• Sonuç bulunamadı

Türkiye'de 1900 Yılından Sonra Meydana Gelmiş Olan VIII ve Daha Fazla Şiddetindeki Depremler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiye'de 1900 Yılından Sonra Meydana Gelmiş Olan VIII ve Daha Fazla Şiddetindeki Depremler"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

VIII VE DAHA FAZLA ŞİDDETİNDEKİ DEPREMLER*

Arş. Gör. Necla SIRAKAYA

Konuya öncelikle depremler hakkında genel bilgiler vererek baş­ lamak yerinde olacaktır. Yerkabuğu içindeki bir kaynaktan ani olarak çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamı ve yer-yüzeyini sarsma olayına "deprem" denir. Büyük patlamalar, ulaşım araçları, kasırgalar, kıyıya çarpan dalgalar titreşim oluştururlarsa da asıl deprem, kaynağı yeraltında olan doğal bir olaydır ve dünyanın oluşumundan beri, büyük fay sistemlerinin var olduğu diri kuşaklar üzerinde ardışıklı olarak meydana gelmiş, bunların sonucunda mil­ yonlarca insanın ve insan eserlerinin yok olmasına neden olmuştur.

Dünyanın oluşumundan beri meydana gelen depremlerden çok şiddetli olanları yerşekli bakımından önemli değişiklikler meydana getirmişlerdir. Örneğin, 1899 yılında meydana gelen depremde Alaska'­ nın güney kıyısındaki "Yakutat Koyu'nun" bazı kısımları 15 metre kadar yükselmiş, bazı kısımları alçalmıştır. 1906 Kalifornia depremi esnasında "San Andreas Fayı" adı verilen bir kırık hattını izleyen 400 km.'lik bir mesafe boyunca yer yer 6 km.'yi bulan bir dekroşman mey­ dana gelmiştir.

Depremlere ait ilk kayıtlar, M.Ö. 2000 yılına kadar uzanır. İlk olarak Aristo deprem konusuyla bilimsel düzeyde uğraşarak sınıf­ landırma yapmıştır. M.S. 132 yılında Çin'de deprem hareketini gös­ teren ilk araç yapılmıştır. 1840 yılında Von Hoff, tüm dünyayı kap­ samına alan bir deprem katalogu yayımlamıştır. İrlandalı mühendis Robert Mallet, depremle ilgili ilk arazi çalışmasını yapmış ve bölgenin hasara ilişkin haritasını, hazırlamıştır. Daha sonraları deprem tehli­ kesiyle karşı karşıya bulunan ülkeler, konuyla ilgili çalışmalar yapmak, aletsel gelişmeleri tamamlamak üzere araştırma enstitüleri kurmuş­ lardır. Böylece XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra, depremler, bu­ günküne yakın bir bilimsel anlayışla incelenmeye başlanmıştır.

*1990 yılına kadar olan depremler ele alınmıştır. *1990 yılına kadar olan depremler ele alınmıştır.

(2)

Depremlerin oluş nedenlerine dair geçmişten günümüze k a d a r pek çok fikir ileri sürülmüştür. Bu olay önceleri birtakım hurafelerle açık­ l a n m a y a çalışılmıştır. Örneğin, ülkemizde, dünyanın bir öküzün boy­ nuzları üzerinde durduğu ve öküzün başını sallaması ile depremlerin oluştuğuna, çok sayıda depremin olduğu Japonya'da ise, dünya kurulur­ ken toprağın içinde kalan bir balığın dışarı çıkmak için yaptığı çırpı­ nışların depremleri oluşturduğuna inanılmıştır. Bugün insanların çev­ relerini daha iyi tanıyıp ölçmeleri, onların depremlerin oluşu üstüne bilimsel birtakım açıklamalar yapmalarına imkân vermiştir.

Bugün depremlerin nasıl ve neden olduğunu açıklayan ve pekçok bilim adamı tarafından kabul edilen teoriye göre depremler, tamamen üzerinde yaşadığımız dünyanın iç yapısının bir sonucu olarak oluş­ maktadır. Taşkürenin altında "Astenosfer" denilen yumuşak üst Manto bulunmaktadır. Burada oluşan kuvvetler, özellikle ,konveksiyon akım­ ları nedeniyle, taşkabuk parçalanmakta, birçok levhaya bölünmek­ tedir. Konveksiyon akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbir­ lerinden uzaklaşmakta ve buradan çıkan malzeme okyanus ortası sırt­ larını oluşturmaktadır. Levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri levhaların sınırları, dünyada depremlerin oldukları yerler olarak kar­ şımıza çıkmaktadır. Dünyada meydana gelen depremlerin hemen büyük çoğunluğu bu levhaların birbirlerini zorladıkları levha sınırla­ rında, dar kuşaklar üzerinde oluşmaktadır.

Levhaların hareketi sonucu oluşan depremler, Tektonik Deprem­ lerdir. Bu depremler çoğunlukla levhaların sınırında oluşurlar. Yer­ yüzünde oluşan depremlerin % 90'ı bu gruba girer. Türkiye'de görülen depremlerin de büyük çoğunluğu tektonik depremlerdir. Bu depremler' gerek şiddet, gerekse etki alanı bakımından en önemli ve en tahripkâr depremlerdir.

İkinci tip depremler, Volkanik Depremlerdir. Bunlar volkanların püskürmesi sonucu oluşurlar. Yerin derinliklerinde ergimiş maddenin, yeryüzüne çıkışı sırasındaki fiziksel ve kimyasal olaylar sonucunda oluşan gazların yapmış oldukları patlamalarla bu tür depremlerin mey­ dana geldiği bilinmektedir. Bunlar yereldirler ve önemli zararlara neden olmazlar. Türkiye'de aktif volkan olmadığı için bu tip depremler ol­ mamaktadır.

Bir başka tip de Çökme Depremleridir. Bunlar yeraltındaki boş­ lukların (mağara), kömür ocaklarında galerilerin, tuz ve jipsli

(3)

arazi-lerde erime sonucu olan boşlukların t a v a n b l o k u n u n çökmesi ile oluşur­ lar. B u n l a r da yereldirler, fazla zarara yol açmazlar.

Odağı deniz dibinde olan derin deniz depremlerinden sonra, de­ nizlerde kıyılara k a d a r ulaşan ve bazen kıyılarda b ü y ü k h a s a r l a r a n e d e n olan dalgalar oluşur ki b u n l a r a " T s u n a m i " denir. Deniz deprem­ lerinin çok görüldüğü J a p o n y a ' d a T s u n a m i ' d e n 1896 yılında 30.000 kişi ö l m ü ş t ü r .

H e r h a n g i bir derinlikteki depremin, yeryüzünde hissedildiği bir n o k t a d a k i etkisinin ölçüsü, o depremin şiddeti olarak tanımlanabilir. B u n u n için " D e p r e m Şiddet Cetvelleri" hazırlanmıştır. B u g ü n kul­ lanılan başlıca şiddet cetvelleri, değiştirilmiş "Mercalli Cetveli (MM) ve " M e d v e d e v - S p o n h e u r - K a r n i k (MSK) Şiddet Cetvelidir. H e r iki cetvel de X I I şiddet derecesini k a p s a m a k t a d ı r . Bir de Prof. R i c h t e r t a r a f ı n d a n geliştirilmiş " R i c h t e r Ölçeği" vardır. B u r a d a , sismograf k a y d ı üzerinde olan ibrenin sarsıntıdan kaydettiği e n b ü y ü k s a p m a m i k t a r ı n d a n gidilerek depremin m a g n i t ü d ü hesaplanır. Magnitüd, depremin enerjisi h a k k ı n d a fikir verir, ancak depremin hasar y a p m a ve hissedilme derecesi h a k k ı n d a fazla bir fikir vermez. M a g n i t ü d ü a y n ı olan iki d e p r e m d e n sığ olanı d a h a çok hasar y a p a r k e n , derin olanının yapacağı hasar d a h a az olacağından a r a d a bir fark olacaktır.

D e p r e m i n şiddeti bir ölçüde süresine de bağlıdır. Depremler (Yıkıcı olanları) genellikle 10-15 saniyeden b a ş l a y a r a k 1-2 d a k i k a y a k a d a r uzayabilir. Bir bölgede hasar y a p m a y a n a n c a k insanlar t a r a f ı n d a n hissedilen ve h e r g ü n çok sayıda o l m a k üzere b i r k a ç ay k a d a r d e v a m eden depremlere "Deprem. F ı r t ı n a l a r ı " denir. Y u r d u m u z d a 1965'te Salihli civarında, 1974 yılında Ç a n a k k a l e - E z i n e civarında ve 1975 yılında Kars-Selim civarında d e p r e m fırtınaları olmuştur. T ü r k i y e Alp D e p r e m Kuşağı denilen bölgede yer aldığı için, belki de d ü n y a d a en çok sayıda depreme m a r u z k a l a n birkaç ülkeden birisidir.

Türkiye'nin Genel Tektonik Durumu ve Deprem Bölgeleri Arasın­ daki ilişkiler

T ü r k i y e , Akdeniz deprem kuşağı üzerinde, çok yeri henüz yerleş­ memiş Alpin kıvrımlar k u ş a ğ ı n d a d ı r1. Yeryüzünde sürekli ve yıkıcı

depremlerin olduğu kuşağa girmektedir. Bu depremler esas itibarıyla A n a d o l u ' n u n a l t ı n d a k i m a ğ m a n ı n aktif olduğunu v e m a ğ m a d a biriken

(4)

enerjinin fay hatları boyunca yüzeye çıkması ile oluştuğunu göstermek-. tedir2. Türkiye'de meydana gelen tüm depremle rtektonik kökenlidir. Bilindiği gibi Türkiye'nin tektonik yapısında aktif fayların önemi büyüktür. Bu faylar, en son jeolojik çağlar, Pliosen ve Kuaterner esnasında teşekkül etmişler, o zamandan beri canlılıklarını devam ettirmişlerdir.

Türkiye'de aktif fayların en tipik örneği Kuzey Anadolu Fay'ıdır. Yaklaşık 1300 km. uzunluğundaki bu fay, doğrultu atımlı ve sağ yönlü olup, tek bir kayma düzlemi olmayıp, çok sayıda parçalardan oluşmuş, 500-1000 m. genişlikte bir fay zonudur. K.A.F.Z. Biga yarım­ adasında, Yenice-Gönen'den başlayarak Abant-Bolu-Gerede-Ilgaz Tosya - Ladik - Erbaa - Kelkit Vadisi - Erzincan Ovası-Elmalı Deresi -Varto'dan Van Gölü kuzey kenarından geçerek İran sınırına ulaşır. Bu fay sistemi tam anlamıyla aktif olup, zaman zaman şiddetli ve yıkıcı depremlere sebep olan yatay kayma hareketlerine sahne olmaktadır. Bu fay sistemi, Antakya-Maraş-Pazarcık-Gölbaşı-Hazar Gölü-Bingöl üzerinden devam eden Doğu Anadolu Fay Kuşağı ile birleşmektedir. Ayrıca Ege Bölgesinde doğu-batı yönünde uzanan Gediz, Büyük ve Küçük Menderes Havzaları dahilinde, Burdur, Acıgöl, Sultan Dağları' nın kuzey eteklerinde uzanan faylar boyunca ve Doğu Anadolu'da; güneyde Van Gölü çevresinde, kuzeye doğru Malazgirt ve Tutak ile Erzurum-Pasinler-Horasan Havzaları dahilinde uzanan fay hatları boyunca da zaman zaman yıkıcı depremler olmaktadır.

Türkiye'deki grabenlerin de büyük bir kısmı aktif durumdadır. Bunların dipleri yavaş yavaş çökmekte, kenarları ise izafî olarak yük­ selmektedir. Eğim atımlı faylardan ve grabenlerden aktif olanlar; Batı Anadolu'da, Ege kıyılarında, Marmara Denizi içinde, Saros, Edremit, İzmir körfezlerinde, Gediz, B. ve K. Menderes vadileri ke­ narlarında, Amik ovası grabeninde ve bu grabenin kuzeydoğu isti­ kametindeki uzantısında yeralmıştır. Kuzey Anadolu'da İznik-Ban-dırma hattı, Adapazarı-Düzce-Hendek grabenleri de bu gruba girer.

Dip kısımları hızla çöken havzaların başında Ergene Havzası, Adana-Ceyhan depresyonu-Bafra ve Çarşamba deltaları gelmektedir. Daha az hareketli olanları ise Manyas gölü, Tuz gölü, Van depresyon­ ları ile Taşova-Erbaa ve Erzurum-Pasinler havzalarıdır. Bahsedilen aktif fay zonları ile mobil depresyon sahaları, esas itibarıyla şiddetli ve sık sık depremlerin olduğu yerlerdir. (Harita 2).

(5)

Yurdumuzdaki deprem bölgelerine gelince; I. derecede deprem bölgesini Kuzey ve Doğu Anadolu fay kuşağı boyunca uzanan sahalar ile Batı Anadolu'da grabenlerin uzandığı alanlar, I I . derecede deprem bölgesini I. derecedeki deprem bölgesinin çevresi, I I I . derecede deprem alanlarını ülkemizin hemen her tarafı, IV. derecede deprem alanlarını ise İç Anadolu'nun güneyi ile Akdeniz arasında olan sahalar oluştur­ maktadır. En yıkıcı depremler ise yeraltı suyu bakımından zengin olan

dolgu veya alüvyal alanlarda meydana gelmektedir. Türkiye'nin yak­ laşık % 22'si I. derece deprem kuşağında, % 30'u I I . derece deprem kuşağında, % 45 kadarı ise I I I . ve IV. derecede deprem kuşağında yer almaktadır.3

Referanslar

Benzer Belgeler

Kesici, “Gölde azot-fosfat gibi besi elementlerinin a şırı oranda artışıyla birlikte gölde yeşil ve mavi-yeşil alglarının çoğalmasıyla, göl suyundaki

Germencik Tarım Kredi Yönetim Kurulu Üyesi Erol Önder ile Turanlar köyünden bir grup çiftçi, Büyük Menderes Nehri’nde yaşanan kuraklığı göstermek için kurayan alanda

1960’larda ABD’ye ait bir keşif uydusunun ve günümüz uydu- larının farklı zamanlarda elde ettiği görüntüler saye- sinde, antik kentsel alanın geçirdiği değişim, tarihi

Birinci Dünya Harbinden sonra Vilson’un 14 noktası ve «Cemiyet-i akvam» ideali kötü bir barış politi­ kası sonucunda soysuzlaşıp gerçekleşmedi ve Hitler

Akci¤er kanserli hastalar›n profiline bak›ld›¤›nda; genellikle ileri yaflta, performans› iyi, sigara içi- cisi ve en s›k olarak gö¤üs a¤r›s›, öksürük veya

Sularda yaşayan böceklerin bazıları vücutlarındaki tüyler ile hava kabarcıklarını suyun altına indirerek yapay bir solunum zarı meydana getirir.. Bir kısmında ise su

 Natüralizm doğanın tüm gerçeklik olduğunu savunur . 

ORTAÇ BİLEŞİMLİ SUBVOLKANİK/ VE VEYA DAMAR KAYAÇI Hidrotermal alterasyona maruz kalmış örnekte çoğunluğu plagiyoklaz, az bir kısmıda ortoklaz bileşimli olan