g T İ Y A T R O
GntHi Yaktık Efendilin
hm m \
hayatı
hakkıMa
yeni öğrendiklerimiz
Yazan: Ysffi R?za ZöBü
— 3
Halil Bey devam etti:
S aray a «G üllü Agob» ism ilo g el di. Ben de dahil, h erkes oııu Hıris tiy an E rm eni zannederdik. A radan çok geçm eden m üslüm anlığm ı ilân etti. İsm inin de Y akub olduğunu söyledi. Biz hepim iz bu m ü slü - m anlık işinin yeni olduğu zehabın da idik. Fazla konuşm ıyan, ağır başlı bir adanı olduğundan kim seye ne tafsilât verdi; ne de biz kendisinden buna d air bir şey so rab ild ik Yalnız garibim ize gidon şey: nam az kılm ağa başladığı za m an, nam az k aidelerine ria y e tin den, biç acem ilik gösterm eden b ü tü n âdabını y erin e getirm esinden, kim seden b ir şey sorup öğrenm ek istem eyişinden dolayı h a y re t e t m ek te idik. D oğuştan m üslüm an olan b ir insan da ancak bu k ad ar usul üzere nam az kılabilirdi.
Niçin, nasıl ve ne zam an
M üslüm an olm uştu?
A rad an epey zam an geçti. A rtık m ahrem iyetine girm iş b u lu n u y o r dum . Sordum . B ana anlattı: On beş sene evvel ihtida etm iş. M üslüm an oluşunu yalnız a k tö r Necib efendi biliyorm uş. Esasen tav assu tta b u lu n an da o imiş.
— Hiç kim se beni teşvik elm iş değildir. Esasen ötedenheri ıniis- lüm anlık beni d ü şü n d ü rü r d u r u r du. Babam e rm e n ic e ' bilm ezdi. A - nam da öyle imiş. A krabalarım var: O nlar da tü rk çe k o nuşurlar. K onu kom şu da öyle.. kilisedeki papas da... İncil de türkçe, b ü tü n d u a la r da... H ülâsa ism im izden : b aşka erm enice hiç b ir şeyim iz yok. Benim lisanım ı konuşanın adı M elım etse cam ie gidecek. M eh- m edin lisanını konuşanın adı Agob ise kiliseye!... B unda b ir karışıklık v a r H a lil... H ele b ir cam ie g ire yim , bu işin esasını o v ak it a n la rız dedim ; N ecib efendiye açıldım. O bu işi gizlice becerdi. B ana m ü s- lüm anlığm b ü tü n kaidelerini. K u r’ anıkerîm i o öğretti.»
(A k tö r N ecib efendiyi babam m erh u m a sorm uştum . B ana şu m a lû m atı verdi: «Necib efendiyi G e- dikpasa tiy atro su n d a iki k ere g ö r m ek kısm et oldu. İki rolünde de yeşil sarıklı ve sakallı idi. Sakalı m untazam dı. Hiç de tak m ay a b en zem iyordu. G üzel b ir sesi ve fev k alâde b ir tarzı telâffuzu vardı. B elâgatl lisana m âlikti. O k ad ar güzel ve b ir h atip gibi k o n u şu y o r d u ki; zam anım ızm , iyi konuşm a ğa hevesli gençleri onun tarzını, âhengini taklid ederlerdi. B ahriye N ezaretine m em u r olduğum vakit -S u lta n Aziz zam an ı- h ir b in başım vardı. Bize talim at v erirk en N ecib efendiyi dinliyorum zan n e derdim . O pun kadar, belagatta N ecib efenö'vî taklid edeni g ö r m em iştim .! G üllü Y akub efendi de. ark ad aşı Necib efendiyi pek sever ve ta k d ir ed e r olacak ki; k üçük oğlunun ismini «Necib» ko y m u ş tu r.
H alil bey devam etti:
«Pek genç yaşında sakal sa lı verm iş. O devrin zevkine göre, sa kalı kendine nek yakıştırm ış ye lâ yık görm üşe benziyordu. Sakalla sahneye çıkardı. M ese'â .Tül P azar’ı kendi sak aP 'e oynardı. K endisi de boylu boshı güzel bir adam o ld u ğundan, sakal kendisine pek y a ra şırdı.»
Namık Kemalin zoru ile
sakalını kestirmiş
Babam dedi ki:
(N am ık K em al, S u ltan Abdiilâziz tarafın d an sü rg ü n e gönderildiği za m an İstanbulda âsarı değil, kendi ismi bile anılm az olm uştu. A bdül- azizin h a fin d e n sonra S u ltan M u radın cülusu b ü tü n m ünevverleri sevindirm işti. Namık K em al'in, Sad râzam R üştü P aşaya «Allah s u l tan ı m ü ntehabı m illete bağışlasın» diye çektiği telg raftan sonra h e r kes çılgına döndü. Bu yeni d e v ir de affa u ğ ray an ve İstanbula dö nen N am ık K em al’in asarı ve bil hassa «V atan ve S ilistre» si ehem m iyetle sahneye kondu. İşte bu e s nada G ü llü ' Y akub efendiye de «İslâm bey» ro lü n ü oynam ak d ü ş tü. N amık K em al, sakallı oynam a sına razı olm adı. Israr elti. Y akub efendi de, kendisine pek yakışan küçük siyah sakalını kestirm ek m ecb u riy etin d e kaldı. B undan do layı çok ü zü ld ü ğ ü n ü duyardık. Tem sil, B eyoğlunda G alatasaray k arşısın d ak i tiy atro binasında ve rilm işti.)
Ev hayatı
H alil bey devam ediyordu. «S araya gelm eden evvel Beşik taş ü stü n d e Y enim ahalle - Ş erh et- hane caddesindeki hıristiygrı m e zarlığının ark asın a tesadüf çden ahşap b ir evde o tu rm ak ta idi. Son ra A k aretlere taşındı. Bu evin bir k atın ı kendisine hususî d aire ola ra k ayırm ıştı. O raya kim se g ire mezdi. Y alnız refikası H uriye h a nım , haftada iki gece, Y akub e - fendinin dairesine çıkar ve orada kalırdı.
B u dairedeki y atak odasuıda yalnız y a ta r k alk ar. D iğer b ir o - dasm da- da yalnız haşana yem ek yerdi. Aşçısı onun şahsına m a h sus a y rı yem ek h azırlardı. H aşla m a eti pek severdi'. S o n ra la rı, b an a teveccüh gösterm iş, bu d a ired e de beni kabul etm iş, h a t tâ iki defa da yem eğe alıkoym uş tu. P atırd ıd an sin irlen ir: evin için de çıt çıkm azdı. Ne v ak it k e n d i sini ziyarete gittim se daim a o k u r veya y azar halde bulm uştum . H u susî h ay atın d a neşeli adam dı. Bir şey a n latırk en sözleri arasına m u h ak k ak n ü k te k arıştırırd ı. A detâ, b u n u yşpm ağa itina ederdi. K e n di gülm ez. K arşısındakine de ne tesir yaptığını kontrol etm ekten h âli kalm azdı. Ş erb etb an e cad d e sinde o tu rd u ğ u zam anlar, b ir Rum k ad ın ile yaşadığı m alûm pm uzdu. N ikâhlı olup olm adığını m erak e t miş, am a öğrenem em iştik. Bu k a dına m ü th iş zaafı vardı. H uriye han ım la sonra evlendi. Çok h as sas b ir adam dı. Bu ince hissi hem halinden, hem de yazdığı şiirle r den anlaşılırdı... Evet, şiir de y a zardı. B unları tü rk ç e yazdığı gibi, erm enice şiirleri de vardı. Bu e r m enice şiirlerini vaktile tab’e tü r - m işti. B unlar, o v ak itten b eri m ü s- liim an olduğuna da şahittir. G ün kü m anzum elerinin sonu — G ’l’ü Y akub — diye biterdi (1). Bir k ere, bu k ad ar sene m ü slü m an - lığını niçin gizlediğini sorm uştum . — Ben A llah için m üslüm an ol- 'dum . H erkese ilân etm ekte ne m ânâ v a r — dem işti... (B u n u n 'a beraber, bazı politik düşüncelerin de buna sebep olduğu zannedilir). D airesindeki b ir odası âdeta k ü çük b ir m escit gibiydi .. D u v a rla rın d ö rt tarafında ây et ve hadis yazılı lev h alar vardı. B urası Y a k u b efendinin ibadetçâhı idi. Beş. v ak it nam az k ılar: pıv.vıfazam ve âdâh üzere oruç tu t a r d ı » Babam m erh u m anlatm ıştı: (B ir gıin T op- hane m ü ftü lü ğ ü n d e n Y ıldıza evrak g ö tü rüyordum . B esiktaşa geldi ğim zam an öğle ezam o b u n u v n r- du. B arb aro s’un tü rb esi k a rşısın daki Sinan Pasa cam iine girdim . D ört re k â t farzın selâm ını v e rir ken, yanım da na.nıaz kılanın G iil- Hi Agob olduğunu görünce h ay ret ettim .)
(A rkası v ar)
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi