabın Almancasmı da siz m i yazdınız? - Evet, bu benim için gerçekten çok heye
can verici bir deneyim oldu. Almancasmı yazarken beni de şaşırtan bir şey oldu, kita bın baş kişisi Zeynep azıcık değişti. Türkçe- si’nde daha nair ve çekingen, Almanca’sın- da daha rahat ve esprili, yetişkinlerin dün yasına duyduğu tepkiyi daha kolay dile ge tirebiliyor. Bunu bilinçli yapmadım, kendi liğinden oldu. Sanırım Zeynep tipi olduğu gibi kalsaydı, Almanca’daki Zeynep Türk okuyucusuna çok bilmiş, Türkçe’deki Zey nep Alman okuyucusuna aşırı çocuksu ge lebilirdi. Kitabın Almancasmı yazarken ya- zmbilimci ve eleştirmen olan eşim Norbert Mecklenburg da çok yardım etti.
- Zeynep sizce Astrid Lingren’in
Uzunço-rap Pippi’si vibi bir tip mi?
- Kesinlikle değil. Fantastik bi figür değil
Zeynep, Uzunçorap gibi doğaüstü güçlere sahip değil. Sıradan küçük bir kız. Sanırım sorduğunuz bu sorunun temelinde Zey nep’in Batı’daki yerleşik Türk imgesine hiç uymamasıyatıyor. Ama şunu unutmamamız gerekiyor ki, Zeynep köylü ya da taşralı
de-il, kentli ve kültürlü bir ailenin çocuğu.
Gergedan Ovunu
ürkiye’deki yerleşik baskıcı ve otoriter eği tim sistemiyle hiç bağdaşamaması ve tepki göstermesine bu bakımdan şaşırmamak ge rek. Türkiye’de yaşadığı ortam ve koşullar dan memnun olmayan bir sürü Zeynep var.
- Türkiye’de eğitim sistemi gerçeklen buiye ı kadar baskıcı mı?
- Ne yazık ki öyle. Öğretmen odaklı eği
tim ve ezbercilik bu sistemin temelini oluş turuyor. Bunun dışında özellikle devlet okullarında sınıflar çok kalabalık ve koşul lar çok elverişsiz. Öğretmenler de inanılma yacak denli zor koşullarda çalışıyorlar.
- Çocukların öğretmene ‘öğretmenim’ de
m eleri Alman okuyucusuna çok tu haf geli yor?
- Eskiden Alman okullarında da otoriter
öğretmen, öğrenci ilişkisinin bir göstergesi olarak ‘Öğretmen Bey’ ya da ‘öğretmen ha nım’ denilirdi. Ama Türkçedeki ‘öğretme nim’ sözünün otoriter olduğu gibi, duygu sal bir boyutu da var, çocukları seven ve ko ruyan birini çağrıştırıyor. Böylelikle ‘öğret menim’ sözü çocuğun öğretmeni kendisini hem yönlendiren hem de koruyan biri ola rak benimsediği anlamına geliyor.
- Türkiye’d eki otoriter eğilim yalnız eği
tim sisteminde değil, aile yapısında da orta ya çıkmıyor mu?
- Evet, belli bir hiyerarşiyi koruyan ataer kil aile yapısında çok belirgin bir biçimde or taya çıkıyor. Ancak gelenekler sosyal kesime, yöreye, ortam ve koşullara göre farklı biçim lerde etkisini gösteriyor. Bu nedenle de Zey nep’in anneannesi tipinde, anneanne Zey nep’in ilişkisinde simgeleşen liberal aile iliş kilerinin de yaşadığımız gerçeklerin bir par çasını oluşturduğu söylenebilir. Zeynep böy le bir aileden geldiği için geleneklere tepki sini doğal bir biçimde dile getirebiliyor. Söz gelimi ağabeyiyle olan ilişkisi ya da kimi öz deyişlere gösterdiği duyarlık (neden erkek sözü de, kız sözü değil?), bunu çok belirgin bir biçimde gösteriyor.
- Kitabınızda dikkati çeken bir nokta da,
oyun oynama olgusunun çok önem li bir yer
Zehra İpşiroğlu’nun temmuz
ayında İsviçre’de Nagel Kimche
Yayınevi’nde Avusturya’da St.
G abrile Yayınları’ncfa çıkan
“Gergedan Oyunu” kitabının
Türkçesi Yapı ve Kredi Çocuk
dizisinde çıktı ve bir ay önce
Orhan Kemal ödülünü aldı.
Kitap çocuklara doğrudan
ulaşmak amacıyla çocuk
dizisinde çıkarıldıysa da simgesel
ve yergisel boyutuyla büyüklere
de sesleniyor. Bu açıdan bu yılki
Orhan Kemal öykü yarışmasında
üçüncülüğü almış olması da çok
sevindirici. Aşağıda kitap
üzerine İsviçre’de yapılmış olan
bir röportajdan kesitler
okuyacaksınız. Kitabın Almanca
baskısının son sözünde bu
röportaj kısaltılarak
kullanılmıştır.
Zehra Ipşiroğlu'nun "Gergedan Oyunu" adlı kitabı on yaşının üstündeki çocuklara sesleniyor.
tutması. Bununla neyi amaçladığınızı biraz açabilir miydiniz?
- Dediğiniz gibi oyun oynama olgusu ki
tapta farklı boyutlarda işleniyor: Sorunların altından kalkabilmek için gerçeklerden kaç mak için, sadece eğlenmek için, yalan söyle yip kandırmak için, kendini savunmakya da karşısındakini ezmek için vb. Böylelikle oyun oynama sorunlara eleştirel bakma ola nağını veriyor. Kimi kez bir taşlamaya ya da parodiye dönüşerek bir tür yabancılaştırma etkisi yaratıyor. Bu nedenle kendi içine ka palı küçük sahnelerden oluşan öyküler teat ral özellikler taşıyor. Bu açıdan da kitabın kolaylıkla bir tiyatro oyununa dönüştürüle bileceğini düşünüyorum. Kitabın içine
ser-S
tirilmiş olan çocuk dizeleri ise kitle psi- ojisini sergiliyor, bir grubun kolektif duy gularını.. tıpkı bir futbol oyunundaki izleyi cilerin kendilerinden geçip bağınşmalan gi bi.. toplumcunuzda gerek oyun oynama ol gusunun, gerek gülmece olgusunun önemlibir yeri ve işlevi var. Günlük yaşamdaki baskıların çok yoğun olmasından kaynakla nan bir şey olsa gerek bu. Bu nedenle de Türkiye’de karikatürcülük ve mizah yazar lığı çok gelişmiş.
- Kitabınızda edebiyat, hem çocuk, hem de
yetişkin edebiyatı önem li bir yer tutuyor. Baş ka yazarlara ve yapıtlara göndermeler yapı yorsunuz. Bunu biraz açabilir miydiniz?
- İtalyan yazar Edmondo de Amicis’in bence çok sorunlu olan ünlü kitabı “Çocuk Kalbi” Türkiye’de yıllar yılı en çok satılan ki tapların başında geliyor. Otoriter eğitim an layışı ve milliyetçi, daha doğrusu şoven yak laşımı ile Eğitim Bakanlığı tarafından okul lara durmadan önerilen ve sayısız baskı ya- mış olan bir baş yapıt. Kitabımda bu kitabı kendi eğitim sistemimizdeki çarpıklıkları açığa çıkartmak için malzeme olarak kulla nıyorum. Bir tür yabancılaştırma etkisi de diyebiliriz buna.
Birkaç kez gönderme yaptığım başka bir kitap ise Nezihe Meriç’in “Küçük Bir Kız Tanıyorum” dizisi. Bu dizinin başkişisi Ay şe’yi Zeynep hem seviyor, hem de sevmiyor. Seviyor, çünkü Ayşe önce Zeynep’ten kü çük, sonra Zeynep’in yaşında, sonra daha da büyüyor, herhalde onunla özdeşleşebile cek bir şeyler bulabiliyor. Sevmiyor, çünkü onu aşırı uyumlu buluyor. Ayşe toplumun uyumlu küçük bir bireyi, uyumluluk ona bir tür garanti veriyor. Okuyucu onu gelecekte iyi bir ev hanımı ve mesleğinde başardı ken di halinde bir iş kadını olarak düşünebiliyor.
işte düğümleniyor. Uyumsuzluk Zeynep
Oysa Zeynep uyumsuz, işte sorun burada düğümleniyor. Uyumsuzluk Zeynep’i nu şaşırmasına neden olabilir ya da sorunJ
ı’inyolu-ların altından kalkamamasına... Tersi de ola bilir, ama Zeynep yoğun imgelem gücü ve yaratıcılığıyla başarılı olabilir. Kitabın so nunda böyle bir umut düe getiriliyorsa da, kesin bir çözüm verilmiyor.
Christine Nöstlinger’in otoriter aüe yapı sını eleştiren “Kim Takar Salatalık Kralını” adlı fantastik romanı ise Zeynep’in en sev diği kitap, bu kitapta kendisinden bir şeyler bulabiliyor çünkü.
- Kitabınızda uyumsuz tiyatro yazarların
dan Eugene lonesco’nun “Gergedanları’’na da göndeme yapıyorsunuz?
- Bu gönderme (kitabımın başlığından da
“Gergedan Oyunu” anlaşdabdeceği gibi) ki tabımın temelini oluşturuyor. lonesco’nun faşizmin eleştirisi olarak düşündüğü bu oyunda, gergedanlaşma bulaşıcı bir hastalık renger ise oldukça çaresiz ve zavallı bir tip olarak çiziliyor. Kitabımda bu oyunu gör- olan çocuklar gergedanlaşmayı oynu muı
yorlar, ama bambaşka bir biçimde. Medya dünyasının ister istemez etkisi altında olan çocukları “Gergedanlar”da çeken sadece oyunun yabanıl ve fantastik boyutu. Kitap ta “Gergedanlar”, Orhan Pamuk’un anlat tığı bir Anadolu masalı ve “Çocuk Kalbi” aracılığıyla “doğru ve yalan” izleğinin çeşit lemeleri farklı boyutlarda işleniyor.
“Gergedan Oyunu”, on yaşının üstünde- sfer
igıylı
çocuk kitabı. Gene de hem çocuk hem bü-ki çocuklara seslenen bir bü-kitap. Kolay oku nabilirliği ve basitliğiyle her şeyden önce bir yük okuyucuya seslenen çok boyutluluğuy la, başka yapıtlara yapılan göndermelerle, kurmaca- üstkurmaca (Zeynep ve annean nesinin Zeynep’in yaşamını anlatan bir kitap yazmaları) kurgusuyla, oyun ve gerçeğin iç içe girdiği yapısıyla ve okuyucuda yaşma ve birikimine göre farklı çağrışımlar uyandıran boş alanlarıyla çağdaş anlatım tekniklerin den geniş çapta yararlanıyor. Açıkçası oku yucumu çok merak ediyorum, özellikle de çocuk okuyucumu. Batı’da bir gelenek var dır, çocuk okuyucular yazara mektup gön derip kitap üzerine görüşlerini dile getirir ler, bakalım bana da mektup gelecek mi? Çocuklardan mektup almayı çok ama çok
Kapak konusunun devamı...
‘ tüğü ileri sürülebilir şüphesiz; yaratıcı uğraşın özünü zedeleyen bir parametre haline geldiği ola ki onaylanabilir. Tam tersine, içinden geçip belki de sonuna vardığımız koskoca bir çağın, bana ka lırsa post-modem olarak adlandırılan dönemi de kapsayan modern zamanla rın, baştan uca yenilikçi eğilimlerin ege menliğiyle tanımlanabileceği görüşü de savunulabilir. Memet Fuat’ın, deneme yazan ve kültür adamı olarak, kutuplar dan birinin baştemsilcisi sayılacağı açık.
- Bu bağlamda, M emet Fuat’ın nasıl bir
seçeneği öne sürdüğü kanısındasınız?Ye- n ı’nin fetiş haline gelmesine haklı olarak karşı çıkan bir kültür adamının, bu ne denle gerici sıfatını hak ettiğini ileri süre cek değilsiniz herhalde?
- Yenilikçiliğin ilericilik ile örtüştüğü-
nü söyleyecek oranda şaşkın olduğunu sanmıyorum. İtalyan, Alman, İspanyol yenilikçilerinin en köktencileri Faşizme bağlanmışlardı. Sovyet yenilikçilerinin kimi amansız sözcüleri Stalin’e tapmak tan geri durmadılar. Ben, yalnızca gele neğin, kültür birikiminin kutsallaştırıl masına karşı çıkmış biriyim, hepsi bu. Memet Fuat’m altım çizdiği seçeneğe ge lince, ben onun yaklaşmamda uzlaşmacı bir bireşimin önerildiği görüşündeyim. Memet Fuat gerçekçi anlayışa, halk kül türüne daha çok yakınlık duyduğunu açıkça belirtmiştir. Sonuç olarak, sosya list bir kültür perspektifi geliştirip ona sadık kaldığı söylenebilir sanıyorum.
- “G ölgede Kalan Yıllar’ı bir solukta
okumuşsunuz. Beklediğiniz gibi bir k i tapla mı karşılaştınız?
- Doğrusunu söylemek gerekirse, bek
lediğim gibi bir kitapla karşılaşmadım. Memet Fuat'ın anılarını yazdığını öğren diğimde zaten şaşırmıştım, onun “özel” olan ile nasıl bir ilişki kotaracağını kes- tiremiyordum. Bana, her şeyi mahfuz tutmayı yeğler, söylediğinden çok susar gibi gelmişti, yanılmışım, enikonu eli açık davranmış “Gölgede Kalan
Yıl-ta lar”da. Etik açıdan, şöyle bir yoruma git tim ben: Bu anı kesitlerini, daha uz olmalarına kar
şın, ikincil
üçüncül kişiler deforme ederek aktardı- lardı zaman zaman; Memet Fuat, sanki, içeriden ve dosdoğru tanık olarak “doğ ru versiyon ”u yazmak istedi gibi geliyor bana. Anladığım kadarıyla, Piraye öl dükten sonra, biraz da ondan kalan boş luğa karşı yazılmış bir kitap bu.
- Anlatım özellikleri açısından,
dene-meci-eleştirmen M emet Fuat’a göre anı yazarını nasıl koyuyorsunuz?
- Memet Fuat'ın öykü yazarak yola
ko-â
unu unutmamak gerekir. İçinde- :ıcıyı belli bir kıyıda tutmuş yıllar yılı, onun kuruvup ölmesine izin verme miş. Halka halka açıyor anlatı tabakala rını, bir bakıma kendi binbir gece masa lını kâğıda düşüyor. Çok sıkı portre de nemeleri var “Gölgede Kalan Yıllar”da, bazen derinlemesine çalışıp iç organla rına kadar iniyor insanın, bazen de bir resimaltma roman çekirdeği sığdırıyor. Kitabın kendisini aşabilen bir gücü var ayrıca: Bir dönemi, bir toplumsal kesiti sosyolojik göze yenik düşmeden gözler önüne seriyor. Memet Fuat'ın kitabını edebiyat ile pek az ilgisi olmuş okur bi le başucuna alabilir, bu yönüyle, anı ki tapları bir ülkenin, bir dönemin, bir şeh rin angio’sunu yapıyorlar bir yandan da.- Burada bitiyor mu, bitm eli m i sizce
M emet Fuat’ın anıları?
- Marguerite Yourcenar anılan yazma
ya başladığında, ilk cildin sonunda ken di doğumuna henüz gelememişti: Olağa nüstü kitaplar dizdi peş peşe önümüze. Memet Fuat’m burada durmasını “ anla yış ”la karşılayamayız, okur olarak. Baş kalarını, yakınındakileri didikleyen kişi kendisinden uzak durmaya kalkışırsa, kaş çatma hakkını kazanırız. Şaka bir ya na, biraz iddialı bir söz olacak belki ama, Memet Fuat, anılarının devamını yaz mak zorundadır. Sa-
int-Exupery’nin “in san gülünden sorum ludur” cümlesini du ruma uygulayacak olursak, Memet Fu at’ın etkin ve etkili ol duğu döneme ilişkin bu türden bir sorum luluk yükü ile rahatsız edilmesinden yana
yım: Sonra ne oldu?
Bunu bekleyece- Gölgede Kalan
ğiz şimdi. ■ Yıllar / M emet Fuat/Adam Yayınları / 620 s.
Edebiyatımızın “Maestro”su
Memet Fuat
SENNUR SEZER
“M!
'emet Fuat / Maestro”, Ece Ayhan’ın tartışılmayan, ka- .bullenilen tek yargısıdır. Tartışdacak olan, Ece Ayhan’ın “tam kadro” olduğunu bildirdiği Dinar Ban- dosu’na Memet Fuat’ın şeflik edip et meyeceğidir. İyi bir “maestro” olarak bandodan pek çok adı eleyebilir. Örnek se... Hayır hayır, bunu yazmak bana düş mez. Memet Fuat’ın şu uyarısını anım- samalıyız: “Ne yaşarken, ne de öldükten sonra hiç kimsenin benim ağzımdan ko nuşma yetkisi yoktur. Yazabildiğim süre ce düşüncelerimi kendim yazarım. Eler sözcüğün, her virgülün sorumluluğunu taşıyarak...Kalıcı olan yazıdır. Bugün birileri yan lış yorumlasa da, yarm bakarsınız, başka birileri doğru yorumlar. Hiçbir yazar kendini bir başkasının algılama çerçeve si içine gömmek istemez. Yazarla okur ları araşma girmekten daha saçma bir tu tum düşünemiyorm. ” (Günceler, İki Yönlü Yozlaşma, s. 133-134). Memet Fuat’m Salâh Birsel’in Yaşlılık Güncesi ile' Kemal Özer’in Günlük Notları için yazdığı bu satırlar, Memet Fuat için anı, fıkra, anekdot yazılmasını engeller nite likte. Gerçi, “Bir yazar başka bir yazar için istediğini düşünür, yasalar çerçeve sinde istediğini yazabilir. Buna hiçbir en
gel yoktur. Ama bir yazar, iznini, oluru nu almadan, başka bir yazarın ağzmdan konuşamaz. Bana şöyle demişti diye baş- lasanız da, yazdıklarınız, onun değil, si zin sorumluluğunuzdadır.” cümleleriyle, “görünürde” anı aktarmanıza “olur” ve rir gibi görünüyor. Sorumluluk üstlendi ğinize göre, dilediğinizi yazarsınız. An cak aktardıklarınızın “belge” sayılama yacağını da anımsatıyor:
“(...) konuşurken karşınızdakinin söy lediklerini kendi süzgecinizden geçire rek anlarsınız, algılama gücünüze göre, bilgi birikiminize göre, konuşmada kul lanılan sözcüklere, terimlere yüklediği niz anlamlardaki ayrımlara göre, pek çok şeyi kaçırır, ya da ekler, karşınızdaki A der, siz A l algılarsınız. ” Memet Fuat’m bu yorumu, onu bütün anılardan koru yor. Ama, anlatıp yorumladığı belge ni teliğindeki olayların aktarılmasını da en gelliyor. Örneğin, kendi yazmazsa, elve da “Bir Küvet Hikâyesi”nin gerçek yan ları... Ve Nâzım Flikmet ile Piraye’nin öyküsünden onca anı... Sağlık olsun, ya- zilabilecekleri Memet Fuat yazsm. Baş ka ne denir ki.
Memet Fuat’m kitaplarının genel tanı tımı niteliğindeki bu yazıya, onun kural larına uyarak başlamak zorundayım. Bu satırlardan ders alarak:
Ders 1 - Memet Fuat, yalnızca, yazdı fikirleri üstüne tartışdmasma izin verir.
Aşk ve Sümüklüböcek- Hikayeler / Tuna Baltacıoğlu-Memet Fuat/Nam Basımevi, 1946 / 63 s. M EM ET FUAT C AĞINI G Ö R EB İLM EK Düşünceye Saygı/ M emet Fuat/D e Yayınları, 1960/ 112 s. Yaşadığımız- Hikayeler/ Me. Fuat/Kitaplar Dergisi Yayını, 1951/ 130 s. •met Unutulmuş Yazılar/ M emet Fuat/Broy Yayınlan, 1986/ 308 s. MEMET FUAT I DAĞLARDA YÜREĞİM Konuşan Toplum / M emet Fuat / lyişeyler Yayıncılık, 1 9 9 6 /2 2 3 s. Çağını Görebilmek/ M em et Fuat/Adam Yayınları/ 242 s. Dağlarda Yüreğim/ M emet Fuat/.Adam Yayınları/ 243 s. Çağdaşımız Makyavel / M emet Fuat/Adam Yayınları/ 391 s. Karacaoğlan/ Memet Fuat/Yapı K redi Yayınları/ 147 s.
L
YUNUS EMRE I TEVFİK, FİKRET T T Ti l
Memet FuatI
eleştiri
k
I
sonunlulıujul
Yunus Emre/ Tevfik Fikret/
M emet M em et Fuat/Yapı Fuat/YapıKredi K redi Yayınlan/
i Yayınlan/ 235 s.
M .
239
s
Eleştiri Sorumluluğu- Deneme / M em et Fuat/Yapı K redi Yayınları/ 219 s. Memet Fuatik i yönlü
yozlaşma
m m
ı u r t o r m r, İki Yönlü Yozlaşma - Deneme / M em et Fuat/Yapı K redi Yayınlan/ 266 s. • G Ç - İ Ç - , ---Düşünceye Saygı - Deneme / M emet Fuat/Yapı K redi Yayınlan/ 205 s. S A Y F A 4 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 0 3Bu yazılara getireceğiniz yorumlar da onu bütünüyle bağlamaz. Yorumunuz, yanlış olabilir.
Bir “maestro”nun böyle katı kurallar koyması bence doğal. Bu tutumun, onun yazdıklarım da, yalnızca belgelere, yazı lara dayandırdığı güvencesi var ayrıca. Kendi adıma şunu ekleyebilirim: Memet Fuat, ikili söyleşilerinde, yazılarından daha sıcak, daha az belgeselcidir. Ve hiçbir davranışı unutmayan, iyi bir bel leği vardır. Orkestrasında olun olmaym, hiç bir falsolu sesi bağışlamaz.
Yaşam Öyküsü
Memet Fuat, 1953 yılında, Yeditepe dergisinde yayımlanan bir söyleşide “ya şamınız?” sorusunu şöyle yanıtlamış:
“1926 yılında, İstanbul’da doğdum. 46’da Haydarpaşa Lisesi’ni, 51’de Ingi liz Filolojisi’ni bitirdim. Yaşamımda an latılmaya değer bir şey yok. Çok az gez dim. Bursa’yı, Çankırı’yı, Ankara’yı bi lirim. Başka hiçbir yere gitmedim. Ço cukluğum Erenköy’de geçti, şimdi Çam- lıca’da oturuyorum.”
Bu yanıttaki bir ayrıntı dikkatinizi çek ti mi bilmem, Memet Fuat, İstanbul dı şında bildiği şehirleri şöyle sıralıyor: Bur sa, Çankırı,Ankara. Bu şehirler, tersine bir sıralamayla Nâzım Hikmet’in 17 Ocak 1938’de İstanbul’da gözetim altı na almışıyla başlayan dört hapishanenin üçüdür: Ankara, Çankırı, Bursa. Vedat Örfi Bengü ile Piraye'nin oğlu olan Me met Fuat (Bengü), üvey babası Nâzım Hikmet ‘i annesi Piraye Hanımla birlik te ziyaretinde görmüş olmalıdır bu şehir leri. Nâzım Hikmeti bir edebi okul sa yarsak Memet Fuat bu okulun önemli mezunlarındandır.
Kitaplarının başında yer alan yaşam öyküsünde, yaptığı işler şöyle
sıralanı-E
or: “Öğretmenlik, çevirmenlik, muha ldik, inşaatlarda mimar yardımcılığı gi bi işlerde çalıştı. 1960’ta De Yayınevi’ni kurdu. 1964-75 arasında “Yeni Dergi”yi ıkardı. Bir önceki yılda çıkmış yazı, öy- ü ve şiirlerden yaptığı seçmelerle TürkEdebiyatı adlı yıllıklar düzenledi (1963- 72). Çocukluğundan beri süregelen spor tutkusunu, yaşadığı çevredeki çocukları sportmenliğe yönlendirme yolunda de ğerlendirdi. 1972-80 arasında voleybol erkek milli takımlarına antrenörlük etti. Ünlü oyuncular yetiştirdi. 1979-82 ara sında Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi’nde (bugün Marmara Üni versitesi Atatürk Eğitim Fakültesi) öğre tim görevlisi olarak voleybol dersleri ver di. 1980-83 arasında “Yazko Edebiyat” dergisini yönetti. 1981’de Adam Yayıne- vi’nin yerli yayınlar yönetmenliğini üst lendi, 1987 ele emekli oldu. 1985’te ya yımlanmaya başlanan “Adam Sanat” dergisinin genel yayın yönetmenliği gö revini sürdürüyor.”
Memet Fuat, yazmaya nasıl başladığı nı, 1953’teki söyleşide şöyle açıklıyor:
“İlk öykümü yazdığımda lisedeydim. Aşağı yukarı on yıl oluyor. Önceleri yal nız öykü yazardım, sonra şiire, oyuna, eleştiriye de merak sardım. Öykülerim le eleştirilerimi, olanak buldukça yayım lıyorum. Şiirlerim okuyucu önüne çıka- karılamayacak kadar kötü şeyler. Oyun larım iyi mi, kötü mü, onu daha anlaya madım.” Bu satırların, “yazmaya ne za man, nasıl başladınız?” sorusunun yanı tı olmadığını farkeden röportajcı, soru yu yineliyor. Memet Fuat’ın yanıtı alçak gönüllü:
“Ben de bilmiyorum nasıl başladığı mı. Küçükken hiç kitap okumazdım. Bir dayak yemediğim kalırdı bu yüzden. Sonra, ne olduysa oldu, aşırı bir okuma hevesine kapıldım. Dokuzuncu sınıftay ken, Dickens’i, Dostoyevski’yi, Balzac’ı, Gorki’yi, Zola’yı, hiç ara vermeden, yu- tarcasına okudum. Önuncu sınıfta, ken dim de yazmaya başladım. Herhalde o büyük sanatçılara özenmiş olacağım.” Yazmaya başlama serüveni Alpay Kaba- calı’ya verilen yanıtta daha ayrıntılı:
“Öyküler, şiirler yazmaya lise sırala rında başladım. Annem zorladığı için, ilk yazdıklarım bir iki eksiğiyle, Aşk ve
Sümüklüböcek’te (1946) yer alan öykü lerdir. Gerçi dergilerde şiirlerim de ya yımlanıyordu, ama çevremdekiler, genel likle öykülerimi beğenirlerdi. Üniversi te yıllarımda, Ingiliz Filolojisi’nde okur ken, birbirine bağlı, iç içe öykülerden oluşan bir roman da yazdım: Yaşadığı
mız (1951). Daha basılmadan Yaşar Na- bi’den övgüler almıştım bu roman için; telif ücreti konusunda anlaşabilmiş ol saydık, Varlık Yayınları arasında yayım lanacaktı. Bu gerçekleşse sanırım birkaç roman daha gelirdi arkasından, roman cı olarak gelişirdim. O günlerde Varlık Yayınları yeni yazarları tanıtmaya çok önem veriyordu. Orhan Kemal’in, Ör- han Hançerlioğlu’nun tanıtıldığı gün ler... Bir süre sonra bu kitabımı kendim bastırdım ama dağıtamadım. Arada “Ki taplar” dergisinin koşuşturması da var dı.”
Yazarlık, kuşkusuz okuma serüveniy le ilgilidir. Memet Fuat, ilkgençliğinde- ki okuma tutkusunun nasıl başladığını, yine bir soruşturmaya verdiği yanıtta açıklıyor:
“ilkokul yıllarımda, ders kitapları dışında, elime geçen, Gece Gelen Telg
raftan Şeyh Bedreddin Destanı’na hep şiir kitaplarıydı. Ortaokulu değişik bir ortamda, dedemin köşkünde “kitapsız” geçirdim. Lisede ise, yaşadığım çevreyi aşıp gerçekten kitap okumaya başladı ğımda, ilgim romana dönüktü: Balzac, Dostoyevski, Tolstoy, Zola. Romanları
okul kitaplarımın arasına koyup sanki ders çalışıyormuş gibi yaparak geç saat lere kadar okurdum. Dedem uykusuz kalmama üzülür, çok ders verdikleri için öğretmenlere kızardı.
Toplumsal sorunları ele aldığından, en çok Zola’yı severdim. Jerminal için u- zun bir şiir yazmıştım. (Attilâ Ilhan'ın arada bir kullandığı, Yaşar Nabi’nin “Varlık” dergisindeki öğütleri öşür üze rinedir.) Sonra Gorki’cilığim başladı, ön ce öyküleri, ardından romanları...
Bir gün okuldan eve döndüğümde de demi Çocukluğum’u okur buldum. Aşırı
alışkanlığımdan kuşkulanıp kitaplarımı arıştırmış.”Derskitaplarımn arasında bu romanlar ne arıyor! ”gibi bir iki söz etti, ama Çocukluğum’u elinden bırak madı. Bitirdikten sonra da hemen bana vermeyip bir süre gelene gidene kapanış satırlarının tadım iletmeye çalıştı.” (Unu tamadıkları kitaplar, Özgünlük Avı, s. 265)
Okuma tutkusu yazmaya başladığın da da sürer. “Okuduğu ilk sanat tarihi” bence, bütün zamanların en çok sözü edilen sanat tarihi”Altın Zincir’dir ,Memet Fuat,belki de ilk kez eleştirmeye başlar: “Altın Zincir’den hem çok etki lendim, hem de çok tedirgin oldum. Up- ton Sinclair, değer verdiğim, sevdiğim sanatçılar için ağır sözler ediyordu. Nâ zım’dan yansıyan “hoşgörü”, sanatyapı- tını sanatsal işçiliğiyle değerlendirme an layışı, siyasaya böyük önem veren, ama yenik düşmeyen yaklaşım, bu kitapta ke sinlikle yoktu. Ayrıca, değerlendirme işi inanılmayacak kadar “basideştirilmiş”ti.
Gene de Altın Zincir’den duyduğum te dirginliği arkaya itmek durumunday dım. Çok beğenilen, övülen, önerilen bir kitaptı.”
Memet Fuat, Upton Sinclair’le, yıllar sonra, 1962 Mart’ında Forum’da yazdı ğı bir yazıyla hesaplaşacak, Altın Zinci rin “sanıldığı gibi Marxist bir “eleştir- men”in değil, sosyalist bir gazetecinin, bir politikacının yazdığı basitleştirilmiş bir sanat tarihi” olduğunu, Sinclair’in kendi cümleleriyle kanıtlayacaktır.
Upton Sinclair Konusunda başlıklı bu hesaplaşma, Memet Fuat'ın Çağını Gö
rebilmek (Adam Yayınlan) adlıkitabın da yer alır. Hem yazının ilk yayımlandı ğı 1962, hem yazının yer aldığı kitabın ilk basım tarihi olan 1982 Altın Zincir’in söylencesel ününün yeni kuşaklan etki lemesine uygun tarihlerdir. Memet Fu at, sosyalistle Marxist arasındaki farkı vurgulamaya, ülkemizde çoğunlukla bir birine karıştırılan bu iki ayrı kavramı ayn ayrı değerlendirmeye çalışmaktadır.
Memet Fuat'ın yazarlık serüveninde, adıyla birlikte anılan eleştirmenlik nite liği, 1953’teki değerlendirmenin tersine bir rastlantıyla öne geçer. 1953’te Yedi- tepe’deki soruşturmada “Çeşitli alanlar da yapıt veriyorsunuz. Öykü, eleştiri, oyun gibi. En sevdiğiniz hangisi” soru sunu “Hepsinin yeri başka. Ama sanat ları önem bakımından sıralayacak olsam, şöyle başlardım: Sinema, tiyatro, şiir” di ye yanıtlarken çeviri ağırlıklı çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar, hem geçim sorunlarım karşılıyor hem üslup çalış- _ malan yerine geçiyordur ama onun
! ki çalışmalarım engellemektedir: “Ge- : çen yıl iki roman tasarlamıştım, ikisi de i olduğu gibi duruyor. Bir fırsatını bulur- I sam yazacağım (...) Altı aydır, sabah ak şam çeviri yapıyorum. Sevdiğim yazarlar, ; sevmediğim yazarlar, iyi öyküler, kötü i öyküler... Çevir, çevir, çevir... Sıkıntıdan patlayacağım neredeyse. Değil roman yazmak, eleşdri yazısı yazmaya bile za- : man bulamıyorum. (...) Bu yolda az da olsa bir şeyler kazanıyor insan. Sonra ; büsbütün yararsız bir iş de değil. Bence iyi bir yapıt çevirmekle, iyi bir yapıt yaz-
j mak arasında büyük bir ayırım yok. (...) j Bu yolda az da olsa bir şeyler kazanıyor insan. Sonrü büsbütün yararsız bir iş de değil. Bence iyi bir yapıt çevirmekle, iyi
J bir yapıt yazmak arasmda büyük bir ay- ; nm yok. (...) Altı ayda altı kitap... Yoru- i iuvor insan, eziliyor Yoksa ben çeviri yapmaktan yakınmazdım. Bir kere dili mi öğreniyorum. Her gün veni yeni so runlar çıkıyor karşıma, onları çözmeye çalışmak, çözemediğimi ona buna sor-
i mak dille uğraşmak güzel şey. Bu bakım-
| dan çeviri yapmanın çok yararını gör- î düm doğrusu. (...) Sanat bakımından da | yararlı.” (Memet Fuat’la Konuştuk, i Unutulmuş Yazılar, s. 279-280)
Hüsamettin Bozok’un yüreklendirme si. önerileri , yazdığı yazılara telif ödeme si eleştirmeye geçişinin nedenlerinden- dir. (Çeviri kitapları da ilk öneren odur). Çevirmenliğinin hangi üstün özellikleri olursa olsun “aracılık” olduğuna inan ması da eleştiriye yönelmesini hızlandır mış olmalı. Bu kanıyı destekleyen bir ; çevre de vardır üstelik. Eleştirmenliğim başlangıçta bayağı yüreklendirilmişti. 1959 yılında dergilerde çıkan yazılarıma ; Ataç Eleştirisi Armağanı verildi. Bu ar- | mağanı verenler arasmda Macit Gök- berk, Sabahattin Evüboğlu, Dağlarca, Sabahattin Kudret Aksal gibi kimseler vardı. Düşünceye Saygı adlı kitabımla i da Türk Dil Kurumu 1961 Deneme- 1 Eleştiri Odülü’nü kazandım. Bunlar, ya nılmıyorsam, Türkiye’de bir eleştirmene verilen ilk ödüllerdi.” (Alpay Kabaçalı için yazdığı Açıklamalar adlı metin, Öz günlük Avı, s. 268-269).
Memet Fuat’ın yazarlık yolu eleştiri
i ödülleriyle birlikte yayınevi kuruluşuyla da çizilir: “(.,..) az satıldıkları için kimse- j nin yayımlamak istemediği değerli kitap ları yayımlayacağım diye bir yayınevi -■turdum. Hiç param yokken. Bir Briç ki tabının gelirine dayanarak. Bütün gücü mü bu yayınevini ayakta tutmaya harca dım. Derken “Yeni Dergi”yi çıkarmaya | başladım. Kendim için değil, başka ya- ; zarların ürünlerini yayımlamak için...
Çok az yazım çıkmıştır “Yeni Dergi” de... Yayımlanan yazıların iyi yazılar ol ması yetiyordu bana. Yıllarca hep böyle 1 çalıştım: Kendimden çok başkalarım gö
zeterek.. (...) Kimin olursa olsun, iyi bir vazı, iyi bir kitap yayımladığım zaman kendi yazımı, ya da kendi kitabımı ya yımlamış gibi mutlu olurum.” (Açıkla malar).
Eleştirmenlik, dergicilik, yayıncılık... Memet Fuat'ın 1953’teki “sinema, tiyat ro, şiir” üçlüsünün önüne geçmiştir ar- vık. Senaryo, oyun, öykü, roman eleştiri ler için birer objedir. Alpay Kabacalı’ya yazdığı metinde, zamanını “başkalarının kitaplarını derlemeye, düzenlemeye, dü zeltmeye, yayımlamaya” harcadığını be- ' iirtir. Bu çalışmalarda, hazırladığı kitap ların “orasına burasına adını koymamak-
j ta, biraz emekle ortaya çıkarabileceği I kendi kitaplarım basıma hazırlamaya za- ; man ayıramamaktadır”. Bu tutumunun- yazarlığını engellediğinin ayırdındadır.
j Ancak, “insanların korkunç bencilliği ne karşı” bir tepki olarak doğmuş bir ah- i lak sorunudur bu engelleme.
.. Memet Fuat, 1992’de Sedat Simavi Ödülü’nü Gülten Akınla paylaştı, 1995’te Kültür Bakanlığı “Kültür ve Sa nat Büyük Ödülü”nü,._1996’da Edebi yatçılar Demeği Onur Ödülü Altın Ma dalyasını aldı. Bugüne kadar yayımla
nan yapıtları şöyle sıralanabilir: Aşk ve
Sümüklüböcek (1946, Öyküler, Tuna Baltacıoğlu ile); Yaşadığımız (1951), ro man), Düşünceye Saygı (1960 deneme ler, genişletilmiş ikinci basım 1994); Ti
yatro Tarihi (1961); Türk Edebiyatı (1963-72, yıllıklar, 10 kitap); İlkokul Ço
cukları için Şiirler (1968, antoloji) Yu
nus Emre (1976, 1995); Şinasi (1977);
Pir Sultan (1977); Karacaoğlan (1977, 1995); Ahmet Haşim (1977); Tevfik Fik
ret (1979, 1995); Çağını Görebilmek (1982, 1996, denemeler); Voleybol (1983; Mehmet Bengü adıyla); Çağdaş
Türk Şiiri Antolojisi (1995,1996); Unu
tulmuş Yazılar (1986,1997 denemeler),
Çağdaşımız Makyavel (1992), deneme
ler); Çeviri Şiirler (1992,1994 antoloji);
Dünya Yazınından Seçilmiş Kısa Oyun lar I-II (1993,1995 antolpji); Dünya Ya
zınından Seçilmiş Kısa Öyküler, (1993, 1994); Türk Yazınından Seçilmiş Ço
cuklar İçin Şiirler (1993, 1994); Türk genişletilmiş 2. basım); Türk Yazının
dan Seçilmiş Denemeler (1993, 1996);
Türk Yazınından Seçilmiş Eleştiri Yazı ları (1993); Eleştiri Sorumluluğu (1994, denemeler); İki Yönlü Yozlaşma (1995, denemeler); Konuşan Toplum (1996, denemeler); Dağlarda Yüreğim (1996, denemeler); Özgünlük Avı (1996, dene meler); Her Yer Tiyatrodur (1997, eleş tiriler-izlenimler).
Bu kitaplara, Adam Yayınevi’nce ya
yımlanan Nâzım Hikmet kitaplarının düzenleme, düzelti gibi emekler de ek lenmeli kuşkusuz. Memet Fuat, eleştir menliğe başladığı günden bu yana yaz dığı yazıları derleyen kitaplarının sürece ğini muştuluyor, Her Yer Tiyatrodur’un sunusunda.
Memet Fuat’ın yaşam öyküsü olarak, yazı-serüveninden söz etmek pek yanlış örünmüyor bana. Ama şöyle de yazıla- ilirdi bu öykü: İstanbul’da doğdu, 1926’da. Babası sinemayla uğraşan Ve dat Örfi Bengü, annesi Piraye Altınoğ- lu’dur. Üvey babası Nâzım Hikmet. Kül türel düzeyi yüksek bir çevrede büyüdü. Şiir ve öyküyle başladığı yazın yaşamını çeviri ve eleştiriyle sürdürdü. Kurduğu
man üstün tuttum. Benim için tartışılma yacak konu yoktur, yanılmaktan hiç korkmam, değişik dönemlerimde deği şik yanıtlara ulaşmaktan da... Her şeyi bi len, tepeden konuşanları sevmem diye mem, onların da ayrı bir tadı vardır, ama onları gibi olmak istemem, ilk deneme kitabımın adı Düşünceye Saygı idi. Bu sözü bir liberal olarak değil, ırk, soy, din ulus ayrımı gözetmeden, bütün insanla rın mutluluğunu özleyen, baskıya, sömü rüye, savaşa, kargaşaya karşı bir insan olarak söylemiştim. Otuzyıl sonra gene “Düşünceye Saygı” diyorum. Bugün bu sözü söylemenin çok daha kolaylaşmış olması beni sevindiriyor”. (Açıklamalar, Özgünlük Avı, s. 270-71)
Memet Fuat'ın Yadırgatıcılığı
Memet Fuat’ın eleştirmenliğinin, de nemeciliğinin en çarpıcı yanı, kuşkusuz yadırgatıcılığıdır. Bu tavrı, ilk gençlik için hazırladığı kitaplardan birinden de izleyebiliriz: “1912 yılının ikinci yarısın dan, 1914 yılı sonlarına kadar iki yıldan fazla bir süre, bunca olay yaşanırken, Fikret’ih suskunluğu şaşırtıcıdır. Halas kar Zabitan Grubu’nun eylemi, İttihat ve Terakki’nin altı ay memleket yöneti minden uzak tutulması, sopalı seçimler le kurulan İttihatçı Meclisi’nin dağıtılı- şı, Trablusgarp Savaşının yitirilişi, Bal kan Savaşları, Bab-ı AH Baskmı, Edir ne’nin yitirilişi, geri almışı, yeni seçimler, ikinci bir İttihatçı Meclisi’nin kuruluşu, Osmanlılann Birinci Dünya Savaşı’na gi rişi, Çanakkale Savaşı, bütün bunlar, da ha önce örneğini gördüğümüz gibi Fik ret’i coşturacak, şiirler yazmasına neden olacak olaylardı.
Ama o, “Hân-ı Yağma”dan sonra, si yasal olaylardan esinlenen çıkışlar yap madı. Bu suskunluğu, ittihatçı düşman lığıyla açıklamak yanlıştır. İttihatçılara karşı çıkanların yaptıkları kötü işlere se sini yükseltmemesi ya da İttihatçıların başarılarını alkışlamaması “düşmanlık” yüzünden olabilir.
Ama Fikret, dönemin olayları böyle bir düşmanlığın sergilenmesine pek çok fırsat çıkardığında (...) da susmuştur. (...) son yıllarını hep çocuklara yönelik çalışmalarla geçirmiştir. Güncel olayları, siyasayı bir yana bırakmakla kalmamış, şiirini, dilini de değiştirerek, çok önem verdiği bir eğitim kavgasına katılmıştır, i...) Fikret yaşlandığı, yorulduğu, umut suzluğa kapıldığı için köşesine çekilip çocuk şiirleriyle oyalanmamıştı. Yaşlan dığı, yorulduğu, umutsuzluğa kapıldığı, bir oranda elbette ki doğruydu, ama göz lerini siyasa alanının yakın umutlar uyan-
i dırıp düş kırıklıklarıyla sona eren eylem lerinden çevirip uzak umutlara bağlama sı, ülkeyi kurtaracakları günü göreme yeceği çocukları yönlendirmek için şiir ler yazması, kişisel nitelikler açısından, “ovalanma” sözcüğüne sığdırılmaya cak, tam bir yücelmeydi.” (Tevfik Fikret s. 7 5 ,7 6 ,7 8 , 79)
Böyle bir Tevfik Fikret portresi, hele bize pek önemli gelmeyen Şermin ile Ha luk’un Defteri karşılaştırması ilk anda yadırgatıcıdır. Ama yazarm gerekçeleri incelendiğinde doğrudur da.
Memet Fuat’ın yazılarım okumadan i önce, ilk gençlik kitaplarına bir göz at
mak gerekiyor bence. Onun, çok iyi bil diğimizi sandığımız, klasikleri değerlen dirişi, onu anlamamızda bir ipucu olabi lir.
Biliyorum, onun tartışmalarını, özel likle Asım Bezirci ile tartışmalarım anım sayanlar, “anlamamız, hak vermemizi ge rektirir mi?” diye soracaklar. Ben, Me met Fuat’ı okuyup, anlamanızı istiyo rum. Her konuda ona hak vermenizi de ğil. Zaten onun, bütün yargılarına “doğ ru” diyecek bir okuru istediği de yok... Bir yazan bütün söyledikleriyle olumla- mak, onu anlamamak kadar kötü bence. Ben bunu Memet Fuat’tan öğrendim. Yanlış öğrenmiş olduğumu da sanmıyo rum. ■
ı ~ ;
•" ve yönettiği dergiler ve yayınevleriyle ya zın yaşamını etkilediği ve yönettiği tar tışmasız bir gerçektir. Dönemin eleştir men ve yazarlarıyla girdiği tartışmalarda j eleştiri düzeyini korudu. Yine de, tartış tığı kişileri pek bağışlamadığı söylenir. Deneme ve eleştirilerini derlediği 10 ki tabı, Şehir Tiyatrolarında yitip gitmiş bir oyunu, okurlarının köşe yazılarından ta nıdığı Arda adlı bir torunu var.
Düşünceye Saygı
Memet Fuat denemelerinde ilginç bir yol izler. Onun yönetimini Melih Cevdet Anday’ın tanımıyla anlatmak en iyisi: “Memet Fuat’ın yazılarını okudunuzsa görmüşünüzdür, ele aldığı konularda aşırı karşıtları bir bir gözden geçirir, iki yandan da doğru olanları bulup göster meye çalışır; böyle yaparken sanırsınız ki, kendi de sizinle beraber arıyor, ya da arabuluculuk ediyor, aşırılıklar arasında sağduyunun gösterdiği yolu izlemeye ça lışıyor.” Memet Fuat, bu karşdaştırma ve araştırmayı, anlatmak istediği olayın altını sağlamca çizmek için yapar. Yazı larını kitaplaştırırken yazdığı “sunu’lar- da, hem kitaplarının hem yazılarının yöntemini açıklar bence:
“Dergilerde, gazetelerde yayımladı ğım bütün bu yazıları yazılış sıralarına - göre kitaplaştırırken iki amaç güdüyo
rum:
Birincisi, düşüncelerimin gelişmesini sergilemek... Hem kendim hem okurla rım için...
İkincisi, bir yazarın açısından da olsa, belli dönemlerde yazın dünyamızda ne lerin tartışıldığını, ne gibi çekişmeler ya şandığını yansıtabilmek... Günlerin ge tirdiği konular çerçevesinde dönenen, düşüncelerini, tartışmalar, değinmeler yoluyla açıklayan eleştirmenlerin böyle bir özelliği oluyor. ” (Eleştiri Sorumlulu- ğu’nun Sunusundan)
Memet Fuat, düşüncelerini “tartışma lar, değinmeler yoluyla açıklarken”, iki şeyi gözetir; sanatsal işçilik, politika. Me met Fuat için sanatçının siyasaya, katıl ması, siyasal duyarlığı sanat yapıtına yan sıdığı ölçüde önemlidir. Sanatçının, kişi sel siyasal tavrı (toplumsalcı partileri des teklemek, desteklememek; protesto ey lemlerine katılmak) küçük politika; şiiri ya da öykü/romanında anlatmak için seçtiği insanlar, olaylar, onları ele alışı, | değerlendirmesi yoluyla beliren siyasal | bakış açısını ortaya koyuşu büyük poli-
j tika olarak tanımlanır.
Memet Fuat için, sanatçının “büyük | politika”sı önemlidir. (Belki de küçük politikası ile büyük politikası çelişme yenlere daha çok değer vermektedir. Bel- ki yerine kesinlikle demeyi çok isterdim, ama elimde bunu söyleyecek veri yok. Bu sadece bir yorum).
Sanatsal işçilik, Memet Fuat için, öz günlük daha doğrusu kendine özgülük ölçüsünde önemlidir. Özgünlük, özgün olmak adına yapılan cambazlıklara dö nüştüğünde, Memet Fuat’tan puan al maz, hiç değilse hoş görmediğini belir tir.
Memet Fuat’ın sanat görüşünü açıkla maya, yorumlamaya kalkışmak onun sı nırlamalarını aşıyor mu bilemiyorum. Ama bir yazar için salt tanıtma yazısı ya zarken bile “yorum” gerekiyor. Burada onun sınırlı hoşgörüsüne sığınarak bir yorum daha yapmak istiyorum: Memet Fuat, toplumsalcı sanattan yanadır, an cak... Ancak sanatçının bakış açısının doğru, biçeminin kusursuz olmasını da ister. İkinci elden olduğuna inandığı yar gılarla yola çıkanların yapıtlarının açık larını ya da açık verdiğine inandığı yer leri acımasızca irdeler. Bu tutumu,onun toplumsalcılara daha “sert” davrandığı kanısının yaygınlaşma nedenidir. Türk edebiyatında, sanıldığının tersine, pek gözdesi yoktur. Yüreklendirdiği, olanak tanıdığı yazarların başlangıçtaki özellik lerini yitirmesine üzülüp, kızdığı, yazıla rının alt anlamında görülebilir. (Bu ko
nuda örnek vermek çok kolay ama siz onun yazılarını biraz dikkatli okuyun, demekle yetineceğim.)
Onun eleştirideki tutumu için kendi yorumumu bırakıp, onun açıklamaları nı aktarmak daha dürüst bir tutum ola cak:
‘İnsanları, kötü yönlerini bilerek, hiç kendimi kandırmadan, oldukları gibi se verim. Belki bu sevgiyi korumak için bir uzak duruşum var katılaşmış olanlarına,
ama biçimlenme dönemlerindeki genç insanlarla sürekli ilgilenirim, olumlu ge lişmelerini görürsem sevinirim. Öğret men duyarlığı denebilir buna.
Sanat alanında da böyle bir eğilimim olduğu açık. Yeni yetişenleri hep destek lemişim dir.
Eleştiri anlayışımda en belirgin yan, “bildiren” bir kişi olmaktan kaçınmam- dır. Arayan, sorular ortaya atıp yanıtla rını bulmaya çalışan bir yaklaşımı her
za-I
<
* ı
"Memet Fuat'a Saygf'yı
yazmadan
"Özgünlük Avı"na çıkm ak...
MEHMET SARSMAZ
B
iliyor musunuz Nâzım adım il kin nasıl duyurdu? Bu sorunun yanıtını Memet Fuat’ın Eylül 96 tarihinde yayımlanan Özgünlük Avı adlı yapıtının Sunu’dan sonraki yazısı nın ilk tümcesinde görüyoruz hemen: “Nâzım Hikmet şair olarak adını ilkin Hececiler çevresinde duyurmuş olsa da çok ayrı bir anlayışın sanatçısıydı. ” Şimdi “Günümüz Nâzım’ları adını ilkin nerede duyurmuş olabilirler? ” di ye sorabilirsiniz ve siz sormayı sürdü rün ama ben yukarıda andığımız kita bın ilk tümcesini okuma şansını 18.01.1990 tarihli Cumhuriyet’i almışve “haberlerin önemini” aşabildiği oranda Memet Fuat’a yaklaşabilmiş olanlarla, Memet Fuat’ın, Özgünlük Avı’nı edinebilmiş olanlara bağışlaya biliriz diyebiliyorum. Nâzım da Turgut Uyar gibi Flarp Okulu çıkışlı mıydı? Bunu da yine aynı yazıdan öğreniyo ruz. “ 1921 başlarında Kurtuluş Sava- şı’na katılmak için Anadolu’ya geçti ğinde, Bolu’da öğretmenlikle görev- Fendirilmeyip özlediği gibi ateş hattına gönderilseycli, belki de bu coşkulu genç şairi Kurtuluş Savaşı şehitlerimiz arasmda anacaktık” tümcesiyle daha ilk paragrafında bizi “yoklayan” 288 sayfalık bu kitabın hakkını verme zo runluluğunu herhalde kendimizde du
yumsarız.
Memet Fuat Moskova’ya hececi bir şair olarak giden Nâzım’ın 1920’lerin ikinci yarısında yazdıklarıyla Türkçe- de “yepyeni bir şair” olarak nitelendi rilmesi bir yana, “serbest nazım” de nen bir tarzın öncüsü olduğu yargısı nı hangi gerekçelere dayandırıyor ola bilir sizce? Oysa ki Ahmet Haşim “bu nun” öncülüğünü çoktan yapmıştı, ama nedense “imaj” olarak Nâzım si- yasallığından olsa gerek öne alınabili yordu. “Memet Fuat’ın böyle bakma sını yadırgamadan kitaba dönelim.” - Dedim demesine de bu “yadırgama” sözcüğümü yazıma koymamın anlamı nı düşünürken kitabın ikinci yazısının
başlığı “Küçük Yadırgamalar”ı görün ce ürperdim birden.- Memet Fuat bu ikinci yazısında da Ataçvari bir dene me tadının güzelliğiyle bizi kucaklıyor, sıcak, içten bir anlatımın içinde, ken dini keyifle okutuyor... Üstelik yine bu yazıdan Memet Fuat’ın dedesinin
g
ençliğinde Hünkâr yaveri olduğunu, ir süre sonra Sadrazam’ın damadı olarak genç yaşta paşalığa yükseldiği ni de öğreniveriyoruz kaş göz arasın da...Bir yazısında, “Modernizm akımının yaşanmadığı şiirimizde, Postmoder- nizm çabaları da gene, ister istemez, bi reysel örnekler olarak kalacaktır” di yen Memet Fuat, diğer bir yazısında da bir “C.P. Snow’lann”; Joyce, Woolf gi bi yazarların yapıtlarını “akılsızca ve okunamaz” diye nitelendirmesine de değinerek:
“Yazdıkları karşısında, avant-garde sanat meraklılarından başka herkesin şaşırıp kaldığı” bu tür yazarların, ro manı “b ir çıkmaza soktuklarım” söy leyen C.P. Snow’un bilgiye ağırlık ve rilmesini savunduğunu da aktarır. Snow’a göre romanın amacı “İnsanın çevresiyle nesnel ve tinsel alışverişinin araştırılmasıdır.” Memet Fuat, Joyce ve V. W o o lf un “devrimci deneyleri nin” unutulması yerine, onlardan
ya-S A Y F A 8
rarlamlması gerektiğini savunan Dur- rell’m yaptığı çıkışın “büyük bir anla m ı” olduğunu belirten Akşit G ök türk’ün de “modernizme” bir tepkiy le değil de yararlanmayı amaçlayan bir serinkanlılıkla yönelinmesi gerektiği ne inandığını belirtir. Ve şu anlamlı tümcesini de okuruz Memet Fuat’ın: “Bir sanat türünde devrimci deneyler yapılınca gelenekselleşmiş uygulama lar son bulmaz. Yapılan devrimci de neyler olumlu sonuç verirlerse, gele nekselleşmiş uygulamaları etkilerler.” Sanatta “devrimci deneylerden” sö- zetmişken yazarın “şiir sanatı”na iliş kin kimi değerlendirmelerine de de ğinmeden geçmek olmaz sanıyorum. Memet Fuat, Rimbaud’nun dünya şi irinin geçmişten gelip geleceğe gidişin de çok önemli ve etkili bir yan alan ol duğunu saptadıktan sonra, yine de dünya şiirinde ona uğramadan ana yo lu izlemiş sayısız şair olduğunu söyle mekle, bir anlamda şairin evrensel kimliğini bulma sürecinin nereden ve neyden sonra anlamlı olduğu sorunu na da ışık tutmuş olmaktadır:
“Orhan Veli, Nâzım Hikmet’in açtı ğı yan alana uğramadan gelen bir şiir anlayışından yola çıkmış, aralarındaki benzerlikler ancak 1940’larda oluş muştur.”
Memet Fuat, şiirin (sanatın) yolunu, ne kadar başarılı olursa olsun hiçbir şairin (sanatçının) kesemeyeceğine inanmaktadır.
Devrimci deneylerle etkili, güçlü, yaygın olunabileceğini, öncülük nite likleri edinilebileceğini, bir sanatın en gelişmiş örneklerinin ortaya konulabi leceğini düşünen Memet Fuat, yine de binlerinin o devrimci deneylere bak madan, o yan alana uğramadan, gele neksel ana yoldan geçip gidebileceği ni de söyleyebilmektedir. “Herhangi bir sanatın ana yolunu tıkayıp o yolu kendi açtığı yan alandan sürdürebile cek güçte bir sanatçının” olabileceği ni düşünemeyen Memet Fuat, yan alanlardan yan yollar açanlar olsa da bir yerden sonra bu yolların ana yolla birleştiklerinin görülebileceğini belir tirken, “En büyük başarı ana yolu bi raz daha genişietebilmektedir” de di yebilmiştir.
Söz edilen anayolun genişletilmesi çabalarının en önemli tohumlarından birinin Adam Sanat’ın Kasım 1994 ta- rihli 108’inci sayısında yayımlanan Enis Batur, Roni Margulies, Mehmet Yaşın’in katıldığı, Turgay Fişekçi’nin yönettiği “80 Sonrası Şiirimizde Yeni likçilik” adlı açık oturumla atılmış ol masını, Mehmet H. Doğan’ın da deyi miyle Aralık 1994 ve Ocak 1995 tarih li dergilerde yayımlanan konuyla “ilgi li yazıların” da gösterdiği açık olmak la birlikte; Memet Fuat’ın andığımız, “En büyük başarı ana yolu biraz daha genişietebilmektedir” görüşünün “il gili yazılardan” 19 Aralık 1994’te birin ci sayısı yayımlanmış Dördüncü Yeni Şiir Dergisi’nde yer alan Dördüncü Yeni Şiir Manifestosundaki bizim oza nın kendini “sınırlamamakla da sınır lamaması” gerektiği görüşümüzle açık ve net bir uyum içinde olduğunu kim yadsıyabilir?
Kuşkusuz âna yolun genişletilmesi dönemimizin büyük bir şair yetiştire- bilmiş olup olmadığı sorunuyla ilgili dir biraz da... “Şair enflasyonuna” kar- şın”şairin olamayışı” sorununa biraz da Memet Fuat’ın Şiir Patlaması baş lıklı yazısına değinerek dokunalım. Söz konusu yazısında dergicilik serüvenin kimi uğraklarından söz eden Memet Fuat şunları aktarmaktadır:
“1980’lerin ilk yarısında Yazko Ede biyatı yönettiğim günlerde de böyley- di. Dosyalar dolusu şiir... Öner Cira- voğlu, Turgay Fişekçi, Hüseyin Hay dar, gelen şiirlerle başedemezdik. Oturduğum masanın arkasındaki du vara dayayarak üst üste koyduğumuz şiir dosyaları diz boyunu geçerdi.
‘Siyasal etkinlikler yasak, dergiler, dernekler kapalı, herkes kendini şiire verdi’ diye düşünürdük.
‘Yazko Edebiyat’ın on binin üstün deydi satışı.
Yasaklı günler geride kaldı. Yazın dergileri normal satışlarına, iki binli sayılara döndüler, ama şiir bir türlü du rulmuyor.”
Bu ilginç yazısını kimi mektuplardan yaptığı alıntılarla sürdüren yazar, yir mi dokuz yaşındaki bir şair adayının dergilere gönderdiği şiirlerin ‘torpili’ olmadığı için yayımlanmadığını söyle diğini aktarırken, şu içten tümceleri de sarfeder: “Belki öyledir, bilemem. Ama toptan suçlama doğru olmaz kanısın dayım. Bence bu ‘torpil’ olayı ancak yetersiz yapıtlar için söz konusudur. Ayrıca torpilliler kötü şiirlerini dergi lerde yayımlatsalar da nereye varabilir ler k i!.. Şiirin kamuoyu diye bir şey var, onu kimse kandıramaz.”
Rasgele altını çizdiğim bir tümceyi de aktararak yukarıdaki konuda bir alıntı yapmama daha izin vermenizi is tiyorum: “İnsanlar ilişkilerinde kendi lerine ayrıcalık isterlerse, bunu elde et meleri çok güçtür.” Bir atasözü gibi değil mi?
“Torpil konusuna gelince. Yapıtını gönderirken araya bir adam sokmak, dergi yöneticilerine, eleştirmenlere ya pılabilecek en ağır hakarettir, kanım ca. Güvenmiyorsanız en doğrusu gön- dermemektir. Dürüst insanların yönet mediği bir dergide ne işiniz var? G ü veniyorsanız, o zaman araya adam so kup karşınızdakini de, kendinizi de küçültmeyin.”
Altını çizdiğim bir paragraf daha: “Dergilerin aynı yazarlarla çıkması ise kötü değil, iyi bir şey bence. Kimi, nerede bulacağınızı bilirsiniz. Kötü olan, bir yazarın bütün dergilerde gö rünme, her yere dalma özlemidir.”
Adam Sanat’a ilişkin bir bencilliği de yansıtmayan yazar,Bütün dergilerin ortak bir hizmet verdikleri gerçeğini de anımsatmak durumunda uuyumsa- maktadır kendini. Kitaba adını veren Özgünlük Avı başlıklı yazıya geldiği mizde de kitaba bu adm veriliş gerek çelerini de kendi kendimize sorgula madan edemiyoruz.
Yazı önemli bir soruyla başlıyor: “Sa natçı yaratırken (ya da üretirken) sana tının gerekleri dışında kaygıları olma yan bir insan mıdır?” Ve sanatta ama- törlük-profesyonellik diye ayrılabile cek iki dönemden söz eden yazar, pro fesyonelliğin kimi aşamalarını ortaya koyduktan sonra: “Artık profesyonel siniz. Hem işinizin ustası, aranan kişi si olduğu için, hem de gördüğünüz il gi paraya dönüştürülebileceği için” di yebiliyor.
Burada paranın sanatın gerekleri içinde olup olmadığı sorunu bir yana, işin başında olan sanatçının adını du yurma çabaları içindeyse “İlgi çekmek için ne yapmalıyım?” sorusunu sordu ğunu, profesyonelleşmiş olanının da “Bu ilgiyi yitirmemek için ne yapmalı yım?” sorusunu sorduğunu anımsatan Memet Fuat, sürekli gündemde kalma yolları aranırken, sanatın gerekleri dı şında bir yarışmanın başlaması tehlike sine de işaret etmektedir. Sanatın ge rekleri dışındaki yöntemlerle
pompa-lanan ilgilerin sanatçıya şu hazin soru yu sordurması aşamasına da dikkat çe ker Memet Fuat: “Yitirdiğim ilgiyi ye niden kazanmak için ne yapmalıyım?” Memet Fuat’a göre bu hüzünlü dö nemde sanatsal bir kötüleşmeden söz edilemez, “sanatlara eklenen ilginçlik lerin eter gibi uçup gitmesinden daha doğal bir şey yoktur.”
Bir patlama biçiminde ortaya çıkmış büyük başarıların bir süre sonra ilgisiz liğe düşmüş görünmeleri, sanatın ge rekleri dışındaki yöntemlerin fazla iş letilmiş olmasına bağlanmakla birlikte; diğer yandan son yularda yeni yetişen yazarların değişik, aykırı, alışılmış şey ler yazma özlemleri, özgün olmak için çırpınmaları, ille bir patlama yaparak ortaya çıkmak istemeleri de Memet Fuat’a göre büyük bir yanılgı olarak nitelendirilmektedir. Onları sanatları nın gerekleri dışındaki kaygılara fazla düşkünlük gösterdikleri yolunda eleş tirir..
Bir “özgünlük avı” sürdürmek, kişi liklerin özgünlüğünün yapay özgün lüklerin çöplüğünde yok olup gitme sine yol açabilecektir. Yazar, sanattaki köklü, sürekli başarıların, gerçek öz günlüklerin sanatın gerekleri dışında ki kaygıların en aza indirilmesiyle sağ lanabileceği kanısındadır.
Akşit Göktürk’ten Uğur Mumcu’ya, Asım Bezirci’den Metin Altıok’a mi marlıkta betonlaşmadan, “bizde eleş tirmen olup olmadığına”, “yapısalcı lık, göstergebilim, alımlama estetiği derken, eleştirmenlerin deneme yazar lığından, yani sanatsal niteliklerden uzaklaştıkları, bilimsel yöntemlerle ça lışan kuramcılara, araştırmacılara, in- celemecilere dönüştüklerinin izlendi ği” olgusuna, “genci yaşlısıyla yazarla rımızın eleştiriye saygı göstermeyi ilke edinmezlerse, yarın öbür gün, güncel eleştiriyi bir alışkanlık olarak sürdür mekte olan Fethi Naci, Mehmet H. Doğan gibi güçlü, dayanıklı eleştir menleri de çok arayacakları” sonucu na, Cemal Süreya’nın Enis Batur’un yazdıklarından çok şey öğrenmiş oldu ğunu itiraf etmiş olmasına, Ahmet O k tay’ın eleştirmenliğinin şairliğini geçti gibi görünmesine, kitap eleştirisinde kısa yazmanın çok güç olduğuna, biz- deki türden kitap tanıtma yazarlarını herkesin sevebileceğine, kitap eleştiri si yapanların ise ancak eleştirmenler kadar sevileceğine, ama onların yarar lı olduğuna; bütün dergilerin araların da anlaşıp kitap tanıtma yazılarına kar şı tavır almalarının, kitap eleştirmenli ğini kısa sürede geliştireceği umudu na...
Ozdemir İnce’nin Tabula Rasa’smda yakalanan kısa, ama içtenlikli ilginç yargılara, bir sanatçının, bir şair eleş tirmenin sıcak yaklaşımına, şair eleştir menlerde bu sıcaklığın hep olduğuna, genellikle sevdikleri sanatçılara yöne lerek sevdiklerini gizleme gereği duy madıklarına, tartışmalara girdiklerinde de öfkelerini gizlemediklerine...
Memet Fuat, daha birçok konuda bizleri yokluyor ve bir Türk Eleştiri Tarihi’nin yazılması, eleştiri antolojile ri düzenlenmesi gerektiğini belirterek, öbür türler gibi bu türe de eğilmeyi sa lık veriyor. Böylece yurdumuzda eleş tirmenin olup olmadığının anlaşılabi leceğini, gelişmesinin de büyük oran- da hızlanacağını düşünüyor.
Memet Fuat, “yazıncımızca”, en azından “yazın okurunca” dikkate alınması gereken Özgünlük Avı adlı yapıtıyla bir ağırlık daha koyuyor omuzlarımıza. “Yazarın Milan Kunde- ra’nın Varolmanın Dayanılmaz
Hafif-liği’ni değerlendirdiği 30 sayfalık yazı- sında (121-150) kitabın bütününü gü- vensizliklerle örülü olarak nitelemesi; acaba tarihsel sorumluluğun dayanıl maz ağırlığı karşısında, sorumsuzluğu, geçici tadları seçenlerin, sonunda hep ulaşacakları o “dayanılmaz hafiflik” yazgısını içine sindirememesinden mi kaynaklanmaktadır?” sorusunu da sormadan edemiyorum.
Lise yıllarında Balzac, Dostoyevski, Tolstoy, Zola okumuş olan, en çok Zo- la’yı seven, o dönemlerde Jerminal için uzun bir şiir yazmış olan Memet Fuat, (Attila Ilhan’ın arada bir kullandığı, Yaşar N abi’nin ‘Varlık’ dergisindeki öğütleri o şiir üzerinedir.) notuyla bir likte, bu özellikli kitabın son tümcele rinde: “H er şeyi bilen, tepeden konu şanları sevmem diyemem, onların da ayrı bir tadı vardır, ama onlar gibi ol mak istemem.
îlk deneme kitabımın adı Düşünce ye Saygı idi. Bu sözü bir liberal olarak değil, ırk, soy, din, ulus ayrımı gözet meden, bütün insanların mutluluğu nu özleyen, baskıya, sömürüye, savaşa, kargaşaya karşı bir insan olarak söyle miştim. Otuz yıl sonra gene ‘Düşünce ye Saygı’ diyorum.
Bugün bu sözü söylemenin çok ko laylaşmış olması beni sevindiriyor” sözlerini 1989 yılında yazılmış olabile cek olan Alpay Kabacalı’nın Cumhu riyet gazetesinde yayımladığı bir yazı ya kaynak olmak üzere aktarmış oldu ğunu açıklarken gerçekten içtendir.
__ Düşünceye Saygı bir yana “Memet Fuat’a Saygı”yı yazmadan Özgünlük Avı’na çıkmak; bu 1986-1993 yılları arasında yazılmış inceleme, tartışma ve değini yazıları ile konuşma ve soruştur ma yanıtlarını içeren kitapta keyifle ge zinmek, bizler için bir görev olsa gerek.
Sonuç yenine
"zorunlu bir açıklama"
Memet Fuat’ın “bizdeki türde kitap tanıtma yazarlarını herkesin sevebile ceğine, kitap eleştirisi yapanların ise ancak eleştirmenler kadar •sevileceği ne, ama onların yararlı olduğu” yargı sına dayanarak bir iki noktayı daha be lirtmekte yarar görüyorum:
1- Memet Fuat’ın Nâzım Flikmet’i “serbest nazım” denen tarzın öncüsü sayması yargısını eleştirimiz biraz da Mustafa Ö neş’in Oğlak Yayınları’ndan çıkan (Temmuz 96) Şair / Şiir Yazıla- rı’ndaki şu tümcelerinden kaynaklanı yor: “Ahmet H aşim ’in Türk şiirine katkısı yalnızca içerikte kalmaz; 0 , G öl Saatleri’nin bir bölümünü oluştu ran ‘Serbest Müstezat Nazımlarıyla biçimsel bir yenilik de getirir.
Kendinden sonraki kuşaklar Serbest Müstezât’ı hece ölçüsüne uygulamış, giderek ölçüyle uyağı tümüyle kaldır mıştır. Nâzım’ın Kız Çocuğu şiiri tipik bir ‘hece ölçüsü şiiri’dır. Üstelik Nâzım ölçünün, uyağın (tüm çeşitleriyle) ve de biçime çekmenin (tüm çeşitleriyle) kullanılması gerektiğini savunmuş, “H içbiri afaroz edilmeyecektir” de miştir.
2- Hüseyin Cöntürk de Eleştirme den Ö nce (1958) adlı yapıtında, Nu- rullah Ataç ve Fethi N aci’ye yönelik kimi eleştirilerinden sonra; ideal bir eleştirmecinin bir şiiri incelerken neler yapılabileceğini uzun uzadıya anlatan Hyman (1948)’m görüşlerini kısalta rak aktarırken, “Memet Fuat’ın (1954)'
dev diye sözünü ettiği eleştirmecinin bu ‘ideal’ eleştirmeci yanında biraz cü celeşir gibi olduğunu hissetmememiz mümkün m ü?” sorusunu sormaktan çekinmemiştir. ■
S A Y F A 9
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 0 3