• Sonuç bulunamadı

Teselli

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Teselli"

Copied!
46
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

af)IJmeml5. eenç kadımn b i ; (iııû, u&runcla can vermiş bulun n e v i 1 yü:<sek mühendis ise hasta n „ . 8î'ak atmıyarak rahatsızlığı

. “ ep devam etmekte olduğunu,

, rUn sokağa çıkmaktan kendi i . , , ®P m enettiğini yeni tezkere- I le« y l e bildirmişti.

Y ıld ızlığ ı o kadar kısa süren Ne zihe Yanıksesln tabutu Edincik mezarlığının siyah denecek kadar koyu n eltl ağaçlı asude mezarlığı na. ebedî uykusunu orada uyu­ ması İçin, maalesef götürülmedi. Kaldı ki. böyle bir arzudan zaval lı kadın hiç kimseye bahsetmiş de değildi...

(2)

Okul

Defteri

Adı, Soyadı

Sınıf. : ... No- su

Okulun Adı : ...

i— -«■---

(3)
(4)

---— 1

I Bademci Hayrettin Bey^Ses sa­ natkârı Nezihe Yanıkses arasında bu karşılaşma Beyoğlu caddesin- ! de, bir Salı günü, Saray muhalle- ! bicisinin önünde ikindiye doğru oldu. Bademe! Hayrettin Bey Ne­

zihe Yamksesi görünce, babacan diye vasıflandırılagelen, takat (kaba) ve (âd i) sözleriyle tarif e- dilmesi gerçeğe çok daha uyacak olan edaslyle genç kadını hemen kolundan tutup «— Gel şurada bir muhallebi y iyelim !» diye mu­ hallebici dükkânına sokmuş, Nezi he Yanıkses de yüreği çarpa çar­ pa, en tatlı tebessümlyle, en tat­ lı sesiyle: « — Baş üstüne patron!» diye bunu kabul etmişti.

(Patron) söziyle güya kİ onun yine hizmetine giriyor ve şimdi­ den üzüntülerinin büyük bir kıs­ mından halâs olduğunu. âdeta huzura eriştiğini hissediyordu.

Girmişlerdi. İçerisini hayli ten­ ha buldular, Bademci Hayrettin Bey büyük bir nezaketle kendisi­ ni nihayete doğru önünden yü­ rütünce Nezihe Yanıkses artık:

« — Boşta mısın? Eğer boşta i- een meselâ bu Cumartesinden te­ zi ' yok. gazinomda çalışmağa bav­ lıyabilirsin I » sözlerine muhatap olacağından şüphe etmedi.

Nihayette sol köşeye oturdular Bademci Hayrettin Bey hemen karşılarına dikilen çırağa iki mu­ hallebi ısmarladıktan sonra Ya- nıksese döndü:

— Bir kaç gündenberi seni ara t iyonun. Bizim M uhlttini memur etmiştim. Mizm ız h erif dalgacılı­ ğından adam akıllı aramadı mı, yoksa aradı da sen kayıplara ka­ rışmış olduğun için mi buluııama dm, artık bilemem!

Nezihe Yanıkses gevrek gevrek güldü:

— O kadar kayıplara karışma mışım demek kİ, beni işte Beyoğ­

lu caddesinde ele geçirdiniz! De­ di.

Çırak, muhallebi tabaklarını getirmiş, uzun yıllar önce Şeh- zadebaşında Kel Haşanla Şevkinin kumpanyalarında fındık fıstık sat tığ ı zamanların hediyesi olarak artık bir kaç milyonu bulunma­ sına rağmen hep (Bademci) diye anılan Hayrettin Bey de kendi muhallebisini yemeğe başlamıştı. Nezihe Yanıkses ise ilk kaşığı ağ­ zına götürmekte tereddüt ediyor, karnının aç olduğunu yanındaki adamın hükmetmesinden çekini­ yordu.

Ses sanatkârının kendisine âde­ ta sığınarak (Patron !) diye hi­ tap etmiş olduğu adam bu ilk i 1,?*" dudakları kızıla boyalı büîücek ağıza girmesini bek! onaan sonra da, vakti pek kıy:

' , , ‘ r lnBan eda ve ehemmiyet aıtı.< maksada geçti:

r t -T ®izi ? vestiyer Haşanın t dertte. Kızlarından Marlka pı lı > ır dost bulmuş, bu Cumat itibaren gazinodan ayrılıyor. H- kendisini çalışmağa bırakmıy

(5)

muş. Velhasıl Haşanın hiç' vesti­ yerde bulunacak, hem sigara fa­ lan satacak, yüzüne bakılır bir kı za ihtiyacı var. Ben seni hatırla­ yıp tek lif ettim, tabiî kabul etti Muhiddini aramağa memur etmiş tik. Fakat diyorum ya, herif miz mız. Bir haftadır seni ele geçire­ medi!

Nezihe Yamksesin kaşığı, küçük bir ses çıkararak, mermer masa­ nın üzerine düşmüştü.

Elbette kİ Bademcinln gazino­ sunda çalışan pek meşhur yıldız Münevver Yüksekyayla müessese- den ayrılmış bulunduğunu bu se­

beple de onun yerine geçirilmek üzere arandığını hayal etmiş değil dİ. Hattâ, değil Allahın pek sevgi­ li ve talihli kulu olan Münevver Yüksekyaylamn, ondan önce ve hemen hemen aynı derecede şata­ fa tlı tuvaletlerle çıkan ikinci sı­ n ıf yıldızın, kaldı kİ yazları şeh­ rin her semtinde bir bahçe sazlı gazino haline gelince tam yıldız­ lığa terfi eden Sevda Akarsunun yeri İçin dahi düşünülmlyeceğini pek güzel biliyordu. Fakat gazino­ da bu birinci ve ikinci sınıf yıl­ dızlardan karı koca Alman akro­ batlardan ve İspanyol danslarına çıkan keza kan koca bir çiftten gayri perdenin açılmasiyle zuhur eden ve bildikleri bütün şarkı ve türkülerin mecmuu belki düzine­ yi geçmeyen İki kadın vardı: Bun ların biri Meliha Nazandı. geçen yaz mevsiminde peyda olmuştu. Diğeri de Sehra Akbuzdu ki, yıl* lardanberi bir arpa boyu İleri git memek şartiyle gazinodan gazi­ noya intikal ederdi. Ve Nezihe Ya nıkses kendisini bunların İkisin­ den de çok değerli bir artist sayı­ yordu. Bunda haksız olduğu da nasıl iddia edilebilirdi kİ. repertu­ arı tam otı sekiz şarkı ile yirmi üç halk türküsünden mürekkep bulunduğu gibi ayrıca kıymetli bir rakkase idi de. Hem mükem­ mel Ç iftetelli ve zeybek oynar, hem müzikaya ayak uydurup Balı riyeli kıyafetinde ecnebi artist numarası yapardı. Fakat işte Ba­ deme! Hayrettin Beyin hatırına Marika gazinosundan ayrılacağı İçin gelmişti.

İsminin kâfi btr vuzuhla haber verdiği gibi. Marika bir Rum kızı, yahut kadınıydı Ve Bademe! Hay­ rettin Beyin Beyoğlunda, Tepeba- şı taraflarındaki gazinosunda müş teriler sökün etmeğe başlarken vestiyerde paltoları, şapkaları alıp marka vermekle meşgul olur, salon dolduktan sonra da tepsisiyle İçe­ ride arzı endam eder, kudretten uzun kirpikli, gayetle siyah, şu kadar İd patlakça gözlerini süzo süze, yayık bir tebessümle biraz İrice, biraz da sanca l'akac muııta zam dişlerini göstere göstere, dol- ! gun göğsünü kabarta kabarta. kal [ çalarını sallaya sallaya dolaşır, müşterilere sigara, fıstık ve badem j İçi tek lif ederdi. T e k lif etmekle de j pek kalmazdı. Çok kere içlerine fıs tık ve badem içi konmuş ufak tabakları adamların masalarına bırakıp yürüyüverlr, az sonra tek

(6)

İsterdi.

Bu fındıkları, fıstıkları gazino­ nun hususî İkramı sanıp atıştır­ mağa bavlıyan acemi, keseleri de sıg m üşteriler homurdana iıo- murdana lirayı sökülür, başlarına geleceği bilip el sürmeyen pişkin ler de: « — Al götür bel Senden bunları isteyen mİ oldu?» diyerek nazenini tekdire bile kalkışır)

ar-nurdu. O zaman, yüzünde mim- ' f '

+ * «»r bir İfade İle. fakat hiç bir şey söylemeden, buna tenezzül et meden. Harika tabağı aiıp tepsi­ sine kor ve başka masalara yöne­ lirdi

Kaldı ki, memnuniyetle istikbal edildiği, dışarda buluşulmak üzere ısrarlar gördüğü masalar da olmaz değildi Fakat Harika ipliğini pa­ zara çıkarmamak, kendini derde düşürmemek için bu tekliflerin çoğunu reddeder, sarhoşların ken dişine balta olmalarını önlemeğe çalışırdı.

İhtiyatlı, tedbirli ve ağır başl> olup nihayet iiç dostla daima ye­ tinirdi. İşte Tepebaşındakı (Safa)

gazinosunun ve Harbiyedekt yaz­ lık (Cennet) bahçesinin patronu, btr kaç apartman 6&hibl ve iddia edildiğine göre sekiz on milyonluk Bademcl Hayrettin Bey Nezihe Ya- nıksese bu Harikanın makamını tek lif etmişti.

Nezihe, pek güzel ve tesirli bul­ duğu 6esinden kendine (Yanık ses) diye bir soyadı yapmış. Haya­ tının en büyük macerasını teşkil eden ve kendisini İçinde hâlâ bo­ caladığı hayata sürüklemiş olan adamla. İddiasına göre büyük mu­ harrir Selim Tunçoğlu ile İstişa­ relerden sonra bu İsmi üç yıi ön­ ce tescil de ettirm işti: Şimdi bu (Yanıkses) isminin müjdeledik! sesi Hayreddinin salonunda... En mütevazı hanende veya varyete ar tıstı olarak da kabul edilmediği bu salonda «Fıstık, badem, sigara!» diye diye mi duyuracaktı? Zihnin­ de bir an isyan etmek, hattâ kar­ şısındaki kaba herife hakaretler ederek, hiç değilse zehirli bir te­ bessümle:

*— Teşekkür ederim, bunu ka­ bul edecek kadar düşmedim!» di­ yerek muhallebici dükkânından çıkıp gitmek arzusunu duydu

Ne çare ki durum feciydi. Durum feciydi, çünkü yazlan dı. Hattâ, bendeniz gibi, tabağın masalarına konmasına bile müsa­

ade etmeyen hasis şahıslar bulu- ^ .

(7)

Bibi geçinip giderlerdi. Fakat kişi iıaber veren güz yağmurlarlyle bir ilkte ve Belediyenin Sarayburııun üa ve Şemsipaşacia kurdumu saz ve eğlence sahneleri ve bunları takiben hususi bahçeler faaliyetle­ rine son verirlerdi, çalışma yeri Beyoğlunun bir kaç salonuna in­ hisar ederdi. Ve o zaman; isim yapamamış, kendini tanıtamamış. İtibarlı, nüfuzlu bir dostlan mah­ rum hanendeler için vaziyet dal­ ma feci olurdu. Nezihe Yanıkses de işte bu feci vaziyet içinde id i

Evet, Nezihe Yanıkses sade ha­ nende değil, az önce de bildirdiği miz gibi aynı zamanda varyete ar tisti idi. Beyoğlunun dar ve yaz­ ları müteafiin sokaklarında man­ tar gibi türeyen izbe barlarda şark dansları, zeybek oyunları, gemici numaraları yaptığı olmamış değil­ di. Hatta, bir iki kere, bu muhte­ rem müasseselerln kapılarındaki ilanlarda çıplak vücuda pullu tül ler içinde, yahut da kafasında çap kınca yana çevrilmiş şapkasiyle beynelmilel bir bahriye neferi ha­ linde nihayet bazan da halis bir Avdın zeybeğinin fesi, kuşağı ve poturiyle pür heybet fotoğrafları bile çıkmıştı. Fakat İşte bu sene bu yerlerin hiç birine kabul edil­ memişti. Diğer taraftan ağır başlı, tılsbeten paralı ve muhakkak ki fedakâr bir insan olan bir dostu­ nu kendi hatası yüzünden kay­ betmiş. 6arı saçları ve mavi göz­ leri şerefine bu hatayı işlediği delikanlı ise çok vefasız çıkarak üç hafta geçmeden kendisini bı­ rakıverin işti.

availı Nezlhenin elini uzattığı her dol kuruyordu: Bir belâlı ta- afından bıçaklanmağa kadar, bir kasabadan bir kasabaya kamyon içinde giderken kamyonun bir u- çuruma yuvarlanması neticesi pek feci bir şekilde ölüme kadar, ber­ bat kasaba otellerinin mangalla Van buçuk laman odalarında iyi yanmamış kömürle zehirlenip ye- tlşillnceye kadar can vermeğe ka­ dar haritasında her şeyin yazılı bulunduğu Anadolu turnelerine katılmağa razı olmuş, bu teşebbüs lert bile m uvaffakıyetsızllğe uğra­ m ıştı. Bir müddet sonra, elindeki beş on para da tükenince hayatı aürüklemek İçin tek bir imkân, tek bir çare kalıyordu: Beyoğlu­ nun muhallebici dükkânlarına do vam etmek, şimdi bir tanesinde milyoner Hayrettin beyle yaııya- na oturmakta olduğu bu muhal­ lebici dükkânlarına kalabalık sa­ atlerde devam etmek ve kendisi­ ni oradan alıp götürecek heban- gl bir yabancıyı, ne şekil bir in­ san olursa olsun herhangi bir ya bancıyı beklemek... Onun lütfen kendisini seçmesini beklemek!

Fakat bu işin de ne feci ih ti­ m alleri vardı! Polisler tarafından itile kakıla hastanelere sevkedilmc ği, ebediyen silinm ez damgalar ye meğı göze almak lâzımdı. Kaldı ki, (Safa) gazinosunun ve (Cen­

(8)

net) bahçesinin Kendisine üç se­ ne evvel bir gece, yalnız bir gece­ cise rağbet etmiş olan sahibi her ümidi Katiyen Kapayan bir eda ile ı konusmamıçtı:

— Biliyorsun. içler her Kış Ke­ sat oluyor. Hele. 11e hikm ettir bil j meni, bu 1057-58 Kışı her Kıçtan

j

kötü geçiyor. Birinci sın ıf yıldı­ zım diye, burnundan Kıl aldırma­ yan Kadınlardan ikisi üçü de is- tanbulda iç bulamadılar, Ankara- yı yahut İzm ir! boyladılar. Bazısı Radyo ile ik tifa ediyor Koca Nû- ran Büyüksen bile bu Kış îstan- bulda lşelz Kaldı. On beş günlü­ ğüne turnelere çıkıyor! Ben onun yerinde olsam buna tenezzül et­ mezdim yal Mübarek milyoner a- ma gözünü hırs bürümüş: İlle de ille çekilmlyecekl Ne ise, sen bu Kıçı bizim salonda bu 115le geçir. Yaza Alları Kerim!

Nezihe Yanıkses birdenbire ba­ şını eğip tek lif! Kabul etti. öbür günden, Cumartesi akşamından itibaren vestiyer Haşan Tümkanm m aiyetinde çalışmağa bağlıyacak­ tı.

1 Hayrettin Bey: — Öyle İse ya­ rın gel de Marlkanm gömleğini bir tecrübe et. Belki sana biraz bol. biraz da Kısa gelir. Ne ise. düzeltilsin. Yenisini yapıp masra­ fa girmel Dedi.

ö y le ya, Marlkanm gömleğine de vâris kesilmek münasipti. Müş­ terilere, artık saz salonlarında J'e v^eta bulunan İfade şekliyle müh terem m isafirlere fındık, fıstık çi Kolata satarken okuyucu bayan­ lar gibi rengârenk tuvaletlerle ve büyük bir ziyafete davetliymiş gi bl göğüs, sırt, kollar çıplak ge­ ce elbiseleriyle üolaşamazdı ya! Nezihe o elinden kaçırmış olduğu biraz geçkin, fakat nazik ve fe- dakâr dostun, Maclt Akarm lûtfu ile yapındığı dantelâama pullar İş­ lenmiş siyah elbiseyi birden âde ta karşısında gördü. Ne çare, onu ve öteki daha sade iki tuvaletini, zaten iki £y dan beri naftalinlenip kapatıldıkları bavulda bırakmak, unutmak lâzımdı.

Neşeli bir tavır takınmağa mu­ vaffak olarak, sesi sakin ve rahat: — Peki, yarm gelip hem Haşan efendiyle Konuşurum, hem de göm leğl hâle yola sokmak üzere bir tetkik ederim. Bilirisiniz ya, elim ­ den terzilik de gelir, dedi.

Maceralarını her türlü teferrü- ativle hatırlayan hafızası o dere­ cede sağlam olan Hayrettin Bey. Nezihe Yanık*esin üç yıl önce be­ raber geçirdikleri tek gecenin sa­ bahında kendisinin hoşa gitmek ve yerleşmek üm idiyle İki gömle­

ğinin sallanan düğmelerini sıkış­ tırdığını, benziple bir ceketindeki lekeleri güzelce tem izlediğini u- nutmuç değildi: — Bilirim, bilmez olur muyum, sapına kadar hanım kadınsın! Diye iltifa t etti.

İçinden de « — Sade hanendeli­ ğin on para etm ez!» diye düşün­ müş olabilirdi. K aldı kİ, bu hü­ kümde tamamen haklı olduğu da muhakkak değildi.

(9)

t

Nezihe Yanıkses, aşağı yukarı iki iki buçuk ay, kısmen Aralık ve kısmen Şubat ayiariyle bütün O- cak ayını Tepe'ı aşında (Safa) ga­ zinosunda vestiyer yamaklığı ve fındık, fıstık, sigara satıcıiığiyle ■ geçirmiş, bulunuyordu. Bu müddet içinde bazı kıranta müşterilerle m enfaat sebebiyle, bazı delikanlı m üşterilerle de kendilerinden hoş­ landığı için kısa münasebetlere gir dlğl de olmuştu. Yeni işi muhte­ lif kazançlar bakımından ve emni yet itibarile şurada burada hanen delik ettiği, varyeteye çıktığı za­ manları hiç aratmıyordu. Fakat Nezihe sınıfından düşmüş olmanın ıstırabı içinde İdi ve herkesçe,

a-ma herkesçe, sonra pazar gününün gündüz seansında müşterileden bl rinin « — Aa, sen vestiyer mi ol­ dun, satıcı m ı oldun? ayol sen ar­ tisttin, nasıl oldu da bu hale düş tün?» diye merhametle karışık is- tihzalı suallerine muhatap olmak­ tan korkuyor, bu korkuyu bir tür lü yenemiyordu.

Bununla beraber, kışlık salon mev sim icabı kapanıncaya kadar bu işte devam kararında idi. Hayret­ tin Bey «Y a z gelince Allah kerAnl» sözünü bir nevi vaad. hattâ bir ne vi taahhüt olarak kabul eynişti.

Fakat Martin ikinci haftası i- çinde p«teram in ilk numarasını teşkil eden, yâni incesaz faslı bi­ terek perde bir an kapandıktan sonra azalmış iskemleler ve azal­ mış bir sazendeler heyeti ile yeni­ den açılır açılmaz zuhur eden ve iki şarkı - maalesef hemen hiç alkış laıım adığı için ancak iki şarkı söy leyip kaybolan Meliha Nazamn ay rılacağı tuttu. Ankara gazinoları­ nın birinden bir davet almış, tali­ hini orada denemeğe gitm işti: Ha­ nendeler arasında bir yer boşal­ mış oluyordu. Nezihe Yanıkses ma kul bir insandı, (Onun yerm e ben geçeyim !) demeğe kalkmadı. Müş tenlerin paltolarını, muşambaları­ nı, şapkalarını alıp çengellere tak tığının, kendilerine marka uzattı­ ğının, sonra da aralurında dolaşıp fındık, fıstık, badem sattığının j ertesi akşamı sırtta tuvalet, küçük ipek mendil bir avuçta buruşturu- la buruşturula sahnede görünüp, sazı idare eden kemancı ile usul­ den olduğu gibi ufak bir istişare geçtikten 60nra şarkıya nasıl baş­ layabilirdi? Bu takdirde kim bilir kaç masadan « — Ayol bu karı da ha dün ortada fıstık satıyordu. Haspa meğer ses sanatkârı imiş, ba kındı h ele!» diye fısıltılar dolaşa- , cağını, belki sesler yükseleceğin) ve güzel, falsosuz söylemeğe ne ; kadar itin a ederse etsin İstihfafla, ; hatıâ ihtim al ki kahkahalarla kar şılanacağım pek güzel takılır edi­ yordu.

Ancak giden Meliha Nazanın yerine Leylâ Baran isimli bir ha­ nende alınm ıştı Ve bu pek âdi

(10)

mahlûkun alınması- sahnede o ı- pekll elbiseler içinde kırıtıp Kalı­ nırken kendisinin müşteriler orta­ sında, bu masadan iltifa t ve öteki masadan istiskal görerek dolanma­ sı Nezihe Yamksese gözlerinden

yaş getirtecek kadar acı, elim e- lim gelmişti. Onunla arasında çok eskiden değil, yakın bir tarihte a- cı bir hikâye geçmişti ve karinin şimdi kendisine artık akran mu­ amelesi etmeğe tenezzül etmeyip iıer karşılaşmada, dudaklarında be lirsiz bir tebessüm ve yüzünde mağrur bir ifade ile:

« — İşler nasıl, memnun mu­ sun?» diyerek uzaklaşması Nezihe

Yanıksesi hiddetten boğulacak hal lere getiriyordu.

Bereket ki, ikisi gazinoya ayrı kapılardan girdikleri ve Nezihe Ya nıksesin artistler tarafında görü­ lecek bir İşi olmadığı için bu kar şılaşınalar pek nadir oluyordu. Fakat Şubat ayının son g e ç le r in ­ den birinde öyle bir hâdise cere­ yan etti ki, mağrur ruhlu Nezi­ henin bunu hakikaten tahammül edilmez bir felâket sayarak işini bırakmak kararı vermemesine İm­ kân yoktu.

Leylâ Saranın seansıydı. Adi malılük ağırca bir şarkıyı usulü boza boza söyleyip bitirdikten son ra güya Lâz şivesiyle bir Karade­ niz türküsü tutturmuş bulunduğu sırada Nezihe Yamkses üç delikan linin İşgal ettikleri bir masaya yak

laşmış, yaptığı iştekilerin - bu ke İlmeyi kullanmak günah değilse - klâsikleştirdikleri usul mucibince bir tabak badem koyduktan sonra çekilip gitmiş, bıraktığı bademlere İltifa t edilmekte olduğunu uzak­ tan farkedince de yaklaşarak:

— İk i lira vereceksiniz! Demiş ti.

Bunlar kılık kıyafetleri esnaf­ tan, fakat işleri pek tıkırında es­ naftan oldukları intibaını veren İstanbullu olm adıkları da belli üç delikanlı İdi. İkisi yağız es­ mer, biri de Nezihenin tercih etti ği tipte, yâni sapsan saçlı ve açık mavi gözlüydü: Leylâ Saranın ye nl bitirmiş olduğu Karadenizln, Bize taraflarının bir tdrküsünü hararetle alkışlamış bulunduğuna göre oralardan olsa gerekti. Tür­ küyü berbat eden bu hanende ar­ tığın ı öyle can ve gönülden al­ kışlamasına da Nezihe İçerlemiş ve kendisine değil öteki yağız de­ likanlılara yaklaşmış, iki lirayı on lardan istemişti.

Fakat Karadenizli delikanlı doğ rusu inci dizisine benzeyen, öyle beyaz ve kusursuz dişlerini göste­ ren bir gülüşle - yakışıklı delikan lı olmasına rağmen sırıtm a deme si zaruri ve bütün yüzüne yayıl­ mış - bir gülüşle gülmüş ve cüz­ danından çıkardığı bir on liralı­ ğı Nezihenin avucuna sıkıştırarak: — İki değil on lira kazanmak İstemez misin? Demişti.

Nezihe Yamkses yirm i üçlerde görünen delikanlıyı pek hoş bul­

(11)

muş, beğenmişti. Leylâ Saranı ha­ raretle alkışlamış olduğundan do­ layı kendisine kızmamış bulunsa dışarıda bir buluşmayı da kabul edebilirdi. Fakat ilk söz olarak böyle para teklifi, para olarak da en âdi bir kadının yeter bulmayıp reddedeceği bir miktarın ancak on liranın tek lif edilmesi kendisi­ ne cidden acı gelmişti. Yüzü kıp. kırm ızı olmuş ve önlüğünün cebin den cüzdanını çıkararak biraz sert bir sesle: — Sekiz lira vereceğim bademe İki lira alıyoruz, dedi.

Delikanlı, yavaş, âdeta mahrem bir sesle:

— Biliyorum, fakat sana küçük bir zahmetim var, diye mukabele etmişti.

Tabii (siz) diye hitap etmeğe, (ricam va r!) demeğe lüzum gör­ müyordu. Tepsi içinde öte beri satan ve dışarda yirmi beş kuruş eden şey için 2 lira alan bu kadın

lara kızlara (siz) denkleyeceği gibi kendilerinden istenen hizmetin mukabili bol bol ödeneceğine gö­ re (rica) sözünü kullanmağa da lüzum olamazdı. Nezihe Yanıkses sarı delikanlının bahsettiği zahme tin nev’ ini, m ahiyetini artık anla mıştı .Her halde kendisinden ar­ tistlerden birine bir mektup gö­ türmesi istenecekti: Kocasiyle İs­ panyol rakısları yapan genç kadın, alev alev yanan gözlerinden sar­ fınazar yüzü pek fevkalâde olma­ sa bile endam, vücut bakımından hakikaten müstesna idi; aile büt çesl için pek hayırlı tek lifler alın dığı takdirde de sayın zevcin - İs panyo! erkeklerinin korkunç şekil de kıskanç oldukları kanaatini zl Vadesiyle sarsacak bir şekilde an­ layışlı davrandığı herkesçe öğrenil m işti. •

Karadenizli delikanlı bir kere daha, yine bembeyaz dişlerini ta­ mamen göstererek gülmüş: — Ab- Iacığım, serde gençlik var. Leylâ Sarana tutulduk işte! Onu bir sa ralım diyoruz. Ne olursun, verece­ ğim mektubu kimse farketmeden eline 6ikıştırıvert Demişti.

Mektup o ispanyo! kadınına verilecek olsaydı, Nezihe biraz naz —

dan sonra bu işi kim bilir belki de reddetmezdi. Fakat on lira ka­ zanmak için Leylâ Saran’ıtı karşı­ sında bu zille ti nasıl kabul edebi­ lirdi? On değil, elli lira için, hayır hattâ yüz lira İçin kabul edemez dİ.

— Oğlum, sana benim meyane- ci olduğumu kim söyledi? Ben bu rada şerefim le satıcılık ediyoruml Dedi.

Bu acı sözleri söyledikten sonra da hızla uzaklaştı.

Uzaklaşırken masadan bir gü-I 1 üşmenin yükseldiğini duymuştu. Kendisine bu gülüşme uzaklaştık ça büyüyor, âdeta şimdi sahnede boy göstprmiş bulunan Semra Ak- yozun cırlakça sesini .yavan hopar lörü susturarak her tarafa yayılı­ yor gibi geldi.

(12)

Yok, bu işe devam edemlyecek- ti. Y azlık bahçelerin açılmasına da hayli zaman vardı. Fakat aksiliğin yazın da devam etmiyeceği ne ma lûmduî

«Hayat ne güç şey, yaşamak ne zahmetli imiş I» diye düşündü.

Yem ek pişirmek de, ütü de. te­ m izlik de elinden gelirdi: Hayatın da bir ev kadınlığı devresi vardı. Tophanedeki işçi kurumunda ken dişinin bildiğinin yarısı kadar iş bilmez, hattâ hamhalat nice ka­ dının ayda iki yüz hattâ 250 lira­ yı naz ve istiğna ile kabul edip hizmetçiliğe gittiklerini duymuş­ tu. Oraya bir baş vursa, ayak attı­ ğı gün kaplanabilirdi.

Bu fik ir aklına gelir gelmez, bir den bire kendine kabûl ettirdi.

Evet, hizmetçi olmak daha mü­ nasipti.

(Safa) gazinosuna yarın akşam dönmiyecektl. Marikaaan devral­ dığı ve kendi endamına göre ayar ladığı yeldirme veya önlüğü başka bir kıza çırak edebilirlerdi.

Vestiyer muavini olarak aldığı pek cüz’î ücretten işlemiş günleri istemeğe bile tenezzül etmiyecek. bunların tutarını pek cimri ve â- di - Patron Hayrettin Beyden de çok cimri ve âdi bîr adam olan- Vestiyer Haşana bırakacaktı.

Şüphesiz ki hizm etçilik hazin bir şeydi.

Fakat sınıfından düşmüş bu­ lunduğunu, artık artist olmadı­ ğını, Tanrının her gecesi yüzler­ ce insana göstermemek mukabi­ linde dört duvar arasında zelil olmak, icabında el pençe divan durmak kabul edilebilirdi.

Gözü duvardaki, kaçırmak hata­ sını işlemiş olduğu j lıca dostu Maclt Akaym hediyele. nden bü. yücek aynaya ilişti ve yeşil göz­ leriyle, geniş alnı ile, düz, mun­ tazam burnuyla kendini beğen­ di.

— Güzelim ben, her kadın be­ ni almazsa! kocasından kıskanır! Diye düşündü.

Omuzlarını silkti ve bir an parlayıp sönecek bir neşe ışığı İçinde: « — Canım, ben de bekâra kapılanırım !» dedi.

Fakat bekârlar evlerine aldıkları kadından her hizm eti birden ister­ lerdi ve kendisini tutacak bekâr yaşlı ve pek sakil bir kimse ola­ bilirdi.

Bir kere daha gelen bir neş'e içinde Nezihe Yanıkses kendi ken­ dine: — Şimdiden böyle kara ka­ ra düşüncel Bekâr, yakışıklı ve genç bir adam da olabiliri Diye hitap etti.

Neşesi birden uçtu. « — Genç ve yakışıklı adam, hem de hizmeti

için müstakil bir hizm etçi tutabi­ lecek adam sevişmek için senin teşrifini bekliyecek, değil mİ? E- vinde, apartmanında kim bilir kaç şırfın tıya sabah çayı hazırla­ mak zorunda kalacaksın!» diye »öylendi. Hayali o kadar gentşleyi vermişti ki birden bire bir kah­ kaha kopardı:

(13)

« — İster misin, çayını kahvaltı­ sını sabahleyin sevda yatağına gö t (irmek icap edecek mahlûklardan biri de Leyla Saran alçağı olsun!»

Daha çok düşünürse iş kuru- muııa gitmek kuvvetini nefsinde bulamamaktan korktu ve acele giyindi.

Taşlıkta ev sahibesi Madam Ka t i n » her sabahki perişan kıyafe­ tiyle çıplak ayakları keçe terlik, lerini sürüyerek, yeri yıkıyordu:

— Bu sabah amma da erkenci­ sin, Hayır ola diye «ordu.

Hiç bir şey bildirmeyen bir ce­ vap vererek:

«— Acele bir işim çıktı, sonrs anlatırım, diyerek evden fırladı.

k a u ^ r ^ l * 1 b ü m katı bir mahşer halinde idi hali teşkil eden geniş avlunur

ıı l Met her tarafı, çoğunun kıyafeti perişan ve çoğu genç erkekle dolu İdi. Ne zih e Tamkses bunlardan birine, yoluna ilk çıkanına: — Hizmetçi kadınların tarafı nerededir? Dîye sordu.

Kendini artistlik adı olan Ne­ zihe Yanıkses diye değil, kafa ka­ ğıdında yazıl; hakiki ismiyle ve soy adiyle takdim edecekti, bir mı ses sanatkârı ve varyete artisti Nezihe Yanıksese güya ki veda etmek üzere durup gözlerini kapa diktan, etlice dudaklarını ısırdık­ tan sonra kendisine sual sormuş olduğu adamın: « _ ş u caıîıekâ- nın arkası!» diye gösterdiği tara­ fa yöneldi.

Camekân kapısı açıktı, İçeri gi­ rince, iki uzun tahta kanapeye sıralanmış, kıyafetleri bozuk, biı İkisi çarşaflı, ötekilerin hemen hepsi baş örtülü, kimisi zayıf ve ufak tefek, bir tanesi fevkalâde İri ve şişman, bazısı genç ve ba­ zısı orta yaşiı bir çok kadın gör­ dü Bunlar pek belli, hizmetçt nam setleriydi Bazısının önünde vey>. vatımda, belki bütün hayal üo yunca biriktirilmiş malı ihtiva e

den bohçaları duruyordu. Kendisi nl büyük bir dikkatle süzmekte olan bu kadınların önlerinde dur inakta mânâ yoktu. Yüzü kızarmış olsa bile başı dimdik, sırtı dim­ dik, Nezihe Yanıksa* ilerledi. İlk camekâmn yansı boyunda, Ka­ pısı keza açık ikinci bir oame- kân vardı.

Nezihe Yanıkses Orasının müdü re ait olacağını tahmin etti ve o. raya girdi.

Müdür masasında ufak tefek bir genç kadın oturuyordu. Ayakta duran bir delikanlı masasına aban mış bir başka genç kadınla kah­ kahaların iasılalandırdığı bir soh­ bete dalmıştı. Fakat mesai saatin de ve bir kaçı içln âdeta hayati», ıı, mukadderatları oynanmakta o- lan biçarelerin iki adım

(14)

ötelerin-de böyle tatlı sohbete dalan bu j üç kişi yine bir vazife duygusu- j na sahiptiler: İşle meşgul olma icap ettiği dakikada kahkahaiı sohbetlerini hiç değilse bir mttd-

j

det için kestiler. Ayakta duran delikanlı ile masaya abanmış :aze ' dışarı çıkarlarken üstü camii ma j sa başında oturan, belki mtldlir unvanlı memur hanım da, renksiz ince dudaklarında nazik bir te. bessümle doğruldu, eliyle tam kar şısma konulmuş iskemleyi göste­ rerek:

— Buyurun Hanımefendi 1 Dedi: Odasında, daha doğrusu camlı bölmesinde bir koltuğa sahip ou lun^aydı. onu takdim edeCefn-o şüphe yoktu.

Nezihe Yanıkses gösterilen Iskam leye oturdu ve başı hâlâ dimdik: — Bir hizmet işi İçin geldim, de­ di.

Hizmetçi olmak isteyenler « — Bir kapıya girmek İçin gel­ dim.» Hizmetçi arayanlar ua « — Münasip bir kadın istiyorum.» derlerdi. «B ir hizmet İçin geldim.» cümlesi, üstü başı pek düzgün ve konuşması muntazam olan bu genç kadının ağzından çıkınca ikinci şıkka hükmettirebllirdt. Her halde müdür veya memur hanım böyle anladı ve

— Hay hay hanımefendi, fakat şü saatte elimin altında sizi mem nun bırakabilecek bir kadın bulun duğunu zannetmiyorum! Dedi.

Kendisini hizm etçilik etmek ü- zere müracaat etmiş bir biçare sanmıyor, hattâ öyle rastgele her hangi bir mahlûku evine kabul e- deıniyecek muteber ve titiz bir hanımefendi olarak kabul ediyor­ du. Nezihe Yanıkses onun bu yanlış zannını düzeltmek, bir hizmetçi olmak için müracaat ettiğini bil­ dirmek kudretini nefsinde bulmadı. Bunu söylense memur hanım: *— Öyle mi? Şu halde ne cesaretle karşımda iskemlelere kurulup a- zometli azametli konuştun?» Di­ yemez miydi?

Karşısındakinin zannını. hatâsı­ nı no pahasına olursa olsun tashih etmiyecek, hattâ ruhuna birden hoş gelen, fevkalâde hoş gelen bu oyunu devam ettirecekti.

— Evet, bekleyen kadınlara ge­ çerken göz ucuyla baktım. İçlerin­ den blrm i gözüm tutmadı, dedi.

— Aldanmıyorsam buraya hiç teşrif etmediniz. Başka bir yerde İdiniz de İstanbula yeni mi geldi­ niz? Yoksa eski bir emektarınız mı — Evet, eski bir kadınımız var­ dı. Senelerdenberl dulken bu se­ fer kocaya varacağı tuttu.. Bir gündelikçi İle idare etmeğe, yemek­ leri de en çok dışarda yemeğe ça­ lıştık. A m a . doğrusu adamsız ol- muyort

Evli bir kadın gibi konuşmuştu. Hemen hemen dört senedenberl par inağında evlilik yüzüğü bulunma­ dığını o esnada hatırına getirerek alyans taşımış elini gizledi.

— Ne kadara kadar vermek İsti­ yorsunuz? Maalesef bu kadınların

(15)

en berbatları da yüz elliden aşağı lâ f etm iyorlar!

Nezihe Yanıkses: «Şu halde ra­ hat rahat 250 İsteyebilirdim !» diye düşündü. Fakat artık roller be­ nimsenmiş ve oyun başlamıştı: dö­ nülemezdi!

— İki yüz verebllirm. Daha zi­ yadesi günah doğrusu. Ufak bir a- partıman. çocuk da yok!

— Elimde sizi ayda 200 e mem­ nun edebilecek bir kadın var. Fa­ kat bugün görünmedi. Halbuki gelecekti del

Memure yandaki içi kalabalık bölmeye:

— Hayriye Hanım! diye seslen­ di.

Şişman, yuvarlak, tem iz yüzlü, çarşaflı, yaşı otuz beşle kırk ara­ sı bir kadıncağız göründü. Ayda 200 liraya Nezihe Yanıkses’in ya­ nına girerek kendisini hizmetiyle memnun edebilecek kadıııın ahba­ bı, komşusu yahut akrabası, vel­ hasıl bir şeyi olmak icabediyordu. Memure hanım kendisinden:

— Hayriye I-Ianım, Feride bugün gelecekti, neden görünmedi? diye sordu.

— Üstünüze âflyet, biraz üşüt­ müş. kalkamadı. Ama yarm mut­ laka geiecekl

Sonra, edası oldukça teklifsiz. Nezıheyi muayeneden geçirdikten sonra: — Hanımefendi gece kal­ mağı şart koşmuyorsa, kalabalığı da yoksa ben gelebilirim i dedi.

Nezihe Yanıkses: — Yok. benim daimî şekilde kalacak bir kadına ihtiyacım var! cevabını verdi. Son ra memure hanıma: — Şu halde yarın nu uğrayayım? diye sordu.

— Evet, yine böyle öğlene doğru teşrif buyurursanız, bu Ferideden ayrıca şimdi bulunmayan bir iki kadın daha olacak Her halde içle­ rinden biriyle anlaşabilirsiniz!

Nezihe Yanıkses kalktı, başıyla selâm verdi ve evlilik yüzüğü taşı­ mayan elini " göstermemeğe itina ederek çıkıp gitti.

Buraya bir daha gelemiyecekti. Kendisini belki huzura ulaştıracak olan kapı işte kapanıyordu. «Be­ nim hizmetçi arayışım bir oyundu. Bilâkis, ben bir yere kapılanmak İçin gelm iştim !» diyemezdi yal

Şu halde demek kİ gazinoya dö­ necek, fındık, fıstık, sigara sata­ cak, belki de günün birinde Leylâ Saranın eline bile sevdalı mektu­ bu sunacak, belki ondan bile bah­ şiş kabul edecekti.

Fakat kaderi kendisini bu son zilletten — ne pahasına olursa ol­ sun— korudu.

(16)

— IV —

Nezihe Yamkses, Tophane’deki İşçi Bulma İdarehanesinden ayrı­ lınca dik bir yokuş çıkarak Beyoğ- luna varmış ve müthiş bir yalnız­ lık İhtiyacı İçinde Tarlabaşı sem­ tinin lc sokaklarından birindeki evine, daha doğrusu emekli bir yosma fakat İyi kalbi! bir kadın j olan Katlna'nın bir odasını iki yıl- danberl pansiyoner olarak işgal et­ tiği eve koşmuştu. Sobayı alelace­ le yaktıktan sonra karyolasına u- z a nacak, bütün bir saat hiçbir şey düşünmeden, hareketsiz, dinlene­

cekti. "

Kendini müthiş yorgun hissedi­ yordu. Karyolada hareketsiz ve düşüncesiz kalamıyacağmı, göz­ yaşlarının gelmesi İhtim ali bulun­ duğunu da tahmin etm iyor değil­ di. K aldı ki, ağlayabilse belki de bu müthiş kederi ve bîtaplığı bi­ raz azalırdı.

Anahtarıyla evin kapısını açın­ ca. Katina'yı yine taşlıkta, şimdi de c ılız yeşilliklerle süslenmiş bir sıra saksıya su vermekle meşgul buldu.

— Nezlheciğlm, sen gider gitmez seldi, seni sordu. «Ben bütün gün Tepebaşmda İnkılâp gazinosunda­ ysa. Hemen gelsin, beni görsün!» dedi. Söyliyeceği çok mühim, çok acele imiş!

Nezihe Yamkses kalbinin şiddetle

çarptığını hissetti.

— Ne varmış acaba?

Bilmem. İnşallah hayırlı bir şeydir. Süleyman Bey hem sevinç­ liye. hem heyecanlıya benziyordu!. U ğ ra y ım Madam Katlna’nm büyük bir ehemmiyetle haber ver­ diği bu Süleyman Bey muayyen oır ışı olmayan karışik bir iıısan- dı. Yaşça kırk beşlerinde idi. Vak­ tiyle poliste bulunmuş, bir miktar

er.emiş, sonra bîr suç İşleyip a- tıim ıştı. iki yıl evvel, bütün bir

y a z , (Kurtuluş) taraflarında yaz-

lık b ir bahçe, incesazlı bir bahçe İşletmiş, geçen kış da Beyoğlunda küçük bir bar açıp ziyan ederek ilkbahar başlarında kapatmıştı. Taşra barlarına artist temin etmek en devamlı meşguliyetiydi. Bazan muhtelif yararlara geceler tertip eder, bazan artistler toplayıp tur­ neye çıkardı. Kâh falan ış ortağı­ nı dolandırdığı, aralarında müthiş kavgalar çıktığı, karakolluk olduk­ ları, mahkemeye düşecekleri hak­ kında hikâyeler çıkar, kâh kendisi­ ni nimetlerine, İnayetlerine gar- ketmış olduğu alçak bir h erif ta­ ralından soyulduğu, ama bu İşin kansız bitmiyeceğl kendi lisanın­ dan duyulur, kısa bir zaman ge­ çince do o alçak herifle kolkola, pür muhabbet, şakalaşa şakalaşa Bey­ oğlu caddesinden geçtiği görülür­ dü. Fakat pek karışık işlerine, hak­ kı ı>da birbirinden acaip hikâyeler m evcut bulunmasına rağmen dü- v ® Süzel tarafları da yok dc- • Bazan Paraca pek sıkıntıya düşse dalı! evine çok güzel bakı­ yor. pek sever göründüğü karısının

(17)

bir dediğini iki etmiyor, iki kızı­ n ı » tahsillerine de büyük İtina gösteriyordu.

Nezihe Yanıkses, odasına çık­ madan, hemen taşlıktan gerisin geriye dönmüş Beyoğlu caddesin­ den geçerek. Tepebaşına koşmuş, en çok kâğıt oynayanlarla tellâl­ ların devam ettikleri iç İçe, iki bü yük salondan mürekkep bir kahve olan (İnkılâp) gazinosuna varmış­ tı.

Süleyman Beyi ancak ikinci gi­ dişinde buldu. Yanında piyasanın hayli m aruf kemancılarından Şaşı Todori ile. Hânlarda ismini sahhar Şark yıldızı ve eski Mısır Kralı Fa­ ruk’un gözdesi Kâmile Sandur diye yazdıran oturuyorlardı. Süleyman Bey N ezilıeyi şişmanca ve esmer ta ze görür görmez ikisi eksik, irice ve kirli dişlerini gösteren bir gü­ lüşle güldü, sonra da, bir zaman­ lar pek revaçta olan, fakat artık İtibarını kaybeden, hiç söylenme­ yen bir şarkının nakaratını ma­ kamla terennüm etti:

— Yolculuk var, yolculuk! Nezihe Yanıksese, artık tam bir emniyet gelmişti. Bu, sahneye bir davetti. Yolculuktan da bahsedil­ diğine göre, elbette ki Süleyman Bey kendisini yol paraları, otel pa rai arı vererek fıstık fındık satma- sı için götürecek değildi. Bunun için aramış olamazdı.

Nezihe Yanıkses iki erkekle el sıkıştıktan sonra Kâm ile Sandu- run... Kral Faruk'u rüyasında bi­ le görmemişken pek çok emsali gi bi mahpubesi kesilmiş bulunan ve Kral mahpubesi de, M ısır rakkase­ si de, hâttâ » e Kâm ile ne de San- üur olmayıp Allahın tensibiyle ve inayetiyle Boğazlçinde Kandilli sırtlarında, Haşan Karabulut is­ minde bir balıkçı ile cefakeş ka­ rısı Zehra Karabuluttan yirm i do kuz y ıl önce dünyaya g e le » ka-j duıın solundaki boş iskemleye o- turdu,

Süleyman Bey centilm enliği el­ den hiç bir zaman bırakmadığı 1- çin h em e» hal hatır sormuş ve garsona bir çay ısm arlam ış«. Bu­ nu müteakip bir kere daha, fa­ kat bu sefer nakaratı makamiyie terennüm etmezsizin:

— Yolculuk var, yolculuk varl Dedi.

Ondan sonra da sordu:

— Hemen hareket edebilir mi­ s i»? Vestiyer olacak o herifle se­ ni bağlayan bir anlaşman var mı? Vestiyer yamaklığı ettiğ in i aca­ ba Kâm ile ile Todori biliyorlar mıydı? Fakat N eziher Yanıkses bu »uaün yalnızken sorulması gerek­ tiğini düşünecek ve bundan dola­ yı içerilyecek halde değildi.

— Ayrılacağım ı üç gün evvelin­ den haber vermem lâzım: O ka­ dar! Diye soruyu cevaplandırdı.

— Öyle ise âlâ. Zaten, Allah şa- hldlmdir. Senin gibi bir artistin sahne hayatından uzak kalışı be­

(18)

ni çok müteessir ediyordu. (Ek­ sik dişlerini gösteren sevimli bir gülüşle ilâve e tti:) — Bu muhte­ şem turneyi bilhassa seni sahneye kavuşturmak için tertip etmiş ol­ duğumu söyliyebilirim!

Kısa bir sükût oldu. Eski Kra- ltn muhayyel mahbubesir.lu ifrat la makyajlı esmer yüzüme müsteh zi bir ifade gelmişti: Hangi İşi bırakıp turneye İştirak edeceğini Nezlhenln bilmediği bu kadın da az evvel belki buna eş bir kompli­ mana muhatap olmuştu. Bu müs­ tehzi ifadeyi belki farkeden Süley­ man Bey artık başka bir kompli­ man tertip etmedi, muhteşem tu r­

ne hakkında izahata girişti: — Beş gün sonra yola çıkılacak. Evvelâ kısa bir deniz yolculuğu ile Bandırmaya düşüyoruz. Ban­ dırma, işlek liman, mühim ticaret merkezi: Para akan yeri Oradan trenle Bahkesire. Balıkesir de, hep bilirsiniz, en mühim ve camii vi­ lâyet merkezlerimizden biridir. Bu iki yerde Nisana, hattâ Mayısa eri­ şeceğimizi kuvvetle tahmin ediyo­ rum. Sonra, şarkının dediği gibi bir değil iki ihtimal rar: Y a Bur saya geçeriz, ya da aşağıya sarka­ rız: Edremit, Ayvalık, milyoneri bol ticaret, sanayi yerleri!

Edremit. Ayvalık, milyoneri bol ticaret, sanayi yerleri!.

Göz kamaştırıcı tafsilât arasın­ da bazı yerlere otobüslerle, belki kamyonlarla gidileceği, Balıkesirle Bursa arasında, yahut Balıkesirden Edremlte, Ayvalığa sarkılırken ha­ zan bozuk şoselerden geçileceği, şurada burada eğlenilirse berbat hanlarda gecelemek tcabedeceğl farkedilmedl.

Talih kuşunun başına konabile­ ceğini hatırından geçirmemekle be­ raber Nezihe Yamkses:

— Y ıld ız olarak kimi alıyorsu­ nuz? diye sordu, bu suali ele arala­ rında henüz hiçuir pazarlık yapıl­ mamışken patron olarak kabul et­ tiği »dam ı turneye kimlerin dahil bulunduğu hakkında izahat ver­ meğe şevketti:

— Y ıld ız olarak Selma C eylân ı terpin ettim , mukaveleyi de yap­ tık. Müthiş İsim, vâkıâ müthiş de para yeriyorum ama ne verilse fazl asiyle alacağımdan eminimi Dansöz olarak işte dansözlerin kra ilçesi, b if kral sevgilisi Kâm ile Sandorl

Durdu ve bu târlften dudaklar­ da hâsıl olacak tebessümü Kâm ile Sandor’un koyu kızıla boyanmış kalınca dudaklarında dahi aradı. Fakat kara b u lu tlar»! kızı gülüm- semeğl münasip bulmamıştı.

— Ses sanatkârı olarak ayrıca sen varsın, bir de tabii senden ev­ vel çıkacak olan iki kız var. B iri tamamen yem, fakat müthiş bir istidat. Adı galiba Seher ama, ta­ bii Seher diye sahneye çıkarıl­ maz: Ahretlik adıl Bakalım, mü­ nasip bir İsim bulacağız. Bir de hayli kıdemli bir kız geliyor. Fe­ na söylemez: Şey canım. Mebruke

(19)

Cemili Programı da mukallit Ali Muhsin'le açacağım. Hakikaten hoş anlatır, mükemmel taklit ya­ par: Her gece ortalığı kırıp geçi­ recektir. Saz heyetin! ise büyük kemani Todori Efendi tartiple, tanzimle meşgul!.. Saz takımının mükemmeliyeti için hiçbir feda­ kârlıktan çekinmiyeceğimi kendi­ sine söyledim.

— V —

Süleyman Ergün’ ürs başta yıldız, kaldı kİ biraz solmağa başlamış yıldız Selma Ceylân gelmek üzere öteki artistlerle yaptığı anlaşma­ ların şartlan pek malûm değilse de vestiyer yamaklığına, fındık fıs tık satıcılığına düşmüş olan Nezi­ he Yanıksese karşı hayli cömert davranmış bulunduğunu İnkâr et­ mek haksızlık olurdu. O kadar kİ. : bizzat Nezihe içinden: « — Kibar

adamdır doğrusu!» hükmünü ver­ di, hattâ, « — Bol keseden konuş­ tu. kesip attı ama. sonra «kazana­ mıyorum. batacağım, mahvolaca­ ğ ım !» diye saçını başını yolup ke­ sintiler yapmasın!» diye düşündü. (Safa) gazinosundan pek şanlı bir şekilde aynlmış, bu arada Les> ¡â Sarar.*a veda etmiş, ve bunu —kabul ettirdiği şartları da tabii­ dir ki zamlar yaparak bildirmek İçin— yapmıştı. Ama Leyiâ bildi­ rilen rakamlara hiç inanmadığını dudak bükerek sükût etmekle an­ latmış, ondan sonra da —hiç utan madan-- büyük bir yalar», derhal meydana çıkabileceği İçin de ah­ makça bir yalan yumurtlayıver- '

m isti:

— Süleyman Ergün bana bir va­ sıta He teklifte bulundu, pek mü­ kemmel şartlar bildirdi, daha doğ­ rusu şartları bizzat söylememi is­ tedi. Ben kabul etseydim, eminim ki Selma Ceylânı angaje etmezdi. Fakat Isiunbulda emin yeri bıra­ kıp taşra.ara düşmek İçin İnsan deli olmalı!

Yani karı: « _ Sen başka. Sen vestiyer yamaklığından kurtulmak içir» tabii sıra hanendesi olarak cehennemin bucağına da gitmeğe razıydın. Ama ben Beyoğlunun gö­ beğindeki bir gazinoda ses sanat­ kârıyım! BamUrmada, yok bilmem nerede İşim n e l» demek İstiyordu. Nezihe Yanıkses yalanı doğrudan doğruya yüze vurmamakla beraber yutmadığını da anlattı:

— Demek ki Süleyman Bey Sel­ ma Ceylânın yerine yıldız diye se­ ni götürecekti. Ooo. kabul etme­ liydin şekerim. Herhangi ver olu r­ sa olsun yıldız olarak çıkmak ner­ de. Topebaşındaki gazinoda İlk ha­ nende halinde, ancak iki şarkı söy i Igyebllmck üzere çalışmak nerdel | I : - rj üo gözlerini birdenbire dolduran düşmanca bir ifade ile bakışmış-ardı. Birikmiş çeşitli klı> ler şah-amacii. emsali hazan vu­ kua geldiği gibi, hemen oracıkta

(20)

sille tokat birbirlerine girebilirler-

j

dİ de. Fakat ince sazın kulisi kap­ layan sesi gittikçe yükseliyor, cüm büşiü hava faslın nihayet bulmak ] üzere olduğunu, sıranın en zayıf ve mütevazıdan başlamak şartıyla solistlere teveccüh ettiğini haber veriyordu. Leylâ Saran küstah ol­ duğu kadar tabansız bir mahlûk­ tu, Birdenbire üstünün başının berbat edilmesinden, bilhassa saç ve yüz tuvaletinin Akıbetinden korktu.

— Seansımın sırası geliyor. Mu. vaffakıyetler iki gözüm! Diye İşi tatlıya bağlayarak yürüdü.

Nezihe Yanıkses, hareket günün . den iki gün önce büyük bavulu­ nu dolabın üzerinden indirdi, ora da tuvaletlerini, hakikaten güzel ve ağır olan - eski dostu Macit Akaym cidden kibarlık gösterip Beyoğlunun en mühim terzilerin­ den birine yaptırttığı siyah pullu tuvaletle öteki iki tuvaletini, biri al ve biri beyaz renkte ve şöyle - böyle iki tuvaletini muhafaza e- diyordu.

Bunları çıkarıp balkon olmak iddiasındaki pencere önünde ha­ valandırdığı sırada ve e v v e li gev rek bir kahkaha atarak bu tuva­ letlere bir an hitap da etti:

— Hep kapalı kalmağa mah­ kûmsunuz diye, Marikadan miras gömlek sırtımdan hiç çıkmayacak diye korkmadım değil. Ne ise, nihayet Allah bana da. sîzlere de acıdı! Diye söylendi.

Fakat tam hareket edileceği gü nün gecesinde Nezihe Yanıkses bü yük bir talihsizliğe uğradı. Üze­ rine tam yatağa yatacağı sırada şiddetli bir titreme, bunu takl. ben de şiddetli bir ateş geldi. O. tuz dokuzu hayli geçen bir ateşi Odasından derece getirip ateşi t es bit eden iyi kalpli - Nezihe Ya- niksesin iki yıldanberi işgal et. mekte bulunduğu odasının kira­ sı muntazaman verilmek şiirliyle belki bir kaç ay baş kalacağından da söylenmesi zait bazı tasavvur larla hayli memnun olan - Madam Katina hemen sokağa fırladı, cad­ deye yakın bir apartmanda otu­ ran Doktor Ahmet Medeni beyi getirmeğe gitti. Bulamayınca sa­ bahın pek erken saatinde tekrar gitti, hu sefer bulup getirdi.

Ateş kendiliğinden 38 e düşmüş tti. Fakat doktor Ahmet Medenî bey, bu halde katiyen yolculuğa çıkılamıyacağını söyliyerek en az bir hafta tedavi ve istirahattan bahsetti. Yarın ve öbür gün tek rar geleceğini bildirmeği de ih­ mal' etmedi. Bunun üzerine Ma­ dam Katina Süleyman Beyin Ci­ hangirdeki apartmanına koşturul­ du ve onu tam yolculuğa çıkmak üzere iken yakalayıp vaziyeti ha­ ber verdi.

Haberi alınca kötü bir insan kıyametleri koparabilir, anlaşma­ ğı bozmaktan bahsedebilir, hattâ verdiği avansı geri almak üzere

(21)

takdirde vapuru kaçırmak m

den çıkıp gelmesin.

de on beş gün Bandırmadayız, de di.

Zaten Süleyman Ergüntin İşleri nin bir türlü düzelmeyifinin, u- çan kuşlara bile 6ik sık borçlanı çına böyle - velev ki arada bir olsun . kibar davranmaları sebep olmuyor değil dil.

Nezihe Yamksesin hastalığı da ilk önce korkulduğu kadar ve Doktor Ahmet Medeni Beyin elbet te fazla bir kaç vizite ücreti için değil, sadece yanlış teşhis netice si zannetmiş olduğu kadar - de­ mek kİ ciddî değildi. Çünkü genç kadın bir hafta tedavi ve istirahat ihtiyacında kalmadan, yattığının dördüncü ve turne heyetinin yola çıkışlarının üçüncü günü sabahı Madam Katin anın pansiyonundan sapasağlam ayrıldı, Denizcilik Bankasının rıhtımından kalkan ve Bandırma postasını yapan (Ma rakas) vapuruna bindi...

Saat birde vardığı Bandırmada Süleyman Ergünü ve turne arka­ daşlarını ineceklerini bildiği (Gü zel Marmara) otelinde bastırınca da onları, hayır onları değil sa­ dece Sülyman Ergünle yıldız Sel ma Ceylânı bir dram havasının heyecanları İçinde bulacaktıl

Taksimdeki (Leylâk) gazinosun da, İstanbulun en mühim kışlık saz salonlarından birinde yıldız ve en kuvvetli ifadesiyle yıldız ola­ rak söylemekte bulunan Harika Selten ciddî bir kaza geçirerek Nişantaşmdaki konak yavrusu köş künde merdivenden düşmüş, sol bacağının kemiği çatlamıştı. En az bir ay hiç hareket etmeden yatması gerekiyordu, Gerçi vaktiy İe ikinci kocasından hamile iken, hemen hemen doğurma gününe kadar önüne göğsüne kadar yük­ selen bir paravan konulup ve ha­ m ileliği gizlenip seanslarına mü­ kemmelen devam etmişti. Bunun için bu sefer de kanapede uzan­ mış bulunduğu halde şarkı söy. lemeğl düşünmüş, bunun tecrübe si yapılmışsa da hareketli ve has sas sanatkâr şarkılarının 'tıühsy- yiç yerlerinde, türkülerinin gehlş jest icap ettiren noktalarında ktn dinden geçip mütemadiyen kımıl dadığı ve her kımıldayışta ağrısı

(22)

artarak şarkılarına türkülerine nota harici inilti ve feryatlar ka tıld ığı için bu işten vazgeçilmiş, geçilince de mutlaka bir veni yıl diz tedarikine ihtiyaç duyularak ilk önce m ütekait yıldızlardan Cevza Sevgeıı hatıra gelmişti. Cev za Sevgen sesinin bütün güzelli­ ğine, pürüzsüzlüğüne sahipti. Ne çare kİ, kendisinden muhakkak ki yaşlı bir başka yıldız evlât sahibi olmayıp birbirinden genç kocala­ ra vardığı İçin bal gibi otuz beşler de direndiği halde, bu biçare bü yük bir talihsizlik teşkil etmek üzere kocaman oğlunu bir kere meydana çıkarmıştı ve bu hain evlât daha on sekizinde iken bir komşu kızm a âşık olup evlenerek kendisini şimdi boyu ile bir to­ run sahibi etmiş bulunuyordu. Ay nı zamanda, vaktiyle güzelliği dil lere destanken bedbaht kadın bir türlü yenemediği bir şişmanlığa giriftar olup manzarasiyle de ni nelere benzemlştl, (Leylâk) gazi­ nosu sahibi ve Bademe! Hayretti- ııin can düşmanı rakibi Muşlu Mehmet kadını yaz kış oturduğu Feneryolundaki evinde ziyaretine gidince onu sabahlığı içinde öyle devleşmiş buldu ki. tasavvurun­ dan vazgeçti: Biçare bu haliyle sahnede muhakkak ki alaylı ve kaba hitaplara maruz kalırdı. Bu cihetle Muşlu Mehmet Sevzayı Nuhu - Nebi zamanından kalma şarkılar söylediği radyo seansları, na bırakarak hiç bir şey açmadan oradan ayrılmıştı. Başka bir yıl­ dız bulmak üzere oradan ayrılmış- ■ tı.

Başka bir y ıld ız bulmalıydı. Fa kat hangisini? Hepsi de İstan­ bul, Ankara ve İzm ir semalarına yayılmış ve çakılmış bulunuyorlar di.

İşte bu üm itsiz durum içinde Bandırmaya telefon etmek h a tlı» gelmişti. Hiç bir yerle anlaşama, ¡niş olan Selma Ceylân keder ve gazap içinde... Dünyalara hükmet tiği Fransa tahtından sentelen e-

i

da*ı hükümdarlığına razı olmuş bir Napoleon keder ve gazabı için de Süleyman Ergünün turnesine katılmamış mıydı? Fakat Muşlu Mehmet telefon başına Süleyman geldiği taktirde maksadı sezerek Sü ieymana haber vermiyeceğini tuh mtn edip konuşmağa kadının ge-

\ dikli sevgililerinden yağ tüccarı

Kâmil T ılm azı memur etmişti. Hakikaten de telefona tik önce Süleyman Ergün gelip Kâm ille karşılaşınca tertibe ihtim al vermi yerek yıldızı çağırmakta tereddüt etmemiş, sonra, ikinci bir gaflet irtikâp etmiş, yâni nezaketim sa londan ayrılmıştı.

Bunun üzerine telefon başı­ na Muşlu Mehmet geçmiş, geçin­ ce cie her şey rahat rahat karar- iaşmıştı. Telefon muhaveresi bi­ tince, odasından salona mavi ipek pıjamasiyle fırlayıp inmiş bulu, nan Selma Ceylan yeni

(23)

arılaşma-sim Süleyman Ergüne fütursuz bir eda İle haber veriyor. Bandır» mada deniz kenarındaki gazinoda bu akşam büyük bir fedakârlık olarak söyliyeceğint. öbür akşam­ dan İtibaren (Leylâk) gazinosun­ da seanslarına b&3lal'nft!j üzere de yarın sabahki vapurla İstanbula müteveccihen hareket edeceğini bildiriyordu.

O zaman, Süleyman Ergün, mü­ him ahvale mahsus jestini tekrar ederek, yâni hemen bir iskemleye çöküp iki elini iki dizine vura» rak:

« — Mahvoldum! M ahvoldum !» diye bağırmağa başlamıştı.

K aldı kİ, nice vilâyet merkezin­ den canlı ve büyük bir yer olan Bandırma. Selma Ceylânı pek de tutmuş değildi. Kasabanın sahil, de vapur İskelesinin yanındaki kahvehanelerle lise binası arasın. da ve tamamen deniz üzerinde yapılmış, üzeri taraçalı ve haki­ katen hoş gazinosunu Uç günden beri dolduranlar, vakitlerini sa­ dece bir taraftan kafayı çekip bir taraftan sohbet etmek üzere gel­ miş kimselerdi. Ve bunlar Selma Ceylânın yıldızlık İcabı olarak Ha fız Posttan III. Selimle Dededen veya Nikogos ağadan söylediği a- ğır şarkıları bir hayli sıkıcı bul­ muşlardı. Gelişi kasabanın bü­ tün duvarlarında müjdelenen bü­ yük sanatkâr . belki pek de min­ nettar bırakmadığı üstatlarından ayrıldıktan sonra hayli h a fif şey­ ler söylemeğe muvafakat etmişken yine İtidalle alkışlanmıştı. Anlaş­ ma icabı ve zaten yıldızlık tea­ mülü ile Selmanın en az dokuz şarkı ve türkü söylemesi, fakat beşincisinin sonunda çekilip gide­ rek ortalığı çınlatacak hararette alkışlar üzerine maiyetinde sazen­ delerle tekrar görünmesi icap e- derdi. Halbuki, çekilip gittikten sonra ancak beş on el şakırtısı ü. zerine sazendelerle yeniden gelip bir şarkı ile iki türkü daha söy­ lemiş, vaziyet öbür gecelerde de he men hemen aynı kalmıştı. Bundan dolayı da Selma Ceylân pek öfke­ liydi. «Bandırma insanlarının sanat tan falan anladıkları yok. Berıln» seviyemde bir yıldıza lâyık değil­ le r!» hükmünü ağzından düşürmü­ yordu.

Süleyman Ergün ise Bandırma- lıları değil, doğrudan doğruya Selma Ceylânı sorumlu tuttuğun­ dan işi tatlılık la halletmeğe çalış­ mış. pek yüksekten konuşan gü. zel kadına - Selma Ceylân büyük bir sanatkâr olmasa ve pek genç olmasa bile muhakkak ki nâlft çok güzel bir kadındı . evet, gü­

zel kadına: — İki gözüm, Bandır­ madaki bu gazinonun müşterileri pek paralı, bol bol içip eğlenme­ ğe gelmiş tüccarlar veya denizci­ ler. Onlara hafif, beraber refakat edebilecekleri, el çırpıp coşacakları şeyler söylemek lâzım. Sen ne diye Münir N urettinin repertuarını tek­ rar ediyorsun? O bunları söylüyor ama yılda iki kere verdiği konser- . lerde kendisini hep nefes atmadan !

(24)

otuz y ıldır dinleyen yaşlı beylerle •-açlı hanımlara söylüyor! demiş, kendisini Selâhattin Pınarın, nllıa yet Şevki ve Hacı A rif Beylerin : şarkılarından biriyle başlıyarak gittikçe daha h afit kantomsu şey­ lere inmeğe teşvik etmişti.

Ve. işin doğrusu, Selma Ceylâna verdiği para m iktariyle onun top ladığı alkış derecesini mukayese ederek daha mütevazı birini, tabii daha mütevazı şartlara razı ola­ cak birini getirmemiş bulunduğu, na eseflenmiyor değildi. Bu sebep le, eğer turnesinde yıldız diye bir derece yutturulabllir bir kadın du

lunaayüı, Selma Ceylânın bir taz­ minat İstemek şöyle dursun hattâ almış olduğu avanstan ancak dört gecenin ücretini kesip ve dönüş masrafım da istemeyip avdet tek- < lifin i ancak memnunlukla kabul I edebilirdi. Anlaşmanın feshini e- j sas İtibariyle reddetmtyerek:

— Senin yarın gitmene kabil değil razı olamam. Hiç değilse üç dört gün müsaade et. Yarın İstaıı bula atlayıp yerine birini tedarik ederim, sen de £yle ayrılırsın I De mlşti.

Fakat bu tek lif ünlü yıldızın hiç hoşuna gitmiyecektl. B ir kere, yarın mutlaka Bandırmadan ayrıl­ malıydı. İkincisi, İstanbula gidi­ lir gidilm ez yerine hemen birinin tedariki sözünü bir hakaret, hiç değilse büyük bir kabalık sayma­ mış değildi: Demek ki, bu adam, Selma Ceylânları yerlerine hemen yenileri tedarik edilebilecek dere­ cede çok sanıyordu!..

İşte Nezihe Yanıkses tam bu sırada, yâni işin yine çatallaşma tehlikesi arzetmeğe başladığı sıra­ da, biri büyük, diğeri ufarak iki bavuluyla zuhur etmişti. Hafızası pek kuvvetli olan Selma Ceylân ondan bir yazlık bahçede tamamiy le tesadüfi olarak h a fif bir şarkı ile bir halk türküsünü, kendisinin de pek sevdiği ve kanaatince Mü zeyyen Senarla Zeki Mürenden üstün bir şekilde söylediği (Ham meyveyi kopaldılar dalından!! tür küsünü dinlemiş olduğunu hatır­ layıverdi. Bir yıldız için bir sıra hanendesini ne derece beğenmek mümkünse kendisini o derece be­ ğenmişti de. Safa gazinosundaki vestiyer yardımcılığına, fındık fıs­ tık satıcılığına İse, bu gazinoya ni ce zamandır ayak atmadığı için vâ kıf değildi.

Nezihe Yanıksese alıcı bir gözle baktı. Ortanın uzunu boyu, iri ye­ şil gözleriyle, yine hep Maoit A- kay hediyesi güzel spor anantosıy

le onu eni konu alım lı buldu. Keıı dişine nazikâne bir iki söz söyle yip hal hatır merasimini bitirdik­ ten sonra Süleyman Ergünü ko. lundan tuttu:

— Süleyman Bey, benim odama gel de bu bahsi bitirelim , diyerek adamı üst kattaki, otelin nısbe- ten en iyi. hiç değilse bütün li­ mana nezaretli odasına götürdü. Orada dedi ki:

— İşte İatanbul yolculuğuna hiç İhtiyacın kalmadı. Dilediğin gibi h a fif şeyler söyllyeıek bu Nezihe

(25)

Yanıkses mi. Tutuşm uşses mı, her ne ise bu kız ela buranın muşte rllerini pekâlâ memnun edebilir. Ben kendisini tesadüfen, nem de iki kere dinledim. Beraber SP1_,r" diğin iki m oloza nisbetle âdeta Mu zeyyen. hiç değilse Perihan sayı, labilir?

— Moloz deme canım! Hele kü­ çük Seherde ciddi bir kabiliyet farketmiyor musun?

— Ben farkedemedim, edene ne m utlu! Küçüklüğüne gelince, cü­ ce tavuk her gün piliç demişler! Bu Seherde her nedense pek bu yük kabiliyete hükmetmiş, anca.-: turnelerde karisini aldatma­ ğı mubah sayarak (gözde) payesine de yükselmiş bu­ lunan Süleyman Ergün için den: « — Dur sen, bak beş sene sonra seni aşacak mı, aşmıyacak mı, görürsün!»

Diye düşündü, Fakat tabiidir ki bu nokta üzerinde ağzını açmadı. Ancak Nezihe Yanıksesi Bandırma- lılara yıldız diye kabul ettirmek, amiyane tâbiriyle yutturmak ak­ lına m ülâyim gelmemiş değildi. Her halde yıldız olmak sevinci için de Nezihe Yanıkses - kaldı ki yine cömertçe kararlaşmış - ücretle ça lışmağa muvafakat eder, kendini beğendirdiği, hakikaten tutunduğu takdirde bir zam isteğe bile bu zam Selma Ceylânın hem de du­ dak bükerek kabul etmiş olduğu paraya nisbetle yine mütevazı ka lirdi. Şu kadar ki, Selma Ceylânın İstanbula dönmesine derhal rıza gösterdiği takdirde, yıldız kapris­ leri bin bir türlü okluğu için ka­ dımın birdenbire hiddetlenmesi, « — Yaa. benim yerime bu karıyı âdeta memnunluk duyarak geçir­ mek İstiyorsun. Öyle mi? Öyle ise ben de şuradan şuraya ayak at­ m ıyorum !» demesi ihtim alini he­ sap edip tereddütler içinde boca­ lıyor görünmeği, bir türlü razı ol­ muyor görünmeği tercih etti:

Kocaman afişler bastırdık, eş siz ses sanatkârı Selma Ceylânı müjdeledik, üç gecedir de saygı değer, sanat sever m isafirlere tak dim ediyoruz. Yarın gece onun ye rine aynı m isafirlere yıldız diye Nezihe Yanıksesi takdim edeceğiz, öyle mi? Vallahi muhterem ve say gı değer m isafirler yuuul Diye ba ğınverirler!

Neziheyl bu derecede kötüle­ meği de kâfi bulmuş, onun fındık fıstık satıcılığım , vesti>er yamak­ lığım terkedlşinden beri on gün geçmiş, geçmemiş olduğundan balı setmeğe d ili varmamıştı. Selma Ceylân Süleyman Ergünün bu söz lertnl hem zarif, hem de şanına uygun bulmuş olacaktı. Mutadı ol duğu veçhile alt dudağını biraz so la çarpıtarak gülümsedi:

Bağırmazlar, hiç bundan kor kun oıınasın! Saygı değer ve sanat sever m isafirlerin karşılarına allı morlu, pek dekolte bir tuvalet i- çinde çıkıp kırıtması kâfi gelir. Y eter ki, hafif, müptezilce şeyler söylesin. Boyuna el çırpıp arada bir

(26)

de «Hep beraber!» diye halkı bu­ na İştirak ettirsin. Bu kadarım da elbette becerir: Sade mahcup gö- rüranemeei şart!

— Ama İsmi ilanlarda ufak pun . tolu. harflerle yazılı!

— İyi ya! İsmi ufak puntulu harflerle (Selma Ceylân burada durup ufak bir kahkaha salıvere­ cekti.) Evet, ismi eski Mısır Kralı nm son mahbubesi. Nil semaları­ nın teshtrkâr yıldızı... Ne idi ka­ rının adı?

— Hangi adım soruyorsun? Es­ ki adım mı, şimdikini mi?

•— Canım eski adından baña ne: Afişteki adını soruyorum.

— Kâm ile Sandurl

— İşte bu kızın ismi afişlerde 0 karın ağrısının adının altında, daha ufak harflerle yazılı. Büyük : bir talih eseri olarak da sıra ha- i ııendesi şeklinde, iki molozun ard ¡

lan sıra sahnede görünmedi: Halk j ne kendisini gördü, ne de ismini belleyip «B ir de Nezihe yazılı, o nerde?» diye sormağı akıl etti. Bu gece de çıkmaz. Ben çıkıyorum. Yarın «abalım fecrinde yüksek ses sanatkârı, yahut kıymetli ses sa- | natkârı... Büyük ve eşsiz sıfatla­

rını kullanma, o kadarı fazla olur.. Evet, yüksek münasip... Benim Is- tanbula dönmek mecburiyetinde kaldığım ı ve Yüksek ses sanatkârı Nezihe Tutuşmuşsesin büyük fe ­ dakârlıklarla İstanbul'dan celbedil dlğini bildiren yeni afişler bastı­ rır, bunları çarşı pazar her tara­ fa yapıştırırsın: Dolma mükemme­ len yutulur. Haa, sade benim ev­ velce yapılmış bir mukavele gere­ ğince İstanbula. (Leylâk) gazino­ suna döndüğümü bildireceksin! 1 — Tabii, tabii!

Artık münakaşa konusu olacak ı bir nokta kalmamış. Süleyman l Ergün her şeyi kabul etmişti. Bıi- ' nun üzerine Selma Ceylân az ör.- h a lın n a gelen pek siyasi, daha doğrusu iktisadi bir tasavvuru tat bik anının erişmiş bulunduğuna ! hükmetti. G etirdiği çifter çifter bavullara mutena tuvaletlerinden ancak ikisini koymuş, ötekilere kt yamıyarak geçen yıllarda yapılmış ve İstanbul «az yerleri müdavimle­ rince pek bellenmiş modaları da az çok geçmiş elbiselerini almış, bunları Bandırma!ılar. BalIkesirli­ ler. Edremit ve Ayvalıklılar için kâfi bulmuştu. Bu elbiselerden bir kaçına mükemmel fiyatlarla yeni yıldızı lçiıı Süleyman Krgüne sat­ mak pek yerinde bir hareket teş­ kil ederdi.

Birdenbire, gayet samimi bir e- da ile ve keyfiyet ancak şimdi ha­ tırına gelmiş gibfı

— Sade bir mesele vari Demiş­ ti.

— Nasıl bir mesele?

— Şu ki: Nezihe Tutuşmuşses. (Kâm ile Sandurun ismini ağzına a-mağa tenezzül etmemiş bulundu ğu gibi Nezihenln Yamksesliğini pek güzel bildiği halde vaıılış Söy lemeği zarifane bir şey. yıldızlığın da tabiî bir icabı sayıyordu.) Evet, bu ¡Tutuşmuş ses) i yıldız dive meydana çıkarınca müşteri üstü­ ne başına bakacak! Haydi, bir iki

(27)

parça elmas olmasın, fakat kılık kıyafet «arttır. İşte falso korkarını k; bundan patlak verecek. Karı­ nın gardrobu acaba nasıl? Aüah âlem sıfırdır!

— Pek de değil. Çok güzel bir siyah, işlemeli tuvaleti var. Bırak makla büyük hata ettiği Macit ay rılmalarmdan az önce yaptırmıştı. Ben gördüm, hakikaten-güzel, ağır tuvalet modası da geçmiş değil: Hattâ yeni sayılabilir.

— Böyle olsa bile her gece ayııı elbise ile göründü mü. ağziyle kuş tutsa haik yine (Böyle yıldız olur mu?) der. Y ıldızlığ ın esaslı şartla rından biri de kılık kıyafettir ve bir giydiğini ertesi gün giymemek tir. Bunu sen de benim kadar bi­ lirsin!

Süleyman. Ergün efkârlanmış- tı. Mühim ahvaldeki Jestini tekrar ederek, ayakta ise bir iskemleye çö kerek iki elini İki dizine vurup

« — Mahvolduml M ahvoldum !» diye bağıracak derecelerde değil, a- m ı yine efkârlanmıştı.

— Peki, ne yapalım? Bandırma terzilerini mi seferber etmeli? A- dam akıliı kumaş ve model bulsak bile yapacakları bir şeye benzer mi? Hem terzi m illeti «Bu akşa­ ma ha zır!» der de gelecek haftaya yine teslim etmez!

Baklayı ağızdan çıkarma zama­ nının artık gelmiş olduğuna hük­ mederek vasıfları arasında tüccar­ lık da bulunan Selma Ceylân tek­ lifin i yaptı.

— Biliyorsun, on iki tuvaletle geldim. Bandırmalılar üçünü gör düler, bu gece de dördüncüsünü görecekler. Geriye sekiz tuvalet ka lıyor. Demin dikkat ettim, boyla­ rımız, vücutlarım ız bir gibi. Bu kız için tuvaletlerimden üç yahut dördünü bırakabilirim.

Bu işi ancak kendine lâyık gör­ düğü sıfatlarla büyüle ve eşsiz ses sanatkârı Selma Ceylân İstanbul da da yapar, çürüğe çıkaracağı, emekliye ayıracağı tuvaletleri ora da da bilhassa taşralarda turneye gidecek hanendelerine veya bar artistlerine satar, yahut sattırırdı. Fakat Bandırmada, çaresizlik için de. Süleyman Ergün bunlardan ü- t*!lnü. îstanbulda elbette razı olm ı yacagı fiyatlara kabul etti...

\ I !

Patronla Selma Ceylânın haşha­ şa sohbetleri bitip karar yıldızın odasına .çağrılarak Nezihe Yamk- sese bildirilince, genç kadın sevin cinden olduğu yere yıkılmaktan korktu.

Evet, başı dönmüş, gözleri karar mıştı. Bununla beraber muhakeme sini yine kaybetmedi ve « — Nasıl olur, Selma Hanımın yerine ben ■ r f t c . e i , d e d i de öteki

... akı’.la" mı grtir-... , u. ■„ Bandırma İstaııbu

Referanslar

Benzer Belgeler

(Primulaceae) türlerinin polen morfolojisi, Ankara Üniversitesi-&gt;Fen Bilimleri Enstitüsü-&gt;Biyoloji Anabilim

binmiş geziyor çocuk gibi hayal atına göz görünce gönül katlanmıyor ve diyor bütün bunlar kurmaca şimdi nerede bilmiyor. kaçıp kaçıp gelen kimdi rüyalarına aynaya baksa

Ne var ki böyle konuşan Baban’ı, 12 Eylül’den sonra, yeni bir ‘onarım’ döneminin Kül­ tür Bakanı olarak gördük.. Hep istedim, bir karşılaştığımızda bu

bahçesinde oturup, Türk- çeyi Latin harfleriyle yaz­ ma denemeleri yaptıklarını anlatıyor.. Genç M ustafa Kemal hiç gözünün önünden

— Bunu birçok kere ken­ disi hayattayken düşünmüşüm­ dür, fakat evlerine gidip de pe­ derlerini gördüğüm zaman bu­ nun nereden geldiğini ve peder­ leri

Kimi kanatlar, hayli hırçın, uzun bir birikimini tepkisi gibi.. Yavaşlığı, kararsızlığı

The spectral values of the acceleration-time recordings obtained on both the rock and the soil surface for the relevant locations selected within the scope of

Tüm işletmeler incelendiğinde, en yüksek birim gayri safi üretim değeri ve birim brüt kâr ekipmanların işletme dışı gelirinden elde edilirken, en düşük