• Sonuç bulunamadı

Fazıl Ahmet Aykaç

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fazıl Ahmet Aykaç"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

- T P C fà lh L

1

Fazıl Ahmet Aykaç

Biyogıtafis?. :

Ş a ir, N ü k teci ve M izah Y a z a rı. D oğ: İsta n b u l 1884.

N üm u nei T e r a k k i ilk ok u lu n d a okudu. H ususî A rab ça, F a r s ç a ve F ra n sız ca öğ­ rend i. G ü m ü şh an e’de R ü ştiy ey i. M usu l’da İd ad iy i okudu. M u h ab ere yolu ile P a ris S c ie n c e P o litiq u e oku lu n u tam am lad ı. İstan b u l E rk e k Ö ğretm en oku lu n da öğ­ re tm e n lik , so n ra M illet V ek illiğ i yaptı. E s e rle r i: D iv an çe -i F a d ıl, H arm an Sonu, K ırp ın tı, Ş e y ta n D iy o r ki, F azıl A h m et’in Ş iirle ri.

M

İZAH edebiyatımızın öncülerinden olan Fazıl Ahmet; İs­ tanbul’da doğmuş, küçüklüğünü ailesiyle Şark vilâyetle­ rinde geçirip, tahsil çağında yine bu irfan şehrine dön­ müştür. Çocukluğunda Diyarbakır’da bulunduğunu bilen Süleyman Nazif, kendisine her zaman «Hemşerim...» diye hi- tabedermiş:

B ir gün; yine bir tesadüflerinde: —Merhaba, hemşerim!..

Deyince, Fazıl Ahmet sormuş:

— Ben, İstanbulluyum. Nasıl sizin şehrinizde doğmak şe­ refini kazanabilirim ..

— Pederiniz Diyarbakır’da tahrirat müdürü iken, siz ora­ da değil miydiniz ..

Fazıl Ahmet; kendisine has bir nükte yapmış:

— Efendim... Gerçi ben, İstanbul’da doğduktan sonra, o- raya gelip bir müddet kaldım. F ak at... Kümese bir kedi yav­ rusu girse, ona piliç mi diyeceğiz ..

Zarafet ve nüktecüikte şüphe götürmez bir şahsiyet olan Fazıl Ahmet; 1884 de doğmuş, önce İstanbul’da Nümunei Te­ rakki mektebinde okuduktan sonra; babasının vazife aldığı Do­ ğu vilâyetlerimize gidip, Gümüşhane rüştiyesinde, Musul ida­ disinde tahsil görmüştür. Tekrar İstanbul’a gelince «Sanayii Nefise» mektebinde ve Fransız lisesinde bilgisini arttırdı.

(2)

Meşrutiyet inkılâbında yazı hayatına atılan bu seçkin zekâ; çeşitli gazete ve mecmualarda mahsulünü vermiş, bilhas­ sa mizahî yazılariyle ortaya çıkmıştır. Başka mevzularda bir çok makaleleri yayınlanmış ise de, mizah vâdisindeki nesir ve nazımları hepsinden parlak ışıklar halinde dikkati çekmiştir.

Kendisi hakkında, yirmi sekiz yıl önce yazılmış, bir eleş­ tirmede şöyle deniliyor:

»TTAZIL Ahmed’in kaleminde istihzamır bütün incelikleri vardır. Mizahî eserlerini neşretmiye başhyalıdanberi Türk edebiyatında yepyeni bir çığır açılmış frenklerin espri dedikleri şeyin ne olduğu anlaşılmıştır.

Eski Türk edebiyatında mizah, nükte, istihza yoktu. En büyük şair­ ler bile kızdıkları zaman hiciv eder ve ağır kelimeler kullanırlardı. Hat­ tâ Nef’i büyük bir dâhi bu gılzet yolunda hayatım feda ettiği halde, sa­ nat ve şöhretine hiiç bir şey ilâve edememişti.

Fazıl Ahmet; işte bir batak yeri, zarafet bağından getirdiği filizler­ le süsledi.»

Filhakika o; mizah vâdisinde ilk çığırı açmış ve hepimizi peşine takarak hocalık etmiştir. Fazıl Ahmet bu vâdide man­ zum ve mensur eserler neşrederken, bugün mizah yazarı o- larak tanınmış kimseler henüz kalemi eline almamış bulunu­ yordu. Onda okuduk, beğendik ve yolunun yolcusu olduk...

Henüz sultaniye (liseye) geçtiğimiz yıllarda edebiyat ho­ camız Badi Nedim merhum, bir gün:

— İşte size bir sehli miimteni (kolay sanılan zorluk) nü- munesi... demişti; konuştuğumuz gibi, tertemiz İstanbul diliyle yazılmış bir parça!..

Ve Fazıl Ahmed’in, bir dereyi ressam fırçası kadar vuzuh­ la tasvir eden, hece vezinli bir manzumesini okumuştu. Aklımda kaldığına göre bir kıtasındaki:

İş te size b ir ta b lo , G örse şaşar A n ib a l: Ö rd ek lerd en b ir filo , B ir de kazdan am iral!..

Mısrâları, yıllardan sonra hepimiz tarafından taklid edil­ mişse de; henüz Iran edebiyatı tesiri altında ağdalanmış ve se­ rapa Farsça, Arabça kelimelerle dolu melez nazmın hüküm sür­ düğü bir devirde; ilk olarak böyle açık bir dil kullanmak, el­ bette bir çığır açmaktı.

Fazıl Ahmet; bir küçük yüzüğü büyük kıymette bir taşla, süsler gibi, bazan iki mısrâda bize enfes bir nükte yaratır:

A lim se bizim m a a rif eh li. T e rc ih ed erim ulûm a c e h li!..

(3)

Mütareke yıllarında yazılmış olan bu beyit gibi, daha nic« nefis manzumeleri nesil nesil dillerde dolaşmıştır. Hele onun orijinal teşbihler ve garip cinaslarla dolu nesri; bilmediğimiz nebatlar ve çiçeklerle dolu bir ormanın her köşesinde şaşırma­ mız gibi, her satırında bizi hayrete düşüren bir zekâ eseridir. Misal olarak Ahmet Haşim hakkında bir yazısını okuyalım:

«A ram ızda g arip b ir şa ir y a şıy o r: Ş iir le r in in en h a rik u la d esin i e k se riy a n e sirle rin d e oku duğum uz A h m et H aşim b ey, (B a y e r asp rin i) g ib id ir. Y a n i omu te rk ip ed en u n su rla rın dü stu ru h en üz çoğum u zca m eçh u l d em ek istiy oru m .

«Bu in sa n ı h a y li k e re zak k u m a, a sitsü lfriğ c , cehenoıem ta şm a b en zettim . F a k a t m u v a ffa k iy e tli b ir te şb ih b u ld u ğu m d an h iç b ir k e re em in o la m ıy a ra k f..

«N efretle g u ru r ve a şk a istih a le e tm e k iste rk e n yüzde doksan k i» ve is ­ tik r a h a ç e v rile n b ir h a ssa siy et on u k e m iriy o r.

♦A hm et H aşim b e y in m esu t o lm asın a im k â n y o k tu r. F a k a t in s a n iy e t b u k a d a r eb leh olm asayd ı, A h m et H aşim b ey b ü sb ü tü n ç ıld ırır d ı sa n ırım . Z ira o zam an h ilk a tin d e k i h ic iv tırp a n ı n e b ulu p da, n e d o ğ ra y a c a k tı? .. H alb u k i A h ­ m e t H aşim b ey in b ü tü n haz ve sa a d eti, tırm a la y ıp y ırta b ile c e ğ i h a m a k a tle rle , ç i r ­ k in lik le ri p a rç a la m a k ta n ib a re t g ib id ir. B e lâ h e t k a rşısın d a ondan d aha m ü thiş ne p a n te r v ard ır, n e de y ab an k e d isi!..

«A hm et H aşim b ey, fik ir le r i itib a riy le , e d e b iy a tım ız ın H a cca cı Z a lim id ir, d esem caiz...

« T e h lik e li ve a tılg a n h icv i, h am si sü rü sü nü ön ü n e k a tm ış b ir k ılıç b a lığ ı gib i h e r gü n b e lâ h e tim iz e s a tır a tm a k ta n k e y if d u y ar. O nun zlekâsı b ir m evzu a dö­ kü ldüğü v a k it g özlerim izin ön ü n e g a rip b ir m an zara g eliy o r. G û ya b ir şişe tu z- ru hu y e re d ökülm üş de, o rta lığ ı k e m irm e k le m eşgul!..»

İşte «Şeytan diyor ki...» isimli kitabında çıkmış olan bu nesri, şeytan da isteseydi; ancak bu kadar orijinal yazabi­ lirdi!..

Fazıl Ahmed’in ; bir çok nüktelerini hedefe ok gibi değil, bir bilardo topu maharetiyle, endierkt ulaştırdığını görüyoruz:

T5İR ahbabı, kendisine sormuş:

D — Ahmet Mithat Efendi keman çalarmış!.. — Evet, Namık Kemal gibi!..

— Fakat, Namık Kemal, keman çalmazdı ki?.. Fazıl Ahmet, gülümsedi:

— İşte; Mithan efendininki de, onun kadar!..

T îlR genç; dayanılmaz mısrâlarla dolu, şiir kitabım kendisine verip, bir

° kaç gün sonra bir ahbabiyle fikrini sordurmuş. Bu ikinci zat: — E ; bizim, dostun mitolojik eserini nasıl buldun?., demiş; güzel mi ?..

— itina ile saklıyorum... Bu kitap, yaşlılık günlerimde belki bana hoş saatler geçirtecektir!..

— B ir şey anlıyamadım ?..

Fazıl Ahmet; «R» leri «G» gibi telâffuz ederek:

— Monşeg.... demiş; bir gün ihtiyarlayıp biz de bunarız belki!.. p i R tarihte Büyükada’daki Anadolu Kulübünün (eski Y at Kulübü) mü­

dürlüğünü yapmış ve orasını süslü, nezih bir mahfil haline

(4)

ti. Kibar, seçme azalar arasında; nasılsa kulübe girebilmiş, basit bir tüccar; Fazıl Ahmed’in gözüne batar ve kötü ahlâkiyle onu pek sinir­ lendirmiş:

Bir gün tüccar; nükteei müdürü bir salonda yakalayıp:

— Şimdi imzasız bir mektup aldım... demiş; bana söylemedik küfür bırakmamış, alçak!..

— Ne demiş, efendim?..

— Daha ne diyecek: Hırsız, hilekâr, kaba, ahlâksız adam diyor!.. — Müsaade buyurun şu mektubu!..

Anonim tezkereyi alıp okuyan Fazıl Ahmet; bir müddet düşündük­ ten sonra, cevap vermiş:

— Hant, vallahi; mahkeme ilâmına da benzemiyor değil?..

Eskiden Ankara Caddesinde ne zaman tesadüf etsem, dai­ ma elinde bir kitap görürdüm: Dikkatle izlediği garp yayınla­ rından enteresan bir eser bulmuştur... Ve onu iyice incele­ miş olacak ki, bazan ayaküstü tenkidini bile yapardı.

Ahmet Haşim onun için: «Küçük bir ayaklı kütüphanedir... derdi; eğer herkes onun gibi olsaydı, göz hekimleri açlıktan ö- lürdü: Bu kadar okuduğu halde, hâlâ gözlük kullanmıyor!..»

Fazıl Ahmet; pek tebcil olunacak bir öğrenme merakiyle, bir tarihte Paris’e gidemeyince, oradaki «Ecole libre des scien­ ces politiques et morales» in bütün derslerini îstanbuldan mu­ habere ile tamamlamıştır. Yabancı şehirler üniversitelerine dolu ceplerle gidip boş kafalarla dönen nice gençlere nisbetle, onun bu çalışkanlığı gerçek takdire değer.

Türk edebiyatının tanınmış siması ; bilgi bağının olgun mah- suliyle uzun yıllar genç dimağları besledi: îatanbul Muallim Mektebinde, Güzel Sanatlar Akademisinde ve diğer liselerde öğ­ retmenlik yaptığı sıralarda okuttuğu dersler çeşitliydi. Felsefe, edebiyat, terbiye, Fransızca ve estetik...

Fazıl Ahmed’in mizahî yazılarını okuyup onu daima gülüm­ ser, şen, şatır sananlar; biraz kendisiyle düşüp kalkmış bulunsalar, onun hiç de gülen adam olmadığını görmekle, hay­ rete düşerler: Karşılarında düşünen bir yüz vardır.

Ona ilimle mizahı, yani sükût ile kahkahayı mezcetmiş di­ yebiliriz... Çünkü o, ayni zamanda bir fikir adamıdır.

Henüz kaleme yapışmayıp, okumaya fırsat bulduğumuz günlerde bazan onun akademik bir etüdiyle düşünür, sonra rastladığımız bir fıkrasına ansızın, gülerdik.

Orta boylu, zayıf, çok temiz giyinmiş ve daima «siz» res­ miyetiyle konuşan bir zattı. Samimiyetinde ifrat görülmez en güldürücü eserini bile ciddî bir tavırla okurdu. Ne çok mağrur, ne de fazla lâubali...

(5)

fSTA N BU L’da çok az okunan bir gazetede Atatürk’ün ismi «Gazi Haz­ retleri olacak yerde «Mazi Hazretleri'- dizilmiş.

O tarihlerde Atatürk, bir meseleden dolam, biraz öfkeli... Gözetenin sahibi, de bu sırada, mebus olmak içir rahmetlinin teveccühünü kazan­ mak istiyor. Bu; «artık maziye karışmış...» iltibasını doğurabilecek ifa­ denin ne tesir yaptığım anlamak için gazete sahibi1, Atatürk’ün otur­ makta olduğu Yalova’ya gelip etrafı iskandil ederken Fazıl Alıgıed’e rastlıyor.

Rivayet ettiklerine «öre, gazete sahibi dostunun şaşkın halini me­ rak edip, sebebini anlayınca, Fazıl Ahmet:

— Hiç üzülme, aziziıü.... demiş; senin gazetene miisahhUı bile göz atmıyor... Gazi mi okuyacak!..

p ü Y ü K Harbin sonlarında; Süleyman Nazif’in çıkardığı «Hâdisat» ga­ zetesinin bulunduğu binanın üst katında, da. galiba; Refi Cevat Beyle Pehlivan Kadrl’nin birlikte yaydıkları «Alemdar» gazetesi idarehanesi vardı. Bir gün Süleyman Nazif’i ziyarete gider Fazıl Ahmet, vakanda birinin, dövüşür gibi, gürültülü adımlar atıp çürük binayı sarstığım gö­ rünce); gülümsemiş:

— Galiba Pehlivan Kadri makale yazıyor!..

fSM RüN D E, her namuslu adam g'ibi, biraz yoksulluk çektiğini, buna rağmen aslâ parayı sevmevip, fazla muktesidlere kızdığını‘söylerler. B ir gün, meşhur muktesidlerimizden Halil Lütfi ile konuşurken; Lütfi Bey:

— Bugün bize üç zat misafir geleceği için, be.tr de üç kişilik yemek hazırlatmıştım... der; fakat şimdi beş kişinin geleceğini duydum... Ne yapsam abaca,?..

Fazbıl Ahmet, pek tabiî cevap verir:

— Eh: sen de eve telefon et, bir şeyler daha tedarik etsin’er!.. Bu; teklif; ev sahibinin işine gelmez:

— Yoo... Üç kişinin yemeğiyle pekâlâ beş kişi doyabilir!.. — öyleyse biraz imsâlt ederler'..

— Duuuur... Aklıma geldi: İki daha gelecekmiş... —• E tti mi yedi!?..

— Evet... Fakaaat; beş kişinin doyabileceği yemekle daha iki amma pek güzel açlıklarını giderirler, değil mi azizim?..

Fazıl Ahmet’in sabrı tükenir:

— Ne yapıyorsun, Moırseğ?,. der; öldüreceksin herifleri!.. Bu: mum ışığı değil1 ki, hepsine yetsin!..

£ JE N E bir gün, bir mecliste İttihatçılardan bahsediliyormuş. Siyasette ifrata gitmeyip daima ölçülü hareket eden üstad; onların yaptıkları bazı işleri tenkid etmiş. Sohbette hazır bulunan Necmeddin Sadak mer­

hum sormuş:

— Peki; İttihatçılar Beyazid Meydanında, Eminöniinde adam asar­ larken, ni-çirf bu fikirlerini söylemedin?..

Fazıl Ahmet; zekâ kıvılcımlariyîe dolu gözlerini süzerek, gülümse­ miş:

- - işte, onun için söylemedim ya!..

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Daha çok görüntü almak için birden fazla fotokapan kullanılır.. Fotokapanlar arasındaki mesafeler görüntü alınacak türe

Artık ilk çok hücreli canlıların tam olarak ne zaman ortaya çıktığını biliyo- ruz ve onların başına bela olan kitlesel soy tükenişlere ilişkin de kuşatıcı bir

Ancak, gerçek bir kedi gibi, milyar kere mil- yarlarca atomlardan oluşan bir cisim için, bu süre yok denebilecek kadar kısa.. Yani, kedinin aynı anda ölçülebi- lir bir

Doğrusunu söylemek lâzım gelirse ben gibi, Yunus’un bâzı şiirlerini beğenmekten ileri bir çabası olmayan sıra yazarı, nın bu büyük adam hakkında yazı

 Konstipasyon görülme durumuna göre gebelerde SF36 Yaşam Kalitesi Ölçeğinin fiziksel fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, ağrı, enerji/vitalite, sosyal

Ama gene de, onun biraz eski tarihlere dayanan bu tür çalışmaları, Fikret Muallâ'mn hindi resmi yapmaktan çok, hindinin kendi resmine benzeyenini yapmış ol­ ması

Yahya Kemal Beyatlı nasıl İs­ tanbul'u şiirlerinde semt semt, sokak sokak ve köşe köşe di^e getirmişse, işte Hikmet Onat <Sa tablolarında İstanbul'u ve

Kaynağı Ay ve Mars olan meteoritlerin, asteroit ya da kuyrukluyıldız gibi daha küçük gök cisimlerinin Ay’ın ve Mars’ın yüzeyine çarpması sonucu uzaya dağılan