• Sonuç bulunamadı

Hatıralar:Sultan Hamid devrine ait hatırladıklarım

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hatıralar:Sultan Hamid devrine ait hatırladıklarım"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Hâtıralar

Sultan Hamid

devrine ait

hatırladıklarım

Çocukluk y ılla n — Selâm lık töreni —

Jurnalciler — Y akılan kitaplar —

Sultan Hamid hakkındaki iftiralar. —

Cülûs yıldönüm ü ve iftiralar —

M eşrutiyet ve sonrası

Seniha Sami Morali. ~ ~ ~

---Seniha Sami Morali

■ ■

Q MRÜMÜN ilk yılları, II. A bdülham id devrinin son yıllarında geç;ti.

Boğaziçinde, K anlıca’da güzel b ir yalıda oturuyorduk.

Kayıkhane yem ek odasının altın d a idi. Dalgaların sesini işitirdik. B iraderim in İn ­ giliz olan dadısı, b ir gün sordu:

— E sk i zam anda öldürülenleri buradan m ı denize atarlardı?

Eski zam anda Boğaziçinden geçen ec­ nebiler, yalıların altındaki kayıkhanelere şüpheli b ir nazarla b ak arlard ı. Miss, öyle b ir şey okum uş, yahut işitm iş olmalıydı.

K aradeniz’e akıntıya karşı giden şileple­

ri seyretm ek eğlenceli idi. Pek yakın ge­ çerlerdi. H epsinin bandırasım öğrendik: İngiliz, Fransız, Alman, Nemse, İtalyan. Şim di o n lard an hiç birini görem iyoruz bu­ rada. İki eski Rus v apuru da vardı. Rus bayrağı da değişti şim di. B ir de Rom anya yolcu vapuru vardı: Regele Carol. Fazla s ü r’atle geçtiği için halk, «deli vapur» di­ ye isim takm ıştı. D algaları rıh tım ları su içinde b ırak ır, sandalları fena sarsardı. Sandalla gezdiğimiz zam an norm al s ü r’at- te geçen v ap u rların dalgalarında sallan­ mayı severdik.

K aradeniz'den gelen v ap u rla r Boğaz’m o rtasın d an akıntıyı tak ib ettik leri için uzaktan görürdük, fak at yine bandıraları seçilirdi.

(2)

Eksik olan Osm anlı şilepleri idi. Yalnız Şirketi H ayriye vapurları vardı. Yelkenli­ ler, m avnalar çoktu.

Şirketi H ayriye vapurları pek m u n ta­ zam işliyorlardı. B ahriye N ezâreti’ne bağ­ lı olan îd a re i M ahsusa vapurları M arm a­ ra sahilleri ve ad alara gidip geliyorlardı. V apurlar yandan çarklı idiler. E lek trik tenviratı hiç b ir yerde yoktu. Ezanı saat kullanılm asının b ir faydası vardı: Gezme saati değişmezdi. K aranlık basınca h e r­ kes evine avdet etm iş bulunuyordu.

S atıcılar büyük kayıklarla geçerlerdi. Sebze, meyve, denizden alınırdı. S atın alı­ nacak karpuzlar, k avunlar yalıların hu su ­ sî rıh tım ların a serilerek bırakılırdı. B ir m an ifatu racı Yahudi şivesiyle, m alını sa­ tard ı: «Çorab, mendil, yaşm ak, ince dan- telalar, zarif fistolar, âlâ kum aşlar!» Da­ vet edilince rıh tım a yanaşır, yalının alt katındaki büyük sofada m allarını sere r­ di. H erkes beğendiğini alırdı. Bu vesileyle o rad a toplanm ak biz çocuklar için b ir eğ­ lence olurdu.

M ürebbiyemizle İngilizce konuştuğum u­ zu işidince ih tiy ar Yahudi m eraklandı:

— Ben çocukken İngilizce öğrenm iştim , dedi. K ırım Harbi zam anında İsta n b u l’da Didonlar (*), Ingilizler dolu idi. B eni öte beri işlerde koştururlardı.

Geceleri bekçinin sopasını kald ırım lara v u rarak saati bildirm esi beni uykudan ya­ rı uyandırdığı halde, derin b ir ra h a t ve em niyet duyardım .

H ırsızlık azdı. C inayetler pek az ve ek­ seriya hissî sebeplerden dolayı idi ve ce­ zası da on beş sene hapisdi.

H ayat şakin ve ucuzdu. Fakat b ir gölge üzerim izde dolaşıyordu: Osmanlı m em le­ ketlerini h e r ta ra fta n saran düşm anların hâinâne em elleri ve hileleri ile içerden ga- ra z k â r u n su rların sinsi faaliyetine karşı durm aya uğraşan ağır b ir istibdâd Fuad Paşa’nm şu sözü m eşhurdur: «Biz içerden, siz dışardan yıkm aya çalışıyoruz, yine yı­ kılmıyor.» Evkaf ve Posta N ezaretleri m üstesna olarak m em urların ve m ütekaid- lerin, yetim ler ve dulların m aaşı iki ayda b ir çıkar, hem de eziyetle alınırdı. Ka­ d ın lar çok defa Mâliyeden elleri boş dö­ nerlerdi. İntizam yoktu. Vakti belli değil­

di. Annemi görm eye gelen K anlıcalılardan melez Cemile H anım anlatıyordu. Maaş al­ m aya gittiği zam an öyle b ir kargaşalık olm uş ki, kadıncağız «Ezilirim» diye kork­ m uş, ölüsünü ta n ısın lar diye avazı çıktığı k a d a r «Ben K anlıcalıyım !» diye haykırm ış. Sonunda m aaş çıkm adan avdet etm iş. B ir gün k adınlar Maliye N âzırını şemsiyeleri :1e dövdüler. E rtesi sabah irade çıktı, m a­ aş verildi. M ühür ile m aaş alm ak m üm ­ kün olduğu için birçok hanım lar, evrak vc m ühürlerini becerikli b ir kim seye tev­ di ederlerdi.

SELÂMLIK TÖRENİ

H er cum a günü S ultan H am id, Selâm ­ lık m erasim inin H am idiye cam iinde icra edilm esini em rederdi. E rtesi sabah bu h a­ vadis, bütün gazetelerin baş sü tu n u n d a şu şekilde ilân edilirdi:

«Hûrşid-i füyûzât-efzâyı h ilâfet’üs-salta- nat, te m îr’ül-m üm inin-i m aâli m enkabet, nebâhat-bahşende-i erike-i iclâlü ikbâl ve şeref-efzâyı m akâm -ı hilâfet-i âl'ül-âl, tâcdâr-ı âlicâh ve şehriyât^ı ulviyet-ikti- nâh efendim iz hazretleri, dünkü gün edâyı fariza-i salât niyet-i H udâpesendânesiyle Selâm lık resm-i şevket-m ürtesim inin Ha­ midiye cam i’n-nûr lâm iinde icrâsını em H i ferm ân buyurm uşlar...» ilh.

Bu basm a kahb havadisin b ir ikinci ka­ lıbı vardı, değişiklik olsun diye ara sıra neşredilirdi.

E rkekler, k ad ın lara nisbetle daha sıkı b ir baskı altında idiler. B irkaç kişi o lu r­ larsa serbest toplanam azlardı. Vükelâ ve yüksek m em urlar, m ak am ların d an başka yere serbest gidem ezlerdi. Yazın aileleri ile b irlik te Boğaziçi’nde, M arm ara sahilin­ de yahut A dalar’daki sayfiyelerinde ika­ m et ederlerdi. 1902 senesi yaz mevsimini A dalar’da geçirm eleri m ahzurlu görüldü. V ükelânın kim i kışlık k o naklarında kal­ dı, kim i Boğaziçi’nde b ire r yalı kiraladı. Bu yasak üç sene devam etti. B ir riva­ yete göre hanım ların A dalar’daki kıyafet­

(•) Fransız askerleri halka «Dis done» diye hitap ettikleri için kendilerine bu isim verilmişti.

(3)

leri fazla açık sayılm ış... Evvelden beri, A dalar’da, Kadıköy ile civarında yeldirm e ve b aşö rtü sü ile gezerlerdi. Boğaziçi'nde çarşaflı gezilirdi.

Y aşm ak m odası geçmek üzere idi. An­ cak cum a ve p azar günleri, ilkbaharda Kâ- ğ ıdhane’de a rab a ile ve yazın Göksu’da kayık ile gezerlerden yaşm aklanırlardı. S arayda yaşm ak m ecburî idi.

H anım ların çarşaflı ve yüzleri peçeli gezm elerinden dolayı Sultan H am id’in ca­ nı pek sıkılm ıştı; k a t’î su re tte yasak etti. Y aşm ak ve feracesi olm ayan kadınlar, çar­ şafın pelerinini om uzlarına indirdiler, b aş­ larını ö rttü ler. F akat m oda ile kim başa çıkabilir? M eşhur b ir söz vardı: «Padişah yasağı üç gündür.» D ördüncü gün yüzler peçelendi, pelerin başa örtüldü.

JURNALCİLER

Babam , sazı pek severdi. B ir yaz gecesi yalıda, deniz üstündeki taşlık ta seçme sâzendelerden b ir heyet toplam ıştı. Pek sam im î a h b a b la n n d a n M ısırlı Said H alim P aşa’dan başka kim seyi davet etm eye ce­ sa re t etm edi. B ir de K andillin A lbert Gla- vani ism inde b ir Levantin ahbabı vardı, herkes fesli o tu ru rk e n şapkasını ç ık a r­ m ış, başı açık oturuyordu. Bovacıköy’de ik am et eden m ütekaid b ir zat, H akkı Pa­ şa, tesadüfen sandalla yalının önünden ge­ çerken b ir lâhza durdu, hal, h a tır sordu.

Yalının ü st k atın d a harem salonunda annem , ak rab ad an iki üç hanım la birlikte o tu ru y o rd u Sazı dinlem ek için pencerele­ rin sto rların ı açtılar. D ışardan görülm e­ m ek için lâm baları söndürdüler. Sigara içiyorlardı

O gece Yıldız’a b ir ju rn a l yetiştirildi. Saz dinlem ek bahanesiyle Sam i Bey’in ya­ lısında b ir siyasî suikasd hazırlanıyorm uş. B ütün vükelâ m azulleri, (H akkı Paşa), b ü ­ tü n sefirler (Albert Glavani) aşağıki k a tta toplanm ışlar. Y ukarıdaki odalard a b ü ­ yük b ir kalabalık varm ış, k aran lık ta giz­ lenm işler, fak at sigara içtikleri görülm üş. B abam derhal Yıldız’a çağrıldı. Tahki­ k at yapıldı. H akikat kolayca ortay a çıktı. B aşka b ir zam an babam yine Saraya çağrıldı. Başm abeynci tarafın d an isticvab

edildi. Şüpheii kim selerle görüşm eci, Padi­ şahın teessürünü m ucib oluyorm uş. Ba­ bam sordu:

— K im m iş o şüpheli kim seler? Söyleyin. H alim Paşazade Said Paşa ile sık görüşü­ yorum . Onun aleyhinde bir şey işitilm iş midir? Eğer m em leketim in aleyhinde kö­ tü niyeti olan birisini bilsem ben haber verirdim .

Bu defa da b e ra a t kazandı.

S ırbistan kıralı Milan öldürüldüğü za­ m an eniştem İsm ail Cenânî Bey «Darısı bizim kinin başına» dedi diye ju rn a l edildi. O da M âbeynde isticvab edildi. Sordu:

— K im e söylem işim bu sözü?»

İsim verilince o adam ı hiç tanım adığı­ nı, b ir defa olsun konuşm adığını, selâm verm ediğini isbat etti. O da böylece b eraat etti.

Ju rn alin yalan olduğu isb at edilince ta ­ kibat yapılm azdı. F akat iftira eden jur­ nalci cezalandırılm azdı. H akikî b ir ceza görürse, belki bir daha h ab er verm ekten çekinir diye afvedilirdi. F akat İsm ail Ce­ nânî Bey’e edilen iftira pek ağırdı Onu uyduran zat, Anadolu’ya becayiş edildi. Ailesi ile b irlikte M eşrutiyet ilân edilin­ ceye k a d a r İsta n b u l’dan uzak b u lu n d u ­ ruldu.

D ört kış, N işantaşı caddesinde o tu r ­ m uştuk. Veliahd Reşad Efendi ile üç oğlu, Dolm abahçe’deki Veliahd D airesinden B alm um cu’daki çiftliklerine giderlerken önüm üzden geçerlerdi. O çiftlikten başka yere gitm elerine m üsaade yoktu. Veliahd daim a küpe arab asın d a idi. Oğulları ba- zan a ta binerlerdi. A rkalarından, m erte­ belerine göre Reşad E fendi’nin d ö rt, Zi- yaeddin E fendi’nin üç, kardeşlerinin b ir yahut iki seyisi giderdi. Daha uzaktan ay­ nı nisbette dört, üç, iki hafiye, atlı o larak onları izlerdi. Pek genç olan Hilm i Efendi için bu b ir eğlence idi Atını b irdenbire d u rd u ru r, ark asın a b akardı. Hafiye, gûya belli olm asın diye b ir yan sokağa sap ar, fak at yine gözden kaçırm azdı.

B ir gün annem ark a sokaktan yaya ola­ rak geçerken Hilmi Efendi de orad an geç­ m iş B ir evin kafesli penceresinden b ir kadın sesi işidüm iş:

— A slanım ! Ö m rüne bereket!

(4)

Saraydan çırak edilm iş b ir cariye, Şeh- zâdeyi görünce m eraklanm ış olmalıydı.

E rtesi gün h ab er aldık ki o ev basılm ış, içi araştırılm ış.

YAKILAN KİTAPLAR

M aarif N ezâretinin resm î m üsaadesi ol­ m adan hiç b ir eser ta b ’edilemezdi. Bazı isim lerin kullanılm asından korkulurdu: Murad, Reşad, Yddız, m illet, cum huriyet» gibi... Küçük çocuklara m ahsus b ir k ıraat k itabında «kuyruklu yıldız» yerine ku y­ ruklu kevkeh » yazılm ıştı. Çam lıca’nm m eş­ h u r Millet Bahçesi «Belediye Bahçesi» olm uştu.

Şüpheli k itab lar ham am külhanlarında yakılırdı. Hocam , İhsan Efendi (Allah ra h ­ m et eylesin), b ir defa beş k u ru ş rüşvet ve­ rip b ir edebiyat kitabını k u rtarm ış. Kitabı bize hediye etti. Edebiyat kitabı idi. İçinde siyasete aid tek kelim e yoktu

İktıta-f ism indeki pek değerli b ir k ıra a t kitabında N am ık K em al’den bazı p a rç a ­ la r nakledildiği halde adı yazılm am ıştı.

DONANMANIN HALİ VE

ASKERİN PERİŞANLIĞI

Osmanlı donanm ası H aliç'de çü rü tü lü ­ yordu. H albuki S ultan Abdülaziz devrinde donanm am ız dünyada üçüncü idi, İngiltere ve F ransa donanm alarından sonra geli­ yordu Evimizin karşısında İstinye koyun­ da küçük b ir istasyoner dem irliydi. Tam m ânasiyle stationnaire idi. Yerinden kalk­ m asın diye m akineleri sökülm üştü. B ir topu b ırakılm ıştı ki, R am azanda ifta r ve im sak vakitlerini h ab er verm ek için kul­ lanılırdı.

Sultan H am id, h âtıraların d a, donanm a­ mızın kuvvetinden İngiltere kuşkulanıyor diye H aliç’e kapattığını söylüyor. K orku gösterm ek elbet daha tehlikelidir. Ancak kuvvet gösteren kendini saydırır. Tesalya H arb i’ne sebebiyet veren Girid meselesi sırasında, ikjja m r zırhlının Ç anakkale’ye r doğru ko rk arak gittiklerini gördüm . Bir | zam an sonra İngilizce b ir m izah gazete­

sinde şu tekerlem eyi okudum :

H am idi Daydi sat upon Crete, H am idi Daydi called fo r his fleet. B u t all its horse powers, so the tale

tells, W on't pull those old ships through the Dardanelles. K üçük b ir çocuk olduğum için tuhafım a gitm işti. Çünkü «H um pty D um pty sat on a wall» diye başlayan m eşh u r b ir tek er­ lemeye nazire idi.

En fecî vaziyet İstan b u l dışındaki asker­ lerin hali idi. Anadolu çocukları Yemen’ de çürütülüyorlardı.

M eşhur b ir halk şiiri vardı:

Havada bulut yok, bu ne dum andır? M ah’lede ölü yok, bu ne figandır? Ş u Y em en elleri ne de yam andır. Ah! O Y e m e n ’dir! yolu çim endir. Giden gelm iyor, aceb nedendir?

Anadolu’nun soğuk dağlarından Arabis­ ta n ’ın kızgın çöllerine sevkedilen askerler, sefalet içinde sürünüyorlardı. Bazısı, b ir kaç kuruş kazanm ak için çorab yahut dan­ tel örerlerdi. Terhis vakitleri gelince te r­ his edilm ezlerdi M emlekete avdet eder­ lerse belki bu hali a n la tırla r diye k o rk u ­ luyor m uydu acaba? B ir gün H icaz’ın b ir şehrinde taham m ülleri kalm ayan gençler isyan ettiler. Vali. «Vurun» em rini verdi. Bu em ri alan binbaşı, sabaha k a d a r na­ maz kıldı. Kendi ta b u ru n a em retti: «Ha­ vaya atın kurşunları.» F akat biçare âsiler açlığa kaç gün dayanabilirlerdi? Nihayet teslim oldular. M uhtelif yerlere sevkedil- diler. Çileleri bitm em işti.

E ğer A nadolulular pek genç evlenmese- lerdi, nüfus daha da azalacaktı. Askere alınm adan evvel on beş, on altı yaşında evlenirlerdi.

İFTİRALAR

Ama, S ultan H am id çok da iftiray a uğ­ ram ıştır. Hele hal’edildiği zam an en iğ­ renç iftira la r neşredildi, h e r lisana te r ­ cüm e edildi.

K an dökücü değildi. Hiç b ir m ahkûm u idam e ttirm iştir. B ütün felâketi vehim ve cesaretsizlikti K endinden evvelkilerin akıbeti zihnine dokunm uştu. Ancak ânî b ir

(5)

Sultan II. Abdülhamid'in, cuma selâmlığında Hamidiye Camii önünde çekilen bir fotoğrafı.

tehlike karşısın d a soğukkanlı ve m etin idi, m uayede esnasındaki zelzele ve Yıl- dız’da atılan bom ba hâdiselerinde olduğu gibi... S ultan M urad evvelce nisbeten ser­ b est iken, Ali Suavi vak’asından sonra pek sıkı b ir m uhafaza altın a alındı. Çırağan S arayı’nın önünde kim se duram azdı. Bak- m ıya bile korkulurdu. îsm i söylenm ekten çekinilirdi.

M arazı vehm inden dolayıdır ki, Sultan H am id, kendisini Yıldız S arayı’na h ap set­ ti. M illetiyle tem as etm edi, derdlerinden hab eri olm adı. B unu telâfi etm ek hulya- siyle geniş b ir hab eralm a sistem i k u rd u ki bu, um um un n efretini m ucib olan b ir ju rn alcilik sistem ine dönüştü. H erkesin ra h atı kaçtı.

H alkın toplanm asından öyle kork u lu ­ yordu ki, yangın olduğu zam an bekçi so­ k ak lard a dolaşarak ve sopasını yere vu­ ra ra k , «Yangın var!» diye hay k ırırk en ne­ rede olduğunu kasden yanlış söylerdi. B ir gece «Bebek'te!» diye bağırıyordu. Teyze­ m in evi B ebek’te olduğu için annem me­ ra k e tti K arakola b ir uşak gönderip taf­ silât istedi. Şu cevab geldi:

— R esm îsi Bebek, fa ka t doğrusu Ar;na- vudköy.

H anım lar şehirdeki tiy a tro la ra gidemez­ lerdi. F akat Kadıköy’de, Ç ubuklu’da, Gök­ su çayırında yazlık b ire r tiy atro k u ru lu r­ du. Bazısının locaları bile vardı. P arterin ü stü açıktı. Cuma, pazar günleri M ınakyan’ ın d ram ları yahut m eşh u r kom iklerin oyunları oynanırdı. K om edileri ne k ad ar severdik! Hem de şim diki oyunlar ve film ­ lere nisbetle nezihdi. Pırıltılı elbiseleriyle sahneye çıkan k an to cu lar da pek hoşu­ m uza giderdi. Oyuncu k ad ın lar gayrim üs­ limdi. M üslüm an erk ek ler ecnebi rolü oy­ narken şapkayı ellerinde tu tab ilir, fak at b aşların a giyemezlerdi.

Sultan H am id, evvelce Güllü Agob'un tiy atro su n u kapattığı zam an kendisini Sa­ raya alm ıştı. Pek sevdiğimiz A bdürrezzak’ı da S araya aldı N ihayet b ü tü n tiy a tro la r kapatıldı. Biz çocuklar, pek üzüldük. Bazı kışları şehirde geçirdiğim iz için m ürebbi- yemiz bizi Beyoğlu’ndaki ecnebi oyunla­ rına, sirklere götürürdü.

Sirklerdeki n u m aralard an birinde, yeni icad edilm iş b ir şey gördük: sinem a.

(6)

Sultan H am id çok m ektebler, hastaha- neler açtı. Müzeyi o açtı. H am idiye suyunu şehre getirdi. B ir kızı henüz yaşını dol­ d urm adan ölünce adına «Hadice Sultan E tfa l Hastanesi»nı açtı. Bugünkü Şişli Çocuk H astan esi’dir. Küçük S ultanın adı kaldınlm ışdır.

Sultan H am id hayrı sevdiği halde, bü­ tü n h arek âtın a vehim ve şüphe hâkim ol­ du. Millete yüzünü gösterm edi. Resmî bile görülm ezdi En yüksek m em uriyetleri tev­ di ettiği rical arasın d a irtik âb ve rüşvet ile m eşhur o lan lar çoktu. Tanıdığım ız bir zât, «Kaf Dağının arkasında m ünasebet­ siz bir adam olduğunu duysa efendim iz hizm etine alırdı.» dem işti. M aam afih Saray erkânı ve devlet ricali arasın d a m ü sta­ kim ve faziletli olanlar da çoktu. Halk, bunlardan, gayet tabiî olarak «nam uslular» diye bahsederdi.

CÜLUS YILDÖNÜMÜ VE EĞLENCELER

K

Sakin ve yeknesak hayatım ızın en neş’ eli günü, cülûsun yıldönüm ü idi. Bu; 19 Ağustos, yani şim diki takvim e göre 1 Ey- lül’e tesadüf ediyordu. Ç ocuklar için b ir sene pek uzundur. Nasıl beklerdik «Donan­ m a Gününü»! Boğaziçi kıyıları m um lu fe­ nerlerin ışıkları içinde pırıldar, fişekler atılırdı.

B ir iki gazete m uhabiri evleri dolaşır, p a ra toplardı. E rtesi gün gazetede o k u r­ duk. Beş kuruş veren için «Evini donat- m ışdır» diye yazardı. B ir Mecidiye veren­ lerin donanm ası daha şatafatlı yazılırdı. B ir lira verilirse «Kanâdil-i süreyyâ-m isil ve tâk-ı zafer-nitâk» diye tâ rif edilir ve ilâve olunurdu: «Ziivvâre şerbetler damıtıl­ dı ve tâbe sabâh icrây-ı şehrâyin edildi » Yazın en lâtif eğlencelerinden b iri meh- tab d a saz âlemi idi. Abdülhak Şinasi Hi- sar'uxjw *d retli- kalem inden «Boğaziçi Meh- tahları» adlı kitabında bu âlem öyle can­ landırılm ış ki b u rad a ilâve edilecek b ir şey yok. Erm eni patırd ısm d an sonra, o da birk aç sene m üddetle yasak edildi.

İlk b ah ard a b ir gün Çam lıca çayırında zencilerin an'anevî m erasim leriyle, ot to p ­ lam aların ı seyrettik. Çayırda dağılıp ot

topladıktan sonra biri tef çalar, öbürleri oynarlardı. Çoğu kadındı. En b aşta ufak tefek b ir adam , başındaki kalpak çiçekler içinde, bir elinde baston, b ir elinde şem si­ ye, oynuyordu. O yunculardan bazısının «Babası tutuyordu». En sonra gidiyorlar, b ir ağacın altın d a o tu ran godyam n elini öpüyorlardı.

Aynı m erasim in h e r sene b ir defa İsta n ­ b u l’un öbür çayırlarından icra edildiğini öğrendik.

VE MEŞRUTİYET...

Sadrıâzâm Halil H âm îd Paşa ahfadın­ dan Rauf Bey ile evlendiğim zam an, Bü- yükdere rıhtım ı üzerindeki b ir yalıya y er­ leşmiş bulunuyorduk. A rkasındaki arazi, bugün aynı haldedir, sed sed bahçenin üst tarafındaki koru, S arıyer’e bak an te ­ peye k ad ar uzanıyor.

Evde, m uhitte, hayat yeknesak devam ediyordu. Kaçgöç âdeti kalkm aya b aşla­ m ıştı, ancak bizim evde b abam bu âdeti m uhafaza ediyordu.

Çocukluk ark ad aşı olan Abdülhak Hâ- m id Bey, babam ın evde olm adığı b ir gün bize m isafir geldi. Rauf, kendisini k a rşı­ ladı. A m calarım ın en küçüğü olan H am ­ dullah o gün bizde m isafir bulunduğundan dolayı, o da görüştü (sonradan H am dul­ lah Subhi T anrıöver diye tanm m ışdır). Büyük şair gittikten sonra genç şairler harem e avdet ettiler. H am dullah beni ayıpladı:

— A bdülhak H âm id evine geliyor da görüşm üyorsun, dedi.

— Ne çare! dedim . B izim evin âdeti de­ ğişmez. Babam ın m uhafazakâr olduğunu biliyorsun.

24 Temmuz 1908 sabahı annem le yalnız oturuyordum . Y usuf am cam geldi, sordu:

— B ugünkü gazeteyi gördünüz mü? G örm em iştik. Gösterdi:

«Davlet-i Aliyye-i O sm aniye’nin resm î salnam esinde her yıl neşredilen Kanun-ı E sa silin ta tb ik edileceği» resm en ilân edi­ liyordu.

Yusuf am cam , Z iraat N ezâreti m ü fettiş­ lerinden idi. O sabah bize gelm eden evvel

(7)

N âzır Selim M elheme P aşa’ya gitm iş, m üjdelem iş. Amcam muzibdi. «Paşa o tu r­ du, uzun m üddet düşündü» diye anlattı.

E rtesi gün işittik ki Selim M elheme Pa­ şa, b ir İtalyan v apuruna iltica ederek kaçm ış. D am adı İtalyan asilzadelerinden- di, kendisine yardım etm iş. Selim Paşa M arunî, karısı K atolik idiler.

K orku ahaliyi öyle sin d irm işti ki, o sa­ bah birçok kim se okudukları gazeteyi giz­ lediler, o ilânı okum ak suç o lu r diye k o rk ­ tular.

F akat sıkı b ir tazyik altından b ird en b ire uyanan gençlik galeyana geldi. H er ta ra fta nüm ayişler oldu. «Yaşasın hürriyet! Ada­ let! M üsavat!» diye h ay k ırarak ortalığı çın la ttıla r G ayrim üslim u n su rla r da bu nüm ayişlere katıldılar. «YaşaÂn serbest­ lik!» diye haykırdılar.

T ürklerin ekalliyette oldukları geniş OsmanlI m em leketlerinde öyle b ir m eşru ­ tiyetin ta tb ik edilm esinin m üm kün olm a­ dığını düşünen yaşlı ve tecrübeli kim se­ ler tered d ü d içinde idiler.

S ultan H am id, yeni cülus ettiği zam an bunu tecrübe etm iştir. Ancak «Teşebbüs-i şahsî ve adem -i m erkeziyet» ile Osmanlı Devleti'nin kurtulabileceğini idrak edecek k a d a r zekî ve anlayışlı idi, fak at hem şire­ zadesi S abahaddin Bey’in tasavvurunu ta t­ bik edecek azim ve cesaret kendisinde yoktu.

İk tid arı ele alan îttih a d ç ıla r siyasetten habersizdiler. H er m uhalefeti şiddetle b a s­ tırm ak tan başka şeye akılları erm iyordu. R um eli’yi kana boğan kom itecilerle b a ­ rıştılar. Rum kilisesi ile B ulgar kilisesini b a rıştıra ra k m ü şterek en fesad çevirm ele­ rine sebep oldular.

H ududlarım ızı çeviren düşm anlar, uzak­ taki em peryalistler, O sm anlı m em leketle­ rini parçalam ak için fırsatı kaçırm adılar. H ududlarım ız içindeki m uhtelif u n su rları isyan ettirm ek gayesiyle k ışkırtm aya de­ vam ettiler.

tik neticeler görüldü. Zâlim ane tensikat, Bosna ve H ersek eyâletlerinin A vusturya’ ya ilhakı, B ulgaristan istiklâlinin tam am ­ lanm ası.

68

İngilizler k u şk u la n m a la rd ı. Eğer T ürki­ ye’de ıslâhat m uvaffakiyetle ta tb ik e d ilir se H indistan M üslüm anları b ir İslâm m em leketinin iyi idare edilebileceğini gö­ rü rle r diye endişe ettiler. S ultan H am id, İngiltere’den daim a kuşkulandığı için İt- tih ad çılar İn g iltere’ye k arşı çılgınca te­ za h ü ra tta bulundular. Yeni İngiliz elçisi geldiği gün, arab asın ın atların ı çözerek kendileri çektiler.

H ü r fikirliler sokak o rtasın d a vuruldu.

SULTAN H A M D ’İN AZLİ

Rum eli’den getirilerek Taşkışla’ya y e r leştirilm iş olan ve içlerinde çeteciler ve sahte so ftalar bulu n an Avcı T aburları 31 M art’ta (13 N isan 1909) isyan ettiler. «Şe­ riat isteriz! H üseyin H ilm i Paşa’yı iste­ m eyiz! A hm ed Rıza B ey'i istem eyiz!» diye haykırdılar.

Sultan H am id iki defa âsilere h ab er gönderdi. İstem edikleri iki adam ı azlet­ tiğini söyledi. N asihat etti, faydası olm adı. İsyan büyüdü.

M ahm ud Şevket P aşa’nın kum andası al­ tın d a Selânik’ten H arek et O rdusu getiril­ di. Taşkışla topa tu tu ld u ve kısm en yıkıl­ dı. Âsiler teslim bayrağını çektiler.

İstan b u l işgal, örfî idare ilân edildi. H arb divanları kuruldu. B irçok ad a m la r asıldı, içlerinde m âsum o lan lar da vardı.

S ultan H am id m es’ul tu tu ld u ve h a l’edil- di.

İsta n b u l’un en m usanna sarayı olan Çı- rağan, Mes’usan Meclisine verildi ve yan­ dı. S ultan Reşad, «Can kaybı olm adığın­ dan dolayı m em n u n oldum» dedi.

T rablusgarb H arb i’nde çok can kaybı, m em leket kaybı oldu. S ultan Reşad, «Mü- cahidlerin şecaatinden dolayı m em n u n ol­ dum » dedi.

Cihan H a rb i’nde kezâ.

P adişahların istibdâdm dan b e te r b ir is- tibdad ve tedhiş idaresi hüküm sürdü. S ultan H am id’in otuz üç sene m uhafaza edebildiği İm p a ra to rlu k on sene içinde çö­ küp gitti.

(Arkası var)

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Özel Eğitim Bölümü Yüksek Lisans öğrencisi Tuncay ÇOLAK ile velisi bulunduğum Kilis Özel

Anadolu’da yetiflip daha sonra Semerkand’a giden ve Se- merkand Gözlemevi’nin bir süre mü- dürlü¤ünü yapan Kad›zâde’nin (1337- 1412) Türkistan’da yetifltirdi¤i

İşkembe temizlenip gül gibi edilin­ ce değirmi değirmi parçalara bölüne­ cek; dörtte üç tarafı yorgan tiresile sımsıkı dikilip, içine çiğ kıyma,

Abdülhamid devrinde, önceleri sayfiye yeri olarak kullanılan Yıldız Sarayı ve bahçelerinin daha sonraları, mev- kinin Dolmabahçe Sarayına nazaran daha uygun

Anderson ve meslektaşları yaptıkları araştırmada çölyak hastalığı olan gönüllülerin deri altına gluten peptidleri enjekte ettiler veya gönüllülere buğday unu

Intravenous immunoglobu- lin treatment for Stevens-Johnson Syndrome and Toxic Epi- dermal Necrolysis. Roujeau JC,

Çok sonraları, gazeteci olarak üne ka­ vuştuğumda rahmetli Reşat Fevzi beni ne zaman görse “ Ah, çocuk, beni bir ya­ nılttın ki sorma...” diye gülecek, “

12 Ocak 1983 günü Prof. Ayhan Songar, “ Türkiye’de Uyuşturucu Meselesi ve Tavrı­ mız” konulu sohbetinde: “Bu musibete yakalananları ihbar edin. En