• Sonuç bulunamadı

Maarif Vekili Hasan Ali Yücel Yeni Mecmua'ya anlatıyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Maarif Vekili Hasan Ali Yücel Yeni Mecmua'ya anlatıyor"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

HaarlfVehıl

Yeni Mecmua»

A N L A T I Y O R

( ¿ V e k â l e t m a k a m ın a g e ç ­

t i.

t iğ i g ü n d e n b e r i y ü k s e k

id a r e c iliğ in i

g ö s t e r m iş

¿ o l a n

M a a r i f

V e k ilim iz

f

H a ş a n  li Y ü c e l, ş iir le r i

l'E d e b i t e n k id ¡ve t e t k ik le ­

ri ile d e t a n ın m ış

b ir

s a n 'a t k â r d ı r .

B u r ö p o r -

[ ta jım ız d a M a a r i f V e k ili­

m iz, s a n 'a t t e lâ k k is in i,

y e r li v e y a b a n c ı s a n 'a t -

k â r l a r h a k k ı n d a k i

ç o k

e n t e r e s a n f ik ir le r in i

ilk

d e f a Y e n i M e c m u a s a y ­

f a l a r ı n d a a n la t m a k t a d ır .

Yazan: Sabih Alaçam

B

OL ışıklı bir odadayım. Ö- nümde, sisli ve bulutlu te­ peler ile nihayet bulan bir peyzaj var: Yenişehir ve Cebeci

sırtlan. Fakat, gözlerimi, pence- Sayın Maarif Vekilimi» Haşan Âli Yücel’in Yeni Mecmua’ya ithaf ettikleri imzalı resimleri..

relerden duvarlara çevirirsem yine renk armonileriyle karşıla­ şıyorum.: Klâsik ve modern üs­ lûpların, heyecanlı fırçaların u- cunda kaynaşmasından doğan tablolar... Birinde bakir tabiat gülüyor, birinden mistik bir hava süzülüyor... Ve yambaşımda du­ ran piyano, üzerimde melankolik tedailer yapıyor: Jan Sebastiyen Bah’ın, Şubert’in serenatlarını hatırlıyorum.

Tam karşımda bir baş var: Abdülhak Hâmid. Onun « Ö l ü ­ sünden iki mısra hafızamda canlanıyor:

«Ş u taş cebinime benzer ki ayni makberdir,

Dışı sükûn ile zahir, derunu mahşerdir.» (1)

Velhasıl bu odada öyle bir dekor ve öyle bir zevk var ki herhangi bir yabancı bile tesa­ düfen içeriye girse, dünya mata- ına kıymet vermiyen ve zengin bir İç âleminde yaşıyan bir mü­ tefekkirin evinde bulunduğunu derhal anlar.

Ve derhal anlar ki düşün­ mek, düşünebilmek ne tatlı şey­

dir...

(• ) Abdülhak Hâmid’in Asri mezarlıkta yapılacak olan muh­ teşem mezarına bu beyit hak- kedilecektir.

(2)

Sayfa : 4 YENİ MECMUA

Sayı: 49

Halbuki bu evin sahibine karşı, benim gibi yabancı olmı- yanlar, tam manasiyle bir mıi- rebbi, bir mürşid olan bu evin sahibini, yine benim gibi, t â

mektep sıralarından tanıyanlar için ise hakikat büsbütün başka­ dır, büsbütün geniş bir kıymet hükmünü taşımaktadır:

Ben ve yaşıtlarım, ilk genç­ lik çağlarımızı idrâk ettiğimiz zamanlar, edebiyat hocamız Ha­ şan Âli Yücel’e hayrandık. Onun armonili sesi, bilgili otoritesi ve hitabet kudreti karşısında bütün sınıf yalnız kulak kesilir; en teıı- belimiz en çalışkan, en yarama­ zımız en uslu olurdu. Haşan Âli Yücel, klâsik edebiyatın metin ı- tibariyle bize çok ağır gelen ka­ sidelerini, gazellerini, rubailerini, muhammeslerini, ilâh... Canlı ve yumuşak bir heyecan atmosferi ile okur ve anlatırdı.

Aradan seneler geçtiği halde, Fikret'in dediği gibi:

«Lâkin, zam an, zam an.. O h e y u ­ layı müntckim.» hepimizin arasına girdiği halde Haşan  li Yücel’i, müstesna l i ­ yakatine inandığımız bu yaşı genç, başı olgun edebiyat hoca­ sını unutmadım, unutamadık. Onun enerjik ve güzel yüzü, ha­ fızalarımızda canlı bir sfenks gibi yaşadı.

Netekim yıllardan sonra da. M aarif Vekili Haşan  li Yücel ile yüzyüze geldiğim, onun hita­ bı ile, düşüncelerimden sıyrıldı­ ğım zaman da beni hiç sukutu hayale uğratmıyan, bilâkis mu­ habbet ve hürmetimi genişleten bir haleti ruhiye içinde kaldım:

— Hocam, dedim, sizdeki bu mürebbilik istidadının ilk teza­ hürlerini bana anlatır mısınız?

Haşan  li Yücel güldü. Oda­ nın bir köşesinde, saf ve temiz bir yüzle bizi dinliyen asıl kadı­ nı gösterdi:

— Anama sor. Bayan Neyir Yücel:

— Sekiz yaşındaydı, diye söze başladı. Önüne küçük bir rahle koyar, odadaki eşyadan ne bulursa onları karşısına dizer, ders verirdi.

Haşan  li Yücel yine güldü: — Biraz daha büyüdükten sonra da hizmetçileri okutmağa başladım.

M aarif Vekilimize sordum: — Peki hocam, şiir yazmağa nasıl heves ettiniz?

Haşan  li Yücel bir an dü­ şündü:

— Biz yavrum, dedi, kışın Yeşiltulumbada otururduk. Yazın da Topkapı dışında, Gümüşsu- yunda bir köşkümüz vardı, ora­ ya giderdik. Bakırköyüne, Zey- tinburnuna doğru güzel bir yeşil ova uzanırdı. Oralarda kendi- kendime dolaşmağı pek sever­ dim. Bilhassa gökyüzünden ve yıldızlardan çok hoşlanırdım. Hatırladığım ilk şiirim, yıldızla­ ra dairdir. Toprağın üstünde na­ sıl insanlar varsa, yıldızları da gökyüzünün üstünde dolaşan öyle birer insan olarak tasavvur

M a a r i f V e k i l i H aş an  l i Y ü c e l ’in

ederdim. Tuhafı şu ki bu düşün­ ceme samimiyetle inanmakta idim. Bu duygum edebî bir teşbih mahiyetinde değildi! Benim için tam bir hakikatti.

— Yıldızlara dair yazdığınız şiirin birkaç mısraını söyliyebi- lir misiniz hocam?

— Hayır... Yalnız mevzu ak­ lımda.

— O halde, kaybolmıyan ilk şiirinize ait hâtıranızı rica ede­ ceğim.

— Balkan harbinde - ki o zamanlar on dört, on beş yaşla­ rında idim - «Mektepli» diye bir mecmua çıkıyordu. Orada bir ta ­ lebe yazısı müsabakası yaptılar.

Ben de «İntikam Olsun» adiyle bir yazı yazdım, mecmuaya gön­ derdim. Harbe ve muhacırları dairdi. İki hafta sonra «Mektep­ li» yi elime alınca yazımı ve a- dımı gördüm, dünyanın en bü­ yük sevincini duydum. Mecmua­ yı, koşa koşa anneme getirdim. O da benim gibi sevindi. Baba­ ma götürmeyişimin sebebi vardı: Terslenmek, hattâ tekdir edil­ mek korkusu. O, mektep kitabı dışında kitap okumama ve yazı yazmama hiç razı olmazdı. H a t­ tâ Hâmid’in Eşber’ini, babam,

en son re sim le r in d e n biri..

müteaddit kereler bulup yırtmış, her tahripten sonra ben de bir yenisini almıştım. Fakat galibi­ yet onda mı kalmıştı, bende mi? hatırlamıyorum!

M aarif Vekilimize sordum: — Peki hocam, felsefeye in­ himakiniz, bilhassa patristik fi- lozofî ile meşgul olmanız nasıl başladı?

— Babam, beni, çocuk iken camiye ve tekkeye götürürdü. Camide, aptest ve namazdan zi­ yade, güzel sesli hafızlara ve ğö- nüle hitab eden vaizlere karşı büyük bir alâka duyardım. Tek­ kede de bilhassa musiki, beni çok

cezbederdi. Bunların, küçük ru­

hum üzerinde belki derin tesir­ leri olmuştur. Maddi âlemdeki gibi, iç dünyasında da hiç bir- şey yok olmuyor. Fakat, yenisi var oluyor mu? Bilmiyorum!

Haşan  li Yücel'in bu son cümlesi, bana, tekrar mektep sı­ ralarını hatırlattı: O, bize Şeks- piri anlatırken de:

V ar olm ak, yah u t yok olmak, İşte bütün mesele budur! Mısraları üzerinde ne kadar dur­ muş; iç âleminin girift tezahür­ lerini dinamik bir cevherle, fa ­ kat bir san'atkâr hüviyetinin ışıklı karanlığı içinde sayıp dök­ müştü. *

Merak ediyordum: M aarif Vekilimizin, bizim ruhumuz ve benliğimiz üzerinde bu kadar ge­ niş tesirler yapan bu mürşidin inandığı filozoflar ve beğendiği şairler acaba kimlerdir?

İşte Haşan  li Yücel'in ce­ vabı:

— Eflâtun, teselli; Aristo, mürebbî olmaktan hâlâ azledile- medi. Bunları tanımadan tefek­ kür, ne kadar mümkündür bile­ mem. Devlet anlayışında Hobs, hayat anlayışında Bergson, ruh anlayışında James’den henüz daha ileri geçemedim.

Şairlere gelince: İçinde bu­ lunduğum ruh haline göre, za­ man zaman ve kendimce tercih­ ler yapmışımdır. En çok sevdi­ ğim şair diye bir rüçhanı kimse­ ye vermiş değilim. Çok primi­ tif ve saf bir haleti ruhiye içe - risinde bulunduğum zamanlar, bizim halk şiirlerimizi heceler dururum. Yunus’u söylerim. Söy­ lerim, diyorum: Çünkü okuya o- kuya eskidenberi hatınmda kal­ mış mısraları vardır.

Fuzuli'yi, bazan Nedim'i ve çok kere Şeyh Galib’i ararım. Daha doğrusu onlar bana ken­ dilerini arattırırlar. Goethe, biza­ tihi şiir olan hayatı ile beni çok alâkadar etmiştir. Bilhassa bü­ tün hayatî ve ruhî melekelerini, duygusu kadar aklî tecessüsünü ve her ikisi nisbetinde iradesini ahenkli bir surette inkişaf etti­ rerek kendisini terbiye etmekte emsalsiz bir insan olan Goethe, benim için hâlâ alâka verici ol­ mayı kaybetmemiş bir prototip­ tir. Ayni bakımdan Mevlâna’yı, kendim için bir tefekkür kayna­ ğı bilirim.

Fransız şairlerinden daha — Arkası 16 inci sayfada —

Referanslar

Benzer Belgeler

(Lac Léman) m etrafını geceleri nura gark eden yine bu beyaz kömür dür. Honoré diyor ki « bir kaç manetle mü­ zeyyen bir mermer levhanın arkasına 10,000 ve

Araflt›rmac›lar, daha önce bir morötesi (dalgaboylar›nda parlayan) halka ve optik (görünür) ›fl›kta parlayan s›cak noktalarla ayn› yerde bir X-›fl›n›

Neyzen çok içki içerdi, ben ağzıma koymam; Neyzen sigarayı yutardı, ben tadını bilmiyorum, ama ikimizin bir müştereği var: İkimiz de dilimizi tutamıyoruz. O

Şardan bu yıl aşı yaptırması gereken kişiler aşı yaptırmış olsaydı bu kadar yaygın ve ağır grip vakalarının olmayacağını, çünkü bu yıl gribe neden olan

Elektronun elektrik yükünün karesinin, ›fl›k h›z›yla Planck sabitinin çarp›m›na bölünmesiyle elde edilen ince yap› sabiti, son bir kurama göre ancak ›fl›k

Fakat o tarihlerde de kayık bütün bu vasıtalar İçinde halk tara­ fından kâh ucuzluğu, kâh her an j emre hazır oluşu bakımından ve yük­ s e k sınıf

lej’de ve Almanya’nuı Magdeburg şehrinde yüksek tahsilini ise An­ kara Hukuk Fakültesinde yap­ mıştır. 17 Nisan 1927 de Dışişleri Bakanlığına intisap

Çiçekleri neredeyse tamamen kapalı sikonyum’lar içerisinde hap- sedilen dişi incir ağaçlarının tozlaşmasına ilek arıcığı (Blastophaga psenes) denilen ve