umh niyet
Seyahat hatıraları
Berlin’de
bir T ü ık harımı
Hârika denilecek bir hinjbet ve azimle çabşarak
büyük bir moda sklonu vücude getirmiştir
mmmmm
Rebia Tevfık Hanım, sevgili köpeğile beraber
lin’de Türk kulübünde bir Türk hanımına takdim edildim:
Rebia Tevfik Hanım...
Rebia Hanım Berlin’de bir moda sa lonu işleten ve san’atında çok muvaffak ol bir vatandaşımızdır. Şimdi müesse si « Paris’e nakle hazırlanmaktadır. Bı«- un da sebebi kadın modası itibarile Paris'in Berlin'e nazaran daha mühim b • merkez olmasıdır. Berlin gibi bir şe hirde büyük bir moda salonu açık işlet meğe muvaffak olan bu azimkâr ve iş- r.iizar Türk hanımı, tetkike şayan bir şs iısiyettir. Terzi hanesini görmek, bu işe r *sıl başladığını ve nasıl başardığını
ı
j kendi lisanından öğrenmek istedim. Berlin’in en meşhur caddelerinden bi ri ide, Budapeşter Ştrase’de 34 numara cı oturan Rebia Tevfik Hanımı ziyare-
\ vtik.
Vatandaşımız mtlessesesinin İsmini ı idi (Sâdi) koymuş. Kadın İçin şapka,
« i t u , m ı v a u t u > i u ı S t u f f C S i u
kürk yapıyor, dikiyor ve satıyor. lebia Tevfik Hanım, bizi, müessesesi-
u u hususî salonunda kabul etti. Bu sa lon Şark üslûbunda döşenmiş, kıymetli güzel halılar, divanlar, minderler, eski levhalarla süslenmişti.
Rebia Hanım, biri yeşilimsi siyah, di ğeri koyu kahve rengi, Çin cinsi iki gü zel ve İri köpeğinin hiddet ve asabiyetini teskin ettikten sonra, muvaffakiyetli te şebbüsünü şu suretle hikâye etti:
«— İstanbul’da zevcimden ayrılmış tım. 1922 senesinde istirahat etmek için İstanbul’dan Fransa’nın Nice (Nis) şeh rine gidiyordum. Yolda param ve mü cevheratım çalındı. Parasız kaldım. Yap- yalnızdim. Aklıma çalışmak ve hayatımı kazanmak fikri geldi.Mısır’lı bir Prenses bana biraz borç para verdi. Onunla bir müddet geçindim. Paris’e geldim ve ka rarımı verdim. Berlin’e gidecektim. Ber lin’de beni kimse tanımaz, rahatça ça lışırım, diyordum. Fransızca biliyordum ama o zaman bir kelime Alman’ca bil miyordum. Bu kararımda büyük ve kat’S bir azim ve irade mündemiçti. Lisanını, adatmı, hiç bir şeyini bilmediğim ve kimseyi tanımadığım bu memlekette ya muvaffak olup kendimi ve hayatımı kurtaracaktım yahut ta bir iş beceremi- yerek ölecektim.
Paris’ten Berliıt’e geldiğim zaman ce bimde yalnız yedi frangım vardı. Küçük
air oda tuttum. Oda komşum olan bir Rus kadınının delâletile bir gazeteye kü çük bir ilân verdim: Bu ilân «Paris’ten
Rebia Tevfik Hanımın, «Elite» na mındaki Alman kadın mecmua -
sında çıkan eski kıyafette bir resmi
şu Bu resmin altına Alman gazetesi yazıyı yazmıştır:
Maruf Türk ailelerinden birine
menm r'tflh . T&amenmp;aur u menm T lu d g n p g
-ter Ştrase’de 34 numarada tesis eylediği «Saadi» moda salonunu yüksek bir ka biliyeti san’atkârane ve asil bir düşün ce ve zarafetle idare ediyor. Renk, şekil ve haz hakkmdaki bediî zevk ve hissi, diktiği her rop ve mantoda ve atölye - sinin her eserinde meşhuttur.
gelen bir kadın dikiş dikiyor» tarzında idi. Evvelâ, ufak tefek bazı işler geldi. Dikdiğim elbiseleri görenler bunları be nim diktiğime inanmıyorlardı. Yavaş ya vaş işim terakki etti. Rağbet arttı. Bir işçi kız tutmağa mecbur oldum. Bugün müessesemde 25 işçi kız çalıştırıyorum.
Ben de, İstanbul’da iken, hal ve vakti yerinde münevver hanımlarımızın çoğu gibi işsiz tembellerden biri idim. Fakat yalnız, kimsesiz ve muhtaç kalınca müt hiş bir azim ve gayretle çalıştım. Ber lin’de sekiz sene çalıştıktan sonra şimdi Paris’e gitmek istiyorum. Çünkü orası kadın modasının merkezidir ve orada modaya rağbet ve iptilâ Berlin’den ziya dedir. Binaenaleyh Paris’te daha çok iş göreceğimi ümit ediyorum.
Berlin’de, Berlin’lilerden başka Paris’li ve Amerika’lı bir çok müşterim vardır. Almanya’nın Şili sefirinin haremi müş- terimdir. Ta Cava’nın Sumatra adasında bile müşterilerim olduğunu iftiharla söyliyebilirim. Onlara buradan istedik leri tuvalet ve kostümleri diker gönderi rim. Müşterilerimi hiç aldatmam. Daima doğru hareket ederim, sağlam iş yapa rım. Burada bir çok tiyatro ve rövü ta kımlarının elbiselerini diktim.
— Şark kıyafetleri de diktiniz mi? — Hayır, Almanlar iş adamıdırlar,
HEM
N A L I N A
M I H I N A
Tiren mi, tramvay mı?
n
Bizim Haydarpaşa - Pendik trenlerinden bahstemek istiyorum. Bir haftadanberi, hep ayakta gidip geliyorum. İkinci mevki bileti alı« yorum. Yer yok, ayakta! Birinci a- hyorum. Yer yok, ayakta! Akşam treninde yer yok, sabah treninde yer yok, öğle treninde yer y o k !... Gerçi ikinci mevki biletlerde yer olmayınca birinciye de binmek mümkün... Memur efendiler, çok nazik ve terbiyeli, ses çıkarmıyor lar; bilâkis birinciye geçiniz, diye teşvik ediyorlar amma birincide de yer yok ki... Biraz da üçüncü mev kii tecrübe edeceğim? Belki otura cak yer bulurum. Anadolu demir yolları idaresi, biletleri ucuzlattı, Haydarpaşa - Pendik hattı üstün - deki köylere rağbeti celbetti. Yol cuyu buldu amma şimdi herkesi a- yakta taşıyor. Anlaşılan idare mü- d İranı Tramvay kumpanyasından ibaret ve dersalıyorlar, yolcular tramvayda olduğu gibi trende de ayakta gidiversinler, ne ehemmi - yeti var? Diyorlar. Bana kalırsa bu sayfiyelerin kazandıkları rağbeti kaybetmemeleri için, trenleri ço - ğaltmak ve büyütmek daha akilâne bir hareket olur.
Irak’ın istiklâli
Londra 6 (A.A.) — İngiltere Irak man dasından vaz geçmektedir. Irak müsta kil bir devlet olacaktır.
Baldvin’le Politis akademi azası oldu
Paris 6 (A.A.) — Sabık İngiliz başve - kili M. Baldvin ile Yunanistan’m Paris orta elçisi M. Politis ahlâki ve manevi ilimler akademisi tarafından ecnebi mâ- şarik azalığa intihap edilmişlerdir.
Bir kâşifin feci ölümü
Paris 6 (A. Â.) — Kâşif Brueneau de Laborie bir arslan tarafından muhtelif yerlerinden ısırılmış ve ölmüştür.
UU IIIIIIIIlIH H IIIH lIH IllIlIlIltltlllIllllllllllllllllllllH IIIIIU IIIIIIIIIIIIIIIIU
ağır başlıdırlar. Fanteziden hoşlanmaz lar.
Bu Şark’vari odada 5 Türktük. Bizden başka iki asil Alman madamı da vardı. Her ikisi de yaşmı başını almış hanım lardan ve Rebia Hanımın baş müşterile-karşıdaki parkın ıhlamur kokularım ge
tiriyor. Rebia Hanım tanan sesi ve ne
fis bir ...İstanbul şivesi ile bize hayatım anlatıyor, ara sıra Al man misafirlerine Almanca hitap ediyordu. Renkleri itibarile biri arslana, öteki ayıya benziyen iki kocaman fakat çok güzel Çin köpeği, bizim kadar dik katle hanımlarım dinliyorlar ve sanki sözlerini anlıyorlardı. *
— Burada kimseniz var mı? Diye sor dum.
— Bu iki köpekten başka kimsem yok; cevabını verdi.
Rebia Hanım ara sıra Alman madam- larile Almanca konuşuyordu. Bu İstan bullu hanımın ağzından çıkan güzel Türk’çeden sonra madamlarm Alman- cası, kulağıma para sesi gibi madeni geliyordu. Kuştüyii koltuklarda, Rebia Tevfik Hanımın ikram ettiği nefis çilek şerbetini içerken etrafımı bir daha tetkik ettim. Duvarda Gazi’nin, Abdülhak Hâ- mid’in ve pederinin resmi,İstanbul’a ait biraderinin yaptığı tablolar, eski yazılar, çini bir mihrap, salonun ortasında koca man fakat güzel sarı bir pirinç mangal.. Alaturka divanların üstünde alaturka ve alafranga yastıklar ve şimdiki salon ların en mühim tezyinatından olan ko caman güzel bebekler... Bu odada Şark ve Garp birbirine sarılmış.
Sekiz sene evvel yedi frankla Berlin’e gelen ve şimdi san’ati. zekâsı ve bilhassa azim ve imanı sayesinde müreffeh ve zengin olan bu Türk hanımı, bizim nes limizden ziyade müstakbel neslin kızıdır.
Abidin daver
Ta h a To ro s Arşivi