20 NİSAN 1988
PEYAMİ SAFA, ŞİŞLİ KONAKLARINDA DÜŞÜŞ
ÜRKÜNÇLÜCÜNÜ HİSSEDİYORDU... GÜNÜMÜZÜN
ŞİŞLİ'SİNDE DÜŞÜŞ DE, YÜKSELİŞ DE, İNSANDA
HİÇBİR DUYGU UYANDIRMIYOR ARTIK...
Şişli ve
Pangaltı:
Çökmüş iki
semt
1874’te İtalyan edibi De Amicis, İstanbul’a gelişinde şehri önce de
nizden görmüş, soluğu kesilmişti... Birkaç gün sonra da bakımsızlı
ğını gördü... Ayılıp bayıldı... Nasıl bir kentti bu İstanbul?..
İSTANBUL
BİR YALNIZLIKTIR
Peyami Safa, b ir dönemde mahkeme huzurunda. Pierre Louys adlı Fransız romancısından
dilimize çevrilen “ Afrodit” adlı eser, mahkemece müstehcen bulunmuş. Sol başta, ayakta duran Peyami Safa, mahkemeye b ilg i veriyor.
O
N dokuzuncu! yüzyılın so nuna doğru payitaht İstan bul’a gelen İtalyan edibiEdmondo de Amicis, izle
nimlerini romantik bir üs lupla yazmaktan kendini alamaz. De Amicis sisler içindeki kenti önce deniz
den görür. Sarayburnu’yla Yedikule arasında İstanbul, evlerin gerisinde, birbiri ardınca yük selen beyaz, gün ışığında gül rengine bürün
müş minareleriyle büyüleyicidir. Seyyah, gemi ilerledikçe, camileri, kuleleri, yeşilliği, beyaz ve pembe pırıltıları hayranlıkla dağar cığına aktarır.
Bir ara sis büsbütün dağılır ve De Amicis’ in soluğu kesilir: “ Büyük bir tepeydi bu, dal
lan mazgallı surlardan denize gölge düşecek kadar aşmış, selvi, sakız, çam ve dev gibi çı narlarla örtülü bir tepe; bu yemyeşil yerden, tesadüfen saçılmış gibi, düzensiz, ayrılmış, toplanmış köşk çatılan, üstü örtülü balkon larla süslenmiş küçük kasrlar, gümüş renk li ufak kubbeler, demir parmaklıklı pencere leri ve arabesklerle donatılmış kapıları olan zarif ve tuhaf küçük binalar yükseliyordu; hepsi de beyaz, küçük, yarı gizlenmiş olan bu yapıların arasında, İçinden çıkılamaz bahçe ler, dehlizler, avlular ve gizli köşeler bulun duğu tahmin ediliyordu.”
Italyan edibi İstanbul için “ sır ve hüzün
dolu bir şehir” kanısına varır. Renk bolluğu,
görünüm zenginliği onu şaşırtmıştır. Hoppa lıkla ağırbaşlılık dört bir yanda sarmaşmak tadır. Burası hem AvrupalI, hem Şarklı, hem acayip, hem zarif, hem de görkemlidir.
Birkaç gün sonra da kentin bakımsızlığı nı görür, içyüzünü kavradığını sanır, bayındır lıktan uzak mahalleler karşısında dudağı uçuklar; sonra yine hülyalı semtlerden geçer, ayılıp bayılır, kısacası işin içinden bir türlü çıkamaz: İstanbul nasıl bir kenttir?
De Amicis Hıristiyan beldesi Pangaltı’ya
kadar uzanacaktır elbette. 1874 yılının Pan- galtı’sından, seyyahımızın saptayımına göre geniş yollar geçmektedir, köşkler, bahçeler, hastaneler ve büyük kışlalar... Burada karşı larına bir de cenaze töreni çıkar. Devam edi yor De Amicis:
SİYAH SAÇ ÖRGÜLERİ
“Bu bir Rum cenaze alayıydı. Sessiz bir kalabalık yolun İki yanına sıralanmış; önde iş lemeli cüppeleriyle Rum papazları yürüyor; arkalarında başında tacı, üstünde pırıl pırıl ya nan sırmalı uzun elbisesiyle başpapaz; canlı renkler giymiş genç rahipler, en gösterişli kı yafetleri içindeki akrabalar, dostlar, bunların ortasında çiçeklerle süslenmiş bir tabut; ta butun üstüne atlas bir elbise ve mücevher ler İçinde on beş yaşında bir genç kız uzatılmış; kızın kar gibi beyaz, ince yüzü açık, ağzı bir ispasmosla hafifçe kasılmış gibi ve omuzlanna, göğsüne dökülmüş gür siyah saç örgüleri var. Tabut geçiyor, kalabalık dağılı yor, alay uzaklaşıyor ve biz boş bir sokakta yalnız ve düşünceli kalıyoruz.”
Bugünkü İstanbul’da benzerine asla rast- layamayacağımız bir sahne. Oysa İstanbul’u bir dünya başkenti yapan biraz da bu kozmo polit ortamı değil miydi?
Soruları bir yana bırakıp, yüzyılımızın ilk çeyreğine karışıyoruz. Yine Pangaltı, Şişli, Ni şantaşı... Vakit gece yarısıdır, Pangaltı’dayız. Savaş, ateşkes yılları olmasına rağmen, İstan bul, vur patlasın çal oynasın kendi hayatını yaşamaktadır.
Büyük havagazı lambalarının aydınlattığı genişçe cadde şu an boş, tektük insanlar.
Bezgin sesiyle bir satıcı dolaşıyor, uzaklar dan yankıyan son tramvay çanları... Sinema nın kapısında iki siyah, parlak derili, gürbüz hayvanıyla zarif bir araba bekliyor.
Arabanın sürücüsü, az berideki kira ara basına doğru yürüdü. Şöyle diyecektir mes lektaşına: “On buçukta geldim, bir saat, otuz
beş dakika bekliyorum. Ne bitmez tükenmez, karnakatısı, belalı oyunmuş be... Her zaman, saat on bir buçuk dedi mİ, karı erkek, kol ko la sokağa dökülürlerdi. Bu gece ne var ki?”
Öteki tevekkülle başını sallayıp yanıtlıyor:
“Bu akşam serili kurdele var, uzun sürer, ben bilirim de geç geldim. Sekiz kısım be ağa, ko lay biter tükenir mİ?”
Sinemanın kapısında duvarı boydan boya kaplamış, yarısı yırtık, olasıya çiğ boyalı bir kadın başı resmi göz almaktadır. Evet, kira arabacısının adını bir türlü telaffuz edemediği bu kadının film leri oynadığında bütün Şişli, Altınbakkal’a kadar, erkekli kadınlı, sinema ya doluşmaktadır. “Cenabet karının oyunla
rı da en aşağı yedi sekiz kısımlıktır, çok bekletir.”
Fakat bu gece kira arabasına binip Pan- galtı’dan Ş işli’ye gidecek o genç kız, sinema dan filan çıkmayacak. O, harbin ortasından, yani Anadolu’dan geliyor. Kargaşada babası nı yitirmiş; İstanbul’da uzak akrabalarının ya nına sığınacak. Peyami Safa’nın “Sözde
Kızlar” romanından söz açacağız; kız da, uzak
akrabaların oturduğu Ş işli’deki konakta bu
eserdedir.
Mebrure, monden hayatın girdisini çıktı sını bilmeyen, gelenekçi terbiyeyle yetişmiş bir genç kızdır. Ş iş li’deki asri hayat bütün dünyasını altüst edecektir. O günler, Doğu’y- la Batı arasında gelgite kapılmış İstanbul, senteze ulaşıp ulaşamayacağının heyecanı nı, yürek çarpıntısını çekmekte...
Uzak akrabalarının konağında uyanan Mebrure pencereden dışarıya bakar: Bahçe. Yüksek, yetişkin çamlarla çevrili bir bahçe. Ağaçların gölgesinde beyaz benekli cins bir köpek yatıyor. Şişli konağının genç kızı — onun adı Mebrure filan değil, elbette Nevin’ dir— şimdi köpeğini çağıracak: “Napolyon!”
ŞİŞLİ DE BİR APARTMAN
Öte yandan konağın bakımı, gideri öyle herkesin altından kalkabileceği işlerden de ğildir. Yakup Kadri Bey konakları kiraya çıka rır çıkarmaz, Ş lşli’de lüküs hayatlı apartı- manlar dönemi başlayacaktır. Bahçelerin kı yımı o kiralık konak çağına rastlıyor.
Peyami Safa sözde kızlara lanet ede dur
sun, keyif adamı Refik Hallt Ş işli’de bir evde ziyafete çağrılı. Burası “yepyeni, bembeyaz,
asansörlü, elektrikli, taş ve sağlam bir alaf ranga bina.” Yazarımız koyu lacivert bir ves-
ton giydi. Çıngırak tatlı bir sesle örttü; beyaz kolalı önlüklü, hotozlu bir hizmetçi kız yaza
rımıza kapıyı açtı.
Salonda bir hayli hanım ve bey birikm iş tir. Herkes süsiü püslü davranabilmenin tiyat rosuna kapılmış, güzellik şekilleri almaya çalışmakta. Erkekler koyu renk giyinmişler, beyaz yakalıkları, parıl parıl iskarpinleri, ta ranmış saçlar, yeni tıraş oimuş çehreler... Hatta manikürlü eller, boyalı tırnaklar, saatli bilezikler... Hanımefendilerin otuzu geçmiş olanları abajur ışıklarının gölgelerine sığın mayı yeğliyorlar. Frenk tarzı yemeğin ardın dan “havana sigarası” ve konyak.
Ş işli’de cadde üzerinde son konakların hayatıyla yeni apartmanlarınki bir süre para lellik gösterecektir. Derken konaklar büsbü tün aradan çekilir. (Bugün ana caddede bahçellkli tek bir yapı kalmıştır, o da Türk ai lesinin değildir). Apartmanların saltanatı sa vaş vurgunlarının maddi güçleriyle bir zaman daha devam eder. Ne var ki lüks apartman ha yatı Cemal Reşit Rey’ in operetindeki Ş iş li’ den kopup Nişantaşı’na ve Teşvikiye, Maç ka gibi semtlere yönetecektir. Şişli’deki apart manların bembeyaz cepheleri gitgide kararır, o süslü asansörler ya hiç çalışmaz ya boğuk hırıltılar çıkarır. Beyaz benekli köpeklerle do laşan monden kızların yerinde yeller eser.
Şişli, Pangaltı çökmüş iki sem ttir bugün İstanbul’da. Sefahat uçurumundan sefalet uçurumuna sürüklenilm iştir. Özellikle Şişil, geçmişin görkeminden en küçük bir iz ba rındırmaz. Birbirine sokulmuş birahaneler, elektrikli gereç satan dükkânlar, aşevleri, iş kembeciler, kebapçılar, ciğerciler ara sokak ları boydan boya sarmıştır. Ana caddedeki sözümona lüks pasajlar günümüzün kapkaççı zenginliğinin simgeleridir.
Peyami Safa, Şişli konaklarında düşüşün
ürkünçlüğünü hissediyordu. Günümüzün Şiş- li ’sinde düşüş de, yükseliş de insanda hiç bir duygu uyandırmaz. Evlerinde, küçücük aparm an dairelerinde hayatı göğüslemeye çalışan kişiler; akşamleyin parıldayan televiz yon; sonra gece ve arabeskli özel otolar, sa rı boyama saçlı kadınlar, çok geç saat çöp tenekeleri ve sokak köpekleri...
YARIN:
GELENEKLERİMİZE NE OLDU?
—
W í
Ş işli’nin taş konakları da bugün b ir elin beş parmağını geçmeyecek kadar azalmıştır. Dünün görkem li konağı, bugünün apartmanları arasına sıkışıp kalmış b ir ucube (üst te)... Şişli'de eski b ir apartman da modern mimariyle üç kat daha edinivermiş (sağda)...
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi